Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” yazımızda ayrıntılı olarak açıkladığımız bilinçli farkındalık hali insan beyni için değerli bir kavramdır. Farkındalık söz konusu olduğunda diğer primat ve canlılardan ayrılır insan. Diğer hayvanlardan farklı olarak yaptıkları eylemlerin ve yaşadıkların izidir insan. Diğer canlılar da bir insan gibi geçmiş deneyimlerinden faydalanarak hareket ederler. Fakat insan bu geçmiş deneyimlerinin bilinci içerisindedir. Bilinç insanı diğer canlılardan ayıran en temel farklılıklardan biridir. Bilincimize dair farkındalığımız düşük olduğunda da insan beynini yönetmek zorlaşır. Bundandır ki bilinçli farkındalık uygulaması insan beyni için bir besin niteliğindedir.

Primitif Beyin ve İnsanın Sahip Olduğu Beyin

Primitif ilkel anlamına gelmektedir. Yaşama içgüdüsünü sağlayan, yaşam fonksiyonlarını sürdürmek için gerekli içgüdülerimiz primitif beyine bağlıdır.  Her canlıda bulunan beynimizin  “amigdala” adı verilen bölgesi bu içgüdümüzü oluşturur. Tehlikeden kaçmakla bağlantılı bölge hayata dair risk yaşadığımızda canlıları korumak adına aniden aktive olur. Korku ve endişe hali bu bölgenin aktive olmasıyla oluşur. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insan beyni bilinciyle beraber yaşadığı deneyimi tekrar düşünerek tekrardan stres ve kaygı güdebilir.

Örneğin doğada bir kaplanın bir ceylanı yakalayamadığı durumu hayal edin. Sonraki gün kaplanın “Bugün ben bir daha ava çıkmayacağım çünkü dünkü ceylanı yakalayamadım. Kesin yine yakalayamayacağım.” diye düşünmesi imkansızdır. Fakat aksine insan başarısız olduğunda ya da geçmişteki endişesinden ötürü bunu düşüncesine getirerek “bilinçli” olarak eylemlerinden kaçınabilir. İnsan beyni farklı olarak frontal bölge dediğimiz beynin ön bölgesini aktif kullanabilir ve bu bölge gelişmiş bir bölgedir. Farkındalık dediğimiz kavram ise bu bölgeden ötürü ortaya çıkar. Biz insanlar dünün bugünün ve yarının farkında olarak yaşarız. Bunun getirisi olarak da farkındalığımızı sağlıklı bir şekilde yönetebilmemiz hayat kalitemizi yüksek oranda etkiler. Beynin sağlıklı yönetilmesinin de bilinçli farkındalık uygulamalarıyla mümkün olduğu düşünülmektedir.

İnsan Beyni için Bilinçli Farkındalık

İnsan dünü bugünü ve yarını biliyorsa bugüne zarar vermeden dünü ve yarını yanında taşıyabilmelidir. Anda kalmak adı verilen bilinçli farkındalığın temel uygulamalarından birisi yanlış anlaşılabilmektedir. Anda kalmak geçmişi ya da yarını tamamen ortadan kaldırmak ve şuan yaptığınız eyleme odaklanmak değildir. İnsan beyni şuana odaklanırken elbette dünü ve yarını yanında taşıyacaktır. Önemli olan geçmişi ve geleceği unutmak değildir. Geçmişin ve geleceğin endişesini sırtımızda taşımamaktır. Bunun için de bilinçli farkındalık faydalı olacaktır.

Örneğin; ölüm korkusu üzerine düşünelim. İnsan ölümün varlığının farkındayken diğer canlılarsa sadece içgüdüsel olarak ölüm tehlikesinden kaçmaktadır. Düşünce olarak ise bazı insanlar ölüm korkusunu sürekli hayatının her anında yaşarken diğerleri yaşamazlar. Peki bu insanları birbirlerinden ayıran şey nedir? Aslına bakarsanız gelecekteki bu sonu değiştiremeyiz. Ne zaman başımıza geleceğini de bilemeyiz. Halbuki yaşadığımız ana odaklandığımız zaman ölümün varlığını düşünmeden hayattan zevk alabiliriz. Bu noktada bilinçli farkındalık uygulamalarıyla gelecekle ilgili bir negatif olayın farkında olup daha yaşanmadan endişe ve kaygı duymamız engellenebilir.

Özetle burada bilinçli farkındalık olarak değinilen geleceği tamamen unutmak değildir. Gelecekteki ya da geçmişte yaşanmış bir endişeyi şuana taşımamaktır. Gerektiğinde endişeyi tetikleyen beynin amigdala bölgesi yerine mantığımızı yani frontal bölgeyi devreye sokabilmektir. Bilinçli farkındalığın da geçmişi ve dünü dikkate alarak anda kalma metoduyla insan beyni için faydalı olduğu düşünülmektedir.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Eylemlerimizin bilinçli bir şekilde farkında olarak değişim yaratabilir miyiz? Yaptığımız çoğu eylemin farkında bile değiliz. Günlük hayatımız rutinlerden oluşmakta ve eylemler otomatiğe bağladığında düşünülmeden yapılmaktadır. Düşünmediğimiz zamanlar ise yaptığımız eylemler amacını kaybedebilmektedir. “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” blog yazımızda bilinçli farkındalığın faydalarına da değinmiştik. Psikoloji ve nöroloji alanında yapılan son araştırmalar ise bilinçli farkındalığın büyük bir faydasını daha tespit etmiştir. Bilinçli farkındalığın beyinde yüksek oranda pozitif değişim yarattığı saptanmıştır.

Beyini Dinlendirerek Değişim

Dinlendiğimizi zannettiğimiz çoğu an aslında dinlenemiyoruz. Tatile çıkıp dinlenemeden döndüğünüz anları anımsayın. Sizce bu neden oluyor? Basitçe beyninizi dinlenme noktasına getirmekte zorlanıyorsunuz. Çoğu zaman tatile gitmemiz gerektiği için gidiyoruz. Dinlenmeyi bir zorunluluk olarak görüyoruz. Günümüzde tatil anlayışı yapay bir şekilde oluşturulmuş konseptlerden ibaret olabiliyor. Bir tatil köyünde şezlonga ayağınızı uzattığınızı düşünün. Eğer zihniniz hala geride bıraktığınız yapılacak işlerdeyse aslında beyninizde bir değişim gözlenmiyor. Hala sizi yoran günlük hayatın stresini yanınızda, zihninizde taşıyorsunuz.

Dinlenmek gereklilik ya da planlanmış bir hal aldığında zorlaşabiliyor. Halbuki basit aktiviteler de dinlenme olabilir. İş arasında verdiğiniz derin ve farkındalıklı bir nefes, sabahları işe gelmeden önce 15 dakikalık yürüyüş zihniniz için dinlendirici olabilir.  Kendi dinlenme biçiminizi kendiniz oluşturmanız gerekiyor. Bir işi yapmak için değil zevk aldığınız için yapmak gibi bir durum bu esasında. Araştırmalarında gösterdiği üzere beynimiz gerçekten yapmayı sevdiğimiz aktiviteleri yaptığımızda dinlenmeyi gerçekleştiriyor. Yorucu olarak gördüğümüz aktivitelerin bile sevdiğimiz ve özümsediğimiz zaman bizi zihinsel olarak rahatlattığı gözlemlenmiştir bilim dünyasında. Beyin aktivasyonunda da değişim gözlemlenmiştir. Sevdiğimiz aktiviteleri, anda kalarak yaparken beynin iki lobunun uyumlu bir şekilde aktive olduğu tespit edilmiştir.

Severek yaptığımız ve eylemlerin içinde başka şeyleri düşünmeden akışı sağladığımız aktivitelerin bilinçli farkındalıkla bağlantısı vardır. Bilinçli farkındalık da özünde andaki deneyimi beynin farklı ve engelleyici düşüncelerle bölünmeden tadabilmesidir. Eğer bir aktivite sevdiğimiz bir aktiviteyse bilinçli farkındalığı gerçekleştirmek daha da kolay. Bu aktiviteler de gün içerisinde farkında olmadan yaptığımız, strese ve endişeye yol açan aktivitelerin yoruculuğunu azaltan, dinlendiren bir eylem halini alır. Sonuç olarak beyin dinlenmeye geçtiği için aktivasyon biçiminde pozitif değişim ortaya çıkıyor.

Bilinçli Farkındalık Yoluyla Adım Adım Değişme

Beynin dinginliğini ve stresi azaltmak için de adım adım sevdiğimiz aktiviteler yoluyla bilinçli farkındalık kolayca uygulayabiliriz.

  1. Yaparken sevdiğiniz ve akışta hissettiğiniz aktiviteleri listeleyin.
  2. Her güne bir aktiviteyi yerleştirin.
  3. Mutlaka dinlendirici aktivitelerinizden birine gün içinde zaman ayırın.
  4. Zamanınızın olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Böyle durumlarda ise iş arası verin ve her şeyi bırakın.
  5. Her şeyi bıraktığınız anda 2 dakikalığına birkaç farkındalıklı nefes alın. Bu bilinçli nefes alma uygulaması bile stresinizin dinginleşmesinde etkili olacaktır.

Konu hakkında ayrıntılı bilgi almak için Aba Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Suyun önemi metabolizmanın doğru bir şekilde çalışmasını ve vücuttaki toksinlerin dışarı atılmasını sağlamada dikkat çekmektedir. Su, insan vücudundaki toksinleri atması ile birlikte insan sağlığına olumlu faydalar sağlamaktadır. İnsan vücudundaki akışkanlığın artırılmasında da suyun sağladığı olumlu etkiler göz ardı edilmemelidir. İnsan beyninin sağlıklı ve verimli bir şekilde odaklanabilmesini yeterli su miktarı sağlamaktadır.

Suyun, insanın mutlu olmasına dahi pek çok etkisi bulunmaktadır. Suyun dışında, içerisinde su barındıran; çay, kahve ve diğer içecekler vücuttaki suyun daha hızlı bir şekilde vücudu terk etmesine etki etmektedir. Gün içerisinde tek seferde ya da kısa aralıklarla yüksek miktarda su içmekten ziyade, suyu; sabah ve diğer vakitlerde düzenli bir şekilde tüketmek, suyun çok soğuk olmamasına dikkat etmek gibi faktörler de su tüketiminde önemli olmaktadır.

Günlük Aktivitelerde Suyun Önemi Nedir?

Canlılar için suyun önemi pek çok alanda kendini göstermektedir. Örneğin, az su tüketen insanların beyin fonksiyonları daha yavaş çalışabilmektedir. Az su tüketimi, konsantrasyon sorunlarına yol açmaktadır. Suyun tüketiminin yanı sıra, su ile ilgili olan denizden de insan ve çevre sağlığı için olumlu anlamda faydalar sağlanabilmektedir. Suyun Çevre için önemi kısaca her alanda kendini göstermektedir.

İsrail’de yapılan çalışmalarda, su tüketimi sonucunda travmaların daha kolay bir şekilde atlatıldığı ortaya çıkmıştır. Strese yol açan sebeplerle baş etmede su tüketiminin olumlu etkileri kanıtlanmıştır. Ancak bu demek değildir ki, sürekli ve gereğinden fazla su tüketilmelidir. Fazla su tüketimi de doğru bir eylem değildir. Temiz suyun önemi insan kilosu ile doğru orantılı bir şekilde ve yeterli miktarda tüketim ile artırılmaktadır.

Su Tüketiminin Ruhsal Anlamda Olumlu Etkileri Ne Zaman Ortaya Çıkmaktadır?

Yeterli ve dengeli bir şekilde su tüketimine önem verilmelidir. Yeterli ve dengeli bir şekilde 21 gün boyunca su tüketildiğinde, bu tüketimin, insanın ruh sağlığına olumlu faydalar sağladığı görülmektedir. Bu süre sonunda su tüketimi düzenli ve dengeli bir şekilde birey tarafından gerçekleştirildiğinde, kişinin hayat mutluluğu artmaktadır.

Suyun önemi kısaca su ile temizlenmede de kendini göstermektedir. Kimyasallar kullanmadan yıkanmak ve doğru materyallerle temizlenmek insan sağlığına olumlu etkiler sunmaktadır. Deniz ve kaya tuzunun olumlu etkilerinin olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, suyun içerisine az da olsa limon damlatılması Mindfulness anlamında faydalı sonuçlar sağlamaktadır. Suyun önemi Biyoloji alanında su tüketim miktarındaki değişikliklerle ön plana çıkılmaktadır. Kahve tüketimi, insan sağlığı üzerinde yapılan son çalışmalara dayanarak pek de önerilmemektedir.

Read More

Otizm hastalığı son dönemlerde tüm dünya üzerinde oldukça artmış bir durumda. Hatta birçok araştırmacı bu duruma oldukça şaşırmış durumda. Otizm zamanında on binde 1 olan bir hastalıktı. İlerleyen yıllarda iki bin beş yüzde 1 oldu. Fakat günümüzde ise her 68 kişiden birinde olabilecek bir hastalık durumuna gelmiş durumda.

Bu konu ile ilgili birçok tartışma bulunmakta. Bilim adamları ve araştırmacılar bu konu üzerinde bölünmüş durumdalar. Bu görüşlerde bir tanesi endüstriyelleşmenin, gıdalarda kullanılan katkı maddelerinin, aşıların, hava kirliliğinin ve bazı vitaminlerin yetersiz alınması sonucu bu hastalığın arttığı görüşüdür.

Fakat yapılan araştırmalar daha çok bu hastalığa ait duyarlılığımızın artmış olması ve bu hastalığın tanınma kriterlerinin gevşemiş olması ile daha bağlantılı olduğunu göstermekte. Otizm hastalığı 1940’lı yıllarda tanımlanmış bir hastalıktır. Fakat tarihi bulgular bu hastalığın daha da önceden olduğunu bize göstermektedir.

Dolayısıyla biz tanıdıkça daha önce zihinsel yetersizlik ya da zihinsel gerilik olan çocuklarda bile bu tanı içerisine girmekteler.

Otizm Hastalığı Artması

Bu konuda bazı uzman kişiler ise bu hastalık ile ilgili daha farklı düşünmekte. Görev söz konusu olduğunda beyindeki bir hastalığı ortaya çıkarmak ya da görünebilir olması daha olanaklıdır. Örnek verilecek olursa disleksi adı verilen okuma sorunu olan bir çocuğu okuma ile alakalı bir görev vermeseniz bu kusur ortaya çıkmayacaktır.

Modern yaşamın sosyal içeriklerinde karmaşıklık, ince nüanslar, getirdiği bazı sorumluluklar artık hafif otizm belirtileri olan kişileri de tanımamıza yol açmıştır. Bu da otizmin son zamanlarda artmasına neden olan olaylardan bir tanesidir.

Geç Yaşta Baba Olmak Otizm Sebebi Olur Mu?

Bu artışlara sebep olan bir diğer konun da artan baba yaşı olarak gösteriliyor. Bu konuda yapılan araştırmalar yaşlı babalarda kaliteli sperm sorunları olmasından dolayı kaynaklanabildiğini belirtmekteler.

Fakat bu konuyla alakalı da karşıt bir görüş bulunmakta. Geç yaşta evlenen erkekler belki otizmi genelini taşıyan, karşısındaki kişi ile ilişki kurma konusunda sıkıntı taşıyan ve bu sıkıntıları yıllar içerisinde tamamlayabildikleri için evlenmiş olan kişiler olabilir.

Dolayısıyla zaten otizm genini hali hazırda taşıyor olabilirler. Ama evlenebiliyor olmaları bununda aktarılıyor olmasına ve bu sayının artmasına neden olabilir.

Farklı Kültürler Arası Evlilikler Otizm Sebebi Olur Mu?

Otizmin artmasına sebep olarak gösterilen bir diğer sebep ise değişik uluslardan olan insanların evlenmesi. Bu durum ise şöyle açıklanıyor. Kendi kültüründe otizm özellikleri ile cazip görünmeyen ya da tuhaf gözükebilen bir kişi başka kültüre ait birisine daha olduğu gibi bir kişi olarak gözüne çarpabilir. Bu yüzden otizmli çocukların doğmasına olanak sağlayan bir sebep olarak gösterilebiliyor.

Otizm Hastalığı İçin Sebep Olan Diğer Etkenler

Otizm ile ilgili yıllardır yapılan araştırmalar bizlere pek çok sonuç çıkarmıştır. Bunun yanı sıra birçok çevresel faktör de yine otizme sebep olduğu bu araştırmalar ile ortaya çıkmış bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Özellikle bağışıklık sistemindeki hasarların otizm belirtilerine yol açtığı bulunmuştur. Enfeksiyonlar da aynı şekilde bu hastalığa sebep olmakta. İlerleyen yıllarda gelişen teknoloji ve elde edilen bilgiler bu hastalığın araştırılması için daha önemli bir hale geliyor.

Otizm Sıklığı

Otizm hastalığı sıklığı ilerleyen zamanlarda daha da artabilir. Bu artış belki de ilerleyen yıllarda her üç kişiden 1’i olarak bile değişebilir. Bu durum aslında hastalığın tanımının belirsizleşmesi ile alakalı bir durum.

Örneğin normal olarak nitelendirdiğimiz insanlar içerisinde bile otizm belirtileri gösteren insanlar bulunmakta. Bu yüzden bu alanda araştırmalar yapan önemli araştırmacılardan bir tanesi otizm spektrum bozukluğu yerine otizm spektrum durumları gibi bir yorum ortaya atmıştır.

Bu yorum otizm hastalık olarak değil bir durum olduğunu ifade etmektedir. Bu ve bunun gibi sebeplerden dolayı otizm hastalığı ilerleyen yıllarda güncelliğini daha da koruyacak bir durum olacaktır.

Otizm sıklığı hem genetik yanlarıyla hem de sosyal sonuçları nedeni ile tüm dünyada üzerinde sıkça durulacak bir konu. Bu yönde yapılan araştırmalar bizlere ilerleyen yıllarda daha farklı ve daha kesin bilgiler ulaştıracaktır.

Read More

Kariyer danışmanlığı birçok kişi tarafından iş hayatına başlamadan önce alınması gereken bir danışmanlık olarak bilinmektedir. Aslında üniversiteye başlamadan önce kariyer danışmanlığı alınması gerekir. Sıklıkla üniversite öğrencileri seçtikleri bölümden ve iş imkanlarından memnuniyetsizlik duymaktadır. Bunu önlemek için üniversiteye gitmeden önce danışmanlık alınmalıdır. Doğru eğitimle doğru zamanda danışmanlık alarak geleceğinizi kendinize uygun yönde şekillendirmek hayat kalitenizi ve mutluluğunuzu arttıracaktır.

Kariyer Danışmanlığı ne Zaman Alınmalıdır?

Kariyer yönetimi lise 1’den itibaren alınması gereken bir danışmanlıktır. Özellikle Lise iki süreci ve lise üçe başlarken ki dönem oldukça önemli. Öğrencilerin kendilerine uygun alan seçimini gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu süreçten itibaren öğrencinin kendi yetenekli olduğu alanları tespit etmekle beraber mesleki eğilimini biliyor olması gerekir. Bunun için ise kariyer yönünden danışmanlık gereklidir.

Geç kaldıysanız da ne kadar erken o kadar iyi düşüncesiyle yaklaşmak gerekir. Kariyer yönetimi her zaman alınabilecek bir danışmanlıktır. Eğer üniversite seçim dönemindeki bir öğrenciyseniz de kariyer danışmanlığı almanız bu kritik seçim döneminizde daha sağlıklı tercihler yapmanızı sağlayacaktır.

Meslek Seçimi için Kariyer Danışmanlığı

Kariyer danışmanlığının asıl işlevi kişilerin kendilerini tanımalarını sağlayarak kendilerine uygun mesleği seçmelerini kolaylaştırmaktır. Daha önceki “Üniversite Seçiminden Meslek Seçimine Giden Yol” blog yazımızda mesleğin nasıl seçilmesi gerektiğinden bahsetmiştik. Çoğu kişi kendilerini ve yeteneklerini analiz etmekte zorlanır. Bunun için kişilerin destek alması mühimdir. Bu süreç aslında çeşitli testler ve incelemeler yoluyla yani kariyer için alınan danışmanlık ile kolaylaşabilir.

Üniversite Seçimi için Danışmanlık

Kariyeri etkileyerek bir diğer faktör ise mezun olduğunuz üniversitedir. Çok sevdiğiniz bir alanda okusanız bile üniversitenin eğitim yapısı ve sosyal çevresi geleceğinizi etkileyecektir. Eğer okuduğunuz üniversite karakterinize ve ilgi alanlarınıza uygun değilse mesleki başarınızı etkileyen üniversite başarınız olumsuz etkilenecektir. Doğru üniversiteyi seçmek çevre tarafından tanınan üniversiteyi seçmek değildir. Doğru üniversiteyi seçmek size uygun alanlarda çalışan akademisyenlerin ve kadronun olduğu, üniversite sisteminin karakterinize uygun olduğu üniversiteyi seçmektir. Bu anlamda kariyer yönetimi işinizi kolaylaştıracaktır. Lise döneminde kariyer danışmanlığı alanlar için kariyer danışmanları size uygun olan üniversiteleri de tespit etmektedirler.

Geleceğin Mesleklerine göre Kariyer Danışmanlığı

Kariyer için danışmanlık sadece size uygun olanı seçmekte destek olmaz aynı zamanda geleceğin teknolojisi ve yönelimine uygun seçimler yapmanızı sağlar. Hangi alanda yetenekli olursanız olun eğer ki seçtiğiniz meslek tipi geleceğin yapısına uygun değilse işsiz kalma olasılığınız olacaktır. Teknolojinin hızla ilerlediği dönemlerdeyiz. Birçok insan gücüyle yapılan iş daha şimdiden robotlar yoluyla yapılmaya başladı. Bundan dolayı eğer teknolojinin yönelimini öngörüp eğitim ve kariyer seçimleri yapmazsanız iş bulma sıkıntısı yaşayabilirsiniz. Kariyer danışmanlığı üniversiteden önce size gelecek 30 yılı öngörerek çıkarımlarda bulunur. Böylelikle lisede daha ilerlemek istediğiniz alanı seçmeden geleceğin yöneliminin karakterinizle harmanlanmasıyla doğru, size uygun seçimler yapabilirsiniz. Bu yüzden de üniversiteden önce kariyer danışmanlığı almak geleceğinizi yüksek oranda etkileyecektir.

Read More

Lise tercihi üniversite tercihi kadar umursanmayan bir tercih sürecidir. Halbuki 5. ve 8. sınıf aralığında mantıklı düşünme ve alan dersleri görmekle beraber öğrenciler kendilik bilincine ulaşırlar. Bu bilincin iyi yönetilmesiyle sağlanan özgüvenle beraber öğrenciler kişiliklerini oluşturmaya başlarlar. Kişiliklerinin oturduğu dönemin sonunda lise tercihi yaparlar. Bu nedenle kişiliğini kavramış öğrenciler lise tercihlerini daha bilinçli şekilde yapmaktadırlar. Özgüven gelişimini zedelemeden liseye geçiş dönemi olan ortaokul ve lise dönemini atlatan çocuklar hayatları boyunca başarıyı daha rahat yakalayacaklardır. Lisede bilinç seviyesini yükselterek bir takım hedefler edinmiş öğrenciler için hayatlarının ileriki döneminde kendilerine yol haritası çizmek özgüvenle seçimlerini yapmak daha kolay olacaktır.

Lise için Ne Zaman Hedef Belirlenmeli?

Lise sınavına girmeden önce 7. ve 8. sınıfta lise tercihi için hedef belirlemek öğrencilerin motivasyonlarını arttıracaktır ve onları çalışmaya teşvik edecektir. Fakat hiçbir şey için geç değil. Sonuçlar açıklandıktan sonra da hedef belirlemek mümkün. Lise için önemli olan çocuğun kişiliğine, başarılı olduğu ve sevdiği alanlara göre yönlendirilmesidir.

Lise Tercihi Nasıl Yapılmalıdır?

Kişinin temel dersleri öğrendiği ortaokul döneminde hangi alana daha yatkın olduğu ortaya çıkmaktadır. Öğrenci sosyal bilimlere mi fen bilimlerine mi yoksa dil alanına mı daha yatkın bunu anlamak için ortaokul başarısı göz önünde bulundurulabilir. Bu doğrultuda okullar araştırılarak çocuğu yönlendirmek önemlidir. Bunun dışında lise tercihi boyutunda özgüven dikkate alınmalıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi özgüvenin bu dönemde sağlıklı bir şekilde korunması ileriki yılları olumlu yönde etkileyecektir. Bu anlamda öğrencilerin sosyal aktivitelere de önem veren liselere gitmeleri desteklenmelidir. Diğer bir dikkat edilmesi gereken nokta ise lisenin ortamının nasıl olduğudur. Yine özgüvenle örtüşen bir konu lisenin ortamıdır. Kişinin kendini rahat ve özgür hissedeceği bir lise ortamında okuması gelişimine katkı sağlayacaktır. Kendine olan güvenini korumasında etkin rol oynayacaktır.

Lise Tercihi Aşamasında Velilerin Rolü

Velilerin lise tercihinde üniversite tercihine göre çocuklarına daha çok destek sağlamaları gerekir. Kendi  kişiliklerini, benlik anlayışlarını yeni yeni oturtan ortaokul öğrencileri desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Etraflarında onları en iyi tanıyanlar da anne ve babalarıdır. Çocukların hangi alanlara daha fazla yönelimleri olduğunu, kişilik gelişimlerini en iyi inceleyecek olan bireyler anne ve babalarıdır. Bu nedenle ebeveynlerin özellikle lise tercihi için çocuklarının gidişatlarını incelemeleri ve tercih konusunda önerilerle desteklerini sağlamaları gerekir. Çocukların kendilerini keşfetmeleri için sorular sormaları, ne istedikleri konusunda çocuklara fırsat tanımaları kendilerini keşfederek doğru lise tercihleri yapmaları için etkili olacaktır.

Lise Tercihi Aşamasında Danışmanlık Almanın Önemi

Liseye geçmeden önce lise tercihi için danışmanlık hizmeti almak öğrencilerin ilerideki eğitim, kariyer hayatı ve sosyal gelişimi için faydalı olacaktır. Aba Psikoloji olarak liseye geçecek öğrencilere verdiğimiz destek daha çok özgüvenlerini korumalarına yöneliktir. Blog yazımızın başında da söz ettiğimiz gibi liseden önce ortaokul döneminde özgüven oluşumu gerçekleşmektedir. Bu nedenle Aba Psikoloji olarak bu dönem özgüveni destekleyici psikolojik destekler vermenin öneminin altını çiziyoruz. Özgüveni destekleyerek kişinin kendini tanımlamasını sağlamanın lise tercihi ve ileriki yıllardaki gelişim için daha verimli olacağını düşünerek lise öncesi bu alana yönelik destekler vermekteyiz.

Read More

Nörogelişimsel bozukluklar ya da Nörogelişimsel sorunlar sağlık konusunda oldukça fazla çalışma isteyen konulardır. Bu konuda yapılan açıklamalar ilk başta insanlarda karamsarlık oluşturabilir. Bunun sebebi ise bu bozuklukları ortadan kaldırabilecek ne bir ilaç ne de bir teknik henüz yoktur.

Fakat bu bozukluklar için söylenebilecek en iyi yorumlardan bir tanesi ise beynin kendini düzeltme kapasitesi ve kendini telafi etme kapasitesi olmasıdır. İnsan beyninim eksikliklerini ortadan kaldırmak için geliştirilmiş özel eğitsel teknikler bulunmaktadır.

İnsan beyninin yine bozuk işleyişinden kaynaklanan ruhsal sorunları düzeltebilmek için geliştirilmiş psikoterapi teknikleri de bulunmaktadır. Bunlar toplumsal tarihin ve kültürün bizlere mirasıdır. Bu yüzden bu bozukluklar için yapılacak çok fazla şey vardır.

Nörogelişimsel Bozukluklar İçin Yapılması Gerekenler

Nörogelişimsel bozukluklar tedavi için bazı aşamalara ihtiyaç duymaktadır. Bu durumları iyi bir şekilde organize etmek ve planlamak gerekiyor. Etkinlik derecelerini ölçmek gerekiyor. Ayrıca bunlara ek olarak en çok merak edilen konulardan bir tanesi ise bu bozuklukların tedavi yöntemi.

Pek çok insanın kafasında bu bozuklukların tedavisi ile alakalı pek çok soru işareti bulunmakta. Bu bozuklukları ilaç ile mi tedavi edelim yoksa psikoterapi yöntemi ile mi tedavi edelim diye sorular oldukça fazla sorulmaktadır.

Özel eğitim ile tedavi yöntemi de son dönemlerde merak edilen bir tedavi yöntemidir. Yani iki uç görüş bu bozuklukların tedavisi için görülmekte. Bir grup sadece ilaç kullanmayı öngörmektedir. Bu ve benzeri durumlar dikkat bozukluğu ve otizm gibi sorunlar içinde vardır.

Ama sadece ilaç kullanmaya teşvik eden grubun bakış açısı oldukça yanlıştır. Çünkü gelişimsel bozukluklar ortadan kaldıracak bir ilaç henüz piyasada yok. Bu yüzden sadece ilaç kullanımı ile bu sıkıntılarda kurtulmak olası bir durum değil.

Ama diğer bir grup ise ilaç kullanmadan tedavi etmeyi ön görüyor. Ama öyle sorunlar var ki o sorunlar ikincil gelişen sorunlar. Davranış sorunları, saldırganlık, kendine zarar verme, iştahsızlık ve uykusuzluk gibi sorunların ortadan kaldırılmasına en büyük yardımcı bazen ilaç kullanımı oluyor.

Sıklıkla tekrar eden epilepsi hastalığı ya da kendine zarar verme gibi durumlarda özellikle ilaç kullanımı oldukça yararlı olabiliyor. Bu durumlar ise bizlere ilacın önemini göstermektedir.

Hem İlaç Hem de Psikoterapi

İki grubunda artısı ve eksilerini göz önüne aldığımız zaman bizlere tedavi için bazı noktalar göstermekte. Bu da hem ilaç hem de psikoterapi tedavi yöntemlerinin eşit olarak ve ölçülü olarak kullanılmasıdır.

Belki hafif olan olgular eğitsel teknikler ile psikoterapi ile tedavi edilebilir. Daha zor ve ağır olan olgularda ise ilaç kullanılması daha gerekli hale getirilebilir. Dolayısıyla bu sorunlara yaklaşımın bilimsel bir yaklaşım olması gerekmektedir.

Tıp Dışı Terapiler

İlaç ve psikoterapi tedavilerinin yanı sıra Nörogelişimsel bozukluklar için yapılan en kötü yaklaşım tıp dışı yapılan terapilerdir. Maalesef tıp dışı terapilere çok fazla prim verilmekte. Örnek vermek gerekirse bitkisel ilaç kullanmanın daha etkili ve zararsız olduğu düşünülür.

Ama bilinmesi gereken şudur ki etkili olan her şeyin aynı zaman bir yan etkisi de bulunmaktadır. Bitkisel ilaçların da diğer uygulanan tekniklerin de yan etkileri bulunmaktadır. Bu tür tedavilerin yapılması için ekip olarak ve mümkün olduğunca uzman kişi gözetiminde tedavi yapılmalıdır.

Aba Psikoloji internet sitesi ve sosyal medya uygulamaları içerisinde bu ve benzeri konular ile alakalı hem bilgiler bulabilir hem de uzman kişilerde bu konular ile ilgili yardım alabilirsiniz.

Read More

Zihinsel engelli kişiler herkesin hayatının her anında görebileceği ve çevresinde olan kişilerdir. Bu kişilere nasıl yaklaşılmalı ve bu engelin sebebi nedir gibi soruların cevaplarını iyi vermemiz ve bilmemiz gerekmektedir. Bu yüzden önce zihinsel engellin ne olduğunu tanımlamak ve ne olduğunu anlatmak gerekiyor. Bu tanımlama ise oldukça zor bir konu olarak dikkat çekiyor.

Çünkü testlere göre bu konuda kararlar verilmektedir. Sadece testler bu durum için yeterli değildir. Adaptif özelliklere yani uyum özelliklerine de bu konuda karar vermek için bakılmaktadır. Ayrıca bir takım sınıflamalar da bulunmaktadır.

Ama çoğunlukla bu yaklaşımlarda testlerin oldukça önemli bir yeri olmaktadır. Kesin bir karara varmak için testler belirleyici bir rol oynar.

Zihinsel Engelli Çocuklar

Zihinsel engellilikte söz konusu olan şeylerden bir tanesi ki özellikle küçük çocuklar söz konusu olduğu zaman zihinsel gecikme ile olan farkın belirlenmesidir. Yani insan beyni gelişen bir yapı olduğu için gelişmesinin geciktiği bazı yapılar zihinsel engellere sebep olabilir.

Fakat bu durumlar gelip geçici durumlardır. Beyin olgunlaşmasını tamamladıkça gecikmiş olan taraflarda bir şekilde normal gelişim sürecini zihinsel engelli kişiler bir şekilde bu gelişimi yakalayabileceklerdir.

Bu çocuklar normale dönebilecek çocuklardır. Bir anlamda öğrenme bozukluğuna, hiperaktif, dikkat bozukluğuna dönüşebilir bunlar. Ama normale doğru zamanla bir yakınlık göstermeleri oldukça olasıdır.

Zihinsel Gerilik ve Genetik

Zihinsel gerilik konusu dikkat edildiği zaman aslında genetik bir yapıdan bahis edilmektedir. Burada ise tartışma konusu oluşturan durumlar söz konusudur. Yine tıp bilimindeki gelişmeler sonucu daha tıp içi düşünenler ve tıp dışı düşününler ile aradaki farklılık olmaktadır.

Hafif Zihinsel engelli tanımı daha çok kültürel nedenlere bağlanmaktadır. Ama bu yaklaşım oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Hafif zihinsel engellilikte de bir genetiklik var. Ağır engelde zaten biyolojik bir temel olduğu bilinmekte.

Sadece çevresel faktörler elbette ağır zihinsel engeliler için daha az rol oynamakta iken hafif engellilerde ise daha fazla rol alan bir faktör olarak dikkat çekiyor. Dolayısıyla engelli kişilere yaklaşım yapılırken bu durumlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Engellilik ve Kültür

Tabi bunlardan bahsederken yapılan testlerde kültürel etkiler asla göz ardı edilmemelidir. Pek çok Afrika ülkesinde modern dünyada uygulanan testlerin bir kısmı uygulanırsa zihinsel engelli kişilerin çıkacağı oldukça söz konusu bir durum.

Bu nedenle zihinsel engellilik konusu nöropsikolog, genetik uzmanı, çocuk uzmanı, çocuk psikiyatrisi ve çocuk nörolojisinin bir arada ele alması gereken önemli ve oldukça kapsamlı bir konudur. Zihinsel Engelli konusu ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile de oldukça etkili ve önemli bir konudur.

Bu ve benzeri psikoloji konularında daha detaylı ve uzmanlardan bilgi almak için Aba Psikoloji resmi internet sitesini ve sosyal medya organlarını takip edebilirsiniz. Alanında uzman ve sayılı kişilerin yardımlarını sosyal medya üzerinden alabilirsiniz.

Read More

Kreş, çocuklar için akademik yaşama adım attıkları önemli bir süreç… Çocuklar bu dönemde sosyalleşir, yeni ilişkiler deneyimler, öğretmen, sınıf gibi kavramları tanır. Ailesinden öğrendiklerinin dışında bazı kural ve düzenlemelere uyum sağlar ve bir gruba dahil olmaya çalışır. Çocuklar kreş ortamında “Ben ve diğerleri” gibi birçok kavramda kendilerini geliştirdikleri önemli bir sürece dahil olurlar. Kreş dönemi, çocukların daha sistemli ve kavramsal anlamda öğrenme sürecine başladığı bir dönem. Aynı zamanda, matematik, türkçe, yabancı dil gibi akademik konular ve okulda alacakları eğitim için bir ön hazırlık niteliğinde…

İdeal Kreş Yaşı Kaç Olmalı?

Kreş, çocuklar için çok önemli bir başlangıç noktası. Peki; ideal kreş yaşı kaç olmalı?

Çocukların gelişim süreçlerinde farklılıklar olabilir. Bu farklılıklar; kişisel-sosyal alandaki becerileri, dil becerileri, sözlü ve sözsüz iletişim becerileri, ince motor – kaba motor kabiliyetleri ve aynı zamanda duygusal gelişim alanlarında gözlenebilir. Bunlar; çocuğu kreşe başlatmama unsuru olabileceği gibi, kreşe başlatma nedenleri içerisinde de yer alabilir. Bu noktada; çocuğun yaşına uygun gelişim sürecinin nasıl olduğuna bakmak gerekir.

Çocukların Gelişim Süreçleri

İlk iki yaşta özbakım veren ile birlikte olan çocuklar, yürümeye başladıklarında kendi kendine var olmayı deneyimler. Özbakım vereninden başka birisi olduklarının, o kişinin bir parçası olmadıklarının farkına varırlar. Özellikle gelişen taklit becerisi, anne babalar için heyecan verici olduğu gibi; uzmanların da gelişim için önemsediği ve gözlemlediği bir yetidir.

Daha sonra “2 yaş sendromu” olarak anılan daha çalkantılı bir döneme girilir. Çocuklar bu dönemde “ben” farkındalığı ile hareket etmeye başlıyor ve birçok işi kendi başlarına yapmak ister. 2-3 yaş döneminde, “paralel oyun evresi” yani çocukların bir arada farklı oyunlar oynamasından çok; birbirleriyle etkileşime girip grup halinde oyunlar oynadıkları dönem başlar.

3 yaş dönemi, şart olmamakla birlikte; ebeveynin gözlem ve fikrine bağlı olarak kreşe başlanabilecek bir dönem… 4 yaşından sonra ise pek çok çocuğun bu konuda uyum sağlayabilmesi söz konusudur. 4 yaş öncesinde tam gün kreş fazla gelebilir. Bu yüzden iyi bir gözlem ve psiko-sosyal gelişim çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir.

Gelişim Farklılıkları

Çocuklar gelişim sürecinde her yeni ayda farklı alanlarda gelişim gösterebilirler. Bazı çocuklarda birtakım gelişim gerilikleri söz konusu olabilir. Peki; böyle durumlarda kreşe başlama kriterleri neler olmalı?

Eğer çocuklar henüz sosyal gelişim göstermemişse ya da tuvalet gibi temel ihtiyaçlarını tek başlarına karşılayamıyorsa, bu süreçleri evde tamamlayıp daha sonra kreşe başlamaları uygun olacaktır. Henüz konuşmaya başlamayan ya da kendi gelişim dönemine uygun kelime haznesine sahip olmayan çocukların; kreş gibi, sosyalleşmesinin mümkün olduğu ve eğitim aldığı bir ortamda bulunmasının dil gelişimi olumlu etkilediği söylenebilir.

Karar Sürecini Etkileyen Diğer Unsurlar

Az önce sözünü ettiklerimiz çocuğun gelişim aşamasına uygun olarak karar sürecinde etkili olabilecek noktalardı. Bunlara ek olarak; özbakım veren kişi, çocuğun okula başlaması ile birlikte kendi yaşamında birtakım değişiklikler planlıyor olabilir. Çalışma hayatına dönmek bu değişiklerden bir tanesi… Böyle bir durumda çocuğun kreşe başlaması ile çalışma hayatına dönme zamanının aynı olmaması gerekir. Çocuğun kreşe daha önce başlaması ve alışma sürecini tamamlaması daha doğru olacaktır. Çocuk kreşe başlarken zorluk yaşadığında yanında olabilmek uygun bir geçiş süreci yaşanmasına olanak verir.

Çocukların akademik yaşama adım attıkları bu süreç büyük önem taşıyor. Kreşe başlanacak döneme doğru karar vermek ve gelişim süreçlerini doğru gözlemlemek gerekiyor. Gelişim dönemleri, kreş, eğitim süreçleri gibi konularda detaylı bilgi almak için aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Ödev yapma ve ders çalışma akademik yaşantının bir parçası… Artık, akademik hayat olarak nitelendirdiğimiz okul ve eğitim hayatı 5 yaş civarında başlıyor. Ödev vermek konusundaki yaklaşımlar kurum ve öğretmenlere göre değişiklik gösterse de 1. sınıf itibariyle çocukların görev ve sorumlulukları arasında ödev yapmak yer alıyor. Peki; çocuklarda ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığı nasıl kazanılır?  Çocuğuna ders çalışma alışkanlığı kazandırmak isteyen ebeveynler için ne gibi prensipler vardır?

Çocukların sorumlulukları ödev yapmaya başlamak ile değil kabiliyetleri gereği yapabilecek oldukları işlerle başlıyor. Motor kabiliyetleri yeterli ölçüde gelişen bir çocuğun; kendi kendine giyinebilmesi, kendi kendine yemek yiyebilmesi ev içerisindeki iş bölümünde belli görevlerinin olması bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Ders Çalışma ve Ödev Yapma Alışkanlığını Etkileyen Faktörler

Ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığı her yaştaki bireyler için söz konusu olan bir sorumluluk ve aynı zamanda yaşanabilen bir problemdir. Peki; hangi yaş dönemlerinde hangi durumlar bu alışkanlığı etkiliyor olabilir?

Az önce de sözünü ettiğimiz gibi henüz oyun çağındaki çocukların akademik hayat için adım atmalarıyla birlikte ödevleri olabiliyor. Ödevlerini yapacağı zaman dilimi hakkında çerçeveleyici şekilde konuşmak ya da çocuğu yönlendirmek zihnen bir sınır koymuş olmak anlamına geliyor ve bu motivasyon konusunda yardımcı olabiliyor. Fakat bunun yalnızca ders ve ödevler konusunda değil günlük yaşamdaki tüm faaliyetler için uygulanıyor olması gerekiyor. Zaman kontrolünün etkili biçimde uygulanması ancak bu şekilde mümkün hale gelebiliyor. Zihnen çizilen sınırın görselleştiriliyor olması önem taşıyor.

Motivasyon Konuşmaları Önem Taşıyor

Eğer çocuğun sorumlulukları konusunda bir problem yaşanıyorsa, bunu durumu ders esnasında ya da ilişkinin gergin olduğu bir zamanda olmamak kaydıyla özel olarak ayrılan bir zaman dilimi içerisinde paylaşmak gerekiyor. Bu durumu paylaşırken baskılayıcı ya da karşılıklı çatışmayı güçlendirecek diyaloglardan kaçınmak önem taşıyor. Özellikle ergenlik dönemindeki gençler için bu noktada dikkatle hareket etmek gerekiyor. Ergenlik dönemindeki bireylere sorumluluk ve ödevlerinin gerekliliğini motivasyon konuşmaları ile anlatmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Zaman zaman bu tip konuşmaları bireyin kendi kendine yapması ve motivasyon kaynaklarını keşfetmesi de söz konusu olabiliyor. Uzun vadede neler planlıyor? Bu planlarını yerine getirebilmesi için ona neler yardımcı olabilir? Kimler yardımcı olabilir? Ne tür desteklere ihtiyacı var? Bunun üzerine nasıl bir plan ona yardımcı olacaktır? Hedeflerine ulaşması ve çalışmaları konusunda performansını engelleyen riskler var mı? Bunların önüne nasıl geçebilir, ne tür önlemler alabilir? Bu soruları yanıtlayabiliyor olması, ders çalışma sorumluluğunu yerine getirmesini ve çalışmasını engelleyecek konularda hem kendisine hem çevresine karşı “Hayır!” diyebilmesini sağlayacak önemli faktörler arasında yer alıyor.

Etkili Bir Çalışma İçin Nelere Dikkat Etmek Gerekiyor?

Etkili ve verimli bir ders çalışma için ortam ve düzen önem taşıyor. Motivasyon düşüklüğü ve erteleme davranışını engelleyebilmek için düzen birincil şart… İkinci olarak ders çalışma alışkanlığı olmayan bir kişinin kendisi için doğru ve gerçekçi bir zaman belirlemesi gerekiyor. Aynı anda iki işi birden yapmaya çalışmak verimi düşüren bir durum… Etkili çalışma yöntemlerinde en çok önerilen zamanlama; 25 dakika çalışma ve ardından 5 dakika mola verme şeklinde gerçekleşiyor. Bu durum hafıza ve bilgiyi depolama anlamında da önem taşıyor. Cep telefonunu yakında bulundurmak verimin ve motivasyon düşmesi noktasında en dikkat edilmesi gereken unsurlardan bir tanesi… Çünkü dağılan dikkati toplamak oldukça güç olabiliyor.

Ders çalışma, ödev yapma, öğrenmeye dayalı beceriler, bilgileri uzun süreli hafızaya iletme yöntemleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kendinize özel yöntemleri keşfetmek için test yaptırabilir ya da bu konuda danışmanlık hizmeti alabilirsiniz. Konu hakkında detaylı bilgi ve destek için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More