Güvenli bir yaşam sürmek, sadece fiziksel güvenliği sağlamakla kalmaz; zihinsel, duygusal ve dijital güvenliğinizi de korumayı gerektirir. “SECURITY FIRST” yani “Yaşam Güvenliğinizin Her Şeyden Önde Geldiğidir” sloganıyla yola çıkan ABA Psikoloji olarak, bireylerin kendilerini her alanda koruyarak daha sağlıklı bir yaşam sürmelerini destekliyoruz. Peki, hayatınızda güvenliği nasıl önceliklendirebilir ve psikolojik sağlığınızı nasıl koruyabilirsiniz? İşte güvenli bir yaşam için adım adım öneriler:
1. Tedbirli Olun
Güvende olmanın ilk adımı, her zaman tedbirli olmaktır. Günlük yaşamınızda ve dijital dünyada karşılaşabileceğiniz risklere karşı hazırlıklı olmak, kendinizi güvende hissetmenize yardımcı olur. Evde, işte, sokakta veya dijital platformlarda olası tehlikelere karşı nasıl tepki vereceğinizi bilmek, kaygı ve stres seviyenizi de azaltır. Dijital ortamda da güçlü parolalar kullanmak ve kişisel bilgilerinizi korumak gibi basit önlemler, zihinsel rahatlığınızı sağlar.
2. Kendinize Dikkat Edin
Kendinize dikkat etmek, fiziksel sağlığınız kadar ruhsal sağlığınıza da özen göstermek anlamına gelir. Düzenli olarak spor yapmak, dengeli beslenmek ve kaliteli uyku almak, zihinsel sağlığınız üzerinde pozitif etkiler yaratır. Aynı zamanda, stres yönetimi tekniklerini öğrenmek ve duygularınızı ifade edebilmek, psikolojik dayanıklılığınızı artırır. Sağlıklı bir beden ve zihin, kendinizi daha güvenli ve güçlü hissetmenizi sağlar.
3. Uyanık Olun
Günlük yaşamda uyanık olmak, potansiyel tehlikeleri ve olumsuz durumları daha hızlı fark etmenizi sağlar. Özellikle internet ve sosyal medya kullanımı sırasında kimlerle etkileşimde bulunduğunuza, hangi bilgileri paylaştığınıza dikkat etmek, dijital dünyadaki güvenliğiniz için kritiktir. Uyanık olmak, aynı zamanda çevrenizdeki insanlarla olan ilişkilerinizi doğru değerlendirmek ve manipülasyonlara karşı savunma mekanizması geliştirmek anlamına gelir. Bu farkındalık, psikolojik olarak da güçlü kalmanıza yardımcı olur.
4. İletişim İçinde Olun
Güvenli bir yaşamın temeli, güçlü sosyal bağlar kurmaktır. Aileniz ve arkadaşlarınızla düzenli iletişim halinde olmak, hem duygusal hem de fiziksel güvenliğiniz açısından önemlidir. Zor zamanlarda destek alabilmek, kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olur. Aynı zamanda, sosyal çevrenizde yaşadığınız olumsuz durumları paylaşmak, çözüm yolları bulmanıza ve yalnız hissetmemenize katkı sağlar. Güçlü iletişim, hem sosyal hem de psikolojik sağlığınızı korumanıza destek olur.
5. İlişkilerinize Dikkat Edin
Hayatımızdaki insanlar, psikolojik sağlığımız üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Sağlıklı ve güvenli ilişkiler, kendimizi güvende ve değerli hissetmemize yardımcı olur. Öte yandan, manipülatif ve toksik kişilerle kurulan ilişkiler, psikolojik olarak zarar görmemize yol açabilir. Bu nedenle, çevrenizdeki insanların davranışlarını değerlendirmek ve kendinizi güvende hissetmediğiniz durumlarda sınırlar koymak önemlidir. İlişkilerinizde sınır koymak, kişisel alanınızı ve zihinsel sağlığınızı korumanın bir yoludur.
6. Sosyal Medya Kanallarınıza Özen Gösterin
Sosyal medya, günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olsa da, bu platformlar üzerinde dikkatli olmak büyük önem taşır. Kişisel bilgilerinizi ve özel yaşamınızı sosyal medya üzerinden paylaşırken gizlilik ayarlarınıza dikkat edin. Tanımadığınız kişilerden gelen arkadaşlık isteklerini dikkatlice değerlendirin ve şüpheli bağlantılardan kaçının. Sosyal medyada paylaşılan olumsuz yorumlara karşı duyarsız kalmak ve kendinizi korumak, psikolojik sağlığınızı korumanıza yardımcı olur. Dijital dünyada bilinçli bir kullanıcı olmak, kendinizi daha güvende hissetmenizi sağlar.
7. Acil Durum Planları Yapın
Acil durumlar, hayatın beklenmedik anlarında karşımıza çıkabilir ve bu durumlarla nasıl başa çıkacağınızı bilmek, kendinizi güvende hissetmenize yardımcı olur. Olası kriz durumlarına karşı bir plan yaparak, hem fiziksel hem de zihinsel olarak hazırlıklı olabilirsiniz. Örneğin, ani stres ve kaygı durumlarında uygulayabileceğiniz nefes teknikleri ve rahatlama yöntemleri, sizi zor anlarda destekler. Ayrıca, aile üyeleriyle birlikte bir acil durum planı oluşturmak, güvende olmanızı sağlar ve endişe seviyenizi düşürür.
8. Güvenlik Eğitimi ve Psikolojik Destek Alın
Güvenlik ve psikolojik dayanıklılık, bazen uzman desteği almayı gerektirir. Özellikle travma yaşamış veya zorbalık gibi olumsuz deneyimler yaşamış bireylerin, profesyonel destek alarak bu süreçleri sağlıklı bir şekilde atlatmaları mümkündür. ABA Psikoloji olarak, kişisel güvenlik ve psikolojik destek konusunda bireylerin yanındayız. Güvenlik eğitimlerimiz ve danışmanlık hizmetlerimizle, ruhsal sağlığınızı ve güvenliğinizi korumanıza yardımcı olmaktan mutluluk duyarız.
Sonuç: Güvenlik, Sağlıklı Bir Yaşamın Temelidir
Güvende hissetmek, fiziksel ve ruhsal sağlığınız açısından büyük bir öneme sahiptir. Hayatınızda bilinçli adımlar atarak, hem kendinizi hem de sevdiklerinizi koruma altına alabilirsiniz. ABA Psikoloji olarak, güvenli ve sağlıklı bir yaşam için size rehberlik etmekten mutluluk duyuyoruz. Her bireyin kendini güvende hissettiği bir yaşam sürmesi için buradayız.
Sorularınız ve danışmanlık talepleriniz için (0212) 287 86 06 numaralı telefondan bizimle iletişime geçebilirsiniz. Unutmayın, güvenlik sadece bir önlem değil, sağlıklı ve mutlu bir yaşamın anahtarıdır.
Mindfulness bilinen diğer adıyla bilinçli farkındalık son dönemde oldukça ilgi görüyor. Bu konuda çok sayıda kitap yazıldı, yabancı dilden çeviriler yapıldı, eğitmenlik programları açıldı. Bilinçli farkındalık becerisi kazandırmaya yönelik çokça içerik üretildi ve özellikle sosyal medyada bu içeriklere yer verildi. Bilinçli farkındalık ile beslenme, hareket etme, öğrenme, seyahat etme, iletişim, spor, çalışma odaklı temalar var.
Herkes kendi ilgi, beceri ve profesyonel alanını bilinçli farkındalık ile harmanlama eğiliminde. Bu beceriyi gerçek anlamda kazanabilenler için inanılmaz bir değişim ve dönüşüm oluyor. Bilinçli farkındalık becerisi etkin bir şekilde kullanılmaya başlandığında olumlu etkileri belirgin şekilde bireyin hayatının her alanına yansıyor.
Mindfulness sayesinde bireyin bilişsel potansiyeli çok daha verimli şekilde potansiyele dökülüyor. Stresle başa çıkmak, duyguları fark edip yönetmek, problem değil çözüm odaklı olabilmek mümkün hale geliyor. Bireyin sosyal yaşamı da bilinçli farkındalık aracılığıyla daha etkin ve keyifli oluyor. İletişim başlatmak ve verimli şekilde sürdürmek ve paylaşılan andan keyif almak mümkün oluyor. İlişki kurmak ve sürdürmek de daha keyifli hale geliyor.
Profesyonel yaşamda da anda kalabilmenin ve anı yaşamanın faydaları oldukça fazla. Odaklanmak ve dikkati sürdürmek kolaylaşırken, yaratıcılık, ilişki kurma, organize olma, planlama gibi becerileri olumlu etkiliyor.
Peki mindfulness nedir? Bu beceriyi edinmenin sağlayacağı avantajlar neler? Bilinçli farkındalık becerisini kimler edinmeli? Kişiyi olumsuz etkileyecek herhangi bir dezavantajı var mı? Bu beceriyi nasıl geliştirebiliriz? Yazımızın devamında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
Şimdiki zamanın farkındalığı, yaşanan anın ve o anda olup bitenlerin farkında olma halidir. Bu farkındalık duygular, düşünceler, davranışlara yöneliktir. Kişi bilinçli farkındalık becerisini geliştirdiğinde hem kendisinin hem de çevresinin farkına varır. Pek çoğumuz anı ıskaladığımızın farkına varmayız. Yemek yer, seyahat eder, spor yapar, sohbet eder, sevdiklerimizle bir araya gelir, dinlenir, çalışır, eğleniriz.
Ancak pek azımız bu eylemleri farkındalıklı yapar. Günlük yaşamın telaşı, gelecek kaygısı veya geçmişin pişmanlıkları, stres, korku, endişe bizi andan uzaklaştırır. Anda uzaklaştığımız her an ise kendimize ve çevremize yabancılaşırız. Hepimiz zaman içerisinde andan uzaklaştır ve andaymış gibi yapmayı öğrendik.
Keyif alırmış gibi, dertleşirmiş gibi, eğlenirmiş gibi, çalışırmış gibi. Mış gibileri daha sayfalarca uzatabiliriz. Oysa içinde bulunup da farkında olmadığımız hiçbir eylem bize tat vermez. Mindfulness becerisi tamda bu noktada bize hayatımızı, duygu, düşünce ve eylemlerimizi daha tadında yaşama fırsatı veriyor. Neredeyse hepimizin en mutlu anları ve en detaylı hatırladığı anıları çocukluğa dairdir.
Çocukluğumuzdan tatlar, kokular, sevdiklerimizle paylaştığımız güzel anlar hatırlarız. Havanın ısısını, gökyüzünün rengini dahi anımsarız. Sanki mutluluk veren tüm anılar çocuklukta yaşanıp çocuklukta bırakılmalıymış gibi sonrasında bir daha böyle güçlü anılar üretemeyiz. İşte bu yanılgının en büyük nedeni büyüdükçe anda kalma becerimizi kaybediyor olmamızdır. Büyüdükçe anda kalmaktan çok geçmişi düşünmeye ve geleceği planlamaya odaklanıyoruz.
Ne yediğimiz yemeğin ne aldığımız kokunun ne yaptığımız sohbetin, hatta gittiğimiz yolların dahi farkında değiliz. Bu farkındalıksızlık ise bize hayatımızın anlamsız ve değersiz olduğunu hissettiriyor. Mutlu olmanın, keyif almanın elde edilmesi zor şeyler olduğu yanılgısına kapılıyoruz. Mindfulness bize anı yaşama ve andan keyif alma farkındalığı kazandırıyor. Bu farkındalık kendimizden, sosyal, profesyonel ve akademik hayatımızdan aldığımız keyif ve tatmini de artırıyor.
Mindfulness ile Elde Edebileceğiniz Avantajlar Oldukça Fazla
Koşturmaca içerisinde yaşıyoruz. Bedenimiz dursa zihnimiz sürekli telaş halinde. İşe gidiyor, uzun saatler çalışıyor, eve dönüp evin sorumluluklarını yerine getiriyoruz. Zaman ayırmamız gereken ailemiz, arkadaşlarımız ve sorumluluklarımız var. Yapılacaklar listemiz uzadıkça uzuyor ancak ne yeterince zaman ne de enerji bulamıyoruz. Yolda, trafikte çokça zaman kaybediyoruz. Kimi zamansa zihnimizi boşaltmak için kendimizi saatlerce televizyona kaptırıyor veya internette zaman öldürüyoruz.
Kitap okuyor birkaç sayfa sonra okuduğumuzu anlamadığımızı fark ediyoruz. Yemek yiyor ama doyduğumuzu geç fark ediyoruz. Çünkü bedenimizin gerçekleştirdiği çoğu eylemde zihnimiz başka anlarda başka eylemlerde oluyor. Dolayısıyla anı ve zamanı ıskalıyoruz. Mindfulness becerisini hayatımıza katmaksa bize anda kalabilme avantajını sunuyor.
Peki Bilinçli Farkındalık ile Anda Kalmak Bize ne Sağlıyor?
Eylemlerimizi daha farkındalıklı bir şekilde gerçekleştiriyoruz bu da aldığımız keyfi ve verimi artırıyor.
Sorumluluklarımızı daha farkındalıklı bir şekilde, odaklanarak, dikkat kesilerek yerine getiriyoruz, dolayısıyla hata payımız azalıyor.
Eylemlerimizin farkında olduğumuz için zaman harcadığımız şeyleri daha iyi yönetebiliyoruz. Otokontrol geliştiriyoruz. Dolayısıyla televizyon karşısında, internette veya farklı bir eylemde gereğinden fazla zaman geçirmiyoruz. Bu sayede zamanı daha verimli kullanabiliyoruz.
İlişkilerimizin kalitesi artıyor. Başlattığımız veya dahil olduğumuz iletişimlerde karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini, beden dilini fark ediyoruz. Bu farkındalık daha kolay empati kurmamızı, daha verimli bir iletişim sürdürmemizi sağlıyor. Kurulan iletişimden ve ilişkiden aldığımız keyif ve doyum artıyor.
Daha kaliteli zaman geçiriyoruz. Kendimize, ailemize, sevdiklerimize veya iş ve sorumluluklarımıza daha nitelikli vakit ayırabiliyoruz.
Mindfulness becerisi ile stresle başa çıkmak kolaylaşıyor.
Problem çözme becerilerimiz gelişiyor, problem odaklı değil çözüm odaklı düşünmeye başlayabiliyoruz.
Kaygı düzeyimiz azalıyor.
Olumlu düşünce gelişiyor. Bardağın boş tarafına değil, dolu tarafına bakabilir hale geliyoruz.
Öz sevgi, öz değer ve şefkat gelişiyor.
Fiziksel sağlığımız iyileşiyor; kendimize ve içinde bulunduğumuz ana verdiğimiz değer bedenimize de yansıyor. Beslenme biçimimizden, aktivitelerimize, uyku düzenimize kadar fiziksel sağlığımıza etki edecek pek çok alanda iyileşme oluyor. Azalan stres ve kaygı sayesinde fiziksel ağrılar, kas spazmları azalıyor.
Ruhumuzda da iyileşmeler görülüyor. Bilinçli farkındalık becerisini geliştiren bireylerin düzenli meditasyon yapıyormuşçasına olumlu iç enerji kazandıkları görülüyor.
Olumlu şeyleri kolay sahiplenirken olumsuzları reddeder, onlardan kaçınırız. Bu da bizde baskı yaratır. Bilinçli farkındalık olumsuz duygu, düşünce ve davranışların da olabileceğini kabul etmemizi sağlıyor.
Mindfulness Tekniklerini Herkes Kolayca Öğrenebilir ve Uygulayabilir
Bilinçli farkındalık teknikleri herkes tarafından kolayca öğrenilebilir ve uygulanabilir. Öğrenme aşamasında profesyonel bir eğitmenden destek alabilir, eğitim programlarına katılabilirsiniz. Ancak henüz bu konuyla yeni tanışıyor ve kapsamlı bir eğitime zaman ve bütçe ayırmak istemiyorsanız kendiniz de başlayabilirsiniz. Bu konuda sosyal medyada sayısız içeriğe ulaşabilirsiniz.
Videolar izleyebilir, hatta bu alandaki profesyonellerin ücretsiz yaptığı canlı yayınlara katılabilirsiniz. Yine bilinçli farkındalık özelinde pek çok kitap bulunmaktadır. Bu kitapları satın alabilirsiniz. Mindfulness çalışan profesyonelleri sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz. Bilinçli farkındalık çalışma gruplarına, sosyal etkileşim platformlarına dahil olabilirsiniz.
Bilinçli farkındalık teknikleri birer meditasyon türüdür. Meditasyon ise odaklanmayı, konsantre olmayı, şimdi ve bu anda kalmayı ve gönüllü olmayı gerektirir. Başkasının yönlendirmesiyle bu tekniklerden verim alamayabilir, kendinizi çalışmalara veremeyebilirsiniz. Bilinçli farkındalık tekniklerinin birden fazla yöntemi bulunmaktadır. Hatta bu teknikler ilgi alanınıza, inançlarınıza, beklentilerinize, ihtiyaçlarınıza göre de değişebilir.
Ancak seçeceğiniz teknik ne olursa olsun tüm mindfulness tekniklerinin temel hedefi farkındalık yaratmaktır. Bu farkındalık yargısız ve bulunulan ana yönelik olmalıdır.
Bilinçli Farkındalık Tekniklerinden Bazıları:
Basit Bilinçli Farkındalık Meditasyonu Tekniği: Rahat bir pozisyon alın ve sadece nefesinize odaklanın. Nefese odaklanmak sizin için zorsa bir renge, sayıya, kelimeye veya nesneye de odaklanabilirsiniz. Bu sırada zihninize düşünceler gelebilir, farklı duygular hissedebilirsiniz. Bu duygu ve düşünceleri nezaketle, yargılamadan kabul edin ve gönderin. Tekrar odağınıza geri dönün.
Bedensel Farkındalık Tekniği: Ayak parmaklarınızdan başınıza kadar vücudunuzun her bir parçasını sırasıyla fark edin. Bunu yaparken nefes alıp verişiniz rahat olsun. Farkındalığı artırmak için ilgili bölgeleri kasıp bırakabilirsiniz. Vücudunuzdaki gerginliği, rahatsız eden kısımları, rahatlığı, gevşemeyi hissedin.
Duyusal Mindfulness Tekniği: Bu tekniği uygularken gözlerinizi kapatabilir, kendinizi rahat hissedeceğiniz bir pozisyon alabilirsiniz. Ancak bu mümkün olmuyorsa bulunduğunuz anda herhangi bir durumdayken de tekniği uygulayabilirsiniz. Örneğin; kalabalık bir ulaşım aracında, yolda yürürken gibi. Farkındalık düzeyimize erişmese de her ortamın bir kokusu vardır, çok sessiz bir ortamda dahi duyabileceğimiz sesler vardır.
Veya tatlar. Elinize bir nesne veya yiyecek alabilirsiniz. Bir elma veya bir bardak, kalem olabilir. Gözlerinizi kapatabiliyorsanız kapatarak veya elinizdeki şeye bakmayarak onu ellerinizle inceleyin. Dokusunu, kıvrımlarını veya pürüzsüzlüğünü hissetmeye çalışın. Yumuşak mı, sert mi, ince mi kalın mı? Isısı nasıl? Sıcak mı, soğuk mu? Katı mı, akışkan mı, kıvamlı mı?
Koklayın, bir kokusu var mı? Bu kokuya benzeyen bildiğiniz farklı şeyler var mı? Tadabiliyorsanız tadın; ısırabilir, yudumlayabilir veya dilinizi değdirebilirsiniz. Herhangi bir tadı var mı? Peki bu deneyim size nasıl hissettiriyor? Bu yiyeceği veya nesneyi daha önce hiç bu halleriyle değerlendirmiş miydiniz? İşte mindfulness bize sıradan kabul ettiğimiz şeylere dahi farklı açılardan bakabilmeyi ve değer kazandırmayı sağlıyor.
Duyguların Farkındalığı Tekniği: Öfke, kızgınlık, kaygı, stres, korku, sevinç, utanç ve benzeri duygularınızı fark edin, onları hoşgörüyle, yargısızca kabul edin. Bu duygulara isimler verin, size ne hissettirdiğine, bedeninizdeki etkilerine bakın. Ardından farkına vardığınız ve size ait olan bu duyguları uğurlayın.
İstek ve Arzuların Farkındalığı Tekniği: Sigara, alkol, madde, cinsellik, şiddet ve benzeri istek ve arzularınız ile başa çıkın. Geldiklerinde size hissettirdiklerine, bedeninizdeki etkilerine bakın. Bu isteklerin zaman içerisinde azalarak kaybolacağını kendinize hatırlatın. Yargısız ve hoşgörüyle bu istekleri kabul edin ve geçip gitmelerini bekleyin.
Mindfulnes Eğitimlerimize Katılabilirsiniz
Aba Psikoloji olarak, bilinçli farkındalık yöntemiyle danışanlarımızın dikkat dağıtıcı, işlevsiz unsurları göz ardı ederek yer ve zamana odaklanmasına destek oluyoruz. Öğrenmeyle ilgili en önemli ve ilgi çekici kısımlar, dünyayı etkileyici hale getiren, kendine güveni ve kişisel gelişimi teşvik eden parçalardır. Bu bilgiden yola çıkarak bizde bilinçli farkındalık yöntemiyle bu parçaların izini sürüyoruz.
Mindfulness yöntemiyle gerçekleştirilen meditasyon çalışmalarının sosyal, bilişsel, duygusal ve profesyonel alandaki katkılarını danışmanlık deneyimlerimizden biliyoruz. Bilinçli farkındalık tekniği ile öğrenme sürecinin daha verimli gerçekleştiğini danışanlarımızın akademik sonuçlarında görüyoruz. Yöntemin danışanlarımızın dikkat sürelerine, odaklanmalarına ve bilgiyi işleme ve kazanma süreçlerine katkılarını ilgiyle takip ediyoruz.
Aba Psikoloji’de öncelik verdiğimiz bu yöntem, duygusal dengeyi destekleyerek odaklanma ve motivasyona dayalı öğrenme sürecine direkt fayda sağlıyor. Siz de bu avantajlardan faydalanmak ve mindfulness becerisini yetkinlikleriniz arasına katmak isterseniz bizimle iletişime geçebilirsiniz. Bilinçli farkındalık tekniği ile bireysel, sosyal, akademik ve profesyonel yaşamınızdan aldığınız verimi artırabilirsiniz. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Çocuklarda benlik gelişimi çocuğun sadece kendine yönelik algısıyla ilgili değildir. Çocuğun çevresi, ailesi, öğretmeni, arkadaşları da çocuğun benliğini etkiler. Dolayısıyla benlik bireyin fiziksel ve sosyal çevresiyle olan etkileşimleri sonucu kazandığı duygu, düşünce ve değerlerdir. Bir başka ifadeyle benlik, bireyin kendini algılayış biçimi, kim ve ne olduğuna yönelik düşüncesidir.
Benlik imajımız (kendimizi nasıl gördüğümüze yönelik değerlendirmelerimiz) ideal benliğe (olmak istediğimiz benliğe) yaklaştıkça benlik saygısı gelişir. Benlik saygısı kişinin ne olduğuyla ne olmak istediği arasındaki farka ilişkin duygu ve düşüncelerdir. Benlik saygısı artıkça, özgüven artar, kişi kendinden hoşnut olur ve kendiyle barışıktır. Çocuklar benlik değerlerini geliştirebilmek için kendilerini başarılı hissetmelerini sağlayacak etkinliklere yönelirler.
Başarılı olamadıklarında ise olumlu düşünmeyi sürdürebilecekleri etkinlik ve aktivitelere yönelirler. Böylece başarısızlığı öz değerlerine atfetmezler. Bunu başarabilen çocuklarda yüksek benlik saygısı gelişirken yapamayanlarda düşük benlik saygısı gelişecektir. Dolayısıyla çocuklarda benlik gelişimi yüksek benlik saygısı ve düşük benlik saygısı olarak ikiye ayrılabilir. Yüksek benlik saygısı olan bir çocuk kendisine potansiyeliyle uyumlu gerçekçi hedefler koyabilen çocuktur.
Bu çocuk hedeflerini gerçekleştirmek üzere çalışır ve hedefe ulaşabileceğine yönelik inanca ve motivasyona sahiptir. Düşük benlik saygısına sahip bir çocuk ise okulda ve diğer performans alanlarında kapasitesinin altında hedefler belirleme eğilimindedir. Peki yüksek benlik saygısı ve düşük benlik saygısına neden olan faktörler neler? Benlik gelişimini desteklemek için neler yapılabilir? Yazımızın devamında detaylara ulaşabilirsiniz.
Çocuklarda Benlik Gelişimi ve Yüksek Benlik Saygısı
Yüksek benlik saygısı olan çocuklar başarılarının veya başarısızlıklarının kaynağı olarak kendilerini görür. Başarısız olduklarında neden olarak başkalarını sorumlu tutmazlar. Başarısızlıklarından veya yanlışlarından ders çıkararak yeniden denemek ve daha iyisini yapmak için iç motivasyon geliştirirler. Otokontrol sahibidirler. Duygu ve düşüncelerinin farkındadırlar ve objektif kalabilirler. Daha yapıcı, pozitif ve suçlamalardan uzak bir dil kullanırlar.
Problemlerle başa çıkmak için akılcı stratejiler kullanırlar. “Fizik sınavım kötü geçti. Ancak nerelerde zorlandığımı ve hata yaptığımı biliyorum. Bir sonraki sınava çok daha iyi hazırlanacağım. Öğretmenimle konuşup düşük sınav notumu tölare etmek için neler yapabileceğimi öğreneceğim.” Gibi. Zorluklarla çok daha kolay baş edebilirler. Sosyal becerileri daha gelişmiştir ve kendilerini çok daha iyi ifade edebilirler.
Çocuklarda Benlik Gelişimi ve Düşük Benlik Saygısı
Düşük benlik saygısı olan çocuklarda ise başarı veya başarısızlığın neden olarak başkaları görülür. Örneğin; Fizik sınavından hoca düşük not vermiş. Bana taktı, kasten puanımı kırıyor.” Veya “Sınavdan yüksek not aldım çünkü öğretmen soruları çok kolay sormuştu.” Gibi. Düşük benlik saygısına sahip çocuklarda özgüven de düşüktür. Kendilerine ve potansiyellerine yeterince inanmazlar.
Yapabileceklerinin çok altında performans sergiler ve kendilerini zorlayacakları sorumluluklar altına girmezler. Yapabileceklerine yönelik inançları oldukça düşüktür. Kendi hayatlarına yönelik sorumluluk almakta veya seçimler yapmakta güçlük çekerler. Yaşamın her alanında ve döneminde desteklenmeye ihtiyaç duyarlar. Duygu ve düşünceleriyle ilgili olarak da kendilerinden emin değildirler.
Şu an ne hissettikleri veya düşündükleri çevrenin duygu ve düşüncelerine göre kolayca değişebilir. Bu anlamda yönlendirilmeye ve manipüle edilmeye açık bireylerdir. Dilleri ve iletişim şekilleri çoğunlukla suçlayıcı ve olumsuz yöndedir. “Senin yüzünden yeterince çalışamadım.”, ödevlerime yardım etseydin böyle olmazdı.” Gibi.
Çocuklarda benlik gelişimi ideal benlikle benlik algısı arasındaki fark açıldıkça düşük benlik saygısına yol açıyor. Ve düşük benlik saygısı geliştiren çocuklarda şu ortak özellikler görülüyor;
Sorumluluk almaktan kaçınır, yapabileceğinin çok altından görev ve sorumlulukları kabul eder.
Sınav kaygısı, performans kaygısı görülme sıklığı oldukça yüksektir,
Daha içedönük, pasif çocuklardır,
Pasif agresif davranışlara daha sık rastlanır,
En ufak bir başarısızlıkta, hatada veya hayal kırıklığında pes eder, yaptığı işi bırakır,
Olumsuz benlik algısı, özgüven eksikliği, yetersizlik duygu ve düşünceleri baskındır,
Övülmekten hoşlanmaz, nasıl karşılık vereceğini bilemez veya alay edildiğini düşünerek öfkelenebilir,
Eleştirilmekten hoşlanmaz,
Otorite kabul ettiği kişilerin duygu ve düşüncelerinden kolayca etkilenir,
Hak ararken aşırı pasif ya da aşırı saldırgan davranışlar sergileyebilir.
Çocuklarda Benlik Gelişimi Nasıl Desteklenebilir?
Çocuklarda sağlıklı bir benlik gelişimini desteklemek için ebeveynlere düşen sorumluluklar oldukça fazladır. Benlik saygısı yüksek çocukların ebeveynleri tarafından sevilen, desteklenen ve kabul edilen çocuklar olduğu görülmektedir. Bu çocuklar aile içerisinde hem özerktir hem de ailenin temel kurallarına uymakla yükümlüdür. Çocukların aile içerisinde söz hakkı vardır, yaşlarıyla uyumlu sorumluluklar alırlar, kendileriyle ilgili konularda karar verebilirler.
Ebeveynler çocuklarının sadece başarılarını değil başarmak üzere verdikleri çabayı da taktir ederler. Düşük benlik saygısına sahip çocuklar ise güvensiz bir aile ortamında yetişmektedir. Bu çocuklar çoğunlukla ihmal edilen, cezalandırılan veya yok sayılan çocuklardır. Kimi çocuklar ise ailelerinin büyümeyen bebekleridir. Aşırı korunmaya maruz kalırlar ve bağımsızlaşamazlar. Kendi kararlarını veremez, sorumluluk alamaz, becerilerini sınayamazlar.
Çocuklarda benlik gelişimi aşağıdaki ebeveyn rolleri doğru şekilde gerçekleştirildiğinde yüksek benlik saygısına ulaşabilmektedir.
Çocuğa Güven Ortamı Sağlanmalıdır
Çocuk kendini ve geleceğini güvende hissetmek ister. Ancak güven ortamı olduğunda ve çocuk kendini güvende hissettiğinde yüksek benlik değeri inşa edilebilir. Güvensizlik söz konusu olduğunda çocuğun kendini değerli hissetmesi, özgürce ifade etmesi mümkün değildir. Güvensiz bir ortamda çocuk daha çekinik ve ürkek bir kişilik geliştirecektir.
Çocuğun Aidiyet Bilinci ve Hissi Geliştirilmelidir
Her çocuk güven ihtiyacından sonra kendini bir yere ait hissetmek ister. Bu aidiyet aileden başlar, arkadaş ortamı, okul gibi sosyal çevreler içerisinde devam eder. Çocuk ait olduğu ortam içerisinde kabul edildiğini, sevildiğini ve değerli olduğunu hisseder. Böyle bir ortamda çocuk başarısız olmaktan, hata yapmaktan çekince duymaz. Aidiyet hissi olmayan çocuklarda benlik gelişimi zarar görür.
Kendilerini yalnız, başı boş ve savunmasız hissederler. Savunmasızlık hissi ise daha hırçın, saldırgan olmalarına veya pasif agresif davranışlar sergilemelerine neden olabilir.
Çocuğunuza Güven Verin
Çocuk güven duygusunu ilk önce ailede ebeveynleriyle olan ilişkisi içerisinde öğrenir. Yaşamın ilk yılında bebek bakıma muhtaçtır. Temel bakım veren çocuğun duygusal, fiziksel ve fizyolojik ihtiyaçlarını zamanında ve yeterli şekilde karşılamalıdır. Ancak bu koşulda çocuk ebeveyniyle güvenli bir bağ kurabilir. Bu güvenli bağ hissi çocuğa sevilebilir, değerli ve önemli olduğu hissini verir.
Ailede başlayan bu güven ilişkisini çocuk sosyal yaşamı keşfettikçe çevresindeki diğer kişilere yönlendirir. Ebeveyniyle güvenli bağ kuran çocuk kendini değerli ve sevilebilir gördüğü gibi güvenli de görür. Dolayısıyla güvenli bağ kurmuş bir çocuk için hem ailesi hem kendisi hem de çevresi güvenlidir.
Tam tersi bir durumda ise çocuk başta ebeveynini, ebeveyni aracılığıyla kendisini ve sonrasında da çevresini güvensiz tayin eder. Güvenin olmadığı bir ortamda ise çocuklarda benlik gelişimi zarar görür.
Sorumluluk Alma ve Karar Verme Becerileri Desteklenmelidir
Ebeveynlere düşen en önemli rollerden birisi de çocukların yaşıyla uygun şekilde sorumluluk almasına fırsat verilmesidir. Çocuğa neleri yapabileceğini göstermesi için sorumluluk verilmelidir. Çocuk sorumluluk almak yönünde yüreklendirilmelidir. Üstesinden gelebildiği sorumluluklarda çocuğa rutin görevler verilmeli ve bu davranışı pekiştirilmelidir. Üstesinden gelemediği sorumluluklarda motivasyonunu kırmadan daha küçük görevler verilmeli ve neden zorlanmış olabileceği çocuğa anlatılmalıdır.
Önemli bir diğer rol ise çocukların karar verme ve seçim yapma becerilerinin desteklenmesidir. Çocuklar yaşlarıyla uygun şekilde seçim yapmaya teşvik edilmelidir. Yemek istedikleri yemekleri, giymek istedikleri kıyafetleri, oynamak istedikleri oyunları seçebilirler. Alışveriş yaparken kendileriyle ilgili ihtiyaçları seçmelerine fırsat verilebilir. Örneğin; çocuğa kitap alınacaksa birkaç seçenek içerisinden hangisinin alınmasını istediğini seçmesi sağlanabilir.
Çocuklarda Benlik Gelişimi için Çocuğa Ev İçerisinde Söz Hakkı Verilmelidir
Kaç yaşında olursa olsun çocuk evin bir ferdidir. Evde yaşanan iyi kötü her şeyden çocuk doğrudan etkilenmektedir. Dolayısıyla ev içerisinde önemli konularla ilgili çocuğun da fikrine danışılmalıdır. Eve alınacak bir şey veya yapılacak bir değişiklik varsa çocuğun da fikri alınabilir. Yapılacak bir etkinlikte çocuğun da istekleri sorulabilir. Yemek sofrasında herkes gibi çocuğun da gününün nasıl geçtiği sorulabilir.
Ev içerisinde böyle bir ortam sağlandığında çocuk kendisini çok daha değerli hissedecektir. Bu basit uygulama çocuğun ileriki yaşamında kendini çok daha özgür ve doğru ifade edebilmesini sağlayacaktır. Evde söz hakkı olan, sorumluluk alan, kendiyle ilgili konularda karar verebilen çocuklarda benlik gelişimi yüksek benlik saygısı ile sonuçlanacaktır.
Başarıyı Değil Çabayı Taktir Edin
Aşırı mükemmeliyetçi veya başarı odaklı ebeveynlerde çocuğun sadece başarısı taktir edilmektedir. Bu da çocuğun başarısızlık duygusuyla başa çıkamamasına neden olmaktadır. Çocuk başarısız olduğunda performans kaygısı, sınav kaygısı gibi istenmeyen durumlarla boğuşabilmektedir. Çocuğun sağlıklı bir benlik inşa edebilmesi için sadece başarılarının değil başarmak üzere verdiği tüm çabaların da taktir edilmesi gerekir.
Çabası taktir edilen çocuk sonuç kadar süreçten de keyif almayı öğrenir. Sadece başarmak için değil, öğrenmek ve deneyimlemek için de motive olur.
Çocuklarda Benlik Gelişimi Sağlıklı Rol Modellerle Desteklenmelidir
Tüm bu önerilerin yanı sıra sağlıklı bir benlik gelişimi inşa edebilmek için çocukların doğru rol modelleri ihtiyacı vardır. Ebeveynler, öğretmenler veya arkadaş çevresi düşük benlik saygısına sahipse çocuğun da modeli eksik kalacaktır. Sağlıklı benlik gelişimi için başta ebeveynler olmak üzere çocukla doğrudan ilişki kuran herkesin benlik değeri önemlidir.
İçe kapanık, kendini ifade edemeyen, sorumluluk bilinci gelişmemiş rol modellerle yetişen çocukların benlik değeri profesyonel kaynaklarla desteklenebilir.
Çocuklarda Benlik Gelişimi ve Profesyonel Destek
Kimi zaman ailevi faktörler, kimi zaman mizaç özellikleri veya çevresel koşullar düşük benlik saygısına neden olabiliyor. Bazen ailenin büyük özveride bulunmasına karşılık arkadaş çevresi, akademik ortam veya çevresel koşullar benlik değerini olumsuz etkiliyor. Akran zorbalığına maruz kalmak, sık öğretmen, okul veya şehir değiştirmek benlik gelişimini olumsuz etkileyebiliyor.
Travmatik olaylara maruz kalmak veya şahit olmak da benlik değerinin düşmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla benlik gelişimi bu ve benzeri nedenlerle profesyonel olarak desteklenmeyi gerekli kılabiliyor. Oyun terapisi, sanat terapisi, müzik veya kum terapisi gibi çocuklara yönelik uygulamalarla çocuğun benliği destekleniyor.
Aba psikoloji olarak uzman kadromuzla çocuklarda benlik gelişimi üzerine çalışıyoruz. Düşük benlik saygısı nedeniyle kişisel, sosyal veya akademik alanda zorluk yaşayan çocuklara ve ailelere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.
Borderline kişilik bozukluğu “sınır kişilik bozukluğu” olarak da bilinmektedir ve psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Çoğunlukla ergenlik ve genç yetişkinlik dönemi başlangıçlıdır. Borderline bireylerde dürtü kontrolü kaybolur, tutarsız duygu, düşünce ve davranışlar hakimdir. Bu yönüyle kişiler arası ilişkilerde, kimlik algısında ve duygulanımda dalgalanmalar yaşanır. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla 3 kat daha fazladır.
Kişi çevresinin aksine duygu, düşünce ve davranışlarındaki anormalliğin farkında değildir. Çevreye tekinsiz, güven uyandırmayan bir izlenim bırakır. Ani duygu geçişleri, öfke nöbetleri, intihar düşünceleri, riskli eylem ve davranışlar görülebilir. Cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorluk yaşayabilir ve cinselliği de riskli şekillerde deneyimleyebilirler. Aşırı ve kontrolsüz para harcama, alışveriş, kumar, alkol, madde kullanımı, hızlı ve emniyetsiz araç kullanma gibi davranışlar görülebilir.
Borderline kişilik bozukluğu olan bireylerin sosyal yaşam, eğitim ve kariyer alanları da risk altındadır. Tedavi görmeyen bireyler yaşamları boyu potansiyellerinin çok altında performans sergiler ve çevre tarafından dışlanabilirler.
Peki sınırda kişilik bozukluğu belirtileri nelerdir? Bu kişilik bozukluğu neden ve nasıl gelişir? Tedavi edilebilir mi? soruların yanıtlarına yazımızın devamında erişebilirsiniz. Posttravmatik Stres Bozukluğu Nedir? ve Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.
Borderline Kişilik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?
Borderline kişilik özelliklerinin başında bireyin uçlarda gidip gelen davranış, duygu ve düşünceleri gelir. Bu kişiler için ya iyi ya kötü ya siyah ya beyaz ya doğru ya da yanlış vardır. Hiçbir şeyin ortası yoktur. Empati becerileri zayıftır. Duygu ve davranışları dışında insanlara yönelik düşünce ve yargıları da iki uçludur.
Bir gün çok sevip değer verdikleri birini başka bir gün tek kalemde silip atabilirler. Hayatlarındaki kişilere kendilerini adama ve abartılı sevme, ilgi gösterme davranışları vardır. Gerçek veya hayali bir terkedilmeden kaçınmak için abartılı çabalar göstermek. Bir kişiyi aşırı yüceltme ve aşırı yerme arasında gidip gelen tutarsız ilişkiler yaşamaktadırlar. İntihar düşünceleri, girişimleri sıkça görülebilir.
Hayatlarından çıkmasını istemedikleri insanlara psikolojik şiddet uygulayabilirler. Suçluluk hissettirerek ellerinde tutmaya çalışabilirler. Borderline kişilik bozukluğu olan bireyler sıklıkla kendilerini amaçsız, gereksiz ve boşlukta hissedebilirler. Öfke kontrol sorunları baskındır, kolayca öfkelenebilir, sakinleşmekte zorlanabilirler. Üstelik çoğunluğun aksine öfkelenmeyi gerektirmeyecek konularda da öfkelenebilirler. Kolay öfkelenirken, sakinleşmeleri de bir o kadar zor olacaktır.
Dikkatsiz ve hızlı araba sürme, aşırı ve gereksiz para harcama, abartılı cinsel davranışlarda bulunma, madde kullanma gibi dürtüsel davranışlar yaygındır. Şüpheci, paranoid düşünceler hakimdir. Borderline bireylerde tanı konabilmesi için tüm belirtilerin görülüyor olması gerekmez. Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir yazımızdan da faydalanabilirsiniz.
Borderline Kişilik Bozukluğu Neden ve Nasıl Gelişir?
Sınırda kişilik bozukluğunun neden geliştiğine yönelik henüz net bir sonuç elde edilememiştir. Ancak klinik vakar üzerinde yapılan çalışmalar genetik faktörün önemli bir rolünün olduğunu göstermektedir. Genetik faktörlerin yanı sıra, erken yaşam deneyimleri, travmalar, istismar, yetiştirilme tarzı, kültür ve çevre de etkili olmaktadır. Özellikle çocukluk çağı travmalarının (emosyonel, fiziksel, cinsel travmalar) borderline kişilik gelişiminde belirgin rol oynadığı düşünülmektedir.
Borderline Kişilik Bozukluğu Yaşayan Bireylerin Yaşadığı Zorluklar
Borderline bireyler, duygu, düşünce ve davranışları nedeniyle sosyal, bireysel ve profesyonel yaşamda sorunlar yaşarlar. Çoğunlukla bu bireyler kendilerini normal görürler veya hastalığın semptomlarını kendileri dışında olan şeylere yönlendirirler. Ancak pek çok borderline bireyde sosyal yaşam zayıftır. İlişkiler problemlidir. Akademik hayatta sık sık disiplin sorunları yaşar, otorite figürleriyle karşı karşıya gelirler.
Devamsızlık, okuldan kaçma, kurallara uymama, asi, isyankar davranışlar ve akademik başarısızlık sıklıkla görülür. İş hayatında ise sık iş değiştirme, iş bulamama, işten atılma gibi başarısız girişim ve sonuçlar görülür. Eğitimine devam edememe, okulu yarıda bırakma görülebilir. Sık sık partner değiştirme, evlilik öncesi ilişkiyi sonlandırma, boşanma veya ilişkisel sorunlar görülebilir. Riskli davranışlarda bulunurlar.
Borderline kişilik bozukluğu olan bireyler tehlikeli araç kullanma, alkol, madde kullanımı, kumar gibi nedenlerle hukuki sorunlar yaşayabilirler. Sicillerinde çeşitli suç ve cezalar yer alabilir. Bu durumda da yine iş hayatları olumsuz etkilenecek, iş bulmaları zorlaşacaktır. Kendilerine zarar verebilir, intihar girişimlerinde bulunabilirler. Bu sebeple hastanede yatma, mide yıkatma ve benzeri tedavilerden geçebilirler. İstenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar görülebilir.
Kavgaya karışma, alkol madde bağımlılığı görülebilir. Aşırı para harcama davranışları nedeniyle varlık edinmekte zorluk yaşarlar, borç yapabilir, bu konuda da yasal sorunlar yaşayabilirler. Para tutamama ve borç edinme davranışları ailelerinin de zorluk yaşamasına neden olabilir. Borç alma davranışları çevrelerindeki diğer insanları da zor duruma sokabilir. Kişinin hayatına daha sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi, hastalığın komplikasyonlarından korunabilmesi için tedavi alması şarttır.
Borderline kişilik bozukluğu hastalarında sıklıkla farklı psikiyatrik hastalıklar da eşlik etmektedir. Depresyon, anksiyete, alkol/madde bağımlılığı, bipolar bozukluk, yeme bozukluğu bunlardan bazılarıdır. Travma sonrası stres bozukluğu, dikkat ve hiperaktivite bozukluğu da beraberinde görülebilir.
Borderline Kişilik Bozukluğu Tedavi Edilebilir Mi?
Sınırda kişilik bozukluğunda uygulanabilecek en etkin tedavi yöntemi psikoterapidir. Ancak sadece psikoterapi ile de istenen sonuç alınamaya bilmektedir. Tedavi sürecinde gerekli görüldüğünde doktor kontrolünde ilaç tedavisi de uygulanmaktadır. Psikoterapinin yanı sıra psiko eğitim de tedavi sürecinden alınan verimi artırmaktadır. Bu methotlarla kişinin savunma düzenekleri, düşünce şemaları yeniden yapılandırılır. Borderline kişilik bozukluğu çoğunlukla farklı psikolojik ve psikiyatrik hastalıklarla birlikte görülebilir.
Alkol-madde kullanımı, yeme bozuklukları, anksiyete, depresyon, öfke kontrol bozukluğu, öz kıyım düşüncesi ve girişimi gibi. Dolayısıyla tedavi planlanırken eşlik eden bu ikincil sorunların da tedavisine odaklanılmalıdır. Terapist tedavi planına göre doğru terapi modelini uygulamalıdır. Uygulanacak tedavi sayesinde kişinin yeniden özdenetim kazanması sağlanabilir. Bu tedaviler sadece danışanlara değil, aile ve sosyal çevrelerinin yaşam kalitesinin arttırılması için de önemlidir.
Tedavi süreci diğer psikolojik rahatsızlıklara kıyasla kişiden kişiye değişecek şekilde uzayabilmektedir. Ayrıca danışanın tedavi sürecinde yakın sosyal çevresinden ve ailesinden alacağı destek tedaviyi olumlu etkilemektedir. Psikoterapi ve gerektiğinde ilaç tedavisiyle danışanın empati becerisi geliştirilir, öfke kontrolü ve dürtü denetimi kazandırılır. Birey tedavi sürecinde ve sonrasında uçlarda yaşamak, düşünmek ve duygulanmak yerine ortalama olabilme becerisi kazanır.
Duygu ve düşüncelerinin kendine ait olduğunu ve onları kontrol edebileceğini öğrenir. Borderline kişilik bozukluğu şüphesi taşıyor veya belirti veren biriyle yaşıyor/çalışıyorsanız bizimle iletişime geçerek detaylı bilgi alabilirsiniz. Sınırda kişilik belirtilerinin yol açtığı akademik, profesyonel kariyerinize yönelik olumsuzluklarla baş etmek için destek alabilirsiniz. Aba Kariyer ve Aba Psikoloji sayfalarını takip edebilir, Youtube kanallarımızdaki içeriklere göz atabilirsiniz.
Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler için eğitim, kariyer ve sosyal hayat son derece zorludur. Mizaç, erken yaşam deneyimleri, yetiştirilme tarzı ve çevresel faktörler çekingen kişiliği beslemektedir. Yaş arttıkça çekingenlik baskın hale gelmekte ve kişinin işlev alanları sınırlı hale gelmektedir. Çekingen bireylerin çok güçlü yetersizlik duyguları vardır ve kendileriyle ilgili değerlendirmeleri çevreden gelen geribildirimlerle belirlerler.
Genellikle çevreleri tarafından içe kapanık, utangaç, korkak tanımlanırlar. Reddedilmekten korkarlar, bu korkuları nedeniyle bulundukları sosyal ortamda yokmuşçasına silik kalırlar. Kendilik algıları oldukça düşüktür. Çevre tarafından eleştirilecekleri ya da beğenilmeyecekleri yönünde baskın inançları vardır. Çok az arkadaşları vardır ve çoğunlukla yalnız olmayı seçerler. Başarıdan korkarlar, özgüvenden korkarlar.
Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler çevrelerindeki insanları da çoğunlukla kendi gibi insanlardan seçerler. Ve çoğunlukla arkadaşlık başlatan değil arkadaşlığa cevap veren taraftadırlar. Dikkat çeken davranışlardan, kılık kıyafetten ya da konuşmalardan sakınırlar. Göz önünde olacakları sosyal ortamlardan, sorumluluklardan kaçınırlar. İş hayatlarında veya akademik yaşamlarında potansiyellerinin çok altında performans gösterirler. Dikkat çekip, fark edilmek istemezler. Sınıfta derse kaldırılmamak için el kaldırmazlar.
İş hayatında sosyal yönü olan profesyonel hiçbir görevde yer almak istemezler. Çekingen yapıları nedeniyle hak iddia edemez haksızlık karşısında haklarını arayamazlar. Çoğunlukla bu yapıları nedeniyle okul hayatında da iş hayatında da öne çıkamaz ortalama veya ortalamanın altında kalırlar. İnsan sosyal bir canlıdır ve yaşamını idame ettirebilmesi için de bu sosyal becerileri etkin kullanmaya ihtiyaç duyar.
Ancak çekingen kişilik bozukluğu olan kişilerde bu beceriler düşüktür ve becerileri kullanma kısımları da zayıftır. Dolayısıyla yaşamlarının her alanında zorluk çekmektedirler. Depresyon, anksiyete, fobi, alkol madde kullanımı gibi pek çok ikincil problemi de beraberinde getirebilmektedir.
Çekingen kişiliğin gelişmesinde genetik yatkınlık, model alma, yetiştirilme tarzları, olumsuz sosyal deneyimler ve mizaç etkilidir. Aile bireylerinde çekingenlik varsa çocuklarda da görülme olasılığı oldukça yüksektir. Yine genetik yatkınlık kadar model almak da çekingen kişiliğin gelişimini desteklemektedir. Örneğin; çekingen bir ebeveynin gözetiminde yetişen çocuğun da çekingen özellikleri gelişecektir.
Sadece aile bireyleri de çekingen sosyal çevre, arkadaşlar, öğretmenler de çekingen kişiliğinin gelişimini besleyebilmektedir. Üstelik çocuk mizaç olarak içe kapanık, utangaç, çekinik bir karakterse çevresel faktörler kişilik bozukluğunu destekleyebilmektedir.
Olumsuz ebeveyn tutumları da çekingen kişilik bozukluğu gelişiminde büyük rol sahibidir. Aşırı otoriter, cezalandırıcı veya aşırı koruyucu ya da mükemmeliyetçi ebeveyn tutumları çekingen kişiliği geliştirebilir. Özellikle mizaç olarak çekingenlik yönü olan çocuklarda olumsuz ebeveyn tutumlar kişilik bozukluğunun gelişmesinde etki edebilmektedir. Yine bireyin yatkınlığı söz konusu ise akran zorbalığı, sosyal aşağılanma, dışlanma gibi olumsuz deneyimler de kişilik bozukluğuna neden olabilmektedir.
Çekingen kişilikler sosyal yaşam ve arkadaşlık ilişkileri içerisinde uyum sağlayan, kendi fikirlerini beyan edemeyen bireylerdir. İsteklerini dile getirmekte veya bir konuda kendileri adına karar vermekte güçlük yaşarlar. “Sen/siz bilirsiniz, siz nasıl isterseniz öyle olsun.” Tarzında kabullenici ve razı olan cümleleri sıklıkla telaffuz ederler.
Kendilerine bir şeyi layık görmezler, bunun yerine başkaları neyi layık görüyorsa onu kabul ederler. Bu nedenle sıklıkla karar mekanizması olarak arkadaşlarını, aile bireylerini ve otorite figürlerini seçerler. Onlar için kendilerinden daha güçlü olan herkes otoritedir. Bu fiziksel değil duygusal ve bilişsel bir güçtür. Daha bilgili veya daha özgüvenli olan kişileri kendilerinden üstün görürler.
Reddedilmekten Korkarlar, Hayatlarındaki Kişilere Aşırı Bağımlılık Geliştirebilirler
Olumsuz herhangi bir tepki alacakları kaygısı ile kendilerine yapılanlara ve söylenenlere karşılık veremezler. Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler reddedilmekten çok korkarlar. Çünkü reddedilmek tüm temel kaygılarının yeniden canlanması anlamına gelir; “yetersizim, değersizim” gibi. Reddedilmemek için koşulsuz uyum gösterirler ve kendilerinden her isteneni eksiksiz yapmaya özen gösterirler. Karşı çıkamayışlarının bir nedeni de sevgi ihtiyaçlarını bu şekilde karşılıyor olmalarıdır.
Özgüvenleri son derece düşüktür. İltifat aldıklarında utanırlar ve çoğunlukla inanmazlar. Nezaketen iltifat aldıklarını düşünürler. Kendilerine layık görmedikleri için abartılı tepki verirler ve hatta imalı bir söz olduğunu düşünürler. Alay edilme, aşağılanma gibi değerlendirebilirler. Zayıf yönlerini ve yetersizliklerini ifade etmede son derece başarılıdırlar. Ancak güçlü yönleri sorulduğunda cevaplamakta güçlük çekerler.
Aşırı fedakar ve hayatlarındaki insanlar için aşırı verici kişilerdir. Çekingen kişiliği olan bireyler adeta kendilerini ailelerine, arkadaşlarına, eşlerine adarlar. Onları kaybetmemek için büyük efor sarf ederler. Bu davranışları nedeniyle hayatlarındaki kişilere bağımlılık geliştirirler. Kaybetme korkuları oldukça yüksektir.
Çekingen Kişilik Bozukluğu Sosyal Beceri Eksikliği ile Karakterizedir
Espri kaldıramazlar. Beden dillerini rahat bir şekilde kullanamazlar. Abartılı hareketlerden, söylemlerden çekinirler. Duygularını veya düşüncelerini doğrudan ifade edemezler. Çoğunlukla ne söyleyeceklerini veya ne söylemeleri gerektiğini düşünürken etkileşimi kaçırırlar. Tartışmaya giremez, kendilerini bir tartışmanın içerisinde bulurlarsa yoğun çaresizlik hissederler. Olumsuz sosyal deneyimlerin etkisinden çok uzun süre çıkamazlar. Kendini sosyal anlamda beceriksiz, kişisel olarak nahoş ve diğerlerinden aşağıda görür.
Genelde kendisini utandıracağını düşündüğünden kişisel risk almaya veya yeni şeyler denemeye gönülsüzdür. Sürekli otokontrol sergilerler, kontrolü kaybedebilecekleri durumlardan kaçınırlar.
Okul Hayatında Zorbalık, Sınav Kaygısı ve Okul Fobisi Görülebilir
Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler okul hayatında akran zorbalığına sıklıkla maruz kalırlar. Haklarını arayamaz veya yaşadıkları sıkıntıya yönelik yardım talep etmemek için son ana kadar beklerler. Okul hayatlarında otoriter, başarı odaklı ve rekabete dayalı bir eğitim sistemine dahil olurlarsa başarılı olamazlar. Kolaylıkla sınav kaygısı ve/veya okul fobisi geliştirirler. Akabinde de sosyal fobik belirtiler görülmeye başlar. İş hayatlarında ise iş bulma sürecinden başlayarak zorluk yaşarlar.
İş Hayatında Pasif ve Geridedirler
Mülakatlara katılmak, kendilerini anlatmak onlar için son derece zordur. İş tanımı, kazancı ve statüsü ne olursa olsun mümkünse tanıdık aracılığıyla bir işe girmeyi ve orada korunup kollanmayı tercih ederler. Yükselme, terfi alma, liderlik etme gibi beklentileri ve arzuları yoktur. Hem kendilerini bu pozisyonlara layık görmezler hem de yükselmeden getireceği sorumluluklardan korkarlar. Yıllarca aynı pozisyonda, aynı verimle çalışabilirler.
Yaratıcılık gerektirecek, özgün olmayı ve yeniliği kapsayan işlerden kaçınırlar. Sorumluluğun ve riskin az olduğu ortamlarda çalışmak isterler. Ve mümkünse yalnız veya küçük sosyal gruplar içerisinde çalışmayı tercih ederler.
Çekingen Kişilik Bozukluğu Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
DSM-5’e göre, çekingen kişilik bozukluklarında sıklıkla eşlik eden psikolojik hastalıklar depresyon, bipolar ve kaygı bozukluklarıdır. Bu bireylerde özellikle özellikle sosyal kaygı bozukluğu ve performans kaygısı sıklıkla görülür. Ayrıca çevrelerinde değer verdikleri insanlara abartılı şekilde bağlanır ve yoğun şekilde kaybetme korkusu yaşarlar. Bu yönleriyle de bağımlı kişilik bozukluğu da çekingen kişilik bozukluğu ile beraber görülebilir.
Aşırı bastırılmışlık, doğal davranamamak ve sürekli otokontrol sağlamak öfke patlamalarına neden olabilir. Duygusal ve sosyal açıdan son derece zorlayıcı bir hastalıktır. Çekingen kişiler çevrelerinden böyle bir yönlendirme gelmedikçe tedavi için çoğunlukla yardım arayışına geçmezler. Çünkü kaçındıkları zorluklarla yüzleşmekten çekinirler. Ayrıca bir profesyonelle bu sıkıntıları konuşmak da onlar için çok zordur.
Tedavi sürecinde klinik değerlendirme sonrası psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikte kullanılabilmektedir. Tedaviye düzenli devam edildiğinde belirti ve kısıtlıklar son derece azaltılabilmektedir. Sosyal beceri artırma, özgüven geliştirme, beden dili kullanımı, nefes ve gevşeme teknikleri kullanılabilir. Kişinin zorluk yaşadığı konularla ilgili maruz bırakma ve baş etme çalışmaları yapılabilir.
Çekingen kişilik bozukluğu ile mücadele edenler kendilerinde bu v benzeri belirtiler gözlemliyorsa destek almalıdırlar. Profesyonel destek ile sorun yaşayan bireylere psikolojik ve kariyer odaklı çalışmalar yapılarak eksik alanlar desteklenebilmektedir. Aba Psikoloji uzman kadrosu her yaştan bireye ihtiyaca göre psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı sunmaktadır. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Psikolojik destek yaşamın her evresinde her bireyin edinmesi gereken oldukça önemli bir hizmet. Nasıl ki barınma, beslenme, dinlenme gibi temel fizyolojik ihtiyaçlarımızı karşılıyorsak ruhsal ihtiyaçlarımızın da karşılanması gerekiyor. İnsanoğlu gündelik yaşam içerisinde pek çok psikolojik etkenle bir arada yaşıyor. Özellikle metropollerde maruz kalınan psikolojik uyaranlar çok daha fazla.
Ekonomik güçlükler, trafik, işsizlik, şiddet, iletişim aksaklıkları, travmatik olaylar, kazalar, saldırılan, hastalıklar insanları olumsuz etkiliyor. Pek çok olumsuz etkene doğrudan veya dolaylı olarak maruz kalıyoruz. Sosyal medya, televizyon gibi kaynaklar da global düzeyde pek çok olumsuzluğa maruz kalmamıza neden oluyor. Bugün bulunduğumuz noktadan dünyanın bir başka ucunda gerçekleşmiş bir olaydan etkilenebiliyoruz. Dolayısıyla psikolojik destek ihtiyaçlarımız da artıyor.
Gelişmekte olan ülkelerde psikolojik hizmetlere yapılan başvurular ikinci plana atılsa da gelişmiş ülkelerde durum çok farklı. Kişisel yaşam, akademik başarı ve kariyer gelişiminden başlayarak pek çok alan ve konuda insanlar psikolojik hizmetlere başvuruyor. Bu sayede sorunlar kronikleşmeden veya performansı ketlemeden ihtiyaç duyulan önlemler alınmış oluyor.
Gelişmekte olan ülkelerde ise psikolojik kaynaklara erişmek zahmetli ve oldukça maliyetli. Yüksek maliyetler psikolojik hizmetlere başvuruların gecikmesine neden oluyor. Pek çok birey kendini ifade edebilmek ve dinlenebilmek için bir uzmanla konuşmak istiyor. Konuşmak, objektif ve yargısız bir yaklaşımla dinleniyor olmak kişiye kendini iyi ve güvende hissettiriyor.
Artan önemine ve duyulan ihtiyaca rağmen psikolojik hizmetlerle ilgili önyargılar da hala devam ediyor. Psikolojik destek başvuruları çoğunlukla destek ihtiyacı kaçınılmaz hale geldiğinde yapılıyor. Psikolojik desteğe başvuran bireyler belki yıllardır baş etmeye çalıştıkları yaşantısal problemleri destek sayesinde kısa sürede atlatmak istiyor. Oysa yıllarca ötelenmiş bir ihtiyacın istenilen düzeyde karşılanabilmesi de zaman gerektiriyor.
Zamanında destek alınması ise sorunlar oluşmadan önleyici müdahale sağlıyor. Bu açıdan psikolojik danışmanlık hem önleyici hem de iyileştirici rol oynuyor. Peki ne zaman bir uzmanla görüşülmeli? Destek ihtiyacı olduğunda hangi birimlerle görüşülmeli? Uzman seçerken nelere dikkat edilmeli? Yazımızın devamında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.
Psikolojik Destek Hangi Durumlarda Alınabilir?
Psikolojik hizmetlere başvurmak için spesifik bir problem yaşıyor olmaya gerek yok. Duygu, düşünce ve bunların etki ettiği davranışlar üzerine konuşmak için de destek aranabilir. Ancak çoğunlukla destek talebi psikolojik sorunlar kaçınılmaz bir hal aldığında yapılır. Kimi zaman bu belirtiler kişinin kendisini rahatsız eder. Kimi zamansa belirtiler çevre tarafından fark edilir ve kişi bir uzmana yönlendirilir.
Bazen hem kişi hem de çevre durumun farkındadır. Kimi bireyler psikolojik hizmetlerden destek almakta son derece gönüllüdür, kimi bireylerse bu ihtiyacı göz ardı etmektedir. Durum hangisi olursa olsun destek alacak kişinin psikolojik destek almaya gönüllü olması tedaviyi olumlu etkilemektedir.
Depresyon, anksiyete, fobi, mani, dikkat eksikliği, travma, yas, boşanma gibi psikolojik problemlerde profesyonel destek alınmaktadır. Ancak psikolojik desteğe ihtiyaç duyulan çoğu problem erken müdahale ile önlenebilmektedir. Eğitimde, öğretimde, kariyer gelişiminde, iletişim ve sosyal becerilerde de psikolojik hizmetlerden faydalanılabilmektedir.
Destek Alınabilecek Durumlar
Anne karnından başlayarak bebek ve çocuk psikolojisi için hamileler, baba adayları ve ebeveynler psikolojik destek alabilir,
Evlilik, boşanma, çocuk sahibi olma, okul seçme, kariyer belirleme, iş değiştirme gibi önemli süreçlerde de destek alınabilir,
Kişilerarası anlaşmazlıklarda özellikle çiftler ve aileler iletişim ve problem çözme tekniklerine yönelik destek alabilir,
Akademik ve profesyonel kariyere yönelik destek alınabilir,
Afet, kaza, savaş, saldırı, terör ve benzeri travmatik yaşantılara maruz kalan kişiler destek alabilir,
Alt ıslatma, 2 yaş sendromu, tuvalet eğitimi, kardeş kıskançlığı gibi çocukluk çağı problemlerinde destek alınabilir,
Bireyin yaşam kalitesini düşüren, işlevselliğini azaltan konularda destek alınabilir (performans kaygısı, sosyal fobi, panik atak, obsesif kompulsif bozukluk gibi)
Akran zorbalığı
Ergenlik çağı sorunları
Yaşlılık psikolojisi
Özel bakım gerektiren bireyler ve yakınları
Cinsel kimlik
Cinsel problemler (vajinismus, erken boşalma gibi)
Dikkat dağınıklığı, hiperaktivite, öğrenme güçlüğü
Yeme bozuklukları
İstismar ve ihmal
Adli süreçler
Stres
Kaygılar ve fobiler
Bunalım, intihar düşünceleri
Davranım bozuklukları
Alkol, madde bağımlılığı
Temel güven ve bağlanma problemleri ve benzeri pek çok konuda psikolojik destek
Kimlik arayışı, karakter analizi, performans artırma, hedef belirleme, zaman yönetimi, motivasyon ve benzeri durumlarda da destek talep edilebilir.
Psikolojik Destek Almak için Ne Zaman Bir Uzmanla Görüşülmeli?
Psikolojik açıdan destek sunabilecek bir uzmanla görüşmek için psikolojik problemler yaşamaya gerek yok. Zamanında ve düzenli şekilde alınan destek bireylerin kişisel, akademik, profesyonel ve sosyal hayatlarına verim sağlıyor.
Böylece gündelik stres nedeniyle yaşadığımız fiziksel gerginlik, iletişim kazaları gibi olumsuz sonuçlarla baş etmek kolaylaşıyor. Çözüm odaklı düşünce gelişiyor, düzenli destek aynı zamanda kişiye kendi psikolojik danışmanı olabilme ayrıcalığını sunuyor. Bireyler aldıkları destek sürecinde öğrendikleri ve uyguladıkları teknikleri yaşam boyu karşılaştıkları sorunların çözümünde kullanabilir hale geliyor.
Psikolojik destek için bir psikolog, psikolojik danışman, pedagog veya psikiyatri uzmanıyla görüşmeye ihtiyaç duyduğunuz her an başvurabilirsiniz. Başvurmak için sadece sorun yaşıyor olmaya da gerek yok. Kimi zaman kronikleşen problemlerimizi bir problem olarak görmeyi bırakırız. Veya yaşadığımız performans kayıplarının nedenleri psikolojik sorunlarımızken sorunları farklı kaynaklarda ararız.
Örneğin pek çok uyku probleminin nedeni psikolojiktir. Çok uyumak veya uyuyamamak fizyolojik bir probleme bağlı oluşabileceği gibi psikolojik temelli de olabilir. Diş gıcırdatma, kolayca öfkelenme, ağlama, bağırma, kilo alma veya verme psikolojik bir sorunun belirtisi olabilir. Destek almak için işlerin çıkmaza girmesini beklemek sorunun daha kompleks bir hale gelmesine ve kişilerin olumsuz etkilenmesine neden olur.
Boşanma sürecinde destek almak yerine evlilikteki problemler fark edildiğinde destek almak çok daha işlevsel olmaktadır. Bu nedenle baş etmekte zorluk yaşanan, kişinin bireysel ve sosyal yaşamını olumsuz etkileyen her konuda destek alınabilir.
Psikolojik Destek Nasıl Alınır?
Çoğunlukla psikolojik görüşmeler yüz yüze yapılmaktadır. Ancak özellikle pandemiyle birlikte online danışmanlık da son derece yaygın hale gelmiştir. Psikolojik hizmetten faydalanacak kişilere danışan, hizmeti sunacak kişiye ise danışman denilmektedir. Psikolog, pedagog, psikiyatrist başvurulabilecek psikolojik kaynakların bir kısmıdır. Psikolojik hizmetler de kendi içerisinde ayrışmaktadır. Psikolojik danışmanlık daha kısa süreliyken psikoterapi çok daha uzun sürmektedir.
Kimi durumlarda psikolojik desteğe uzman görüşüyle ilaç tedavisi de eklenmektedir. Danışman psikiyatrist ise ilaç düzenlemesi yapabilmektedir. Ancak görüşmeyi sürdüren kişi psikolog, pedagog veya psikolojik danışman ise psikiyatrik yönlendirme yapılması gerekmektedir. İlerlemiş, kendisine ve çevresine zarar veren, gerçeklik algısı kaybolmuş, oto kontrol kullanamayan bireylerde kimi durumlarda hastaneye yatış yapılabilmektedir.
Psikolojik destek yüz yüze ve online görüşmelerin dışında telefon veya mesajlaşma şeklinde de alınabilmektedir. Ancak bu iki görüşme türünün işlevselliği ve güvenirliği tartışılmaktadır. Görüşmeler ortalama 60 dakika sürmektedir. Kullanılacak tedavi yöntemi ve danışanın ihtiyacına göre görüşme sıklığı belirlenmektedir. Kimi zaman haftada bir veya iki görüşme yapılabilmektedir.
Görüşme sıklıkları 10 günde bir ve takip eden seanslarda ayda bir şeklinde de devam edebilmektedir. Çoğunlukla görüşme sıklığı ve süresi uzman tarafından danışana aktarılmaktadır.
Destek alan bireyler için mahremiyet ve güven ilişkisi son derece önemlidir. Bu nedenle danışman veya terapistin danışanla güvene dayalı bağ kurması gerekir. Danışanın görüşme içerisinde paylaştığı her şey onun özelidir ve danışanla danışman arasında kalmalıdır. Eğer danışanın paylaştığı vaka başka bir uzmanla paylaşılacaksa mutlaka danışandan yazılı onay alınmalıdır.
Psikolojik Destek Almak için Uzman Seçimi Nasıl Yapılmalı?
Destek almaya karar vermek kadar doğru kaynağı belirleyebilmek de önemli. Çoğunlukla psikolojik problemler için ilk başvurular psikiyatri kliniklerine yapılıyor. Bunun bir nedeni danışanların ilaç desteğiyle psikolojik sorunların fiziksel sorunlar gibi çözüleceğini umut ediyor olmalarıdır. Bir diğer nedeni ise psikiyatrik hizmetlere hastanelerde erişimin çok daha kolay olmasıdır. Ancak psikiyatrinin destek olacağı konularla bir psikoloğun veya pedagogun vereceği destek farklıdır.
Tıpkı tıbbi birimlerdeki farklılıklar gibi psikolojik kaynaklarda da farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin; iç hastalıkları uzmanı da tıp mezunudur, kulak burun boğaz doktoru da. Ancak ikisinin de uzmanlıkları birbirinden farklıdır ve fikir sahibi olsalar da birbirlerinin uzmanlık alanlarına girmezler. Psikolojik destek alırken de benzer bir süreç yer almaktadır. Her psikolog her psikolojik sorunla çalışamamaktadır.
Çocuk, ergen, yetişkin, çift, aile, cinsel terapi, spor psikolojisi gibi pek çok ayrı çalışma alanı bulunmaktadır. Bir uzman sadece boşanma süreciyle ilgileniyorken başka biri sadece çocukluk çağı sorunlarıyla ilgileniyor olabilir. Psikiyatri biriminden destek alırken de benzer ayrışmalar görülmektedir.
Çocuk, ergen ve yetişkin psikiyatrisi olarak ayrışabilmektedir. Ayrıca her psikiyatrist, psikolog veya pedagog terapist değildir. Ancak her uzman birbirinin çalışma alanıyla ilgili az da olsa fikir sahibidir. Dolayısıyla doğru kaynağa yönlendirmek için ilk değerlendirme sonrası sizinle bilgi paylaşabilir.
Psikolojik destek almaya karar verildiğinde mutlaka öncesinde görüşülecek kişiden ön bilgi alınmalıdır. Başvuru nedeni paylaşılıp, görüşülecek kişinin bu konuda uzman olup olmadığı araştırılmalıdır. Yapılan bu ön görüşme sayesinde hem zaman hem de maliyetten kazanç elde edilmiş olacaktır.
Üstelik yapılan hatalı seçimler kişinin kendisini tekrar tekrar anlatmasına neden olabilmektedir. Bu ise motivasyonu kırmakta ve çaresizlik hissini beslemektedir. Danışanlar sorunlarının çözümsüz olduğunu düşünebilmekte veya psikolojik hizmetlerin kalitesine olan güvenini kaybedebilmektedir.
Psikolojik Destek ve Kariyer Danışmanlığı İçin Aba Psikoloji İle İletişime Geçebilirsiniz
Aba psikoloji ailesi uzman kadrosu ile her yaştan bireyle profesyonel şekilde çalışmaktadır. Gelişim değerlendirmeleri, kişilik ve yetenek testleri, dikkat ve algı testleri, IQ ve EQ testleri ile çocuk, genç ve yetişkinlerin yeteneklerini keşfediyoruz. Kariyer planlama, hedef belirleme, kariyer değişikliği, sınava psikolojik hazırlık ve performansa yönelik çalışmalar yapıyoruz.
Çocukluk çağı problemleriyle çalışıyoruz. Bu problemlerin karakter gelişimini, sosyal, akademik ve profesyonel hayatı olumsuz etkilememesini hedefliyoruz. Gençlerle çalışıyor ergenlik çağı problemlerinin aynı şekilde akademik ve profesyonel yaşamdaki performansı olumsuz etkilememesi için destek oluyoruz. Aile desteğinin önemini biliyor ve ailelerle de bu süreçte çalışıyoruz. Sosyal beceri ve iletişim üzerine de çalışmalar yapıyoruz.
Psikolojik destek dışında stratejik yetenek yönetimi ile kariyer danışmanlığı hizmeti de sunuyoruz. Siz de destek arayışındaysanız ön bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Bizi Youtube hesaplarımızdan da takip edebilir, her hafta düzenli paylaştığımız içeriklerimizi izleyebilirsiniz.
Anhedoni bilinen diğer bir adıyla “hiçbir şeyden zevk almama hali” özellikle pandemi döneminde artış gösterdi. Artan sosyal medya kullanımı, hareketsiz ve sınırlandırılmış yaşam koşulları zevk alamama halini pekiştirdi. Sosyal yaşamın kısıtlanması, bulaşma veya bulaştırma korkusu, işlev alanlarımızın daralması çökkün ruh halini tetikliyor. Özellikle gençler uzayan pandemi koşullarından oldukça muzdarip.
Uzun süredir işimizi, eğitim hayatımızı internet aracılığıyla evden sürdürüyoruz. Fiziksel temastan kaçınıyor, aramıza iletişim içerisinde fiziksel mesafe koyuyoruz. Çok sevdiğimiz ve pandemi öncesinde sıklıkla bir arada olduğumuz yakınlarımızla dahi aramıza mesafe girdi. Pandemi sosyal yaşamımız kadar sosyo ekonomik düzeylerimizi de olumsuz etkiledi. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde anhedonin gelişme olasılığı da yükseldi.
Depresyon, kaygı bozukluğu, panik atak gibi pek çok ruhsal problemin de artışa geçtiği bir dönemdeyiz. Dolayısıyla haz yitimi yaşamamız ve “hiçbir şeyden zevk alamıyorum!” hissine kapılmamız oldukça normal. Yaz döneminin yaklaşmasıyla bu olumsuz duygudurum biraz daha normalleşecek. Artan güneş ışıkları, vücudumuzdaki serotonin salınımını artırarak haz yitimine meydan okuyacak.
Yaz döneminde yasakların bir nebze azalması, sosyal yaşamın kademeli olarak normale dönmesi bize iyi hissettirecek. Peki anhedoni ne anlama geliyor? Kimlerde veya hangi durumlarda daha sık görülüyor? Hiçbir şeyden zevk alamama haliyle başa çıkmak için neler yapılabilir? Yazımızın devamında yanıtları bulabilirsiniz.
Kelimenin kökeni Yunancadan gelmektedir. Aν- (an-; yok) + ηδονη (hedone; zevk) olarak çevrilebilmektedir. Terim, 1896’da Fransız psikolog Théodule-Armand Ribot tarafından zevki deneyimleme becerisinin azalması olarak ortaya atılmıştır. Önceden keyif alınan aktivitelere karşı ilginin kaybı ve ilgili nesnelerle karşılaşıldığında eskiden alınan keyfin oluşmamasıdır.
Aynı zamanda ödül veya ödül olabilecek duruma karşı ilginin, hassasiyetin kaybı olarak da kabul edilir. Bu tanımlarıyla hiçbir şeyden zevk alamama halinin en sık karşımıza çıktığı durum depresyondur. Depresyonda da kişinin daha önceden ilgisini çeken, keyif aldığı uyaranlara karşı ilgisi kaybolmaktadır.
İlgi kaybı yaşanan eylemler cinsellik, sosyal faaliyetler, ilgi alanları ve hobiler, spor ve benzeri olabilir. İlgi kaybı fiziksel ve/veya sosyal olarak gerçekleşebilmektedir. Fiziksel ilgi kaybı yeme, içme, cinsellik, spor, egzersiz şeklinde düşünülebilir. Sosyal ilgi kaybıysa çevreyle iletişime geçmemek, topluluk içine karışmamak, sosyal etkinliklere dahil olmamak benzeri olabilir.
Kişi bu eylemler sonucunda alacağı ödülden heyecan duymuyor veya keyif almıyorsa eyleme yönelik motivasyonunu kaybedecektir. Depresyon gibi psikolojik hastalıklarda ise kişinin ödüle yönelik değerlendirmelerinde bozulmalar görülmektedir. Anhedoni, ruhsal problemlerde açığa çıkan belirgin bir belirtidir. Üstelik kişinin işlevselliğini düşürürken, yaşam doyumunu, kalitesini de azaltmaktadır. Beraberinde performans olumsuz etkilenmekte ve kişi potansiyelinin çok daha altında işlevsellik göstermektedir.
Zevk yitimi, keyif almama anlamına gelen bu durum kendi başına bir sendrom ya da hastalık değildir. Psikoloji ve psikiyatride sıklıkla kullanılan bu terim diğer hastalıkların beraberinde açığa çıkan bir semptomdur. Sıklıkla karşılaşılan hastalıklar; depresyon, madde bağımlılığı, şizofreni, anksiyete, anoreksiya nevrozadır.
Zevk yitiminin tam olarak neden oluştuğu henüz tespit edilememiş olsa da bu konu üzerinde geliştirilen birkaç hipotez bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar da bu hipotezleri belli ölçüde desteklemektedir ancak henüz kesinlik için yeterli değildir. Anhedoninin açığa çıkmasında beynin yeterli düzeyde dopamin üretememesi veya dopamine yeterli tepkiyi verememesi etkili olmaktadır.
Anhedoni Hangi Durumlarda Daha Sık Gelişiyor?
Motivasyon kaybı zevk yitiminin bir sonucu olarak karşımıza çıkabildiği gibi kimi zamanda düşük motivasyon zevk yitimine yol açmaktadır. Kişisel, sosyal veya profesyonel yaşamdaki doyum eksikliği de zevk yitimine yol açabilmektedir.
Özgüven eksikliği, içe kapanıklık, düşük benlik değeri gibi karakteristik özellikler,
Hiçbir şeyden keyif almama duygusuyla başa çıkmak için bireysel çalışmalar yapabilir ve/veya profesyonel destek alabilirsiniz. Aşağıda sırasıyla her ikisi için de önerilerimizi bulabilirsiniz.
İlgi ve Beceri Alanlarınızı Keşfedin
Bireysel olarak yapabileceğiniz çalışmaların başında ilgi ve beceri alanlarınızı keşfetmek geliyor. Pek çoğumuz var olan becerilerini profesyonel yaşamında veya kişisel hayatında kullanmıyor. Becerilerimiz gibi ilgi alanlarımızı da yeterince hayatımıza dahil etmiyoruz. İlgi ve becerilere ayrılacak zamanı çoğunlukla boş zaman etkinliği veya zaman kaygı gibi görebiliyoruz. Oysa yapmaktan keyif aldığımız ya da alabileceğimiz her türlü faaliyet motivasyonumuzu ve iyi oluşumuzu etkiliyor.
Böylece hem vaktimizi daha verimli değerlendiriyor hem de keyifli zaman geçiriyoruz. İlgi ve beceri alanlarınızı bilmiyorsanız bu konuda basit testlerden faydalanabilirsiniz. Çevrenize, ailenize, arkadaşlarınıza sizinle ilgili varsa gözlemlerini sorabilirsiniz. Kendiniz de araştırmalar yapabilir hoşunuza giden faaliyetleri kısa süreli deneyebilirsiniz. Gerçekten keyif aldığınız uğraşlara zaman ayırmayı alışkanlık haline getirerek rutine dönüştürebilirsiniz.
Hatta ilgi ve beceri alanlarınız profesyonel yaşamanıza da uyarlanabiliyorsa hem işi hem eğlenceyi birleştirebilirsiniz. Bu kombinasyon profesyonel yaşamınızdaki motivasyonunuzu da artıracaktır, çalışma sonuçlarınıza hatta takımınıza da olumlu etki edecektir. Bu çalışmalar sizi anhedoniye kapılma olasılığından oldukça uzaklaştıracaktır. Keyif yitimini tetikleyen artan sosyal medya ve teknoloji kullanımını da azaltacaktır.
Özgüven ve Olumlu Beden Algısı için Destek Alın
Zevk yitimine yol açan sorunların büyük çoğunluğu duygusal destek eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çocukluk deneyimleri, aile içi ilişkiler, karakteristik özellikler ve çevresel koşullar özgüveni zedeleyebilmektedir. Özellikle ergenlik döneminde özgüven eksikliği sosyal izolasyon, içe kapanma ve sosyal anksiyeteye neden olabilmektedir. Akran ilişkileri, sosyal medya ve basın yayın unsurları içerisinde ideal güzellik algısına çokça vurgu yapılmaktadır.
Bu durum idealleştirilen kalıba girmeyen ve öz değeri başkalarının verdiği değer üzerinden ölçen kişiler için yıkıcı olabilmektedir. Gençler sosyal yaşamda var olabilmenin ön koşulunun beğenilmek olduğunu kabul etmektedir. Bu da ideale uymadığını düşünenlerin geri çekilmesine neden olmaktadır. Sosyal yaşamı ve öz değeri olumsuz etkileyen bu olumsuz düşüncelerle başa çıkmanın yolu destek almaktır.
Özellikle ergenlik döneminde bu tarz duygu ve düşünceler içerisindeyseniz mutlaka psikolojik destek almalısınız. Alacağınız bu destek sayesinde anhedoninin olumsuz sonuçlarından da kurtulmuş olacaksınız. Ayrıca bu çalışma özgüveninizin gelişmesine ve sosyal yaşamdaki işlevselliğinizin artmasına katkı sağlayacaktır. Ve tabi ki akademik veya profesyonel hayattaki başarınıza ve verimliliğinize de katkı sağlayacak. Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! yazımızdan da faydalanabilirsiniz.
Sosyal ve Etkili İletişim Becerilerinizi Geliştirmeye Odaklanın
Özellikle sosyal ortamlara girmekten kaçınıyor, iletişimi ilk başlatan siz olmak istemiyorsanız iletişim becerilerinizi geliştirebilirsiniz. Sosyal becerilerle, iletişim tekniklerine yapacağınız yatırım çekincelerinizin ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Sosyal kaygılarınız ve önyargılarınız azaldıkça iletişim kurmak ve sosyalleşmek size keyif vermeye başlayacak. Bu becerilerin yokluğu anhedoni gelişimini tetiklerken becerilerinin artması ile haz yitimini engelleyecektir.
Sosyal faaliyetlere bir anda katılmakta güçlük çekebilirsiniz. Belki bu noktada ilgi ve beceri alanlarınıza hitap eden kurslara, kulüplere ve faaliyet gruplarına katılabilirsiniz. Ortak ilgi ve becerilere sahip olduğunuz bireylerle sosyalleşmek ve iletişim kurmak sizin için çok daha kolay olacak. Kendinizi çok daha rahat ve güvende hissettiğiniz bu ortamlarda geliştireceğiniz becerilerinizi ilerleyen dönemlerde farklı ortamlarda da kullanabilirsiniz.
Bilinçli Farkındalık (Mindfulness) Çalışmaları ile Anhedoniye Meydan Okuyun
Bilinçli farkındalık ile yaşadığımız bu tatminsizliği değiştirmek mümkün. Bugüne, yaşadığımız an’a odaklanmak, yargısızca yaşamın bize sunduğunu kabul etmek ve acısıyla tatlısıyla onu deneyimlemek mümkün. Bilinçli farkındalık yaşanan an da açığa çıkan duygu, düşünce ve olayları bilinçli, farkındalıklı ve yargısızca kabul etme ve izleme becerisidir. Yaşanan anın her açıdan ruhen, bedenen ve zihnen farkında olma halidir.
Özünde hepimizde var olan bu beceri yaşamın rutin hale gelen stresi ve koşturmacası içerisinde köreldi. Bu beceriyi yeniden geliştirmek ise farkındalık çalışmaları ile mümkün ve oldukça kolay. Nefes odaklı ve/veya duyu odaklı farkındalık çalışmalarıyla anda kalma ve andan keyif alma becerinizi geliştirebilirsiniz. Dolayısıyla mindfulness çalışmalarıyla anhedoninin gelişmesini önleyebilirsiniz.
Sağlıklı Beslenme, Düzenli ve Yeterli Uyku ile Egzersizi Hayatınızdan Eksik Etmeyin
Sanırım bu başlıkta yer alan her bir madde sağlıklı yaşamın vazgeçilmez önerileri. Tüm bunlar sağlıklı yaşamı desteklediği kadar iyi hissetmenizi ve enerjinizi yükseltmenizi de kolaylaştırıyor. Dolayısıyla bu çalışmalar anhedoni riskini de düşürmüş oluyor. Basit bir beslenme düzenlemesi ile öğünlerinizdeki besin dengesini sağlayabilirsiniz.
Her gün ortalama 7-8 saat uyumak ve uyuma uyanma saatlerini geç saatlere bırakmamak da önemli. Böylece hem yeterli uyumuş olacak hem de melatonin salınımından tam kapasite yararlanacaksınız.
Egzersiz yapmak denildiğinde çoğumuzun zihninde kan ter içerisinde kaldığımız zorlu sporlar canlanır. Oysa gün içerisinde yapacağımız hafif tempolu bir yürüyüş de oldukça verimli bir egzersizdir. Plates, yoga gibi evde kolayca yapabileceğiniz sporlardan da faydalanabilirsiniz. Haftada 3-4 gün ortalama 20 dakikalık bir yürüyüş dahi size çok iyi gelecektir.
Anhedoni Tedavisinde Kullanılan Yöntemler
Yaşam doyumunu, motivasyonu ve işlevselliği son derece düşüren bu semptomdan bireysel çalışmalarla kurtulamıyorsanız destek almalısınız. Bu desteği bir psikologdan veya psikiyatristten alabilirsiniz. Tedavinin süresi ve yöntemi birlikte çalışacağınız uzman tarafından belirlenecektir. Çoğunlukla işlevselliğin ne derece olumsuz etkilendiğine bakılarak danışan için en uygun tedavi planı oluşturulacaktır.
İlaç tedavisi gerekli görüldüğünde sıklıkla depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar reçete edilmektedir. Bu sayede azalan dopamin salınımını artırmak hedeflenir. Ayrıca tedavi sürecine mutlaka psikoterapi de dahil edilmelidir. Danışanın sadece ilaçlarla tedaviden verim alması mümkün olmayacak, kısa süreli etki görülse de semptomlar yeniden başlayacaktır. Tedavinin ana kaynağı psikoterapi olmalı, ilaç psikoterapinin destekçisi olarak ihtiyaç duyuluyorsa kullanılmalıdır.
Aba psikoloji uzman kadrosu anhedoni (zevk yitimi) üzerine her yaştan bireyle çalışmaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.
Narsisistik kişilik (özsevici kişilik) özellikleri son dönemde popüler dizi ve filmlerde sıklıkla işlenmeye başladı. Bu da narsist kişilik özelliklerini kendimizde ve bir arada olduğumuz diğerlerinde arama sıklığımızı artırdı. Günlük iletişimlerimiz içerisinde de narsist terimini sık sık kullanmaya ve duymaya başladık. Bu kullanım sıklığının artmasının önemli nedenlerinden birisi de artan sosyal medya ve internet kullanımı.
Çünkü artık hepimiz 7/24 birbirimizin hayatına internet aracılığıyla dahil olabiliyoruz. Beğenilerimizi, tercihlerimizi, duygu, düşünce ve değerlendirmelerimizi bu platformlardan paylaşabiliyoruz. İnternet ortamında paylaştığımız görsel, yazılı veya sözlü içeriklerle karakterimizi, olduğumuz veya olmaya çalıştığımız kişiyi de gösteriyoruz. Ancak sosyal medya kullanımının narsisizmle sanıldığı gibi doğrudan bir ilişkisi henüz bulunamadı.
Yani hayatının her bir detayını paylaşan, paylaşımlarıyla kendini, hayatını ve sahip olduklarını öven her birey narsisistik kişilik değil. Buna karşılık çok az paylaşım yapan, daha çok diğerlerinin paylaşımlarını takip eden bireylerin narsisist olma potansiyeli de mevcut. Çünkü narsisizm; büyüklenmecilik ve kırılganlık olarak iki boyuta ayrılıyor. Bu da narsist bireyin kendini gösteren, kendini gizleyen veya pasif-agresif davranışlar sergileyebileceğini gösteriyor.
Peki bu terim yeterince doğru kullanılıyor mu? Narsits özellikler neler ve nasıl gelişiyor? Aile içerisinde veya sosyal, profesyonel yaşamda bir arada olduğumuz kişilerin narsist olup olmadığını anlayabilir miyiz? Tedavi gerektirir mi, nasıl bir tedavi süreci izlenmeli? Yazımızın devamında detaylarıyla bulabilirsiniz.
Narsisistik Kişilik Nedir?
Narsist kişilik, çok önemli, üstün ve eşi bulunmaz birisi olduğuna ilişkin yaygın bir duygu ile karakterizedir. Bu kişilerde yoğun beğenilme gereksinimi vardır ve empati yapamama baskındır. Benmerkezci karakter yapısı gelişmiştir. Kendilerini herkesin ve her şeyin içerisinde en özel, biricik ve değerli görürler. Hayranlık duyulan bir varlık olduğunu hissetmek bir narsist için yaşamsal öneme sahiptir. Bir narsistin kurduğu iletişim tek yönlüdür.
İnsanlarla konuşmaz ama onlara konuşur. Kendisine söylenenleri çoğunlukla duymaz. Kendi bildiği, inandığı ve duymak istediği şeylerle ilgilenir. Bir nesne olarak gördüğü karşısındaki insanın duygu ve düşünceleriyle ilgilenemeyecek kadar yoğun şekilde kendi iç dünyasıyla ilgilenir. Başkalarına uyum sağlamak, başkalarının karar ve isteklerine katılmak onun kendini değersiz hissettiği durumlardır. Kendi değerini düşürecek her şeyden uzak durur.
Narsisistik kişilik adeta cam bir fanusun ardından dünyanın beğenisine sunulmuş bir mücevher gibidir. Herkesin beğenisini ister ama kimseyle gerçek bir temasa giremez. Gizemli, cezbedici, erişilmesi zor bir imaj sergiler. Konuşmaları, tavırları, vücut dili ve davranışları başkalarının kendisini merak etmesine, arzu etmesine yöneliktir. İlgi çekmeyi sever. Nesneleştirdiği insan ilişkilerine adeta bir av niteliğiyle yaklaşır. Avını yakından tanımak ve onu nasıl fethedeceğini öğrenmek ister.
Bu amaçla avına yönelik detaylı bilgi edinir. Bu bilgileri avını kendisine çekebilmek için kullanır. Çocukluğunda maruz kaldığı görünmezlik, duyulmazlık hissini avlarına da yaşatır. Onları görmezden, duymazdan gelir. Seviyor, önemsiyor, değer veriyor -muş gibi yapar. Daha doğrusu böyle bir çabaya girmese de av olarak belirlediği kişiler onun bu gizemli ve kuşkulu davranışlarına bu anlamı yükler.
Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, her şeyi kontrol edebilen bir imaj çizer. Bu özellikleriyle adeta kendini tanrılaştırır. Tüm bu özellikleriyle narsisistik kişilik büyüklenmeci ve savunmacı iki özellik altında barınır. Narsistlerin hiyerarşiye veya yaşa hörmeti yoktur. Kendilerinden çok büyük kişileri de küçümseyebilir, saygısızca davranabilirler. Eğitim veya maddi kazanç açısından kendilerinden daha düşük statüde olan kişileri değersizleştirirler.
Kendi zihinlerinde biricik, değerli ve önemli olan tek insan yine kendileridir.
Narsisistik Kişilik Nasıl ve Neden Gelişir?
Nesne ilişkileri kuramcılarına göre narsisizm, kendini koruma ve psikolojik dayanıklılık olarak görülmektedir. Aslında narsist, gereksinimleri yeterince ve zamanında karşılanmamış, hep yoksun bırakılıp değersiz hissettirilmiş küskün bir çocuktur. Ve o kaç yaşına gelirse gelsin bu incinmiş çocuksu yönünü hep duyumsamış ve hiç sevmemiştir.
Narsisit, çok derinlerinde sıkıca sakladığı bu değersiz çocuk, dengesini kurmak, acısını dindirmek adına girişmiştir büyüklenmeye. Ancak zamanla bu büyüklenmeci tavır tüm hayatına egemen olmuştur.
Hatalı Ebeveyn Tutumları ve Güvensiz Bağlanma Narsisistik Kişilik Gelişimini Besliyor
Freud, Narsisizmin gelişmesinde iki keskin uçta yer alan olumsuz ebeveyn tutumlarının neden olduğunu söylemektedir. Bu uçlardan birinde aşırı hoşgörülü, müsamahakar ebeveyn tutumu bulunur. Diğer uçta aşırı otoriter ve/veya ihmalkar, sevgiden mahrum bırakan ebeveyn tutumu yer almaktadır. Ayrıca tutarsız ebeveyn tutumları da narsisizmin gelişmesinde etkilidir.
Ebeveynlerin birbirinin tam tersi tutumlar sergilemesi veya her ikisinin birlikte tutarsız bir tutum takınması narsisistik kişilik gelişimini desteklemektedir. Bir gün sevgi dolu bir gün ilgisiz ve soğuk davranan ebeveyn çocuğun öz değer gelişimini zedelemektedir.
Bebeğin dış dünyada kurduğu ilk insan ilişkisi, çoğu kez annesi veya bakım verenle olan ilişkisidir. Bu ilişkinin niteliği, çocuğun ilerleyen yaşamındaki ilişki kurma biçimini belirler. Çocuğun, yetişkin yaşamda olgun, sevgi dolu, ve karşılıklı güvene dayanan ilişkiler kurabilme becerisi geliştirebilmesi, sağlıklı anne-bebek etkileşiminin yaşanmış olmasını gerektirir.
Sağlıklı bir anne-bebek ilişkisi kurabilen çocuk yetişkin yaşamın zorluklarıyla daha kolay başa çıkabilir. Dış dünyayı güvenilebilir olarak algılayabilir. Güvensiz bir anne-bebek ilişkisinde ise gelişen dış dünya algısı tehlike üzerine kuruludur. Narsisistik kişilik gelişiminde ise güvene dayalı bu sağlıklı anne-bebek ilişkisi yoktur. Narsist bireyin çocukluğundan getirdiği terkedilme korkusu, güvensizlik, değersizlik, yalnızlık ve düş kırıklıkları vardır.
Bu çocuklar dış dünyayı tehlikeli ve güvenilmez bir ortam olarak algıladığı için yetişkin yaşamda güvende olabilmek için dış dünya ile etkileşime girmez. Narsisist için tutarlı, dengeli ve öngörülebilir tek alan kendi iç dünyasıdır. Bu algı kişinin ben merkezci yapısını körükler, empatinin gelişimini zedeler.
Narsisistik Kişilik İnsanlarla Olan İlişkisine “Nesne İlişkisi” Anlamı Yükler
Çocukluktan iitibaren yetişkinliğe varan süreçte narsist birey insanlarla ilişkisini nesnesel bir ilişki olarak görür. Nesneye verdiği değer ise nesneyi kendine hizmet ettirmekten ve kendi çıkarı için değerlendirmekten ibarettir. Nesnenin kötüye kullanımı oldukça belirgindir. Tıpkı kendi çocukluğunda maruz kaldığı ebeveyn ilişkisi gibi ilişki kurduğu kişilerle ilişki geliştirir. Nesneleştirdiği bu insanlarla kurduğu ilişki onları denetleme ve kontrol etme üzerine kuruludur.
En ufak bir yanlışta bağışlamacı değildir ve ilişkiyi bitirir. İlişki içerisinde olduğu kişileri beğenmez, değersizleştirir, eleştirir, kötüler; çevrelerini de bu kötü muameleye dahil eder. Aşağılama, dışlama, suçlama, reddetme, başından savma, küçük görme, alay etme gibi tavırlar takınır. Tüm bunları öyle ustaca yapar ki bu muameleye maruz kalanlar çoğunlukla farkına varmaz. Gerçekten hatalı, kusurlu ve suçlu olduklarına inanırlar.
Kurbanın narsisistik kişilik karşısındaki bu kabullenici tutumu narsistin tatminini artırır. Ancak olurda bir gün kurban narsisistin karşısına çıkıp hakkını ararsa dengeler değişir. Bu karşı çıkış narsisist kişilik için çocukluğundaki çaresizliğin yeniden tekerrür etmesinin temsili haline gelir. Ve onun iç dünyasında kimsenin bir daha çocukluğundaki gibi onu incitmeye hakkı yoktur.
Kendini korumak için şiddete ve saldırganlığa başvurabilir. Kendisi ve/veya karşısındaki için bu başkaldırı yıkıcı sonuçlara neden olabilir.
Narsisistik Kişiliklerin Genel Özellikleri Nelerdir?
Narsistler, insanların kendisine hayran olmasını doğal bir şey, çevresindekilerin asli görevi gibi algılar. Nesneye yönelik tutumu, Tanrı-kul ilişkisini çağrıştırır. Bu kişiler karşılarındaki insana nesne muamelesi yaptığı için onların duygu ve düşüncelerine değer atfetmezler. Başkaları için üzülmek, dertlenmek veya sevinmek onlara göre değildir. Dışarıdan bakıldığında kibir gibi görünen narsist tavırlar aslında bireyin özgüven ve özdeğer eksikliğinden gelişen savunma mekanizmasıdır.
Manipulatif davranışlar bu kişilik tipinde oldukça yaygındır. Karşısındaki etkilemek için büyük vaatlerde bulunabilir ve sıklıkla yalana veya abartıya başvurabilir. Şöhrete, beğenilmeye, ekonomik güce ve makam sahibi olmaya, sözünü geçirebilmeye değer verirler. Zor olanı arzu eder, elde edene kadar uğraşır, elde edince sıkılıp bir kenara bırakırlar. Materyalisttirler. Bu mtavırları nesneler kadar insanlar içinde geçerlidir. Çünkü insana da nesne muamelesi yaparlar.
DSM-V’e göre aşağıdakilerden beşi (ya da daha çoğu) ile belirli, erken erişkinlikte başlayan ve değişik bağlamlarda ortaya çıkan, büyüklenme (düşlemlerde ya da davranışlarda), beğenilme gereksinimi ve eş duyum yapamama ile giden yaygın bir örüntüdür. Narsisistik kişilik temel özellikleri aşağıda maddeler halinde sıralanmıştır.
Büyüklenir (Ör; başarılarını ve yeteneklerini abartır, gösterdiği başarılarla orantısız bir biçimde, üstün bir biçimde görülme beklentisi içindedir).
Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ya da yüce bir sevgi düşlemleriyle uğraşır durur.
“Özel” ve eşi benzeri bulunmaz biri olduğuna ve ancak özel ya da üstün diğer kişilerce (ya da kurumlarca) anlaşılabileceğine ve ancak onlarla ilişki kurması gerektiğine inanır.
Çok beğenilmek ister.
Hak ettiği duygusu içindedir (özellikle kayırılacak bir tedavi göreceğine ya da her ne istiyorsa yapılacağına ilişkin anlamsız beklentiler içerisinde olma).
Kendi çıkarı için başkalarını kullanır (kendi amaçlarına ulaşmak için başkalarını kullanır).
Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini anlamak istemez.
Sıklıkla başkalarını kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
Başkalarına saygısız davranır, kendini beğenmiş davranışlar ya da tutumlar sergiler.
Narsisistik Kişilik Tedavi Gerektirir mi?
Narsist kişilik yapısını teşhis etmek kolay değildir. Kimi kişiler narsisistik özelliklerini baskılayabilir ve gizil tutabilirler. Ayrıca bu kişiler çoğunlukla destek almayı kabul etmez ve buna ihtiyaçları olduğunu düşünmez. Kusurlarını, eksiklerini kabullenmekte zorlanırlar. Günlük yaşam içerisinde bu özellikleri az veya çok gösteren insanlarla sık sık karşılaşıyor olabilirsiniz. Kendinizde de bu özelliklerin bir kısmını fark ediyor olabilirsiniz.
İş arkadaşlarınız, yöneticileriniz, eşiniz, ebeveynleriniz, arkadaşlarınız içerisinde bu özelliklere sahip bireyler olabilir. Profesyonel desteğe çok az başvururlar veya başvuru nedenleri Narsist kişilik özellikleriyle ilgili değildir. Dolayısıyla bir uzman tarafından teşhis edilme olasılıkları da düşük olacaktır. Uzman seçimlerinde de oldukça seçicidirler. En iyisiyle görüşmek, en prestijli olandan destek almak isterler.
Kişilik örüntüleriyle terapisti de son derece zorlama ve aşağılama eğiliminde olabilirler. Narsisistik kişilik ile çalışmamış veya yeterli deneyimi olmayan profesyoneller bu kişilerle çalışırken zorlanabilirler. Terapistin zorlanması da narsisit bireyi memnun eder. Böylece ne kadar özel, biricik ve yüce olduğu hissine kapılır.
Narsisist kişilik özelliklerinin bir kısmını taşıyor olmak tanı almak için yeterli değildir. Aynı şekilde bu özelliklerin sizde var olmadığını düşünmeniz de narsisit olmadığınız anlamına gelmemektedir. Narsist kişilik birlikte yaşaması, çalışması, ilişki sürdürmesi oldukça zor bir kişilik yapısıdır. Bu bireyler birlikte oldukları insanların motivasyonlarını, özgüvenlerini ve öz değerlerini düşürürler.
Av niteliği yükledikleri kişilerin psikolojik destek almaya ihtiyaç duyacak hale gelmelerine neden olabilirler. İş hayatında, eğitimde daha doğrusu elde etmeyi arzu ettikleri şeylerde başarısız olurlarsa kolayca yıkılabilirler. Tedaviye de bu yıkım sonrası başvurabilirler. Örneğin; depresyon, anksiyete, panik bozukluk veya cinsellikle ilgili konularda destek isteyebilirler.
Narsisistik kişilik özellikleri taşıdığınızı düşünüyor veya böyle bir bireyle birlikte yaşıyor, çalışıyorsanız destek alabilirsiniz. Narsisizmin gelişmesinde etkili olan çocukluk çağı etkenleri üzerine çalışılabilir, bugününüzü etkileyen faktörler üzerine destek alabilirsiniz. Empati, etkili iletişim, özgüven ve duygusal zeka üzerine bir uzmanla çalışmalar yapabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadromuzla danışanlarımızın kişisel, akademik ve profesyonel yaşamına yönelik çalışmalar yapıyoruz. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Fomo (Fear of mising out) hastalığının Türkçede kabul edilen karşılığı “gelişmeleri kaçırma korkusu”dur. Her yaştan bireyde görülebilen bu hastalık özellikle sosyal medya kullanımı yüksek olan gençlerde daha fazladır. Her yıl çevrimiçi tüketici ve sosyal medya kullanıcı sayıları ve süreleri üzerine çalışmalar yapılmaktadır. 2020 yılında başlayan Covid-19 salgını kullanıcıların internet ve sosyal ağ kullanımını artırdı.
Özellikle öğrenciler gerçek sosyal etkileşim ortamlarından uzak kaldılar. Eğitim de dahil olmak üzere tüm günlük aktiviteler sanal ortama taşındı. Bu da kullanıcıların sosyal medya, internet ve dijital kaynak kullanımını artırdı. Fomo da kullanım sıklığıyla birlikte artış gösterdi. We Are Social Digital’in 2021 raporuna göre sosyal medya kullanıcı sayısı 4,20 milyar. Dünya nüfusunun yarısından daha fazlasısosyal medya kullanıcısı.
Sosyal medya kullanıcılarının ise neredeyse tamamı mobil cihazlar üzerinden sosyal medya hesaplarını kullanmakta. TÜİK verilerine göreyse Türkiye’de, internet kullanım oranı 2020 yılında 16-74 yaş grubundaki bireylerde %79,0’dı. Pandemiyle birlikte internet, sosyal medya, e-ticaret, video oyunlarının kullanımında global düzeyde artış var.
Sosyal medya kullanıcıları her gün sosyal medyada ortalama 2 saat 25 dakika harcıyor. Sosyal medya kullanıcılarının %98’i ise farklı bir sosyal ağı daha mutlaka kullanıyor. App Annie’nin verilerine göre, Dünya genelinde Android kullanıcıları telefonda günde 4 saatten fazla zaman geçiriyor. Ortalama bir internet kullanıcısı ise tüm dijital kaynaklar aracılığıyla günde neredeyse 7 saatini internette geçiriyor.
Corona ile birlikte e-ticaret kullanıcı sayısında da ciddi bir artış var. 16 ila 64 yaş arası internet kullanıcılarının yaklaşık %77’si her ay çevrimiçi satın alım yapıyor. Tüm bunlar gelişmeleri kaçırma korkusunun gelişimini tetikliyor. Peki Fomo nedir? Hangi belirtilerle kendini gösteriyor? Öğrencileri ve akademik başarıyı nasıl etkiliyor? Fear of mising out hastalığı ile başa çıkmak için neler yapılabilir? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.
Fomo (Fear Of Mising Out) Hastalığı Nedir?
Gelişmeleri kaçırma korkusu olarak da bilinen Fear of mising out hastalığı psikoloji alanında da bir kaygı bozukluğu şekli olarak çalışılmaktadır. Tanımlaması ilk olarak 2013 yılında Oxford English Dictionary’de yer almıştır. Kaçırma korkusu, kayıp, yoksunluk hissi olarak kavramsal hale getirilmiştir.
Günümüzde özellikler gençler ve çoğunlukla öğrenciler zamanlarının büyük bir bölümünü sanal dünyada paylaşım yaparak geçirmektedir. Paylaşım yapılmasa dahi gündemi ve arkadaşları takip etmek, yorum, beğeni yapmak için zaman ayırmaktadırlar. Sosyal grubun gerisinde kalmamak, gelişmeleri kaçırmamak ve bilgiden mahrum kalmamak için de sıklıkla sayfa yenilemektedirler. Bireylerin sosyal ağlardaki bu güncelleme davranışı ise Fomo’nun gelişimini tetiklemektedir.
Sosya hesaplarda kullanıcıların paylaşım sıklığı oldukça yüksektir. Özellikle çok takipçili hesaplar eriştikleri kitleyi koruyabilmek ve daha fazlasına ulaşmak için düzenli içerik üretmektedir. Kişilerin her günceleme sonrasında yeni görsel, video ve içeriklere erişebiliyor olması da “kaçıracağım” korkusunu pekiştirmektedir. Gelişmeleri kaçırma korkusuna sahip bireylerde şu düşünceler yaygındır;
“Acaba bir şey mi kaçırdım?”,
“Şu an kim ne paylaştı?”,
“Konuşulan konunun dışında mı kaldım?”
“Ben yokken diğerleri güzel bir deneyim mi yaşıyor?”
“Bunu bilmezsem gündemin dışında kalacağım, sosyal gruba dahil olamayacağım.”
“Şu an heyecan verici ya da ilginç bir olayı kaçırıyor olabilirim.”
Geride kalma, gündem dışı olma korkusu bireylerin kontrol etme ve sayfayı güncelleme davranışını artırmaktadır. Zamanla bireylerde kontrol kaybı gelişebilmekte ve farkında olmaksızın bu davranışı yinelenebilmektedir. Bu da artan sosyal medya kullanım sürelerine neden olmaktadır. Gelişmeleri kaçırma korkusu alkol ve madde gibi bir bağımlılık çeşidi olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Fomo (Fear Of Mising Out) Hastalığı Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?
Gelişmeleri kaçırma korkusu doğrudan sosyal medya ile ilişkili değildir. Ancak sosyal medya kullanıcı sayısının yüksekliği belirtilerin sıklıkla sosyal medya aracılığıyla görülmesini desteklemektedir. Bireylerin bir gruba ait olma ihtiyacından doğan Fomo’nun giderilmesinde sosyal medya çok etkin rol oynamaktadır. Fear of mising out belirtileri gösteren bireylerin sosyal medyada diğer kullanıcılara oranla daha fazla etkileşim kurduğu görülmektedir.
Gerçek sosyal ilişkiler kurmakta zorlanan, düşük benlik algısı ve özgüven eksikliği olan bireylerde sıklıkla görülür. Özellikle gerçek yaşamda arzu ettiği ilgiyi, taktir ve dikkati bulamayan kişiler sosyal medyada daha fazla zaman geçirmektedir. Özellikle gençler arasında sanal statü sahibi olmak önemlidir.
Yüksek takipçi, beğeni, yorum adetlerine sahip olmak prestij kaynağıdır. Gençler sosyal medya kullanım sıklıklarıyla ve gördükleri ilgiyle akranları arasında bir rekabete girişmektedir. Bu rekabette geride kalmak ise özgüveni zedelemektedir. Sanal statüyü gerçek değerle karıştıran bireylerde sosyal medyadan uzak kalmak sosyal geri çekilmeye neden olabilmektedir.
Fomo aşağıdaki belirtilerle kendini gösterebilmektedir;
Sürekli sosyal medyaya girme arzusu,
Sürekli paylaşım arzusu,
Bir kişiyi, sayfayı veya grubu takip etme, düzenli olarak kontrol etme ve güncelleme arzusu,
Sosyal medyada günde 1 saatten fazla zaman harcama arzusu,
Fomo (Fear Of Mising Out) Hastalığı Kimlerde Daha Fazla Görülüyor?
Gelişmeleri kaçırma korkusu yaşayan bireyler üzerinde yapılan çalışmalar bu kişilerin yalnızlık duygusunun yüksek olduğunu göstermektedir. Sosyal ve duygusal destek eksikliği olan bireylerde bu hastalığın görülme ve gelişme olasılığı daha yüksektir.
Ayrıca bu kullanıcıların gerçek yaşamlarında yoğun sevgi, ilgi, şefkat ve aidiyet ihtiyacı hissettikleri görülmüştür. Sosyal beceri eksikliği de yaşayan bu bireylerde sosyal kabul endişesi de yüksektir. Bu nedenle gelişmeleri kaçırma korkusu olan kişiler yüz yüze iletişim yerine sanal iletişimi tercih etmektedir.
Çevrimiçi olma süresinin fazlalığı, olaylardan herkesle aynı zamanda haberdar olma bu kişilerin aidiyet duygusunu pekiştirmektedir. Bir konu hakkında ortak duygu, düşünce ve davranışlara sahip olmak kendilerini bir grubun parçası olarak görmelerini sağlamaktadır.
Fomo, özellikle Z kuşağını etkisi altına almaktadır. Dijital yerlilerin büyük çoğunluğunu oluşturan Z kuşağı gelişmeleri kaçırma korkusundan daha fazla etkilenmektedir. Z kuşağı teknolojinin ve sanal dünyanın içerisine doğmuştur. Dolayısıyla en hakim oldukları iletişim kaynağı sanal mecralardır. Bu ortamda sosyalleşen, ilişki kuran, bilgi edinen z kuşağı için sürekli online olabilmek hakimiyet hissettirmektedir.
Fomo (Fear Of Mising Out) Hastalığı Öğrencileri Nasıl Etkiliyor?
Sosyal medya kişiden kişiye farklılık gösterebilse de çoğunlukla sosyalleşme, kaçış, bilgilenme, eğlenme, iletişim amacıyla kullanılmaktadır. Öğrencilerle yapılan çalışmalar sosyal medya kullanımının psikolojik rahatlama, kendini ifade edebilmek amacıyla kullanıldığını da göstermektedir. Tüm bunlar öğrencilerin olumlu olarak kabul ettiği sosyal medya etkileridir. Öğrencilerin olumsuz gördüğü etkiler ise en başta verimsiz zaman kullanımıdır.
Çoğunlukla verimsiz geçirilen zaman karşısında öğrenciler pişmanlık ve mutsuzluk duymaktadır. Dikkati sürdürmekte ve konsantre olmakta da zorlandıklarını belirtmektedirler. Yapılan çalışmalar özellikle Fomo belirtileri gösteren kişilerin ders sırasında da güncelleme ihtiyacı duyduğunu göstermektedir. Bu da verimli ders dinleme ve ders çalışma motivasyonunu düşürmekte, başarıyı olumsuz etkilemektedir. Gençler diğer bağımlılık türlerinde olduğu gibi internet ve sosyal medya kullanım sıklıklarını kontrol altında tutamamaktadır.
Zarar verdiğini bilmelerine rağmen arzularına karşı koymakta güçlük duymaktadırlar. Pandemi sürecinde derslerin online sürdürülmesi de öğrencilerin kullanım sıklıklarını kontrol etmelerini daha da güçleştirmektedir. Kendileriyle ilgili otokontrolü kaybetmelerinin yanı sıra dışarıdan kontrol sağlayacak otoriteleri de eksiktir. Okul ortamındaki kurallar ve öğretmenin sınıf içerisindeki etkisi online platformda sürdürülememektedir.
Önemli bir diğer etkisi ise Fomo’nun gerçek sosyal ilişkilere zarar vermesidir. Sanal ortamda kurduğu etkileşimin verdiği hazzı gerçek yaşamda yakalayamayan bireyler geri çekilmektedir. Aileyle, arkadaşlarla, sosyal aktivite ve uğraşlarla geçirilen zaman gittikçe azalmakta yerini sanal kaynaklar almaktadır.
Gerçek yaşamında yeterince tatmin olmayan, zamanını keyifli geçirebileceği arkadaşlık veya uğraşları olmayan bireyler için sosyal medya oldukça renklidir. Burada kişi özendiği, beğendiği veya eğlenceli bulduğu hayatlara misafir olur. Onların eğleniyor olmasıyla kendi de eğleniyormuşçasına keyif alır. Kimi durumlardaysa kişi başkalarının mutluluğundan rahatsızlık duyar ancak yine de kontrol etmekten kendini alı koyamaz.
Fomo sonucunda artan kullanım sıklığı, uzayan süre, sosyal ve duygusal zararları öğrencilerin akademik başarısını düşürmektedir.
Fomo (Fear Of Mising Out) Hastalığı ile Başa Çıkmak İçin Öneriler
Başa çıkma sürecinde bireysel farkındalık çalışmaları yapılabilir veya profesyonel destek alınabilir. Bireysel seanslarla veya grup çalışmalarıyla kısa sürede olumsuz etkilerinden kurtulmak mümkündür. Bağımlılık türleri içerisinde tedavi oranı en yüksek olan ve kısa sürede sonuç alınabilen bir hastalıktır.
Kaçırma Korkusunu Tetikleyen Olumsuz Düşünceler Keşfedilmeli
Gelişmeleri kaçırma korkusu duyan bireylerde tedavi için ilk koşul olumsuz düşünceleri fark etmektir. Fomo’nun gelişmesini destekleyen olumsuz ve tetikleyici düşünceler ortaya çıkarılarak üzerine çalışılmalıdır. Bu aşamada psikolojik destek almak düşünceleri keşfetme ve üzerine çalışma konusunda oldukça etkili olacaktır. Olumsuz düşünceler çoğunlukla gerçeği yansıtmayan veya gerçeğin çarpıtılmış halleridir. Olumsuz ve tetikleyici düşüncelerin yerine terapi içerisinde daha olumlu düşünceler koymak hedeflenmektedir.
Yoksun Bırakma ve Yoksunluk Süresini Verimli Geçirme
Tedavi sürecinde yoksun bırakma da sıklıkla kullanılabilmektedir. Ancak yoksun bırakma bir anda olduğunda geri dönüşü daha şiddetli olabilmektedir. Kademe kademe kullanım azaltılmalıdır. Yöntem ne olursa olsun kişinin problemle başa çıkmak için gönüllü olması tedavi sürecini olumlu etkilemektedir. Kullanım sıklığını azaltırken kişinin kendisine sıklık ve kullanım süresi belirlemesi önerilmektedir. “Günde 3 kez kullanacağım ve 20 dakikayı geçmeyecek.” Gibi.
Kişi bu süreye sadık kalmakta zorlanıyorsa bir yakınından takip için destek isteyebilir. Kullanım sıklığını ve süresini azaltmada yoksun geçirilen sürelere keyif alınacak farklı uğraşlar konulmalıdır. Bu sürelerin nasıl geçirileceğini belirlemek kişinin kendi inisiyatifinde olmalıdır. Ancak öneri verilebilir ve seçenekler sunulabilir. Kişi yoksun kaldığı süreleri de keyifli geçirebildiğini fark ettiğinde gönüllü olarak kendisi de kullanımını azaltabilmektedir.
Ailenin, arkadaşların gerçek yaşamdaki sosyal ve duygusal desteği de tedavi sürecinde oldukça etkilidir.
Fomo (Fear Of Mising Out) Akademik Başarınızı ve Kariyer Gelişiminizi Olumsuz Etkilemesin
Gelişmeleri kaçırma korkusu duyuyor, akademik hayatınızın veya kariyerinizin bu nedenle olumsuz etkilendiğini düşünüyorsanız destek alabilirsiniz. Aba psikoloji olarak uzman kadromuzla psikolojik ve akademik olarak yaşadığınız zorluklar üzerine çalışıyoruz. Dijital çağın olumlu etkilerini bilinçli şekilde kullanmanızı desteklerken olumsuzluklarının kariyer gelişiminizi etkilemesinin önüne geçebilirsiniz.
Günümüzde öğrenci olan ve kariyerini planlayan her bireyin başarılı olmak için daha bilinçli, hızlı ve etkili yol alabilmesi gerekiyor. Gelişmeleri kaçırma korkusu ise bu süreci olumsuz etkiliyor.
Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Siz de Fomo hastalığının başarınızı gölgelemesini istemiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.
Ebeveyn tutumları çocuğun benlik ve dolayısıyla karakter gelişiminde son derece önemlidir. Çünkü çocuğun karakteri ve benlik algısı ebeveyninin ona yönelttiği tutumların bir yansımasıdır. Bu da çocuğun sağlıklı bir birey olarak yetişebilmesinde ebeveyninin bilinçli ve farkındalıklı olmasını gerekli kılmaktadır.
Baskıcı Otoriter Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
Baskıcı ve/veya otoriter ebeveyn tutumu ebeveynlerden birinde veya her ikisinde görülebilir. Bu tutumu sergileyen ebeveyn anne veya babaysa diğer ebeveynde çocuk gibi bu tutumdan olumsuz etkilenebilir. Bu tutumun hakim olduğu ailelerde kararlar baskın ebeveyn tarafından alınır. Çocukların kararlarda söz hakkı yoktur. Evde belirgin kurarlar vardır ve kurallara uyulması beklenir. Kurallar yerine getirilmediğinde ceza ve kısıtlamalar uygulanır.
Çocuklar ebeveynlerini sevip saydıkları için değil ebeveynlerinden korktukları için uyum gösterirler. Kararlar, fikirler tartışılmaz, duygu ve düşünceler üzerine konuşulmaz. Ailede spontane, keyifli geçen zamanlar sınırlıdır. Çocuklar için ebeveynleri karar mercii konumundadır ve yalnızca onay gerektiren durumlarda ebeveynlerle iletişim kurulur. Sıcak, güvene dayalı, samimi ilişki ve iletişim yoktur. Bu ebeveyn tutumu ile büyüyen çocuklar içe kapanık, sinik, pasif agresif bireyler olabilirler.
Duygu ve düşüncelerini sağlıklı yollarla ifade etmekte güçlük yaşarlar. Baskıcı, otoriter ebeveyn tutumlarıyla korku kültüründe yetiştirilen çocuklar hata yapmaktan, eleştirilmekten korkarlar. Çoğunlukla başkalarıyla kıyaslanan, rekabete sokulan çocuklardır. Özelliklede kardeşler arasında kendilerini ispat etme ihtiyacı duyarlar. Arkadaş ilişkileri ve sosyal becerileri zayıftır. Arkadaş edinmekte veya arkadaşlığı sürdürmekte zorlanırlar. Sosyal normlar ve kurallarla ilgili katı kalıplara sokularak büyütülürler.
Bu nedenle empatik düşünme ve insiyatif alma becerisi yeterince gelişmez. Kendi kararlarını alamayan, hatalarında cezalandırılan, fikirlerini beyan edemeyen çocuklarda özgüven ve benlik saygısı gelişmez. Zamanla cezadan korunmak için yalana başvurabilir, hatalarının örtmeye çalışabilirler. Okulda başarısız olmaktan korkarlar. Bu çocuklarda sınav kaygısı, okul fobisi gelişebilir.
Ergenlik döneminde riskli davranışlara eğilim, riskli gruplarla arkadaşlık görülebilir. Bir gruba ait olma, olduğu gibi kabul edilme ve sevilme ihtiyacı duyarlar.
Demokratik, Destekleyici, Güvenilir Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
Demokratik ebeveyn tutumlarında ebeveynler çocuklarını erken yaşlarda itibaren hoşgörü ve sevgi ile yetiştirirler. Bu aile yapısında ailedeki bireyler birbirini sever ve sayar. Korku kültürü egemen değildir. Cezalandırma yoktur. Ebeveynler ceza vermek yerine çocuklarına hatalarından ders çıkarmasını öğretirler. Çocukların erken yaşlardan itibaren aile içi kararlarda söz hakkı vardır. Çocuğun duygu, düşünce ve fikirlerine önem verilir ve dinlenir.
Çocuklarla etkin zaman geçirilir ve çocuklara önemli oldukları hissettirilir. Bu ailede de kurallar ve sınırlar vardır. Ancak bu sınır ve kurallar bireylerin güvenliği ve iş bölümü içindir. Çocuğa yaşıyla ilgili görevler verilerek sorumluluk bilinci geliştirilir. Çocuk yine yaşıyla uyumlu olacak şekilde kendi kararlarını almayı öğrenir. Demokratik, destekleyici, güvenilir ebeveyn tutumları sağlıklı bir birey yetiştirmek için uygulanması gereken sağlıklı ebeveyn tutumudur.
Böyle bir ailede yetişen çocuk ebeveynlerinden korktuğu için değil ebeveynlerini mutlu etmek ve geleceğine yön verebilmek için başarılı olmak ister. Daha bilinçli, özgüven ve özsaygı sahibi bireylerdir. Bu çocukların sosyal becerileri de gelişmiştir. İletişimleri kuvvetlidir, girişkendirler. Empatik iletişim kurabilirler. Kendilerinden emindirler ve geleceğe dönük hedefleri, hayalleri vardır. Karar alırken yönlendirmeye gereksinim duymaz ama ailelerinin de fikirlerine önem verirler.
Kendileriyle barışık, daha mutlu çocuklardır. Dolayısıyla ergenlik dönemlerini de daha rahat geçirirler. Riskli arkadaşlıklara, deneyimlere gereksinim duymazlar. Hatalı ilişkiler kurduklarında aile desteğine başvurur, tehlike anında ailenin yardımını talep ederler. Ailenin çocuğa sağladığı bu güven çocuğun tehdit karşısında sinik, sessiz kalmamasını sağlar. Çocuk kaç yaşına gelirse gelsin aile onun güvenli limanı, arkadaşı ve desteği olacaktır.
Demokratik ebeveyn tutumlarında koşulsuz sevgi vardır. Çocuk ebeveyninin sevgisini hissetmek için kusursuz olmaya veya koşulları karşılamaya ihtiyaç duymaz. Ebeveyn sevgi dolu, destekleyici, olumlu sözleriyle çocuğa sevgisini hissettirir. Sarılma, öpme, saçını okşama gibi fiziksel temaslarla da sevgisini belli eder.
Çocuk sevildiğini ve ailenin önemli bir parçası olduğunu her koşulda hisseder. Çocuğun ihtiyaçları yerinde, zamanında ve yeterince karşılanır. Gülüşmelerin olduğu, aile bireylerinin kucaklaştığı, birbirlerinden haberdar oldukları bir aile ortamı vardır.
İhmalkar, Reddeden Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
İhmalkar, reddeden tutumda ebeveyn çocuğun hayatıyla yeterince ilgilenmez. Çocuğun duygusal ihtiyaçları da dahil olmak üzere temel ihtiyaçları ihmal edilir. İhmalkar ebeveynin kendi ihtiyaçları ve sosyal yaşamı çocuktan daha önceliklidir. Bu ebeveynler çocuğun olumlu yönlerini görmezken hatalarına ve başarısızlıklarına aşırı tepkiler verebilir. Cezalandırma, aşağılama veya yok sayma davranışları hakimdir. Çocuğun belli bir rutini, düzeni yoktur.
Aile içerisinde sevilmediğinin ve ilgi görmediğinin farkındadır. Ancak çocuğun sevgiye, desteğe ve ilgiye de son derece ihtiyacı vardır. Sosyal yönü zayıf, geri planda kalan, duygusal olarak gelişmemiş bireyler olarak yetişirler. İhmalkar, reddeden ebeveyn tutumlarıyla yetişen çocukta özgüven gelişmez. Çocuk ailede göremediği sevgi sonucu başkalarına karşı merhametsiz ve sevgisiz davranabilir. Öfkeli, saldırgan davranışlar sergileyebilir. Çocuk kendisi sevgiye layık görmeyebilir.
Ailenin tutumunu genelleyerek “beni kimse sevmiyor, beni kimse istemiyor” diye düşünebilir. Ergenlikte riskli davranışlar, arkadaşlıklar kurabilir. İhmalkar, reddeden ebeveynlerin bu tutumlarının altında yatan nedenler farklılık gösterebilir. Tecavüz gibi istenmeyen ilişkiden doğan bebekler, planlanmamış gebelikler bu tutuma neden olabilir.
Çocuğun bakımı nedeniyle ebeveynlerden biri diğerine yeterince ilgi göstermiyorsa ilgisiz kalan ebeveyn çocuğu dışlayabilir. Engelli ve/veya bakımı zor çocuklarda bu ebeveyn tutumu görülebilir.
Gevşek, Aşırı Hoşgörülü Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
Gevşek, aşırı hoşgörülü ebeveyn tutumlarında ise evin efendisi adeta çocuktur. Bir veya her iki ebeveyn çocuğun istek ve ihtiyaçlarını harfiyen yerine getirir. Aile yapmamak için direnç gösterdiği konularda da çocuğun ısrarlı talepleri karşısında boyun eğer. Aile çocuk üzerinde otorite kuramaz. Çocuğun mutluluğu her şeyden üstün tutulur. Böyle bir aile yapısında büyüyen çocuklar şımarık, bencil, kural tanımayan bireyler olurlar.
Sosyal beceriler gelişmez. Empati kurmakta zorlanırlar. Bir gruba dahil olmakta, kuralları olan ortamlara uyum sağlamakta zorlanırlar. Aile dışındaki ortamlarda kendi istedikleri olmadığında kırıklığa uğrar, aşırı tepkiler verebilirler. Eleştirilmekten, hatalarının görülmesinden hoşlanmazlar. İlişki kurmakta ve sürdürmekte zorlanırlar. Başkalarına saygı duymaz ama başkalarından saygı beklerler.
Bu çocuklar okul hayatından başlamak üzere akademik hayatta ve kariyerlerinde zorluklar yaşarlar. Ebeveynleriyle benzer davranışlar sergileyen kişilerle daha iyi arkadaşlık kurabilir, onları da yönetmeye çalışırlar.
Aşırı Korumacı, Müdahaleci Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
Aşırı korumacı ebeveyn tutumlarında çocuk kaç yaşında olursa olsun ebeveyn çocuğun yaşına uygun tutum sergilemez. Ebeveynin gözünde çocuk hep “yeterince büyümemiş”tir. Çocukla ilgili tüm kararlar ebeveyn tarafından verilir. Beceremeyeceği düşüncesiyle çocuğa yaşına uygun sorumluluk verilmez. Okula başlayan ama hala kendi yemeğini yemesine fırsat verilmeyen, hala ebeveyniyle uyuyan çocuklar bu ailelere örnektir.
Çocuk için ebeveyninin tutum ve davranışları bir ayna, pusula niteliğindedir. Dolayısıyla çocuk kendisini ailenin fırsat verdiği kadar tanıyıp keşfedebilir. Böyle bir aile ortamından çıkan çocuk akranlarıyla bir araya geldiğinde pek çok açıdan geride kalacaktır. Bu çocuklar evde ailelerinin korumasına, okulda ise akranlarının veya öğretmenlerinin korumasına ihtiyaç duyacaktır. Ayrılık anksiyetesinin, okul fobisinin en yüksek yaşandığı grup korumacı ebeveyn tutumuyla yetişen gruptur.
Bu çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de sürekli korunup, kollanmaya ihtiyaç duyarlar. Anne veya babanın vefatı sonucu tek ebeveyn olarak çocuk yetiştiren kişilerde bu tutum görülebilmektedir. Zor veya geç çocuk sahibi olmak, mutsuz evliliği sürdürmek de bu tutuma neden olabilir. Ebeveynin aşırı kaygılı olması veya çocuğun geçmişte hayati risk içeren bir deneyiminin olması da bu tutumu doğurabilir.
Tutarsız, Kararsız Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
Tutarsız ebeveyn tutumlarında çocuk da kendi içerisinde bir tutarsızlık yaşar. Ebeveynin kimi zaman çok ilgili kimi zamansa tamamen ilgisiz tavırları bu karmaşayı doğurur. Çocuk ebeveyninin tutarsızlığını bir mantığa oturtmak ister. Hangi davranışının sonucunda ilgi görüyor ne yaptığında ilgiyi kaybediyor araştırır. Ancak ebeveynin bu belirsiz tutumunu açıklayacak mantıklı bir dayanak bulamaz.
Çocuk bir davranışında ödüllendirilirken başka bir zaman aynı davranıştan dolayı cezalandırılabilir veya eleştirilebilir. Bir konuda anne tamam derken, baba hayır diyebilir. Böylece çocuk neyin doğru ve kabul edilebilir olduğunu öğrenemeden büyür. Bu tutarsız tutum çocuğun benlik gelişimini zedeler.
Kendi duygu, düşünce ve davranışlarında da zamanla tutarsızlıklar açığa çıkar. Örneğin; bir arkadaşıyla bir gün çok iyiyken, hiçbir sorun olmadığı halde başka bir gün ona kötü veya yokmuş gibi davranabilir. Bir gün çok neşeli ve mutluyken, bir gün tamamen içe kapanık ve ilgisiz olabilir. Bu çocuklar ailelerinin dikkatini çekebilmek için aşırı davranışlarda bulunabilirler. Ergenlikte riskli alışkanlıklara, arkadaşlıklara yönelebilirler.
Mükemmeliyetçi Ebeveyn Tutumları ve Çocuğun Karakter Gelişimine Etkisi
Mükemmeliyetçi ebeveynler çocuklarının her konuda veya iyi olmalarını istedikleri konularda en iyi olmasını isterler. Onlara göre çocuk yetiştirmek kitaba uygun gitmesi gereken bir işçiliktir. Programlanmış bir makine gibi çocukların her söylenileni ve bekleneni zamanında, eksiksiz yerine getirmesini isterler. Çocuklarını mevcut potansiyelinden daha yukarıda görür ve gerçekdışı beklentilere girerler. İşler planladıklarının dışında bir şekilde sürerse kontrollerini kaybedip aşırı tepki verebilirler.
Bu bireyler için kusursuzluk ve başarı son derece önemlidir. Erken yaşlardan itibaren kendi ihtiyaçlarını halledebilen, gelişim döneminin ilerisinde çocuklar yetiştirmek isterler. Çocuk için zorlayıcı olan ama kendileri için normal kabul ettikleri motivasyon teknikleri vardır. Her zaman daha iyisinin olabileceğine ve daha iyisinin yapılabileceğine inanırlar. Motivasyon unsuru olarak rekabeti kullanabilirler. Bu aileler çoğunlukla hatasız bir düzen içerisinde yaşar.
Her ihtimali değerlendirerek hareket ederler. Dolayısıyla çocuk yaşamında kolay kolay aksiliklerle karşılaşmaz. Bu da problemlerle başa çıkabilme mekanizmasının gelişmemesine neden olur. Çocuğun bugünden 5, 10, 15 yıl sonrası iyi planlanmıştır ve çocuğunda zamanı geldiğinde bu plana dahil olması beklenir.
Ebeveyn tutumları bebeklikten yetişkinliğe kadar uzanan süreçte bireyin karakter gelişimini, davranışlarını ve seçimlerini etkilemektedir. Bir çocuğun kişiliğine ve yaşamına sağlıklı yön verebilmesi için sağlıklı ebeveyn tutumuyla yetişmeye ihtiyacı vardır. Kimi zaman ebeveynlerin kendi çocukluk deneyimleri ve yetişme tarzı ebeveynlik rollerine yansıyabilmektedir.
Eşler arası problemler, istenmeyen evlilik veya gebelikler de ebeveyn tutumunu etkilemektedir. Ebeveynin psikolojik iyi halinin zedelenmiş olması, boşanma süreci, hastalıklar da tutumları etkilemektedir. Sebebi her ne olursa olsun her ebeveyn çocuğun sağlıklı gelişimi için bilinçli ve farkındalıklı olmalıdır.
Ebeveyn tutumlarıyla ilgili detaylı araştırma yapabilir, tutumunuzun çocuğunuz üzerinde olumsuz etkili olduğunu düşünüyorsanız destek alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.