Kıyaslama ve rekabet yaşamın ilk yılları itibariyle baş gösteriyor. Kıyaslama çoğunlukla aile ve çevre tarafından yapılıyor. Rekabet ise çocuğun karakteri, çevrenin yönlendirmesi, ortam ve koşullara göre gelişebiliyor. Aslında neredeyse her çocuk dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren rekabete başlıyor.

Bebek temel bakım verenin dikkatini çekebilmek ve ihtiyaçlarını karşılatabilmek için var gücüyle diğerleriyle rekabet ediyor. Bu rekabet kimi zaman ailedeki ilgiye ihtiyaç duyan diğerlerine yönelik oluyor. Kimi zamansa annenin zamanını ayırması gereken, dikkatini dağıtan diğer sorumluluklarıyla ilgili olabiliyor. 4-5 yaş dolaylarında elektra veya oidipus kompleksi yaşanmaya başlıyor. Dolayısıyla çocuk hemcinsi ebeveyniyle rekabete başlıyor.

5-6 yaşlarında ise kıyaslama ve rekabet çocuğun dünyasında daha ön plana çıkıyor. Çocuk bu dönemde fiziksel görünümünden, eşya ve oyuncaklarına, yeteneklerinden beğenilerine her şeyini akranlarıyla kıyaslıyor.

Evde kardeşler varsa tabi onlarla da rekabet etmek kaçınılmaz oluyor. Kıyaslama ve rekabet doğru kullanıldığında çocuğun gelişimini destekliyor. Ancak rekabet kontrolsüz olduğunda çocukların özgüveni zedeleniyor, benlik algısı gelişmiyor.

Çocuk için Kıyaslama ve Rekabet Ailede Başlıyor, Ailede Öğreniliyor

Bebek dünyaya gözlerini açtığında temel ihtiyaçlarını karşılatabilmek ve hayatta kalabilmek için temel bakım verenle ilişki kuruyor. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için verdiği sinyalleri temel bakım verenin doğru alması ve zamanında karşılaması gerekiyor. Eğer ihtiyaçlar yerinde, zamanında ve yeterince karşılanmazsa çocuğun rekabeti başlıyor. Verdiği mesajları anneye iletemeyen bebek kendini gösterebilmek ve duyurabilmek için mesajlarının miktarını ve yoğunluğunu artırıyor.

Böylece daha çok ağlama, daha uzun sürede sakinleşme, anneden ayrılmak istememe gibi rekabet davranışları başlıyor. Bebek biraz daha büyüyüp 3 yaş dolaylarına geldiğinde cinsiyet farklılıklarını fark ediyor. Bu dönemde kızlar için anne erkekler için baba adeta bir rakip haline dönüşüyor. Anne-baba çocuğun çok sevdiği ama bir yandan da karşı cinsteki ebeveynini paylaşmak istemediği hemcinsi haline geliyor.

Kız çocuğu babayı anneden, erkek çocuğu anneyi babadan kıskanıyor. Bu masumane rekabet ebeveynlerin tavır ve tutumuna göre sancılı bir hale gelebiliyor. Çocuğun rekabetine ebeveyn de eşlik ederse çocuğun karakteristik ve duygusal gelişimi örseleniyor. Çünkü ebeveyn çocuğun kazanmasına müsaade etmiyor. Belki de bu sayede çocuk ilk ve en sancılı kaybını yaşıyor.

Anne veya babayla olan rekabetini kazanamayacağını anlayan çocuk pes ediyor. Çocuğun bu vazgeçişi ileri çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik hayatına da olumsuz şekilde yansıyor. Dolayısıyla kıyaslama ve rekabet ailede başlıyor. Aynı şekilde ailede de öğreniliyor. Bu nedenle ailenin rekabet ve kıyaslama noktasında çocuğa doğru rol model olabilmesi gerekiyor.

Ebeveynler Kendi Duygu, Düşünce, Davranış ve Tutumlarıyla Çocuklarına Örnek Olmalı

Ebeveynlerin mutlaka kendi davranış ve tutumlarını değerlendirmesi gerekiyor. Aileler kendilerini, ilişkilerini, bireysel veya ebeveynlik rollerini başkalarıyla kıyaslıyorlar mı değerlendirmeliler. İlgi alanlarını, yetenek ve becerilerini başkalarıyla kıyaslayan anne ve/veya babanın çocuğa öğrettiği de bu olacaktır. Çocuk ebeveynlerinin davranışlarından yola çıkarak akranlarıyla veya kardeşleriyle rekabet etmeyi öğrenecektir. Bu rekabet ona keyif de verebilir, stres ve kırıklık yaşamasına da neden olabilir.

Çocukta açığa çıkacak duygulanım çoğunlukla karakteriyle alakalı olacaktır. Ebeveynler mesleğinde veya kişisel ve sosyal alanında başkalarıyla rekabet ediyorsa çocuğun aileden öğrendiği de bu olacaktır. Dolayısıyla çocuk ilgi ve beceri alanlarına vakit ayırmaktan çok başkalarından üstün gelmeyi öncelikli hale getirecektir.

Başarısız olması halinde çocuk ilgisini çeken ve yetenekli olduğu bu alanda kazanan olamadığından geri çekilecektir. Dolayısıyla ebeveynlerin kendi davranış, tutum ve düşüncelerinin farkına varması gerekir. Rekabetçi biri olduğunu ve bunun kendisini olumsuz etkilediğini fark eden ebeveyn bu konuda destek alabilir. Ebeveynin yapacağı bu iç görü farkına varmadan çocuğuna neyi empoze ettiğini de gösterecektir.

Çocuğun Dünyasında Kıyaslama ve Rekabet Ne Ölçüde Olmalı?

4-6 yaş aralığındaki çocuklarda rekabetçi davranışlar ön plana çıkar. Bu dönemde çocuk kendini diğerleriyle kıyaslayarak öz benliğini keşfeder. Yeteneklerini, kişiliğini, bilgisini ve ilgilerini diğerleriyle kıyaslamalar yaparak ayırt eder. Aynı şekilde çocuk akranlarıyla girdiği rekabet içerisinde elde ettiği başarı ve başarısızlıklar sonrası diğerlerinin hayatındaki değerini belirler. Çocuk başarısızlıklarına rağmen sevilmeye, değer görmeye devam ettiği ortamlarda kendini daha mutlu ve güvende hisseder.

Bu dönemde çocuğun rekabetçi tavırlarının altında yatan neden kendine yetebilir hale gelmiş olmasıdır. Ailesinden belli ölçüde bağımsızlaşan, okul ortamında temel ihtiyaçlarını kendi başına halledebilen, sosyalleşen çocuk özgüven kazanır. Dolayısıyla çocuk kendine yetebilir oluşundan güç alarak becerilerini akranlarıyla kıyaslar. Bu yaş döneminde çocuğun kontrolsüz rekabete ve kıyaslamalara maruz kalmaması gerekmektedir. Bu nedenle çocuk kazanmanın, kaybetmenin veya başarı sıralamalarının olduğu oyunlara, sporlara yönlendirilmemelidir.

Özellikle müsabakaların olduğu sporlar ve gösterilerin olduğu bale gibi sanat dallarında rekabet ön plandadır. Ailenin ve antranörlerin rekabetçi yapısı çocuğun spor ve /veya sanattan uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Çocuk için kıyaslama ve rekabet ön plana çıkmaya başlasa da onun için hala en önemlisi aldığı keyiftir. Ancak yeterince alkışlanmayan, madalya almayan, kürsüye çıkamayan çocuk için kaybetmiş olmak büyük bir hayal kırıklığı olacaktır.

Bu yaş grubunda ailenin ve antranörlerin amacı çocuğa derece kazandırmak değil spora, sanata ilgi uyandırmak olmalıdır. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarını keşfetmek temel amaç olmalı, kazanma duygusu gelecek yıllara bırakılmalıdır.

Ben Merkezci Dönemde Hatalı Ebeveyn Tutumları Nedeniyle Kıyaslama ve Rekabet Çocuğun Karakter Gelişimini Olumsuz Etkiliyor

6-9 yaş aralığında çocuklarda ben merkezci döneme girilir. Bu dönemde aşırı hoşgörülü ebeveyn tutumları çocuğun ben merkezci yapısının kontrolsüz gelişmesine neden olur. Her istediği yapılan, her istediği alınan çocukta doyumsuzluk gelişir. Zaman içerisinde çocuk eşyalarının ve kendisi için yapılanların kıymetini fark etmemeye başlar. Ayrıca çocuk ailesinin bu tutumunu çevresindeki herkesten beklemeye başlar.

Çocuk öğretmenleri, arkadaşları, arkadaşlarının aileleri de ailesiyle benzer tutumlar sergilesin ister. Bu yaklaşım çocuğun ben merkezci yanını besler ve empati gelişmez. Çocuk paylaşmayı bilmeyen, her şeyi kendine isteyen ve sahip olamadığında kırıklığa uğrayan bir hale gelir. Çocuk akranlarıyla ilişki kurmakta, gruba ve kurallara uyum sağlamakta zorluk yaşar.

Çok kolay kırılan, öfkelenen, ağlayan veya küsen bir karakter geliştirebilirler. Pasif agrasif davranışlar gösterebilirler. Dolayısıyla gelecekte bu çocuklar bencil, hoşgörüsüz, empatik ilişki kuramayan, doyumsuz bireyler olarak karşımıza çıkabilir.

Aileler Kıyaslama ve Rekabet İçeren Söylem ve Davranışlardan Uzak Durmalı

Aileler çocuklarını motive edebilmek, hırslandırmak için çoğu zaman kıyaslama ve rekabet içeren söylemlerde bulunabilmektedir. Aileler akademik başarı, fiziksel gelişim, ilgi ve beceri alanları, diksiyon, karakteristik özellikler, davranış ve tutumlara göre çocuklarını başkaları üzerinden değerlendirebilmektedir.

“Ayşe matematikte senden daha başarılı.”, “Ali senden daha uzun.”, “Fatma okulu daha çok seviyor.”, “Ömer annesini hiç üzmüyor.”, Elif çok güzel yüzüyor.” Aileler bu cümleleri aslında çocuklarını üzmek için değil kendi beklentilerini ifade etmek için kullanırlar. Bir nevi onların çocuklarından temennisidir bu sözler. Ancak bu kıyaslama çocuğun dünyasında bambaşka kaygılara yol açabilmektedir.

Çocuk kimi zaman akranlarıyla, en yakın arkadaşıyla veya kardeş ve akrabalarıyla kıyaslanır. Bu kıyas çocuğu rekabete sürükler. Eğer rekabet edebilecek durumdaysa çocuk rekabete koyulur. Ancak o gücü kendinde bulamazsa çok çabalamadan pes edebilir. Üstelik çocuk pes ettiğinde sadece rekabeti kaybetmiş olmaz, ailenin de sevgisini kaybettiğini düşünebilir.

Ailenin tutumu çocuğu başkalarıyla kıyaslamak yerine kendisiyle kıyaslamak olmalıdır. Çocuk geçmiş başarı ve başarısızlıkları üzerinden değerlendirilmelidir. Çocuk kendisini başkalarıyla kıyaslayabilir. Çocuğun söylemlerinden başkalarıyla rekabet içerisinde olduğunu fark edebilirsiniz. Burada çocuğu dinlemeli ayıplamak veya cezalandırmaktan aynı şekilde diğerlerini de yüceltmekten veya yermekten kaçınmalısınız. Çocuğu objektif dinlemeli, herkesin farklı gelişim ve beceri alanları olduğunu çocuğa vurgulamalısınız.

Çocuğa kendini diğerlerinden üstün görmenin diğerlerini nasıl etkileyeceği uygun bir dille anlatılmalıdır. Aynı şekilde aile kendi davranış, tutum ve rekabet anlayışıyla çocuğa örnek olmalıdır. Çocuğun başarı ve başarısızlığının diğerleriyle kıyaslanması çocuğun benlik değerini düşürmektedir.

Çocuk başarılı olduğu sürece aile tarafından sevilebilir olduğunu düşünmektedir. “Ne kadar başarılıysam o kadar sevileceğim.” Düşüncesi çocuğun duygusal gelişimine zarar vermektedir. İlerleyen yıllarda da özgüven, benlik saygısı gelişmemekte ve performansa dayalı kaygı bozuklukları açığa çıkabilmektedir.

Çocuğa yaklaşım kıyaslama ve rekabet yerine özendirme, teşvik etme, gelişimine katkıda bulunma amaçlı olmalıdır. Çocuğun ilgi ve becerilerini keşfetmesi, hayal dünyasını geliştirmesi hedeflenmelidir. Tabi tüm bunların yanı sıra çocuğun keyif almasına da önem verilmelidir.

Çocuklar Kıyaslama ve Rekabet Yerine Koşulsuz İlgi ve Sevgiye İhtiyaç Duyar

Çocukluk yılları çocuğun kıyaslama ve rekabet ile başa çıkamayacak kadar savunmasız olduğu yıllardır. Koşulsuz sevgi, ilgi ve destek arayan çocuk için rekabete dayalı ilişkiler oldukça yorucu olacaktır. Çocuğunuzu ödüllendirmek istiyorsanız onun çabasını, azmini, emeğini ödüllendirmelisiniz. Başarısızlıklarını yermek veya cezalandırmak yerine nedenlerini keşfetmesini desteklemelisiniz. Başarısızlıklarından ders almayı ve gelişim alanlarını tespit etmeyi öğrenmesini öğretmelisiniz.

Kıyaslama ve rekabet noktasında çocuğunuzu yanlış yönlendirdiğinizi fark ediyor olabilirsiniz. Aynı şekilde çocuğun eğitim hayatında veya ilgi ve beceri alanlarında da rekabet ve kıyas olabilir. Hatalı ebeveyn tutumları kadar öğretmen ve antranörlerin tutumları da çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etki edebilir. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı noktasında Aba psikoloji’den çocuğunuz, kendiniz ve aileniz için destek alabilirsiniz.

Read More

Okul fobisi bir diğer adıyla okul korkusu çocuğun okula gitmek istememesi ve okula yönelik yoğun olumsuz duygular geliştirmesi durumudur. Okula gitmek istemeyen çocuk bu isteği ebeveynleri tarafından kabul edilmezse bahanelerin veya hastalıkların ardına sığınabilir.

Okul korkusu olan çocuklarda okul günlerinde baş ağrısı, mide bulantısı, ishal, terleme, baygınlık hissi olabilir. Bu semptomlar çoğunlukla tatil günlerinde ortadan kaybolur. Tatilin bittiği ve yeni bir ders gününü başlayacağı tatil öncesi akşamlarda belirtiler bir anda geri döner.

Aileler çocuklarındaki bu düzensiz şikayetlerin kaynağını tespit etmekte başlangıçta zorlanırlar. Çocuğun gerçekten hasta olduğunu düşünüp istirahat için evde dinlenmesine izin verir ve/veya doktora da götürürler. Bazı aileler çocuğun okula gitmek istememesinin nedenlerini araştırmak yerine çocuğun evde kalmasına müsaade edebilir.

Okula gitmeyen çocuklar, evde oldukları için oldukça mutludur. Hastalıktan eser kalmaz. Gülücükler saçan, enerjik, oyuncu çocuklara dönüşürler. Ta ki ertesi gün yeniden okula gitme durumu ortaya çıkana kadar. Başka bir aile ise çocuğun istirahatine izin vermez ve okula gitmesinde ısrarcı olur.

Bu durumda çocuk evden ayrılana kadar şikayet ve yakınmalarını devam ettirir. Ancak artık geri dönüş olmadığında ve özellikle okula vardığında şikayetlerini unutur. Yeniden yüzü gülen, neşeli, keyifli bir öğrenci olur. Evden ağlayarak çıkan çocuk okula vardığında rahatlamıştır. Aynı şekilde evden ağlayarak çıkan çocuk okul dönüşü eve keyifli bir şekilde varmıştır. Bu durum ailelerde ikileme neden olur.

Aile sürekli tekrar eden bu yakınmaların asıl nedeninin okula yönelik olduğunu fark eder. Okula yönelik korkusunun tespiti yapılmış olsa da pek çok aile bu konuya nasıl yaklaşması gerektiğini bilmemektedir.

Okul Fobisi Belirtileri ve Görülme Sıklığı

Okul fobisi okul öncesi eğitimde ve ilk okul sürecinde daha fazla görülüyor. Yaş artıkça görülme sıklığı azalsa da tedavi zorlaşıyor. Okul korkusu tedavi edilmediğinde sosyal anksiyeteye dönüşebiliyor. Okul öncesi dönem okul korkusunun görülme sıklığının yüksek olduğu bir dönem olsa da zorunlu eğitime hazırlığı kolaylaştırıyor.

Okul öncesi eğitim çocukların okul kültürünü öğrenmesini, sosyalleşmesini ve okul olgunluğu kazanmasını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla okul fobisinin olumsuz etkisinden korunmak için Okul öncesi eğitim olanakları zorunlu eğitim öncesinde değerlendirilebilir. Okul Öncesi Eğitim Ne Zaman Başlamalı? . Okul Olgunluğu: Çocuğum İlk Kez Okula Gidecek, Çocuğum Okula Başlamaya Hazır mı? ve Ebeveynler Kreş Seçerken Nelere Dikkat Etmeli? Yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Okul Fobisi Neden Gelişiyor?

Okul fobisi birden fazla nedenle açığa çıkabilir. En sık rastlanan nedenler okula gitmeyle açığa çıkan ayrılık anksiyetesidir. Aynı şekilde aşırı korumacı ebeveyn tutumları da çocuğun okul korkusu geliştirmesine neden olabilmektedir. Çocuğun okulda akranları tarafından dışlanması, alaya alınması, şiddet görmesi ve benzeri de okul korkusunu tetiklemektedir.

Ailenin, öğretmenlerin ve okulun gerçekdışı beklentileri de çocuğun korku geliştirmesine neden olmaktadır. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda da akran ilişkileri gelişmediği için yalnızlık hissi okul fobisi oluşumuna neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Okul Fobisi Gelişimini Etkilemektedir

Okul fobisi görülen çocukların büyük çoğunluğunda anneden ayrılma kaygısı açığa çıkar. Anneyi bırakıp okula gitmek onlar için oldukça zordur. Annenin davranışları, beden dili ve cümleleri de bu kaygıyı destekleyebilmektedir. “Ben sen gidince ne yapacağım? Sen okuldayken seni çok özleyeceğim. Sen yokken çok üzüleceğim, yalnız kalacağım.” Gibi çocuğun okulda olmasına yönelik annenin üzüntüsü çocukta kaygıya yol açmaktadır.

Çocuk okulda olmaktan dolayı kendini suçlu hissetmekte ve annesini üzdüğünü düşünmektedir. Bu çocuklar okulda olmanın ailelerine ihanet olduğunu, onlar evde üzgünken okulda mutlu olmaya haklarının olmadığını düşünürler. Bu yüzden okula gidene kadar ebeveynlerinin davranışlarının benzerlerini tekrar ederler. Okula vardıklarında ise aileleri tarafından gönderildikleri için rahatlamışlardır.

Ayrıca aile içi şiddet, ebeveynlerden birinin daha önce evi terk etmiş olması, evde ağır hasta bulunması okul fobisine neden olabilir. Okula giden çocuk yokluğunda evde ebeveyninin zarar görebileceğini düşünebilir. Aynı şekilde çocuk ebeveyninin o okuldayken evi terk edebileceğini de düşünebilir. Ebeveynlerden biri, büyük anne-baba veya kardeş ağır hastaysa çocuk okuldayken onlara bir şey olmasından korkabilir.

Evde küçük kardeşin olması da okul fobisi gelişimini etkileyebilir. Çocuk okuldayken ebeveyni ile kardeşinin neler yapacağını merak edebilir. Onların yanında olmak isteyebilir. Okula gönderilmeyi cezalandırılma veya istenmeme nedeni olarak görebilir. Bu nedenle çocuklar okul veya okul öncesi eğitimine kardeş doğmadan çok önce başlatılmalıdır. Eğer bu mümkün değilse kardeş olduktan hemen sonra okula başlangıç olmamalıdır.

Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Aşırı Korumacı Ebeveyn Tutumu Okul Fobisi Gelişmesine Neden Olmaktadır

Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarının büyüdüğünü kabul etmekte güçlük yaşarlar. Yaşlarıyla ve potansiyelleriyle uyumlu sorumluluklar almalarına müsaade etmezler. Çocuğun en basit kararlarında dahi aile belirleyicidir. Hiçbir zaman hiçbir şey için çocuklarının tam olarak hazır olduğunu düşünmezler. “Sen daha küçüksün, yapamazsın, bırak ben yapayım.” Gibi müdahale cümlelerini fazlaca kullanırlar.  Ailede sorumluluk alamayan, kendi kararlarını veremeyen çocuk ve/veya genç okul ortamında stres yaşar.

Genç ailenin yönlendirmesi ve seçimleri olmaksızın bireyselliğini göstermekte zorlanır. Aile içi şiddet, ebeveynlerin boşanması, evden bir ebeveynin ayrılması sevilen birinin kaybı gibi durumlar da okul fobisi gelişmesine neden olur. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı?, Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Helikopter Ebeveynler Akademik Başarıyı Düşürüyor! Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Akran Zorbalığı ve Okuldaki Kötü Deneyimler

Okul fobisi akranlar ve okuldaki diğer olumsuzluklarla alakalı olarak da gelişebilir. Akranları tarafından alaya alınan, hakarete uğrayan, şiddet ve zorbalık gören çocuklar okula gitmek istemeyebilir. Baskıcı -otoriter bir öğretmen, derslerde zorluk yaşama, öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği de okul korkusunu tetikleyebilir.

Okul yolunda veya servis aracında yaşanan olumsuz deneyimler de korkuya neden olabilir. Okulun fiziki koşulları, disiplin kuralları ve yönetimi de okul korkusunu tetikleyebilir. LGS’ye Hazırlık Sürecinde Akran Zorbalığı Akademik Başarıyı Düşürüyor: Aileler Ne Yapmalı? ve Olumsuz Beden Algısı Başarıyı Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Gerçekdışı Beklentiler

Kimi zaman aileler, öğretmenler, okul ve bazen de diğer kişiler çocuğa yönelik gerçekdışı beklentiler geliştirebilir. Gerçekdışı beklentiler bireyin sahip olduğu potansiyel ile performansının diğerlerinin beklentileriyle örtüşmemesi durumudur. Kapasitesinin zorlandığını ve beklenen başarıyı elde edemeyeceğini düşünen bireylerde okul fobisi gelişebilir. Bu durumda beklentiyi karşılayamayan çocukta yetersizlik, başarısızlık hissi de güçlenir.

Sosyal Beceri Eksikliği ve Yalnızlık

Sosyal beceri eksikliği çocuğun arkadaşlık ilişkisi geliştirememesine ve okulda yalnız kalmasına neden olabilir. Diyalog kuramayan, arkadaşlık geliştiremeyen çocuk diğerleri tarafından bir süre sonra fark edilmemeye başlar. Bu da çocuğun daha fazla geri çekilmesine neden olabilir. Okul çocukların hem öğrendiği hem de sosyalleştiği ortamlardır.

Çocuk öğretmeninden akademik bilgiler edinirken akranlarından da yaşının gerekliliklerini öğrenir. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda ise bu deneyimler eksik kalacaktır. Okulda sosyalleşemeyen, akran gruplarına dahil olamayan, diğerleri tarafından kabul görmeyen çocuklarda okul fobisi gelişebilir. Teşhis ve müdahale için öğretmenin ve ailenin farkındalıklı gözlem yapması ve çocuğa zaman ayırması oldukça önemlidir.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi ile Başa Çıkmak için Aileye Öneriler

Her problemin çözümünde olduğu gibi, okul fobisinin giderilmesinde de aileye ve okula çokça görev düşer. Ebeveynler çocuğa karşı koşulsuz sevgi sunmalıdır. Çocuk hoşgörü ile desteklenmeli, yaşadığı zorluklarda nasıl başa çıkabileceği çocuğa öğretilmelidir. Ebeveynler çocuğa davranışları, sözleri ve yaklaşımı ile güven vermelidir. Ebeveynlerin tutarlı olması ve iyi bir rol model olması da çocuğun güvenini desteklemektedir.

Çocuğun kaygı ve korkuları dinlenmeli, gerekirse profesyonel destek alınmalıdır. Anne ve baba okulla ilgili kararlarda kendi içlerinde tutarlı olmalıdır. Okul fobisi tedavisinin okula gitmemek olmadığı bilinmelidir. Ancak çocuğun okula yönelik tepkisinin göz ardı edilmesi de sağlıklı değildir. Çocukla iletişim kurarken hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum sergilenmelidir. Aile çocuğa evdeki problemleri yansıtmamalıdır, ebeveynin çocuğun yokluğunda duyacağı özlem ve sıkıntı çocuğa aktarılmamalıdır.

Ebeveynin önceliği çocuğu okula göndermek olmalıdır. Ancak burada çocuk yapıcı şekilde ikna edilmeye çalışılmalı ve okula gitmeye özendirilmelidir. Ceza, tehdit ve gerçekdışı vaatler bu durumda yapıcı yöntemler olmayacaktır. Çözüm yolu aranırken öncelikle okul fobisinin neden geliştiği irdelenmelidir. Çocuk ayrılık anksiyetesi yaşıyorsa okula giderken ayrılmak istemediği ebeveyni de okul yolculuğunda çocuğa eşlik edebilir.

Ebeveyn çocuğa okulda ilk yarım saat, 1 saat eşlik edebilir. Ebeveyn okulun bahçesinde çocuk derse girene kadar bekleyebilir. Gün içerisinde ebeveyn çocuğu birkaç kez ziyaret edebilir. Okul çıkışında aynı ebeveyn çocuğu almaya gelebilir. Ancak bunlar ilk bir maksimum iki hafta süresince yapılmalıdır. Çocuğun alışkanlık edinmesine müsaade edilmemelidir. İlk birkaç gün her gün giden ebeveyn yavaş yavaş sıklığı azaltarak süreci bitirmelidir.

Çocuk okula gitmek istemiyorsa günden birkaç saat keyif alacağı derslerden başlayarak okulda olması sağlanabilir. Ardından giderek okulda kalma süresi uzatılabilir. Tedavi sürecinde okulun, öğretmenlerin, rehberlik biriminin de aileyle iş birliği içerisinde olması gerekir.

Aynı şekilde okuldan eve dönüşte okulda günün nasıl geçtiği, neler yaptığı çocuğa sorulmalıdır. Çocuğun okula yönelik deneyimleri ebeveynler tarafından heyecanla dinlenmeli, meraklı ve ilgili sorular çocuğa yönlendirilmelidir.

Çocuk Okula Özendirilmeli, Heveslendirilmelidir

Çocuk okul alışverişine çıkarılmalı, ihtiyaçları alınırken beğenisine göre seçimler yapması desteklenmelidir. Çocukla konuşurken okula yönelik olumlu bilgiler paylaşılmalı, negatif deneyimler çocukla gerekmedikçe paylaşılmamalıdır. Çocuğa okulun neden gerekli olduğu, orada öğreneceklerinin ve orada olmanın faydaları anlatılmalıdır. Çocuk okula gönderilirken vedalaşmalar kısa tutulmalıdır. Ayrılırken anne veya baba çocuğun aklının evde kalmasına neden olacak sözler sarf etmemelidir. Ayrıca okul dönüşü çocukla evde kaliteli zaman geçirilmeli, ayrı geçen zaman telafi edilmelidir. Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi İhmal Edilmemeli Gerektiğinde Profesyonel Destek Alınmalıdır

Okul fobisi tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide okul korkusu ve/veya sosyal anksiyete görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte okul fobisinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Aba psikoloji olarak okul fobisi yaşayan çocuklara ve ailelerine uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin nasıl bir yetişkin olacağını belirleyen son derece önemli bir etkiye sahiptir. Ergenlik dönemi gencin çocukluktan çıkıp yetişkinliğe hazırlık yaptığı ara dönemdir. Bu dönemin getirdiği pek çok değişim genç için yeni bir öğrenme sürecini ve uyum ihtiyacını doğurur. Ergenliğin getirdiği bilişsel, davranışsal, duygusal, hormonal değişim gencin adapte olmasını zorlaştırır.

Genç ergenliğin getireceği değişime ailesi tarafından ne kadar erken hazırlanırsa ve ailenin duygusal desteğini ne kadar hissederse adaptasyon da o kadar kolay oluyor. Genç için ailenin desteği ve varlığı ne kadar önemli olsa da ergenlikte akranlarla geçen zaman artıyor. Bu dönemde aileyle çatışmalar, anlaşmazlıklar yaşanabiliyor. Akranın gencin hayatındaki yönlendirici etkisi daha fazla olabiliyor.

Aileyle iyi ilişkiler varsa ergenlik dönemi tüm zorluklarına rağmen gencin aileyle iç içe olduğu dönemdir. Ancak aileyle ilişkiler zayıf olduğunda genç önemli ve güvenilir bir duygusal kaynağını kaybetmiş olur. Genç, yaşadığı sorunlarda yardım isteyecek sıcaklığı ailede bulamadığı gibi, hatalarında da yargılanmaktan korkabiliyor. Genç bu önemli dönemde aileyi yanında değil karşısında hissettiğinde yalnızlık hissi artıyor. Kendini daha güçsüz, savunmasız hissedebiliyor.

Oysa ergenlik gencin yetişkinlik rollerine hazırlandığı önemli bir dönem. Bu dönemde genç yeni rollerine hazırlanırken güvene, cesarete ve sağlıklı rol modellere ihtiyaç duyuyor. Zorlandığında, kırıklığa uğradığında yeniden motive olacak, cesaretlenecek gücü ise ailenin güven ortamında kazanmaya ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla ailenin çocuklukta olduğu gibi ergenlik döneminde de çocuğu koşulsuz sevmesi, destek vermesi, sağlıklı rol model sunması gerekiyor.

Ebeveynin hoşgörüsü, yeri geldiğinde demokratik yeri geldiğinde sıcak ve sevecen tavrı gence güven veriyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Bir Birey Yetişeceğini Belirliyor

Ergenlikte bireyin asıl ihtiyacı aileden tamamen kopmadan ama onlara bağımlı da olmadan yeni rollerini deneyimleyebilmek. Gençler bu dönemde kendi kararlarını alabilmek, sorumluluklarını genişletmek ve kısıtlanmak yerine cesaretlendirilmek istiyorlar. Yeri geldiğinde bir çocuk kadar savunmasız kalıp aileye koşabilmek, onların yanında huzur bulmak istiyorlar. Yeri geldiğinde tüm dünyayı karşılarına alacak kadar güçlü ve kararlı olabilmeyi arzu ediyorlar.

Gencin yaşadığı bu iki uçlu gelgitler genç kadar aileyi de yoruyor. Aile kimi zaman bu gelgitler karşısında endişeye kapılıp karşılarında hala küçük bir çocuk varmışçasına yasaklar, kısıtlamalar getirebiliyor, cezalar verebiliyorlar. Veya “madem bu kadar büyüdün ne istiyorsan yap ama başın sıkışınca gelme” diyerek gözdağı verebiliyorlar.

Ergenlikte ebeveyn tutumu olumsuz olduğunda ne aile ne de genç mutlu ve huzurlu olamıyor. Genç kendini sınırlandırılmış ve yalnız bırakılmış hissediyor. Genç ailesinin desteği olmadığında kaybedecek neyim var diye düşünebiliyor, daha riskli davranışlara yönelebiliyor. Veya aile desteğinin kaybı gencin özgüveninin zedelenmesine, içe kapanmasına neden olabiliyor.

Genç bu dönemde çocuklukta çizilen sınırları genişletmek istiyor. Gencin bu isteği ise aile tarafından sınırların tamamen kaldırılması gibi anlaşılabiliyor. Oysa genç “artık çocuk değilim, dolayısıyla tecrübe edinebilmem, hayatı öğrenebilmem için daha geniş sınırlara ulaşmama izin vermelisiniz” diyor. Ergenlik çağındaki bireyin hayatı deneyimleme, uyum becerilerini geliştirme, kendini ailesinden bağımsız bir birey olarak keşfetme ihtiyacı var.

Ailenin ise çocuğunun yeterince büyüyüp büyümediğine, bu süreci yönetip yönetemeyeceğine yönelik kaygıları var. Dolayısıyla bu iki uç düşünce çatışmaların açığa çıkmasına neden oluyor. Aile kaygı ve endişelerini çocuğa yansıtırken doğrudan düşüncelerini paylaşmak yerine güç gösterisine başlayabiliyor. İletişimin içerisine güç savaşı ve suçlayıcı bir dil girdiğinde iletişim çıkmaza giriyor.

Aile İçi İletişim Oldukça Önemli

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin iletişim becerilerini ve aile içi iletişimin yönünü de belirliyor. Özellikle “Sen dili”nin kullanımı gencin öfkesini artırabiliyor. Aynı şekilde ailenin de iletişimde ses tonu, beden dili ve tutumu değişiyor. Aile endişelerini anlatırken sen bunu istiyorsun ve bu isteyin bizim senin için endişelenmemize neden oluyor demek yerine “hayır yapamazsın, çünkü ben böyle istiyorum.” Demesi genci kızdırıyor.

Oysa iletişimde ben dilinin kullanımı iki tarafın çatışmak yerine birbiriyle empati kurmasını ve uzlaşmasını kolaylaştırıyor. Genç ailesine sınırlarını neden genişletmek istediğini anlattığında, aile neden kaygılandığını paylaştığında iletişim güzelleşiyor. Aile ile genç arasında açık ve doğrudan bir iletişim kurulamadığında genç yalan söyleme veya gerçeği hafifletecek şekilde değiştirerek aileyle paylaşma ihtiyacı duyuyor.

Açığa çıkacak çatışmadan, güç mücadelesinden kaçınmak için genç böyle bir yola başvurabiliyor. Oysa yalan veya gerçeğin saptırılması çok daha büyük risklere zemin hazırlayabiliyor. Yalan iki tarafın birbirine olan güvenini sarstığı gibi gencin karşılaşabileceği olası tehlikelerden ailenin haberdar olmamasına da neden oluyor. İletişim doğrudan, açık, empatik ve etkili olduğunda sorunlar çok daha kolay halledilebiliyor.

Etkin dinleme, empatik konuşma, sen yerine ben dilini kullanma, konuşma anında “şimdi ve burada” kalabilme, beden dilini ve ses tonu ile iletişimi destekleme ve iletişimde olumlu dili kullanma iletişimin kalitesini artırıyor. Aile İçi İletişim Eksikliği Nedenleri ve Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Aile Gence Rol Model Olmalı ve Güven Vermeli

Sağlıklı benlik gelişimi için ergenlikte ebeveyn tutumu kadar ailenin sağlıklı rol model sunabilmesi de önemli. Gencin hayatından bebeklikten itibaren en etkili ve ilk model ebeveynler oluyor. Dolayısıyla ergenlikte ailenin problem çözme becerileri, iletişimi, özgüveni, sorumluluk bilinci gence model oluyor. Öfkesini yönetemeyen, stresle başa çıkamayan, iletişimi zayıf, sosyal becerileri eksik ebeveynler ise gencin benzer davranışlar geliştirmesine neden oluyor.

Gençler bu dönemde ailelerinden güven istiyor. Genç “Bana, karakterime, başarabileceklerime ve öğrettiklerinizi devam ettirebileceğime güvenin. Ancak bana güvenirken beni tamamen desteksiz, savunmasız da bırakmayın. Evet elimi tutmanıza gerek yok artık, desteğiniz olmadan da yürüyebilirim. Ama orada olduğunuzu, tökezlediğimde, düştüğümde elimden tutacağınızı bilmeye ihtiyacım var.” Diyor.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum olmalı.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Hatalı Olduğunda Ergenlik Dönemi Sorunları Şiddetleniyor

Olumsuz ebeveyn tutumları Baskıcı – Otoriter tutum, aşırı hoşgörülü- gevşek tutum, tutarsız tutum, mükemmeliyetçi tutum, İhmalkar tutum olarak ayrılabilmektedir. Çocuklukta ve gençlikte ebeveynlerin sergilemesi gereken en sağlıklı tutum ise hoşgörülü-demokratik-destekleyici tutumdur.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hatalı olduğunda ergenlik belirtileri daha olumsuz ve şiddetli geçirilebiliyor. Depresyon riski artıyor, özgüven zedeleniyor. Genç ailesinden göremediği ilgi ve desteği akranlarında ve riskli arkadaşlıklarda arıyor. Akademik başarı düşüyor, olumsuz alışkanlıklara yönelim artıyor. Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Baskıcı – Otoriter Olduğunda Gençte Pasif Agresif Davranışlar Gelişiyor

Baskıcı Otoriter tutumda ebeveynlerin iletişim tarzı çoğunlukla güç odaklı oluyor. Aile otoriter, baskıcı ve cezalandırıcı tavırlarıyla gencin korkmasına ve geri çekilmesine neden oluyor. Böyle bir aile ortamında genç duygu ve düşüncelerini ailesiyle paylaşmaya çekiniyor. Kimi zaman ebeveynlerin ikisi birden veya birisi daha baskıcı olabiliyor.

Erkeğin baskın olduğu ailelerde çocuk kadar kadın da otorite figüründen çekinebiliyor. Bu durum otoriteye boyun eğmeye neden oluyor. Kendini ifade edemeyen duygu, düşünce ve isteklerini doğrudan paylaşamayan gençte pasif agresif davranışlar gelişiyor. Kimi zamansa genç ailede gördüğü otorite ve baskıcı tavırları kendi akran ilişkilerine ve romantik ilişkilerine yansıtıyor. Ergenlikte ebeveyn tutumu baskıcı otoriter olduğunda gençlerde akademik başarı büyük olasılıkla düşüyor.

Ergenin özsaygısı ve özgüveni azalıyor. İletişim becerileri ve sosyal beceriler gelişmiyor. Genç kariyerinde de kendini geliştirmekte zorlanıyor. Bu gençler çoğunlukla ailenin karar verdiği mesleğe yöneliyor. Hayatlarındaki pek çok konuda da ailelerinin kararları belirleyici oluyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Aşırı Hoşgörülü ve Gevşek Olduğunda Genç Çocukluk Rolünü Bırakamıyor

Aşırı Hoşgörülü- Gevşek ebeveyn tutumunda ise çocuk ailenin merkezine konuluyor. Çocuğun her istediği gerçekleştiriliyor, kurallar çocuk tarafından şekilleniyor ve neredeyse sınırlar ortadan kalkıyor. Sorumluluk verilmeyen, her ihtiyaçları aile tarafından karşılanan bireyler gelişiyor. Bu çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de çocukluk rollerini bırakamıyorlar.

Almaları gereken gelişimsel rollerin gerekliliklerini karşılamakta zorluk yaşıyorlar. Bu tarz ebeveyn tutumuyla yetişen çocuklar ailenin ilgisini, aşırı hoşgörüsünü ve koşulsuz kabulünü herkesten bekliyor. Ergenlikte genç, öğretmen, yönetici gibi diğer yetişkinlerden ve akranlardan aynı davranışı göremediğinde kırıklık yaşıyor. Genç yeni rollerine adapte olmakta güçlük yaşıyor, bağımsız hareket edemiyor, bireyselliğini kazanamıyor. Ailenin maddi, manevi ve fiziki desteğine ihtiyaç duyuyor.

Karşılaştığı sorun ve aksaklıklarda ailenin yardımına ihtiyaç duyuyor. İşleri kendi halletmeye çalışmak yerine ilk iş yardım çağrısında bulunuyor. Bu kişilerin yetişkin hayatta da problem çözme becerileri gelişmiyor. Kaldıramayacakları sorumlulukları alamıyor ve sorumluluklardan çekiniyorlar. Bu kişileri iş hayatında da yüksek kademelerde görebilmek mümkün olmuyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Tutarsız Olduğunda Genç Duygularını Düzenlemekte Güçlük Yaşıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu tutarsız olduğundaysa ebeveynlerden biri veya ikisi duygu, düşünce ve davranışlarında tutarsızlık yaşıyor. Bir ebeveynin evet dediğine diğeri hayır diyebiliyor. Veya bu ebeveynler bir gün çocukla çok ilgiliyken başka bir gün oldukça ilgisiz davranabiliyorlar. Bir gün evet denilen ertesi gün hayır olabiliyor. Bir kez sevecen ve hoşgörü ile karşılanan durum başka bir sefer olumsuz karşılanabiliyor.

Bu da gencin ailesine ve ailesinin davranışlarına olan güvenini sarsıyor. Neye nasıl yanıt vereceklerini kestiremiyor olmak gencin aileyle olan iletişimini bir stres faktörü haline getiriyor. Genç ailede gördüğü bu tutarsızlığı kendi bireysel yaşamında tekrar edebiliyor. Arkadaşlık ilişkilerinde bir ilgili bir ilgisiz tavırlar görülebiliyor. Derslerinde ve sorumluluklarında bir gün çok disiplinli ve ilgili olan çocuk başa sefer sorumsuz olabiliyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Mükemmeliyetçi Olduğunda Genç Daha Kaygılı Bir Birey Oluyor

Mükemmeliyetçi tutum sergileyen ebeveynler çoğunlukla gerçekdışı ve potansiyelin üzerinde beklentileri olan ebeveynler oluyor. Bu ebeveynlerde çoğunlukla kusurlara tolorans düşük oluyor. Ailenin çocuğa yönelik sevgi paylaşımı da koşullu oluyor. Sevgi ve ilgi için sorumlulukların yerine getirilmesi, başarılı olunması gerekiyor. Genç ailenin beklentilerini karşılayamadığında onların sevgisini kaybetme endişesi duyuyor. Genç mükemmellikten uzaklaştıkça yaşadığı kaygı ve stres azalıyor.

Sosyal anksiyete, sınav kaygısı, akademik başarısızlık, olumsuz beden algısı, depresyon ve benzeri gelişme olasılığı artıyor. Sınav Kaygısı Gençlerde Neden Oluşuyor? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu İhmalkar Olduğunda Gencin Özsaygısı Azalıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu ihmalkar olduğunda ise genç aile içerisinde kendini değersiz görüyor. Ailenin ihmal ettiği temel ihtiyaçlar gencin gelecek kaygısı geliştirmesine, özgüven kazanamamasına neden oluyor. Gençler riskli davranışlara, kötü alışkanlıklara, olumsuz arkadaşlıklara bu tarz ailelerde daha çok yöneliyor. Başarılı Bir Kariyer İçin Çocuk, Ergen ve Yetişkinlerde Duygu Düzenleme (Regülasyon) ve Mutlu Aileler Başarılı Çocuklar Yetiştiriyor! yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

Read More

Oyun ve oyuncağın önemi çocuk psikolojisinde oldukça büyük. Çünkü oyun çocuğun dili. Bir yetişkin nasıl kendini kelimelerle ifade ediyor, beden dilini kullanarak kelimelerine bambaşka anlamlar yüklüyor çocukta bunu kurduğu oyun ve kullandığı oyuncaklarla yapıyor. Oyun aracılığı ile yetişkin çocuğun duygu ve düşüncelerini duyuyor. Çocuk oyun içerisinde her türlü role girebiliyor. Girdiği rollerle hayatı keşfediyor, empati becerisini geliştiriyor ve öğreniyor.

Aynı zamanda oyun çocuğun içsel çatışmalarını çözmesini, olumsuz duygularını ifade etmesini, negatif enerjisini boşaltmasını sağlıyor. Çocuk oyun aracılığı ile rahatlıyor, duygusal dengesini buluyor. Oyun ve oyuncağın önemi aile ve çocukla iletişim kurmak isteyen diğer yetişkinler tarafından da bilinmeli.

Çocuk için oyuncağın türü, çeşitliliği, kalitesi yaşına, ilgilerine ve ihtiyaçlarına göre değişiklik gösteriyor. Bu nedenle yazımızın devamında oyun ve oyuncak nasıl seçilmeli, aileler nelere dikkat etmeli detaylarıyla paylaşacağız.

İletişim, Öğrenme ve İfade Unsuru Olarak Oyun ve Oyuncağın Seçimi Yaşlara Göre Farklılaşıyor

Oyun ve oyuncağın önemi yeni doğandan başlayarak çocuğun ilgisine, ihtiyacına ve yaşına göre değişiklik gösteriyor. Çocuk için oyuncağın maddi değerinden çok onunla nasıl oynayabileceği, nelere dönüştürebileceği önem arz ediyor. Hele bu oyuncak ebeveyniyle oynayabilmesini sağlıyorsa o çok daha değerli hale gelmiş oluyor.

Yeni doğanın İlk 6 Ayında Oyun ve Oyuncağın Önemi

Yaşamın ilk 6 ayı bebeğin dünyası bizim için çok küçük onun için ise oldukça geniştir. Dünyaya merhaba diyen yeni doğan için henüz oyun ve oyuncağın önemi yoktur. Yeni doğan bir bebeğin ilk oyunu annesinin yüzü, elleri, mimikleridir.

Annesinin onunla iletişime geçmesi, gülümsemesi, dokunması, sevmesi, beslemesi bebeğin haz duymasına ve keyif almasına yardım eder. Dolayısıyla yeni doğan için ilk oyun annesinin ilgisini tanımak, davranışlarını takip etmek ve onunla bir arada olmaktır. Yani çocuğun ilk oyuncağı da annesidir. Çocuk annesinin düzenli ilgisini, bakım ve sevgisini aldıkça fiziksel olduğu kadar duygusal ve bilişsel açıdan da gelişmektedir.

Çocuk anne ile kurduğu iletişim aracılığıyla güvenli bağlanma geliştirecek, diğer insanları, kendini ve dünyayı anlamlandıracaktır. İlk 6 ay temel oyun da oyuncak da ebeveynlerdir. Dolayısıyla burada çocuğa oyuncak almak yerine ebeveynin sesinin, dokunuşunun, mimiklerinin yer aldığı oyunlar kurulmalıdır.

https://youtu.be/QCNE-vuczmE

Ebeveyn bebeğe şarkı söyleyebilir, masal anlatabilir, ce -ee oynayabilir. Taklit yapılabilir. Çocuğa düzenli duş aldırılması, masaj yapılması da vücudunu fark etmesi ve duyularının gelişmesi için önemlidir.

6-12 Ayda Oyun ve Oyuncağın Önemi

6 aydan sonra çocuk destekle oturabilmeye başlar, ek gıda süreci devreye girer. Bu dönemde çevreye de ilgi artar. Çıngıraklar, bez kitaplar, pelüş küpler, yumuşak toplar ve diş kaşıyıcılar bebeğin ilgisini çekecektir. Dişler çıkmaya hazırlanırken çocuk dişlerini kaşımak ve de keşif yapabilmek için her şeyi ağzına sokmak isteyecektir. Bu da çocuğa verilecek oyuncakların yumuşak, yutamayacağı ve zarar görmeyeceği şekillerde olmasını gerektirir.

Her türlü oyuncak ağıza alınarak keşfedileceği için oyuncağın temizliği, sağlığa zararı olmayan materyallerden olması önemlidir. Ancak çocuk için oyun ve oyuncağın önemi hala bir yetişkinle oynandığı sürece daha keyiflidir. Renkli, sesli, farklı dokularda oyuncaklar çocuğun ilgisini çekecektir. Oyun halısında oynatabileceğiniz uzanmasını, sürünmesini, boynunu kaldırıp etrafına bakınmasını destekleyecek oyunlar da önerilmektedir.

Bu dönemde çocuğun iletişim becerilerini geliştirmek ve ilk kelimelerine hazırlık yapmak için ebeveynler çocukla konuşmalıdır. Neyi neden yaptığınızı anlatmak, nesnelerin, yiyeceklerin adını söylemek, duyguları isimlendirmek çocuğun dil gelişimini destekler. Etkileşim kurmak, sesinizi tanıtmak, iletişimi öğretmek ve kelimeleri tanıtmak için onunla bol bol konuşmalısınız.

“Şimdi seni yıkıyorum. Vücudunu köpüklüyorum. Saçlarını tarıyorum. Bu bir tarak. Şimdi sana krem sürüyorum. Kollarına masaj yapıyorum.” Gibi. Çocukla sözel iletişim doğumla beraber başlamalı ve hatta daha anne karnındayken de çocukla doğrudan iletişim kurulmalıdır. İsmiyle hitap etmekte çocuk için önemlidir.

1-3 Yaş Arası Oyun ve Oyuncağın Önemi

1 yaşla beraber yürümeye başlayan ve dünyayı keşfetmek isteyen çocuk her şeye ellemek ister. Bu keşif yürümeye başlamadan önce emekleme ve tutunarak adımlama sürecinde de aktiftir. Ebeveynden bağımsız hareket edebilen çocuk için bu beceri olağanüstü heyecan vericidir. Artık oyun alanı ve oyuncak çeşitliliği de genişlemiştir.

Bu dönemde aile çocuğa çeşitli oyuncaklar almakta ve ilgisini çekmeye çalışmaktadır. Oysa çocuk için etraftaki her şey bir oyundur ve her nesne oyuncağa dönüşebilir. Dolayısıyla bu dönemde oyun ve oyuncağın önemi kadar çevrenin güvenli hale getirilmesine de önem verilmelidir.

Çekmeceleri açıp kapatabilir, koltuğa çıkıp inebilir, eşyaları eline alıp istediği yere bırakabilir. Prizleri merak edebilir, parmağını veya bulduğu nesneleri boş deliklere sokmaya çalışabilir. Bu dönemde güvenlik önlemleri artırılmalı çocuğun zarar görebileceği sivri köşeler korunaklı hale getirilmelidir. Prizlere çocuk kilidi, cam eşyalar ve pencereler için önlem alınmalıdır. Çocuğun kendisine zarar verebileceği eşyaların olduğu çekmeceler çocuk kilidi ile güvenli hale getirilmelidir.

Parmağının sıkışabileceği ağır çekmeceler, kapılar için de önlem alınmalıdır. Çocuk yürümenin ve etrafı keşfetmenin heyecanına varınca oyuncaklar biraz daha ilgisini çekmeye başlayacaktır. Özellikle 2 yaş itibariyle dil gelişimindeki artık çocuğun karşılıklı sözlü iletişime girebilmesini sağlayacaktır. Bu dönemde çocuk oyun kurmaya, oyuna ebeveyni davet etmeye başlayacaktır. Çocuk henüz kurallı oyunlara katılmayı veya oyununa kural koymayı bilmez. Oyun ve oyuncağın önemi henüz hala ben merkezlidir.

Paylaşım yoktur, tek taraflı oynayacak, oyunu istediği gibi yönetecektir. Yetişkin rollerine yönelik taklit oyunları, su kum oyunları, hamur, boya kalemleri, bebekler ilgisini çekecektir. Renkleri, sayıları, hayvanları öğrenmek, çevresindeki her nesnenin ismini öğrenmek onun için başka bir oyundur. Sorular sorabilir, her şeyin nedenini, ismini sorabilir. Deve cüce, büyük küçük oyunları oynayabilir. Saklambaç, yakalamaca oynamaktan keyif alabilir.

Ebeveyn hala en iyi oyun arkadaşı konumundadır. Salıncak, kaydırak, parkta vakit geçirmek, denge oyunları da ilgisini çekecektir. Diğer çocukların farkına varsa da henüz onlarla iletişim ve oyun kurmaya ihtiyaç duymaz. Onları uzaktan gözlemler, görünüşleri, oyuncak ve aksesuarları ilgisini çeker.

3 Yaş ve Sosyalleşme ile Oyun ve Oyuncağın Önemi Farklılaşıyor

Üç yaş çocuğun sosyalleşme yaşıdır. Bu yaşa kadar akranlarıyla iletişime geçmeyen ve oyunlarında yalnız olmayı seçen çocuğun beklentileri değişmiştir. Artık kendi yaşıtı ve özellikle kendi cinsinde oyun arkadaşı arayacaktır. Bu dönemde özellikle akranı olmayan çocuğun oyun arkadaşı hala aile olacaktır. Ancak gününün büyük çoğunluğunu oyunla geçiren çocuk için ailenin kısıtlı arkadaşlığı yeterli hazzı vermemeye başlar.

Oyun ve oyuncağın önemi bu dönemde sosyal ilişkiyi destekleyici nitelikte olmalıdır. Çocuk artık daha kurallı oyunlar oynayabilir. Oyuna kurallar koyup uyulmasını isteyebilir veya kurallı oyunlara dahil olabilir. Bir oyuncakla oynama süresi uzamıştır. Yaratıcılığı ile materyalleri bambaşka şekillerde kullanabilir.

-Mış gibi yapmak oldukça yaygındır. Sizin için kumanda olan onun için direksiyon veya telefon olabilir. Bu nedenle bu dönemde çocuğun elindeki oyuncağa çocuk bir isim vermeden etiket yapılmaması önemlidir. “o elindeki kumanda mı?” demek yerine “ a elinde bir şey görüyorum, bu nedir?” diyerek onun isimlendirmesi beklenmelidir.

Aksi halde çocuğun tepkisi “hayır o bir araba” olabilir. Üstelik çocuk oyununa dahil olmadığınız için size bozulabilir. Yap-bozlar, evcilik oyunları, bebekler, kutu oyunları, aktivite kitapları, boya kalemleri, sticker kitapları ilgisini çeker. Legolarla ihtiyacı olan oyuncakları kendisi tasarlayabilir.

Kitaplar yaşamının ilk yılından itibaren çocuğun rutinine katılmalıdır. Bebeklikten itibaren kitap okuma saati olan bir çocuğun 2 yaş sonrası kitaplara ilgisi artacaktır. Okumak istediği kitapları kendi seçebilir, okuduklarınızı aklında tutup o da gün içerisinde bir köşeye geçip kitap okuyormuş gibi yapabilir. Kendisi hikayeler uydurabilir, size masallar anlatabilir.

Ev işlerindeki rollerinizi taklit edebilir size mutfakta, temizlikte yardım etmek isteyebilir. Evciliklerinde anne-baba rollerini sık sık canlandırabilir.

Hayali Arkadaşla Oynanan Oyun ve Oyuncağın Önemi

Bu dönemde çocuğun dünyasına hayali arkadaş da eklenir. Bu oldukça sağlıklıdır. Ebeveynler endişe etmemelidir. Çocuk ailenin tepkisini çekmemek için olumsuz duygularını, hatalarını, korkularını hayali arkadaşı üzerinden ebeveynine anlatabilir. “Arkadaşım Eylül’ün kardeşi var ama o onu hiç sevmiyor. Geri gitmesini istiyor.” Gibi. Aile çocuğun hayali arkadaşının söylediklerini iyi dinlemelidir. Çünkü bu çocuğun iç sesinin ta kendisidir.

İç ses yargılanmamalı, ayıplanmamalı, cezalandırılmamalıdır. Çocuk sonuna kadar dinlenmeli, duygusunu boşaltmasına fırsat verilmeli, ilgi ve şefkat gösterilmelidir. Oyun ve oyuncağın önemi kadar sizin çocuğun oyununa ve hayal dünyasına yaklaşımınız da önemlidir. Çocuk için bu dönemde kurallı oyunlar başlasa da sizin kurallarınızı değil kendi kurallarını koyabilmeyi ister. Dolayısıyla onun oyununa istediğiniz gibi dahil olamaz, istediğiniz gibi oyunu yönlendiremezsiniz.

Size tepki gösterebilir, “anne-baba sen git! kapıyı çalacaksın, ben sana kim o? diyeceğim. Sen de bana komşuluğa geldim diyeceksin.” Gibi sizi yönlendirebilir. Bu nedenle çocuğun oyununa katılırken “Peki ben şimdi ne diyeyim?”, “Ben kim olayım?”, “Ben ne yapayım?” diye çocuğa sormalısınız.

Böylece ona oyunun sahibi olduğunu, onun kurallarına ve kararlarına saygı duyduğunuzu gösterebilirsiniz. Çocuğunuzun öz benlik gelişimine, özgüvenine oyundaki bu tutumunuzla destek olacaksınız. Çocuklarda Özgüven Nasıl Gelişir? Ve Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Okul Çağında Oyun ve Oyuncağın Önemi

3 yaş sonrasında da oyun ve oyuncağın önemi ihtiyaca, yaşa ve ilgilere göre farklılaşarak devam ediyor. Kurallı oyunlar, akranla ve grupla oynanan oyunlar artıyor. Çocuk ev içerisinde hala ebeveynle zaman geçirmeye ve oyun oynamaya ihtiyaç duyuyor. Ancak çocuk oyun ihtiyacını çoğunlukla okulda arkadaşlarla karşılıyor.

Burada aileyle geçirilen zamanın artık duygu, düşünce ve kaliteli zaman paylaşmaya yönelik olması gerekiyor. Birlikte film izlemek, kitap okumak, kutu oyunları oynamak, yarışmalar yapmak, yemek yapmak, ev dışında da vakit geçirmek, sohbet etmek gibi. Ancak birlikte geçirilen zaman her nasıl değerlendirilse değerlendirilsin anda kalabilmek gerekiyor.

Oyun ve Oyuncağın Önemi Kadar Anda Kalabilmek de Önemli

Ebeveyn için günün yorgunluğunun ardından çocukla uzun süreler oyun oynamak zor olabilir. Aslında çocuğun kurallarına uymak, onun verdiği replikleri tekrar etmek ebeveyn için de kolaydır. Şimdi ne söylemeliyim veya oyuna ne eklemeliyim diye düşünmesine gerek kalmaz. Hem çocuk daha mutlu olur hem ebeveyn rahat etmiş olur. Ancak çocukla oyun oynarken “şimdi ve burada, tamamen onunla olabilmek” gerekir.

Çocukla yan yana olmak ama zihnen bambaşka işlerle meşgul olmak çocuğunuzla kaliteli zaman geçirmek değildir. Çocuklar ebeveynlerinin duygularını hemen fark eder. Sıkıldığınızı, orada olmadığınızı hemen anlarlar. Ona özel ayıracağınız 30 dakika bile birlikte verimsiz geçireceğiniz saatlerden daha değerlidir.

Dolayısıyla çocuk için Oyun ve oyuncağın önemi kadar ebeveyniyle aynı anda kalabilmek de önemli. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazımız ile anda kalmanın önemini ve uygulayabileceğiniz pratik yöntemleri öğrenebilirsiniz. Anda kalmakta zorlanıyor, çocuğunuzla iletişiminizde zorluklar yaşıyorsanız profesyonel destek için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri yazımızdan da destek alabilirsiniz.

Read More

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek özellikle her iki ebeveyn birden çalışıyorsa çok daha önemli bir ihtiyaç haline geliyor. Çalışan ebeveyn olmak günümüzde hem anneleri hem de babaları içine alan bir rol. Özellikle büyük şehirlerde her iki ebeveynin de çalışması gerekiyor. Çocuklara daha nitelikli bir gelecek sunabilmek için anneler de babalar da iş hayatında varlık sürdürüyor.

Kadınlar doğum sonrası kısa sürece işe geri dönmek durumunda kalıyor. İş hayatına ara vermek özellikle rekabetin yoğun olduğu popüler sektörlerde işe geri dönüş şansını zorlaştırıyor. Dolayısıyla çocuk sahibi olmakla ebeveynler hem anne, baba hem iş insanı hem eş hem de birey olarak rollerini devam ettiriyor.

Bu kadar fazla ana rolü bir arada üstlenmek ve her rolü layığıyla yapmayı istemek bireyin stres yaşamasına ve yetersizlik hissetmesine neden olabiliyor. Zaman yönetimi ve stresle başa çıkmak zorlaşabiliyor. Çoğunlukla da çalışan ebeveyn çocuğunu ihmal ettiğini, onunla geçirebileceği zamandan çaldığını düşünerek suçluluk duyuyor.

Suçluluk duygusu ise bireyin rolleri arasındaki adil ve yeterli dağılımı yapıp dengeyi bulmasını zorlaştırıyor. Çocuğuna daha fazla zaman ayırmak için ebeveyn mesleki rolünü, eş rolünü veya bireysel ihtiyaçlarını ihmal edebiliyor. Bu da kişinin yaşam doyumunu, motivasyonunu olumsuz etkileyebiliyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek Neden Önemli?

Aslında yapılan çalışmalar çalışan ebeveyn olmanın çocuğun gelişimine zararı olmadığını destekliyor. Çalışan ebeveynlerin çocukları duygusal, fiziksel, bilişsel ve sosyal açıdan gelişimsel bir sorun yaşamıyor. Ancak ebeveynin kendi değerlendirmesi ve büyük ölçüde toplumun da baskısı yetersizlik ve suçluluk duygularını tetikliyor. Bir ebeveyn çalışsın ya da çalışmasın çocuğun ebeveyninden beklentisi hiç değişmiyor.

Çocuk için önemli olan ebeveyniyle uzun süre vakit geçirmesi değil kaliteli vakit geçirmesi oluyor. Ebeveynler çoğunlukla tüm gün ayrı kalmanın üzüntüsü ile iş sonrası vakitlerini tamamen çocuğa ayırıyor. Ancak iş sonrası evde bekleyen başka sorumluluklar da oluyor. Ya da bütün bir günün yorgunluğu ile yetişkinin dinlenme ihtiyacı da açığa çıkıyor. Dolayısıyla ebeveyn sorumlulukları, duyguları ve ihtiyaçları arasında sıkışıp kalıyor.

Ebeveyn fiziken çocuğa vakit ayırmaya çalışırken zihnen diğer işleri nasıl organize edeceğini düşünebiliyor. Ebeveynin yaşadığı bu karmaşa çocuk tarafından hemen algılanıyor. Dolayısıyla ebeveynle çocuk bir arada ama yetersiz ve kalitesiz zaman geçiriyor. Çocuklar için de durum çok farklı değil. Bütün bir gün anne babasının özlemini duyan ve işten dönüşlerini dört gözle bekleyen çocuk umduğunu bulamıyor.

Çocuk ebeveyniyle kaliteli zaman geçirmek istiyor. Birlikte sohbet ederken, oyun oynarken kendisi kadar ebeveyninin de keyif almasını arzu ediyor. Anda kalmakta zorlanan, zihni yarının işleriyle veya günün yorgunluğu ve stresiyle dolu olan ebeveyn oyundan çocuğun beklediği hazzı alamıyor. Dolayısıyla ebeveyn çocuğuna bütün bir akşamını da ayırsa bu çocuklarla kaliteli zaman geçirmek olmuyor.

Çocuk ebeveyninin sesinden, beden dilinden, sözsüz mesajlarından “şimdi ve burada seninleyim”, “birlikte zaman geçirmek benim için de çok keyifli” hissini alamıyor. Burada da karşımıza önemli bir ihtiyaç olarak çocukla ebeveynin kaliteli zaman geçirmesi gerekliliği çıkıyor.

2 kalitesiz saat yerine tamamen çocuğa ayrılan 30 dakika ayrı geçen bir güne değebiliyor. Böylece hem çocuk mutlu oluyor hem ebeveyn kendini çok daha iyi hissediyor. Zamanı yönetmekte kolaylaşıyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek için Ebeveynlere Öneriler

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için ebeveynlerin öncelikle rollerinin önem ve ağırlık derecesini belirlemesi gerekiyor. İyi bir zaman yönetimi geliştirmek, yönetsel planlama becerisi kazanmak gerekiyor. Ebeveynin iş planını, özel hayatını, bireysel ihtiyaçlarını ve çocuğuyla geçireceği zamanı iyi dengeleyebilmesi gerekiyor. Öyle bir denge kurulmalı ki hiçbir ihtiyaç birbirinin zamanına karışmamalı. Burada da karşımıza ebeveynin uygulaması gereken birkaç method çıkıyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek İçin Sınırları İyi Belirlemek Gerekiyor

Ebeveynler bazen karakteristik özellikleri bazen de mesleklerinin veya işverenlerinin beklentileri gereği yoğun tempoda çalışabiliyor. İşini işte bırakamayan, hayatının merkezine koyan, gereğinden fazla sorumluluk üstlenen bireylerin dolayısıyla zaman yönetimi zorlaşıyor. Eve iş getiren veya eve iş stresini getiren ebeveyn evde rahatlayamıyor ve diğer rollerine de yoğunlaşamıyor. Dolayısıyla da çocuklarla kaliteli zaman geçirmek zorlaşıyor. Oysa ebeveynlik rolüne hazırlanan bir bireyin mutlaka rollerinin arasına sınırlar çizmesi gerekiyor.

İşi mesai saatleri içerisinde tamamlayacak şekilde organize etmek, eve iş getirmemek gerekiyor. Bazı işlerde çalışma şartları bunu gerektirebiliyor. Eğer temponuz ebeveynlik rolünüzü gereğinden fazla etkiliyorsa iş değişikliği değerlendirilebilir. Mümkünse işten eve dönüldüğünde çocukla etkin zaman geçirip, özlem giderdikten sonra işe tekrar zaman ayrılabilir. Yine mümkünse işle ilgili konular çocuk uyuduktan sonraya bırakılabilir.

Zamanı İyi Organize Etmeli Evdeki Diğer Bireylerle İş Bölümü Planlamalısınız

Özellikle her iki ebeveyninde çalıştığı ailelerde ebeveynlerin rolleri daha da ağırlaşabilmektedir. İşten eve dönen anne babayı evde sadece çocuk değil evin diğer tüm sorumlulukları da karşılıyor. Yemek, temizlik, ütü, bulaşık ve benzeri rutin ev işleri.. Evin temizliği, düzeni, yemeği konusunda tek sorumluluğun kadında olması kadının yükünü dayanılmaz artırıyor.

Bu durumda her yere yetmeye çalışan ama hiçbir yere yeterince yetemediğini düşünen bir kadınla karşılaşıyoruz. Kadının üzerindeki evle ilgili sorumlulukların diğer eş veya başka biri tarafından hafifletilmesi gerekiyor. Adil bir iş bölümü ile kadının rollerindeki denge sağlanabiliyor.

Aynı şekilde çocuğun bakımından da tek bir ebeveyn sorumlu olmamalı. Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek ve çocuğun rutinine uyabilmek için her iki ebeveynin de sorumluluk alması gerekiyor. Adil iş bölümü ve iyi bir zaman yönetimi ile ebeveynler duygusal ve fiziksel olarak rahatlıyor. İşine, çocuğuna, eşine ve kendine zaman ayırabilen birey yetersizlik hissinden uzaklaşıyor, deşarj oluyor, iyi hissediyor.

Mükemmeliyetçi Ebeveynler Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirebilmek için Beklentilerini Esnetmeli

Hem çalışan bir ebeveyn olmak hem de her şeyi mükemmel yapmak oldukça zor. Kıyafetlerim ütülü, kirli sepetim her daim boş, ev mütemadiyen tertemiz ve sofrada çeşit çeşit yemek olsun isteyebilirsiniz.

Çocuk olana kadar bu standardınızı bozmadan devam edebilmiş de olabilirsiniz. Fakat artık hayatınızda bambaşka bir rolünüz var. Siz topladığınızda dağıtan, siz temizlediğinizde döküp saçan bir çocuk. Çok yorulup dinlenmek istediğinizde ilgi ve oyun bekleyen bir çocuk. Siz ne kadar yıkayıp ütüleseniz de 5 dakikada kıyafetini değiştirmeniz gerekecek duruma getirebilen bir çocuk. Tüm bunlar çok doğal, çünkü o bir çocuk.

Dağıtarak, döküp saçarak, düşüp kalkarak büyüyor. Kirleniyor çünkü yeni deneyimler elde ediyor. Bu doğal davranışlara uyum gösterebilmek ve kendinizi gereğinden fazla yormamak için sizin de esnemeniz gerekiyor.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çocuğunuz büyüyene kadar evin biraz dağınık kalmasını tolere edebilirsiniz. Ona oyun oynayabileceği bir köşe ayırabilirsiniz. O dağıttıkça toplamak yerine çocuğunuz uyuduktan sonra toplayabilirsiniz. Temizliğinizi ne sıklıkla yapıyorsanız sıklığını biraz daha düşürebilirsiniz. Kolay temizlenebilen eşyalar seçebilirsiniz. Çocuğunuzun evde giydiği kıyafetleri ütülemekle uğraşmayabilirsiniz. Sizi en çok yoran, strese sokan, enerjinizi ve zamanınızı çalan mükemmeliyetçi beklentilerinizi belirleyip esnetmeyi deneyebilirsiniz.

Yemeklerinizin çeşidini azaltabilir, öğünlerinize daha aperatif ve kolay alternatifler ekleyebilirsiniz. Böylece arta kalan enerjinizi ve zamanınızı kendinize, eşinize veya çocuğunuza ayırabilirsiniz.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek için Evdeki Sorumluluklarınızı Oyuna Çevirebilirsiniz

Ev içerisinde zaman ayırmanız gereken sorumluluklarınıza çocuğunuzu da dahil edebilirsiniz. Ona sizinle birlikte olabileceği ve sorumluluk alabileceği yaşıyla uyumlu görevler verebilirsiniz. Siz iş yaparken ona yanınızda oyalanabileceği oyuncaklar, aktiviteler verebilirsiniz. Böylece bir aradayken farklı şeylerle uğraşsanız da sohbet edebilir zaman paylaşımınızı artırabilirsiniz. Özellikle size yardım ediyorsa çocuğunuzda faydalı olmaktan ve bir yetişkin sorumluluğunu yerine getirmekten keyif alacaktır.

Yetersiz Zamanı Müsamaha ve Abartılı Hediyelerle Doldurmaktan Kaçının

Çalışıyor olmanız çocuğunuza daha fazla müsamaha göstermeniz onu hediyelere boğmanız anlamına gelmemeli. Hem duygusal gelişimi hem de sınırlarınızı koruyabilmek adına çocuğunuza karşı tutarlı ve dengeli olmalısınız. Cevabı hayır olması gereken bir konu çalışmanız veya çocuğa zaman ayıramamanız nedeniyle Evet olmamalı. Abartılı hediyeler ile çocuğa ayrılamayan zamanın yarattığı boşluk maddiyatla doldurulmamalı. Bunun yerine çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çaba sarf edilmelidir.

Unutulmamalı ki çocuğa az zaman ayırmak çocuğu ihmal etmek veya sevgisiz bırakmak değildir. Tüm gün evde olmanız veya tüm gün çocuğunuzla olmanız da kaliteli zaman geçirmiş olmak için yeterli değil. Önemli olan çocuğunuza ayırdığınız zamanı, süresi ne kadar olursa olsun doya doya, yaşaya yaşaya geçirmeniz.

Çocuğunuzla Her Gün Az da Olsa Düzenli ve Nitelikli Zaman Geçirmeye Özen Gösterin

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çocuğunuzun yaşına uygun aktiviteler yapabilir, oyun oynayabilir, sohbet edebilirsiniz. Birbirinizin gününü sorabilir, neler yaptığınızı paylaşıp onun gününü dinleyebilirsiniz. Kitap okuyabilir, yaratıcı etkinlikler yapabilirsiniz. Hayallerini, hedeflerini dinleyebilirsiniz. Aslında geçireceğiniz zamanı nasıl dolduracağınız çocuğunuzun ve sizin ilgi alanlarınıza, çocuğun yaşına göre değişiklik gösterecektir.

Her gün düzenli ve nitelikli olacak şekilde az da olsa sadece çocuğunuza odaklanarak zaman ayırmalısınız. Mümkünse hafta tatillerinde daha uzun soluklu aktiviteler yapabilirsiniz. Bunları sağladığınızda hem siz hem çocuğunuz daha mutlu olacaksınız. Hissettiğiniz olumsuz duygu ve kaygılar azalacak. Stresiniz yatışacak ve yaşadığınız pek çok an çok daha keyifli olacak.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için gösterdiğiniz çaba bir süre sonra rutine dönecek. Hem çocuk için hem sizin için birlikte geçireceğiniz zaman daha heyecanla ve arzuyla bekleniyor olacak. Sizin olumsuz duygularınız ne kadar azalıyorsa çocuğunuzun da olumlu duyguları o kadar artacak. Çocuğunuzda sizinle yeterli zaman geçiremiyor olmasından kaynaklanan sorunlar gözlemliyor olabilirsiniz.

Öfke, tikler, uyku problemi, iştah sorunları, davranış bozuklukları ve benzeri varsa bunlarda da azalma görülecektir.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek Sorunları Çözmüyorsa Profesyonel Desteğe Başvurulmalıdır

Çalışan ebeveynler çoğunlukla çocuklarında görülen davranış farklılıklarının nedeni olarak yeterli zaman ayıramamalarını görebilmektedir. Ancak bazen sorun öngördüğünüzden çok daha farklı bir nedenle gelişmiş olabilir. Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için önerilerimizi denediğiniz halde başarılı olamıyorsanız profesyonel destek alabilirsiniz.

Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızın yaşam kalitesini ve doyumunu artırmayı hedefliyoruz. Danışanın ihtiyacını tespit ettikten sonra yaşı ve ihtiyacına uygun çalışma yöntemimizi belirliyoruz. Oyun terapisi, aile danışmanlığı, kariyer danışmanlığı, bireysel terapi çalışmalarımıza danışanlarımıza destek oluyoruz.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek kadar ebeveynin iyi bir gözlemci olması ve olası çocukluk problemlerini fark edebiliyor olması önemli. Çocukluk Depresyonu İhmal Edilmemeli! Ve Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Read More

Çocukluk depresyonu kolay fark edilmediği için çoğunlukla ihmal edilebilmektedir. Aileler çocuğun depresyona yönelik belirtilerini mizaç özelliği, kıskançlık ya da hırçınlık olarak nitelendirebilmektedir. Oysa tıpkı ergenler ve yetişkinler gibi çocuklarda da depresyon görülebilmektedir. Ailenin depresyon belirtilerini gözden kaçırmaması ve erken tanı ve tedavi için farkındalıklı olması gerekir.

Depresyon bebeklikte farlı, erken çocuklukta, çocuklukta ve ergenlikte farklı yoğunluk ve belirtilerde kendini gösterebilmektedir. Depresyon ailenin genetik mirasında varsa çocukta depresyon görülme olasılığı artıyor. Stres altında bulunan veya kayıp yaşayan çocuklar depresyon belirtileri daha kolay gösterebilir. Dikkat, öğrenme, davranış veya anksiyete bozukluğu olan çocukların depresyona yakalanma riski daha fazladır.

Çocuklarda Regresyon ve Nedenleri, Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri ve Boşanmış Ailede Çocuk Olmak yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocukluk Depresyonu Nedenleri?

Çocukluk depresyonu ne kadar erken dönemde belirti verirse genetik faktörlerin etkisi o kadar fazla olmaktadır. Çocuklukta başlayan ve zamanında tedavi edilmeyen depresyon ilerleyen yaşlarda da devam etmektedir. Süre uzadıkça görülen belirtiler de artmakta ve yoğunlaşmaktadır. Fark edilmeyen çocukluk çağı depresyonu çocuğun duygusal, fiziksel, sosyal ve bilişsel gelişimine zarar vermektedir. Çocukta özgüven kaybı, içe kapanıklık, olumsuz duygu ve düşünceler artarak gelişmektedir.

Depresyon nedeniyle çocukta sosyal beceri eksikliği, anksiyete ve korkular baş gösterebilmektedir. Bu nedenle çocukluk depresyonunun erken fark edilmesi açısında anne-baba ve öğretmenlere büyük görevler düşmektedir. Özellikle çocuğun depresyon geliştirmesine neden olacak tetikleyici yaşam olayları söz konusu ise;

  • travmatik yaşam olayları,
  • erken dönemde anneden ayrılık,
  • Anne ile güvensiz bağlanma,
  • Aile içi şiddet,
  • anne-baba ayrılığı,
  • hatalı ebeveyn tutumları,
  • performansa yönelik gerçekdışı ebeveyn beklentileri,
  • uzun süreli, hastaneye de yatış gerektirebilen hastalık (çocuk kendisi hasta olabilir veya sevdiği bir aile bireyi de hasta olabilir)
  • yeni bir kardeş,
  • okula başlangıç,
  • sevilen birinin kaybı,
  • taşınma, şehir-yer değişikliği,
  • okul değişikliği gibi mutlaka çocuğa profesyonel destek sunulmalıdır.

Çocukluk Depresyonu Belirtileri Nelerdir?

Çocukluk depresyonu belirtileri aileler tarafından sıklıkla yanlış yorumlanabilmektedir. Çocuğun mizaç özelliği, şımarıklığı, hırçınlığı veya kıskançlığı olarak değerlendirilmektedir. Özellikle her iki ebeveynin çalıştığı ve çocuğun bir başkası tarafından bakıldığı durumlarda depresyon gözden kaçabilmektedir. Çocuklarda depresyon belirtileri sıklıkla aşağıda şekillerde kendini göstermektedir. Çocukların %3’ü ergenlerin ise %5-10’u depresyon belirtileri gösterebilmektedir.

  • Kolayca ağlama,
  • Uyku düzeninde bozukluk; zor uyuma, kolay uyanma veya sürekli uyuklama, uyumak isteme ve uzun süre uyuma görülebilir,
  • Kilo kaybı, iştahsızlık görülebilir. Ancak çocuklarda kilo kaybından ziyade gelişim ayına göre yeterli kilo almamada belirti kabul edilir.
  • Huysuzluk, hırçınlık,
  • İlgilerinde azalma, oyuncaklarına eskiden sevdiği şeylere ilgi göstermeme,
  • Kurallara karşı çıkma, bilinçli olarak uymama görülebilir,
  • Göz teması azalabilir, aileyle fiziksel temas azalabilir,
  • Sindirim sorunları, kabızlık, gaz problemleri yaşanabilir,
  • Suçluluk duyguları artabilir, çocuk kendisiyle ilgili olmayan konularda da kendisinde suç, kusur arayabilir,
  • Arkadaşlarıyla görüşmek istemeyebilir, oyunlara dahil olmak istemeyebilir,
  • Dikkati sürdürmekte ve odaklamakta güçlük yaşayabilir,
  • Öz değer algısı düşüktür, sevilmediğini ve sevgiyi hak etmediğini düşünebilir,
  • Öğrenme güçlüğü yaşayabilir,
  • Özgüven eksikliği yüksek olasılıkla görülmektedir,
  • Okul başarısızlığı görülebilir,
  • Performans gerektiren konularda aşırı, heyecan, stres, kaygı yaşayabilir,
  • Yalnız olduğunu düşünebilir,
  • İstenmediğini düşünebilir,
  • Aşırı alıngan olabilir,
  • Mutsuz bir yüz ifadesi, yavaş ve coşkusuz hareketler görülebilir,
  • Daha az konuşabilir, temel ihtiyaçlar dışında iletişime girmeyebilir,
  • Öz bakımını ihmal edebilir,
  • İntihar veya ölüm hakkında sıklıkla düşünmeye başlayabilir.
  • Korkular geliştirebilir.

Tüm bunlar çocukluk depresyonu belirtilerine örnektir. İhmal edildiğinde çocukluk çağı depresyonu çocukta gerilemelere neden olabilmektedir. Bilişsel, duygusal, fiziksel ve sosyal gelişim yavaşlayabilir veya gerileyebilir. Akranlarının gösterdiği gelişim özellikleri depresif çocuklarda geriden gelebilir. (Geç yürüme, geç konuşma, tuvalet alışkanlığını geç kazanma gibi.)

Çocukluk Depresyonu için Aileler Ne Yapmalı?

Aileler çocukluk depresyonunu fark etmekte güçlük yaşayabilir. Ancak biricik çocuklarımızın başa çıkmakta zorlandığı bu durum ancak bizlerin farkındalığı ile çözülebilmektedir. Bu nedenle aile çocuğunun duygularına, davranış ve düşüncelerine karşı daha ilgili olmalıdır. Bu ilgiyi gösterebilmek için çocuğa etkin zaman ayırabilmek ve çocuğu gözlemlemek gerekmektedir. Ebeveynler çocukla gün içerisinde yeterince vakit geçirmelidir.

Birlikte oyun oynamak, sohbet etmek, etkinlik yapmak çocuk için değerlidir. Çocuk yalnız olmadığını, duygu ve düşüncelerinin ebeveynleri tarafından önemsendiğini hissetmelidir.

Ev içerisinde huzursuzluk varsa, eşler arası tartışmalar çocuğun önünde yaşanıyorsa çocuk için depresyon nedeni olabilmektedir. Aile çocuğun yanında mümkün olduğunca çocuğu korkutacak fiziksel veya sözel saldırılardan uzak olmalıdır. Aile çocuğun önünde bir sorun yaşadıysa barışma da çocuğun önünde yapılmalıdır. Çocuk böylece sorunların nasıl çözüldüğünü bilecektir. Aile gereğinden fazla çatışıyorsa, hakaret, küfür kullanılıyorsa veya şiddet söz konusuysa mutlaka profesyonel destek alınmalıdır.

Çocukluk depresyonu belirtileri çoğunlukla aile tarafından önemsenmemekte ve düzelmesi için zamana bırakılmaktadır. Kimi zaman ise aile çocukta görülen belirtileri şımarıklık, ilgi çekme çabası olarak değerlendirebilmektedir. Ailenin depresif belirtilere bu açılardan bakması yanlış tepkilerin verilmesine neden olmaktadır.

Cezalandırma, kısıtlama, görmezden gelme veya sevgiyi esirgeme çocuğu daha da kırıklığa uğratmaktadır. Çocuk anlaşılmadığını hissettiği gibi en ihtiyaç duyduğu dönemde ailenin ilgi ve sevgisinden de mahrum kalmaktadır. Bu da çocuğun ev içerisinde kendini yalnız hissetmesine ve bu hissi her ortama taşımasına neden olmaktadır.

Uzun süre devam eden ve fark edilmeyen depresyon belirtileri aile tarafından yanlış yorumlandığında çocukta yıkıcı davranışlar gelişebilmektedir. İntihar, ölüm, kendine zarar verme düşünceleri çocukta gelişebilmektedir.
Aile depresyona yönelik belirtiler gözlemlediğinde mutlaka tedaviye yönelik profesyonel destek alınmalıdır. Çocuğa bu süreçte koşulsuz ilgi ve sevgi verilmeli, zaman ayırılmalıdır. Çocuk ailesi için değerli ve önemli olduğunu ailenin sözlerinden, davranış ve ilgisinden hissetmelidir.

Çocukluk Depresyonu Okul Başarısında Düşüşe Neden Olmaktadır, Ailenin Yaklaşımı Başarıyı Etkilemektedir

Çocukluk depresyonu belirtilerinden biride okul başarısızda görülen düşüştür. Aslında başarı düşmeye başladıysa çocuğun depresyon belirtilerinin ilerlediği de düşünülebilir. Çocukta derslere ve okula karşı ilgisizlik, sorumluluklarını aksatma görülebilir. Burada düşen başarıya ailenin nasıl tepki vereceği önemlidir.

Başarısızlığa tepki negatif olursa çocukta daha yoğun duygusal ve bilişsel baskı gelişebilir. Çocuğun yaşadığı zorlanıma ailenin olumsuz yaklaşımı eklendiğinde süreç daha da katlanılması zor bir hal almaktadır. Ailenin çocuğun yaşadığı durumun farkında olması gerekir. Dolayısıyla bu dönemde ailenin akademik başarıdan önce psikolojik iyi oluşu hedeflemesi gerekmektedir.

Aile çocuğa yönelik gerçekdışı akademik beklentilere girmemelidir. Çocuğun bu süreçte geri kaldığı dersler ve konular olacaktır. Tedavi sürecinde ekstra akademik destek sağlanarak çocuğun eğitim açığı tolore edilebilir.

Çocukluk Depresyonu İhmal Edildiğinde İleriye Dönük Sorunlara Neden Oluyor

Çocukluk depresyonu tedavi edilmesi gereken, ihmal edildiğinde büyük ve ileriye dönük sorunlara neden olan psikolojik bir hastalıktır. Tedavide sosyal destek ve aile desteği oldukça önemlidir. Tedavi sürecinde aile kadar öğretmenin ve çocuğun bakımıyla ilgilenen diğer kişilerin de desteği önemlidir.

Çocukluk depresyonu tedavi edilirken oyun terapisi, aile danışmanlığı, bireysel terapi, ilaç tedavisi, psikoeğitim kullanılmaktadır. Ayrıca çocukta depresyon gelişmesine neden olan ailenin farklı bireylerinde depresyon söz konusu ise diğer bireyler için de tedavi düzenlenmelidir.

Read More

Okul başarısında ailenin rolü oldukça büyüktür. Başarıyı bir pasta gibi düşünecek olursak bu pastanın her bir dilimi başarıya katkıda bulunmaktadır. Aile, öğretmen, öğrenme ortamı ve kaynakları, arkadaşlar, çocuğun potansiyeli ve performansı, motivasyon pastanın önemli dilimleridir. Ancak bu dağılımda en büyük dilim ailenindir. Ailenin çocuk üzerindeki etkisi çocuk henüz dünyaya gözlerini açmadan başlar.

Yapılan pek çok çalışmada genetik aktarımın dışında anne karnındaki deneyimlerin de çocuğun karakterine ve potansiyeline etki ettiği görülmektedir. Mutlu, bilinçli, farkındalıklı, ilgili aileler çocuğun başarısında olumlu rol oynamaktadır. Evde huzurlu ve mutlu olan çocuk daha az duygusal yük taşımakta ve enerjisini daha fazla derslerine ayırabilmektedir. Koşulsuz sevgiyle büyüyen, hoşgörü ve demokrasi içerisinde yetiştirilen çocuğun benlik değeri ve özgüveni yüksektir.

Çocuğun eğitim hayatıyla yakından ilgilenen, başarıları kadar başarısızlıklarına da olumlu yaklaşan ailelerin çocukları daha başarılıdır. Başarılı çocukların aileleri çocuğuna etkin zaman ayıran, çocuğun duygu ve düşüncelerini önemseyen ebeveynlerden oluşmaktadır.

Okul Başarısında Ailenin Rolü Nasıl Olmalı?

Okul başarısında ailenin rolü doğru ebeveyn tutumlarını benimsemekten, okul ile iş birliği içerisinde olmaktan ve çocukla maddi ve manevi ilgilenmekten geçmektedir. Çocuğunun ilgi, beceri alanlarını bilen, gelişimini destekleyen, hedef belirlemesine rehberlik eden ailelerin çocukları daha başarılıdır.

Başarılı çocuklar aile içerisinde söz sahibi olan, sorumluluk alan, kendi kararlarını verebilen çocuklardır. Bu çocuklar özgüvenli, sosyal becerileri gelişmiş, ailesine güvenen ve başarısızlıklardan ders çıkarabilen çocuklardır.

Okul Başarısında Ailenin Rolü Sevgiyi Koşulsuz Sunabilmekten Geçer

Başarıyı olumsuz yönde etkileyen etkenlerden birisi çocuğun aile sevgisini koşullu olarak almasıdır. Burada koşuldan kasıt çocuğa gösterilen duygusal ve fiziksel sevginin çocuğun performansına dayalı olarak verilmesidir. “Ödevlerini yaparsan tabi ki birlikte oynayabiliriz.”, “Yemeğini yersen tabi ki seni severim.”, “Sen daha başarılı olursan ben de daha iyi bir anne olurum.” Gibi.

Çocuk veya genç ebeveyninin sevgi, ilgi ve desteğini başarı karşılığında alabileceğini bir süre sonra öğrenir. Bu aile ile çocuğun ilişkisini zayıflattığı gibi çocuğun da üzerindeki duygusal baskıyı artırır. Öğrencide sınav kaygısı, okul fobisi, özgüven eksikliği ve benzeri sorunlar gelişebilir. Çocuk başarısız olur ve ailenin sevgisinden mahrum kalırsa sevgi edinmek için farklı yollar deneyebilir. Yalan söyleme, başarısızlığı gizleme gibi.

Veya çocuk/genç sevgi ihtiyacını farklı kişilerde, ortam ve alışkanlıklarda arayabilir. Aile çocuğun başarısını olumlu yönde etkilemek istiyorsa sevgiyi başarıya koşullamamalıdır. Çocuğa başarının neden önemli olduğunu, başarı için neler yapabileceğini anlatmak gerekir. Başarının kendisi ve geleceği için gerekli olduğu anlatılmalıdır. Çocuğa başarmak için çaba harcadığında elde edeceklerinin çok daha güzel olacağı anlatılmalıdır. Elbette ki başarı gibi başarısızlıklar da olağandır.

Çocuğa başarısızlık karşısında kırıklığa uğramadan olumlu yönde neler yapabileceği anlatılmalıdır. Başarısızlığın çocuğa ikinci bir şans verdiğini ve başarmak için neleri daha iyi yapabileceğini gösterdiği anlatılmalıdır.

Çocuk başarılı veya başarısız olduğunda ailenin çocuğa yönelik sevgisinden bir şey eksilmeyeceği çocuğa hissettirilmelidir. Böylece çocuk başarısızlıktan korkmayacak aksine ailesini mutlu edebilmek, gururlandırmak için daha çok motive olacaktır. Aksi halde sevgi başarıya koşullandırıldığında çocuk sadece başarısızlıktan değil ailenin sevgisinden mahrum kalmaktan da korkmaktadır.

Çocuğun Başarısı veya Başarısızlığı Başkalarıyla Kıyaslanmamalıdır

Okul başarısında ailenin rolü akranlarla ya da kardeşlerle çocuğun başarısı veya başarısızlığı kıyaslanmadığında daha olumludur. Hiç kimse performansının başkalarıyla kıyaslanmasını istemez. Bir annenin, babanın yeterliliğinin çocuk tarafından başka bir anne baba ile kıyaslanması oldukça üzücüdür. Aynı şekilde çocuğun başarısının başka bir çocukla kıyaslanması da bir o kadar üzücüdür.

Aileler kimi zaman bunu çocuğu hırslandırmak, harekete geçirmek için uygulayabilmektedir. Ancak her çocuk ve hatta hiçbir çocuk bu şekilde motive olmamaktadır. Aileler bir kıyas yapacaksa kıyas çocuğun geçmiş başarı ya da başarısızlıkları üzerinden yapılmalıdır.

“Geçen dönem bu dersin daha düşüktü, bu dönem notunu epey yükseltmişsin. Emeğinin karşılığını alman beni çok mutlu etti.” Gibi övgüyü de içeren çocuğun geçmiş başarısızlığı ile bugünkü başarısını kıyaslama yapılabilir. Veya “Matematiğin geçen dönem daha iyiydi, bu dönem notun düşmüş. Bu düşüşü bekliyor muydun? Sence sorun ne? Zorlandığın ve bizim yardımcı olabileceğimiz bir şey var mı?” gibi yardım talebini de içeren bir kıyaslama yapılabilir.

Çocuğun Hedef Belirlemesine Destek Olunmalıdır

Okul başarısında ailenin rolü çocuğun erken dönemde bilinçli ve doğru hedef planlaması yapabilmesine destek olmayı da kapsamaktadır. Hedef belirleme okul başarısını etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Hedefler ne kadar erken dönemde ve stratejik şekilde planlanırsa o kadar başarıya katkı sağlamaktadır. Hedef belirlerken çocuğun ilgileri, becerileri, karakteri, potansiyeli ve performansı göz önünde bulundurulmalıdır.

Hedef belirleme çok yönlü değerlendirme yapabilmeyi, geçmişe, bugüne ve geleceğe aynı anda bakabilmeyi gerektirir. İyi bir hedef uzun vadede geleceği olan bir hedef olmalıdır. Hedef belirlemede profesyonel destek almak veya çocuğa doğru rehberlik sunabilmek gerekir. Bu noktada da ailenin maddi ve manevi rolü daha önemli hale gelmektedir.

Aile Çocuğa Doğru Rol Model Olabilmelidir

Okul başarısında ailenin rolü diğer pek çok konuda olduğu gibi çocuğa doğru rol model sunabilmeyi gerektirir. Çocuğun başarılı olması için ailenin de başarılı olması şart değildir. Ancak aile çocuğa başarı noktasında rol model olmak için sorumluluk alma, disiplinli çalışma, zamanı yönetme gibi konularda model olabilmelidir.

Ebeveynlerin kendi mesleklerine, iş ve sorumluluklarına duyduğu saygı, gösterdiği özen çocuğa örnek teşkil eder. Çünkü çocuğun mesleği de öğrenciliktir ve bu mesleği icra ederken ebeveynlerini örnek alabilir. Zamanı verimli kullanan, işlerini zamanında yetiştiren, işine özenle giden ebeveyn çocuğunun başarısına katkı sağlar.

Aile Eğitim Hayatı Kadar Çocuğun İlgilerine ve Arkadaşlıklarına da Zaman Ayırmalıdır

Okul başarısında ailenin rolü sadece akademik faktörlerle sınırlı değildir. Çocuğun başarılı olabilmesi için okul dışı faaliyetlere, ilgi alanlarına ve sosyal aktivitelere zaman ayırması gerekir. Bunun en büyük nedeni çocuğun deşarj olabilmesi ve akademik yaşam dışında da kendini geliştirebilmesidir. İyi bir kariyer için üstün okul başarısı ve diploma notu yeterli değildir.

Çocuğun kariyerinde başarıyla ilerleyebilmesi için sosyal becerilerini geliştirmesi, network oluşturması ve ilgi alanlarına da yön vermesi gerekir. Aile çocuğun eğitim dışındaki bu ihtiyaçlarına da maddi ve manevi destek sunabilmesi gerekir. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarını keşfetmesine destek olunmalıdır. Gerekirse bu konuda da profesyonel destek alınabilir.

Çocuğun zamanının önemli bir bölümünü geçirdiği arkadaşlarının da aile tarafından tanınması gerekir. Çocuklar için ailelerinin arkadaşları tarafından sevilmesi arkadaşların da aile tarafından onaylanması önemlidir.

Okul Başarısında Ailenin Rolü İş birliğine Açık Olmayı Gerektirmektedir

Okul başarısında ailenin rolü öğretmen, okul yönetimi ve rehberlik birimiyle de iş birliği içerisinde olmayı gerektirir. Okul çocuğun en çok zaman geçirdiği ev dışı alandır. Burada çocuk aile bireyleri dışında profesyonel kişiler tarafından görülmekte ve değerlendirilmektedir. Çoğu zaman ailenin farkında olmadığı gelişim alanları, güçlü yönler öğretmenler tarafından fark edilmektedir.

Rehberlik birimi ile iş birliği özellikle çocuğun kariyer gelişimi ve hedef belirleme noktasında önemli hale gelmektedir. Akran zorbalığı, akademik başarısızlık nedenleri, sınav kaygısı, ergenlik sorunları noktasında da rehberlik birimi destek vermektedir. Ailenin okulla iletişim halinde olması okulunda çocukla ilgili farkındalığının artmasını sağlamaktadır. Okul çocuğun başarıları kadar başarısızlıkları ve desteklenmesi gereken yönleri noktasında da aileye bilgi sunmaktadır.

Aba psikoloji de uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz.

Okul başarısında ailenin rolü kadar doğru kariyer planlaması yapmanın da önemli olduğuna inanıyoruz. Danışanlarımıza stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

 

Read More

Mahremiyet eğitimi çocuğa verilmesi gereken en temel eğitimlerden biridir. Bu eğitim çocuğun kendini nasıl ve neden koruması gerektiğini öğrenmesi için oldukça önemlidir. Aileler çoğunlukla çocuklara mahremiyet eğitimi vermekte zorlanmakta veya bunun için erken olduğunu düşünmektedir. Cinsellikle ilgili sorular cevaplanırken aileler sessiz kalma, konuyu değiştirme veya jest ve mimiklerle çocuğa “yanlış bir soru sordum” duygusunu yaşatmaktadır.

Oysa taciz, istismar ve benzeri çocuklarımızın asla karşılaşmasını istemeyeceğimiz durumlardan çocuklarımızı koruyabilmenin ilk yolu onlara eğitim vermektir. Çocuk alacağı mahremiyet eğitimi ile vücudunun özel bölgelerini öğrenecektir. Çocuk eğitim sonrası vücudunu nasıl koruyacağını, tehlikelerle nasıl başa çıkacağını öğrenebilecektir. Ebeveynlerinden bu eğitimi almak çocuğa aynı zamanda bir tehditle karşılaştığında huzursuz olduğu bu duygusu tanımasını sağlayacaktır.

Çocuklar olumsuz duyguları, rahatsız edici bakış ve dokunuşları, ses tonunu kısaca tehdit ve tehlike ifade eden mesajları kolayca tanır. Ancak aile içerisinde, güven alanında yaşamını sürdüren çocuk eğitim almaksızın dış dünyaya açıldığında fark ettiği bu olumsuz duyguları isimlendirmekte zorlanır. Çocuk kendisine zarar vereni sevmez, onu gördüğünde huzursuzluk gösterir. Ama bu duygunun nedenlerini anlatmakta güçlük çeker.

Ailenin vereceği mahremiyet eğitimi çocuğa bu duyguları nasıl ifade edeceğini de öğretir. Ailenin paylaştığı bu bilgiler bir tehditle karşılaştığında da ailesine güvenle her şeyi anlatabileceğini çocuğa hissettirir.

Mahremiyet Eğitimi Nedir?

Mahremiyet eğitimi çocuğun kendine ve diğerlerine yönelik özel alan farkındalığı kazanmasını sağlayan bir eğitim sürecidir. Mahremiyet eğitimi yalnızca çocuğun vücuduna ait özel bölgeleri kapsamamaktadır. Çocuğun eşyaları, fotoğrafları, duygu ve düşünceleri gibi ona ait olan ve başkalarıyla paylaşmak istemediği şeylerde çocuğun mahremidir.

Aynı şekilde çocuk bu eğitim içerisinde kendisi gibi diğerlerinin de mahremi olduğunu öğrenir. Dolayısıyla çocuk kendi mahremine saygı beklerken başkalarının da mahremine saygı göstermeyi öğrenir. Çocuk bu eğitimle istemediği her dokunuşa ve talebe hayır diyebilme özgürlüğüne sahip olduğunu öğrenir. Kendini nasıl koruyacağını, tehlike hissettiğinde ne yapması gerektiği de çocuğa bu eğitimde anlatılır. Mahremiyet eğitimi mutlaka ilk olarak ailede verilmelidir.

Eğitimi hangi ebeveynin vereceği önemli değildir. Ancak eğitim öncesi veya sonrası çocuğun ebeveynine yönelttiği bir soru varsa bu soru sorulan kişi tarafından yanıtlanmalıdır. Mahremiyet eğitimi cinsellik eğitimini de içerdiği için kızlara annenin, erkeklere babanın eğitim vermesi daha sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak gerekmesi halinde bu rollerde de değişiklik yapılabilir.

Çocuğa eğitimin bir kez verilmesi yeterli değildir. Belirli aralıklarla eğitim tekrar edilmelidir.

Mahremiyet Eğitimi Ne Zaman Verilmelidir?

Mahremiyet eğitimi 0-6 yaş aralığında aile içerisinde edinilen bir eğitim olsa da temel olarak eğitim 3 yaş ve sonrasında verilmeye başlanmaktadır. Ancak eğitim ergenlik dönemine kadar devam etmelidir. Bunun en büyük nedeni fiziksel ve bilişsel olarak değişen ve gelişen çocuğun bilgi ihtiyacı her dönemde artacaktır. Soruların kapsamı genişleyecek, çocuğun daha fazla detay öğrenme ihtiyacı artacaktır.

Aile bu dönemde çocuğa yaşıyla uyumlu cevaplar verebilmelidir. Cinselliği konuşmakta zorlanan aileler çocuğu geri çevirmemeli sorularına yönelik biraz zaman isteyip hazır olduğunda çocukla konuşulmalıdır. Aile çocuğa bilgi verirken bilimsel ve gerçeğe dayalı bilgilerden faydalanmalıdır.

Şehir efsaneleri, yanlış ve abartılı bilgiler çocuğun cinselliği yanlış öğrenmesine, korkmasına neden olabilmektedir. Ayrıca çocuk ailenin verdiği bilgilerin yanlış olduğunu öğrendiğinde aileye karşı da bu konuda güvensizlik geliştirmektedir. Ailenin yetersiz veya hatalı bilgi paylaşması çocuğun/ gencin bilgi edinmek için başka kişi veya kaynaklara yönelmesine neden olmaktadır.

Çocuklarda mahremiyet eğitimi çoğunlukla cinselliğe yönelik sorular sorulmaya başladığında verilmektedir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken çocuğun ne sıklıkla temel bakım verenden uzakta başkalarının bakımında kaldığıdır.

Çocuk özellikle tuvalet eğitimi için hazır oluş belirtileri gösterdiğinde mahremiyet eğitimine de hazır hale gelmektedir. Örneğin kakası gelen çocuk perdenin arkasına, koltuğun yanına çömelerek kakasını bezine yapabilir. Bu çocuğun kendini saklama ihtiyacı duyduğunun bir göstergesidir. Bu çocuğa alışık olmadığı başka bir kişinin öz bakım sağlaması çocuğu rahatsız edebilir.

Çocuğun Öz bakımıyla Olabildiğince Az kişi İlgilenmelidir

Dolayısıyla çocuğun mümkünse bebeklikten itibaren öz bakımıyla az sayıda ve belirli kişilerin ilgilenmesi gerekir. Çocuğun altı her yerde herkes içerisinde değiştirilmemelidir. “O daha küçük bir şey anlamaz.” Diye düşünülmemelidir.

3 yaş mahremiyet eğitiminin uygulamalı ve sözel şekilde açıkça verildiği dönem olsa da mahremiyet bilinci çok daha erken dönemde gelişmektedir. Dolayısıyla çocuğun altı değişirken bakım veren mümkünse yalnız ilgilenmeli ve özel, korunaklı bir alanda değişim gerçekleştirilmelidir. Çocuk bezi bırakacaksa çocuğun tuvalet ihtiyacı yine belirli kişi ya da az sayıda kişiler tarafından karşılanmalıdır. Temizlik sırasında çocuktan izin istenmelidir.

Çocuğa özel bölgesine ne sebeple dokunulduğu bakım veren tarafından anlatılmalıdır. Temizlik sırasında sert tavırlar uygulanmamalıdır. Yıkanırken ya da tuvalet sonrası temizlik yaparken mümkün olduğunca çocuğun özel bölgelerine bakılmamalıdır. Çocuğu irite edecek şekilde temizlik yapılmamalıdır. Hazır olan çocuğa mutlaka kendini nasıl temizleyebileceği gözetim eşliğinde öğretilmelidir. Özellikle çocuk okul öncesi eğitime başlayacaksa kendini nasıl temizleyebileceği çocuğa öğretilmelidir.

Çocuğa öğretmenine güvenebileceği, zor durumda kaldığında öğretmeninden de yardım isteyebileceği anlatılmalıdır. Ancak çocuğun birincil eğitmeni dışında tanımadığı farklı birinin temizliğe yardım etmesine müsaade edilmemelidir. Çocuğun özel alanlarına yönelik lakap takılmamalıdır. Sevgi sözcükleri kullanılmamalıdır. Yüceltme ya da küçümseme içeren sıfatlar kullanılmamalıdır.

Çocuğumun Mahremiyet Eğitimine Hazır Olduğunu Nasıl Anlarım?

Çocuğunuz 2 yaş itibariyle bedenine yönelen ilgisiyle beraber size daha fazla eğitime hazır oluş belirtisi verecektir. Okul öncesi eğitime başlayan veya tuvalet eğitimi alan çocuklarda mahremiyet eğitimi çocuğun anlayacağı şekilde daha erkene çekilebilir. 3 yaş itibariyle mahremiyet bilincinin kazanılması çok daha önemli hale gelir. 4-5 yaşlarında çocuğun aileye yönelteceği cinsellik temelli soruların sıklığı ve sayısı artacaktır.

3,5-4 yaş dolaylarında çocuk özellikle diğer çocuklarla bir araya geldikçe kız- erkek bedenindeki farklılıkları görür. Kendi bedenine ve yetişkinlerin bedenine dokunmak ister. Banyodan sonra giyinmeyi geciktirmeye çalışır, evde kıyafetlerini çıkarıp çıplak kalmak ister. Özel bölgelerini merak eder ve başkalarına göstermek isteyebilir. Gelecek tepkileri merak eder. Doluyken tuvalete girmek ve ebeveynini tuvaletini yaparken görmek ister. Birlikte yıkanmak, yıkanırken ebeveynini görmek ister.

Çocuk “Ben nereden geldim?”, “kardeşim nereden geldi?” gibi sorularla doğuma yönelik bilgi almak ister. Dudaktan öpmek isteyebilir. Evlenmek isteyebilir, karı-koca olma gibi oyunlar oynayabilir. Oyun oynarken kendi cinsiyetindekilerle oynamak ister, karşı cinsi görmezden gelebilir ya da oyununda istemeyebilir. Tuvaletini yaparken henüz tuvalet eğitimi almadıysa bir yerlere saklanabilir. Yabancılardan bedenini sakınabilir. Tanımadığı insanlardan gizlenme ihtiyacı duyabilir.

Mahremiyet Eğitimi Nasıl Verilmelidir?

Çocuğun mahremiyet bilinci kendi bedenini fark etmeye, bedenine dokunmaya ve merak etmeye başladığında doğar. Bu dönemde çocuk kendi cinsel organı ile karşı cinsten bir arkadaşının, kardeşinin cinsel organının neden farklı olduğunu sorabilir. Çocuk “Ben nereden geldim?”, “Kardeşim nasıl oldu?”, “senin neden memen var, babamın neden yok?”, “Babamın neden sakalı var?” gibi farklılıklara yönelik sorular sorabilir.

Çocuğun soruları soruyu sorduğu ebeveyn tarafından yanıtlanmalıdır. Sorular yanıtlanırken “Ayıp!, sen daha küçüksün, sonra sorarsın bunları.” Gibi çocuğu utandıracak ve geri çekilmesine neden olacak tepkilerden kaçınılmalıdır.

Ebeveyn soruyu nasıl cevaplayacağını bilmiyor olabilir. Bu durumda çocuğa açık şekilde “bu sorunun cevabını senin anlayabileceğin şekilde nasıl açıklayabilirim şu an bilmiyorum. Biraz düşünüp/araştırıp seninle yarın paylaşacağım.” Gibi net ve gerçek bir bilgi verilmelidir. Çocuğa söz verilen sürede mutlaka açıklama yapılmalıdır.

Mahremiyet Bilinci Kazandırılırken Çocuğa Doğru Rol Model Olunabilmelidir

Mahremiyet eğitimi vermeden önce çocuğa mutlaka doğru rol model sunulmalıdır. Çocuk aileyi banyoda, tuvalette izlememeli, ebeveynler çocuğun yanında giyinip soyunmamalıdır. Çocuğa kapalı kapıları izinsiz açmaması mutlaka kapıyı çalıp müsaade beklemesi gerektiği öğretilmelidir. Aynı şekilde çocuğun kendi mahrem alanına, odasına girerken de saygı gösterilmelidir. Odanın kapısı açık dahi olsa aile içeriye girmeden önce kapıyı tıklatıp girebilir miyim diye sormalıdır.

Öpmek ve öpülmek de çocuğun istek ve izniyle olmalıdır. Çocuğa “hadi amcanı, teyzeni öp” veya “hadi izin ver de öpsünler seni” gibi baskı yapılmamalıdır. Çocuk bir başkasını öpmek istiyorsa kendi rızası ve isteğiyle öpmelidir. Aynı şekilde aile bireyleri dahil olmak üzere çocuk öpülürken çocuktan izin istenmelidir. Çocuk çocuğun hoşlanmadığı şekillerde sevilmemeli, öpülmemelidir.

Çocuk çıplaklığı merak ettiğinde artık ev içi kılık kıyafetlere de dikkat edilmelidir. Çocuğun evde çıplak veya iç çamaşırı ile dolaşmasına müsaade edilmemelidir. Anne baba gibi çocuğunda evde giyim kurallarına uyması sağlanmalıdır.

Çocuklar özel bölgelerini kimlerin görebileceği noktasında da bilgilendirilmelidir. “Anne-babadan başka kimseye gösterme!” denildiğinde çocuk doktoruna ya da üzerine kaçırdığında öğretmenine de müsaade etmeyecektir. Çocuğa özel bölgelerinin nereleri olduğu anlatılmalıdır. Bunu yaparken resimlerden, oyuncak bebeklerden faydalanılabilir. Ancak aile kendi üzerinde ve çocuğun üzerinde göstermemelidir. Bu kapsamda yazılmış kitaplardan, videolardan da faydalanılabilir.

Çocuğa bu özel bölgelere anne-baba, doktor ve öğretmeninden başkasının dokunmaması ve görmemesi gerektiği anlatılmalıdır. Çocuğun bakımıyla doğrudan ilgilenen anne-baba dışında bir yakın varsa o kişi de bu listeye katılmalıdır. Çocuğa hoşlanmadığı bir dokunuşta, öpüşte ‘’HAYIR’’ istemiyorum demesi öğretilmelidir.

Ebeveynler Çocuğa Mahremiyet Eğitimi Vermeden Önce Kendileri Eğitimden Geçmelidir

Mahremiyet eğitimi vermek pek çok ebeveyn için zorlu bir deneyim olabilmektedir. Kendi ailesiyle böyle deneyimleri olmamış bireylerde cinselliği konuşmak bir tabu haline gelebilmektedir. Ayrıca aileler çocuklarını koruyup sakındıkları güvencesiyle eğitim vermeye gerek olmadığını düşünebilmektedir. Oysa ev içinde ne kadar koruduğumuzu düşünsek de çocuk bir süre sonra zamanının büyük çoğunluğunu ev dışında geçirecektir.

Kabul edilmesi kolay olmasa da istismar en çok en beklenmeyen kişilerden gelmektedir. Dolayısıyla eğitimin önemi, zamanı ve sıklığı asla ihmal edilmemelidir.

Çocuklar aileler tarafından dudaktan öpülebilmektedir. Ancak özellikle mahremiyet eğitimi verilmeye çalışılan bir süreçte çocuğun dudaktan öpülmesi çocukta karmaşa yaratabilmektedir. Çocuğa, sevgi göstermenin pek çok farklı ve güzel yolu olduğu öğretilmelidir. Anne babası tarafından dudağından öpülen çocuk, başkasının da kendisini dudaktan öpmesinde bir sakınca görmeyebilir.

Çocuklar yaşıtları ile cinsel içerikli oyunlar oynayabilmektedir. Burada aileler çoğunlukla endişe duymaktadır. Ancak çocuğun bu davranışı merakını giderme odaklıdır. Aile tedirgin olmamalı ancak çocuğun zarar vermeyeceği ya da zarar görmeyeceği şekilde davranabilmesi için de gözlem yapılmalıdır.

Çocuklar size bu dönemde pek çok soru sorabilir. Ancak bu sorulara yanıt vermeden önce çocuğun neyi ne kadar bildiği de öğrenilmelidir. Bu konuda sen ne düşünüyorsun/ ne biliyorsun? Gibi onun fikir ve bilgisini almaya yönelik sorular yöneltilebilir.

Mahremiyet eğitimi oldukça önemli olan, her çocuğun bilmesi gereken bir eğitimdir. Bu eğitimi verebilmek ve çocuğa doğru model oluşturabilmek için her ailenin de bilgi sahibi olması gerekir. Aba Psikoloji olarak cinsellik, mahremiyet, tuvalet eğitimi gibi çocuğun benliğini etkileyen konularda danışanlarımıza destek sunmaktayız. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

2 Yaş sendromu ailelerin endişe duyduğu bir dönem olsa da aslında çocuğun sağlıklı geliştiğinin göstergesidir. Bir diğer bilinen adıyla “terrible two” çoğunlukla bir sorun gibi algılanır. Aileler bu sorunu çözmek üzere farklı yollar denerler. Kimisi çocuğun davranışlarını görmezden gelirken kimisi bastırarak ya da cezalandırarak önüne geçmeye çalışır. Bu dönemde çocuk “ben de bu dünyada varım, benim de duygularım, düşüncelerim, arzularım var” demektedir.

Çocuğun benlik geliştirme mücadelesi aile tarafından ne kadar yapıcı yürütülürse dönemin negatif etkileri o kadar az yaşanmaktadır. Ailenin çocukla çatıştığı, güç gösterisine girdiği veya çocuğu baskıladığı durumlarda çocuğun benlik gelişimi yara almaktadır. 2 yaş sendromu literatürde ilk ergenlik dönemi olarak da geçmektedir. Bu dönemi çocuğun ve ailenin nasıl geçireceğine bağlı olarak ergenlik döneminde de benzer süreçler yaşanabilmektedir.

2 Yaş Sendromu Nedir?

18-36 aylar arasında görülen terrible two, çocuğun benlik gelişimi mücadelesinin duygusal, davranışsal ve tepkisel sonuçlarıdır. İki yaş ile beraber çocuk temel bakım veren ebeveyninden adım adım ayrılmış ve kendine daha yetebilir hale gelmiştir. Bu dönemde çocuk desteksiz yürüyebilir. Kullandığı kelimeler ve kurduğu cümlelerle duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını ifade edebilir. Fırsat verildiğinde sorumluluk alabilir, seçimler yapabilir.

Kendi başına yemeğini yiyebilir, basit kıyafetleri giyip çıkartabilir. Oyuncaklarını, odasını toplayabilir. Kıyafetlerini, yiyeceği yemeği, oynayacağı oyuncağı, okunacak kitabı seçebilir. Bu dönemde çocuk büyüdüğünün ve ebeveynlerine benzeyen ama onlardan ayrı bir birey olduğunu fark eder. Ailenin çizdiği sınırları genişletmek, iletişim ve etkileşim ağını büyütmek ister. Artık mevcut kurallar ve sınırlar onun için yeterli değildir. Kuralların esnemesini ve değişmesini ister.

2 yaş sendromu belirtileri gösteren çocuk aileyi sık sık sınar. Nereye kadar davranışlarının tolere edilebildiğini görmek ister.

2 Yaş Sendromu Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?

  • Çocuğunuz sıklıkla net ve keskin bir ses tonuyla “Hayır”, “İstemiyorum” gibi tercihlerini belirtmeye başladıysa,
  • Kolayca öfkeleniyor ve hırçınlık yapıyorsa,
  • Bir an onu çok mutlu eden bir şey başka bir an sinirlenme nedeni oluyorsa,
  • Tutturma, inatlaşma davranışları varsa,
  • Ağlama krizlerine, öfke nöbetlerine yakalanıyorsa,
  • Kendine, eşyalara ya da size vurma, zarar verme girişimleri varsa,
  • Dinlenmediğinde ya da hemen anlaşılmadığında size sinirleniyor, büyük tepkiler veriyorsa,
  • Herkese kendi istediklerini yaptırmaya çalışıyor, otorite uyguluyorsa,
  • Kıyafetlerini giymek, seçmek krize dönüşüyorsa,
  • Yemek öğünlerinde çatışmalar yaşıyorsanız,
  • Bencil ve dürtüsel davranışlar görülebilir,
  • Eşyalarını paylaşmak istemez, kendi onayı dışında eşyalarına dokunulmasını istemez,
  • Öfkelendiğinde kendini yerden yere atma, duvarlara eşyalara vurma, oyuncaklarını fırlatma davranışları görülebilir,
  • Aşırı hareketlilik ve hızlı duygu geçişleri varsa çocuğunuzda 2 yaş sendromu belirtilerini görmektesiniz demektir.

Bu belirtiler çocuğunuza gösterdiğiniz ebeveyn tutumu, ilgi ve iletişim şekline göre farklılık gösterecektir. Bu nedenle bu önemli dönemin sağlıklı atlatılabilmesi için ailenin nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenmesi gerekir.

2 Yaş Sendromu Neden Yaşanıyor?

Çocukta görülen bu belirtiler aile tarafından çoğunlukla hoş karşılanmamaktadır. Çevrenin de tavrı, tutumu ve olumsuz görüş bildirmesi ailenin üzerindeki baskıyı artırabilmektedir. Dolayısıyla aile bu dönemde çocuğu şımarıklık, yaramazlık gibi olumsuz sıfatlarla etkileyebilmektedir. Ancak bu dönemde çocuğun göstermiş olduğu belirtiler çocuğun sağlıklı gelişim gösterdiğinin belirtileridir. Bu dönem, çocuk duygusal, bilişsel ve gelişimsel olarak yaşını karşılıyor, yaşının gerektirdiklerini yaşıyor olarak değerlendirilmelidir.

“Başkalarının çocuğu ne kadar uyumlu?”, “Bak Onların çocuğu hiç böyle şeyler yapıyor mu?”, “Sen yap böyle yap hep üz bizi!”, “Tamam madem öyle daha da konuşma benimle.” gibi etiketlemeler, duygusal cezalar veya kıyaslamalar yapılmamalıdır. Her çocuk 2 yaş sendromu belirtilerini aynı dönemde göstermez. Bir çocukta belirtiler daha erken başlarken diğerinde daha geç görülebilir.

2 yaş belirtilerinin hiç görülmemiş olması ise bir problemin habercisi olarak düşünülebilir. Fazla bastırılan, korkutulan, göz ardı edilen, fiziksel, duygusal veya sözel şiddet gören çocuklarda belirti görülmeyebilir. Çocuk ailede kendini güvende hissettiği sürece benlik mücadelesini sergileyebilecektir. Çünkü çocuklar da dahil olmak üzere hepimizin önemli yaşam geçişlerinde güç alabileceğimiz desteklere ve güvene ihtiyacımız olur.

Çocuk bu dönemde aşırı davranışlar gösterebilir, duygularını yoğun yaşayabilir ve hatalar yapabilir. Çocuğun bunları yapabilmesi için koşulsuz sevgiye, kabule ve güven alanına ihtiyacı olacaktır.

Davranışları karşısında mücadele edebileceğinden daha büyük bir güç ile karşılaşan çocuk geri çekilir. Böyle bir durumda çocuk ailede bulamadığı kabulü başkalarında da bulamayacağını kabul eder. Böyle bir ortamda çocukta özgüven eksikliği, pasif agresif tavırlar gelişir. Çocukta öz değer ve özsaygı gelişmez.

Aile 2 Yaş Sendromu Sürecinde Çocuğa Nasıl Yaklaşmalı?

Aileler için bu dönem oldukça zorlu ve yıpratıcı olabilmektedir. Aile çocuğun alışık olmadıkları davranışları karşısında çaresiz kalabilmektedir. Çaresizlik duygusu ile ailenin de kontrolü kaybettiği ve çocuğun davranışlarına eşlik ettiği görülebilmektedir. Ancak çocuk bu dönemde her ne yapıyorsa yapsın karşısında duygularına hakim olabilen, kendinden emin bir ebeveyn görmek ister.

Ailenin çocukla beraber öfkelenmesi, kızması, sesini yükseltmesi veya çocuğa ceza verilmesi çocuğun rahatlamasının önüne geçecektir. Çocuk ailenin tutumu karşısında ya daha çok sinirlenecek ya da pes edip geri çekilecektir. Öfkesini doğal yolla ifade edemeyen, olumsuz tepki gören çocukta pasif agresif davranışlar gelişmektedir. Bu davranışlar ise bir ömür boyu bireyin olumsuz duygularını ifade biçimi halini alabilir.

Aile Çocuğa Güvenli Liman Olabilmelidir

Aile bu dönemde çocuk için şefkatli ve güvenli bir liman olabilmelidir. 2 yaş sendromu adeta bir fırtına dönemidir. Çocuk bu fırtınalarda yorgun düşer, dinlenecek bir liman arar. Çocuk öfkelendiğinde aile ona öfkesini boşaltması için alan tanımalıdır. Ancak çocuk öfke anında yalnız bırakılmamalıdır. Odanın bir köşesinde ebeveyn mutlaka çocuğun fark edeceği bir noktada olmalıdır. Çocuğun boyuna inilip, göz kontağı kurarak konuşulmalıdır.

“Şu an öfkelisin ve ben sen sakinleşene kadar burada bekleyeceğim. İstediğin zaman sana sarılmak ve seni dinlemek için ben buradayım” mesajı çocuğa verilmelidir. Çocuk ailenin koşulsuz kabulünü ve sevgisini gördüğünde çok daha kolay sakinleşmekte ve aileyi kucaklayabilmektedir.

Çocuğa Seçim Hakkı Sunulmalıdır

Bu dönemde çocuğun benlik gelişimine saygı duymak gerekir. Bu saygının önemli bir belirtisi de çocuğa seçim hakkı sunulmasıdır. Çocuğun yerine karar vermek yerine artık kendi seçimlerini yapabileceği konularla ilgili tercih ona bırakılmalıdır. “Bu hiç olur mu?”, “bırak ben seçeceğim.” Gibi çocuğu yargılamak ya da engellemek yerine iki üç seçenek arasında seçim yapması desteklenmelidir. Dolayısıyla çocuk için uygun olan seçenekler aile tarafından belirlenmeli ancak seçenekler içerisinden tercih çocuğa bırakılmalıdır.

Çocuğa Güç Gösterisinde Bulunulmamalıdır

Bu dönemde ailelerin olumsuz duygusal tepkilerden uzak durması ve kimin otorite olduğunu göstermeye çalışmaması gerekir. Çocuğun kendisinden her anlamda çok daha güçlü olan ebeveyniyle mücadele etmesi mümkün değildir. Çocuk bunun zaten farkındadır. Ailenin bunu somut şekilde çocuğa göstermeye çalışması çocuğun benlik değerini düşürecektir.

Aile Çocuğun Davranış ve İstekleri Karşısında Tutarlı Olmalı

2 yaş sendromu belirtileri gösteren çocuğun hala belirli sınırlara ihtiyacı bulunmaktadır. Dolayısıyla çocuğun ihtiyacı sınırsızlık değil sınırların sadece gerektiği kadar genişletilmesidir. Aynı şekilde çocuk duygusal dengesini koruyabilmesi ailenin tutarlı olmasına ihtiyaç duymaktadır. Bir şeye annenin verdiği cevap hayır ise babanın cevabı da hayır olmalıdır. Cevabı Hayır olan bir durum çocuğun ağlamasına göre Evet’e çevrilmemelidir.

Çocuk için bu tutarsızlık ilk başlarda hoşa giden bir durum olabilir. Çocuk bunu koz olarak kullanabilir. Ancak uzun vadede tutarsızlık hem çocuk hem de aile için risklidir. Anne ve baba kendi içlerindeki tutarsızlıkları çocuğun olmadığı bir yerde konuşmalı, ortak karara vardıktan sonra çocuğa karar sunulmalıdır.

2 Yaş Sendromu Yaşayan Çocuğa Suçlayıcı Dil Kullanılmamalıdır

Çocukla konuşurken davranışlarına yönelik suçlayıcı dil kullanılmamalıdır. “Sen yaramazsın, sürekli beni üzüyorsun.” Gibi suçlayıcı bir dil yerine “bu davranışın beni üzüyor. Birbirimizi üzmeden de konuşabiliriz/oynayabiliriz.” Gibi çocuğun davranışına yapıcı önerilerle gidilmelidir. Küsme, öfkelenme, cezalandırma, suçlama, kıyaslama yapılmamalıdır.

Aile ve çocuk kaliteli zaman geçirmelidir. Çocuğun ilgilerine, yaşına ve becerilerine uygun kitaplar, oyuncak ve oyunlar seçilmelidir. Bu oyunlardaki roller, taklitlerle çocuğa doğru ve yanlış davranışlar oyun yoluyla anlatılmalıdır. Çocuğun kişisel gelişimini desteklemek ve olası krizleri engellemek adına, ona kendi başına başarabileceği görevler verilmelidir. Bu dönemde çocuğun sosyal becerileri desteklenmeli, özgüven inşa etmesine destek olunmalıdır.

Çocuğun başarılı girişimleri desteklenmeli başarısızlıklarında ise nasıl daha iyisini yapabileceği üzerine eğilmesi öğretilmelidir. Çocuk başarmak kadar başarısızlığında olağan olduğunu öğrenmelidir.

Fiziksel Egzersizin ve Suyun Rahatlatıcı Gücünden Faydalanılmalı

2 yaş sendromu çocuğun enerjisini daha fazla boşaltmaya ihtiyaç duyduğu dönemdir. Bu dönemde çocuk olumsuz duygu ve düşüncelerini fiziksel aktivitelerle boşaltabilmelidir. Çocuk doğayla iç içe olabileceği, çimlere basabileceği, koşup oynayabileceği güvenli alanlara çıkarılmalıdır. Kumla oynamak ve su aktiviteleri de çocukların negatif enerjiyi boşaltmasına yardımcı olmaktadır.

Özellikle su ile oynamak, düzenli duş almak ve mümkünse yüzmek çocukların rahatlamasında etkilidir. Suyun dinginleştiren, iyileştiren gücü bu dönemde sıklıkla kullanılmalıdır.

İnatlaşmalarla Başa Çıkmak İçin Çocuğun Dikkati Farklı Yöne Çekilmelidir

Ailelerin en çok zorlandığı konulardan biri de tutturmalar ve inatlaşmalardır. Çocuğun ısrarla hayır demesi, diretmesi veya inatlaşması aileleri çoğu durumda zor durumda bırakmaktadır. Yapmayı ısrarla reddettiği konularda çocukla inatlaşmak yerine dikkatini farklı bir yöne çekilmelidir. Etraftaki bir nesneye, sevdiği bir oyuncağına dikkatini yönlendirmek, ilgisini çekecek farklı bir konudan bahsetmek işe yaramaktadır. Çocuk sakinleştikten sonra tekrar aynı konuya dönülebilir.

2 Yaş Sendromu Belirtileri Yoğunsa Aileler Bu Konulara Dikkat Etmeli

2 yaş sendromu her ne kadar doğal bir gelişim süreci olsa da tıpkı ergenlik gibi sancılı bir dönemdir. Bu dönem hem aile hem de çocuk için yeni bir deneyimdir; farklı ve yoğun yaşanan bir süreçtir. Dolayısıyla bu dönemde çocuğun duygusal, bilişsel ve fiziksel olarak karmaşa yaşayacağı bir dönem olmamalıdır.

2 yaş dönemi aynı zamanda çocuklara çoğunlukla tuvalet eğitimi verilmeye çalışılan bir dönemdir. Ancak tuvalet eğitimi başlı başlına farklı bir gelişim sürecidir. Çocuğun benlik mücadelesi içerisinde tuvalet eğitimini alması onu duygusal, fiziksel ve bilişsel açıdan zorlayacaktır. Ebeveynle inatlaşmalar, tuvaletini tutma ve bırakma kozunu aileyi cezalandırma olarak kullanmalar görülebilir. 2 yaş sendromu yoğun yaşanıyorsa belirtiler hafiflemeden çocuğa tuvalet eğitimi başlatılmamalıdır.

Başlama gerekliliği söz konusu ise mutlaka öncesinde bir çocuk psikoloğundan destek alınmalıdır. 2 yaş sendromunun yoğun yaşandığı dönemlerde memeden kesmek, tuvalet eğitimi vermek zorlaşmaktadır. Okula başlatmak da yoğun belirtilerin olduğu dönemde zorlaşabilmektedir. Çocuk okula gitmeyi bir cezalandırma olarak değerlendirebilmektedir. Yine bu dönemde okula başlatılması gerekiyorsa aile mutlaka destek almalıdır.

Kardeş sahibi olmak, anne-babanın boşanması gibi çocuğun dünyasında değişikliklerin yaşanması da çocuğu bu dönemde zorlamaktadır. Aynı şekilde çocukta yoğun 2 yaş sendromu belirtileri gözleniyorsa aile sürecin daha rahat geçmesi için destek almalıdır. Aba psikoloji olarak bu dönemde karşılaşabileceğiniz tüm sorun ve sorularınız için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Read More

Sosyal beceri eksikliği sosyal ilişkileri güçlendiren becerilere sahip olmama ya da mevcut becerileri kullanamama durumudur. Sosyal beceriler çocukluk yıllarında kazanılmaya başlar ve kurulan sosyal etkileşimlerle gelişir. Sosyal beceriler bireyin kendini diğerlerine ifade etmesi, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi ve çevreye uyum için gereklidir.

Sosyal beceriler aracılığıyla iletişim kurmak kolaylaşır, sosyal ilişkiler gelişir, bireyin kendine yönelik olumlu algısı gelişir. Özgüven, öz değer ve empati gelişir.

Çocuklukta kazanılamayan sosyal beceri eksikliği ergenlik ve yetişkinlikte karşımıza daha olumsuz tablolarla çıkar. Ergenlikte düşük sosyal uyum, olumsuz tepki verme, düşük akademik performans, sosyal ve duygusal yetersizlikler görülebilmektedir. Yetişkinlikte ise ergenlikte yaşanan bu aksamaların sonuçlarıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Akademik hayattaki başarısızlık kariyeri olumsuz etkilemektedir. Sosyal beceri eksikliği meslekte ilerlemeyi, network geliştirmeyi, takımla uyumlu çalışmayı zorlaştırmaktadır.

Sosyal beceri eksikliği olan bireyler girdikleri ortamlarda tüm gözlerin üzerinde olduğunu düşünebilir. Bu düşünce kaygılanmalarına, strese girmelerine, fiziksel tepkiler vermelerine neden olur. Aşırı heyecan, öfke, gerginlik, diksiyonda bozulmalar, konuşurken zorlanmalar görülebilir.

Sosyal Beceri Nedir?

Sosyal beceri; bireyin başkaları ile olumlu etkileşimi başlatma ve sürdürme davranışıdır. Ancak bu beceri bu kadarla sınırlı değildir. Sosyal beceri sorumluluk alma, grupla bir işi yürütebilme, takım olma, uyum sağlama, empati kurma becerilerine de sahip olmayı gerektirir. Sosyal beceri sahibi bir birey aynı zamanda duygu, düşünce ve davranışları üzerinde özdenetim kurabilmelidir.

Karşılaşılan zorluklara karşı etkin problem çözme becerileri geliştirmek sosyal beceri için gereklidir. Sosyal beceriye yönelik kazanımlar çocuklukta başlamaktadır. Çocuk ilk sosyal davranışlarını, onlarla etkileşimde olan yetişkinlerin deneyimleriyle ve diğerlerini gözlemleme yoluyla kazanmaktadır. Çocuğun sosyal beceri kazanımında ebeveynin model olması gerekmektedir. Çocuk bu dönemde en iyi taklit yoluyla öğrenmektedir ve taklit için en güçlü argüman ailedir.

Aile içi iletişim ve etkileşimin yanı sıra ailenin çocuklarına yönelik tutum ve yaklaşımları çok önemlidir. Sosyalleşmede aile, akran ve kitle iletişim araçları önemli bir etkiye sahiptir. Çocukların sosyal beceri kazanımında aileden sonraki en önemli kaynak okul öncesi eğitim deneyimleridir. Okul öncesi eğitim sürecinde çocuklar akranları ile iletişime girerek, kurallara uyarak, kendisinin ve başkalarının haklarına saygı göstererek sosyal beceri geliştirir.

Sosyal Beceri Eksikliği Hangi Alanlarda Öne Çıkıyor

Sosyal beceri eksikliği 5 farklı alanda olumsuz etkisini gösterir;

  1. İletişimi başlatma ve sürdürme becerisi eksikliği: iletişimi başlatma, sürdürme, etkin dinleme, soru sorma, beden dilini ve sözsüz mesajları doğru kullanma eksikliği.
  2. Gruba katılma ve uyum sağlama becerisi eksikliği: Grubun kurallarına uyum sağlama, gruptaki farklılıkları kabul etme, gruptaki görev dağılımına uyma ve sorumlulukları yerine getirme eksikliği.
  3. Öznel duyguları ve diğerlerinin duygularını fark etme becerisi eksikliği: Kendi duygularını anlama, duygularını doğru ifade etme, başkalarıyla empati kurma, başkalarına yardımda bulunma eksikliği.
  4. Olumsuz duygu, düşünce ve tepkileri yönetebilme becerisi eksikliği: kaygı, stres, öfke gibi olumsuz duyguları yönetmekte zorluk yaşama, uygun olmayan tepkilerde bulunma, pasif agresif veya yıkıcı davranışlarda bulunma.
  5. Zaman yönetimi, planlama, karar verme eksikliği: Hedef belirleme, organize olma, zamanı verimli kullanma, öznel kararlar verme ve karar vermek için gerekli kaynakları araştırma ve dikkati sürdürme eksikliği.

Sosyal Beceri Eksikliği Kendini Nasıl Belli Eder?

Sosyal beceri eksikliği sosyal hayata katıldığımız çocukluk yıllarından itibaren fark edilebilir. Eğer bir çocuk, genç ya da yetişkin kendine güven duymuyorsa, iletişime geçmekte ve sürdürmekte güçlük yaşıyorsa sosyal beceri eksikliği değerlendirilmelidir. Bu bireyler sıklıkla yalnız olan, arkadaşlık geliştiremeyen, sosyal ortamlardan kaçınan, sosyal ortamlarda çekingenlik gösteren bireylerdir.

Dikkatleri kolay dağılır, iletişimde konuşulan konuya odaklanmakta sorun yaşarlar. Çünkü konuşurken ne söylendiğinden çok ne söylemesi gerektiğine odaklanırlar. Soru sormaya çekinen, söz almaktan ve fikir beyan etmekten kaçınırlar. İletişim becerileri zayıf olduğu için girdikleri nadir iletişimlerde de zorluk yaşarlar. Topluluk önünde performans sergilemelerini gerektirecek etkinliklerden kaçınırlar. Kendi kararlarını alamaz, haklarını savunamazlar.

Stresle başa çıkmakta ve problemlere yapıcı çözümler getirmekte son derece zorluk yaşarlar. Kendilerini ifade etmekte güçlük yaşar, sıklıkla doğru kelimeleri bulamazlar. Pasif agresif davranabilir, duygu ve düşüncelerini paylaşmakta zorlanabilirler. Empati becerileri düşüktür, göz kontağından kaçınırlar.

Hakaret veya alaycı sözlere maruz kaldıklarında üstesinden gelemezler. Aşırı öfkelenebilir ya da tepkisiz kalabilirler. Zamanı yönetemez, organize olamaz, sıklıkla iş ve sorumluluklarını ertelerler. Eşyalarını, fikirlerini, kendisine ait olan her şeyi paylaşmakta zorluk yaşarlar. Sosyal sorumluluklara duyarlılıkları zayıftır.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Hayata Nasıl Etki Ediyor?

Akademik hayat bireyin ailesinden bağımsız olarak varlık gösterdiği ve zamanının büyük bir bölümünü ayırdığı dönemdir. Akademik hayatta başarılı olabilmek için karakterimizi, fikirlerimizi, değerlerimizi diğerlerine daha yapıcı anlatabilmemiz gerekir. Aynı şekilde akademik hayatta iyi ilişkiler geliştirebilmek, girilen gruplara uyum sağlamak, topluluğun kurallarına sadık kalmak gerekir. Akademik hayatta başarılı olmak isteyen bir birey stresle başa çıkabilmeli, sorunlarına yapıcı çözümler getirebilmelidir.

Zaman yönetimi, sorumluluk bilinci, organize olabilme aynı şekilde akademik başarıyı destekleyen yetkinliklerdir. Akademik hayatta başarılı bireyler kendilerini iyi tanıyan, ne istediklerini bilen ve içsel motivasyona sahip bireylerdir. Sosyal beceri eksikliği olan bireyler ise karar vermekte güçlük çekerler.

Başkalarının yönlendirmelerine ihtiyaç duyarlar. Alan seçimi, meslek seçimi noktasında bağımsız hareket edemezler. Güçlü yönlerini öne çıkarmakta güçlük yaşarlar. Motivasyonları düşüktür ve başkaları tarafından motive edilmeye ihtiyaç duyarlar.

Özellikle üniversite yılları bireyin sosyal becerilere yoğun olarak ihtiyaç duyacağı yıllardır. Bu dönemde sosyal beceri eksikliğini tölare edemeyen birey okul, meslek seçimini bu eksikliğe göre yapabilir. Aileden uzaklaşmamak, yurtta kalmamak ya da yalnız kalmamak için aileye yakın eğitim alternatiflerini değerlendirebilirler. Bu bireyler için staj yapmak, mülakata girmek, tez sunmak oldukça zorlu tecrübelerdir.

Sosyal beceriler geliştirilmezse bireyin hayatında çok yönlü olumsuzluklara, gerileme ve duraklamalara neden olabilir. Sosyal beceri kazanılmadan bireyin sosyal kaygı duyacağı durum ve ortamlara maruz kalması psikolojik problemleri geliştirebilir. Kaygı bozukluğu, depresyon bunlardan en yaygın olanlarıdır.

Aba psikoloji uzman kadrosu sosyal beceri eksikliği üzerine her yaştan bireyle çalışmaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

Read More