Kıyaslama ve rekabet yaşamın ilk yılları itibariyle baş gösteriyor. Kıyaslama çoğunlukla aile ve çevre tarafından yapılıyor. Rekabet ise çocuğun karakteri, çevrenin yönlendirmesi, ortam ve koşullara göre gelişebiliyor. Aslında neredeyse her çocuk dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren rekabete başlıyor.

Bebek temel bakım verenin dikkatini çekebilmek ve ihtiyaçlarını karşılatabilmek için var gücüyle diğerleriyle rekabet ediyor. Bu rekabet kimi zaman ailedeki ilgiye ihtiyaç duyan diğerlerine yönelik oluyor. Kimi zamansa annenin zamanını ayırması gereken, dikkatini dağıtan diğer sorumluluklarıyla ilgili olabiliyor. 4-5 yaş dolaylarında elektra veya oidipus kompleksi yaşanmaya başlıyor. Dolayısıyla çocuk hemcinsi ebeveyniyle rekabete başlıyor.

5-6 yaşlarında ise kıyaslama ve rekabet çocuğun dünyasında daha ön plana çıkıyor. Çocuk bu dönemde fiziksel görünümünden, eşya ve oyuncaklarına, yeteneklerinden beğenilerine her şeyini akranlarıyla kıyaslıyor.

Evde kardeşler varsa tabi onlarla da rekabet etmek kaçınılmaz oluyor. Kıyaslama ve rekabet doğru kullanıldığında çocuğun gelişimini destekliyor. Ancak rekabet kontrolsüz olduğunda çocukların özgüveni zedeleniyor, benlik algısı gelişmiyor.

Çocuk için Kıyaslama ve Rekabet Ailede Başlıyor, Ailede Öğreniliyor

Bebek dünyaya gözlerini açtığında temel ihtiyaçlarını karşılatabilmek ve hayatta kalabilmek için temel bakım verenle ilişki kuruyor. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için verdiği sinyalleri temel bakım verenin doğru alması ve zamanında karşılaması gerekiyor. Eğer ihtiyaçlar yerinde, zamanında ve yeterince karşılanmazsa çocuğun rekabeti başlıyor. Verdiği mesajları anneye iletemeyen bebek kendini gösterebilmek ve duyurabilmek için mesajlarının miktarını ve yoğunluğunu artırıyor.

Böylece daha çok ağlama, daha uzun sürede sakinleşme, anneden ayrılmak istememe gibi rekabet davranışları başlıyor. Bebek biraz daha büyüyüp 3 yaş dolaylarına geldiğinde cinsiyet farklılıklarını fark ediyor. Bu dönemde kızlar için anne erkekler için baba adeta bir rakip haline dönüşüyor. Anne-baba çocuğun çok sevdiği ama bir yandan da karşı cinsteki ebeveynini paylaşmak istemediği hemcinsi haline geliyor.

Kız çocuğu babayı anneden, erkek çocuğu anneyi babadan kıskanıyor. Bu masumane rekabet ebeveynlerin tavır ve tutumuna göre sancılı bir hale gelebiliyor. Çocuğun rekabetine ebeveyn de eşlik ederse çocuğun karakteristik ve duygusal gelişimi örseleniyor. Çünkü ebeveyn çocuğun kazanmasına müsaade etmiyor. Belki de bu sayede çocuk ilk ve en sancılı kaybını yaşıyor.

Anne veya babayla olan rekabetini kazanamayacağını anlayan çocuk pes ediyor. Çocuğun bu vazgeçişi ileri çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik hayatına da olumsuz şekilde yansıyor. Dolayısıyla kıyaslama ve rekabet ailede başlıyor. Aynı şekilde ailede de öğreniliyor. Bu nedenle ailenin rekabet ve kıyaslama noktasında çocuğa doğru rol model olabilmesi gerekiyor.

Ebeveynler Kendi Duygu, Düşünce, Davranış ve Tutumlarıyla Çocuklarına Örnek Olmalı

Ebeveynlerin mutlaka kendi davranış ve tutumlarını değerlendirmesi gerekiyor. Aileler kendilerini, ilişkilerini, bireysel veya ebeveynlik rollerini başkalarıyla kıyaslıyorlar mı değerlendirmeliler. İlgi alanlarını, yetenek ve becerilerini başkalarıyla kıyaslayan anne ve/veya babanın çocuğa öğrettiği de bu olacaktır. Çocuk ebeveynlerinin davranışlarından yola çıkarak akranlarıyla veya kardeşleriyle rekabet etmeyi öğrenecektir. Bu rekabet ona keyif de verebilir, stres ve kırıklık yaşamasına da neden olabilir.

Çocukta açığa çıkacak duygulanım çoğunlukla karakteriyle alakalı olacaktır. Ebeveynler mesleğinde veya kişisel ve sosyal alanında başkalarıyla rekabet ediyorsa çocuğun aileden öğrendiği de bu olacaktır. Dolayısıyla çocuk ilgi ve beceri alanlarına vakit ayırmaktan çok başkalarından üstün gelmeyi öncelikli hale getirecektir.

Başarısız olması halinde çocuk ilgisini çeken ve yetenekli olduğu bu alanda kazanan olamadığından geri çekilecektir. Dolayısıyla ebeveynlerin kendi davranış, tutum ve düşüncelerinin farkına varması gerekir. Rekabetçi biri olduğunu ve bunun kendisini olumsuz etkilediğini fark eden ebeveyn bu konuda destek alabilir. Ebeveynin yapacağı bu iç görü farkına varmadan çocuğuna neyi empoze ettiğini de gösterecektir.

Çocuğun Dünyasında Kıyaslama ve Rekabet Ne Ölçüde Olmalı?

4-6 yaş aralığındaki çocuklarda rekabetçi davranışlar ön plana çıkar. Bu dönemde çocuk kendini diğerleriyle kıyaslayarak öz benliğini keşfeder. Yeteneklerini, kişiliğini, bilgisini ve ilgilerini diğerleriyle kıyaslamalar yaparak ayırt eder. Aynı şekilde çocuk akranlarıyla girdiği rekabet içerisinde elde ettiği başarı ve başarısızlıklar sonrası diğerlerinin hayatındaki değerini belirler. Çocuk başarısızlıklarına rağmen sevilmeye, değer görmeye devam ettiği ortamlarda kendini daha mutlu ve güvende hisseder.

Bu dönemde çocuğun rekabetçi tavırlarının altında yatan neden kendine yetebilir hale gelmiş olmasıdır. Ailesinden belli ölçüde bağımsızlaşan, okul ortamında temel ihtiyaçlarını kendi başına halledebilen, sosyalleşen çocuk özgüven kazanır. Dolayısıyla çocuk kendine yetebilir oluşundan güç alarak becerilerini akranlarıyla kıyaslar. Bu yaş döneminde çocuğun kontrolsüz rekabete ve kıyaslamalara maruz kalmaması gerekmektedir. Bu nedenle çocuk kazanmanın, kaybetmenin veya başarı sıralamalarının olduğu oyunlara, sporlara yönlendirilmemelidir.

Özellikle müsabakaların olduğu sporlar ve gösterilerin olduğu bale gibi sanat dallarında rekabet ön plandadır. Ailenin ve antranörlerin rekabetçi yapısı çocuğun spor ve /veya sanattan uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Çocuk için kıyaslama ve rekabet ön plana çıkmaya başlasa da onun için hala en önemlisi aldığı keyiftir. Ancak yeterince alkışlanmayan, madalya almayan, kürsüye çıkamayan çocuk için kaybetmiş olmak büyük bir hayal kırıklığı olacaktır.

Bu yaş grubunda ailenin ve antranörlerin amacı çocuğa derece kazandırmak değil spora, sanata ilgi uyandırmak olmalıdır. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarını keşfetmek temel amaç olmalı, kazanma duygusu gelecek yıllara bırakılmalıdır.

Ben Merkezci Dönemde Hatalı Ebeveyn Tutumları Nedeniyle Kıyaslama ve Rekabet Çocuğun Karakter Gelişimini Olumsuz Etkiliyor

6-9 yaş aralığında çocuklarda ben merkezci döneme girilir. Bu dönemde aşırı hoşgörülü ebeveyn tutumları çocuğun ben merkezci yapısının kontrolsüz gelişmesine neden olur. Her istediği yapılan, her istediği alınan çocukta doyumsuzluk gelişir. Zaman içerisinde çocuk eşyalarının ve kendisi için yapılanların kıymetini fark etmemeye başlar. Ayrıca çocuk ailesinin bu tutumunu çevresindeki herkesten beklemeye başlar.

Çocuk öğretmenleri, arkadaşları, arkadaşlarının aileleri de ailesiyle benzer tutumlar sergilesin ister. Bu yaklaşım çocuğun ben merkezci yanını besler ve empati gelişmez. Çocuk paylaşmayı bilmeyen, her şeyi kendine isteyen ve sahip olamadığında kırıklığa uğrayan bir hale gelir. Çocuk akranlarıyla ilişki kurmakta, gruba ve kurallara uyum sağlamakta zorluk yaşar.

Çok kolay kırılan, öfkelenen, ağlayan veya küsen bir karakter geliştirebilirler. Pasif agrasif davranışlar gösterebilirler. Dolayısıyla gelecekte bu çocuklar bencil, hoşgörüsüz, empatik ilişki kuramayan, doyumsuz bireyler olarak karşımıza çıkabilir.

Aileler Kıyaslama ve Rekabet İçeren Söylem ve Davranışlardan Uzak Durmalı

Aileler çocuklarını motive edebilmek, hırslandırmak için çoğu zaman kıyaslama ve rekabet içeren söylemlerde bulunabilmektedir. Aileler akademik başarı, fiziksel gelişim, ilgi ve beceri alanları, diksiyon, karakteristik özellikler, davranış ve tutumlara göre çocuklarını başkaları üzerinden değerlendirebilmektedir.

“Ayşe matematikte senden daha başarılı.”, “Ali senden daha uzun.”, “Fatma okulu daha çok seviyor.”, “Ömer annesini hiç üzmüyor.”, Elif çok güzel yüzüyor.” Aileler bu cümleleri aslında çocuklarını üzmek için değil kendi beklentilerini ifade etmek için kullanırlar. Bir nevi onların çocuklarından temennisidir bu sözler. Ancak bu kıyaslama çocuğun dünyasında bambaşka kaygılara yol açabilmektedir.

Çocuk kimi zaman akranlarıyla, en yakın arkadaşıyla veya kardeş ve akrabalarıyla kıyaslanır. Bu kıyas çocuğu rekabete sürükler. Eğer rekabet edebilecek durumdaysa çocuk rekabete koyulur. Ancak o gücü kendinde bulamazsa çok çabalamadan pes edebilir. Üstelik çocuk pes ettiğinde sadece rekabeti kaybetmiş olmaz, ailenin de sevgisini kaybettiğini düşünebilir.

Ailenin tutumu çocuğu başkalarıyla kıyaslamak yerine kendisiyle kıyaslamak olmalıdır. Çocuk geçmiş başarı ve başarısızlıkları üzerinden değerlendirilmelidir. Çocuk kendisini başkalarıyla kıyaslayabilir. Çocuğun söylemlerinden başkalarıyla rekabet içerisinde olduğunu fark edebilirsiniz. Burada çocuğu dinlemeli ayıplamak veya cezalandırmaktan aynı şekilde diğerlerini de yüceltmekten veya yermekten kaçınmalısınız. Çocuğu objektif dinlemeli, herkesin farklı gelişim ve beceri alanları olduğunu çocuğa vurgulamalısınız.

Çocuğa kendini diğerlerinden üstün görmenin diğerlerini nasıl etkileyeceği uygun bir dille anlatılmalıdır. Aynı şekilde aile kendi davranış, tutum ve rekabet anlayışıyla çocuğa örnek olmalıdır. Çocuğun başarı ve başarısızlığının diğerleriyle kıyaslanması çocuğun benlik değerini düşürmektedir.

Çocuk başarılı olduğu sürece aile tarafından sevilebilir olduğunu düşünmektedir. “Ne kadar başarılıysam o kadar sevileceğim.” Düşüncesi çocuğun duygusal gelişimine zarar vermektedir. İlerleyen yıllarda da özgüven, benlik saygısı gelişmemekte ve performansa dayalı kaygı bozuklukları açığa çıkabilmektedir.

Çocuğa yaklaşım kıyaslama ve rekabet yerine özendirme, teşvik etme, gelişimine katkıda bulunma amaçlı olmalıdır. Çocuğun ilgi ve becerilerini keşfetmesi, hayal dünyasını geliştirmesi hedeflenmelidir. Tabi tüm bunların yanı sıra çocuğun keyif almasına da önem verilmelidir.

Çocuklar Kıyaslama ve Rekabet Yerine Koşulsuz İlgi ve Sevgiye İhtiyaç Duyar

Çocukluk yılları çocuğun kıyaslama ve rekabet ile başa çıkamayacak kadar savunmasız olduğu yıllardır. Koşulsuz sevgi, ilgi ve destek arayan çocuk için rekabete dayalı ilişkiler oldukça yorucu olacaktır. Çocuğunuzu ödüllendirmek istiyorsanız onun çabasını, azmini, emeğini ödüllendirmelisiniz. Başarısızlıklarını yermek veya cezalandırmak yerine nedenlerini keşfetmesini desteklemelisiniz. Başarısızlıklarından ders almayı ve gelişim alanlarını tespit etmeyi öğrenmesini öğretmelisiniz.

Kıyaslama ve rekabet noktasında çocuğunuzu yanlış yönlendirdiğinizi fark ediyor olabilirsiniz. Aynı şekilde çocuğun eğitim hayatında veya ilgi ve beceri alanlarında da rekabet ve kıyas olabilir. Hatalı ebeveyn tutumları kadar öğretmen ve antranörlerin tutumları da çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etki edebilir. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı noktasında Aba psikoloji’den çocuğunuz, kendiniz ve aileniz için destek alabilirsiniz.

Read More

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak sınava hazırlık sürecinde ve sonrasında performansı olumsuz etkiliyor. Gençlerin hangi mesleği seçmeliyim? sorusunu sorması ve üzerine düşünmesi gereken yaş görece erken bir yaş. Pek çok genç bu soruyu üniversite tercihleri öncesine bırakıyor. Ancak doğru bir kariyer planı yapabilmek için Liseden önce bu sorunun cevabını aramaya başlamak gerekiyor.

Liseye hazırlık dönemi ergenliğinde baş gösterdiği gencin duygusal, fiziksel ve bilişsel olarak pek çok değişim yaşadığı bir dönem. Dolayısıyla bu dönemde gencin iç dünyasında sorgulaması ve adapte olması gereken pek çok şey var. Bu yüzden pek çok genç için bir meslek üzerine düşünmek için bu dönem erken ve karışık bir dönem oluyor. Ancak lise eğitimi de bir mesleğe yönelmek için iyi bir zemin oluşturuyor.

Genç ne olacağına karar vermese dahi kendini, ilgi ve becerilerini keşfetmeli. Özellikle alan seçimi yaparken zeka alanı, öğrenme stili, ilgi alanları, karakterini göz önünde bulundurmalı. Ergenliği zor geçen, kariyer planına öncelik veremeyen gençlere aile, öğretmen ve rehberlik birimi destek olmalı.

Gençlere mesleki olgunluk bu yıllarda kazandırılmaya başlanmalı. Meslekleri tanıtmak, iş hayatı ve farklı çalışma şekilleri hakkında bilgi vermek gerekli. Mümkünse gençler meslekleri araştırmalı, stajlara yönlendirilmeli. Mesleki röportajlar, meslekleri yerinde ziyarette özendirici ve bilgilendirici olabilmekte.

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak özelliklede kendi hayatıyla ilgili yeterince sorumluluk almamış öğrencilerde görülebilmektedir. Genç bu önemli kararda sorumluluk alma riskine girmek istememekte ve seçimi aileye veya öğretmene bırakabilmektedir. Oysa sağlıklı olan, bireyin gelecek yaşamını, yaşam kalitesini ve koşullarını belirleyecek olan mesleği kendisinin seçmesidir. Kendi seçimini yapan gençlerde sınava hazırlık, motivasyon ve zorluklarla başa çıkmak daha kolay olacaktır.

Peki meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için nasıl bir yol izlenmeli, gençler nelere dikkat etmeli? Ailelerin bu süreçte rolü ne olmalı? Yazımızın devamında doğru meslek seçimi ve kararsızlık yaşamamak için önerilerimi paylaşıyor olacağız. Hangisi Daha Doğru: Üniversiteye Göre Meslek Seçmek mi, Mesleğe Göre Üniversite Seçmek mi? yazımızı da okuyabilirsiniz.

Gençler Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Nelere Dikkat Etmeli?

Seçim sürecinde kararsızlık yaşamamak için gençlerin seçim aşamasına gelmeden önce hazırlık yapmaya başlaması gerekiyor. En önemli hazırlık ise gencin kendini keşfetmesi ile başlıyor. Kişinin ilgi ve beceri alanlarını fark etmesi, güçlü ve zayıf yönlerini bulması gerekiyor. Aynı şekilde gelecekten neler bekleniyor, nasıl bir yaşam standardı hayal ediliyor erkenden değerlendirmek gerekiyor.

Tabi bunları yapabilmek için gencin kendisiyle, mesleklerle ve yaşam koşullarıyla ilgili olabildiğince bilgi toplaması gerekiyor. Bilgi edinmek seçim sürecine yardımcı olsa da hayal kırıklığı yaşamamak için bilgiyi tecrübeyle birleştirmek gerekiyor.

Mesleklere merak başlayıp, birkaç alternatif belirlenebildiyse meslek mensuplarıyla görüşmek, yaşam şekillerini araştırmak ve mümkünse staj yapabilmek faydalı oluyor. Bu süreçte bizi yakından gözlemleyebilen ailenin ve öğretmenlerin de geribildirimlerini almak seçim sürecine destek oluyor.

Bazen hiç farkına varmadığımız detaylar onların yaşam tecrübeleri ve bize yönelik gözlemleriyle seçim sürecimizi etkiliyor. Tabi burada son seçimi yine gencin yapması, destek alsa da seçim sorumluluğunu kendinde tutması gerekiyor.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Karakterinizi, İlgi ve Becerilerinizi Erkenden Keşfetmeye Çalışın

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak ve doğru mesleğe yönelebilmek için ilk yapılması gereken kişinin kendini keşfetmesidir. Bu keşfe ne kadar erken başlarsanız deneme yanılma ve değişikliğe yönelme şansınız o kadar yüksek olacaktır. Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Mesleklere yönelik erken farkındalık gençlerin sınav kaygısı yaşamasının da önüne geçiyor. Karakterini tanıyan, güçlü ve zayıf yönlerini belirleyen genç seçimlerinde de bu yönlerini dikkate alıyor. Genç kendini tanımadığında potansiyelini de fark edemiyor. Dolayısıyla seçimlerinde çevresi tarafından etkilenmeye daha açık hale geliyor.

Akademik başarının yüksek olması, gencin iyi üniversitelerde okuyabilir olması doğru seçim yapmak için yeterli değil. Bir genç doktor olmak istiyorsa en başta doktor olabilecek karakteristik özelliklere sahip olup olmadığını değerlendirmeli. Doktorların özellikle mesleğe başlangıç yıllarındaki çalışma koşullarını öğrenmeli. Girilmesi gereken ekstra sınavlar, zorunlu görevler, çalışma alanları çalışma süreleri, nöbetleri değerlendirilmeli.

Dolayısıyla doktor olmak için sayısal alanda başarılı olmaktan öte daha alt detaylara bakabilmek gerekiyor. Kişilik Özellikleri ile Uyumlu Meslek Seçimi Yapmak ve Meslek Seçmeden Önce Kendinizi Keşfedin yazılarımızı okuyabilirsiniz. Burada da kişinin ilgi ve beceri alanlarını biliyor olması meslek seçimini etkiliyor.

Gencin bir alana ve konuya ilgisi olabilir ama becerisi olmayabilir veya becerisi olabilir ama ilgisi olmayabilir. Dolayısıyla iyi bir seçim yapabilmek, seçimden yana memnun kalabilmek için ikisini bir arada sağlayabilmek gerekiyor. Çocukların ilgi ve Beceri Alanları Nasıl Keşfedilir? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Geleceğe Yönelik Beklentilerinizi, Hedeflerinizi Belirleyin

Bugünden belki 10 yıl sonrasının koşullarını kestirmek sizin için kolay olmayabilir. Ancak gelecekte yaşamak istediğiniz koşulları belirlemek, nasıl bir yaşam arzu ettiğiniz üzerine düşünmek seçimlerinizi kolaylaştırır.

Sabit mesaiyle çalışmak, kurumsal bir şirkette çalışmak, ortalamanın üzerinde bir gelire sahip olmak mı istiyorsunuz? Evim, arabam, her yıl çıktığım düzenli tatillerim olsun mu diyorsunuz? Öyleyse düşük gelirli, esnek çalışma saatleri olan, sahada çalışmayı gerektiren işler size göre değil. Maddiyat önemli değil yeni şeyler keşfedeyim, hayal gücümü kullanayım veya insanlara faydalı olayım mı diyorsunuz?

Öyleyse sosyal yönü olmayan, masa başı sabit işlerle ilgilenmenizi gerektiren işler size göre olmayabilir. Dolayısıyla gelecekten maddi ve manevi beklentinizin ne olduğu, nasıl bir yaşam şeklini hayal ettiğiniz önemli. Hayal kırıklığı ve meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için bugünden gelecek 10 yıllarınızın koşullarını değerlendirmelisiniz. Gelecek Kaygısı Meslek Seçimini Etkiliyor yazımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Olabildiğince Çok ve Doğru Bilgi Toplayın, Bilgilerinizi Tecrübeyle Destekleyin

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak ve doğru seçimler yapabilmek için kendinizle ve mesleklerle ilgili bilgi toplamalısınız. Bilgi edindikçe alternatiflerinizle ilgili avantaj ve dezavantajları da görmüş olacaksınız. Burada artı eksi hesabı yapmak da işlevsel olabilir.

“Öğretmen olmak istiyorum, ders anlatmayı seviyor, çocuklarla/gençlerle vakit geçirmekten keyif alıyorum. Öğrenmeyi ve araştırmayı seviyorum. Ancak öğretmenlikle ilgili kaygılarım da var, atanamayabilirim, zorunlu görevler ve maddi kaygılarım olabilir. Öyleyse öğretmenlikle benzer rolleri taşıyacağım ancak daha kolay iş bulabileceğim mesleklere yönelebilirim.” Gibi.

Bilgi toplamak seçimlerimizi oldukça etkilemektedir. Bilgi edinirken meslek mensuplarından bilgi edinmek de oldukça önemlidir. İlginizi çeken mesleklere yönelik çalışanlarla röportaj yapabilir, meslekleri yerinde ziyaret edebilirsiniz. Bu konuda okulunuzun desteğini almanız daha fazla meslek grubuyla tanışmanızı sağlayacaktır. Özellikle aile bireylerinin belli meslekleri varsa ve çocukta bu mesleğe yönlendiriliyorsa yaz dönemlerinde ailenin yanında staj yapılabilir. Staj tecrübesi meslek seçiminde oldukça belirleyici olmaktadır.

Hangisi Daha Doğru: Üniversiteye Göre Meslek Seçmek mi, Mesleğe Göre Üniversite Seçmek mi? yazımızı da okuyabilirsiniz.

Sizi Yakından Gözlemleyen Ailenizden, Öğretmenlerinizden Geribildirim Alın

Seçim yaparken olumlu yönlere ağırlık verip olumsuzları veya tam tersi olumsuzluklara ağırlık verip olumluları göz ardı edebiliriz. Risk almaktan, sorumluluk almaktan endişe duyabiliriz. Bu oldukça normal, geleceğinize yön veriyor ve bir ömür sürdüreceğiniz mesleği belirlemeye çalışıyorsunuz.

Önceki adımları uyguladınız ama hala seçim yapmakta zorlanıyorsanız sizi yakından gözlemleyen kişilerin fikirlerini, geribildirimlerini alabilirsiniz. Size sizinle ilgili hiç farkında olmadığınız geribildirimler verebilirler. Bir mesleği seçmek ve sürdürmek için ihtiyacınız olacak hiç bilmediğiniz bilgileri sizinle paylaşabilirler. Güçlü bir yönünüzü bu meslekte nasıl değerlendirebileceğinizi size gösterebilirler.

Kaygılarınızı dinleyip, size destek olabilirler. Dolayısıyla meslek seçiminde karar ve sorumluluk sizde olsa da fikrinize güvendiğiniz diğer kişilerin değerlendirmelerini dinleyebilirsiniz. Ancak seçim sorumluluğunu başkalarına vermekten ve sizi daha büyük bir karmaşaya sürüklemelerinden de kaçınmalısınız. Meslek Seçimi Yaparken Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Doğru Meslek ve Kariyer Seçimi İçin Anne ve Babalara Öneriler yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Zeka Alanınızı ve Öğrenme Stilinizi Belirleyin

Gencin meslek seçimi yaparken baskın zeka yönünü bilmesi özellikle lisede alan seçimi aşamasında önemli olmaktadır. Genç sayısal, sözel, dil, eşit ağırlık bölümlerinden birine yönelirken önceliği zeka yönünü dikkate almak olmalıdır. Sonrasında ilgi ve beceri alanları ve karakteristik özelliklerle karar desteklenmelidir. Aileler bu dönemde özellikle kendi isteklerine göre çocuklara seçim yaptırabilmektedir.

Sayısal zekaya sahip bir baba çocuğunun da öyle olduğunu düşünerek sayısal okumasını isteyebilmektedir. Zeka yönümüzün genetik temeli olsa da çocuk anne ve/veya babanın aksine farklı bir zeka alanına sahip olabilir. Burada seçim yaparken çelişki yaşanıyorsa rehberlik servisinden veya profesyonel danışmanlıktan destek alınmalıdır. Güvenilirliği ve geçerliliği olan testlerle zeka alanı tespit edilmelidir.

Duygusal Zeka Meslek Seçimi İçin Önemli mi? ve Meslek Seçimi Önerileri: Çoklu Zeka Kuramı yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Mesleklerin Geleceğini ve Geleceğin Mesleklerini Araştırın

Meslek seçimi yaparken geleceğe yönelik fikir edinebilmek için profesyonel danışmanlık almak oldukça faydalıdır. Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için bugünün popüler meslekleri ile sınırlı kalmamak gerekir. Bugünün meslekleri gelecekte de yeterli geliri getirebilir düzeyde olacak mı araştırılmalıdır. Aynı şekilde bugün popüler olmayan ancak gelecekte ön plana çıkacak meslekler de araştırılmalıdır.

Üniversite eğitimine henüz başlamamış bir bireyin seçim yaparken en az 4-5 yıl sonra ön plana çıkacak meslekleri öğrenmesi gerekir. Ancak bu kolay bir iş değildir. Çok iyi bir araştırma yapmayı, bilim, teknik ve teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmeyi gerektirir. Dolayısıyla gençlerin bu konuda profesyonel destek alması çok daha sağlıklı olmaktadır. Bilimsel kanıtlar ışığında geleceğe yönelik mesleki bilgi toplamak seçim sürecinin verimliliğini artıracaktır.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşıyorsanız Mutlaka Kariyer Danışmanlığı Alın

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak oldukça olağandır. Hatta pek çok açıdan faydalıdır. Kararsızlık yaşamak bireyi araştırmaya, öğrenmeye ve tecrübe etmeye yönlendirecektir. Bu sayede gencin mesleklere ilgisi artacak, doğru mesleği seçebilmek için kendisine yönelik keşfi de başlayacaktır. Ancak meslek seçimi yapabilmek günümüz koşullarında bireysel çabayla yeteri kadar verimli sonuç veremeye bilmektedir.

Bunun en önemli nedeni artan üniversite sayıları ve istihdam olanağı düşük olduğu halde aynı bölümlerden her yıl sayısız mezun verilmesidir. Gençler sınırlı meslek repertuarına sahip. Popüler olan ve çok tercih edilene yönelme eğilimleri oldukça yüksek. Oysa popüler olan pastadan payımıza düşecek parçanın da küçülmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla özelliklede günümüzde profesyonel desteğin önemi artıyor.

Aba psikoloji olarak biz danışanlarımıza kariyer planı çıkarırken stratejik yetenek yönetimi ile çalışıyoruz. Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz. Danışanlarımızın akademik eksiklerini tespit ederek gideriyor, dünyanın en seçkin kurumlarında eğitim almalarını sağlıyoruz.

Stratejik Yetenek Yönetimi ile Gelecek Kaygınızı Yenebilirsiniz yazımızı okuyabilirsiniz. Böylece yaptığımız çalışmalarla danışanlarımızın meslek seçiminde kararsızlık yaşamalarının da önüne geçmiş oluyoruz. Mesleklerin geleceği ve geleceğin meslekleri hakkında danışanlarımızı ve ailelerini bilgilendiriyoruz. Böylece öğrencinin bakış açısını genişletiyor, iş hayatıyla ilgili farkında olmadığı çalışma alanlarını da bilgisine sunuyoruz. Meslek Seçiminde Kariyer Danışmanlığı ve Psikolojik Danışmanlık yazımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

 

Read More

Sınav kaygısı pek çok gencin mevcut potansiyelini performansa dökememesine neden oluyor. LGS, YGS gibi yılda bir kez olan ve öğrencilerin uzun soluklu çalışmalarını gerektiren sınavlara hazırlık sürecinde kaygı da beraberinde gelişiyor. Kariyer planı yapan, hedeflerine ulaşmak için özveriyle çalışan öğrenciler içsel veya dışsal faktörlerle kaygı yaşayabiliyor.

Sınava yönelik olumsuz düşüncelere kapılmak, gerçekdışı beklentilere girmek, mükemmeliyetçilik, hatalı ebeveyn tutumları sınav kaygısının gelişmesine zemin oluşturuyor. Hatalı ebeveyn tutumlarından baskıcı otoriter, aşırı korumacı veya mükemmeliyetçi ebeveynler kaygıyı besliyor. Ailenin, okulun, öğretmenlerin öğrenciye yönelik gerçek dışı beklentilere girmesi de öğrencinin kaygısını artırıyor. Sınav başarısını kişiliğe atfedilen bir değer olarak algılamak sınavın amacından sapmasına neden oluyor.

Sınav kaygısı yaşayan gençler için sınav sadece öğrenilen bilgileri ölçmüyor. Sınavda başarısız olduklarında başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceklerine inanıyor, değer kaybı yaşamaktan endişe duyuyorlar. Başarılarını ispat ettiklerinde de toplum tarafından daha saygın ve değer gören kişiler olacaklarına inanıyorlar. Dolayısıyla sınavda başarısız olmak “dünyanın sonu, bir felaket” gibi nitelendirilebiliyor. Kaygı fark edilmediğinde gençlerin akademik başarısına ve sınav sonuçlarına olumsuz şekilde yansıyor.

İlerleyen aşamalarda depresyon, kaygı bozukluğu gibi diğer psikolojik sorunlara da zemin hazırlayabiliyor. Yazımızın devamında gençlerin sınav kaygısı yaşamasına neden olan içsel ve dışsal faktörleri detaylarıyla ele alacağız.

Hedef Belirlemeyen, Kariyer Planı Yapmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Hedef belirlemek sınava hazırlık sürecinde gençlerin iç motivasyonunu sağlayabilmesi için oldukça önemli bir kaynak. İlgi alanlarına, karakterine, becerisine ve bilgisine hitap eden hedefi belirleyen gençler sınava önde başlıyor. Gencin kendisine uygun hedefi belirlemiş olması hedefe ulaşmak için daha istekli, planlı, motive çalışmasını sağlıyor. Kendi hedefini belirleyen genç karşısına çıkan zorluklarda da kolay kolay demoralize olmuyor.

Hedef belirlemek kadar kariyer planı yapmakta gencin sınav kaygısı yaşama riskini azaltıyor. Kariyer planı sayesinde genç kısa ve uzun vadeli hedeflerini ve bu hedeflere nasıl ulaşacağını belirliyor. Bu planlama gencin olası riskleri, avantaj ve dezavantajları da sürecin en başında görmesini sağlıyor.

Hedefi olmayan bireyler ise çalışmak, boş zamanlarından feragat etmek için bir amaç bulamıyor. Dolayısıyla zamanı etkin kullanamıyor, verimli ders çalışamıyor, dikkat dağıtıcılarla başa çıkamıyor. Çünkü tüm bunlar için motive olmasını gerektirecek bir amaç bulamıyor. Hedefi olmayan birey yeteri kadar çalışmıyor çünkü hedefine ulaşması için ne kadar çalışması gerektiğini hesaplayamıyor.

Alan, bölüm, meslek, okul seçimi yapamayan genç dolayısıyla istediği mutlu olacağı yer için kaç puana ihtiyacı olduğunu bilmiyor. Kimi zamanda genç ailesinin veya çevresinin yönlendirmesi ile kendine ait olmayan hedeflere yöneliyor. Ancak bu hedef bireyi yeteri kadar motive etmiyor.

Motivasyonu olmayan genç çalışmak için organize olamıyor ve çok daha kolay demoralize oluyor. Dolayısıyla da genç sınava girip bir performansa tabi olduğunda stres yaşıyor. Belli bir amacı olan, hedefini belirleyen, planlı ve programlı çalışan gençler ise bu stresi çok daha az yaşıyor. Hedefi olmayan bir birey kaygısını yönetmekte zorlanırken hedefleri olan bireyler kaygıyı sağlıklı düzeyde tutabiliyor. Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Kariyer Planı Yaparken Sorumluluk Kimde Olmalı? Gençlerde mi Ailelerde mi? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Sınava Yeterince Hazırlık Yapmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Gençlerin sınav kaygısı yaşamasının önemli bir nedeni de sınava yeterince hazırlık yapılmamış olmasıdır. Genelde hazırlık yapılmamasının en büyük nedeni doğru hedefi belirleyememiş olmaktır. Hedefi olmayan gençler için zamanı yönetmek ve derslere konsantre olmak oldukça zordur. Dolayısıyla ihtiyaç duyulandan daha az çalışarak sınava hazırlanırlar. Yetersiz hazırlık sınav tarihi yaklaştığında zaman baskısını ve yetersizlik hissini artırır.

Sınavı hafife almak, sınava ve önemine yönelik yeterli bilgiye sahip olmamak da yetersiz hazırlığa neden olmaktadır. Sınav yaklaştığında denemelerden düşük puanlar alan gençlerin kaygısı yükselmektedir.

Hatalı Ebeveyn Tutumlarıyla Yetişen Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Ebeveyn desteği gençlerin sınav sürecinde en önemli duygusal ihtiyacı. Ebeveynleri tarafından sevilen, çabası görülen, doğru yönlendirilen, maddi manevi desteklenen gençler sınava daha rahat hazırlanıyor. Sınava hazırlık sürecinde ailenin gencin sırtını sıvazlaması, “çabanı görüyoruz, azmini takdir ediyoruz” demesi çok büyük motivasyon sağlıyor.  Moral motivasyon kadar gence uygun çalışma ortamının sağlanması, varsa gencin üzerindeki iş yükünün hafifletilmesi gerekiyor.

Özellikle pandemi döneminde sınava hazırlık yapan gençler okul ve dershanelerden uzak kaldı. Dolayısıyla çalışmalarını çoğunlukla evde sürdürüyorlar. Küçük kardeşi olan veya evde kendine ait çalışma alanı olmayan gençler ev halkıyla bir aradayken derse konsantre olmakta zorlanıyor. Dikkat çok kolay dağılıyor. İhtiyaç duydukları sessizliği kolay kolay bulamıyorlar.

Burada ailenin daha özverili davranması ve gencin sınava hazırlık sürecini kolaylaştırmak için uygun ortamı sağlaması gerekiyor. Ailenin bu desteğinin yanı sıra kullandığı ebeveyn tutumlarında da yapıcı tutum sergilemesi gerekiyor. Hatalı ebeveyn tutumlarıyla yetişen gençler daha fazla sınav kaygısı yaşıyor.

Mükemmeliyetçi ve Rekabetçi Aileler Kaygıyı Besliyor

Mükemmeliyetçi aileler çocuklarıyla ilgili gerçekdışı beklentilere kapılabiliyor. Çocuklarını potansiyellerinin üzerinde performansa zorlayabiliyorlar. Bu durumda da çocuk ve gençlerde kaygı gelişiyor. Beklentileri karşılayamadığını gören genç yetersizlik hissine kapılıyor, başarısız ve kusurlu olduğunu düşünebiliyor. Gencin motivasyonu kırılıyor aile ise çocuğunun başarısız olduğunu düşünerek mutsuz oluyor. Burada gencin de ailenin de gerçekçi beklentilere girmesi gerekiyor.

Beklentileri gerçekçi tutabilmek için gencin potansiyelinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Baskın zeka alanı, öğrenme stili, ilgi alanları, karakteristik özellikleri, dikkat düzeyi, öğrenme ortamı ve öğrenme kaynağı bireyin kapasitesini belirliyor. Mükemmeliyetçi ailelerin gerçekdışı beklentiler dışında yaptığı bir başka hataysa motive etmek için genci başkalarıyla kıyaslamasıdır.

Kıyaslama içerisinde rekabeti de barındırmaktadır. Ancak kıyaslanmak veya başkalarıyla rekabet etmek her genç için uygun bir motivasyon şekli değildir. Kimi bireyler motive olmak için taktir edilmeye, alkışlanmaya, olumlu geri bildirimlere ihtiyaç duyar. Kimi ise rekabetten hoşlanır ve yarış içerisinde olduğunda daha disiplinli ve organize çalışabilir. Dolayısıyla ailenin çocuğunu iyi tanıması gerekir.

Duygusal yönü daha güçlü olan bir genç rekabet içerisinde zarar görebilir, demoralize olabilir.

Koşullu Sevgi Kaygıya Yol Açıyor

Çocuklar da gençler de ailelerinden sevgiyi koşulsuz alabilmek istiyor. Çünkü sevgi koşullara bağlandığında aile içi ilişkiler zayıflıyor, gencin aileye ve kendisine duyduğu güven azalıyor. Çocuk ve genç başarılarında olduğu kadar başarısızlıklarında da desteğe ihtiyaç duyuyor. Hatta başarısızlıklarda, hatalarda ailenin koşulsuz ilgisi ve sevgisini almak çok daha iyileştirici öneme sahip oluyor.

Genç ailenin desteğiyle hatalarından ders almayı, zorluklarla başa çıkmayı öğreniyor. Ailenin desteği olmadığında ve sevgi başarıya koşullandırıldığında ise genç kendini yalnız, değersiz hissediyor. Özgüven gelişmiyor, benlik değeri düşüyor. Dolayısıyla genç sınav başarısını kişiliğine atfedilen bir değer olarak algılıyor.

Aşırı Korumacı Tutum

Aşırı korumacı yetiştirilen gençler üniversiteyi kazanma, evlilik gibi aileden uzaklaşmayı gerektiren yaşam döngülerinde kaygı yaşayabilmektedir. Bunun en büyük nedeni ailenin gencin özerkleşmesine, sorumluluk almasına ve büyümesine yeterince izin vermemesidir. Gençlerin çocukluktan itibaren tüm büyüme sinyalleri de aile tarafından bastırılmıştır.

Aile “Sen yapamazsın, sen daha küçüksün, dur ben yardım edeyim, ben de seninle geleyim” müdahaleleri ile genci engellemiştir. Böylece gencin gerçek yaşam koşullarıyla karşı karşıya kaldığında yetersizlik hissetmesi kaçınılmaz olmaktadır. Aşırı korumacı yetişen gençlerde “başaramayacağım, yalnız yapamam” korkusu geliştirmektedir. Böyle bir aile yapısında yetişen çocuklar ailelerinden uzaklaşmak istememektedir. Dolayısıyla gençler ayrılığı öteleyebilmek için çeşitli mantığa uydurulmuş bahaneler geliştirebilmektedir.

Ayrılığın mecburi olduğu durumlardaysa bireyler derinden sarsılmakta depresyon, sosyal fobi gibi psikolojik rahatsızlıklar baş gösterebilmektedir. Aşırı korumacı ailede yetişen çocuklar dış dünyada yalnız kaldığında kendilerini korumasız ve tehditlere açık hisseder. Dolayısıyla bu gençler için sınav hem aileden ayrılma hem de ailenin yanında kalabilme ihtimallerini taşır.

Genç sınav sonucu yeterliyse ailenin yanında bir okul tercih edebilir. Puanı yetmez ise aileden uzaklaşması veya bir yıl daha sınava hazırlanması gerekebilir. Bu ihtimallerin farkında olan genç için sınav sadece performansı ölçmemektedir. Gencin sınava yüklediği bu iki uçlu anlam sınav kaygısı gelişmesine neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Yaşayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Güvenli bağlanma geliştiremeyen çocuklar dünyayı tehlikeli, beklenmeyen tehditlerle dolu bir yer olarak algılar. Çocuklar temel bakım veren kişiyle kurdukları bağın içeriğine göre kendilerini ve etkileşim içerisinde oldukları diğerlerini de güvenli ya da güvensiz olarak değerlendirirler.

Ebeveynleri ile güvenli bağ kuran çocuklar ergenlik ve yetişkinlikte daha az bağımlı kişilik özellikleri gösterir ve ayrılık anksiyetesi taşıma riskleri de azalır. Ancak aileyle güvenli bağ kuramayan, aileye aşırı bağımlı olan veya ailenin çocuğu merkeze koyduğu durumlarda ayrılık anksiyetesi gelişebilmektedir. Genç aileden uzakta kendi ayakları üzerinde duramayacak olmaktan endişe duyabilmektedir.

Aile ile güvenli bağ kuramayan genç dış dünyada diğerlerine de güvenmekte zorluk yaşayabilmektedir. Kimi zaman da ailenin karakteristik özellikleri, zor ve geç çocuk sahibi olma çocuğa aşırı bağımlı ebeveyn tutumu gelişmesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla genç evden ayrılmanın aileyi çok üzeceğini bilmektedir. Aileyi üzecek olmak gencin tercihlerini etkileyebilmektedir. Genç nerede olursa olsun ailenin yanında kalabilmek için beklentilerini ve hedeflerini değiştirebilmektedir.

Ailede hasta, bakıma muhtaç birinin olması da ayrılık anksiyetesini ve seçimleri etkilemektedir. Tek ebeveynli ailede çocuk olmak da kalan ebeveyne bağımlılık geliştirmeye neden olabilmektedir. Dolayısıyla sınav kaygısı da aileden ayrılmak istemeyen gencin ayrılık anksiyetesinin sonucu olarak gelişebilmektedir. Genç için sınav sonucu oldukça önemlidir.

Özellikle büyük şehirlerde yaşayan gençler için ailenin yanında bir okula yerleşmek kolay değildir. Fazla talep gören üniversite ve bölümlere yerleşmek için gençlerin oldukça yüksek puanlar alması gerekir. Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Zaman Yönetimi ve Hızlı Okuma Alışkanlığı Olmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Sınava hazırlık sürecinde başarıyı doğrudan etkileyen iki önemli faktör zaman yönetimi ve hızlı okuma becerisidir. Zamanı verimli kullanabilen gençler sınava hazırlık sürecini çok daha verimli geçirirler. Sınava hazırlık sürecinde ders çalışmak kadar mola yapmak, bireysel ve sosyal hayata zaman ayırmak da gerekir. Kendine, dinlenmeye ve eğlenmeye de zaman ayırabilen gençler motivasyonlarını daha uzun süre sürdürebilirler.

Aynı şekilde zamanı verimli kullanabilen gençler sınav anında da sınav süresini verimli organize edebilirler. Böylece zaman yönetimi kötü olan diğer öğrencilere oranla sınavda daha avantajlı konuma geçerler. Zorlandıkları sorulara daha fazla zaman ayırma veya emin olamadıkları sorulara tekrar bakma imkanı bulabilirler. LGS Yaklaşıyor Etkili Zaman Yönetimi ile Eksiklerinizi Tamamlayabilirsiniz ve Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Hızlı okuma alışkanlığı ise genci yine sınavda avantajlı konuma getirir. Sınavlarda çoğunlukla uzun paragraf soruları, mantık soruları yer almaktadır. Soruları hızlı ve doğru okumak, okuduğunu anlamak hızlı okuma alışkanlığı olan öğrenciler için daha kolaydır. Hızlı okuma alışkanlığı da zaman yönetimini kolaylaştırır. Kişiye zorlandığı veya emin olamadığı sorularda daha çok zaman geçirme avantajı sağlar.

Sınav kaygısı yaşamamak ve hızlı okuma alışkanlığı kazanmak için Okuma Alışkanlığı Kazanmak Sınav Başarısı Getiriyor yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Read More

Sosyal anksiyete diğer adıyla sosyal fobi okul yıllarından başlayarak bireylerin kariyer gelişimlerini olumsuz etkiliyor. Sosyal anksiyete yaşayan öğrenciler grup çalışmalarında pasif kalıyor, derste söz almaktan kaçınıyor, tahtaya çıkmak istemiyor. Bu öğrenciler için arkadaş gruplarına katılmak, sosyal iletişim başlatmak oldukça zor. Arkadaş grupları dışında öğretmenleriyle ve diğer yetişkinlerle de iletişim kurmaları gerektiğinde çekiniyor, heyecanlanıyor, iletişimden kaçınıyorlar.

Dolayısıyla karşımıza harika fikirleri de olsa paylaşmaktan kaçınan, doğruyu biliyor da olsa söyleyemeyen öğrenciler çıkıyor. Haklıyken haklarını savunamıyor, başkalarının işiteceği ya da dikkatini çekecek şekilde konuşmaktan, davranmaktan kaçınıyorlar. Tüm bunlar beraberinde okul başarısını olumsuz etkiliyor. Öğrenciler okul, alan, bölüm ve meslek seçimlerini de sosyal anksiyete etkisiyle potansiyellerinin aksi yönde belirliyorlar.

Peki okul başarısını bu kadar olumsuz etkileyen sosyal anksiyete nedir? Nasıl gelişir ve hangi belirtilerle kendini gösterir? tedavi için nasıl bir yol izlenmelidir?

Sosyal Anksiyete Nedir?

Sosyal anksiyete, bireyin girdiği sosyal ortamlarda kendisini aşırı güvensiz hissetmesi ve başkalarının kendisiyle alay edileceğini, reddedileceği ve yargılanacağı düşünmesiyle açığa çıkan yoğun kaygıdır. Bu kaygı bireyin sosyal ortamlarda mevcut potansiyelini performansa dökmesine engel olur. Hata yapmasına, pasif kalmasına neden olur.

İlerleyen hallerde birey sosyal ortamlara girmekten kaçınır, bahaneler ve yalanlarla bu ortamlarda bulunma olasılığını minimuma indirir. Kişi sürekli olarak başkalarının zihninde kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmelerin olduğunu düşünür.

Sosyal anksiyete özgül ve yaygın olarak iki ayrı gruba ayrılır. Özgül sosyal fobi sadece belli ortamlarda açığa çıkar, okulda, topluluğa konuşurken gibi. Yaygın olan versiyonda ise kişi kendisini nerdeyse bütün sosyal ortamlarda huzursuz, kaygılı ve gergin hisseder. Alt tipler yaygınlıklarına göre incelendiğinde yaygın versiyonu özgüle göre daha erken yaşlarda başlamaktadır. Aynı şekilde yaygın sosyal fobinin görülme sıklığı da daha fazladır.

Sosyal fobi sıklıkla ergenlik yıllarında başlamaktadır. Okul fobisi olan öğrencilerde ergenlik ve sonrası sosyal fobi görülme sıklığı da artmaktadır. Okul Başarısı İçin Özgüven Nasıl Geliştirilir? ve Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal Anksiyete Nasıl Gelişir?

Sosyal anksiyete çocuğun okul çağına geldiği yani ailesinin dışında başkalarıyla bir arada yaşamayı öğrenmesi gerektiği durumlarda açığa çıkar. Çoğunlukla sosyal fobi görülen bireyler mükemmeliyetçi ve/veya aşırı korumacı ebeveynler tarafından yetiştirilmektedir.

Çocuğa kendi başına halledebileceği konularda da sorumluluk verilmez, ihtiyaçları sürekli ebeveynler tarafından gerçekleştirilir. Veya çocuğa yönelik ebeveynlerin sürekli mükemmeliyetçi tavrı vardır. Ebeveyn gerçekdışı beklentilerle çocuğun kapasitesini zorlayabilir. Başkalarıyla kıyaslama, rekabetçi tavırlar görülebilir.

Korumacı ebeveynlerin büyük çoğunluğu kaygılı ebeveynlerdir. Çocuğa bir zarar geleceğini düşünürler. Çocuğun dışarıya çıkmasına, sosyalleşmesine, sorumluluk almasına müsaade etmezler.

Düşer, kaçırılır, araba çarpar, mikrop kapar gibi çocuğun zarar görmesine yönelik kaygılar taşırlar. Aynı şekilde beceremez, kendi halledemez, o daha küçük, ben yapayım gibi çocuğun kendine yetemeyeceğine yönelik düşünceleri vardır. Geç ve/veya zor çocuk sahibi olan ve geçmişinde kayıplar vermiş, travma geçirmiş bireylerde bu ebeveyn tutumu daha yaygındır.

Sosyal Anksiyete Nasıl Fark Edilir, Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?

Sosyal anksiyete grup içerisinde geride durma, sessiz kalma, utanma, terleme, konuşurken takılma gibi belirtilerle fark edilebilir. Küçük çocuklar çoğunlukla anneden ayrılmak istemez, dışarıya çıkınca en kısa sürede eve dönmek isterler. Ebeveynleri olmadan başkalarının yanında kalmak istemezler. Başkalarıyla konuşurken heyecanlanır, ne söyleyeceklerini bilemezler. Okulda derse katılmak istemezler. Cevabını bilseler dahi doğruluğundan emin olamazlar. Kendilerine soru sorulmadıkça derse katılmazlar. Göz temasından kaçınırlar.

İletişim kurarken ne söyleyeceklerini düşünmekten karşılarındakini dinleyemezler. Kısa cevaplar verirler, cümleler uzadıkça söyleyeceklerini toparlamakta güçlük çekerler. Sözlü sınavlarla yazılı sınavlar arasında ciddi farklar vardır. Sözlülerde kestirme, kısa cevaplar verirken yazılılarda uzun uzadıya yazabilirler.

Teneffüse çıkmaz, okul etkinliklerinden ve grup faaliyetlerinden uzak kalırlar. İkili ilişkilerde oldukça zayıftırlar. Ne söyleyeceklerini iletişimi nasıl başlatacaklarını bilemezler. Bu nedenle daha çok grup konuşmalarına dahil olanlar. Sohbeti başlatan değil sohbete eşlik eden kişilerdir. Popüler olanlarla değil kendileri gibi daha sessiz olan kişilerle konuşmaya yatkındırlar. Karşı cinsle de ilişki kurmakta güçlük çekerler. Beğenilerini dile getirmekte zorlanırlar.

Sosyal anksiyete yaşayan öğrencilerde ellerde ve yüzde terleme, kızarma görülebilir. Çarpıntı, nefes darlığı görülebilir. Sık idrara çıkma, bağırsak düzensizliği, ağız kuruluğu, kusma ve benzeri semptomlar görülebilir.

Sosyal fobi geliştiren bir öğrencinin kendisiyle ilgili yetersizlik ve güçsüzlük duygusu yoğundur. Kendini beğenmez ve başkaları tarafından da beğenilmediğini düşünür. Mükemmel olma arzusu yüksektir ama ne kadar iyi olursa olsun mükemmel olmadığını düşünür. En ufak şeylerde dahi kolayca kaygılanabilir ve hata yapmaktan korkabilir. Özgüveni düşük, değersizlik algısı yüksek çocuklardır. Sıkıcı olduklarını ve başkaları tarafından sevilebilir olmadıklarını düşünürler.

Sosyal Anksiyete Yaşayan Öğrencilerin Benlik Algıları Düşüktür

Sosyal anksiyete aile bireylerinde de varsa çocukta görülme olasılığı daha fazladır. Sosyal fobisi olan bir ebeveyn sosyal iletişim geliştirme noktasında çocuğu yönlendiremeyecek ve eksik rol model olacaktır. Sosyal anksiyete görülen öğrencilerde ayrıca şu çekincelerde yaygındır; Kapalı bir kapıyı çalıp içeri girmeye çekinirler. Az tanıdığı kişilerle iletişim kurmaya, yabancılara soru sormaya, yabancılarla telefonda konuşmaya, otorite konumundakilerle konuşmaya çekinirler.

Kendilerine yapılan bir haksızlığa karşı çıkmaya, haklarını aramaya çekinirler. Hayır demekte zorlanırlar, ısrarcı kişilerin tekliflerini geri çeviremezler. Bu nedenle ihtiyaçları olmayan şeyleri alabilir veya zamanları olmadığı halde başkalarının işine yardım edebilirler. Sosyal fobi yaşayan öğrenciler el yazılarının beğenilmeyeceğini düşünerek arkadaşlarıyla notlarını paylaşmak istemezler.

Tahtada yazı yazmak istemezler. Projelerini, ödevlerini sınıf önünde sunmak istemezler. Hep bir beğenilmeme, aşağılanma, eleştirilme korkuları vardır. Kimse onlara bu şekilde yaklaşmıyor olsa dahi arkasından konuşulduğunu düşünürler. Alay edilme, dalga geçilme, küçümsenme korkuları yüksektir. Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal Anksiyete Öğrencilerin Kariyer Gelişimlerini ve Seçimlerini de Etkiliyor

Sosyal anksiyete yaşayan çocuk ve genç öğrenciler okul hayatlarında potansiyellerini performansa dönüştüremiyorlar. Öğretmenleri tarafından yaşadıkları kaygı fark edilmediğinde bu öğrenciler öğrenmeye ilgisiz olarak kabul edilebiliyorlar. Düşük başarı adeta kendini gerçekleştiren kehanete dönüşüyor ve bu öğrenciler akademik açıdan da kendilerini değersiz kabul ediyorlar.

Yaşadıkları kaygı ile başa çıkmakta güçlük yaşadıkları için öğrenciler sosyal etkileşimin minimum düzeyde olacağı mesleklere yönelebiliyorlar. İlgi alanları hobileri ve mesleki seçimleri de kaygılarından etkileniyor. Meslek seçerken göz önünde olmayacakları, takım çalışması veya sürekli iletişim gerektirmeyecek mesleklere yöneliyorlar.

Sosyal anksiyetesi olan bir öğrenci için bilgisayar başı işler, yalnız çalışacakları işler daha cazip oluyor. Telefon görüşmeleri veya yüz yüze konuşma yapmasını gerektirmeyecek işler kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlıyor. Homeoffice yürütebilecekleri işler de onlar için cazip olabiliyor.

Okula, dershaneye gitmek, okul değiştirmek, aileden uzaktan bir yaşam sürmek onlar için kaygı verici olabiliyor. Bu nedenle üniversite seçimlerini de mümkün olabildiğince aile yanında olabilecekleri şekilde yapıyorlar. Kendi ayakları üzerinde olmayı tecrübe edebilecekleri deneyimlerden de kaçınıyorlar. Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor ve Kişilik Özelliklerine Göre Meslek Seçimi Yapmak yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal anksiyete tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide sosyal fobi görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte sosyal fobinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Sosyal fobi yaşıyor ve duyduğunuz kaygı okul başarınızı, kariyer seçimlerinizi olumsuz yönde etkiliyorsa destek alabilirsiniz. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı ile yaşadığınız olumsuzlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Aba psikoloji olarak sosyal anksiyete yaşayan bireylere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyor okul başarınızdaki engelleri aşmanıza destek oluyoruz. Kariyer planınızı yaparken ilgi, beceri alanlarınızı dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

Read More

“Konuşurken heyecanlanıyorum!” diyenlere sıklıkla rastlayabilir ve sizde bu heyecanı duyuyor olabilirsiniz. Aslında heyecan sağlıklı bir duygudur ve kontrol edilebildiğinde de performansa olumlu etki etmektedir. Ancak konuşurken heyecanlanmak kontrol edilemediğinde sosyal anksiyete yaşayan bireylerin sıklıkla yaşadığı olumsuz bir deneyime dönüşür.

Sosyal anksiyete yaşayan bireyler bir topluluğa hitap edeceklerinde kaygılanırlar. İlgi ve gözler üzerlerinde olduğunda, herkes onları dinlediğinde yoğun stres yaşarlar. Stres yaşamaları için ille de göz önünde olmalarına gerek yoktur. Heyecanlanmaları için seslerini başkalarının duyacağını bilmeleri de yeterlidir. Telefonla konuşmak, telekonferans yapmak, görüntülü konuşmak, mülakata girmek, sunum yapmak, sahnede olmak onlar için ürkütücü olabilir.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyenler tabi ki yaptıkları her konuşmada heyecan duymazlar. En azından mevcut heyecanlarını sağlıklı düzeyde tutabildikleri ortamlar da olmaktadır. Sıklıkla konuştukları, kendilerini güvende hissettikleri kişilerle görüşürken heyecanlanmazlar veya bu heyecanı kontrol edebilirler.

Heyecanı tetikleyen çoğunlukla hata yapma, alay edilme, rezil olma korkularıdır. Bu korkularını tetikleyecek kişi ve ortamlar onlar için kaygı kaynağını oluşturmaktadır. Biri için bu kaygının nedeni anne-baba iken, başkası için akranları, öğretmeni, yöneticisi olabilir. İlerlemiş sosyal anksiyetede kişi konuşması gereken her ortamda ve kişiyle kaygı yaşayabilir.

Kekelemekten, söyleyeceklerini unutmaktan, seslerinin titremesinden korkarlar. Bunu daha önce bir veya birkaç kez deneyimlemişlerse korkuları çok daha yüksek ve kontrol etmesi güç olabilir. Başkalarının kendileriyle ilgili değerlendirmelerinin çoğunlukla olumsuz olduğunu ve alay içerdiğini düşünmektedirler. Özsaygıları, öz değerleri ve özgüvenleri daha düşük bireylerdir.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Herkes Sosyal Anksiyete mi Yaşıyor?

Konuşurken heyecanlanmak neredeyse hepimizin yaşadığı bir durumdur. Burada yaşanan heyecanın bir sorun haline gelmesine neden olan kişinin yaşadığı sıkıntının derecesidir. Kontrol edilebildiğinde heyecan kişinin performansını olumlu yönde etkilemektedir. Sağlıklı heyecan kişinin konuşmasına daha iyi hazırlanmasına, daha fazla özen göstermesine neden olmaktadır. Kişinin daha coşkulu, hazırlıklı ve enerjik olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla da heyecan kontrol edilebildiğinde olumlu etkiye sahiptir.

Heyecanlanıyor ama bu heyecanın performansınızı olumlu yönde etkilemesini sağlıyorsanız heyecanınızı kontrol edebiliyorsunuz demektir. “Konuşurken heyecanlanıyorum” diyor ama önemli konuşmalar yapmaktan geri durmuyor, size verilen görevlerden kaçınmıyorsanız bununla baş edebiliyorsunuz demektir. Dolayısıyla konuşurken heyecan duymak sosyal anksiyete tanısı için yeterli değildir. Sıklığı, yoğunluğu ve derecesi tanı için belirleyicidir.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Bireylerde Görülen Diğer Sosyal Anksiyete Belirtileri Nelerdir?

Konuşurken yoğun heyecan duymak sosyal anksiyetenin önemli bir belirtisidir. Anksiyete yaşayan bireylerin duydukları heyecanın yoğunluğu performanslarını düşürmektedir. Konuşurken terler, kızarır, titrerler. Ellerini kollarını nereye koyacaklarını şaşırabilir ya da tamamen hareketsiz kalabilirler. Beden dilleri ile konuştukları senkron içerisinde değildir. Konuşmaları akıcı değildir ve tonlamalarını da doğru yapamazlar. Heyecanlarını kontrol etmeye çalışırken kısa ve net konuşur uzun cümlelerden kaçınırlar.

Uzun bir cümle kurmaları gerekirse cümleyi toparlamakta ve konuşmayı sonuca bağlamakta zorlanırlar. Çoğunlukla konuşma yapmalarını gerektirecek ortamlardan kaçınırlar. Alışveriş yaparken kasiyerle konuşmak, müşteri hizmetlerini aramak, mülakata katılıp kendilerini anlatmak onlar için oldukça zordur. Tanımadıkları insanlara bir şey sormaları gerektiğinde çok yoğun stres duyarlar. Otorite figürleriyle, öğretmen, müdür, yönetici gibi kişilerle konuşmakta zorlanırlar.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler konuşacaklarını zihinlerinde toplamaya çalışırken çoğunlukla diyalogları kaçırırlar. Bunu çoğunlukla grup içerisinde yaşarlar. Bir toplantıda veya sosyal bir etkileşim ortamında açılan bir konuya dahil olmak istediklerinde sıkıntı yaşarlar. Onlar ne söyleyeceğine karar verene kadar diğerleri başka konulara geçmiş olurlar. Yapacakları esprileri de sıklıkla düşünürler. Bu yüzden doğal akışında konuşamaz ve konuşulanlara da doğal tepki veremezler.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler bu heyecanlarını sessiz kalarak kamufle edebilirler. Heyecan yaşadıkları ortamlardan kaçınarak da kaygıyla baş etmeye çalışabilirler. Yüz yüze iletişim yerine mail veya mesaj ile iletişim kurabilirler. Alışverişlerini online yapabilirler. Banka işlerini ATM veya online uygulamalardan halledebilirler. Arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşayabilirler. Bu ihtiyaçlarını da arkadaşlık sitelerinden karşılayabilirler.

Meslek olarak da potansiyelleri ne kadar yüksek olursa olsun konuşmalarını gerektirmeyecek işlere yönelebilirler. Ön planda olmayacakları, geri planda çalışacakları meslekleri tercih edebilirler.

İlerleyen durumlarda müdahale edilmezse yakın arkadaşlarla, aile bireyleriyle konuşurken de kişilerde bu heyecan açığa çıkabilir. Özellikle kendilerinden emin olmadıkları, eleştirilebilecekleri veya yeterince bilgi sahibi olmadıkları konular hakkında konuşurken heyecan yaşayabilirler.

Sosyal Anksiyete Yaşayan Bireyler Neden Konuşurken Heyecanlanıyor?

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler konuşacakları konuyu önceden bildiklerinde ön hazırlık yapmaktadırlar. Kendileriyle baş başayken gayet akıcı konuşurlar. Yalnızken kendilerinden eminken yanlarına bir başkası geldiğinde bu güven ortadan kalkmaktadır. Konuşurken göz kontağı kurmaktan kaçınır, dikkatlerinin dağılmaması için çoğunlukla bakışlarını başka yerlere sabitlerler.

Karşılarındaki kişinin beden dilini okumaya çalışırlar. Çoğunlukla her bir mesajı olumsuz algılar ve karşılarındakini sıktıklarını düşünürler. “Benimle dalga geçecek, şu an hakkında kim bilir ne düşünüyor, kesin rezil oldum.” Gibi olumsuz çıkarımlarda bulunurlar.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler çoğunlukla mükemmeliyetçi ailede yetişmiş ve/veya aşırı korumacı tutumla büyütülmüştür. Çoğunlukla belirtiler ergenlik döneminde fark edilmeye başlanır. Okul fobisi yaşayan, çocukluğunda çoğunlukla arkadaşlık kuramayan, yalnız çocuklarda da sosyal anksiyete gelişmesi muhtemeldir.

Ebeveynleri tarafından fazla eleştirilen, gerçek dışı beklentilerle performansları zorlanan, rekabetçi yetiştirilen çocuklarda sosyal anksiyete gelişebilir. Bu bireyler çoğunlukla akranlarıyla ve başkalarıyla kıyaslanarak büyütülmüştür. Yetersizlik duyguları oldukça yüksektir. Ne yaparlarsa yapsınlar başkalarının beklentilerini karşılayamayacaklarını düşünebilirler. Alay edilmekten, başarısız olmaktan ve hatalarının bulunmasından endişe duyarlar. Kendilerine karşı oldukça olumsuz eleştirilerde bulunurlar.

Aile ve/veya öğretmenler tarafından çocuğun davranışları utangaçlık, çekingenlik veya terbiyeli, saygılı gibi değerlendirildiğinde tedavi gecikmektedir. Sosyal anksiyete ihmal edildiğinde farklı psikolojik rahatsızlıklara da neden olmaktadır. Depresyon sıklıkla ergenlikte ve yetişkinlikte sosyal anksiyeteye eşlik etmektedir.

Sigara, alkol, madde ilerleyen durumlarda bireylerin kaygılarıyla başa çıkmaları için baş vurdukları zararlı alışkanlıklar olabilir. Arkadaş edinmekte, evlenmekte, iş bulmakta, terfi almakta zorluk yaşayabilirler. Sosyal becerilerde kendilerini geliştirmekte oldukça zorlanırlar.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyenler için Uygulanabilecek Öneriler

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireylerin konuşurken çoğunlukla sesleri titrer, çocuksu veya ağlamaklı bir sesle konuşabilirler. Bu sesi fark ettikleri anda heyecanları hızla kaygıya dönüşür ve “şu an herkes benimle alay ediyor, ağlayacağımı düşünüyorlar.” Gibi olumsuz değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bireylerin seslerini daha doğru kullanmayı öğrenmesi gerekir.

İyi bir diksiyon konuşurken doğru nefesle konuşabilmeyi bilmekten geçer. Diksiyon eğitimi alarak bireyler yaşadıkları heyecanı da yönetmeyi öğrenirler. Kesintisiz konuşmak, nefes almadan konuşmak da konuşurken kişinin sesinde bozulmalara yol açar. Çabuk yorulur, nefessiz kalırlar. Konuşması akıcı olmaz. Diksiyon eğitimi ile birey diyafram nefesini kullanmayı ve daha uzun soluklu, akıcı konuşmalar yapmayı öğrenir. Tonlama ve doğru yerlerde es vermeyi de öğrenmiş olur.

Bir diğer önerimiz ise kişinin bol bol kitap okuması ve kelime hazinesini geliştirmesidir. Sesli okumalar yapmak da konuşma akıcılığına destek olacaktır. Ayna karşısında okuma yapmak veya bir konu kapsamında ayna karşısında konuşmak da yaşanan heyecanla başa çıkılmasını kolaylaştırır. Kişi böylece hem konuşmalarının ön provasını yapar hem kendi sesini dinler.

Ses kaydı yapmak, konuşmasını videoya alıp izlemekte kişinin heyecanını kontrol etmesini sağlar. Kişi kendi sesine ne kadar maruz kalırsa onu kabul etmesi de o kadar kolay olacaktır.

Konuşurken hareket etmek ve beden dilini kullanmak da kişiye güven verecektir. Hem de dinleyenin dikkati konuşulanla beraber hareketlere de yönelecektir. Özellikle sahnede olacaksanız ve topluluğa hitap edecekseniz sahnede yürüyebilirsiniz. Bir alanda hareketsiz durmaktansa hareket edebilirsiniz. Hareketleriniz ayrıca dinleyenlere de orada hakimiyetiniz olduğunu hissettirecektir.

Ayrıca konuşurken mümkünse ön hazırlık yapıp bir sunu hazırlayabilirsiniz. Sunumunuza görseller, konuşmanızı hatırlamanızı kolaylaştıracak kelimeler yazabilirsiniz. Videolarla, grafikler ve istatistiklerle dikkati üzerinizden alıp sunuma yönlendirebilirsiniz.

Negatif enerjinizi atmak ve heyecanınızı boşaltmak için nefes egzersizleri öğrenebilir, kaygılandıkça uygulayabilirsiniz. Spor yapabilir, suyun iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü kullanabilirsiniz.

Konuşurken Heyecanlanıyorum Diyor ve Performansınızın Olumsuz Etkilendiğini Düşünüyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin

Sosyal fobi yaşıyor ve duyduğunuz kaygı okul başarınızı, kariyer seçimlerinizi olumsuz yönde etkiliyorsa destek alabilirsiniz. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı ile yaşadığınız olumsuzlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Aba psikoloji olarak “konuşurken heyecanlanıyorum” diyen sosyal anksiyete yaşayan bireylere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyor okul başarınızdaki engelleri aşmanıza destek oluyoruz. Kariyer planınızı yaparken ilgi, beceri alanlarınızı dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

 

Read More

Okul fobisi bir diğer adıyla okul korkusu çocuğun okula gitmek istememesi ve okula yönelik yoğun olumsuz duygular geliştirmesi durumudur. Okula gitmek istemeyen çocuk bu isteği ebeveynleri tarafından kabul edilmezse bahanelerin veya hastalıkların ardına sığınabilir.

Okul korkusu olan çocuklarda okul günlerinde baş ağrısı, mide bulantısı, ishal, terleme, baygınlık hissi olabilir. Bu semptomlar çoğunlukla tatil günlerinde ortadan kaybolur. Tatilin bittiği ve yeni bir ders gününü başlayacağı tatil öncesi akşamlarda belirtiler bir anda geri döner.

Aileler çocuklarındaki bu düzensiz şikayetlerin kaynağını tespit etmekte başlangıçta zorlanırlar. Çocuğun gerçekten hasta olduğunu düşünüp istirahat için evde dinlenmesine izin verir ve/veya doktora da götürürler. Bazı aileler çocuğun okula gitmek istememesinin nedenlerini araştırmak yerine çocuğun evde kalmasına müsaade edebilir.

Okula gitmeyen çocuklar, evde oldukları için oldukça mutludur. Hastalıktan eser kalmaz. Gülücükler saçan, enerjik, oyuncu çocuklara dönüşürler. Ta ki ertesi gün yeniden okula gitme durumu ortaya çıkana kadar. Başka bir aile ise çocuğun istirahatine izin vermez ve okula gitmesinde ısrarcı olur.

Bu durumda çocuk evden ayrılana kadar şikayet ve yakınmalarını devam ettirir. Ancak artık geri dönüş olmadığında ve özellikle okula vardığında şikayetlerini unutur. Yeniden yüzü gülen, neşeli, keyifli bir öğrenci olur. Evden ağlayarak çıkan çocuk okula vardığında rahatlamıştır. Aynı şekilde evden ağlayarak çıkan çocuk okul dönüşü eve keyifli bir şekilde varmıştır. Bu durum ailelerde ikileme neden olur.

Aile sürekli tekrar eden bu yakınmaların asıl nedeninin okula yönelik olduğunu fark eder. Okula yönelik korkusunun tespiti yapılmış olsa da pek çok aile bu konuya nasıl yaklaşması gerektiğini bilmemektedir.

Okul Fobisi Belirtileri ve Görülme Sıklığı

Okul fobisi okul öncesi eğitimde ve ilk okul sürecinde daha fazla görülüyor. Yaş artıkça görülme sıklığı azalsa da tedavi zorlaşıyor. Okul korkusu tedavi edilmediğinde sosyal anksiyeteye dönüşebiliyor. Okul öncesi dönem okul korkusunun görülme sıklığının yüksek olduğu bir dönem olsa da zorunlu eğitime hazırlığı kolaylaştırıyor.

Okul öncesi eğitim çocukların okul kültürünü öğrenmesini, sosyalleşmesini ve okul olgunluğu kazanmasını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla okul fobisinin olumsuz etkisinden korunmak için Okul öncesi eğitim olanakları zorunlu eğitim öncesinde değerlendirilebilir. Okul Öncesi Eğitim Ne Zaman Başlamalı? . Okul Olgunluğu: Çocuğum İlk Kez Okula Gidecek, Çocuğum Okula Başlamaya Hazır mı? ve Ebeveynler Kreş Seçerken Nelere Dikkat Etmeli? Yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Okul Fobisi Neden Gelişiyor?

Okul fobisi birden fazla nedenle açığa çıkabilir. En sık rastlanan nedenler okula gitmeyle açığa çıkan ayrılık anksiyetesidir. Aynı şekilde aşırı korumacı ebeveyn tutumları da çocuğun okul korkusu geliştirmesine neden olabilmektedir. Çocuğun okulda akranları tarafından dışlanması, alaya alınması, şiddet görmesi ve benzeri de okul korkusunu tetiklemektedir.

Ailenin, öğretmenlerin ve okulun gerçekdışı beklentileri de çocuğun korku geliştirmesine neden olmaktadır. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda da akran ilişkileri gelişmediği için yalnızlık hissi okul fobisi oluşumuna neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Okul Fobisi Gelişimini Etkilemektedir

Okul fobisi görülen çocukların büyük çoğunluğunda anneden ayrılma kaygısı açığa çıkar. Anneyi bırakıp okula gitmek onlar için oldukça zordur. Annenin davranışları, beden dili ve cümleleri de bu kaygıyı destekleyebilmektedir. “Ben sen gidince ne yapacağım? Sen okuldayken seni çok özleyeceğim. Sen yokken çok üzüleceğim, yalnız kalacağım.” Gibi çocuğun okulda olmasına yönelik annenin üzüntüsü çocukta kaygıya yol açmaktadır.

Çocuk okulda olmaktan dolayı kendini suçlu hissetmekte ve annesini üzdüğünü düşünmektedir. Bu çocuklar okulda olmanın ailelerine ihanet olduğunu, onlar evde üzgünken okulda mutlu olmaya haklarının olmadığını düşünürler. Bu yüzden okula gidene kadar ebeveynlerinin davranışlarının benzerlerini tekrar ederler. Okula vardıklarında ise aileleri tarafından gönderildikleri için rahatlamışlardır.

Ayrıca aile içi şiddet, ebeveynlerden birinin daha önce evi terk etmiş olması, evde ağır hasta bulunması okul fobisine neden olabilir. Okula giden çocuk yokluğunda evde ebeveyninin zarar görebileceğini düşünebilir. Aynı şekilde çocuk ebeveyninin o okuldayken evi terk edebileceğini de düşünebilir. Ebeveynlerden biri, büyük anne-baba veya kardeş ağır hastaysa çocuk okuldayken onlara bir şey olmasından korkabilir.

Evde küçük kardeşin olması da okul fobisi gelişimini etkileyebilir. Çocuk okuldayken ebeveyni ile kardeşinin neler yapacağını merak edebilir. Onların yanında olmak isteyebilir. Okula gönderilmeyi cezalandırılma veya istenmeme nedeni olarak görebilir. Bu nedenle çocuklar okul veya okul öncesi eğitimine kardeş doğmadan çok önce başlatılmalıdır. Eğer bu mümkün değilse kardeş olduktan hemen sonra okula başlangıç olmamalıdır.

Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Aşırı Korumacı Ebeveyn Tutumu Okul Fobisi Gelişmesine Neden Olmaktadır

Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarının büyüdüğünü kabul etmekte güçlük yaşarlar. Yaşlarıyla ve potansiyelleriyle uyumlu sorumluluklar almalarına müsaade etmezler. Çocuğun en basit kararlarında dahi aile belirleyicidir. Hiçbir zaman hiçbir şey için çocuklarının tam olarak hazır olduğunu düşünmezler. “Sen daha küçüksün, yapamazsın, bırak ben yapayım.” Gibi müdahale cümlelerini fazlaca kullanırlar.  Ailede sorumluluk alamayan, kendi kararlarını veremeyen çocuk ve/veya genç okul ortamında stres yaşar.

Genç ailenin yönlendirmesi ve seçimleri olmaksızın bireyselliğini göstermekte zorlanır. Aile içi şiddet, ebeveynlerin boşanması, evden bir ebeveynin ayrılması sevilen birinin kaybı gibi durumlar da okul fobisi gelişmesine neden olur. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı?, Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Helikopter Ebeveynler Akademik Başarıyı Düşürüyor! Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Akran Zorbalığı ve Okuldaki Kötü Deneyimler

Okul fobisi akranlar ve okuldaki diğer olumsuzluklarla alakalı olarak da gelişebilir. Akranları tarafından alaya alınan, hakarete uğrayan, şiddet ve zorbalık gören çocuklar okula gitmek istemeyebilir. Baskıcı -otoriter bir öğretmen, derslerde zorluk yaşama, öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği de okul korkusunu tetikleyebilir.

Okul yolunda veya servis aracında yaşanan olumsuz deneyimler de korkuya neden olabilir. Okulun fiziki koşulları, disiplin kuralları ve yönetimi de okul korkusunu tetikleyebilir. LGS’ye Hazırlık Sürecinde Akran Zorbalığı Akademik Başarıyı Düşürüyor: Aileler Ne Yapmalı? ve Olumsuz Beden Algısı Başarıyı Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Gerçekdışı Beklentiler

Kimi zaman aileler, öğretmenler, okul ve bazen de diğer kişiler çocuğa yönelik gerçekdışı beklentiler geliştirebilir. Gerçekdışı beklentiler bireyin sahip olduğu potansiyel ile performansının diğerlerinin beklentileriyle örtüşmemesi durumudur. Kapasitesinin zorlandığını ve beklenen başarıyı elde edemeyeceğini düşünen bireylerde okul fobisi gelişebilir. Bu durumda beklentiyi karşılayamayan çocukta yetersizlik, başarısızlık hissi de güçlenir.

Sosyal Beceri Eksikliği ve Yalnızlık

Sosyal beceri eksikliği çocuğun arkadaşlık ilişkisi geliştirememesine ve okulda yalnız kalmasına neden olabilir. Diyalog kuramayan, arkadaşlık geliştiremeyen çocuk diğerleri tarafından bir süre sonra fark edilmemeye başlar. Bu da çocuğun daha fazla geri çekilmesine neden olabilir. Okul çocukların hem öğrendiği hem de sosyalleştiği ortamlardır.

Çocuk öğretmeninden akademik bilgiler edinirken akranlarından da yaşının gerekliliklerini öğrenir. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda ise bu deneyimler eksik kalacaktır. Okulda sosyalleşemeyen, akran gruplarına dahil olamayan, diğerleri tarafından kabul görmeyen çocuklarda okul fobisi gelişebilir. Teşhis ve müdahale için öğretmenin ve ailenin farkındalıklı gözlem yapması ve çocuğa zaman ayırması oldukça önemlidir.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi ile Başa Çıkmak için Aileye Öneriler

Her problemin çözümünde olduğu gibi, okul fobisinin giderilmesinde de aileye ve okula çokça görev düşer. Ebeveynler çocuğa karşı koşulsuz sevgi sunmalıdır. Çocuk hoşgörü ile desteklenmeli, yaşadığı zorluklarda nasıl başa çıkabileceği çocuğa öğretilmelidir. Ebeveynler çocuğa davranışları, sözleri ve yaklaşımı ile güven vermelidir. Ebeveynlerin tutarlı olması ve iyi bir rol model olması da çocuğun güvenini desteklemektedir.

Çocuğun kaygı ve korkuları dinlenmeli, gerekirse profesyonel destek alınmalıdır. Anne ve baba okulla ilgili kararlarda kendi içlerinde tutarlı olmalıdır. Okul fobisi tedavisinin okula gitmemek olmadığı bilinmelidir. Ancak çocuğun okula yönelik tepkisinin göz ardı edilmesi de sağlıklı değildir. Çocukla iletişim kurarken hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum sergilenmelidir. Aile çocuğa evdeki problemleri yansıtmamalıdır, ebeveynin çocuğun yokluğunda duyacağı özlem ve sıkıntı çocuğa aktarılmamalıdır.

Ebeveynin önceliği çocuğu okula göndermek olmalıdır. Ancak burada çocuk yapıcı şekilde ikna edilmeye çalışılmalı ve okula gitmeye özendirilmelidir. Ceza, tehdit ve gerçekdışı vaatler bu durumda yapıcı yöntemler olmayacaktır. Çözüm yolu aranırken öncelikle okul fobisinin neden geliştiği irdelenmelidir. Çocuk ayrılık anksiyetesi yaşıyorsa okula giderken ayrılmak istemediği ebeveyni de okul yolculuğunda çocuğa eşlik edebilir.

Ebeveyn çocuğa okulda ilk yarım saat, 1 saat eşlik edebilir. Ebeveyn okulun bahçesinde çocuk derse girene kadar bekleyebilir. Gün içerisinde ebeveyn çocuğu birkaç kez ziyaret edebilir. Okul çıkışında aynı ebeveyn çocuğu almaya gelebilir. Ancak bunlar ilk bir maksimum iki hafta süresince yapılmalıdır. Çocuğun alışkanlık edinmesine müsaade edilmemelidir. İlk birkaç gün her gün giden ebeveyn yavaş yavaş sıklığı azaltarak süreci bitirmelidir.

Çocuk okula gitmek istemiyorsa günden birkaç saat keyif alacağı derslerden başlayarak okulda olması sağlanabilir. Ardından giderek okulda kalma süresi uzatılabilir. Tedavi sürecinde okulun, öğretmenlerin, rehberlik biriminin de aileyle iş birliği içerisinde olması gerekir.

Aynı şekilde okuldan eve dönüşte okulda günün nasıl geçtiği, neler yaptığı çocuğa sorulmalıdır. Çocuğun okula yönelik deneyimleri ebeveynler tarafından heyecanla dinlenmeli, meraklı ve ilgili sorular çocuğa yönlendirilmelidir.

Çocuk Okula Özendirilmeli, Heveslendirilmelidir

Çocuk okul alışverişine çıkarılmalı, ihtiyaçları alınırken beğenisine göre seçimler yapması desteklenmelidir. Çocukla konuşurken okula yönelik olumlu bilgiler paylaşılmalı, negatif deneyimler çocukla gerekmedikçe paylaşılmamalıdır. Çocuğa okulun neden gerekli olduğu, orada öğreneceklerinin ve orada olmanın faydaları anlatılmalıdır. Çocuk okula gönderilirken vedalaşmalar kısa tutulmalıdır. Ayrılırken anne veya baba çocuğun aklının evde kalmasına neden olacak sözler sarf etmemelidir. Ayrıca okul dönüşü çocukla evde kaliteli zaman geçirilmeli, ayrı geçen zaman telafi edilmelidir. Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi İhmal Edilmemeli Gerektiğinde Profesyonel Destek Alınmalıdır

Okul fobisi tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide okul korkusu ve/veya sosyal anksiyete görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte okul fobisinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Aba psikoloji olarak okul fobisi yaşayan çocuklara ve ailelerine uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin nasıl bir yetişkin olacağını belirleyen son derece önemli bir etkiye sahiptir. Ergenlik dönemi gencin çocukluktan çıkıp yetişkinliğe hazırlık yaptığı ara dönemdir. Bu dönemin getirdiği pek çok değişim genç için yeni bir öğrenme sürecini ve uyum ihtiyacını doğurur. Ergenliğin getirdiği bilişsel, davranışsal, duygusal, hormonal değişim gencin adapte olmasını zorlaştırır.

Genç ergenliğin getireceği değişime ailesi tarafından ne kadar erken hazırlanırsa ve ailenin duygusal desteğini ne kadar hissederse adaptasyon da o kadar kolay oluyor. Genç için ailenin desteği ve varlığı ne kadar önemli olsa da ergenlikte akranlarla geçen zaman artıyor. Bu dönemde aileyle çatışmalar, anlaşmazlıklar yaşanabiliyor. Akranın gencin hayatındaki yönlendirici etkisi daha fazla olabiliyor.

Aileyle iyi ilişkiler varsa ergenlik dönemi tüm zorluklarına rağmen gencin aileyle iç içe olduğu dönemdir. Ancak aileyle ilişkiler zayıf olduğunda genç önemli ve güvenilir bir duygusal kaynağını kaybetmiş olur. Genç, yaşadığı sorunlarda yardım isteyecek sıcaklığı ailede bulamadığı gibi, hatalarında da yargılanmaktan korkabiliyor. Genç bu önemli dönemde aileyi yanında değil karşısında hissettiğinde yalnızlık hissi artıyor. Kendini daha güçsüz, savunmasız hissedebiliyor.

Oysa ergenlik gencin yetişkinlik rollerine hazırlandığı önemli bir dönem. Bu dönemde genç yeni rollerine hazırlanırken güvene, cesarete ve sağlıklı rol modellere ihtiyaç duyuyor. Zorlandığında, kırıklığa uğradığında yeniden motive olacak, cesaretlenecek gücü ise ailenin güven ortamında kazanmaya ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla ailenin çocuklukta olduğu gibi ergenlik döneminde de çocuğu koşulsuz sevmesi, destek vermesi, sağlıklı rol model sunması gerekiyor.

Ebeveynin hoşgörüsü, yeri geldiğinde demokratik yeri geldiğinde sıcak ve sevecen tavrı gence güven veriyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Bir Birey Yetişeceğini Belirliyor

Ergenlikte bireyin asıl ihtiyacı aileden tamamen kopmadan ama onlara bağımlı da olmadan yeni rollerini deneyimleyebilmek. Gençler bu dönemde kendi kararlarını alabilmek, sorumluluklarını genişletmek ve kısıtlanmak yerine cesaretlendirilmek istiyorlar. Yeri geldiğinde bir çocuk kadar savunmasız kalıp aileye koşabilmek, onların yanında huzur bulmak istiyorlar. Yeri geldiğinde tüm dünyayı karşılarına alacak kadar güçlü ve kararlı olabilmeyi arzu ediyorlar.

Gencin yaşadığı bu iki uçlu gelgitler genç kadar aileyi de yoruyor. Aile kimi zaman bu gelgitler karşısında endişeye kapılıp karşılarında hala küçük bir çocuk varmışçasına yasaklar, kısıtlamalar getirebiliyor, cezalar verebiliyorlar. Veya “madem bu kadar büyüdün ne istiyorsan yap ama başın sıkışınca gelme” diyerek gözdağı verebiliyorlar.

Ergenlikte ebeveyn tutumu olumsuz olduğunda ne aile ne de genç mutlu ve huzurlu olamıyor. Genç kendini sınırlandırılmış ve yalnız bırakılmış hissediyor. Genç ailesinin desteği olmadığında kaybedecek neyim var diye düşünebiliyor, daha riskli davranışlara yönelebiliyor. Veya aile desteğinin kaybı gencin özgüveninin zedelenmesine, içe kapanmasına neden olabiliyor.

Genç bu dönemde çocuklukta çizilen sınırları genişletmek istiyor. Gencin bu isteği ise aile tarafından sınırların tamamen kaldırılması gibi anlaşılabiliyor. Oysa genç “artık çocuk değilim, dolayısıyla tecrübe edinebilmem, hayatı öğrenebilmem için daha geniş sınırlara ulaşmama izin vermelisiniz” diyor. Ergenlik çağındaki bireyin hayatı deneyimleme, uyum becerilerini geliştirme, kendini ailesinden bağımsız bir birey olarak keşfetme ihtiyacı var.

Ailenin ise çocuğunun yeterince büyüyüp büyümediğine, bu süreci yönetip yönetemeyeceğine yönelik kaygıları var. Dolayısıyla bu iki uç düşünce çatışmaların açığa çıkmasına neden oluyor. Aile kaygı ve endişelerini çocuğa yansıtırken doğrudan düşüncelerini paylaşmak yerine güç gösterisine başlayabiliyor. İletişimin içerisine güç savaşı ve suçlayıcı bir dil girdiğinde iletişim çıkmaza giriyor.

Aile İçi İletişim Oldukça Önemli

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin iletişim becerilerini ve aile içi iletişimin yönünü de belirliyor. Özellikle “Sen dili”nin kullanımı gencin öfkesini artırabiliyor. Aynı şekilde ailenin de iletişimde ses tonu, beden dili ve tutumu değişiyor. Aile endişelerini anlatırken sen bunu istiyorsun ve bu isteyin bizim senin için endişelenmemize neden oluyor demek yerine “hayır yapamazsın, çünkü ben böyle istiyorum.” Demesi genci kızdırıyor.

Oysa iletişimde ben dilinin kullanımı iki tarafın çatışmak yerine birbiriyle empati kurmasını ve uzlaşmasını kolaylaştırıyor. Genç ailesine sınırlarını neden genişletmek istediğini anlattığında, aile neden kaygılandığını paylaştığında iletişim güzelleşiyor. Aile ile genç arasında açık ve doğrudan bir iletişim kurulamadığında genç yalan söyleme veya gerçeği hafifletecek şekilde değiştirerek aileyle paylaşma ihtiyacı duyuyor.

Açığa çıkacak çatışmadan, güç mücadelesinden kaçınmak için genç böyle bir yola başvurabiliyor. Oysa yalan veya gerçeğin saptırılması çok daha büyük risklere zemin hazırlayabiliyor. Yalan iki tarafın birbirine olan güvenini sarstığı gibi gencin karşılaşabileceği olası tehlikelerden ailenin haberdar olmamasına da neden oluyor. İletişim doğrudan, açık, empatik ve etkili olduğunda sorunlar çok daha kolay halledilebiliyor.

Etkin dinleme, empatik konuşma, sen yerine ben dilini kullanma, konuşma anında “şimdi ve burada” kalabilme, beden dilini ve ses tonu ile iletişimi destekleme ve iletişimde olumlu dili kullanma iletişimin kalitesini artırıyor. Aile İçi İletişim Eksikliği Nedenleri ve Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Aile Gence Rol Model Olmalı ve Güven Vermeli

Sağlıklı benlik gelişimi için ergenlikte ebeveyn tutumu kadar ailenin sağlıklı rol model sunabilmesi de önemli. Gencin hayatından bebeklikten itibaren en etkili ve ilk model ebeveynler oluyor. Dolayısıyla ergenlikte ailenin problem çözme becerileri, iletişimi, özgüveni, sorumluluk bilinci gence model oluyor. Öfkesini yönetemeyen, stresle başa çıkamayan, iletişimi zayıf, sosyal becerileri eksik ebeveynler ise gencin benzer davranışlar geliştirmesine neden oluyor.

Gençler bu dönemde ailelerinden güven istiyor. Genç “Bana, karakterime, başarabileceklerime ve öğrettiklerinizi devam ettirebileceğime güvenin. Ancak bana güvenirken beni tamamen desteksiz, savunmasız da bırakmayın. Evet elimi tutmanıza gerek yok artık, desteğiniz olmadan da yürüyebilirim. Ama orada olduğunuzu, tökezlediğimde, düştüğümde elimden tutacağınızı bilmeye ihtiyacım var.” Diyor.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum olmalı.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Hatalı Olduğunda Ergenlik Dönemi Sorunları Şiddetleniyor

Olumsuz ebeveyn tutumları Baskıcı – Otoriter tutum, aşırı hoşgörülü- gevşek tutum, tutarsız tutum, mükemmeliyetçi tutum, İhmalkar tutum olarak ayrılabilmektedir. Çocuklukta ve gençlikte ebeveynlerin sergilemesi gereken en sağlıklı tutum ise hoşgörülü-demokratik-destekleyici tutumdur.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hatalı olduğunda ergenlik belirtileri daha olumsuz ve şiddetli geçirilebiliyor. Depresyon riski artıyor, özgüven zedeleniyor. Genç ailesinden göremediği ilgi ve desteği akranlarında ve riskli arkadaşlıklarda arıyor. Akademik başarı düşüyor, olumsuz alışkanlıklara yönelim artıyor. Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Baskıcı – Otoriter Olduğunda Gençte Pasif Agresif Davranışlar Gelişiyor

Baskıcı Otoriter tutumda ebeveynlerin iletişim tarzı çoğunlukla güç odaklı oluyor. Aile otoriter, baskıcı ve cezalandırıcı tavırlarıyla gencin korkmasına ve geri çekilmesine neden oluyor. Böyle bir aile ortamında genç duygu ve düşüncelerini ailesiyle paylaşmaya çekiniyor. Kimi zaman ebeveynlerin ikisi birden veya birisi daha baskıcı olabiliyor.

Erkeğin baskın olduğu ailelerde çocuk kadar kadın da otorite figüründen çekinebiliyor. Bu durum otoriteye boyun eğmeye neden oluyor. Kendini ifade edemeyen duygu, düşünce ve isteklerini doğrudan paylaşamayan gençte pasif agresif davranışlar gelişiyor. Kimi zamansa genç ailede gördüğü otorite ve baskıcı tavırları kendi akran ilişkilerine ve romantik ilişkilerine yansıtıyor. Ergenlikte ebeveyn tutumu baskıcı otoriter olduğunda gençlerde akademik başarı büyük olasılıkla düşüyor.

Ergenin özsaygısı ve özgüveni azalıyor. İletişim becerileri ve sosyal beceriler gelişmiyor. Genç kariyerinde de kendini geliştirmekte zorlanıyor. Bu gençler çoğunlukla ailenin karar verdiği mesleğe yöneliyor. Hayatlarındaki pek çok konuda da ailelerinin kararları belirleyici oluyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Aşırı Hoşgörülü ve Gevşek Olduğunda Genç Çocukluk Rolünü Bırakamıyor

Aşırı Hoşgörülü- Gevşek ebeveyn tutumunda ise çocuk ailenin merkezine konuluyor. Çocuğun her istediği gerçekleştiriliyor, kurallar çocuk tarafından şekilleniyor ve neredeyse sınırlar ortadan kalkıyor. Sorumluluk verilmeyen, her ihtiyaçları aile tarafından karşılanan bireyler gelişiyor. Bu çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de çocukluk rollerini bırakamıyorlar.

Almaları gereken gelişimsel rollerin gerekliliklerini karşılamakta zorluk yaşıyorlar. Bu tarz ebeveyn tutumuyla yetişen çocuklar ailenin ilgisini, aşırı hoşgörüsünü ve koşulsuz kabulünü herkesten bekliyor. Ergenlikte genç, öğretmen, yönetici gibi diğer yetişkinlerden ve akranlardan aynı davranışı göremediğinde kırıklık yaşıyor. Genç yeni rollerine adapte olmakta güçlük yaşıyor, bağımsız hareket edemiyor, bireyselliğini kazanamıyor. Ailenin maddi, manevi ve fiziki desteğine ihtiyaç duyuyor.

Karşılaştığı sorun ve aksaklıklarda ailenin yardımına ihtiyaç duyuyor. İşleri kendi halletmeye çalışmak yerine ilk iş yardım çağrısında bulunuyor. Bu kişilerin yetişkin hayatta da problem çözme becerileri gelişmiyor. Kaldıramayacakları sorumlulukları alamıyor ve sorumluluklardan çekiniyorlar. Bu kişileri iş hayatında da yüksek kademelerde görebilmek mümkün olmuyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Tutarsız Olduğunda Genç Duygularını Düzenlemekte Güçlük Yaşıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu tutarsız olduğundaysa ebeveynlerden biri veya ikisi duygu, düşünce ve davranışlarında tutarsızlık yaşıyor. Bir ebeveynin evet dediğine diğeri hayır diyebiliyor. Veya bu ebeveynler bir gün çocukla çok ilgiliyken başka bir gün oldukça ilgisiz davranabiliyorlar. Bir gün evet denilen ertesi gün hayır olabiliyor. Bir kez sevecen ve hoşgörü ile karşılanan durum başka bir sefer olumsuz karşılanabiliyor.

Bu da gencin ailesine ve ailesinin davranışlarına olan güvenini sarsıyor. Neye nasıl yanıt vereceklerini kestiremiyor olmak gencin aileyle olan iletişimini bir stres faktörü haline getiriyor. Genç ailede gördüğü bu tutarsızlığı kendi bireysel yaşamında tekrar edebiliyor. Arkadaşlık ilişkilerinde bir ilgili bir ilgisiz tavırlar görülebiliyor. Derslerinde ve sorumluluklarında bir gün çok disiplinli ve ilgili olan çocuk başa sefer sorumsuz olabiliyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Mükemmeliyetçi Olduğunda Genç Daha Kaygılı Bir Birey Oluyor

Mükemmeliyetçi tutum sergileyen ebeveynler çoğunlukla gerçekdışı ve potansiyelin üzerinde beklentileri olan ebeveynler oluyor. Bu ebeveynlerde çoğunlukla kusurlara tolorans düşük oluyor. Ailenin çocuğa yönelik sevgi paylaşımı da koşullu oluyor. Sevgi ve ilgi için sorumlulukların yerine getirilmesi, başarılı olunması gerekiyor. Genç ailenin beklentilerini karşılayamadığında onların sevgisini kaybetme endişesi duyuyor. Genç mükemmellikten uzaklaştıkça yaşadığı kaygı ve stres azalıyor.

Sosyal anksiyete, sınav kaygısı, akademik başarısızlık, olumsuz beden algısı, depresyon ve benzeri gelişme olasılığı artıyor. Sınav Kaygısı Gençlerde Neden Oluşuyor? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu İhmalkar Olduğunda Gencin Özsaygısı Azalıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu ihmalkar olduğunda ise genç aile içerisinde kendini değersiz görüyor. Ailenin ihmal ettiği temel ihtiyaçlar gencin gelecek kaygısı geliştirmesine, özgüven kazanamamasına neden oluyor. Gençler riskli davranışlara, kötü alışkanlıklara, olumsuz arkadaşlıklara bu tarz ailelerde daha çok yöneliyor. Başarılı Bir Kariyer İçin Çocuk, Ergen ve Yetişkinlerde Duygu Düzenleme (Regülasyon) ve Mutlu Aileler Başarılı Çocuklar Yetiştiriyor! yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

Read More

Oyun ve oyuncağın önemi çocuk psikolojisinde oldukça büyük. Çünkü oyun çocuğun dili. Bir yetişkin nasıl kendini kelimelerle ifade ediyor, beden dilini kullanarak kelimelerine bambaşka anlamlar yüklüyor çocukta bunu kurduğu oyun ve kullandığı oyuncaklarla yapıyor. Oyun aracılığı ile yetişkin çocuğun duygu ve düşüncelerini duyuyor. Çocuk oyun içerisinde her türlü role girebiliyor. Girdiği rollerle hayatı keşfediyor, empati becerisini geliştiriyor ve öğreniyor.

Aynı zamanda oyun çocuğun içsel çatışmalarını çözmesini, olumsuz duygularını ifade etmesini, negatif enerjisini boşaltmasını sağlıyor. Çocuk oyun aracılığı ile rahatlıyor, duygusal dengesini buluyor. Oyun ve oyuncağın önemi aile ve çocukla iletişim kurmak isteyen diğer yetişkinler tarafından da bilinmeli.

Çocuk için oyuncağın türü, çeşitliliği, kalitesi yaşına, ilgilerine ve ihtiyaçlarına göre değişiklik gösteriyor. Bu nedenle yazımızın devamında oyun ve oyuncak nasıl seçilmeli, aileler nelere dikkat etmeli detaylarıyla paylaşacağız.

İletişim, Öğrenme ve İfade Unsuru Olarak Oyun ve Oyuncağın Seçimi Yaşlara Göre Farklılaşıyor

Oyun ve oyuncağın önemi yeni doğandan başlayarak çocuğun ilgisine, ihtiyacına ve yaşına göre değişiklik gösteriyor. Çocuk için oyuncağın maddi değerinden çok onunla nasıl oynayabileceği, nelere dönüştürebileceği önem arz ediyor. Hele bu oyuncak ebeveyniyle oynayabilmesini sağlıyorsa o çok daha değerli hale gelmiş oluyor.

Yeni doğanın İlk 6 Ayında Oyun ve Oyuncağın Önemi

Yaşamın ilk 6 ayı bebeğin dünyası bizim için çok küçük onun için ise oldukça geniştir. Dünyaya merhaba diyen yeni doğan için henüz oyun ve oyuncağın önemi yoktur. Yeni doğan bir bebeğin ilk oyunu annesinin yüzü, elleri, mimikleridir.

Annesinin onunla iletişime geçmesi, gülümsemesi, dokunması, sevmesi, beslemesi bebeğin haz duymasına ve keyif almasına yardım eder. Dolayısıyla yeni doğan için ilk oyun annesinin ilgisini tanımak, davranışlarını takip etmek ve onunla bir arada olmaktır. Yani çocuğun ilk oyuncağı da annesidir. Çocuk annesinin düzenli ilgisini, bakım ve sevgisini aldıkça fiziksel olduğu kadar duygusal ve bilişsel açıdan da gelişmektedir.

Çocuk anne ile kurduğu iletişim aracılığıyla güvenli bağlanma geliştirecek, diğer insanları, kendini ve dünyayı anlamlandıracaktır. İlk 6 ay temel oyun da oyuncak da ebeveynlerdir. Dolayısıyla burada çocuğa oyuncak almak yerine ebeveynin sesinin, dokunuşunun, mimiklerinin yer aldığı oyunlar kurulmalıdır.

https://youtu.be/QCNE-vuczmE

Ebeveyn bebeğe şarkı söyleyebilir, masal anlatabilir, ce -ee oynayabilir. Taklit yapılabilir. Çocuğa düzenli duş aldırılması, masaj yapılması da vücudunu fark etmesi ve duyularının gelişmesi için önemlidir.

6-12 Ayda Oyun ve Oyuncağın Önemi

6 aydan sonra çocuk destekle oturabilmeye başlar, ek gıda süreci devreye girer. Bu dönemde çevreye de ilgi artar. Çıngıraklar, bez kitaplar, pelüş küpler, yumuşak toplar ve diş kaşıyıcılar bebeğin ilgisini çekecektir. Dişler çıkmaya hazırlanırken çocuk dişlerini kaşımak ve de keşif yapabilmek için her şeyi ağzına sokmak isteyecektir. Bu da çocuğa verilecek oyuncakların yumuşak, yutamayacağı ve zarar görmeyeceği şekillerde olmasını gerektirir.

Her türlü oyuncak ağıza alınarak keşfedileceği için oyuncağın temizliği, sağlığa zararı olmayan materyallerden olması önemlidir. Ancak çocuk için oyun ve oyuncağın önemi hala bir yetişkinle oynandığı sürece daha keyiflidir. Renkli, sesli, farklı dokularda oyuncaklar çocuğun ilgisini çekecektir. Oyun halısında oynatabileceğiniz uzanmasını, sürünmesini, boynunu kaldırıp etrafına bakınmasını destekleyecek oyunlar da önerilmektedir.

Bu dönemde çocuğun iletişim becerilerini geliştirmek ve ilk kelimelerine hazırlık yapmak için ebeveynler çocukla konuşmalıdır. Neyi neden yaptığınızı anlatmak, nesnelerin, yiyeceklerin adını söylemek, duyguları isimlendirmek çocuğun dil gelişimini destekler. Etkileşim kurmak, sesinizi tanıtmak, iletişimi öğretmek ve kelimeleri tanıtmak için onunla bol bol konuşmalısınız.

“Şimdi seni yıkıyorum. Vücudunu köpüklüyorum. Saçlarını tarıyorum. Bu bir tarak. Şimdi sana krem sürüyorum. Kollarına masaj yapıyorum.” Gibi. Çocukla sözel iletişim doğumla beraber başlamalı ve hatta daha anne karnındayken de çocukla doğrudan iletişim kurulmalıdır. İsmiyle hitap etmekte çocuk için önemlidir.

1-3 Yaş Arası Oyun ve Oyuncağın Önemi

1 yaşla beraber yürümeye başlayan ve dünyayı keşfetmek isteyen çocuk her şeye ellemek ister. Bu keşif yürümeye başlamadan önce emekleme ve tutunarak adımlama sürecinde de aktiftir. Ebeveynden bağımsız hareket edebilen çocuk için bu beceri olağanüstü heyecan vericidir. Artık oyun alanı ve oyuncak çeşitliliği de genişlemiştir.

Bu dönemde aile çocuğa çeşitli oyuncaklar almakta ve ilgisini çekmeye çalışmaktadır. Oysa çocuk için etraftaki her şey bir oyundur ve her nesne oyuncağa dönüşebilir. Dolayısıyla bu dönemde oyun ve oyuncağın önemi kadar çevrenin güvenli hale getirilmesine de önem verilmelidir.

Çekmeceleri açıp kapatabilir, koltuğa çıkıp inebilir, eşyaları eline alıp istediği yere bırakabilir. Prizleri merak edebilir, parmağını veya bulduğu nesneleri boş deliklere sokmaya çalışabilir. Bu dönemde güvenlik önlemleri artırılmalı çocuğun zarar görebileceği sivri köşeler korunaklı hale getirilmelidir. Prizlere çocuk kilidi, cam eşyalar ve pencereler için önlem alınmalıdır. Çocuğun kendisine zarar verebileceği eşyaların olduğu çekmeceler çocuk kilidi ile güvenli hale getirilmelidir.

Parmağının sıkışabileceği ağır çekmeceler, kapılar için de önlem alınmalıdır. Çocuk yürümenin ve etrafı keşfetmenin heyecanına varınca oyuncaklar biraz daha ilgisini çekmeye başlayacaktır. Özellikle 2 yaş itibariyle dil gelişimindeki artık çocuğun karşılıklı sözlü iletişime girebilmesini sağlayacaktır. Bu dönemde çocuk oyun kurmaya, oyuna ebeveyni davet etmeye başlayacaktır. Çocuk henüz kurallı oyunlara katılmayı veya oyununa kural koymayı bilmez. Oyun ve oyuncağın önemi henüz hala ben merkezlidir.

Paylaşım yoktur, tek taraflı oynayacak, oyunu istediği gibi yönetecektir. Yetişkin rollerine yönelik taklit oyunları, su kum oyunları, hamur, boya kalemleri, bebekler ilgisini çekecektir. Renkleri, sayıları, hayvanları öğrenmek, çevresindeki her nesnenin ismini öğrenmek onun için başka bir oyundur. Sorular sorabilir, her şeyin nedenini, ismini sorabilir. Deve cüce, büyük küçük oyunları oynayabilir. Saklambaç, yakalamaca oynamaktan keyif alabilir.

Ebeveyn hala en iyi oyun arkadaşı konumundadır. Salıncak, kaydırak, parkta vakit geçirmek, denge oyunları da ilgisini çekecektir. Diğer çocukların farkına varsa da henüz onlarla iletişim ve oyun kurmaya ihtiyaç duymaz. Onları uzaktan gözlemler, görünüşleri, oyuncak ve aksesuarları ilgisini çeker.

3 Yaş ve Sosyalleşme ile Oyun ve Oyuncağın Önemi Farklılaşıyor

Üç yaş çocuğun sosyalleşme yaşıdır. Bu yaşa kadar akranlarıyla iletişime geçmeyen ve oyunlarında yalnız olmayı seçen çocuğun beklentileri değişmiştir. Artık kendi yaşıtı ve özellikle kendi cinsinde oyun arkadaşı arayacaktır. Bu dönemde özellikle akranı olmayan çocuğun oyun arkadaşı hala aile olacaktır. Ancak gününün büyük çoğunluğunu oyunla geçiren çocuk için ailenin kısıtlı arkadaşlığı yeterli hazzı vermemeye başlar.

Oyun ve oyuncağın önemi bu dönemde sosyal ilişkiyi destekleyici nitelikte olmalıdır. Çocuk artık daha kurallı oyunlar oynayabilir. Oyuna kurallar koyup uyulmasını isteyebilir veya kurallı oyunlara dahil olabilir. Bir oyuncakla oynama süresi uzamıştır. Yaratıcılığı ile materyalleri bambaşka şekillerde kullanabilir.

-Mış gibi yapmak oldukça yaygındır. Sizin için kumanda olan onun için direksiyon veya telefon olabilir. Bu nedenle bu dönemde çocuğun elindeki oyuncağa çocuk bir isim vermeden etiket yapılmaması önemlidir. “o elindeki kumanda mı?” demek yerine “ a elinde bir şey görüyorum, bu nedir?” diyerek onun isimlendirmesi beklenmelidir.

Aksi halde çocuğun tepkisi “hayır o bir araba” olabilir. Üstelik çocuk oyununa dahil olmadığınız için size bozulabilir. Yap-bozlar, evcilik oyunları, bebekler, kutu oyunları, aktivite kitapları, boya kalemleri, sticker kitapları ilgisini çeker. Legolarla ihtiyacı olan oyuncakları kendisi tasarlayabilir.

Kitaplar yaşamının ilk yılından itibaren çocuğun rutinine katılmalıdır. Bebeklikten itibaren kitap okuma saati olan bir çocuğun 2 yaş sonrası kitaplara ilgisi artacaktır. Okumak istediği kitapları kendi seçebilir, okuduklarınızı aklında tutup o da gün içerisinde bir köşeye geçip kitap okuyormuş gibi yapabilir. Kendisi hikayeler uydurabilir, size masallar anlatabilir.

Ev işlerindeki rollerinizi taklit edebilir size mutfakta, temizlikte yardım etmek isteyebilir. Evciliklerinde anne-baba rollerini sık sık canlandırabilir.

Hayali Arkadaşla Oynanan Oyun ve Oyuncağın Önemi

Bu dönemde çocuğun dünyasına hayali arkadaş da eklenir. Bu oldukça sağlıklıdır. Ebeveynler endişe etmemelidir. Çocuk ailenin tepkisini çekmemek için olumsuz duygularını, hatalarını, korkularını hayali arkadaşı üzerinden ebeveynine anlatabilir. “Arkadaşım Eylül’ün kardeşi var ama o onu hiç sevmiyor. Geri gitmesini istiyor.” Gibi. Aile çocuğun hayali arkadaşının söylediklerini iyi dinlemelidir. Çünkü bu çocuğun iç sesinin ta kendisidir.

İç ses yargılanmamalı, ayıplanmamalı, cezalandırılmamalıdır. Çocuk sonuna kadar dinlenmeli, duygusunu boşaltmasına fırsat verilmeli, ilgi ve şefkat gösterilmelidir. Oyun ve oyuncağın önemi kadar sizin çocuğun oyununa ve hayal dünyasına yaklaşımınız da önemlidir. Çocuk için bu dönemde kurallı oyunlar başlasa da sizin kurallarınızı değil kendi kurallarını koyabilmeyi ister. Dolayısıyla onun oyununa istediğiniz gibi dahil olamaz, istediğiniz gibi oyunu yönlendiremezsiniz.

Size tepki gösterebilir, “anne-baba sen git! kapıyı çalacaksın, ben sana kim o? diyeceğim. Sen de bana komşuluğa geldim diyeceksin.” Gibi sizi yönlendirebilir. Bu nedenle çocuğun oyununa katılırken “Peki ben şimdi ne diyeyim?”, “Ben kim olayım?”, “Ben ne yapayım?” diye çocuğa sormalısınız.

Böylece ona oyunun sahibi olduğunu, onun kurallarına ve kararlarına saygı duyduğunuzu gösterebilirsiniz. Çocuğunuzun öz benlik gelişimine, özgüvenine oyundaki bu tutumunuzla destek olacaksınız. Çocuklarda Özgüven Nasıl Gelişir? Ve Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Okul Çağında Oyun ve Oyuncağın Önemi

3 yaş sonrasında da oyun ve oyuncağın önemi ihtiyaca, yaşa ve ilgilere göre farklılaşarak devam ediyor. Kurallı oyunlar, akranla ve grupla oynanan oyunlar artıyor. Çocuk ev içerisinde hala ebeveynle zaman geçirmeye ve oyun oynamaya ihtiyaç duyuyor. Ancak çocuk oyun ihtiyacını çoğunlukla okulda arkadaşlarla karşılıyor.

Burada aileyle geçirilen zamanın artık duygu, düşünce ve kaliteli zaman paylaşmaya yönelik olması gerekiyor. Birlikte film izlemek, kitap okumak, kutu oyunları oynamak, yarışmalar yapmak, yemek yapmak, ev dışında da vakit geçirmek, sohbet etmek gibi. Ancak birlikte geçirilen zaman her nasıl değerlendirilse değerlendirilsin anda kalabilmek gerekiyor.

Oyun ve Oyuncağın Önemi Kadar Anda Kalabilmek de Önemli

Ebeveyn için günün yorgunluğunun ardından çocukla uzun süreler oyun oynamak zor olabilir. Aslında çocuğun kurallarına uymak, onun verdiği replikleri tekrar etmek ebeveyn için de kolaydır. Şimdi ne söylemeliyim veya oyuna ne eklemeliyim diye düşünmesine gerek kalmaz. Hem çocuk daha mutlu olur hem ebeveyn rahat etmiş olur. Ancak çocukla oyun oynarken “şimdi ve burada, tamamen onunla olabilmek” gerekir.

Çocukla yan yana olmak ama zihnen bambaşka işlerle meşgul olmak çocuğunuzla kaliteli zaman geçirmek değildir. Çocuklar ebeveynlerinin duygularını hemen fark eder. Sıkıldığınızı, orada olmadığınızı hemen anlarlar. Ona özel ayıracağınız 30 dakika bile birlikte verimsiz geçireceğiniz saatlerden daha değerlidir.

Dolayısıyla çocuk için Oyun ve oyuncağın önemi kadar ebeveyniyle aynı anda kalabilmek de önemli. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazımız ile anda kalmanın önemini ve uygulayabileceğiniz pratik yöntemleri öğrenebilirsiniz. Anda kalmakta zorlanıyor, çocuğunuzla iletişiminizde zorluklar yaşıyorsanız profesyonel destek için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri yazımızdan da destek alabilirsiniz.

Read More

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek özellikle her iki ebeveyn birden çalışıyorsa çok daha önemli bir ihtiyaç haline geliyor. Çalışan ebeveyn olmak günümüzde hem anneleri hem de babaları içine alan bir rol. Özellikle büyük şehirlerde her iki ebeveynin de çalışması gerekiyor. Çocuklara daha nitelikli bir gelecek sunabilmek için anneler de babalar da iş hayatında varlık sürdürüyor.

Kadınlar doğum sonrası kısa sürece işe geri dönmek durumunda kalıyor. İş hayatına ara vermek özellikle rekabetin yoğun olduğu popüler sektörlerde işe geri dönüş şansını zorlaştırıyor. Dolayısıyla çocuk sahibi olmakla ebeveynler hem anne, baba hem iş insanı hem eş hem de birey olarak rollerini devam ettiriyor.

Bu kadar fazla ana rolü bir arada üstlenmek ve her rolü layığıyla yapmayı istemek bireyin stres yaşamasına ve yetersizlik hissetmesine neden olabiliyor. Zaman yönetimi ve stresle başa çıkmak zorlaşabiliyor. Çoğunlukla da çalışan ebeveyn çocuğunu ihmal ettiğini, onunla geçirebileceği zamandan çaldığını düşünerek suçluluk duyuyor.

Suçluluk duygusu ise bireyin rolleri arasındaki adil ve yeterli dağılımı yapıp dengeyi bulmasını zorlaştırıyor. Çocuğuna daha fazla zaman ayırmak için ebeveyn mesleki rolünü, eş rolünü veya bireysel ihtiyaçlarını ihmal edebiliyor. Bu da kişinin yaşam doyumunu, motivasyonunu olumsuz etkileyebiliyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek Neden Önemli?

Aslında yapılan çalışmalar çalışan ebeveyn olmanın çocuğun gelişimine zararı olmadığını destekliyor. Çalışan ebeveynlerin çocukları duygusal, fiziksel, bilişsel ve sosyal açıdan gelişimsel bir sorun yaşamıyor. Ancak ebeveynin kendi değerlendirmesi ve büyük ölçüde toplumun da baskısı yetersizlik ve suçluluk duygularını tetikliyor. Bir ebeveyn çalışsın ya da çalışmasın çocuğun ebeveyninden beklentisi hiç değişmiyor.

Çocuk için önemli olan ebeveyniyle uzun süre vakit geçirmesi değil kaliteli vakit geçirmesi oluyor. Ebeveynler çoğunlukla tüm gün ayrı kalmanın üzüntüsü ile iş sonrası vakitlerini tamamen çocuğa ayırıyor. Ancak iş sonrası evde bekleyen başka sorumluluklar da oluyor. Ya da bütün bir günün yorgunluğu ile yetişkinin dinlenme ihtiyacı da açığa çıkıyor. Dolayısıyla ebeveyn sorumlulukları, duyguları ve ihtiyaçları arasında sıkışıp kalıyor.

Ebeveyn fiziken çocuğa vakit ayırmaya çalışırken zihnen diğer işleri nasıl organize edeceğini düşünebiliyor. Ebeveynin yaşadığı bu karmaşa çocuk tarafından hemen algılanıyor. Dolayısıyla ebeveynle çocuk bir arada ama yetersiz ve kalitesiz zaman geçiriyor. Çocuklar için de durum çok farklı değil. Bütün bir gün anne babasının özlemini duyan ve işten dönüşlerini dört gözle bekleyen çocuk umduğunu bulamıyor.

Çocuk ebeveyniyle kaliteli zaman geçirmek istiyor. Birlikte sohbet ederken, oyun oynarken kendisi kadar ebeveyninin de keyif almasını arzu ediyor. Anda kalmakta zorlanan, zihni yarının işleriyle veya günün yorgunluğu ve stresiyle dolu olan ebeveyn oyundan çocuğun beklediği hazzı alamıyor. Dolayısıyla ebeveyn çocuğuna bütün bir akşamını da ayırsa bu çocuklarla kaliteli zaman geçirmek olmuyor.

Çocuk ebeveyninin sesinden, beden dilinden, sözsüz mesajlarından “şimdi ve burada seninleyim”, “birlikte zaman geçirmek benim için de çok keyifli” hissini alamıyor. Burada da karşımıza önemli bir ihtiyaç olarak çocukla ebeveynin kaliteli zaman geçirmesi gerekliliği çıkıyor.

2 kalitesiz saat yerine tamamen çocuğa ayrılan 30 dakika ayrı geçen bir güne değebiliyor. Böylece hem çocuk mutlu oluyor hem ebeveyn kendini çok daha iyi hissediyor. Zamanı yönetmekte kolaylaşıyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek için Ebeveynlere Öneriler

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için ebeveynlerin öncelikle rollerinin önem ve ağırlık derecesini belirlemesi gerekiyor. İyi bir zaman yönetimi geliştirmek, yönetsel planlama becerisi kazanmak gerekiyor. Ebeveynin iş planını, özel hayatını, bireysel ihtiyaçlarını ve çocuğuyla geçireceği zamanı iyi dengeleyebilmesi gerekiyor. Öyle bir denge kurulmalı ki hiçbir ihtiyaç birbirinin zamanına karışmamalı. Burada da karşımıza ebeveynin uygulaması gereken birkaç method çıkıyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek İçin Sınırları İyi Belirlemek Gerekiyor

Ebeveynler bazen karakteristik özellikleri bazen de mesleklerinin veya işverenlerinin beklentileri gereği yoğun tempoda çalışabiliyor. İşini işte bırakamayan, hayatının merkezine koyan, gereğinden fazla sorumluluk üstlenen bireylerin dolayısıyla zaman yönetimi zorlaşıyor. Eve iş getiren veya eve iş stresini getiren ebeveyn evde rahatlayamıyor ve diğer rollerine de yoğunlaşamıyor. Dolayısıyla da çocuklarla kaliteli zaman geçirmek zorlaşıyor. Oysa ebeveynlik rolüne hazırlanan bir bireyin mutlaka rollerinin arasına sınırlar çizmesi gerekiyor.

İşi mesai saatleri içerisinde tamamlayacak şekilde organize etmek, eve iş getirmemek gerekiyor. Bazı işlerde çalışma şartları bunu gerektirebiliyor. Eğer temponuz ebeveynlik rolünüzü gereğinden fazla etkiliyorsa iş değişikliği değerlendirilebilir. Mümkünse işten eve dönüldüğünde çocukla etkin zaman geçirip, özlem giderdikten sonra işe tekrar zaman ayrılabilir. Yine mümkünse işle ilgili konular çocuk uyuduktan sonraya bırakılabilir.

Zamanı İyi Organize Etmeli Evdeki Diğer Bireylerle İş Bölümü Planlamalısınız

Özellikle her iki ebeveyninde çalıştığı ailelerde ebeveynlerin rolleri daha da ağırlaşabilmektedir. İşten eve dönen anne babayı evde sadece çocuk değil evin diğer tüm sorumlulukları da karşılıyor. Yemek, temizlik, ütü, bulaşık ve benzeri rutin ev işleri.. Evin temizliği, düzeni, yemeği konusunda tek sorumluluğun kadında olması kadının yükünü dayanılmaz artırıyor.

Bu durumda her yere yetmeye çalışan ama hiçbir yere yeterince yetemediğini düşünen bir kadınla karşılaşıyoruz. Kadının üzerindeki evle ilgili sorumlulukların diğer eş veya başka biri tarafından hafifletilmesi gerekiyor. Adil bir iş bölümü ile kadının rollerindeki denge sağlanabiliyor.

Aynı şekilde çocuğun bakımından da tek bir ebeveyn sorumlu olmamalı. Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek ve çocuğun rutinine uyabilmek için her iki ebeveynin de sorumluluk alması gerekiyor. Adil iş bölümü ve iyi bir zaman yönetimi ile ebeveynler duygusal ve fiziksel olarak rahatlıyor. İşine, çocuğuna, eşine ve kendine zaman ayırabilen birey yetersizlik hissinden uzaklaşıyor, deşarj oluyor, iyi hissediyor.

Mükemmeliyetçi Ebeveynler Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirebilmek için Beklentilerini Esnetmeli

Hem çalışan bir ebeveyn olmak hem de her şeyi mükemmel yapmak oldukça zor. Kıyafetlerim ütülü, kirli sepetim her daim boş, ev mütemadiyen tertemiz ve sofrada çeşit çeşit yemek olsun isteyebilirsiniz.

Çocuk olana kadar bu standardınızı bozmadan devam edebilmiş de olabilirsiniz. Fakat artık hayatınızda bambaşka bir rolünüz var. Siz topladığınızda dağıtan, siz temizlediğinizde döküp saçan bir çocuk. Çok yorulup dinlenmek istediğinizde ilgi ve oyun bekleyen bir çocuk. Siz ne kadar yıkayıp ütüleseniz de 5 dakikada kıyafetini değiştirmeniz gerekecek duruma getirebilen bir çocuk. Tüm bunlar çok doğal, çünkü o bir çocuk.

Dağıtarak, döküp saçarak, düşüp kalkarak büyüyor. Kirleniyor çünkü yeni deneyimler elde ediyor. Bu doğal davranışlara uyum gösterebilmek ve kendinizi gereğinden fazla yormamak için sizin de esnemeniz gerekiyor.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çocuğunuz büyüyene kadar evin biraz dağınık kalmasını tolere edebilirsiniz. Ona oyun oynayabileceği bir köşe ayırabilirsiniz. O dağıttıkça toplamak yerine çocuğunuz uyuduktan sonra toplayabilirsiniz. Temizliğinizi ne sıklıkla yapıyorsanız sıklığını biraz daha düşürebilirsiniz. Kolay temizlenebilen eşyalar seçebilirsiniz. Çocuğunuzun evde giydiği kıyafetleri ütülemekle uğraşmayabilirsiniz. Sizi en çok yoran, strese sokan, enerjinizi ve zamanınızı çalan mükemmeliyetçi beklentilerinizi belirleyip esnetmeyi deneyebilirsiniz.

Yemeklerinizin çeşidini azaltabilir, öğünlerinize daha aperatif ve kolay alternatifler ekleyebilirsiniz. Böylece arta kalan enerjinizi ve zamanınızı kendinize, eşinize veya çocuğunuza ayırabilirsiniz.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek için Evdeki Sorumluluklarınızı Oyuna Çevirebilirsiniz

Ev içerisinde zaman ayırmanız gereken sorumluluklarınıza çocuğunuzu da dahil edebilirsiniz. Ona sizinle birlikte olabileceği ve sorumluluk alabileceği yaşıyla uyumlu görevler verebilirsiniz. Siz iş yaparken ona yanınızda oyalanabileceği oyuncaklar, aktiviteler verebilirsiniz. Böylece bir aradayken farklı şeylerle uğraşsanız da sohbet edebilir zaman paylaşımınızı artırabilirsiniz. Özellikle size yardım ediyorsa çocuğunuzda faydalı olmaktan ve bir yetişkin sorumluluğunu yerine getirmekten keyif alacaktır.

Yetersiz Zamanı Müsamaha ve Abartılı Hediyelerle Doldurmaktan Kaçının

Çalışıyor olmanız çocuğunuza daha fazla müsamaha göstermeniz onu hediyelere boğmanız anlamına gelmemeli. Hem duygusal gelişimi hem de sınırlarınızı koruyabilmek adına çocuğunuza karşı tutarlı ve dengeli olmalısınız. Cevabı hayır olması gereken bir konu çalışmanız veya çocuğa zaman ayıramamanız nedeniyle Evet olmamalı. Abartılı hediyeler ile çocuğa ayrılamayan zamanın yarattığı boşluk maddiyatla doldurulmamalı. Bunun yerine çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çaba sarf edilmelidir.

Unutulmamalı ki çocuğa az zaman ayırmak çocuğu ihmal etmek veya sevgisiz bırakmak değildir. Tüm gün evde olmanız veya tüm gün çocuğunuzla olmanız da kaliteli zaman geçirmiş olmak için yeterli değil. Önemli olan çocuğunuza ayırdığınız zamanı, süresi ne kadar olursa olsun doya doya, yaşaya yaşaya geçirmeniz.

Çocuğunuzla Her Gün Az da Olsa Düzenli ve Nitelikli Zaman Geçirmeye Özen Gösterin

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çocuğunuzun yaşına uygun aktiviteler yapabilir, oyun oynayabilir, sohbet edebilirsiniz. Birbirinizin gününü sorabilir, neler yaptığınızı paylaşıp onun gününü dinleyebilirsiniz. Kitap okuyabilir, yaratıcı etkinlikler yapabilirsiniz. Hayallerini, hedeflerini dinleyebilirsiniz. Aslında geçireceğiniz zamanı nasıl dolduracağınız çocuğunuzun ve sizin ilgi alanlarınıza, çocuğun yaşına göre değişiklik gösterecektir.

Her gün düzenli ve nitelikli olacak şekilde az da olsa sadece çocuğunuza odaklanarak zaman ayırmalısınız. Mümkünse hafta tatillerinde daha uzun soluklu aktiviteler yapabilirsiniz. Bunları sağladığınızda hem siz hem çocuğunuz daha mutlu olacaksınız. Hissettiğiniz olumsuz duygu ve kaygılar azalacak. Stresiniz yatışacak ve yaşadığınız pek çok an çok daha keyifli olacak.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için gösterdiğiniz çaba bir süre sonra rutine dönecek. Hem çocuk için hem sizin için birlikte geçireceğiniz zaman daha heyecanla ve arzuyla bekleniyor olacak. Sizin olumsuz duygularınız ne kadar azalıyorsa çocuğunuzun da olumlu duyguları o kadar artacak. Çocuğunuzda sizinle yeterli zaman geçiremiyor olmasından kaynaklanan sorunlar gözlemliyor olabilirsiniz.

Öfke, tikler, uyku problemi, iştah sorunları, davranış bozuklukları ve benzeri varsa bunlarda da azalma görülecektir.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek Sorunları Çözmüyorsa Profesyonel Desteğe Başvurulmalıdır

Çalışan ebeveynler çoğunlukla çocuklarında görülen davranış farklılıklarının nedeni olarak yeterli zaman ayıramamalarını görebilmektedir. Ancak bazen sorun öngördüğünüzden çok daha farklı bir nedenle gelişmiş olabilir. Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için önerilerimizi denediğiniz halde başarılı olamıyorsanız profesyonel destek alabilirsiniz.

Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızın yaşam kalitesini ve doyumunu artırmayı hedefliyoruz. Danışanın ihtiyacını tespit ettikten sonra yaşı ve ihtiyacına uygun çalışma yöntemimizi belirliyoruz. Oyun terapisi, aile danışmanlığı, kariyer danışmanlığı, bireysel terapi çalışmalarımıza danışanlarımıza destek oluyoruz.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek kadar ebeveynin iyi bir gözlemci olması ve olası çocukluk problemlerini fark edebiliyor olması önemli. Çocukluk Depresyonu İhmal Edilmemeli! Ve Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Read More

Olumsuz beden algısı diğer adıyla beden dismorfobisi dijitalleşme ve sosyal medya etkisiyle daha sık görülüyor. Artık herkes birbirinin görünüşünü, nasıl beslendiğini, bakım rutinini, kullandığı ürünleri biliyor. Toplumun güzellik algısı, güzelliğe yönelik beklentiler ile olumsuz beden imgesi artıyor.

Bedene yönelik olumsuz değerlendirmeler çoğunlukla ergenlikte başlıyor. Gencim bu dönemde hızla değişen bedeni, hormonal farklılıklar ve akran ilişkilerinin önemli hale gelmesi olumsuz algıyı perçinliyor. Genç adeta girdiği her ortamda kendini sahne ışıkları altında hissediyor. Tüm gözlerin kendisinde olduğunu ve bedeninde kusur olarak gördüğü farklılıkların diğerleri tarafından beğenilmediğini düşünebiliyor. Bu olumsuz algıyı çocuğun yetiştirilme tarzı, özgüveni, benlik değeri belirliyor.

Beden dismorfobisi sadece ergenlerde de görülmüyor; çocuk ve yetişkinlerde de sıklıkla karşımıza çıkıyor. Estetik uygulamaların artması, sosyal medyada kullanılan güzellik filtreleri, zayıflığın popülerleştirilmesi bireylerin beden imgesini olumsuz etkiliyor. Bugün maddi güce sahip pek çok birey bedeninde veya yüzünde estetik değişikliklere gidiyor.

Sıklıkla rahatsızlık duyulan ve değiştirilmek veya gizlenmek istenen beden bölgeleri yaşlara göre farklılık gösteriyor. Bireyler çoğunlukla ciltlerinden, saçlarından, burun ve dudaklarından, dişlerinden ve kaş şekillerinden rahatsızlık duyuyor. Çene, yanaklar, kalça, basenler ve göğüsler de bu listede yerini alıyor. Olumsuz beden algısı kişinin vücut kusurlarını abartılı şekilde değerlendirmesi, kendilik değerini kusurları üzerinden derecelendirmesiyle gelişiyor.

Olumsuz Beden Algısı Neden ve Nasıl Gelişiyor?

Bireyler kusursuz güzelliğin olağan olduğunu, kusurların dikkat çekici ve olumsuz değerlendirilmeye neden olacağını düşünüyor. Her yaştan birey aşırı spor veya diyet yapıyor. Başarısız olunduğunda ilaç kullanabiliyor, kilo vermek için ağır operasyonlara girebiliyorlar. Estetik yaptırmaktan çekinenler ise aşırı makyaj yapabiliyor, peruk, korse, takma tırnak, kirpik kullanabiliyorlar. Fotoğraflara photoshop yapmak ve güzellik filtreleri kullanmakta oldukça yaygın.

Tüm bunları toplumun büyük bir kesimi artık yapıyor. Hepsinin olumsuz beden algısı olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak kişinin bedeniyle ilgili olumsuz düşünceleri yaşamını ve davranışlarını büyük ölçüde etkiliyorsa teşhis için önemli. Birey günün büyük bölümünü ayna karşısında, görünüşüyle ilgilenerek veya görünüşünü düşünerek geçiriyorsa risk artıyor.

Medya, Sosyal Ağ Hesapları ve Moda Olumsuz Beden Algısı Gelişimini Etkiliyor

Güzellik vurgusu her dönem ve neredeyse her yıl farklılık gösteriyor. Moda gibi güzellik beklentisi de yıldan yıla değişiyor. Yeşilçam’ın beğenilen filmlerine baktığımızda o günün giyim kuşamı, saç şekli, makyajı, vücut şekilleri bugünden oldukça farklı. Yeşilçam’da hafif kilolu bir aktrist beğeni toplarken bugün neredeyse kilolu kadınlar başrol oynayamıyor.

Reklamlar, dergiler, billboardlar, film ve diziler güzellik vurgusu ile dolu. Her daim makyajlı, her daim yapılı saçlar ve bakımlı kadınlar görüyoruz. Ev haliyle dahi karşımızda çok şık hanımlar ve beyler görüyoruz. Oysa bir çocuk, genç için aile, öğretmen, akran ne kadar rol model oluşturuyorsa televizyon, sosyal medyada rol modeller teşkil ediyor.

Çocuk veya genç beğendiği, hayranlık duyduğu ünlü simaları ekran karşısında da model alabiliyor. Beğendiği kişilerin kişisel sosyal medya hesaplarını takip edip onların yaşantılarını örnek alabiliyor.

Güzellik algısı dönemden döneme değişiklik gösterdiği gibi kültürden kültüre de farklılaşıyor. Sıklıkla kusursuz yüzlere, dişlere, kaşlara, incecik bedenlere maruz kalıyoruz.  Adeta kalemle çizilmiş algısı yaratan bir güzellik var medyada. Dolayısıyla toplumun beğeniyle baktığı bu bedenler, örnek oluşturuyor. Toplumun güzellik dayatması, akran baskısı, olumsuz aile ortamı olumsuz beden algısı gelişmesini destekliyor.

Moda da beden algısını etkilemektedir. Her bedene uygun kıyafet ne yazık ki bulabilmek kolay değildir. Online alışverişin artığı günümüzde kataloglarda kusursuz kadın ve erkeklerin yer alması insanların giydiklerini kendilerine yakıştıramamasına neden olmaktadır.

Kadınlarda olumsuz beden algısı daha yüksektir. Bunun önemli bir nedeni toplumun kadına yönelik güzellik dayatmasının daha fazla olmasıdır.

Akran Değerlendirmesi Olumsuz Beden Algısı Gelişimini Etkiliyor

Ergenler için akran ilişkileri önemlidir. Akran grubuna dahil olmak, arkadaşlar tarafından beğenilen ve aranılan kişi olmak gencin arzusudur. Bu dönemde arkadaşları tarafından kabul edilmek isteyen genç zorbalığa uğrar ve dışlanırsa beden imgesi olumsuz etkilenir. Gencin bedenine yönelik alay, kıyaslama, eleştiri genci bedeninden memnun olmamaya itebilir.

Sosyal medyada da bireyler özellikle gençler toplumsal beden algılarına yönelik olumlu veya olumsuz değerlendirme geliştirebilir. Paylaşılan fotoğrafların beğeni oranı gencin kendini diğerleriyle kıyaslamasına neden olabilmektedir.

Diğerlerinin Beden Dili ve Sözsüz Mesajları da Olumsuz Beden İmgesi Gelişimini Tetiklemektedir

Olumsuz beden algısı diğerlerinin beden dili ve sözsüz mesajlarıyla da gelişebilmektedir. Akran grubunda beğenilenlere iltifat edilmesi, üzerindekileri nereden aldığının sorulması, romantik teklifte bulunulması kıyasa neden olur. Kişi kendisine gelmeyen iltifatlardan, romantik tekliflerin olmayışından veya azlığından beğenilmediğini düşünür. Bu kıyaslama kişinin kendisini beğenilen diğer kişilere benzetmeye, onları model almaya yönlendirir. Eğer bu mümkün değilse kişi içe kapanır.

Aile ve Arkadaşların Olumsuz Değerlendirme İçeren Lakapları da Riski Artırıyor

Aile içerisinde kişinin bedenine yönelik imalar, alaylar ve takılan lakaplar olumsuz beden imgesi geliştiriyor. Ailenin sevgi ifadesi olarak kullandığını düşündüğü beden algısına yönelik sıfatlar, kişinin olumsuz beden farkındalığını artırır. Akranların da aileyle benzer ifadeleri kullanması olumsuz beden algısı gelişimini pekiştirir.

Ailenin çocuğun kilosunu, görünüşünü, boyunu ve benzeri sorun haline getirmesi bu konuda gence sık sık geribildirimde bulunması da riski artırır. Genç ailesi tarafından dahi bedensel farklılıklarının kabul görmediğini düşünür. Bedensel farklılıkların aile tarafından sevilmeyen başkalarına benzetilmesi de çocuğu kırıklığa uğratır. “Burnun baba tarafına çekmiş, gözlerin bize çekmiş.” Annenin baba tarafıyla iletişim aksaklıkları varsa çocuk için burnu güzel dahi olsa olumsuz algılanabiliyor.

Görünüşü Nedeniyle Sevildiğini Düşünen Kişilerde de Olumsuz Beden Algısı Gelişiyor

Olumsuz beden algısı sadece kusurları olan kişilerde görülür gibi düşünülebilmektedir. Ancak çoğunluğun beğendiği, hayranlık duyduğu kişilerde de toplumun ilgisiyle orantılı şekilde olumsuz algı gelişebiliyor. Dış görünüşüyle önemli olan bir manken, oyuncu eskisi kadar popüler olmadığında neden olarak görünüşünü görüyor. Bu da kişinin ne kadar güzel, alımlı olursa olsun değişen güzellik beklentisine ve modaya uyum sağlama gerekliliğini doğuruyor.

Olumsuz Beden Algısı Başarıyı da Olumsuz Etkiliyor

Olumsuz beden algısı geliştiren bir birey zamanının büyük çoğunluğunu bedeniyle meşgul olarak geçirebilir. Bu da ders çalışırken kolayca dikkatinin dağılmasına ve zamanı verimli kullanamamasına neden olabilir. Sosyal medyayı kullanan veya akranlarıyla sık sık bir arada olan bir kişi yaptığı kıyaslamalarla veya aldığı sözsüz mesajlarla kolayca demoralize olabilir. Üzüntü hali başarıyı olumsuz etkileyebilir.

Bedeniyle ilgili yoğun olumsuz düşüncelere sahip bir birey toplum içerisinde bulunmaktan kaçınabilir. Okula gitmemek için bahaneler bulabilir. İş bulmakta veya işi sürdürmekte zorlanabilir. Kariyerinde görünüşüyle ilgili kaygıları nedeniyle kendini gösterecek adımlar atmaktan çekinebilir. Bir öğrenci derste söz almaktan, tahtaya çıkmaktan çekinebilir. Bedenin ön planda olacağı sporlardan veya sahne sanatlarından kaçınabilir.

Alay edileceği düşüncesiyle fotoğraf, video çekilmekten kaçınabilir. Sosyal etkinliklere, gruplara katılmaktan kaçınabilir. Zaman yönetimi, dikkat, sosyal iletişim becerileri ve elbette özgüven başarıyı doğrudan etkiliyor. Olumsuz beden algısı geliştiren bireyler bu eksiklikler nedeniyle başarı elde etmekte zorlanabiliyor. Öyle ki bireyin görünüşü seçtiği okulu, bölümü, mesleği dahi etkileyebiliyor.

Olumsuz Beden Algısı Yaşıyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin

  • Sürekli estetik yaptırıyor, klinikten kliniğe, doktordan doktora dolaşıyor ama asla kendinizi yeterince güzel hissetmiyorsanız,
  • Bedeninizi diğerleriyle sıklıkla kıyaslıyorsanız. Sevilme veya sevilmeme nedeni olarak dış görünüşünüzü görüyorsanız,
  • Ayna karşısında gereğinden fazla zaman geçiriyor, kendinize hiçbir şeyi yakıştıramıyorsanız.
  • Çevrenizle iletişiminiz ve etkileşiminiz görünüşünüz nedeniyle azaldıysa,
  • Sık sık çevrenizden görünüşünüzle ilgili onay almak istiyor ve bekliyorsanız,
  • Abartılı bakım, diyet yapıyor, ufak kilo geçişlerini gereğinden fazla dert ediyorsanız, görünüşünüz kaynaklı akademik başarınız veya kariyeriniz olumsuz etkileniyorsa bir uzmanla görüşerek üzerinizdeki bu baskıyı hafifletebilirsiniz.

Olumsuz beden algısı psikoterapi ve gerektiğinde ilaç desteği ile tedavi edilebilen bir psikolojik rahatsızlıktır. İhmal edildiğinde kişinin yaşam kalitesini, sosyal ilişkilerini, romantik ilişkilerini, öz değerini ve özgüvenini olumsuz etkilemektedir. Akademik başarı ve kariyer olumsuz etkilenebilmektedir.

Olumsuz beden imgesi kontrolsüz ilerlediğinde diğer psikolojik hastalıklara da zemin oluşturabilmektedir. Yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozuklukları gibi. İntihar veya hayati risk taşıyan yetersiz beslenme, riskli operasyon ve benzeri de kişinin sağlığını olumsuz etkileyebilmektedir.

Olumsuz beden algısı ve başarısızlıkla alakalı olabilecek Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir. LGS’ye Hazırlık Sürecinde Akran Zorbalığı Akademik Başarıyı Düşürüyor: Aileler Ne Yapmalı?. Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Read More