Kişisel gelişim son yıllarda en az mesleki gelişim ve tecrübe kadar önemli hale geldi. Özellikle 4. Sanayi devrimi yani endüstri 4.0 bireylerin kişisel olarak da gelişim alanlarına yatırım yapmasını önemli kıldı. Endüstri devrimi sonucunda pek çok iş kolu ufak cihazlarla, akıllı sistemlerle sürdürülebilir hale geldi. İnsan gücünün yerini robotlar, sanal sistemler almaya başladı.

Fabrikaların ve firmaların otomasyon sistemlerine yönelmesi iş gücü ihtiyacını azalttı. Artan nüfus ve buna karşı azalan iş gücü bireysel gelişimi zorunlu hale getirdi. Geleneksel yöntemler yerini sürekli yenilenmeye ve gelişime bıraktı. Artık çok yönlü olmak, değişime ayak uydurabilmek, çözüm odaklılık ve yaratıcılık sistemin parçası olabilmeyi sağlıyor. Bunu başaramayanlar ise sistemin dışında kalıyor.

Bugüne kadar bir iş tutturanlar, kariyerinde bir şekilde yer elde edenler mevcut düzende devam ediyor. Ancak gelecek yıllarda kariyer planı yapacak olanlar için sisteme dahil olabilmenin şartları çok daha fazla. İyi bir üniversite okumak, doğru mesleği seçmek iş bulmaya veya başarılı olmaya yetmeyecek. Kişisel gelişim adaylar arasında belirleyici kriter olacak.

Günümüzde artık herkes üniversite okuyor ve hatta yüksek lisans yapıyor. Yan dal, çift ana dal, doktora yapmak da oldukça yaygın. Yabancı dilin önemi artık çok daha fazla biliniyor ve bu alanda da gençler kendilerini geliştiriyor. Bilgisayar, internet kullanmayan, teknolojiyi takip etmeyen genç neredeyse yok. Eski kuşaklar için daktilo bilen, liseyi bitiren herkes çok iyi yerlere gelebiliyordu.

Şimdiyse iş verenlerin beklentileri çok daha yüksek. Çünkü globalleşmeyle birlikte hepimiz dünya insanı haline geldik ve dünya çapında bir rekabet içerisindeyiz. Yurtdışında istihdam fırsatları bulabildiğimiz gibi yurtdışındakilere de istihdam fırsatını tanıyoruz. Bu da pastayı büyüttüğü gibi pastadan pay alacak rakiplerimizin miktarını da artırıyor.

Peki rekabette öne geçebilmek ve başarıyla yükselebilmek için ne gerekiyor? İşte bu noktada işverenler meslek dışı bireysel gelişimine de yatırım yapan çalışanlarla el sıkışmak istiyor. Ekiplerine dahil edecekleri kişilerin bir makineden veya sistemden farklı olarak rol alabilmesini istiyor.

Kişisel Gelişim Nedir?

Kişisel gelişim kişilerin rutin çalışma alanları ve sorumlulukları dışında ilgilendikleri eğitim, etkinlik, performans alanlarından edindikleridir. Gelir elde etme amacı olmaksızın yapılan, keyif alınan uğraşlar olarak da değerlendirilebilir. Bu kişisel faaliyetlerle bireylerin boş zamanlarını değerlendirmesi; duygusal, bilişsel, sosyal ve davranışsal becerilerini geliştirmesi amaçlanır.

Gelişimi destekleyen faaliyetler kulüplere katılmak, spor, dans, sanatla ilgilenmek, dijital içerik üretmek, fotoğrafçılık gibi örneklendirilebilir. Bu etkinlikler aracılığı ile bireyler boş zamanlarını verimli geçirmekle kalmaz farklı kazanımlar da elde ederler. En başta sosyal ilişkilerini ve iletişim becerilerini geliştirir, network elde ederler. Kişisel uğraşları sayesinde zamanı verimli kullanma, çok yönlü düşünme gibi iş hayatına etki edecek kazanımlar da elde ederler.

Dikkat Çeken Bir Cv için Kişisel ve Mesleki Gelişim Önerileri ve Etkili İletişim Becerileri Kariyer Gelişimini Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Başarılı Bir Kariyer için Kişisel Gelişim Neden Önemli?

Pek çok aday kişisel faaliyet alanlarına yönelik ilgi ve becerilerine özgeçmişlerinde yer vermek istemez. Kimisi bunu kişisel alanıyla ilgili gereğinden fazla bilgi vermek gibi düşünebilir. Kimisi ise mesleğiyle ilişkili olmadığını düşünerek alakasız bulabilir. Ancak kişinin iş dışı zamanlarını geçirdiği bu bireysel faaliyetler iş verene adayla ilgili önemli bilgiler verir.

Çok yönlü olmak, yaratıcılık, üretkenlik, çalışkanlık, verimli zaman yönetimi, iletişim becerileri, uyum bunlardan sadece bazılarıdır. İş verenin önüne her gün benzer niteliklerde pek çok özgeçmiş gelir. Benzer üniversiteler, benzer bölümler ve iş tecrübeleri. İş verenin adaylara yönelik özgeçmişte yazan bilgilerden başka bilgisi ve referansı yoktur. Yani iş veren sizi özgeçmişinde yer verdiğiniz bilgiler kadar tanımaktadırlar.

İş verenin adaylar arasında seçimi kolaylaştıracak daha öznel bilgilere erişmeye ihtiyacı vardır. Hobileriniz, katıldığınız kurslar, kulüp üyelikleriniz, sosyal yardım çalışmalarınız, sanat, spor ilgileriniz sizin kim olduğunuzu yansıtır. İş veren bu bilgilere göz gezdirdiğinde elindeki özgeçmişin dinamik bir kişiye ait olduğunu hisseder. Böylece özgeçmişiniz diğerleri arasında öne çıkarak fark yaratır.

Kişisel gelişimin sadece iş bulma sürecinde değil hayatınızın pek çok alanında önemini fark edeceksiniz. Özellikle yurtdışı üniversite kabullerinde de okul dışı faaliyetlere katılım önemlidir. Üniversiteler de tıpkı iş verenler gibi bünyelerine katacakları öğrencilerin çok yönlü olmasını ister.

Okullarındaki öğrencilerin akademik bilginin dışında sanat, spor, sosyal sorumluluk alanlarında aktif olmasını beklerler. Stajlar ve iş bulma sürecinde işinize yarayacak olan referans edinme sürecinde de kişisel gelişim gereklidir. Yurtdışı eğitim ve üniversite kabulleri hakkında daha detaylı bilgi edinmek için Aba Akademy sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Kişisel Gelişim için Neler Yapılabilir?

Kişisel gelişime yönelik yapabilecekleriniz sınırsız olsa da bizim size önerimiz ihtiyaç alanlarınıza yönelik çalışmalar yapmanızdır. İlgi ve becerilerinizi keşfederek hem keyif hem de verim alabileceğiniz alanlara da yönelebilirsiniz. Ancak mutlaka zayıf yönlerinizi destekleyecek ve geliştirecek alanlara yönelik de çalışmalısınız. İş görüşmelerinde “güçlü ve zayıf yönler” sıklıkla sorulmaktadır. Bu noktada iş verene güçlü yönlerinizi belirtirken yaptığınız çalışmalardan yola çıkarak örnekler verebilirsiniz.

Örneğin zamanı çok iyi kullanırım, zaman yönetimim iyidir dediğinizde iş verene samimi gelmeyebilir. Ancak iş dışı zamanlarınızda yaptığınız düzenli etkinliklerden, eğitim ve kurslardan bahsederseniz zamanı verimli kullandığınızı gösterebilirsiniz. Aynı şekilde güçsüz olduğunuzu düşündüğünüz konularla ilgili de gelişim elde edebileceğiniz faaliyetlere zaman ayırdığınızı gösterebilirsiniz. Örneğin; sosyal anksiyeteniz varsa ve topluluk önünde konuşmakta zorlanıyorsanız bunu yenmek için yaratıcı dramadan faydalanabilirsiniz.

Beden dili kullanımı ve diksiyon üzerine çalışmalar yaptığınızı söyleyebilirsiniz. Böylece zayıf yönlerinizle barışık olduğunuzu ve gelişime açık olup çaba gösterdiğinizi de göstermiş olursunuz. İş verenlerin kişisel gelişimden asıl beklentisi organizasyon içerisinde bu yönlerinizin nasıl bir fayda sağlayacağını görebilmektir. Dolayısıyla öznel gelişime yönelik yaptığınız çalışmalarınızı özgeçmişinizde mesleğiniz ve organizasyonla ilişkili olacak şekilde ifade edebilirsiniz.

İşverenlerin adaylardan beklediği organizasyona katkı sağlayacak kişisel kazanımlar özetle aşağıdaki gibidir;

  • Stresle başa çıkabilme
  • Zor insanlarla iletişim kurabilme
  • İkna becerisi
  • Zorlu çalışma koşullarına adapte olabilme
  • Analitik düşünme
  • Takım içerisinde verimli çalışabilme
  • Yaratıcılık
  • Özgüven ve öz değer geliştirme
  • Empati yapabilme
  • Krizi yönetebilme
  • Zamanı verimli kullanma
  • Dikkati sürdürebilme
  • Diksiyon
  • Etkili beden dili kullanımı

Mesleğinize, faaliyet alanınıza yönelik ilgi, beceri ve çalışmalarınızı bu kazanımları ortaya çıkaracak şekilde ifade edebilirsiniz. Dolayısıyla günümüzde istihdam için yüksek mezuniyet notları, iyi üniversite diplomaları yeterli değil. Kendini hem mesleki hem kişisel anlamda geliştiren, yeniliğe ve değişime açık olan bireyler kazanıyor.

Okul öncesi dönemden itibaren her bireyin bu farkındalıkla yetiştirilmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Kişisel Gelişim için Kariyer Danışmanlığı Almak Başarı Olasılığını Artırıyor

Kişisel gelişime verilen önem son yıllarda oldukça artmış olsa da ülkemizde hala gelişim alanları yeterince desteklenmiyor. Çocukluktan itibaren ilgi ve beceri alanlarının keşfedilmesi ve geliştirilmesi gerekiyor. Gelişim alanlarına yeterince önem verilmediğinde başarı potansiyeli oldukça yüksek nice çocuğun performansı sınırlandırılıyor. Zamansızlık, sosyo kültürel ve sosyo ekonomik fırsat eşitsizlikleri çocuk ve gençlerin başarı alanlarını kısıtlıyor.

Ailelerin bu noktada daha bilinçli ve özverili olması gerekiyor. Okulların, öğretmenlerin de müfredat dışında bu alanlara yönelik çalışmalara önem vermesi gerekiyor. Büyük şehirler dışında da çocukların spor, sanat, kültür gibi çeşitli faaliyet alanlarında rol alabilmesi gerekiyor. İlgi ve Beceri Alanları Meslek seçimini ve Kariyeri Nasıl Etkiliyor? Ve Çocukların ilgi ve Beceri Alanları Nasıl Keşfedilir? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle potansiyellerini keşfediyor eğitim alabilecekleri en iyi üniversitelere yerleştiriyoruz. Danışanlarımıza mesleki gelişimlerini ve kariyer hedeflerini gerçekleştirmelerinde profesyonel destek sunuyoruz.

Mesleki gelişim kadar, kişisel gelişim alanlarını da destekleyecek şekilde danışmanlık veriyoruz. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Stresle başa çıkmak yaşamın her alanında ve her yaşta ihtiyaç duyulan önemli bir beceridir. Çünkü stres, zorlu ya da rahatsız edici bir durum karşısında kişinin hissettiği duygusal ve fiziksel gerilimdir. Okul hayatı, aile içi ilişkiler, ekonomi, sosyal-duygusal ilişkiler, meslek, sağlık, çevresel faktörler stres kaynağı olabilir.

Günlük yaşantımızda sık sık varlığını hissettiğimiz bu gerilimle başa çıkabilmekse hem fiziksel hem de ruhsal sağlığımız için gereklidir.  Stresle başa çıkılamadığında ise zamanla fiziksel, bilişsel, davranışsal ve ruhsal zorlanımlar yaşanabilmektedir. Stres kaynaklı uyku bozukluğu, yeme bozukluğu, migren, fiziksel ağrılar, vücutta döküntüler ve benzeri gelişebilmektedir.

Öğrenciler arasında da stres yaygın olarak görülmektedir. Özellikle Liseye ve üniversiteye hazırlık sürecinde öğrenciler yoğun stres yaşayabilmektedir. Müdahale edilmediğinde ise stres kaygıya dönüşmektedir. Performansa yönelik gerçekdışı beklentiler, baskıcı-otoriter ebeveynler, mükemmeliyetçi kişilik yapıcı, mükemmeliyetçi ebeveynler stresi pekiştirmektedir.

Stresin açığa çıkmasının önemli bir diğer nedeni de bir alışkanlığın bırakıp yeni bir döneme, düzene geçiş yapılmasıdır. Mezun olmak da bir alışkanlığın bırakılıp, yeni bir düzenin başlangıcıdır. Orta öğretimden liseye geçmek, liseden mezun olup üniversiteye başlamak, üniversiteden iş hayatına atılmak gibi. Dolayısıyla öğrenciler mezuniyet aşamasında sınava yönelik performans kaygısının yanında önemli bir geçiş stresi yaşarlar.

Buradaki geçiş bir düzenden başka bir düzene geçmeyi ifade etmektedir ve herkes için stres yaratabilmektedir. Peki yaygın olarak hissedilen stresle başa çıkmak için neler yapabiliriz? Stresle başa çıkma yöntemleri her zaman sağlıklı yöntemler midir? Ne zaman profesyonel bir destek almak gerekir? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.

LGS’ye Hazırlık Sürecinde Kaygı ve Stres ile Mücadele Yöntemleri ve Akademik Hayatta Stresle Başa Çıkma Önerileri yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Stresle Başa Çıkmak için Kullanılabilecek Pratik ve Etkili Teknikleri

Stresle baş etmenin birden fazla yolu olsa da uygulanabilecek her methot sağlıklı değildir. Örneğin alkol, madde, sigara kullanımı da bireylerin stresle başa çıkmak için kullandığı yöntemlerdir. Ancak bu davranışlar zamanla alışkanlığa dönüşmekte ve kullanılmadığında yoksunluk hissinin gelişmesine neden olmaktadır. Stresten korunmak için kullanılan bu zararlı kullanımlar alışkanlığa dönüşerek kişiye amacından daha büyük zararlar verebilmektedir.

Problem ve Duygu Odaklı Stresle Başa Çıkma Tekniği

Folkman ve Lazarus’un (1985) geliştirdiği Stresle Başa Çıkma Modeli de olumlu ve olumsuz sonuçları barındırmaktadır. Bu modele göre kişi, stres yaratan durumların yarattığı olumsuz duygulanımdan uzaklaşmak için iki yöntem kullanır. Bunlardan birisi problem odaklı diğeriyse duygu odaklı başa çıkma tekniğidir. Problem odaklı başa çıkma tekniğini kullanan bireyler sorundan kaçmaz.

Problemi mantıklı şekilde tanımlar ve problemin üstesinden gelmek için çözüm önerileri geliştirir. Bu nedenle problem odaklı başa çıkma yöntemi başarılı bir yöntemdir. Duygu odaklı başa çıkma tekniğini kullanan bireyler ise sorunu tarafsız bir şekilde yorumlamakta güçlük çekerler. Problemi çözmekten daha çok problemin yol açtığı olumsuz duygulara odaklanırlar. Bu duyguların verdiği rahatsızlıkla başa çıkmak için geçici çözümler üretmeye çalışırlar.

Bu geçici çözümler ise çoğunlukla kişiye uzun vadede daha fazla zarar verir. Örneğin kişi stres yaratan durumla karşılaştığında stresle başa çıkmak için alkol, sigara, madde kullanabilir. İnkar yöntemine başvurabilir, sorun yokmuş gibi davranabilir. Olumsuz duygulara gereğinden fazla odaklanarak kaygı gelişimine neden olabilir.

Ne Oluyor? Bu Benim İçin Tehlikeli mi? Bununla Başa Çıkabilir miyim?

Stres altında olduğunuzu hissettiğinizde kendinize sırayla bu üç önemli soruyu sorun. Lazarus’un modeline göre stresle başa çıkmak için bu üç sorunun cevabını aramak oldukça etkili. Örneğin sınava hazırlık sürecindesiniz ve sınava gireceğinizi bilmek sizde gerginlik yaratıyor. Bu gerginliği hissettiğinizde kendinizi “şu an ne oluyor? ne hissediyorum?” Sorusunu yöneltin. Bu soruyu cevaplarken kendinize dürüst ve açık olmalısınız.

“Sınavda başarısız olma ihtimalim beni strese sokuyor.” Peki şimdi kendinize bunun sizin için tehlikeli olup olmadığını sormalısınız. “Sınavda başarısız olursam 1 yıllık emeğim heba olacak, tekrar aynı motivasyonla sınava hazırlanmak mümkün değil.” Peki bu tehditle başa çıkabilecek kaynaklarınız neler? Sınavda başarılı olmak veya başarısız olduğunuzda kendinizi toparlamak için nelere sahipsiniz.

“Motivasyonum oldukça yüksek, en başından beri özveriyle çalışıyor ve elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Öngöremediğim bir sorun çıkmadığı sürece başarısız olmam için bir neden yok. Başarısız olursam bu herkes gibi beni de çok üzer. Ancak elimden gelenin en iyisini yaptığımı biliyorum. Başarısız olmaktan korkmak yerine başarılı olmak için eksiklerimi tekrar gözden geçirebilirim.”

“Tüm çabama rağmen başarısız olursam ne kadar üzülsem de hedefime ulaşmak için yeniden başlayabilirim. Kendime, potansiyelime inanıyorum. Bu süreçte inancımı kaybedersem ailem, arkadaşlarım ve öğretmenlerim de beni yüreklendirir.” gibi bu üç soruya kendi cevaplarınızı verebilirsiniz.

Bunu zihninizden yapmak ilk etapta kolay olmayabilir. Pratik ve alışkanlık kazanana kadar soruları bir kağıda yazıp cevaplarınızı da yazılı olarak verebilirsiniz. Yazdıklarınızı saklarsanız sınav yaklaştıkça geriye dönüp kontrol edebilirsiniz. Böylece yoğun stres anında geçmişte stresle başa çıkmak için kullandığınız yöntemlerinizi hatırlayabilirsiniz.

Sınav Kaygısı Sınav Başarısı İçin Faydalı Hale Nasıl Getirilir? yazımızdan da faydalanabilirsiniz. Sınavda Başarısız Olmak “Her Şeyin Sonu Değil” Başarısızlıkla Baş Etme Önerileri yazımıza da bakmanızı öneririz.

Stresle Başa Çıkmak İçin Stres Kaynağınızı Tespit Etmelisiniz

Üniversiteye hazırlık sürecinde yaşadığınız stres sınav odaklı olmayabilir. Ailenizden, arkadaşlarınızdan, okulunuzdan, alışkanlıklarınızdan ayrılmak da stres kaynağı olabilir. Üniversite yaşamının size getireceği yeni sorumluluklar, yeniden aidiyet geliştirmek, yeni insanlar tanımak stres yaratabilir. Geleceğin ne getireceğini bilmemek ve belirsizlikten endişe duymak oldukça olağan. Peki bu stresle nasıl baş edebilirsiniz?

Bilgi toplamak, ön araştırma yapmak, yerinde görmek ve deneyimli kişilerden referans almak yardımcı olabilir. Seçmek istediğiniz üniversiteyi, gitmek istediğiniz şehri/ülkeyi tercih etmeden önce ziyaret edebilirsiniz. Gitme imkanınız yoksa dijital kaynaklardan faydalanabilir, internette araştırma yapabilirsiniz. Tanıtım videolarını izleyebilir, fotoğraflarına bakabilir, forumlardan kullanıcı yorumlarını okuyabilirsiniz.

Özellikle yurtdışı eğitim ve üniversite tanıtımlarıyla ilgili Aba Akademi sayfasından detaylı bilgi edinebilirsiniz. Aba Akademi Youtube sayfasında da ilgili videolara erişebilirsiniz. Okumak istediğiniz bölümün ve/veya üniversitenin öğrencileriyle ya da mezunlarıyla görüşebilirsiniz. Tecrübelerini dinleyebilir, sizin için verecekleri önerileri değerlendirebilirsiniz. Akademik kadroları araştırabilir, akademisyenlerin ders anlatımları, sınav sistemleri ile ilgili bilgi toplayabilirsiniz.

Okumak istediğiniz bölüme ait ders kitaplarını edinebilir, ilginizi çekip çekmediğini tercih etmeden önce değerlendirebilirsiniz. Bir kariyer danışmanı veya mentorle de bu süreçte çalışabilirsiniz. Özellikle yurtdışı eğitim hedefiniz varsa mentorloops ile tanışabilir uzman kadrosunun engin deneyimlerinden faydalanabilirsiniz. Mentorle Kariyer Planlamak Gençlere ve Ailelere Kolaylık Sağlıyor yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

“Mola” Yöntemi

Stresle başa çıkmada etkili bir diğer yöntem ise mola yöntemidir. Öfke ve veya stres anında gerilim hissetmenize neden olan olaya, kişiye veya düşünceye mola verebilirsiniz. Mola verdiğiniz bu sürede dikkatinizi dağıtacak farklı bir şeyle ilgilenebilirsiniz. Öfke gibi güçlü bir duygu dahi 10-15 dakika içerisinde yatışabilmektedir. Stresle başa çıkmak için de kendinize 10 dakikalık bir mola verebilirsiniz.

Böylece zihniniz stres yaratan kaynaktan uzaklaşarak rahatlayacaktır. Rahatladığınızı fark ettikten sonra stres kaynağınızı tekrar kontrol ettiğinizde hissettiğiniz baskının ilki kadar yoğun olmadığını fark edeceksiniz. Amerika da sivillere silah satışı serbesttir. Ancak silah satışı yapıldıktan sonra teslim için bir günlük bir bekleme süresi verilir. Bunun nedeni bireylerin öfke anında silah alıp ani bir davranışta bulunmalarına engel olmaktır.

Pek çok mahkumla yapılan görüşmede de benzer bir sonuca ulaşılmıştır. Mahkumlar sadece 10 dakika olay yerinden uzaklaşma imkanları olsa suç işlemekten vazgeçebileceklerini söylemektedir. Bu nedenle mola yöntemi öfke ve/veya stres anında kullanılabilecek etkili bir yöntemdir.

Stresle Başa Çıkmak İçin Kullanabileceğiniz Diğer Basit Yöntemler

Stresle baş etmek için başka insanlardan destek isteyebilirsiniz. Olumsuz duygu ve düşüncelerinizi paylaşabilir, başa çıkmak için önerilerini dinleyebilirsiniz. Bazen sadece konuşmak dahi rahatlamanızı sağlayacaktır. Stresli dönemlerde de rutinlerinizi devam ettirmeye özen göstermelisiniz. Yeterli miktarda ve düzenli yemek yemek, aynı saatlerde uyuyup uyanmak gibi.

Düzenli egzersiz veya yoga, meditasyon yapmak da günlük stresle başa çıkmada etkilidir. İlginizi çekecek, keyfinizi yerine getirecek kitaplar okumak, dergileri takip etmek, dizi/film izlemek de işe yarayacaktır.

Strese mola vermek kadar sizi yoran işlere mola vermek de stresle başa çıkmakta etkilidir. Bazen yorgunluk, yeterince dinlenememek ve kişisel zaman yaratamamak da stres yaratır. Ders çalışma rutininize düzenli aralıklarla molalar ekleyebilirsiniz. Mola planlaması için pomodora tekniğinden faydalanabilirsiniz. Teknikle ilgili detaylı bilgi için Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Öneriler yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Sosyal aktivitelere, kurslara katılabilir, ilgi ve beceri alanlarınızı keşfedebilirsiniz. Akranlarınızla ve yeni insanlarla iletişim kurabilir, sosyalleşebilirsiniz.

Günlük tutmak, düzenli aralıklarla yazdıklarınızı kontrol etmek de işe yarayabilir. Böylece bir süre önce sizi strese sokan her ne varsa gelip geçici olduğunu görebilirsiniz. O zaman kullandığınız yöntemin nasıl işe yaradığını da fark etmiş olursunuz.

Nefes egzersizleri öğrenebilir ve pozitif kalmanızı sağlayacak telkinler öğrenebilirsiniz. Sabah kalktığınızda ve gece yatmadan önce bu olumlamaları tekrar edebilirsiniz.

Hedef ve hayallerinizi görselleştirerek, çalışma alanınıza, bilgisayarınıza veya telefonunuza arka plan görseli yapabilirsiniz. Böylece strese kapıldığınız anlarda bu görsele bakarak yeniden motive olabilirsiniz.

Stresle Başa Çıkmak için Zarar Veren Yöntemler Kullanmaya Başladığınızda Profesyonel Destek Almalısınız

Stresle başa çıkmak zorlaştığında bireyler isteyerek veya istem dışı zararlı yöntemlere başvurabilmektedir. Aşağıdaki davranışları son dönemde sıklıkla tekrar ediyor ve önüne geçemiyorsanız profesyonel destek alabilirsiniz.

  • Alkol ve madde kullanımı,
  • Sosyal faaliyetlerden uzak durmak,
  • Aile ve arkadaşlardan uzaklaşmak, yalnız kalmak, izole olmak,
  • Çok fazla çalışmak,
  • Uyku, yeme bozuklukları (az veya çok yemek, az veya çok uyumak),
  • Öfke ve şiddete meyilli hale gelmek,
  • Basit sorunlarda dahi kendini veya başkalarını suçlamak,
  • Çok fazla televizyon izlemek, telefonla ilgilenmek, bilgisayar oyunlarıyla zaman harcamak,
  • Riskli davranışlarda bulunmak.

Stresle başa çıkmak duygusal destek eksikliğinde ve olumsuz çevresel faktörler de eklendiğinde zorlaşabilmektedir. Başa çıkmakta zorluk yaşadığınızı fark ettiğinizde destek talep etmeniz olumsuz gidişata hızlıca müdahale etmenizi kolaylaştıracaktır.

Aba psikoloji uzman kadrosuyla her yaştan danışanına bireysel, akademik ve kariyer gelişimi noktasında destek sunmaktadır. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.

Stresle başa çıkmak, akademik eksiklerinizi tamamlamak ve/veya stratejik kariyer planınızı çıkarmak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Aba psikoloji blog sayfamızdaki kariyer ve psikoloji yazılarına göz atabilir Youtube kanalımızdaki içerikleri de izleyebilirsiniz.

Read More

Ebeveyn tutumları çocuğun benlik ve dolayısıyla karakter gelişiminde son derece önemlidir. Çünkü çocuğun karakteri ve benlik algısı ebeveyninin ona yönelttiği tutumların bir yansımasıdır. Bu da çocuğun sağlıklı bir birey olarak yetişebilmesinde ebeveyninin bilinçli ve farkındalıklı olmasını gerekli kılmaktadır.

Baskıcı Otoriter Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

Baskıcı ve/veya otoriter ebeveyn tutumu ebeveynlerden birinde veya her ikisinde görülebilir. Bu tutumu sergileyen ebeveyn anne veya babaysa diğer ebeveynde çocuk gibi bu tutumdan olumsuz etkilenebilir. Bu tutumun hakim olduğu ailelerde kararlar baskın ebeveyn tarafından alınır. Çocukların kararlarda söz hakkı yoktur. Evde belirgin kurarlar vardır ve kurallara uyulması beklenir. Kurallar yerine getirilmediğinde ceza ve kısıtlamalar uygulanır.

Çocuklar ebeveynlerini sevip saydıkları için değil ebeveynlerinden korktukları için uyum gösterirler. Kararlar, fikirler tartışılmaz, duygu ve düşünceler üzerine konuşulmaz. Ailede spontane, keyifli geçen zamanlar sınırlıdır. Çocuklar için ebeveynleri karar mercii konumundadır ve yalnızca onay gerektiren durumlarda ebeveynlerle iletişim kurulur. Sıcak, güvene dayalı, samimi ilişki ve iletişim yoktur. Bu ebeveyn tutumu ile büyüyen çocuklar içe kapanık, sinik, pasif agresif bireyler olabilirler.

Duygu ve düşüncelerini sağlıklı yollarla ifade etmekte güçlük yaşarlar. Baskıcı, otoriter ebeveyn tutumlarıyla korku kültüründe yetiştirilen çocuklar hata yapmaktan, eleştirilmekten korkarlar. Çoğunlukla başkalarıyla kıyaslanan, rekabete sokulan çocuklardır. Özelliklede kardeşler arasında kendilerini ispat etme ihtiyacı duyarlar. Arkadaş ilişkileri ve sosyal becerileri zayıftır. Arkadaş edinmekte veya arkadaşlığı sürdürmekte zorlanırlar. Sosyal normlar ve kurallarla ilgili katı kalıplara sokularak büyütülürler.

Bu nedenle empatik düşünme ve insiyatif alma becerisi yeterince gelişmez. Kendi kararlarını alamayan, hatalarında cezalandırılan, fikirlerini beyan edemeyen çocuklarda özgüven ve benlik saygısı gelişmez. Zamanla cezadan korunmak için yalana başvurabilir, hatalarının örtmeye çalışabilirler. Okulda başarısız olmaktan korkarlar. Bu çocuklarda sınav kaygısı, okul fobisi gelişebilir.

Ergenlik döneminde riskli davranışlara eğilim, riskli gruplarla arkadaşlık görülebilir. Bir gruba ait olma, olduğu gibi kabul edilme ve sevilme ihtiyacı duyarlar.

Demokratik, Destekleyici, Güvenilir Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

Demokratik ebeveyn tutumlarında ebeveynler çocuklarını erken yaşlarda itibaren hoşgörü ve sevgi ile yetiştirirler. Bu aile yapısında ailedeki bireyler birbirini sever ve sayar. Korku kültürü egemen değildir. Cezalandırma yoktur. Ebeveynler ceza vermek yerine çocuklarına hatalarından ders çıkarmasını öğretirler. Çocukların erken yaşlardan itibaren aile içi kararlarda söz hakkı vardır. Çocuğun duygu, düşünce ve fikirlerine önem verilir ve dinlenir.

Çocuklarla etkin zaman geçirilir ve çocuklara önemli oldukları hissettirilir. Bu ailede de kurallar ve sınırlar vardır. Ancak bu sınır ve kurallar bireylerin güvenliği ve iş bölümü içindir. Çocuğa yaşıyla ilgili görevler verilerek sorumluluk bilinci geliştirilir. Çocuk yine yaşıyla uyumlu olacak şekilde kendi kararlarını almayı öğrenir. Demokratik, destekleyici, güvenilir ebeveyn tutumları sağlıklı bir birey yetiştirmek için uygulanması gereken sağlıklı ebeveyn tutumudur.

Böyle bir ailede yetişen çocuk ebeveynlerinden korktuğu için değil ebeveynlerini mutlu etmek ve geleceğine yön verebilmek için başarılı olmak ister. Daha bilinçli, özgüven ve özsaygı sahibi bireylerdir. Bu çocukların sosyal becerileri de gelişmiştir. İletişimleri kuvvetlidir, girişkendirler. Empatik iletişim kurabilirler. Kendilerinden emindirler ve geleceğe dönük hedefleri, hayalleri vardır. Karar alırken yönlendirmeye gereksinim duymaz ama ailelerinin de fikirlerine önem verirler.

Kendileriyle barışık, daha mutlu çocuklardır. Dolayısıyla ergenlik dönemlerini de daha rahat geçirirler. Riskli arkadaşlıklara, deneyimlere gereksinim duymazlar. Hatalı ilişkiler kurduklarında aile desteğine başvurur, tehlike anında ailenin yardımını talep ederler. Ailenin çocuğa sağladığı bu güven çocuğun tehdit karşısında sinik, sessiz kalmamasını sağlar. Çocuk kaç yaşına gelirse gelsin aile onun güvenli limanı, arkadaşı ve desteği olacaktır.

Demokratik ebeveyn tutumlarında koşulsuz sevgi vardır. Çocuk ebeveyninin sevgisini hissetmek için kusursuz olmaya veya koşulları karşılamaya ihtiyaç duymaz. Ebeveyn sevgi dolu, destekleyici, olumlu sözleriyle çocuğa sevgisini hissettirir. Sarılma, öpme, saçını okşama gibi fiziksel temaslarla da sevgisini belli eder.

Çocuk sevildiğini ve ailenin önemli bir parçası olduğunu her koşulda hisseder. Çocuğun ihtiyaçları yerinde, zamanında ve yeterince karşılanır. Gülüşmelerin olduğu, aile bireylerinin kucaklaştığı, birbirlerinden haberdar oldukları bir aile ortamı vardır.

İhmalkar, Reddeden Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

İhmalkar, reddeden tutumda ebeveyn çocuğun hayatıyla yeterince ilgilenmez. Çocuğun duygusal ihtiyaçları da dahil olmak üzere temel ihtiyaçları ihmal edilir. İhmalkar ebeveynin kendi ihtiyaçları ve sosyal yaşamı çocuktan daha önceliklidir.  Bu ebeveynler çocuğun olumlu yönlerini görmezken hatalarına ve başarısızlıklarına aşırı tepkiler verebilir. Cezalandırma, aşağılama veya yok sayma davranışları hakimdir. Çocuğun belli bir rutini, düzeni yoktur.

Aile içerisinde sevilmediğinin ve ilgi görmediğinin farkındadır. Ancak çocuğun sevgiye, desteğe ve ilgiye de son derece ihtiyacı vardır. Sosyal yönü zayıf, geri planda kalan, duygusal olarak gelişmemiş bireyler olarak yetişirler. İhmalkar, reddeden ebeveyn tutumlarıyla yetişen çocukta özgüven gelişmez. Çocuk ailede göremediği sevgi sonucu başkalarına karşı merhametsiz ve sevgisiz davranabilir. Öfkeli, saldırgan davranışlar sergileyebilir. Çocuk kendisi sevgiye layık görmeyebilir.

Ailenin tutumunu genelleyerek “beni kimse sevmiyor, beni kimse istemiyor” diye düşünebilir. Ergenlikte riskli davranışlar, arkadaşlıklar kurabilir. İhmalkar, reddeden ebeveynlerin bu tutumlarının altında yatan nedenler farklılık gösterebilir. Tecavüz gibi istenmeyen ilişkiden doğan bebekler, planlanmamış gebelikler bu tutuma neden olabilir.

Çocuğun bakımı nedeniyle ebeveynlerden biri diğerine yeterince ilgi göstermiyorsa ilgisiz kalan ebeveyn çocuğu dışlayabilir. Engelli ve/veya bakımı zor çocuklarda bu ebeveyn tutumu görülebilir.

Gevşek, Aşırı Hoşgörülü Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

Gevşek, aşırı hoşgörülü ebeveyn tutumlarında ise evin efendisi adeta çocuktur. Bir veya her iki ebeveyn çocuğun istek ve ihtiyaçlarını harfiyen yerine getirir. Aile yapmamak için direnç gösterdiği konularda da çocuğun ısrarlı talepleri karşısında boyun eğer. Aile çocuk üzerinde otorite kuramaz. Çocuğun mutluluğu her şeyden üstün tutulur. Böyle bir aile yapısında büyüyen çocuklar şımarık, bencil, kural tanımayan bireyler olurlar.

Sosyal beceriler gelişmez. Empati kurmakta zorlanırlar. Bir gruba dahil olmakta, kuralları olan ortamlara uyum sağlamakta zorlanırlar. Aile dışındaki ortamlarda kendi istedikleri olmadığında kırıklığa uğrar, aşırı tepkiler verebilirler. Eleştirilmekten, hatalarının görülmesinden hoşlanmazlar. İlişki kurmakta ve sürdürmekte zorlanırlar. Başkalarına saygı duymaz ama başkalarından saygı beklerler.

Bu çocuklar okul hayatından başlamak üzere akademik hayatta ve kariyerlerinde zorluklar yaşarlar. Ebeveynleriyle benzer davranışlar sergileyen kişilerle daha iyi arkadaşlık kurabilir, onları da yönetmeye çalışırlar.

Aşırı Korumacı, Müdahaleci Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

Aşırı korumacı ebeveyn tutumlarında çocuk kaç yaşında olursa olsun ebeveyn çocuğun yaşına uygun tutum sergilemez. Ebeveynin gözünde çocuk hep “yeterince büyümemiş”tir. Çocukla ilgili tüm kararlar ebeveyn tarafından verilir. Beceremeyeceği düşüncesiyle çocuğa yaşına uygun sorumluluk verilmez. Okula başlayan ama hala kendi yemeğini yemesine fırsat verilmeyen, hala ebeveyniyle uyuyan çocuklar bu ailelere örnektir.

Çocuk için ebeveyninin tutum ve davranışları bir ayna, pusula niteliğindedir. Dolayısıyla çocuk kendisini ailenin fırsat verdiği kadar tanıyıp keşfedebilir. Böyle bir aile ortamından çıkan çocuk akranlarıyla bir araya geldiğinde pek çok açıdan geride kalacaktır. Bu çocuklar evde ailelerinin korumasına, okulda ise akranlarının veya öğretmenlerinin korumasına ihtiyaç duyacaktır. Ayrılık anksiyetesinin, okul fobisinin en yüksek yaşandığı grup korumacı ebeveyn tutumuyla yetişen gruptur.

Bu çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de sürekli korunup, kollanmaya ihtiyaç duyarlar. Anne veya babanın vefatı sonucu tek ebeveyn olarak çocuk yetiştiren kişilerde bu tutum görülebilmektedir. Zor veya geç çocuk sahibi olmak, mutsuz evliliği sürdürmek de bu tutuma neden olabilir. Ebeveynin aşırı kaygılı olması veya çocuğun geçmişte hayati risk içeren bir deneyiminin olması da bu tutumu doğurabilir.

Tutarsız, Kararsız Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

Tutarsız ebeveyn tutumlarında çocuk da kendi içerisinde bir tutarsızlık yaşar. Ebeveynin kimi zaman çok ilgili kimi zamansa tamamen ilgisiz tavırları bu karmaşayı doğurur. Çocuk ebeveyninin tutarsızlığını bir mantığa oturtmak ister. Hangi davranışının sonucunda ilgi görüyor ne yaptığında ilgiyi kaybediyor araştırır. Ancak ebeveynin bu belirsiz tutumunu açıklayacak mantıklı bir dayanak bulamaz.

Çocuk bir davranışında ödüllendirilirken başka bir zaman aynı davranıştan dolayı cezalandırılabilir veya eleştirilebilir. Bir konuda anne tamam derken, baba hayır diyebilir.  Böylece çocuk neyin doğru ve kabul edilebilir olduğunu öğrenemeden büyür. Bu tutarsız tutum çocuğun benlik gelişimini zedeler.

Kendi duygu, düşünce ve davranışlarında da zamanla tutarsızlıklar açığa çıkar. Örneğin; bir arkadaşıyla bir gün çok iyiyken, hiçbir sorun olmadığı halde başka bir gün ona kötü veya yokmuş gibi davranabilir. Bir gün çok neşeli ve mutluyken, bir gün tamamen içe kapanık ve ilgisiz olabilir. Bu çocuklar ailelerinin dikkatini çekebilmek için aşırı davranışlarda bulunabilirler. Ergenlikte riskli alışkanlıklara, arkadaşlıklara yönelebilirler.

Mükemmeliyetçi Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi

Mükemmeliyetçi ebeveynler çocuklarının her konuda veya iyi olmalarını istedikleri konularda en iyi olmasını isterler. Onlara göre çocuk yetiştirmek kitaba uygun gitmesi gereken bir işçiliktir. Programlanmış bir makine gibi çocukların her söylenileni ve bekleneni zamanında, eksiksiz yerine getirmesini isterler. Çocuklarını mevcut potansiyelinden daha yukarıda görür ve gerçekdışı beklentilere girerler. İşler planladıklarının dışında bir şekilde sürerse kontrollerini kaybedip aşırı tepki verebilirler.

Bu bireyler için kusursuzluk ve başarı son derece önemlidir. Erken yaşlardan itibaren kendi ihtiyaçlarını halledebilen, gelişim döneminin ilerisinde çocuklar yetiştirmek isterler. Çocuk için zorlayıcı olan ama kendileri için normal kabul ettikleri motivasyon teknikleri vardır. Her zaman daha iyisinin olabileceğine ve daha iyisinin yapılabileceğine inanırlar. Motivasyon unsuru olarak rekabeti kullanabilirler. Bu aileler çoğunlukla hatasız bir düzen içerisinde yaşar.

Her ihtimali değerlendirerek hareket ederler. Dolayısıyla çocuk yaşamında kolay kolay aksiliklerle karşılaşmaz. Bu da problemlerle başa çıkabilme mekanizmasının gelişmemesine neden olur. Çocuğun bugünden 5, 10, 15 yıl sonrası iyi planlanmıştır ve çocuğunda zamanı geldiğinde bu plana dahil olması beklenir.

Ebeveyn tutumları bebeklikten yetişkinliğe kadar uzanan süreçte bireyin karakter gelişimini, davranışlarını ve seçimlerini etkilemektedir. Bir çocuğun kişiliğine ve yaşamına sağlıklı yön verebilmesi için sağlıklı ebeveyn tutumuyla yetişmeye ihtiyacı vardır. Kimi zaman ebeveynlerin kendi çocukluk deneyimleri ve yetişme tarzı ebeveynlik rollerine yansıyabilmektedir.

Eşler arası problemler, istenmeyen evlilik veya gebelikler de ebeveyn tutumunu etkilemektedir. Ebeveynin psikolojik iyi halinin zedelenmiş olması, boşanma süreci, hastalıklar da tutumları etkilemektedir. Sebebi her ne olursa olsun her ebeveyn çocuğun sağlıklı gelişimi için bilinçli ve farkındalıklı olmalıdır.

Ebeveyn tutumlarıyla ilgili detaylı araştırma yapabilir, tutumunuzun çocuğunuz üzerinde olumsuz etkili olduğunu düşünüyorsanız destek alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.

Read More

Psikolojik ilk yardım (PİY) en az tıbbi ilk yardım bilgisi kadar önemli hale geldi. Her gün her yaştan birey travmatik olaylar yaşıyor veya bu olaylara seyirci oluyor. Farkında olduğumuz veya olmadığımız pek çok stres, korku ve kaygı içeren deneyimler yükleniyoruz. Doğal afetler, kazalar, saldırılar, taciz, tecavüz, kavga veya beklenmedik kayıplarla sonuçlanan pek çok deneyim.

Sevdiklerimizi kaybediyor, kayıp yaşayanlara şahitlik ediyor veya bizzat biz tehlikede olabiliyoruz. Uzun süredir mücadele içerisinde olduğumuz benzer bir süreç de covid-19 ve beraberinde hayatımıza giren pandemi. Pandemi sürecinde kayıplar verdik. Pek çok kişi sevdiklerinin hastalık süreçlerinde yanında olamadı, cenazelerine katılamadı. Yas sürecini sarılarak, temas kurarak paylaşamadık. Hastalar yalnız kaldı ve bu izolasyon tedavi süreçleriyle ilgili endişe yaşamalarına neden oldu.

Kimimiz hastalıktan korunmak için evde izole oldu. Sahada çalışmak zorunda olan pek çok kişi ise risk altında işini sürdürdü. Hastalanmak kadar hastalığı bulaştırmaktan da endişe duyduk ve duyuyoruz. Her gün basında, televizyonda ve sosyal medyada çıkan haberler de kaygılarımızın artarak sürmesine neden oluyor.

Psikolojik ilk yardımın nasıl yapılacağını bilmek ise pandemiden etkilenen her yaştan bireye psikolojik destek sağlıyor. Üstelik bu desteği vermek için sağlık çalışanı, doktor, psikolog, terapist olmak da gerekmiyor. Yeterli bilgiye sahip olan ve destek vermeye hazır olan herkes bu yardımı sunabilir. Peki Psikolojik ilk müdahale nedir? Hangi durumlarda verilir? Kimlere verilebilir ve destek verirken hangi teknikler uygulanabilir? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Pandemi ve olumsuz etkileriyle başa çıkmak üzere hazırladığımız diğer yazılarımıza da buradan ulaşabilirsiniz.

Psikolojik İlk Yardım Nedir ve Kimlere Verilebilir?

Travma mağdurlarına verilen ilk destektir. Destek doğru şekilde verildiğinde mağdurların travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) riski minimuma indirilir. Daha geniş tanımıyla Psikolojik ilk yardım; terör girişimleri, savaş, tecavüz, şiddet, afetler vb. sonucunda acı çeken ya da desteğe ve yardıma ihtiyaç duyan kişilere sunulan destekleyici ve insani yardımdır. Bu destek bizzat olayın mağduruna sunulabileceği gibi mağdurun yakınlarına da sunulabilir.

Travmatik olaylarda hizmet veren polislere, itfaiye ekiplerine, sağlık çalışanlarına, askere, kurtarma ekiplerine de destek verilebilir. Psikolojik destek olay yerinde direk olay sonrası verilebileceği gibi birkaç gün sonrasında da verilebilir. Burada önemli olan travmanın boyutu ve kişiyi ne denli etkilediğidir. Travma kişiye özeldir.

Herkes travmatik yaşantı karşısında aynı reaksiyonu vermez veya aynı oranda etkilenmez. Bu nedenle destek sunarken kişinin desteğe ihtiyaç duyup duymadığı ve destek isteyip istemediği de önemlidir. Psikolojik ilk yardım eğer olay yerinde verilecekse mutlaka kişinin olumsuz deneyim yaşadığı alandan uzaklaştırılması gerekir. Daha sessiz, sakin ve mahremiyetin sağlanacağı bir ortamın sağlanması gerekir.

Çoğunlukla ilk yardım için kaza yerinde izole bir alan, sağlık merkezi, hastane, sığınaklar, kamplar, okullar kullanılabilir. Destek alanı çoğunlukla etkilenen kitlenin büyüklüğüne ve olayın türüne göre farklılık gösterir.

Psikolojik İlk Yardım Hangi Durumlarda Kimlere Verilir?

Psikolojik destek verilirken öncelikle yardıma en çok ihtiyaç duyan kişiler tespit edilip verilmelidir. Örneğin karantina sürecinde travmatize olmuş olabilecek geniş bir örneklemimiz var. Her birine yetişme imkanımız bulunmuyor. Bu durumda bir öncelik belirlememiz gerekiyor. Bu önceliği belirlerken yakınını kaybedenlerden ve/veya testi pozitif olanlardan başlayabiliriz.

Özellikle kaosun hakim olduğu ve kişi sayısının da çok olduğu bir ortamda ihtiyaç sahiplerini tespit etmek zorlaşabilir. Bu durumda olaydan etkilenen kişilerde dikkat edilebilecek birtakım davranışlar yer almaktadır, bu davranışlara bakılabilir.  Ayrıca destek mutlaka yardımı kabul edenlere verilmelidir.

Olay yerinde yapılması gereken ilk şey tehlike veya risk devam ediyorsa kişiler güvenli bölgelere çekilmelidir. Örneğin bir patlama olduysa ve akabinde tetiklenebilecek bir patlama daha varsa olay yeri boşaltılmalıdır. Deprem bölgesinde yakın çevrede yıkılabilecek binalar varsa kişiler riskli yapılardan uzaklaştırılmalıdır. Pandemi sürecinde de kişi hastalık kapabileceği ortam ve kişilerden uzaklaştırılmalıdır.

Covid-19 salgınında kişiye destek sunarken maske ve mümkünse eldiven takılması gerekir. Kişinin tedirgin olmayacağı mesafeden göz kontağı kurulabilecek düzeyde durulmalıdır. Kişiyi bir yere oturtmak ve onun yakınına çömelip konuşmak gibi. Psikolojik ilk yardım sunarken güven vermek ve kişinin güvenliğini sağlamak ilk şarttır.

Peki psikolojik desteği ilk olarak kimlere vereceğiz;

  • Çocuklar (özellikle anne-babasından ayrı kalmış, anne-babasını kaybetmiş veya anne-babası yaralanmış)
  • Fiziksel olarak yaralanmış kişiler,
  • Fiziksel ve/veya fizyolojik rahatsızlığı olan kişiler (engelli bireyler, kalp, solunum hastalıkları olanlar, tansiyon hastaları gibi kronik hastalık sahibi kişiler)
  • Ruh sağlığı sorunları olan kişiler,
  • Hamileler,
  • Bebeği olan kadınlar,
  • Riskli yaşam deneyimleri olan, madde kullanan bireyler,
  • Travmatik olaya direk maruz kalmış veya doğrudan şahit olmuş kişiler,
  • Şok belirtileri gösteren kişiler,

Travmaya maruz kalınan süre ne kadar uzunsa kişinin etkilenme süresi ve düzeyi de o kadar uzayacaktır. Bir kişinin yaşadığı olaydan ne denli travmatize olduğunu tespit edebilmek için olayın tamamen bitmiş ve üzerinden en az 1 ay geçmiş olması gerekir. Bu nedenle içerisinde bulunduğumuz pandemi süreci bitmeden kişilerin ne derece travmatize olduğunu tespit etmek mümkün değildir.

Psikolojik İlk Yardım Uygularken Kullanılabilecek Teknikler

Travmadan etkilenen bireylere destek verirken ilk önce mağdurun seviyesine inip ona kendimizi tanıtıyoruz. “Şu an burada sizin için varım” duygusunu hissettiriyoruz. Ardından sakinleşmesini sağlıyoruz. Sakinleştirmek için aşağıda paylaşacağımız psikolojik dengeleme yöntemlerini kullanıyoruz. Ardından olayı mağdurdan olduğu gibi öğrenmeye çalışmalıyız. Bunu yaparken kişiyi rahatsız edecek şekilde sorgulamaktan, üstünlük taslamaktan kaçınıyoruz.

Mağdurun temel bir ihtiyacı/isteği varsa onu sağlıyoruz. Çünkü mağdurlar çoğunlukla psikolojik yardımı hemen kabul etmez. Önce size güvenmesi gerekir. Bu nedenle de diğer ihtiyaçlarıyla ilgili sizden yardım bekleyebilir. Örneğin pandemi sürecinde kişi sizden maske, kolonya isteyebilir. Veya yiyecek, su, sıcak içecek, telefon ve benzeri talep edebilir.

Eğer mağdurun tıbbi ihtiyacı varsa doktor desteğini, barınma, güvenlik ihtiyacı varsa bu ihtiyaçlarını karşılayacak yetkili birimlerin bilgisini sunuyoruz. Mağdurla konuşurken, onun seviyesine iniyor, anlayacağı şekilde konuşuyoruz.

Psikolojik ilk yardım desteği sunarken mağdura uygulanabilecek Psikolojik Dengeleme yöntemleri ise şöyledir;

Topraklama Tekniği

Kişiyi kendini güvende hissedeceği bir ortama alıp rahat edebileceği bir yere oturtuyoruz. Oturduktan sonra el ve ayaklarını bağlamasına müsaade etmeden gevşek ve serbest oturmasını istiyoruz. İki ayak yere basarken elleri dizin üzerinde veya gevşek iki yanda olabilir. Derin ve sakin nefesler almasını istiyoruz. Birkaç nefesin ardından çevresinde gördüğü 5 şeyi etrafını tarayıp bize söylemesini istiyoruz. Tekrar sakin ve derin nefes almasını istiyoruz.

Bu kez gözlerini kapatıp kendi bedenine odaklanmasını istiyoruz. Nefes almaya devam ettiriyoruz. Bedenini duyumsa ve şu an tenine değen şeyleri hisset diyoruz. Tenine değen kıyafeti, ayakkabısı, aksesuarları, takıları veya üzerinde oturduğu sandalye gibi. Bunları bize kendisinin söylemesini bekliyoruz.

Ardından yine gözleri kapalıyken çevresini dinlemesini istiyoruz. Duyduğu seslere yoğunlaşmasını ve bu seslerin neye ait olduğunu bulmasını istiyoruz. Bunu yapabilmemiz için mutlaka olay yerinden uzaklaşılması gerekiyor. Aksi halde çığlık, ağlama veya ambulans sesleri duygu durumunu tetikleyebilir.

Topraklama egzersizini kişi sakinleşene kadar devam ettiriyoruz. Çocuklarla çalışırken etrafta gördükleri renkleri de sorabiliriz. Bu egzersiz Psikolojik ilk yardım uygularken kişinin travmatik olaydan uzaklaşıp “şimdi ve burada”ya dönmesini sağlıyor.

Dikkat Dağıtma Tekniği

Bu yöntem çoğunlukla çocuklarda kullanılır. Çocuğun zihni travmatik olaydan uzaklaştırılıp dikkatini çekebilecek farklı bir şeyle meşgul edilir. Örneğin kardeşi, anne veya babası gibi çocuğun sevdiği birisi gözünün önünde ambulansa bindiriliyor. Çocuksa ne olduğunu anlayamıyor ve ambulansın ardından ağlıyor. Burada çocuğu sakinleştirmek için “kardeşin dondurma sever mi? Hadi gel ona bir dondurma alalım da dönünce yesin.” Demek dikkat dağıtma yöntemidir.

Fikir Sorma Tekniği

Fikir sorma tekniğinde kişinin mantık alanının yeniden aktive olması hedeflenir. Böylece kişinin yoğunlaştığı travmatik durumdan ve olumsuz duygulardan uzaklaşması sağlanır. Bunu sağlayabilmek içinse kişiye sorular sorulur. Bu sorularla bireyin zihni basit fikirler üretmesi için teşvik edilir.

“Su mu istersiniz yoksa çay mı?”, “Bir yakınınızı arayalım, telefonunuz yanınızda mı, benimkiyle arayalım mı?” bu sorular olabildiğince basit, kişiyi yormayacak sorular olmalıdır. Bu nedenle iki seçenekli sorular sormak daha avantajlıdır.

Eşgüdüm Tekniği

Bu psikolojik ilk yardım tekniğinde amaç mağdurla aynı ritmi yakalamaktır. Mağdurlar destek sırasında aşırı hızlı ve dağınık konuşabilir, hareket halinde olabilir. Veya tam tersi çok yavaş, sessiz ve donuk olabilir. Mağdurla aynı düzende konuşmanız zihindeki aynalama nöronlarını aktive edecektir. Bu da bir süre sonra karşılıklı aynı ritmi tutturmanızı sağlar.

Aynalamayı 3 dakika sürdürdükten sonra kişinin konuşmasını ihtiyaca göre hızlandırıyor veya yavaşlatıyoruz. Bunu yapabilmek için de kendi konuşma hızımızı ayarlıyoruz. Hızlı konuşuyorsa kademe kademe konuşmamızı yavaşlatıyoruz ve aynalama ile onun konuşması da bizimle birlikte yavaşlıyor.

Psikolojik İlk Yardım Uygularken Bilgi Toplama ve Durum Değerlendirme Süreci

Mağdurlara psikolojik dengeleme tekniklerini uygulayıp sakinleşmelerini sağladıktan sonra bilgi toplama ve durum değerlendirme aşamasına geçiyoruz. Bunu yaparken şu adımları uygulamalısınız;

  • Travma anında kişinin neler yaşadığını anlatabildiği ölçüde dinlemek. Bunu yaparken etiketleme, tanı koyma, varsayımda bulunma yapılmamalı. Kişi sadece dinlenmeli.
  • Aile bireylerini veya sevdiklerini kaybedip etmediğinin öğrenilmesi (bu olay sonucunda)
  • Travmaya bağlı sevdiklerinden ayrı kalıp kalmadığının tespiti.
  • Fiziksel rahatsızlık, ruhsal bozukluk veya ilaç gereksiniminin tespiti.
  • Travma sonrası maddi kayıp tespiti.
  • Varsa suçluluk ve utanç duygularının tespiti. “Yeterince iyi bakamadım, göz kulak olamadım” veya “benim yüzümden oldu, ben neden oldum.” Gibi. Suçluluk ve utanç duyguları intihar girişimlerini veya intihar düşüncesini tetikleyebilir. Coronada bulaştırma ihtimali ve/veya yeterli önlemin alınmamış olması bu tarz düşüncelerin gelişmesine neden olabilir.
  • Kendine veya başkalarına zarar verme düşüncelerinin tespiti.
  • Sosyal destek olanağının tespiti. (Bundan sonra onunla kim ilgilenebilir, maddi/manevi desteği veya kendine bakabilecek gücü var mı? Duygusal destek sağlayacak arkadaşları, ailesi, eşi vb. var mı?)
  • Geçmişte olası travmatik deneyimler varsa bunların tespiti.
  • Bağımlılık problemlerinin tespiti.

Psikolojik İlk Yardım Uygulayabilmenin Avantajları Nelerdir?

Travma mağdurları yaşanan olaydan fiziksel bir yara almamış veya bir kayıp vermemiş olabilirler. Travmatize olmak için fiziksel bir zararın veya kaybın ötesinde o olayı nasıl deneyimledikleri önemlidir. Dolayısıyla travma sonrası açığa çıkan duygu, düşünce ve tepkiler yıllar boyunca devam edebilir. Deprem mağduru bir kişi yıllar sonra dahi tüm binaları güvensiz bulabilir. Asansöre binmeye, yüksek apartmanlara girmeye korkabilir.

Boğulma tehlikesi atlatan biri bir daha denize, havuza girmek istemeyebilir. Aynı şekilde pandemi bittiğinde de pek çok birey sosyal alanlara, kapalı mekanlara girmek istemeyebilir. Fiziksel temastan korkabilirler. İşe dönmekte, yeni insanlarla tanışmakta, seyahat etmekte zorlanabilirler. Dolayısıyla pandemi bittikten sonra da pek çok bireyin sosyal yaşamı, kariyeri, eğitim hayatı ve psikolojik sağlığı olumsuz etkilenebilir.

Psikolojik ilk yardımın zamanında ve doğru şekilde verilmesi ise kişinin travma sonrası sürece adaptasyonunu kolaylaştırır.

 

Read More

Yas süreci her türlü kayıp ve yitim duygusunun yaşandığı döneme verilen isimdir. Dolayısıyla yas sadece sevdiğimiz birinin ölümü değildir. İşten ayrılmak, şehir/ülke değiştirmek, mezun olmak, evcil hayvanın kaybolması, sevdiğiniz bir eşyanın kaybı da yastır. Bir alışkanlığı bırakılması, terk edilme, boşanma, emeklilik, ebeveyn için çocukların evden ayrılması da yasa örnektir. Şu an içerisinde bulunduğumuz pandemi süreci de bir yastır.

Dolayısıyla yas farkında olduğumuz veya olmadığımız pek çok deneyim içerisinde yer almaktadır. Yas tutma şekli, süresi ve kişide bıraktığı etkisi kişiden kişiye ve kaybın önemine göre değişiklik gösterir. Bireysel farklılıklar kadar kültürel farklılıklar da görülebilir. Kayıp ardından yapılan çeşitli ritüeller, anma törenleri, mezarlık ziyaretleri bireyi, kaybın geri gelmeyeceğine yönelik hazırlar.

Yasa verilen tepki yaşa, gelişim dönemine, cinsiyete göre de farklılık gösterir. Küçük bir çocuğun yas süreci ile bir ergenin veya yetişkinin süreci aynı değildir. Dolayısıyla yas döneminde bireylerin verdiği tepkiler ve yası yaşama şekilleri yadırganmamalı, tanılama veya etiketleme yapılmamalıdır. Her bireyin yasın bazı evrelerinden geçer.

Kimi bu evreleri tamamlarken kimisi yas içerisinde takılıp kalır. Bu noktada da çoğunlukla psikolojik desteğe ve başa çıkma yollarını öğrenmeye ihtiyaç doğar. Özelliklede söz konusu çocuklar ve ergenler olduğunda yasla başa çıkmayı bilmek daha önemli hale gelir.  Çünkü yas tutan bir çocuğun veya ergenin davranışları, yasını yaşama şekli yetişkinden daha farklı olabilir.

Çocuk veya genç “o anlamaz” düşüncesiyle bu dönemde ihmal edilebilir. Ya da çocuğa veya ergene nasıl ulaşacaklarını bilmeyebilirler. Ölümü anlatmak, konuşmak ve sevdiğini kaybeden bir çocuğun/gencin yasını fark etmek yetişkin için zor olabilir. Yazımızın devamında Yasın aşamaları nelerdir? Çocuklara ölüm nasıl anlatılmalıdır? Çocuk ve Ergenlerde Yas süreci ile nasıl başa çıkılır? Ne zaman destek almak gerekir? detaylarıyla paylaşacağız.

Yas Süreci Sırasında Kişi Hangi Aşamalardan Geçer?

Kübler Ross yasın 5 aşaması olduğunu söylüyor. Çocuk, ergen ve yetişkinler de dahil olmak üzere herkes belli aşamalardan geçerek yas tutuyor. Aşamaların süresi ise kişiye, kaybın derecesine göre farklılaşıyor.

  • Şok ve İnkar evresi: Yas ve üzüntü karşısında verilen ilk tepkidir. Olup biteni anlamakta güçlük çekilir. Her söylenenle, her gelenle ağlanır. “Bu nasıl olabilir? O gitmiş olamaz! Bir daha göremeyecek miyim?” Gibi sorgulamalar vardır. Kabullenmenin mümkün olmadığı evredir. Öfke, sinirlilik veya donukluk, şok hali eşlik edebilir.
  • Kızgınlık: Kişi kendisine veya kaybettiği kişiye yönelik öfke duyar. “Beni nasıl bırakıp gittin!”, “Neden kemerini takmadın sanki!”, “o kadar sigara/alkol içme dedim, değdi mi!” gibi gidene kızgınlık. Veya “keşke daha erken gelebilseydim, keşke doktoru/ambulansı erken arasaydım, keşke yanında olsaydım. Keşke öyle demeseydim. Keşke onu ne kadar sevdiğimi söyleyebilseydim” gibi kişi kendine kızabilir. Çocuklar çoğunlukla kendilerini suçlarken, ergenler Tanrıyı veya diğerlerini suçlarlar.

  • Pazarlık: Bu aşamada kişi yaratıcıyla pazarlığa girer. “Bundan sonra derslerimi çalışacağım, çok uslu olacağım, yeter ki anneme bir şey olmasın!”, “Kurban keseceğim, fakirleri doyuracağım yeter ki çocuğum iyileşsin.”, Bir daha ağzıma alkol sürmeyeceğim yeter ki o huzur içinde yatsın, mekanı cennet olsun!” gibi.
  • Depresyon: Bu aşamada kişi artık gidenin gelmeyeceğini ve bu sonucun değişmeyeceğini kavrar. Çoğunlukla bu aşamaya depresyon veya kaygı bozukluğu eşlik eder.
  • Kabullenme: Bu aşamada ise kişi artık ölümü ve öleni kabullenmeye başlar. Ölen kişiyle ilgili tekrarlayan düşüncelerini zihninden uzaklaştırmaya çalışır. Kalan hayatı için bir anlam arayışına girerek sorumluluklarına döner veya yeni uğraşlar edinir.

Her bireyin geçirdiği tüm bu aşamalar oldukça sağlıklı, olağan ve normaldir. Ancak herkes yas sürecini bu kadar net geçirmeyebilir. Kimi zaman yas tutulmayabilir veya yas uzayabilir. Zamanında yaşanmayan ve sonradan tetiklenen yas süreçleriyle gecikmiş yaslar yaşanabilir. Yas zamanında ve yeterince tutulmadığında depresyon, intihar, kaygı bozukluğu gibi psikolojik sorunlarla karşılaşılabilmektedir.

Çocuklarda Yas Süreci

3 yaşa kadar çocuklar ölümü anlamakta zorlanıyor. Çocukların ölüme verdiği tepki daha çok yetişkinlerin tepkileriyle paralel ilerliyor. 3-4 yaşlarındaki bir çocuk ölüme yönelik bazı şeyleri kavramaya başlıyor. “Ölüler hareket edemez, yemek yiyemez” gibi. Ancak ölümün bir son olduğunu anlayamıyorlar.4-5 yaş çocukları ölüm karşısında duygusal tepkiler veriyorlar. Ancak ölümün kaçınılmaz, herkes için geçerli yani evrensel olduğunu kavrayamıyorlar.

5-8 yaşlarında çocukların farkındalığı artıyor. Ölümü yaşamın sonu olarak kabul ediyorlar. Geri dönülmez, kaçınılmaz ve evrensel olduğunu idrak ediyorlar. 8-10 yaş aralığında çocuklar ölüm ve ölümden sonraki yaşamın felsefi boyutlarıyla ilgilenmeye başlıyorlar. Özellikle ergenlikte ölüm ve ölümden sonrasına yönelik merak artıyor.

Çocuklara Ölüm Nasıl Anlatılmalıdır?

Çocuklar da ölümü anlayabilirler. Ancak çocuklara ölüm anlatılırken mutlaka çocuğun yaşı, içinde bulunduğu gelişim dönemi, bilişsel seviyesi, sosyal çevresi ve geçmiş deneyimleri dikkate alınmalıdır.

Çocuğa ölüm anlatılırken oyunlaştırma yapılabilir. Ölümü konu alan masal, hikaye veya animasyonlardan faydalanılabilir. Bir bitkinin yetişmesi, bir ağacın çiçek açıp yaprak dökmesi gibi insanların doğumu ve ölümü anlatılabilir. Çalışan bir oyuncak ile bozulmuş bir oyuncak üzerinden ölüm tasvir edilebilir.

Çocuklara Ölüm Ne Zaman Anlatılmalı?

Çocuklara ölümü anlatmanın doğru bir zamanı yok. Tıpkı tüm diğer soruları gibi bu da çocuğun sorduğu zamanda cevaplanmalı. Burada önemli olan ölümü anlatmanın zamanı değil anlatmanın şekli. Çocuğun yaşına, gelişimine ve deneyimlerine uygun şekilde anlatıldığı sürece ölümü çocukla paylaşmakta hiçbir sakınca yok. Aksine ölüm çocuğa doğru şekilde anlatıldığında yas süreci daha kolay tamamlanıyor.

Çocuğa ölüm anlatılırken çocuğun yanlış çıkarımlarda bulunmasına yol açacak cümleler kurulmamalıdır. “O uzun bir seyahate çıktı.”, Derin bir uykuya daldı.”, “Melek oldu, Allah sevdiği kullarını yanına erken alır.” Ve benzeri sözleri çoğunlukla çocukları rahatlatmak için söyleriz. Ancak bunlar çocuk tarafından yanlış yorumlanabilir. Gidenin geri döneceğini, bir gün uyanacağını düşünebilir.

Çocuk eğer istiyorsa cenaze merasimine katılabilir, mezarlığa gidebilir. Çocuk ölüm haberini mutlaka tanıdığı, sevdiği, güvendiği bir kişiden almalıdır. Psikolog eşliğinde söylemek doğru değildir. Çocuğa ölüm olabildiğince erken haber verilmeli, çocuğunda cenaze sürecine dahil olmasına imkan tanınmalıdır.

Çocuğun düzeni bozulmamalıdır. Yine kendi evinde uyuması, öğünlerini atlamadan yemesi, en kısa sürede okula dönmesi sağlanmalıdır. Çocuğun ölümle başa çıkabilmesi için ailenin de davranışları bu yönde olmalıdır. Aile bireyleri sorumluluklarına en kısa sürede dönmeli, yemekler beraber yenmelidir.

Çocuklarda yas süreci uzuyorsa, okul başarısı, sosyal ilişkileri, kişisel yaşamı olumsuz etkileniyorsa destek alınmalıdır. Çocuklarla yas çalışılırken aile danışmanlığı ve oyun terapisi yöntemleri etkili olmaktadır.

Ergenlerde Yas Süreci

Ergenlerde yas tutma, çocuğun veya yetişkininkisinden daha farklı olabilmektedir. Ergenler içerisinde bulundukları gelişim dönemi kaynaklı dış dünyaya daha kapalı olabilirler. Bu dönemde ergen ölüm nedeniyle birilerini veya tanrıyı suçlama eğiliminde olabilir. Sessizliğe bürünebilir veya yardım taleplerini sert bir dille reddedebilir. Anlaşılmadığını düşünüp, yalnız kalmak isteyebilir.

Ebeveynlerinden birini kaybetmişse yoğun gelecek kaygısı duyabilir. “Şimdi ne olacak? Nasıl geçineceğiz? Benimle kim ilgilenecek?” gibi. Okul başarısı düşebilir. Ergenlerde yas süreci daha sancılı olabilmektedir. Başkalarının kendisine acıdığını, herkesin kendisiyle ilgili konuştuğunu düşünebilir. Riskli davranışlara, öz kıyıma yönelebilir.

Ergenin bu süreçle başa çıkabilmesi için sağlıklı sosyal ve duygusal desteğe ihtiyacı vardır. Ancak bu desteğin yas tutarken verilebilmesi için daha önceden kurulmuş sağlam ilişki bağlarının olması gerekir. Ergenlerde de yas tamamlanmamışsa, okul başarısı düşüyor, ilişkiler zayıflıyorsa, gecikmiş yas söz konusuysa destek alınmalıdır.

Çocuk ve Ergenlerde Yas Süreci ile Nasıl Başa Çıkılır?

Ölüm ve yas ile başa çıkmak için toplumsal, kültürel ve bireysel başa çıkma yöntemleri var.  Herkesin başa çıkma ve yas tutma şekli kendine özgü. Ancak özellikle çocuk ve ergenlerde yas sürecinin daha sağlıklı geçirilebilmesi için aşağıdaki önerilerimizi deneyebilirsiniz.

Haber Verilmeli, Soruları Yaşına Uygun Şekilde Yanıtlanmalı

Yas tutan çocuk ve/veya ergene öncelikle mutlaka ölüm haberi gecikilmeden verilmelidir. Çocuk veya ergen sevdiğiyle vedalaşmak istiyorsa buna uygun koşullarda müsaade edilmelidir. Soruları varsa yaşına, gelişimine uygun şekilde cevap verilmelidir. Ölenin arkasından yapmak istediği bir ritüel, adak varsa yapmasına fırsat verilmelidir.

Bundan Sonra Ne Olacağına Yönelik Bilgi ve Güven Verilmeli

Çocuğa ve gence bundan sonraki süreçle ilgili bilgi verilmelidir. Bu süreçte yoğun gelecek kaygısı yaşayabilir ve sevdiği diğer kişileri kaybetmekten korkabilir. Kendisine bir şey olmasından da endişe duyabilir.

Böyle bir durumda mutlaka çocuk veya gence güven verilmelidir. “Şu an sağlıklısın, iyi durumdasın. İyi beslenir, tehlikelere karşı önlem alır ve dikkatli olursan önünde daha uzun bir hayat var.”, “Bundan sonra ben yanındayım ve birlikte yaşayacağız. Anneni/babanı (kaybettiği kişi kimse) özlediğinde onu düşünebilirsin. Resimlerine, videolarına bakabilirsin. Mezarlık ziyareti yapabilirsin. Ondan bahsedebilir, benimle, arkadaşlarınla onunla ilgili konuşabilirsin.”

En Kısa Sürede Rutine Geri Dönülmeli

Yas sürecinde çocuk veya gencin eski rutinine olabildiğince hızlı dönmesi ve sorumluluklarını yeniden üstlenmesi sağlanmalıdır. Vefatın ardından ilk bir iki gece düzen bozulsa da bunun daha fazla uzamasına fırsat verilmemelidir. Yine eskisi gibi evde sofra kurulmalı, kalan aile bireyleri bir arada yemek yemeli. Duş alma, öz bakım rutinleri yerine getirilmeli.

Çocuk eskisi gibi uyutulmalı, bir uyku rutini varsa yine uygulanmalı. Çocuk veya genç okula gidiyorsa mutlaka en kısa sürede okula dönmesi sağlanmalı. Çocuğun oyun oynamasına, gencin arkadaşlarıyla zaman geçirmesine fırsat verilmeli.

Roller Değişmemeli, Kimse Kimsenin Yerine Konmamalı

Evdeki kayıp kim olursa olsun kimse kimsenin yerine geçmemeli, kimseye ölenin görevleri yüklenmemeli. Annesini kaybeden bir genç kıza “Bu evin annesi artık sensin!” denilmemeli. “Kardeşi ölen bir çocuğa “artık bir tek sen varsın, onun yerine seni daha çok seveceğiz.” Denilmemeli. Bu çocuğun ve gencin üzerindeki yükü artırır. Herkes kendi, biricik rolünde kalmalı.

Ölen kişiye ait bir resim çocuk veya ergenin telefonuna, sık sık görebileceği bir yere konabilir. Ancak bu resim seçilirken kişinin her zaman göründüğü şekilde, doğal bir resmi olmalıdır. Yüzünün güldüğü, mutlu olduğu bir resim olmalı ve güncel bir resim olmalıdır.

Vesikalık resimler tercih edilmemelidir. Vesikalıklarda donuk, kişinin gerçeğini yansıtmayan bir ifade vardır. Bu tarz resimlerden kaçınılmalıdır. Ölenin eşyaları dağıtılacaksa da çocuk veya gencin kendi seçeceği birkaç manevi eşya bırakılmalıdır.

Yas Sürecinde Çocuk ve Gencin Güçlü Yönlerinden Destek Alınmalı

Herkesin zorluklarla başa çıkma yöntemleri vardır yasta bu zorluklardan biridir. Kimimiz yas sürecinde inançlarımızdan güç alırız. İbadet etmek, dua etmek, hayır işlemek bize daha iyi hissettirir. Kimimiz duygularımızı boşaltacak farklı kanallar ararız resim yapar, şiir yazar, ölenin ardından mektup yazarız. Kimimiz sosyal desteklerinden güç alır; arkadaşlarımızla dertleşir, onlarla zaman geçirir, benzer acılar yaşamış kişilerle konuşuruz.

Kimimiz araştırarak, bilgi toplayarak rahatlarız. Örneğin; kanser olduğunu ve az bir ömrü kaldığını öğrenen bir kişi kanserinin türünü, tedavi yöntemlerini araştırabilir. Ölüm ve sonrası için bilgi toplayabilir. Bu hastalıktan kaç kişinin öldüğünü, kaç kişinin kurtulduğunu akademik düzeyde araştırabilir.

Bir başkası ise hareket ederek yasını yaşayabilir. Yürüyüş, dans, meditasyon, yoga yapabilir. Dolayısıyla yas sürecinde çocuğa veya gence destek verirken onun rahatlama ve başa çıkma yöntemlerini bilinmelidir. Daha iyi hissetmesini sağlayacak yöntem bulunduğunda yasın tamamlanması kolaylaşacaktır. Yas danışmanlığı alınacaksa mutlaka kaybın ardından 40 gün geçmesi beklenmelidir.

Read More

Kanban tekniği zamanı organize etmekte, görev ve sorumluluklarını önceliklendirmekte zorluk yaşayan herkes için oldukça kullanışlıdır. Artan nüfus, kalabalıklaşan şehirler ve kaos sonucu zaman özellikle büyük şehirlerde daha kıymetli hale geldi. Teknolojinin gelişmesi hayatı kolaylaştırmaya hizmet ederken bir o kadarda dikkat dağıtıcı unsur halini aldı. Günümüzün büyük çoğunluğu trafikte işe, okula veya diğer sorumluluklarımıza ulaşmaya çalışırken geçiyor.

Önemli bir zamanımızı telefon, tablet, bilgisayar veya televizyonla harcıyoruz. Öğrenciler her yıl birbirinden önemli sınavlara büyük bir rekabet ortamında hazırlık yapıyor. İş hayatındaki rekabetse çok daha büyük. İş bulmak kadar mevcut konumunu korumak ve mümkünse terfi almak gerekiyor. Bütün bunlar bireylerin üzerindeki baskıyı artıyor.

İnsanlar çalışmak, üretmek veya öğrenmek kadar dinlenmeye ve deşarj olmaya da ihtiyaç duyuyor. Ancak bunun için yeterli zaman çoğunlukla bulunamıyor. 2020 yılında tüm dünyayı etkileyen Covid-19 salgını ile başlayan pandemi süreci de zaman yönetimini zorlaştırdı. Bir kısmımız işine eski düzeninde devam ederken önemli bir kısımda evden çalışıyor veya eğitim alıyor.

Her yaştan öğrenci için eğitim artık online sürdürülüyor. Dolayısıyla evlerimizin niteliği değişti. Evimiz hem konfor alanımız hem iş yerimiz, okulumuz, kreşimiz hem de ilgi ve beceri alanımız. Evde çalışıyor, okuyor, üretiyor, dinleniyor, gelişiyoruz. Her şeyi tek bir yerde yapıyor olmak yolda geçirdiğimiz zamanı bize kazandırsa da yeterli değil. Çünkü yolda geçen zamanın yerini evde yapılması gereken diğer işler aldı.

Kanban tekniği, ihtiyacımız olan fazla zamanı artırabilmek için mevcut iş ve sorumluluklarımızı planlama kolaylığı sağlıyor. Verimli zaman yönetimi tekniği olan Kanban, zaman baskısını azaltırken, stres ve kaygıyı da dengelememizi kolaylaştırıyor. Bu teknik aracılığıyla zihnimizde dağınık halde duran tüm yapılması gereken işleri kağıda döküyoruz. Böylece gözümüzde büyüyen işlerin hacmini, önemini ve ne kadar zamanımızı alacağını da görmüş oluyoruz.

Peki kanban methodu nedir? Nasıl Kullanılır? Avantajları nelerdir? Yazımızın devamında detaylarıyla bulabilirsiniz. Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Öneriler ve Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Kanban Tekniği Nedir?

Kanban methodu Japonların çalışma disiplinine ve kültürüne göre düzenlenmiş etkili bir zaman yönetimi methodudur. İlk olarak Toyota fabrikasında çalışan bir mühendis tarafından kullanılmıştır. Japoncada tahta/tabela anlamına gelen Kanban yönteminin iki temel prensibi var. Görselleştirmek ve sınırlandırmak. Görselleştirmek verilen görevi somut bir hale getirirken sınırlandırmak bu görevlerin yığılmasını engeller.

Tekniği kullanırken görsellerden faydalanıyor olmak sağ beynin, dili ve kelimeleri kullanıyor olmak ise sol beynin devrede olmasını sağlıyor. Dolayısıyla teknik her iki zeka alanına da hitap ediyor. Kanban tekniğinin bu özelliği herkes tarafından kullanılabilirliğini artırıyor.

Kanban Tekniği Nasıl Kullanılır?

Kanban tekniği dijital ortamda, bilgisayar programında, tahtada, panoda, duvarda, yerde veya kağıt üzerinde hazırlanabilir. Sadece bir kalem, kağıtla hazırlanabileceği gibi renkli kalemler, post itler ve görsellerle de desteklenebilir. Renklerin, post itlerin kullanımı daha dikkat çekici ve keyifli hale gelmesini destekleyecektir ancak şart değil. Bireysel olarak kullanılabileceği gibi ekip, takım, şirket, aile olarak da çıkarılabilir.

Kişisel, özel, sosyal, akademik veya mesleki yaşam için de kullanılabilir. İsterseniz tüm görev ve sorumluluklarınızı bir arada yazabilir ya da hepsi için ayrı kategorilerde çalışabilirsiniz. Evde yapılacaklar, okulda yapılacaklar, iş yeri, ilgi alanları, ödemeler, alınacaklar gibi. Tekniği öğrendiğinizde ve pratik kazandığınızda ihtiyacınıza göre çok daha çeşitli çalışmalar yapabilirsiniz.

Çalışmanız gereken konular, öğrenmek istedikleriniz, gezip görmek istediğiniz yerler veya tatmak istediğiniz lezzetler gibi. Görselleştirme kadar önemli bir diğer konu ise sınırlandırmak ve sınıflandırmaktır. Zihnimiz çoğunlukla yaptığımız, yapacağımız ve yapmakta olduğumuz işlerle meşgul. Bunları kategorize etmekte zorlanıyor ve çoğunlukla hiçbir işi bitiremediğimiz veya yol alamadığımız yanılgısına kapılıyoruz.

Bu da bize günümüzün oldukça verimsiz geçirdiğimizi ve bir arpa boyu yol alamadığımızı düşündürüyor. Kanban tekniği zihnimizde dağınık halde duran her şeyi bir düzene sokma imkanı sunuyor. Bu teknikle yaptıklarımızı, yapacaklarımızı ve yapmakta olduklarımızı kategorize edebiliyoruz. Böylece neyi bitirdik, neye başlamalıyız ve neyin ne kadarını yaptık somut şekilde görebiliyoruz.

Dolayısıyla bu teknik ile çalışırken işlerinizi “Yapacaklarım, Yapmakta olduklarım ve yaptıklarım” olarak sınıflamanız gerekiyor. Bu sınıflamayı yaparken ilgili başlıkları çalışma kağıdınıza veya alanınıza yan yana 3 sütun halinde yazmalısınız.

1.Yapacaklarım Sütunu

Yapacaklarım sütununa henüz yapmaya başlamadığınız ama yapmanız gereken işleri yazmalısınız. Buraya yapmanız gerekenler kadar yapmak istediklerinizi de yazabilirsiniz. Henüz planlamadığınız ama yapmayı hayal ettiğiniz, arzu ettiğiniz şeyler de olabilir. Tüm bu görev ve isteklerinizi buraya yazmanız artık onları yapmaya başlamanız için de motivasyon sağlayacak.

Ayrıca yapılacaklar listesini yazılı olarak listelemek veya görselleştirmek kişinin üzerindeki işleri daha net görmesine de yardımcı olur. Böylece zamanınızı gereksiz yere harcadığınız, gerekenden fazla oyalandığınız işlerinizi de tespit edebilirsiniz. Bunların hepsi önemliyse ve özellikle iş hayatınızla ilgiliyse ekibinizi genişletmeyi ve işleri diğerlerine dedike edebilirsiniz. Varsa ekip arkadaşlarınızdan destek isteyebilir, yöneticinizle de iş yoğunluğu üzerine konuşabilirsiniz.

Evde de aynı yöntemi kullanabilirsiniz. Üzerinizde fazla iş birikiyorsa ve yetiştiremiyorsanız yapılacaklar listenizin bir kısmını diğer aile bireylerine devredebilirsiniz.

Kanban tekniği kişinin işlerini bitirmek için motive olmasını, organize olmasını, zamanı verimli kullanmasını destekler. Aynı zamanda iş listesinin somutlaştırılması kişinin görevlerini yerine getirmesi için bir bağlayıcılık da sağlayacaktır. Üzerinizdeki işleri biliyor olmak başkalarının teklif ve ricalarına hayır diyebilmenizi kolaylaştırır. Ayrıca kanban methodu ile üzerinizdeki işleri hafife almaz, işleri erteleyip biriktirmezsiniz.

2.Yapmakta Olduklarım Sütunu

Yapmakta olduklarım sütununa yapacaklarım listesinden seçeceğiniz 3 işi yazmalısınız. Bu 3 iş aciliyete göre öncelik verilmiş veya doğrudan tercih edilmiş olabilir. Burada daha az veya daha fazla iş seçilmemesinin de motivasyonu destekleyen bir nedeni var. 3 işe öncelik verilerek kişinin üzerindeki zaman ve performans baskısının azalması amaçlanıyor.

Çünkü sınırlı zamanda mümkün olandan daha fazla işi üstlenmek zaman ve performans baskısını artırıyor. Daha fazla işin sırada beklediğini bilmek kişiyi işleri yarım bırakmaya ya da baştan savma yapmaya itebiliyor. Kalabalık bir listeden üç işe öncelik vermek ise daha kaliteli işler üretmek ve zaman baskısı yaşamamak için kolaylık tanıyor. Böylece Kanban tekniği ile erteleme davranışının da önüne geçilmiş oluyor.

3.Yaptıklarım Sütunu

Yaptıklarım sütunu ise kişinin yapıp bitirdiği işleri taşıdığı sütundur. Yapmakta olduklarım listesinde biten işler bu alandan silinip yaptıklarım alanına taşınır. Bu hem kişinin bitirdiği işleri görüp motive olmasını sağlar hem de psikolojik olarak kişiyi rahatlatır. Bu sütundaki işlerin artması bireyin üzerindeki işlerin azalmasını ifade eder.

Bu nedenle bu sütunu doldurabilmek birey için ulaşılması gereken bir hedef niteliği taşır. Yaptıklarım sütunundaki liste doldukça hissedilen tatmin de artacaktır.

Kanban Tekniğinin Avantajları

  • Kanban yöntemiyle işlerinizi zamanında tamamlamak ve bunun sonucunda artarak daha fazla iş üstlenmek motivasyonunuzu artırır.
  • İşlerinizi somutlaştırmanız üzerinizdeki işleri görmenizi, kendinizi iş planınıza göre organize etmenizi sağlar.
  • Bu sayede sorumluluklarınızı unutmaz, zamanlamayı kaçırmazsınız.
  • Kanban tekniği ile zaman baskısı yaşamaz, zaman baskısı sonucu açığa çıkan stres veya kaygıyı duymazsınız.
  • Kendinize, ilgi ve becerilerinize, sevdiklerinize daha fazla zaman yaratabilirsiniz.
  • Zihninizdeki karmaşadan kurtulur, rahatlarsınız.
  • Neleri, ne kadar sürede başarabildiğinizi görürsünüz.
  • Daha iyisini başarmak için motive olursunuz.
  • Erteleme davranışı bırakırsınız.
  • İşlerinizi, görev ve sorumluluklarınızı hafife almazsınız.
  • Ne yaptığınızı veya yapmanız gerektiğini bilmediğinizde diğerlerinin yardım taleplerine veya isteklerine hayır demek zor olabilir. Kanban yöntemi ile zaman ayıramayacağınız işler için “Hayır” diyebilir hale gelirsiniz.

Neleri ne kadar sürede yapabildiğinizi görmek kendinizle de bir rekabete girmenizi sağlar. Bugün bunu yapabildiysem yarın daha iyisini yapabilirim düşüncesini tetikler. Daha iyisini yapmak istemiyor veya ihtiyaç duymuyorsanız bile standardınızı korumak üzere sizi motive eder.

Kanban tekniği ve diğer zaman yönetimi önerilerimizden beklediğiniz performansı alamıyorsanız bir profesyonelden destek alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.

Read More

Ergenlikte yeme bozuklukları sıklıkla obezite, anoreksiya nevroza ve bulumiya nevrozadır. Ergenin yeme davranışı bilinçli şekilde takip edilmediğinde aile veya çevre tarafından yeme bozukluğu fark edilmeyebilir. Bu da tedavinin gecikmesine neden olabilmektedir. Erken teşhis için yeme davranışlarının hangilerinin bir yeme bozukluğu belirtisi olduğunu bilmek önemlidir.

Yeme bozukluklarının klinik başvuru sıklığı erkeklere oranla kadınlarda daha fazladır. Her yaş aralığında görülebilen yeme bozukluğu ile ergenlik çağında daha sık karşılaşılabilmektedir. Akran zorbalığı, toplumun ideal beden algısı, ince bir bedenin güzellikle bağdaştırılması yeme bozukluklarını tetiklemektedir. Sosyal medya, televizyon aracılığıyla da ideal beden mesajı vurgulanmaktadır. Bu da gençlerin zayıf olanın daha sevilebilir, güzel ve değerli olduğu yanılgısına kapılmalarına neden olmaktadır.

Aile içi ilişkiler, ebeveyn tutumları, karakteristik özellikler, çevre ve deneyimler de eklendiğinde bozukluk gelişebilmektedir. Yeme bozuklukları ergenin fizyolojik sağlığı kadar, psikolojisini, sosyal ilişkilerini ve akademik performansını da olumsuz etkilemektedir. Ergenlikte görülen yeme bozukluğu türleri nelerdir? Ergenlikte yeme bozuklukları neden gelişir? Aileler bu konuda ne yapabilir? Yazının devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları Kaça Ayrılır?

Yeme bozuklukları her yaşta görülebilir olsa da belirgin şekilde ergenlik yıllarında alışılmış bir davranış halini alır. Çünkü bu dönemde gencin odak noktası fiziksel imajı ve diğerlerinde bıraktığı izlenim üzerine kuruludur.

Genç başkaları tarafından beğenildiği sürece kendini beğenir. Ancak sevgi ihtiyacını yeterince tatmin edemeyen bireylerde aşırı yeme, yiyerek mutlu olma davranışları da sıkça görülür. Her şeyden önce beslenme fizyolojik bir ihtiyaçtır ve yemek yeme gereksinimi her birey için kaçınılmazdır. Yeme bozuklukları da ideal beden algısı ile fizyolojik beslenme ihtiyacı arasında kişinin yaşadığı stres sonucu gelişmektedir.

Ergenlikte yeme bozuklukları sıklıkla aşağıdaki 3 tipte görülmektedir;

Obezite

Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi vücutta sağlığı bozacak oranda aşırı yağ depolanması olarak tanımlamaktadır. Obezite günümüzde dünya genelinde etkili olan önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Obezite çocukluk hatta bebeklik yıllarından itibaren başlayabilmektedir. Çocukluğunda obezite sorunu olanların 1/3’ü, ergenliğinde sorun yaşayanların ise %80’i yetişkinlikte obeziteye yakalanmaktadır. Bu nedenle erken teşhis son derece önemlidir, obezite oranlarını düşürmek için mutlaka çocukluktan tedaviye başlanılmalıdır.

Özellikle bebeklikte ve erken çocukluk yıllarında başlayan obezite çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkilemektedir. Ergenlikte fiziksel, bilişsel etkilerinin yanı sıra ciddi düzeyde özgüveni, benlik saygısını, sosyal iletişimi tahrip etmektedir. Ergenlik döneminde obezitenin varlığı ve süresi gencin psikolojik iyi halini de etkilemektedir.

Ergenlikte yeme bozuklukları çoğunlukla genetik kökenli olup, çevrenin ve kişiliğin etkisiyle de gelişebilmektedir. Obezitede de genetik yatkınlık oranı oldukça yüksektir. Dolayısıyla obezite ile mücadele eden ergenlerin ebeveynleri obeziteyi sorun olarak kabul etmezse tedavi gecikebilmektedir. Ergenlikte gelişen veya ergenliğe kadar süregelen obezite gencin hareketlerini sınırlandırmaktadır.

  • Rahat ve hızlı hareket edememe,
  • Çabuk yorulma,
  • Nefes nefese kalma, solunum güçlüğü,
  • Çarpıntı,
  • Her mevsim kolayca terleme,
  • Sürekli acıkma,
  • Dikkati sürdürme ve konsantrasyon güçlüğü,
  • Ergenliğin erken/geç başlaması,
  • Tüylenmede artış,
  • Tansiyon,
  • Cilt sorunları,
  • Sindirim sorunları görülebilmektedir.

Ergen obezitenin fizyolojik zorluklarıyla mücadele içerisindeyken çevrenin de alay etme, lakap takma, dışlama gibi yaklaşımları olduğunda süreç iyice zorlaşmaktadır. Çoğu durumda ergen kilo vermeyi arzu eder, ancak ilk motivasyon kaybında öğünler daha sık ve büyük porsiyonlar olarak geri döner. Şok diyetler, ağır sporlar obezite ile mücadelede tehlikeli ve kısa süreli etkiye sahiptir.

Uzun vadede sağlıklı sonuçlar alabilmek için mutlaka beslenme uzmanı ile yol almak gerekmektedir. Bu süreçte motivasyonun korunması ve obezitenin altında yatan psikolojik etmenler varsa tedavi edilmesi için psikologla da görüşülmesi önerilir.

Obezite, özellikle ergenlik dönemin devam ediyorsa destek alınması oldukça önemlidir. Aksi halde akran zorbalığı, aile için olumsuz iletişim gibi diğer faktörler de eşlik ettiğinde depresyon ve intihar girişimlerine kadar gidebilmektedir.

Anoreksiya Nevroza

Ergenlikte yeme bozuklukları denildiğinde ilk akla gelen anoreksiya nevrozadır. Anoreksiya nevroza sıklıkla ergenlik döneminde başlangıç gösterir. Anoreksiya yetişkinlikte de devam edebilir veya genetik, çevresel, psikolojik nedenlerle başlayabilir. Çok az beslenme, saplantılı denebilecek şekilde kalori hesaplama, yoğun egzersiz bu hastalığın belirgin belirtileridir. Bozukluğun ortaya çıkmasında asıl etken kişinin beden algısının bozulmasıdır.

Anoreksik bireyler ayna karşısına geçtiklerinde kendilerini olduklarından daha kilolu ve yapılı görürler. Ailelerinin veya arkadaşlarının aksini söylemeleri onlara yetmez. Öğünlerini düşük kalorili ve küçük porsiyonlar halinde tüketirler. Birkaç lokmada doyduklarını hisseder ve yeterli olduğunu düşünürler. Kilo almak değil gram artışları dahi onlar için yoğun stres nedenidir. Müdahale etmek için besinlerini daha da azaltır ve daha ağır sporlar yaparlar.

Psikolojik bir rahatsızlık olmasına rağmen besin alımındaki yetersizlik sonucu bireylerde ciddi sağlık sorunları açığa çıkar. Sindirim sorunları, ciltte bozulmalar, kurumalar, renk değişimi, saçlarda dökülme, kalp sorunları, dikkati sürdürme ve odaklanma güçlüğü görülür. Depresyon, depresif duygu durum, anksiyete, agresyon da anoreksiya sonucu gelişebilmektedir. Kızlarda hormonal denge bozulur ve adet kanamaları kesilebilir.

Ergenlikte yeme bozuklukları içerisinde yer alan anoreksiya tedavi edilmediğinde ölümcül olabilmektedir. Bu beslenme bozukluğu uzun süre sürdürüldüğünde tüm organlar süreçten olumsuz şekilde etkilenecektir.

Bulumiya Nevroza

Bulumiya nevroza örtük belirtiler vermesi nedeniyle çoğunlukla aile ve çevre tarafından geç fark edilmektedir. Yine çoğunlukla ergenlik yıllarında başlayan ancak yetişkinlikte de devam edebilen bir bozukluktur.

Bulumia nevrozada kişi belli bir süre içerisinde normalden fazla olacak şekilde beslenir. Öğünlerini genelde tıkınırcasına yer ve aldığı yüksek kaloriyi dengelemek için tekrarlayıcı sağlıksız davranışlarda bulunur. Kendini kusturur (boğazına parmağını sokar), idrar söktürücü veya bağırsak boşaltımını hızlandırıcı ilaçlar kullanır. Uzun süre aç kalma ve ağır fiziksel egzersizler de görülebilir.

Ergenlikte yeme bozuklukları içerisinde yer alan bulumia tedavi edilmediğinde;

  • Kadınlarda adet düzensizliğine,
  • Kusmaya bağlı gelişen vücuttaki tuz, su, mineral dengesinin bozulmasına,
  • Kusmaya bağlı yemek borusunda meydana gelen tahribatlara (tahriş, yırtık gibi),
  • Mide delinmesi, kanaması gibi mide sorunlarına,
  • Ağız içi sağlığının bozulmasına, dişlerde sorunlara,
  • Kalp-ritm bozukluğuna yol açabilir.

Anoreksiya nevrozadan farkı bu bireylerin normal veya normalin üzerinde bir kiloda olmalarıdır. Dolayısıyla da dışarıdan bir bozukluk olduğu kolay kolay fark edilmez. Bu bireylerde tıkınırca yemek yeme atakları vardır, sıklıkla yedikleri karbonhidrat, şeker ve yağ ağırlıklı besinlerdir. Bu besinleri yedikten sonra yoğun pişmanlık ve suçluluk duyarlar.

Beslenme şekillerine veya vücut ağırlıklarına yönelik çevrenin eleştirileri bulumiyanın gelişmesini pekiştirir. Kişi hem sevdiği sağlıksız besinlerden hem de hayalini kurduğu vücut imajından vazgeçemez.  Tıkınma atakları çoğunlukla kaygı, stres, üzüntü durumlarında artış gösterir. Anoreksiyada olduğu gibi bulumiya da en sık kadınlarda görülmektedir. Anoreksiya kadar olmasa da ölümle sonuçlanma riski de bulunmaktadır. Bulumiya, anoreksiyaya oranla tedaviye daha fazla yanıt vermektedir.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları Neden ve Nasıl Gelişir?

Ergenlikte yeme bozuklukları genetik yatkınlık, çevresel ve psikolojik faktörler sonucu gelişebilmektedir. Ailede yeme bozukluğu öyküsü varsa risk artmaktadır. Özgüven eksikliği, düşük benlik saygısı, olumsuz beden algısı da bozukluk gelişimini tetiklemektedir. Baskıcı otoriter tutum ve aşırı korumacı ebeveyn tutumları da yeme bozuklukları üzerinde etkilidir. Hatalı ebeveyn tutumları ile yetişen bireyler aile içerisinde kendi duygu, düşünce ve fikirlerini paylaşamazlar.

Sorumluluk alamayan, sürekli kontrol altında tutulan gençler için beslenme şekillerini kontrol edebiliyor olmak iyi hissettirir. Depresif kişilikler, sosyal anksiyete yaşayanlar ve yaygın kaygı bozukluğu olanlar risk altında olabilir. Medyanın, sosyal iletişim kaynaklarının, modanın da zayıflıyı idealleştirmesi gençlerde yeme bozukluklarının gelişmesine neden olmaktadır. Cinsel istismar ve travmatik yaşantılar da yeme bozukluklarının gelişmesini tetikleyebilmektedir.

Streste yeme bozukluklarının gelişimini belirgin düzeyde etkilemektedir. Kimi bireyler stres altında porsiyonlarını çoğaltır ve yeme sıklığını artırır. Kimilerinde ise iştah kapanır ve yetersiz beslenme görülür. Burada önemli olan stresin gelişmesine neden olan duygu ve düşüncelerdir. Bu tarz davranışlar stres, kaygı, üzüntü sonucu neredeyse herkeste görülebilir.

Mükemmeliyetçi ve/veya takıntılı kişiliklerde de risk artmaktadır. Ancak ergenlikte yeme bozuklukları tanısı koyabilmek için bu davranışların sıklığına ve süresine bakılması gerekir. Tanı koyabilmek için kişinin son üç aydaki yeme davranışlarına bakılır. Belirtilerin en az haftada 1 olacak sıklıkta tekrar ediyor olması tanı için önemlidir.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları ve Ailelere Öneriler

Yeme bozukluklarının tedavisinde aile oldukça önemli bir role sahiptir. Erken teşhis ve tedavi için ailenin yeme bozuklukları konusunda bilgi sahibi olması oldukça önemli. Aile çocuğun beslenme şeklinden şüphe duyuyorsa mutlaka bir uzmana başvuru yapmalıdır.

Ergenlikte yeme bozuklukları ile başa çıkmak için çocukluktan itibaren özgüvene ve benlik gelişimine destek olunmalıdır. İdeal aile içi iletişim ve ebeveyn tutumu ile çocuk ve erkene ihtiyacı olan güven ortamı sağlanmalıdır.

Beslenme Ödül veya Ceza Aracı Olmamalıdır

Aile erken yaşlardan itibaren çocuğun beslenmesinde etkin rol oynamalı ve ideal beslenme düzeni hakkında bilgi edinmelidir. Çocuğun sağlıklı gelişimi için ne sıklıkta ne kadar, hangi besinleri alacağı aile tarafından takip edilmelidir. Erken yaşlardan itibaren bilinçli ve sağlıklı beslenen çocuklarda ergenlikte yeme bozukluklarının gelişmesi daha düşük olasılıktır.

Çocukluktan itibaren beslenme düzeni ödül veya cezadan bağımsız olmalıdır. “Yaramazlık yaptığın için akşam yemeği yemeyeceksin veya “bugün uslu durduğun için meyve yiyebilirsin” gibi. Beslenme koşullara bağlı olmamalıdır. Beslenme her canlının ihtiyacıdır ve besinler üzerinden disiplin sağlanmamalıdır. Ayrıca çocuk sağlıksız besinlerle de ödüllendirilmemelidir. Ödüllerin sağlıksız gıdalarla verilmesi çocuğun sağlıklı besinlere ön yargıyla yaklaşmasına neden olabilmektedir.

Aile Kendi Beslenme Davranışı ile Çocuk ve Ergene Rol Model Olmalıdır

Aileler, çocuklarına doğru beslenme konusunda kendi beslenme davranışlarıyla da rol model olmalıdır. Ana öğünlerin yanı sıra ara öğünlerin de olması özellikle tıkınırcasına yeme davranışının açığa çıkmasını önlemektedir. Mutlaka beslenme ihtiyacının belirlenmesi için bir beslenme uzmanından destek alınmalıdır.

Çocuk ve/veya ergenin beslenme ihtiyacı cinsiyete, yaşa, boya ve günlük aktivite miktarına göre farklılık gösterebilmektedir. Bu nedenle yeterli ve ideal beslenme menüsünün bir uzman tarafından hazırlanması çok daha sağlıklıdır.

Ergenlikte Yeme Bozukluklarının Teşhis ve Tedavisinde Mutlaka Uzmanlardan Destek Alınmalıdır

İç Hastalıkları uzmanı (dahiliye), beslenme uzmanı ve psikolog/psikiyatrist tedavi sürecinde iş birliği içerisinde çalışmalıdır. Fizyolojik tedavi ve beslenmenin yeniden düzenlenmesinin yanında gence mutlaka psikolojik destek de sağlanmalıdır. Ancak bu sayede bozukluğun gelişimini tetikleyen çevresel ve psikolojik alt nedenler çalışılabilir.

Tedavi sürecinde psikolojik desteğin ihmal edilmesi sıklıkla hastalığın yeniden nüksetmesine yol açmaktadır. Tedavi sürecinde uygulanacak psikoterapi ve psikoeğitim ile hastanın psikolojik ve fizyolojik iyi hali dengelenebilmektedir.

Ergenlikte yeme bozuklukları genetik yatkınlık sonucu gelişiyorsa ailenin fark etmesi zorlaşabilmektedir. Aile bireyleri birbirlerinde gördükleri bu bozukluğu normal kabul edebilir ve olumsuz etkilerini inkar edebilir. Eğer bozukluk aile içi sorunlar ve ebeveyn tutumları kaynaklı gelişiyorsa mutlaka aile danışmanlığı da alınmalıdır. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı? Yazımızdan da faydalanabilirsiniz. Detaylı bilgi ve psikolojik destek için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Zihin haritaları (mind mapping), 21. Yüzyılın en basit, pratik ve eğlenceli not alma tekniklerinden biridir. Bu teknik öğrencilik yıllarından başlayarak iş hayatında ve günlük yaşamda da efektif şekilde kullanılabilmektedir. Hem sağ hem sol beyin becerilerini bir arada kullandıran bir teknik olması ile her zeka tipinden kişiye hitap etmektedir.

21.yüzyılın öğrencileri ve genç yetişkinlerini kapsayan Z kuşağı için zihin haritalama tekniğinin pratikte kullanımı başarıyı desteklemektedir. Teknolojinin içine doğan z kuşağı için bu teknik dijital ortamda da kolaylıkla kullanılabilir. Üstelik sıklıkla dikkat dağınıklığı yaşayanlar için mind mapping başarılı bir odaklanma yetkinliği sağlamaktadır.

Kalem kağıt yerine dijital araçların daha yoğunlukla kullanıldığı günümüzde bu tekniğin hem klasik hem dijital araçlarla kullanılabilmesi büyük avantaj sunmaktadır. Gerek öğrencilikte ve öğretmenlikte gerek kurumsal iş hayatında zihin haritaları öğrenmeyi, öğretmeyi ve hatırlamayı kolaylaştırmaktadır. Yaratıcı sağ beyin ile sözel sol beyinin birlikteliğini sentezleyen bu teknik zaman yönetimi açısından da büyük avantaj sağlamaktadır.

Bu yazımızda son zamanlarda kullanım sıklığı ve alanı artan zihin haritalama nedir? Hangi amaçlarla kullanılabilir? Nasıl kullanılır ve Avantajları nelerdir? Detaylarıyla paylaşacağız. Zaman Baskısı Yaşamamak İçin ÖnerilerDikkat Egzersizleri ile Verimli Ders Çalışma ve Akademik Başarı İçin Teknoloji Nasıl Daha Verimli Kullanılabilir yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Zihin Haritalarının Mantığı Nedir?

1969 yılında Klinik Psikolog Tony Buzon tarafından geliştirilen bu teknik aslında çok daha eski tarihlerde ünlü isimler tarafından da kullanılmıştır. Leonardo Da Vinci, Sir Isaac Newton, Politikacı Cassiodorus, Charles Darwin, Walt Disney bu isimlerden bazılarıdır. Beynimizin sol yarım küresi mantık, sayılar, doğrusal düşünce, analiz ve dili kontrol etmeye yarar. Sağ yarım küre ise yaratıcı ve sanatsal becerilerin olduğu beyindir.

Zihin haritalama tekniği ile sağ ve sol yarım küre işbirliği içerisinde çalışır. Tekniğin amacı en hızlı şekilde bir bilginin ya da fikrin akılda kalıcı, hatırlanır ve anlaşılır şekilde not edilebilmesidir. Bu yöntemle öğrenilen bilgiler daha kolay kodlanır, daha etkin kullanılır ve detaylarıyla beraber kolayca hatırlanır. Özellikle günümüzün yoğun, koşturmalı akışı içerisinde ihtiyaca hizmet eden bir teknik olarak kullanılabilmektedir.

Uzun okumalar yapamayan, kolayca dikkati dağalan, odaklanmakta zorlanan kişiler için avantajlıdır. Hepimizin aklına gelen yaratıcı fikirleri vardır. Ancak pek çoğumuzun bu fikirleri not etmeyi atlar ve kısa sürede de unuturuz. Zihin haritaları ise bize kısa sürede fikirlerimizi en yaratıcı şekilde somuta dökme fırsatı sunmaktadır. Üstelik haritamızdaki yollar bir ağacın dalları veya beynin yolakları gibi ayrışır.

Ortaya zihnimizde toparlamakta zorlandığımız bilgilerin veya fikirlerin gerçek bir haritası çıkar. Bu haritayı istediğiniz gibi renklendirebilir, görselleştirebilirsiniz. Renkleri, görselleri kendi içerisinde anlamlandırabilir, yüklediğiniz her anlama göre bilgileri zihninizde kodlayabilirsiniz. Kullanmaya başladığınızda kısa sürede alışkanlık haline gelecek bu yöntemle öğrenmeniz, öğrendiklerinizi ise geliştirmeniz çok daha kolay olacak.

Araştırmalar bu teknikle öğrenmenin düz yazı veya listeleme yöntemine göre %80 daha kalıcı olduğunu göstermektedir.

Zihin Haritaları Hangi Amaçlarla Kullanılabilir?

Ülkemizde eğitim sisteminin gelişimi için çalışmalar yapılıyor olsa da ağırlıklı eğitim methodu hala ezbere dayalıdır. Ezberin baskın olduğu eğitim yönteminden bağımsız öğrenciler her yıl önemli sınavlara hazırlanmaktadır. Geleceklerini ve kariyerlerini belirleyecek olan bu sınavlar yılda bir kez olması nedeniyle oldukça önemlidir.

Büyük emeklerle sınavlara hazırlık yapan öğrenciler için öğrendikleri bilgileri sınav sonucuna yansıtmak kolay değildir. Bunun en büyük nedeni de ezberin kısa süreli, geçici bir öğrenme şekli olmasıdır. Öğrenmenin kalıcı olabilmesi için bilgilerin kendi içerisinde sentezlenebilir, ilişkilendirilebilir olması gerekir. Zihin haritaları da bize bunu sağlamaktadır.

Listeleme veya düz yazı yöntemiyle yapılan çalışmalar öğrencilerin kitaplar dolusu bilgiyi sayfalar dolusu nota dökmesine neden olur. Bu sayfalardaki bilgileri ise akılda tutmak kolay değildir. Bilgilerin üzerine yeni bilgiler eklendikçe hatırlamak daha da zorlaşır. Dolayısıyla eski bilgiler unutulur, yenileri akılda kalır. Zihin haritalama ise bize eski bilgilerle yenilerini ilişkilendirme fırsatı sunar.

Sayfalar dolusu bilgiyi tek bir sayfaya çizilecek zihin haritası ile geniş perspektifte görme olanağı sağlar. Özetle zihin haritası kullanmak öğrencilerde şu avantajları sağlamaktadır;

  • Etkin not tutma becerisi sağlar,
  • Öğrenmeyi eğlenceli hale getirir, dolayısıyla öğrenmeyi ve çalışmayı sevdirir,
  • Zaman yönetimi kolaylaşır,
  • Zihinde birbiriyle ilişkisiz görünen bilgiler daha anlamlı hale getirilir,
  • Daha anlamlı ve akılda kalıcı şekilde bilgiler özetlenir,
  • Yaratıcılığı destekler,
  • Zihinde dağınık halde duran bilgiler ve fikirler kendi içerisinde organize olur veya ilişkilendirilir,
  • Farklı fikirlerin açığa çıkmasını ve üretkenliği destekler,
  • Problem çözme becerilerini geliştirir,
  • Ezberci çalışma mantığının yerini kalıcı öğrenme alır,
  • Unutma olasılığını azaltır, tek bir haritadan geniş bilgiye erişebilmek alt detayların gözden kaçırılmasının önüne geçer,
  • Hatırlamayı kolaylaştırır,
  • Odaklanmayı ve dikkati sürdürmeyi kolaylaştırır.

Zihin haritalarını bir anlamda arama motorları gibi düşünebilirsiniz. Anahtar kelimeler ve görsellerle çok daha geniş bir bilgi ağına erişmenizi sağlar. Bu haritalama yöntemiyle sadece öğrenme sürecinizi değil problem çözme becerilerinizi de geliştirirsiniz. Ayrıca bir fikrin veya bir girişimin avantaj ve dezavantajlarını da görmenizi kolaylaştırır.

Zihin Haritaları Nasıl Hazırlanır?

Zihin haritanızı bir kağıt ve renkli kalemler aracılığı ile çıkarabileceğiniz gibi dijital araçlarla da tasarlayabilirsiniz. Haritanızı çıkarırken öncelikle merkeze ana fikrinizi, konuyu veya bilgiyi koymanız gerekiyor. Merkezinizi belirledikten sonra gitmek istediğiniz güzergahları çıkarmanız gerekecek. Bu güzergahlar ana fikrinizle bağlantılı olan anahtar fikirlerinizi temsil edecek. Bu güzergahlardan ayrılan tali yollar ise ikincil önceliğe ve öneme sahip fikirlerinizi içerecek.

Haritanızı çıkarırken bol renk, desen, sembol, şekil, resim veya anahtar kelime kullanabilirsiniz. Üstelik hazırladığınız zihin haritaları tamamen size ait olacak yani sizin dışınızda okunabilirliği kolay olmayacak. Bu da fikirlerinizin size özel kalmasını istiyorsanız mahremiyet gereksiniminizi karşılayacak.

Şimdi bir örnek yapalım; ana fikriniz bir meyve olsun. Ana fikrinizi merkeze yazdığınızda aklınıza meyveyle ilişkili çağrışımlar gelecek. Şimdi birincil önceliği olan fikirlerinizi anahtar kelimeler veya semboller olarak belirleyin. Şimdi bu anahtar kelimeleri ana merkezden ayrılan yollar çizerek yazın. Şimdi bu ana yolları da kendi içerisinde yollara ayırın ve aklınıza gelen ikincil fikirleri yazın.

Bu sırada ana fikrinizle ilgili aklınıza gelen ilişkilendirilebilir farklı fikirler varsa onları da görseller ve sembollerle haritanızın ilgili alanlarına işleyin. Bu haliyle örümcek ağını andıran bir haritanız oluşmuş olmalı. Şimdi bu haritayı daha akılda kalıcı hale getirmek için kişiselleştirin. Kağıt kalem kullanmak istemiyorsanız dijital zihin haritalama programları da kullanabilirsiniz

Zihin Haritalarını Farklı Neler için Kullanabilirsiniz?

  • Kişisel veya mesleki (günlük/haftalık/aylık) planlamalar yaparken,
  • Ders çalışırken veya sınavlara hazırlanırken not alma, konu özeti çıkarma amacıyla,
  • Problemler için alternatif çözüm ararken kullanılabilir. Zihin haritaları bütünü görmeyi kolaylaştırdığı için yapıcı problem çözme becerilerini de destekler.
  • Kitap, makale, konu özeti yaparken,
  • Araştırma yaparken,
  • Yeni fikirler üretirken,
  • Ders, konu anlatırken veya sunum yaparken,
  • Bir fikri, projeyi anlatırken kullanabilirsiniz.

Zihin haritalama sadece öğrencilikte değil kurumsal iş hayatında da her kademeden çalışan kullanabilir. Tempolu iş hayatı içerisinde günümüzün büyük bölümü telefon görüşmeler, toplantılar ve yazışmalarla geçiyor. Sık sık bilgi ve fikir alışverişi yapıyoruz ancak bunları etkin şekilde not etmek çoğu zaman kolay olmuyor.

Not almayı ötelediğimizde veya toplantı sonuna bıraktığımızda ise çoğu bilgi unutuluyor veya birbirine karışıyor. Zihin haritalama bu yönüyle iş hayatındaki yükümüzü de hafifletiyor. Farklı proje ve konular arasında bağ kurmamızı, etkin not almamızı, geniş perspektifte değerlendirme yapmamızı sağlıyor. Dilenirse haritalar bireysel değil ekip olarak da çıkarılabiliyor. Böylece hem beyin fırtınası yapılmış oluyor hem de ekip ruhu destekleniyor.

Siz de öğrenme veriminizi ve performansınızı artırmak istiyorsanız zihin haritaları tekniğini kullanabilirsiniz. Bu tekniğin yanı sıra kariyer danışmanlığı da alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.

Read More

Arkadaşlık kuramayan çocuklar arkadaşlık ilişkisinin çocuğun sosyal, duygusal ve psikolojik gelişimine olan katkılarından mahrum kalıyorlar. Her ne kadar çocuğun ilk arkadaşı ailesi olsa da arkadaş 3-4 yaş itibariyle çocuk için önemli bir değer haline gelir. Arkadaşlar, tıpkı aile gibi erken çocukluk yıllarından itibaren çocuğun gelişiminde önemli rol oynuyor.

Doğru arkadaşlarla birlikte olmak gelişimi olumlu yönde etkilerken, yanlış arkadaşlıklar da olumsuz etkiliyor. Arkadaşın doğru seçimi kadar, arkadaşlık ilişkisini kurabilmek de önemli. Çocuğun sosyal becerilerinin gelişmesi, uyum ve iş birliğine açık olması arkadaş edinimini kolaylaştırıyor. Arkadaş edinemeyen çocuklar ise önemli bir gelişim desteğinden mahrum kalıyor, duygusal olarak da zedeleniyorlar.

Günümüz koşullarında şehir yaşamı çocukların doğal yolla sosyalleşebilmesine imkan tanımıyor. Çocuklar arkadaş edinebilmek için okullara, kurslara ihtiyaç duyuyor. Kimi çocuklar ise aile gözetiminde parklarda, sosyal etkileşim alanlarında sosyalleşiyor. Bir kardeşin olmayışı, ebeveynlerin çalışıp çocukla yetersiz vakit geçirmesi, sosyal paylaşım alanlarına erişimin zor olması çocukların arkadaşlık kurmasını zorlaştırıyor.

Peki arkadaş edinmek çocuk için neden önemli ve arkadaşlık çocuğun gelişimini nasıl destekliyor? Arkadaşlık kuramayan çocuklar bu yoksunluktan nasıl etkileniyor? Aileler Çocukların arkadaş ilişkilerine nasıl destek olabilir?

Çocuğun Gelişimi İçin Arkadaşlık Neden Önemli?

Çocuğun dünyasında ilk iki yıl en önemli sosyal kaynak anne ve diğer aile bireyleri. 2 yaştan sonra ise dil gelişimiyle birlikte çocuğun sosyal iletişim ağı genişlemeye başlıyor. 3-4 yaş itibariyle çocuğun akranlarıyla zaman geçirme ihtiyacı artıyor. Çocuk arkadaşı aracılığıyla daha kolay öğreniyor. Çocuk arkadaş aracılığıyla sosyal becerilerini geliştiriyor, iletişime geçiyor.

Çocuk arkadaşlarıyla olan paylaşımları içerisinde empati kurmayı öğreniyor, başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı duymayı öğreniyor. Sırasını beklemeyi, paylaşmayı, kurallara uymayı öğreniyor. Çocuk arkadaş aracılığıyla benmerkezci olmaktan uzaklaşıp sosyal bir varlık haline geliyor. Kendinden başka ve farklı olarak ötekilerin de olduğunun bilincine varıyor.

Arkadaş çocuğa ayna tutuyor; çocuk arkadaşı üzerinden kendi güçlü ve zayıf yönlerini de keşfediyor. Çocuğun özgüveni ve benlik değeri gelişiyor.

Arkadaşlık kuramayan çocukların aksine başa çıkmakta zorlandığı duygu ve düşünceler karşısında yalnız olmadığını tecrübe ediyor. Böylece bir gruba ait olduğunun farkına varıyor ve aidiyet bilinci gelişiyor. Ayrıca arkadaş çocuk için rol model niteliği de taşıyor. Çocuk arkadaşının onay alan davranışlarını model alıyor, ailenin pek çok yol deneyip edindiremediği davranış kazanımları arkadaş yoluyla ediniliyor.

Çocuk sevmediği bir yemeği, arkadaşlarıylayken gruba uyum sağlamak için yiyor. Odasını toplamayan bir çocuk arkadaşının odasını topladığını görünce kendi odasını da toplamaya başlıyor. Dolayısıyla çocuk arkadaş aracılığıyla sadece oyun oynamıyor, oynarken eğleniyor, eğlenirken öğreniyor. Çocuk kelime hazinesi, hayal dünyası, yaratıcılığı arkadaş yoluyla daha güzel gelişiyor.

Erken yaştan itibaren arkadaşlık ilişkileri kurabilen çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de çok daha girişken ve sosyal oluyorlar. Özgüven ve benlik saygısı gelişiyor.

Takımın parçası olabilen, iletişimi ve sosyal yönü güçlü bireyler kariyerlerinde de daha başarılı oluyor. Sosyal becerisi yüksek olan ama sosyalleşme imkanı olmayan çocuklarda 2-6 yaş aralığında hayali arkadaş da sıkça görülüyor. Bu konuda bilgi edinmek için Çocuklarda Hayali Arkadaş Dönemi ve Ailelere Öneriler yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Arkadaşlık Kuramayan Çocuklar Nasıl Etkileniyor?

Çocuğun kişilik gelişiminde 3-4 yaşa kadar ailenin etkisi büyük. Ancak 4 yaş sonrası arkadaşların ve çevrenin karaktere etkisi başlıyor. Özellikle ergenlik döneminde genç aileden çok arkadaşların etkisi altına giriyor. Bu da arkadaş edinebilmek kadar doğru arkadaşlıklar kurabilmenin de önemini artırıyor.

Arkadaşlık geliştiremeyen çocuklar özellikle sosyal becerilerin ön plana çıktığı okul ortamında güçlük yaşıyorlar. Aynı zamanda erken yaşlarda sosyal girişimde zorluk yaşayan çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte daha fazla zorlanıyor. Bu çocuklar paylaşmayı, gruba uymayı, empati kurmayı daha geç öğreniyor. Daha alıngan, özgüvensiz, geri planda kalan veya aşırı benmerkezci çocuklar olabiliyorlar. Aidiyet duyguları da gelişmiyor. İletişimi başlatmakta ve sürdürmekte zorlanabiliyorlar.

Erken yaşlardan itibaren arkadaşlık kuramayan çocuklar ilerleyen yaşlarda doğru kişilerle arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşıyorlar. Sosyal becerileri gelişmiş, etkin iletişim kurabilen çocuklar arkadaş seçimlerinde çoğunlukla kendilerine benzer kişileri tercih ediyorlar. Arkadaş seçimlerinde benzer istek ve fikirlere sahip oldukları, benzer kültür ve yaşantılardan gelen kişilere yöneliyorlar. Çocuklukta arkadaş seçimi de sıklıkla aynı cinsiyetten akranlarla kuruluyor.

Arkadaşlık kurmakta zorluk yaşayan çocuklar hatalı seçimler yapıyor, kısa süreli arkadaşlıklar edinip hayal kırıklığı yaşayabiliyor. Kimi durumlarda ise arkadaşlıkları bağımlılık boyutunda olabiliyor ve kendilerini bir kişiye adayabiliyorlar. Bir diğer durumda ise zarar görme, terk edilme veya istenmeme korkuları nedeniyle yakınlık kurmak istemeyebiliyorlar.

Tüm bunlar değerlendirildiğinde yaşamın ilk yılında ebeveyn ile kurulan bağın sosyal gelişimi etkilediği görülüyor. Güvenli Bağlanma ve Kariyere Etkisi yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Yapılan çalışmalar da arkadaş edinemeyen çocukların yaşamın ilk yıllarında ebeveynleriyle güvenli bağlanamadıklarını gösteriyor. Bu çocuklar daha içe kapanık, güvensiz ve/veya öfkeli, saldırgan, pasif agresif davranışlar sergileyebilir. Üstelik bu çocuklar diğerlerine oranla dil gelişimi noktasında da zorlanmaktadır. Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi ve Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Arkadaşlık Kuramayan Çocukların Sosyal Becerilerinin Yanı sıra Okul Başarısı ve Kariyer Gelişimi de Olumsuz Etkileniyor

Arkadaş edinmekte zorluk yaşayan çocukların sosyal etkileşim eksikliği sonucunda okula ilgileri azalıyor. Okuldaki arkadaş gruplarına dahil olamayan, vaktini çoğunlukla yalnız geçirmek durumunda kalan çocuklar okula gitmek istemiyor. Bu çocuklarda zamanla okul fobisi ve/veya sosyal anksiyete gelişebiliyor.

Çocuk akranları arasında performans göstermekten çekiniyor, diğerlerinin kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmeleri olabileceğine yönelik inanç geliştiriyor. Bu olumsuz düşünce biçimi zamanla çocuğun sosyal girişimlerinin daha da azalmasına ve diğerlerinin iletişim adımlarının da karşılıksız kalmasına neden olabiliyor. Arkadaşlık kuramayan çocuklar, okulda potansiyellerinin altında performans sergileyebiliyor. Sınav kaygısı, motivasyon düşüklüğü de bu çocuklarda sıklıkla gelişiyor.

Okul Fobisi ve Ailelere Öneriler ve Sosyal Anksiyete Okul Başarısını Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Arkadaşlık Kuramayan Çocuklar İçin Aileler Çocuğa Nasıl Destek Olmalılar?

Aile çocuğun bilişsel, fiziksek, duygusal gelişimi kadar sosyal gelişiminde de önemli etkiye sahip. Çocuk ailesinin iletişim şeklini gözlemleyerek ve kendi iletişim girişimlerine ailenin verdiği yanıtları değerlendirerek iletişimi öğreniyor. Çocuk ailenin sosyal ilişkilerini gözlemliyor, beden dilini, etkileşimini irdeliyor ve model alıyor. Dolayısıyla çocuğun sosyal becerileri ve arkadaşlık ilişkileri çoğunlukla aileyle benzerlik taşıyor.

Doğru model olmanın yanı sıra çocuğun gelişiminde de ailenin doğru tutumları sergilemesi gerekiyor. En başta çocuğa duygu ve düşüncelerini paylaşabileceği, güvene dayalı bir iletişim ortamının kurulması gerekiyor. Çocuğa ceza vermek yerine hatalarından ders çıkarmasını öğretmek de özgüven ve benlik saygısının gelişmesini destekliyor.

Aşırı korumacı veya ihmalkar tutumlar da çocuğun sosyal beceri edinimini olumsuz etkiliyor. Helikopter Ebeveynler Akademik Başarıyı Düşürüyor! Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuğa ev içerisinde sorumluluk verilmesi, çocuğun yaşıyla uygun olacak şekilde kendi kararlarını vermeye özendirilmesi gerekiyor. Bunların dışında mutlaka çocuğun ilgi ve beceri alanlarının keşfedilmesi gerekiyor. İlgi ve beceri alanları doğru şekilde belirlenip, bu alanlarda faal olmaya yönlendirilen çocuklar daha kolay arkadaşlık geliştiriyor.

Özellikle arkadaşlık kuramayan çocuklar ve yalnız büyüyen çocuklar sosyal becerilerini geliştirebilmeleri için okul öncesi eğitime başlatılmalı. Haftanın birkaç günü birkaç saat katılabilecekleri oyun grupları veya atölyeler de sosyal becerilerini geliştirecektir.

Ailenin çocukla etkin zaman geçirmesi de çocuğun sosyal becerilerine katkı sağlamaktadır. Bu konuda Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazımızdan faydalanabilirsiniz.

6-7 yaş itibariyle çocuklar daha sık ve uzun süreli iletişim kuracakları arkadaşlıklar kurarlar ve bu arkadaşlığa çok önem verirler. 6 yaştan itibaren siz de çocuğunuzun arkadaşlarıyla tanışabilir, onlarla zaman geçirebilirsiniz. Çocuklarınızın arkadaş ilişkilerine önem vermeniz ve arkadaşlıklarıyla ilgilenmeniz ilerleyen yaşlarda çocuğunuzla olan iletişiminizi olumlu etkileyecektir.

Onlar hakkında sorular sorabilir, tanımaya çalışabilirsiniz. Burada önemli olan çocuğunuz kaç yaşında olursa olsun onu objektif dinleyebilmenizdir. İletişiminize önyargılarınız ve müdahaleleriniz dahil olduğunda çocuğunuz büyüdükçe arkadaşlarıyla ilgili konularda sizinle olan iletişimini sınırlandıracaktır.

Arkadaşlık Kuramayan Çocukların Sosyal Becerileri ve Kariyer Gelişimleri için Profesyonel Destekten Faydalanılabilir

Aba psikoloji uzman kadrosu ile çocukluk çağı problemlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Arkadaşlık kuramayan çocuklar da çalıştığımız konular arasında yer almaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Çocukluk korkuları gelişimsel ve dönemsel olarak farklı şekillerde görülebilir. Çocukluk çağında görülen korkular çoğunlukla bilinmezlik karşısında gelişir. Çocuk bilmediği şeylerden korkar ve kendini sakınır, korumaya çalışır veya başkaları tarafından korunmak ister. Bebeklik döneminde ani sıçramalar, ağlamalar yaygınken, çocukluk döneminde karanlıktan, yalnız kalmaktan, hayvanlardan korkma görülebilir.

Odada yalnız kalmak veya yalnız yatmak istemeyen, tek başına tuvalete gidemeyen çocukların bu davranışlarını tetikleyen korkularıdır. Bu ve daha pek çok korku sonucu gelişen davranış hem çocuğu hem de aileyi zorlamaktadır.

Aileler çocuğun korkularına nasıl yaklaşmaları gerektiği noktasında çoğunlukla kararsızlık yaşarlar. Kimi zaman da ebeveynin cümleleri korku kaynağı haline gelebilmektedir. “Yemeğini yemezsen doktor sana iğne yapar.”, “Elimi bırakırsan dilenci seni kapar.” Gibi sözler korkunun yol açtığı davranış ve düşünceleri pekiştirir.

Korkularımız çocukluktan başlayarak yetişkinlik boyunca da devam eden en temel duygularımızdandır. Her yaş ve dönemde görülebilen korku duygusu kaynağın farklılığına göre değişiklik gösterir. Çocukluk korkuları da çocuklar için temel ve gerekli bir duygudur. Çocuk, korku aracılığı ile çevresine uyum sağlamayı, kendini tehlikelerden korumayı ve zorluklarla başa çıkabilmeyi öğrenir. Ancak çocuğun korkularına yanlış müdahale yapılırsa çocuğun korkuları fobi veya kaygıya dönüşebilir.

Peki çocuklarda korku gelişime ve döneme bağlı olarak nasıl açığa çıkar? Çocuklukta hangi korkular yaygın olarak görülür? Bu korkularla başa çıkmak için kullanılabilecek yöntemler nelerdir? Ebeveynler çocukluk çağı korkuları için ne yapabilir? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Çocukluk Korkuları Nasıl Gelişir?

Çocuklarda korku çoğunlukla yaşa ve içinde bulundukları gelişim dönemine göre gelişmektedir. Ancak model alma, taklit etme, yanlış öğrenmeler veya hatalı ebeveyn tutumları da korkuyu tetikleyebilmektedir.

Model Alma ve Taklit Yoluyla Gelişen Korkular

Köpekten korkan bir ebeveynin köpek görünce kaçması çocuğa köpeğin korkulması gereken bir hayvan olduğunu öğretir. Bu korku çocuğun ebeveynini birden fazla kez korkarken görmesi sonucu pekişir. Çocuk ebeveyninin tepkisinin yoğunluğuna göre kendi korkusunu geliştirir. Bu yöntemle gelişen çocukluk korkuları model alınan korkulardır.

Çocuk korkmayı yalnızca ebeveyninden öğrenmez. Kardeşlerini, akranlarını, gözlemlediği diğer yetişkinleri de model alabilir. İzlediği bir film, televizyonda, telefon veya tablette gördüğü bir video veya resim de korkularını tetikleyebilir. Çocuğun yaşına uygun olmayan ve pedagojik değerlendirmeden geçmemiş kitaplar da korku gelişimine neden olabilir.

Yaşa ve Gelişim Dönemine Göre Gelişen Korkular

Çocuklar doğumdan itibaren belli gelişim dönemlerinden geçerler, her bir yeni dönem beraberinde yeni öğrenmeleri getirir. Korkular da bilinmeyen karşısında hissedilen tehdit algısı sonucunda açığa çıkar. Bebeklikten başlayarak her yaş ve dönemde çocuk henüz öğrenmediği, deneyimi olmayan konularda korku hisseder. Korkunun kaynağı çocuğa doğru ifade edildiğinde tehdit ortadan kalkar ve çocuk korkmaması gerektiğini öğrenir.

Bebeklikte çocuklar aşina olmadıkları veya ilk kez gördükleri yüzlerden ve nesnelerden korkarlar. Bebek acıktığında, susadığında, altı kirlendiğinde ihtiyacına zamanında yanıt bulamazsa tehdit hisseder ve korku duyar. Ani sesler, görüntüler de korkuyu tetikler. 9 ay civarında çocukta ayrılık korkusu da gelişmeye başlar. Bebekler korktuklarında ağlarlar ve kucağa alındıklarında sakinleşirler.

2 Yaş Sonrası Korkular Daha Belirgin Hale Geliyor

Çocukluk korkuları özellikle 2 yaş ve sonrası belirgin hale gelir. 2 yaşla beraber çocukların hayal dünyası oldukça gelişir. Sembolik oyunun başladığı ve hayali arkadaşın da görüldüğü 2 yaş önemli bir gelişim dönemidir. Bu dönemde çocuğun dili kullanma becerisi gelişir. 2 yaş sendromu başlar ve çocukta benlik kurma mücadelesi görülür. Bezi bırakma ve tuvalet eğitimi de çoğunlukla bu dönemde başlar.

Çocuk için pek çok yeniliğin başladığı bu gelişim dönemi korkuların da belirgin şekilde görüldüğü dönemdir. 2-6 yaş aralığında çocuklar cadılar, periler, hayaletler gibi hayal ürünlerinden, böceklerden, karanlıktan, yalnız kalmaktan veya terk edilmekten korkabilirler. Çocuklar bu dönemde ailelerine bir şey olacağına yönelik de korku geliştirebilirler.

Doktor, iğne ve polis korkuları da bu dönemde oldukça fazladır. Özellikle çocuğu disipline etmek için “yaramazlık yaparsan seni polise söylerim.”, “Yemeğini yemezsen hasta olursun, doktor sana iğne yapar.” Ve benzeri cümleler çocuğun korkularını tetikler.

Çocuk bu dönemde tuvalete düşmekten, sifonla beraber delikten gitmekten korkabilir. Banyo yaparken de bu korkuyu duyabilir. Tek başına tuvalete gitmek istemeyebilir. Oda da yalnız kalamamak ve gece tek uyuyamamak da bu dönemde sıkça görülmektedir.

6 yaş sonrasında ise çoğunlukla okula ve performansa dayalı çocukluk korkuları gelişir. Cadılar ve hayaletlerin yerini bu dönemde hırsız korkusu alabilir. Çocuk kaybolmaktan, kaçırılmaktan, cezalandırılmaktan korkabilir. Başarısızlık, arkadaş edinememe ve diğerleri tarafından istenmeme korkusu da yaygındır. Aileyi kaybetme korkusuna arkadaşları kaybetme korkusu eklenebilir. Çocuk ölümden ve sevdiklerinin ölmesinden korkabilir.

Öğrenme Sonucu Gelişen Korkular

Çocuk deneyimleri sonucunda da korkmayı öğrenebilir. Örneğin yanlışlıkla ateşe dokunan ve eli yanan bir çocuk ateşten korkmayı öğrenebilir. Bir köpeğin saldırısına uğrayan veya başkasına saldırdığını gören çocuk köpekten korkabilir. İğne olan ve canı yanan bir çocuk hemşireden ve iğneden korkabilir. Ailenin veya çevrenin vereceği tepkiler de çocuğun korkularının şiddetini belirlemektedir.

Bisikletten düşen veya havuzda boğulma tehlikesi atlatan çocuk ailenin ve çevrenin aşırı tepkisi ile korkabilir. Bisiklete binmeyi veya suya girmeyi reddedebilir. Boğazına yemek kaçan bir çocuk yine ailenin tepkisiyle korkup katı gıdalar yemekten kaçınabilir.

Çocukluk Korkuları Aşırı Korumacı Yaklaşım, Terk Etme Tehdidi ve Cezalar ile Gelişebilir

Aileler çoğunlukla vereceği zarardan habersiz çocuğu disipline etmek için çocuğa tehdit içerikli sözler sarf edebilmektedir. “Bir daha yaramazlık yaparsan Allah canımı alsın.”, “Sözümü dinlemezsen seni başkasına veririm.” Ve benzeri sözler çocuğun kaybetme ve terk edilme korkularını pekiştirir.

Kimi zamansa ailenin aşırı korumacı yaklaşımı çocuğun pek çok şeyden korkmasına neden olabilmektedir. “Dikkat et! Düşersin koşma! yanarsın dokunma! ağzına götürme boğazına kaçar, elimi bırakma kaybolursun” ve benzeri sözlerin tekrar ve tekrar söylenmesi gibi. Çocuğun tüm olası tehditlere karşı korunma altına alınması çocuğun gelişimini zedeler ve korkularını pekiştirir.

Cezalar da çocuğun korkularını tetikleyebilmektedir. Çocuğun yalnız bir odaya kilitlenmesi, karanlıkta bırakılması, fiziksel şiddet görmesi gibi.

Çocukluk korkuları kimi zaman gelişim döneminin sonunda kendiliğinden kaybolur. Uzayan korkular ise doğru yaklaşımla ortadan kaldırılabilir. Ancak göz ardı edilen veya yanlış müdahalede bulunulan korkular kaygı ve fobi olarak karşımıza çıkabilir.

Çocukluk Korkuları ile Başa Çıkma Yöntemleri Nelerdir?

Korkularla başa çıkabilmenin ilk kuralı iyi bir gözlemci ve dinleyici olmaktır. Çocuğunuz nelerden ve hangi nedenle korku duyuyor gözlemlemelisiniz. Çocuğunuzun korkusunu anlatmasına fırsat vermelisiniz. Yargılamadan, alay etmeden veya küçümsemeden ona rahatsızlık veren bu duyguyu dinlemelisiniz.

Mümkünse çocuğunuza korktuğu şeyin resmini de çizdirebilirsiniz. Çizim yaparak korktuğu şeyi somutlaştırmış olursunuz. Belirgin bir hale bürünen bu korku unsuru üzerine konuşabilirsiniz. Çocuğa korktuğu şeyle empati kurmasını sağlayacak hikayeler anlatabilirsiniz.

En Sık Görülen Çocukluk Korkuları Karanlık ve Yalnız Yatamama

Çocuklukta ebeveynleri en çok zorlayan karanlık korkusu ve yalnız yatamamadır. Çoğunlukla bu durumlar karşısında ebeveynler çaresiz kalırlar. Yaklaşımları ise ya çocuğun istediğini yapmak ya da çocuğun korkularını daha da tetiklemek olabilir. Burada yapılması gereken yine çocuğun korkusunu dinlemek ve ona eşlik etmektir.

Birlikte odasına gidebilir, ışık açıkken odanın her bir köşesini dolaşıp, inceleyebilirsiniz. Ardından bu işlemi ışık kapalıyken de yapabilirsiniz. Karanlıkta onu nelerin korkuttuğunu sorabilir, korktuğu yeri birlikte inceleyebilir, ışığı açıp orayı kontrol edebilirsiniz. Korktuğunda açabileceği veya sabaha kadar açık kalacak bir başucu lambası alabilir, lambayı ona seçtirebilirsiniz. Başucu lambası almayacaksanız koridorun ışığını açabilirsiniz.

O uyuyana kadar yanında durabileceğinizi ama sonrasında mutlaka kendi odanıza döneceğinizi söyleyebilirsiniz. Bir telsiz edinebilir, birini çocuğun odasına diğerini kendi odanıza koyabilirsiniz. Bu telsizi nasıl kullanacağını ona oyun yoluyla öğretebilir, korktuğunda da sizi bu şekilde çağırabileceğini gösterebilirsiniz.

Korku Kaynağını Birlikte Keşfedebilir, Çocuk için Anlamlı Hale Getirebilirsiniz

Çocukluk korkuları bilinmeyen sesler, anlamlandırılamayan görüntüler sonucunda da tetiklenebilmektedir. Örneğin gece odasında uyuyan bir çocuk uyumaya çalışırken anlamlandıramadığı sesler duyup korkabilir. Bu sesi bir hayvanın veya hırsızın sesine benzetebilir.

Birlikte bu sesleri dinleyip anlamlı hale getirebilirsiniz. “Bu ses üst kattaki komşunun sesi, şu an evdekilerle sohbet ediyorlar.” “Bu ses sifon sesi, başka bir dairede şu an birisi tuvaleti kullanıyor.” ”Bu ses rüzgarın sesi.” Gibi.

Gölgeler de çocukların korkmalarına neden olabilmektedir. Camdan vuran bir ağacın gölgesini çocuk bir canavara benzetebilir. Bundan korkup odaya girmek istemeyebilir. Çocuğa gölge oyunu hazırlanabilir, gölgenin ne olduğu ve nasıl oluştuğu anlatılabilir. Çocuğa gölgenin kime veya neye ait olduğu gösterilerek rahatlaması sağlanabilir.

Ebeveyn Tutumunuzu Değiştirebilirsiniz

Çocuğun korkularını tetikleyen hatalı ebeveyn tutumlarınız varsa bu tutumu değiştirmeye çalışabilirsiniz. Cezanın hakim olduğu baskıcı-otoriter tutum veya terk edilme korkusunun hakim olduğu ihmalkar tutum korkuları besler. Aşırı korumacı tutum çocuğun yetersizliğini besler ve gelişim dönemlerinden bağımsız korkulara sebep olabilir. En sağlıklı yaklaşım çocuğun duygu ve düşüncelerinin dinlendiği, güvene dayalı olan demokratik, hoşgörülü tutumdur.

Masallar, Kitaplar, Oyunlar ve Resim Çocukluk Korkuları ile Başa Çıkmanın Eğlenceli Yolları

Çocuğun korkularını gözlemleyip mümkünse dinledikten sonra bu konuyla ilgili masallar anlatabilirsiniz. Her korkuya yönelik masal bulamayabilirsiniz. Bu konuda masal anlatıcılığı içeriklerine göz atabilirsiniz. Çocuğun korkularına yönelik iyileştirici etkisi olacak masalları kendiniz de tasarlayabilirsiniz. Çocukluk korkuları hakkında yazılmış pek çok kitap bulabilirsiniz. Çocuğunuzun korkusuna ve yaşına hitap eden kitapları alıp birlikte okuyabilir, üzerine sohbet edebilirsiniz.

Çocuk kimi zaman korktuğu kişi ya da nesneleri oyunlarına da dahil edebilmektedir. Oyun çocuğun dilidir ve oyun aynı zamanda da çocuğun zorluklarla başa çıkma yöntemidir. Çocuk oyun içerisinde süper kahraman olup korktuğu canavarı alt edebilir.

Çocuğa korkusunun resmini çizdirebilirsiniz veya hamurlarla, killerle korkuyu şekillendirmesini isteyebilirsiniz. Ortaya çıkan şekli birlikte komik bir hale getirebilir, göz, gülen bir ağız, komik saçlar çizebilirsiniz. Ardından ona bir isim verebilir ve onun için bir hikaye yazabilirsiniz.

“Bu canavar Kuki. Kuki, çocukları çok severmiş ve hep onlarla oyun oynamak istermiş, ama Kuki’nin görüntüsü çocukların hoşuna gitmezmiş. Hiçbir çocuk onunla oynamak istemezmiş. O da yalnız başına sıkılır ve çok üzülürmüş.” gibi.

Çocuğunuzun korkuları devam ediyor, iletişimini, davranışlarını, gelişimini ve verimliliğini olumsuz etkiliyorsa profesyonel destek alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu ile çocukluk çağı problemlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır.

Çocukluk korkuları da çalıştığımız konular arasında yer almaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More