Şiddete maruz kalmak çocuğun kendine ve diğerlerine olan güvenini zedeliyor. Çocuğun küçük ve masum dünyasında şiddet, taşıyabileceğinden çok daha büyük ve sarsıcı etkilere yol açıyor. Çocuk şiddetle aile içerisinde, akranları arasında, televizyonda, internette, oynadığı bir oyunda tanışabiliyor. Kimi zaman şiddet fiziksel olarak direk çocuğa veya çocuğun tanık olacağı şekilde başkasına uygulanıyor.

Hakaret, alay, küfür, aşağılama içeren sözler, lakaplar ise sözel şiddet olarak çocuğun dünyasına giriyor. Dışlama, ihmal etme, görmezden gelme, ötekileştirme, utandırma ve sözel şiddet içeren söylemler de yine duygusal şiddet içeriyor. Medyada çocuk bilinçsizce kan, savaş, kavga, silah, intihar, cinayet gibi şiddet içerikli sahnelere maruz kalıyor.

Çocuğun dünyasında şiddet tanıdık, alışılmış bir hal aldığında öz benlik gelişmiyor, dünya güvensiz ve korkutucu hale geliyor. Çocuk şiddet karşısında ya içe kapanıp korkuyor ya da kendini korumak için diğerlerine gardını alıyor. Dolayısıyla diğerlerine güvenmeyen, kavgacı, zorba, mutsuz bir çocuk karşımıza çıkabiliyor. Şiddet türü ve sebebi ne olursa olsun tüm çocukları derinden sarsıyor.

Şiddetle ne zaman nasıl tanışıldığı, sıklığı, yoğunluğu ve kim tarafından uygulandığı ise etkinin büyüklüğünü belirliyor. Çocuğun dünyasını en çok etkileyen ise aile içi şiddete maruz kalmak oluyor.

Çocuklar Şiddetle Nasıl Tanışıyor?

Çocuğun dünyasında şiddete maruz kalmak daha dünyaya gözlerini açmadan önce, anne karnında dahi başlamış olabilir. Annenin aile içi şiddete maruz kalması veya aile dışında şiddete maruz kalması fetüse etki eder. Annenin korkuları, kaygıları, stresi, güvensizliği çocuğa geçer. Dolayısıyla anne hamilelikte fiziksel, sözel veya duygusal şiddet yaşıyorsa çocuk daha doğmadan şiddetle tanışır.

Aile içinde çiftler arasında şiddet söz konusu olduğunda çocuk korksa da bu duruma müdahale etmeye çalışır. Hem tanık olarak hem de önlemeye çalışarak çocuk ailede şiddete maruz kalır. Şiddeti uygulayanı engellemeye, maruz kalanı savunmaya çalışabilir. Kaç yaşında olursa olsun çocuğun maruz kaldığı şiddet ebeveynleri olmak üzere tüm dünyaya güvenini sarsar.

Bu müdahaleler içerisinde şiddete tanıklık eden çocuğun duygusal olarak etkilenmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla çocuk için ailede duygusal şiddete maruz kalmak kaçınılmazdır. Ancak kimi zaman bilinçli veya farkında olunmaksızın çocuğa da şiddet uygulanabilir. İtme, vurma, hakaret etme gibi aile içi şiddet sırasında çocuğa da zarar gelebilir.

Kimi zamansa aile içerisinde eşler küçük çocuğun etkilenmeyeceğini düşünerek kavgalarını kapalı odalar ardında yapar. Ancak kaç yaşında olursa olsun çocuğun farkındalığı oldukça yüksektir. Çocuk kapalı kapılar ardında yapılan tartışmaları, fiziksel, sözel ve duygusal şiddeti fark eder. Görmese de duyduğu sesler çocuğun zihninde olumsuz imajlara dönüşür ve en az görmek kadar çocuğu etkiler.

Şiddete Maruz Kalmak Kadar Şiddet Sonrası Süreç de Çocuğu Olumsuz Etkiliyor

Kavga anı kadar şiddet sonrası durum da çocuğu örseler. Babanın veya annenin evden ayrılması, ebeveyninin bir köşede ağlaması, yaralanması, zarar görmesi çocuk için şiddetin devamı niteliğindedir.

Bazense ailenin yeterli sosyal ve duygusal desteğinin olmaması çocuğun arkadaş, terapist yerine konmasına neden olur. Çocuk çiftler arasında arabuluculuğa zorlanabilir. Çocuk üzerinden sorunlar çözülmeye çalışılabilir. Veya çocuğa aile içi sorunlar aktarılıp ona duygusal yükler yüklenebilir. Ebeveynler çocuğun olmadığı bir ortamda yaşanan şiddeti çocuğa doğrudan anlatabilir. Kimi zamansa ebeveyn veya diğer aile üyeleri çocuk üzerinden bilgi almaya çalışabilir. Çocuğa hafiyelik yaptırılabilir.

Tüm bunlar da yine çocuk için doğrudan şiddete maruz kalmak ile eşdeğer etkidedir. Aile içerisinde çocuğun anlamlandıramadığı küslükler, tripler ve imalar da çocuk için şiddettir. Çocuğun yokluğunda bir sorun yaşanmıştır ve çocuk bunu bilmemekte ama olay sonrası etkilerine tanık olmaktadır. Çocuk için ilgilisi olmadığı ama maruz kaldığı bu durum yine duygusal şiddete girmektedir.

Aile dışında, okul, sosyal çevre, öğretmen, medya, akranlar da şiddetin kaynağı olabilmektedir.

Şiddete Maruz Kalmak Çocukta Hangi Belirtilerle Kendini Gösteriyor?

Şiddete maruz kalmak çocuğun dünyasında mutlaka belirgin değişiklikler ve tepkilerle açığa çıkıyor. Ancak bunların şiddete mi yoksa farklı bir soruna mı bağlı olduğunu anlamak kolay olmuyor. Burada teşhis için ailenin ve varsa öğretmenin farkındalığı önemli bir rol oynuyor. Sorunlar ne kadar erken gözlenir ve profesyonel destekle müdahale edilirse çocuğun etkilenme oranı o kadar düşüyor.

Şiddete maruz kalan çocukta görülen belirtiler şiddetin türüne, sıklığına, şiddetine ve çocuğun yaşına göre değişiklik gösteriyor. Çocuğun duygusal desteği varsa, aile içi ilişkiler ve ebeveyn tutumu sağlıklıysa etkilenme oranı o kadar düşüyor. Çocuğun maruz kaldığı şiddet aile içerisindeyse, yoğunluğu, sıklığı ve şiddeti fazlaysa etkileri de o kadar büyük oluyor. Şiddete maruz kalmak çocukta şu belirtilerle açığa çıkabiliyor;

  • Uyku sorunları,
  • Yeme sorunları,
  • Olumsuz duygu ve düşünceler,
  • Aşırı endişe, korku ve kaygı hali,
  • Alt ıslatma,
  • Parmak emme, tırnak yeme,
  • Psikolojik konuşma bozuklukları,
  • Pasif agresif davranışlar,
  • Aşırı öfke, sinirlilik, huzursuzluk,
  • Çevreye, sevilen şeylere ilgisizlik,
  • Konsantrasyon güçlükleri, hatırlamada güçlük,
  • Artan refleksler ve kendini sakınma hali, irkilmeler,
  • Okul fobisi (okula gitmeyi reddetme)
  • Sosyal fobi görülme durumları,
  • Akademik başarıda ve okula ilgide azalma,
  • Akran ilişkilerinde zayıflama,
  • Aile içi iletişimde azalma.

Çocuk aile içi şiddete maruz kaldığında ve şiddete tanık olma süresi ve sıklığı artığında aile de çocuğu fark edecek halde değildir. En az bir aile bireyi çocukla benzer bir duygu durum içerisindedir. Dolayısıyla bu tabloda çocuk gözden kaçabilir. Çocuğun verdiği belirtiler gözden kaçtığında şiddete maruz kalmak çocuğun dünyasında yıkıcı etkilere yol açabilmektedir.

Şiddete Maruz Kalmak Çocuğun Dünyasını Nasıl Etkiliyor?

Şiddete maruz kalmak çocukta birtakım belirtilerle kendini gösterse de bu belirtiler gözden kaçtığında daha büyük hasarlar açığa çıkar. Çocuk yalnız kalmaktan korkabilir ancak özellikle şiddet aile içerisinde ise çocuk kendine duygusal destek bulamayabilir. Çocukta gelişen korku ve kaygı önü alınmadığında genel kaygı bozukluğuna dönüşebilir. Korkular yaygınlaşabilir. Çocuk zarar görme korkusu ile herkesten ve her şeyden kaçınmaya başlayabilir.

Çocukta depresyon ve öz kıyım düşünceleri artabilir. Şiddetle başa çıkamayan çocuk, şiddeti problemleri çözme yöntemi olarak görürse kendi hayatında da kullanabilir. Karşılaştığı sorunları çözmek için şiddete ve zorbalığa başvurabilir.

Uzun süreli şiddete maruz kalma sonucu olarak çocukta gelişim düzeylerinin altında olgunluk görülebilir. Fiziksel ağrı, acı, hastalık gibi somatik yakınmalar, tuvalet eğitiminde ve dil gelişiminde gerileme gözlenebilir.

Şiddetle erken yaşlarda ve özellikle anne karnında tanışmışsa çocukta bağlanma sorunları açığa çıkabilir. Çocukta ayrılık anksiyetesi gelişebilir. Duygularını sözel veya fiziksel olarak paylaşamayan çocukta öfke nöbetleri, saldırganlık açığa çıkabilir. Çocukta ağlamalar, kontrol kaybı, kolay sakinleşememe ve ilgiyi reddetme görülebilir. Özellikle erken yaşlarda maruz kalınan ilgi eksikliği ve şiddet çocuğun bilişsel gelişimini olumsuz etkileyebilir.

Bilişsel gelişim kadar duygusal ve fiziksel gelişim de olumsuz etkilenir. Uyku ve yeme bozuklukları çocuğun fiziksel gelişimini yavaşlatabilir. Dikkat ve konsantrasyon güçlüğü yaşayan çocuklarda iletişim olumsuz etkilenir ve okul başarısı, öğrenme süreci de olumsuz etkilenir. Bilgiyi işlemek kadar bilgiyi geri getirmek yani hatırlamakta zorlaşır. Dolayısıyla şiddete maruz kalmak çocuğun okul başarısında da ciddi olumsuzluklara yol açar.

Özgüven, öz benlik ve öz saygı gelişmez. Empati ve sağlıklı iletişim becerileri gelişmez. Sağlıklı problem çözme becerileri öğrenilemez ve uygulanamaz.

Şiddete Maruz Kalmak Ergenlikte de Olumsuz Sonuçlara Yol Açmaktadır

Çocuğun dünyası şiddetten ne kadar olumsuz etkileniyorsa ergenin dünyası da en az o kadar olumsuz etkilenir. Ergenlikte şiddete maruz kalmak duygusal, sosyal, akademik sorunlara neden olur. Akademik başarı düşer, kişiler arası ilişkiler zayıflar. Üstelik ergenlikte bireyin yaşadığı fiziksel, duygusal ve bilişsel değişim şiddete çocuktan daha farklı tepkiler verilmesine neden olur.

Genç ailedeki şiddete karşılık verebilir. Şiddet gören kadar uygulayan konumuna da gelebilir. Genç kendine veya sevdiklerine yönelik şiddeti durdurmak için planlar yapabilir. Gençlerde depresyon ve öz kıyım düşünceleri çocuğa oranla daha fazla görülmektedir. Genç ailede bulamadığı duygusal ve fiziksel desteği karşılamak için riskli sosyal gruplara ve arkadaşlıklara yönelebilir. Bir gruba ait olmak ve duygusal olarak rahatlamak için zararlı alışkanlıklara yönelebilir.

Riskli davranışlar sergileyebilir veya sigara, alkol, madde kullanımına yönelebilir. Ayrıca şiddete tanık olan ve maruz kalan çocuk ve ergenlerde yalan söyleme davranışı da artabilir. Zararı hafifletmek ve cezadan kaçınmak için çocuk veya ergen yalana başvurabilir. Yalanın işe yaradığını görürse bunu bir alışkanlık haline getirebilir.

Medyada Şiddete Maruz Kalmak Çocuğu Derinden Etkiliyor

Şiddete maruz kalmak gerçek yaşam dışında medya aracılığı ile de gelişebilir. Çocuk aile içerisinde ve dış dünyada şiddete maruz kalıyorsa bunun üzerine medya eklenince şiddet pekişiyor. Çocuk medyada gördüğü zorbalardan korkabiliyor veya şiddetten etkilenme boyutuna göre zorbayı taklit edebiliyor. Çocuk eğer şiddetle gerçek dünyada ve aile içerisinde tanışmamışsa medyadaki şiddetin etkisi korkutucu olabiliyor. Bu etki çocuğun yaşına, mizacına ve şiddete maruz kaldıktan sonra verilen desteğe göre değişiyor.

Çocukların ekran, internet, tablet karşısında yalnız bırakılmaması gerekiyor. Ailenin hiç farkına varmadığı bir sahne, görsel çocuğun dünyasında derin etkilere neden olabiliyor. Bizlerin dikkatini çekmeyen bir bağırma sahnesi, kötü bir bakış, azarlama dahi çocuğu korkutabiliyor. Akabinde çocuk maruz kaldığını iyileştirebilmek için aileye sorular sorabiliyor, nedenlerini öğrenmeye çalışıyor.

Ancak henüz konuşmayan bir çocuk bunu yapamıyor. Ya da konuşan ama aileye kendini ifade edemeyen, ailenin yeterli ilgi göstermediği bir çocuk bu sahneyle başa çıkmakta güçlük yaşıyor. Uyku sorunları, kabuslar, aşırı refleksler, tikler, fobiler, psikolojik konuşma bozuklukları ve gerileme davranışları (Alt ıslatma, parmak emme gibi) görülebiliyor.

Aileler çocuğun ekran kullanımına izin veriyorsa mutlaka yanında eşlikçi olmalıdır. Çocuğun izleyeceği içerikler çocuğun yaşına uygun olmalıdır. Aile içeriği mümkün oldukça önceden incelemeli sonra çocuğa sunmalıdır. Çocukta duygusal ve davranışsal farklılıklar görülmeye başlandıysa mutlaka medyada maruz kaldığı içerikler gözden geçirilmelidir. Çocuk ekran karşısında yalnız bırakılmamalı ve uzun süreli ekran kullandırılmamalıdır.

3 yaşına kadar ekranla tanıştırmamak ve yaşına uygun şekilde sınırlı ve değerli içerikler sunmak önemlidir. Çocuk izlediği bir içerikten sizin fark etmediğiniz şekilde olumsuz etkilenmiş olabilir. Masumane bir çizgi film dahi bu etkiye yol açabilir. Bu yüzden çocuğa eşlik etmeniz oldukça önemlidir. Eşlik etmenin yanı sıra sizin de farkındalıkla izlemeniz ve çocuğa konuyla ilgili sorular sormanız önemlidir. Böylece çocuğun nereye takıldığını ve neden etkilendiğini bulmak kolaylaşacaktır.

Şiddete Maruz Kalmak Pek Çok Açıdan Olumsuz Sonuçları Doğuruyor

Çocukların ve gençlerin benlikleri inşa ettikleri, geleceklerine yön verdikleri süreçte şiddetle karşılaşması yıkıcı etkiye sahiptir.

Şiddete maruz kalmak hem çocuk hem ergen hem de yetişkin için fiziksel, duygusal, bilişsel ve sosyal açıdan zarar verici niteliktedir. Çocuk ve ergen şiddet sonrası iyi takip edilmeli aile gerekli desteği sunamıyorsa mutlaka psikolojik destek alınmalıdır. Aba psikoloji olarak bu noktada çocuk, ergen ve ailelerle çalışmaktayız. Duygusal etkiler kadar akademik hayatta yaşanan sorunlar için de bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Uyum ve davranış bozuklukları çocuğun içinde bulunduğu çevredeki ilişkilerinde ve diğerleri tarafından kabulünden zorluklara neden olur. Hangi yaş aralığında görülürse görülsün uyum ve davranışa yönelik bozukluklar çocuk ve aile için zorlayıcıdır. Çocuğun uyum sağlamakta zorlandığını veya davranış bozuklukları gösterdiğini fark etmek her zaman kolay değildir. Ailenin bozukluğu fark edebilmesi için fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişim dönemlerini iyi bilmesi gerekir.

Bozukluk zannedilen şeyler çocuğun gelişimsel olarak henüz kazanmasının erken olduğu beceriler olabilir. Yazımızın devamında uyum ve davranış bozukluğundan bahsedebilmek için dikkat edilmesi gereken faktörleri ele alacağız. Çocuklarda neden bu bozukluklar görülüyor ve ne şekilde görülüyor detaylarıyla paylaşacağız.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları Nasıl Anlaşılır?

Çocuklarda uyum ve davranış bozuklukları olduğunu anlayabilmek için birtakım belirtileri gözlemlemek gerekir;

Bazı uyum ve davranış sorunu zannedilen belirtiler çocuğun içinde bulunduğu gelişim döneminin tipik belirtileri olabilir. 2 yaş sendromu belirtileri gösteren bir çocuğun her şeye hayır demesi, tutturma ve inatlaşmaları, öfkesi bu yaş dönemine ait davranışlardır. Çocuk tuvalet eğitimi alıyorsa mesane kontrolünü kazanana ve tuvaleti kullanmayı öğrenene kadar altını istemsiz ıslatabilir.

Aynı şekilde görülen uyum ve davranış sorunlarının ne sıklıkta görüldüğü de bozukluk diyebilmek için önemlidir. Çocuklar kendilerini güvende hissettikleri (çoğunlukla ev ortamı, aile yanı) daha huysuz, hırçın, aşırı davranışlar gösterebilir. Bu davranışlar bir nevi negatif enerjilerini boşaltma yöntemidir. Pandemide olduğu gibi çocukların sürekli evde olması, okul, park, bahçe imkanının olmayışı çocukların huzursuzluğunu artırabilir.

Çocukta uyum ve davranış bozuklukları olduğunu söyleyebilmek için dönemi ve sıklığı kadar şiddeti de önemlidir. Çocukta uyumsuzluğun ve olumsuz davranışların şiddeti artığında bozukluğa dönüşmektedir. Ayrıca olumsuz bir davranışa farklı uyum ve davranış sorunları eşlik ettiğinde de bozukluktan söz edilebilir. Örneğin alt ıslatmaya, kekemelik, konuşma bozukluğu, kaçınma, saklanma gibi davranışlar eşlik ediyor olabilir.

Çocukta korku, kaygı, stres belirtileri yoğun olarak görülüyor olabilir. Bu davranışlar sürekli ve yoğunsa, başka olumsuz davranışlar eşlik ediyorsa, bir döneme özel belirtiler değilse bozukluktan söz edilebilir.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları Neden Görülür?

Çocuklarda görülen uyum ve davranış bozuklukları çoğunlukla duygusal ihtiyaçların karşılanmaması sonucu gelişir. Ebeveynleri tarafından ihmal edilen, temel ihtiyaçları, sevgi, güven ihtiyacı karşılanmayan çocuklarda daha sık görülmektedir. Olumsuz ve hatalı ebeveyn tutumları da uyum ve davranış sorunlarının gelişmesine neden olabilmektedir.

Aşırı otoriter, baskıcı tutumlar kadar ihmalkar, aşırı hoşgörülü ve aşırı korumacı, mükemmeliyetçi tutumlarda da görülür. Anne babanın fiziksel ve duygusal yokluğu, onlarla etkili ve verimli zaman geçirememek de sorunlara neden olur.

Ailede, medyada veya sosyal hayat içerisinde akranlarından veya yetişkinlerden görülen şiddet de sorunlara yol açar. Şiddetin her türlüsü uyum ve davranım bozuklukları görülmesine neden olabilir. Fiziksel, sözel, duygusal şiddet görmek, şiddet içerikli olaylara maruz kalmak, tanık olmak gibi. Ebeveynlerden birinin veya ailede sevilen birinin vefatı, uzun süreli istirahat gerektiren önemli hastalıklar da sorunlar görülmesine neden olabilir.

Boşanma, yeni bir kardeş, yaşam alanında ve düzeninde ani değişiklikler de bozukluklara yol açabilir. Okul, şehir, ülke değiştirmek, sık olarak öğretmen veya bakıcı değiştirmek, taşınmak gibi. Ayrıca afetler ve salgınlar gibi toplumu etkileyen olaylar da çocuklarda uyum ve davranış bozuklukları görülmesine neden olabilir.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları Nelerdir?

Yukarıda bahsettiğimiz faktörlere dikkat ederek listede yer alan sorunlar gözleniyorsa çocukta uyum ve davranış bozuklukları olduğundan bahsedebiliriz.

Psikolojik kökenli kekemelik nedenleri ve yapılması gerekenler

Psikolojik kökenli kekemelik kekemeliğin biyolojik bir nedene bağlı olmaksızın ortaya çıkmasıdır. Çoğunlukla korku, kaygı ve stresin eşlik ettiği yaşam olayları sonrası gelişir. Çocuğun travmatik bir olay yaşaması veya olaya şahit olması kekemeliğe neden olabilir. Kazalar, afetler, aile içi şiddet, boşanma, bir şeyle korkutulma kekemeliğe neden olabilir. Hatalı ebeveyn tutumları, akran zorbalığı, yas, istismar da kekemeliğe neden olabilir.

Psikolojik kekemeliğin altında yatan neden çalışıldığında çoğunlukla sorun düzelmektedir. Çocuklukta bir nedene bağlı olarak gelişen kekemelik ergenlik sorunlarıyla beraber daha fazla ilerleyebilir. Bu nedenle çocuklukta görülen uyum ve davranış bozuklukları mutlaka zamanında çözülmelidir.

Kekemelik söz konusu olduğunda çocukla alay edilmemeli, o konuşurken sabırsız, tahammülsüz davranışlar gösterilmemelidir. Çocuğun anlattıklarına ilgi gösterilmeli, normal bir sohbette olduğu gibi üzerine sorular sorulmalıdır. Çocuk hızlı konuşması için acele ettirilmemelidir. Taklit etmek, küçümsemek, cümlelerini tamamlamaya çalışmak doğru değildir. Çocuk konuşurken mutlaka tüm ilgi ve dikkat onda olmalıdır.

Konuşurken başka şeylerle ilgilenmeniz ona sıkıldığınızı hissettirecektir. Bu yüzden zamanınız yoksa bunu ona ifade etmeli ve ilk müsaitliğinizde onu dinlemek için vakit ayırmalısınız.

Parmak emme nedenleri ve yapılması gerekenler

Parmak emme yaşamın ilk 1 yılında bebek için doğal bir reflekstir. Daha anne karnında parmak emmeye başlayan bebek için doğum sonrasında da bunu sürdürmek olağandır. Zamanla parmağın yerini bebeğin tutup kavrayabildiği diğer nesneler alacaktır. Ancak yaşamın ilk yılında olağan olan bu davranış ileri yaşlarda da karşımıza çıkabilmektedir. Parmak emme kaygı, korku, stres sonucu geliştiğinde uyum ve davranış bozuklukları içerisine girebilmektedir.

Çocuk rahatlamak için kendini güvende hissettiği döneme yani bebekliğine dönmek isteyebilir. Bebekken onu rahatlatan parmak emme davranışını tekrar ederek olumsuz duygularla başa çıkabilir. Yeni bir kardeşin gelmesi, boşanma, yas gibi zorlayıcı durumlar parmak emme davranışının görülmesine neden olabilir.

Çoğunlukla 2 yaş sonrası görülmeye devam eden yoğun ve sık parmak emme bozukluk belirtisidir. Okul çağı çocuklarında da görülebilmektedir. Kimi durumlarda parmaklarda yaralara dahi neden olabilmektedir.

Çocuğa parmak emmeyi bırakması yönünde baskı yapılmamalıdır. Diğer sorunlarda olduğu gibi bunda da altında yatan nedenler keşfedilmeli ve çözülmelidir. Parmak emmek yerine çocuğun rahatlamasına destek olacak farklı alternatifler sunulmalıdır. Bebek yeterince emme refleksini doyurmamış, memeden erken kesilmişse biberon, emzik kullanılabilir.

Tırnak yeme nedenleri ve yapılması gerekenler

Tırnak yeme davranışı çoğunlukla kaygı sonucu gelişmektedir. Aşırı baskıcı-otoriter tutumla yetiştirilen çocuklarda görülebilmektedir. Çocuğun yeterli sevgi ve ilgiyi görmeyişi, aşırı mükemmeliyetçi ebeveyn tutumları da tırnak yeme davranışını desteklemektedir. Çocuk duygu ve düşüncelerini aile içerisinde ifade edemiyorsa, eleştiriliyorsa veya aile bireylerinden çekiniyorsa görülebilmektedir. Tırnak yeme müdahale edilmediğinde sağlık açısından da zararlı olabilmektedir. İlerleyen durumlarda tırnak etleri yara olabilmekte ve iltihaplanabilmektedir.

Çözüm için mutlaka altında yatan nedenler tespit edilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Aile çocuğun tırnak yeme davranışına dikkat çekmemelidir. Çocuğu cezalandırmak, sürekli uyarmak davranışı azaltmak yerine artıracaktır. Ailenin önceliği davranışı kontrol altına almaya çalışmak yerine davranışa yol açan nedenleri çözmek olmalıdır.

Uyum ve Davranış Bozuklukları Olarak Fobiler (Korkular) ve Kaygılar

Fobiler(korkular) çoğunlukla korku kültürüyle büyütülen çocuklarda görülmektedir. Hurafeler, korkunç hikayeler, kötü yaşam olaylarına tanık olmak veya yaşamak çocukta fobilere neden olabilir. Kaygılar ise çoğunlukla hatalı ebeveyn tutumlarının sonucudur. Baskıcı-otoriter tutum, aşırı mükemmeliyetçi ebeveynler veya aşırı korumacı ebeveynler kaygının kaynağı olabilir.

Çocuk ailenin gerçekdışı beklentilerini karşılayamadığı için ailenin sevgisini kaybedeceğini düşünerek kaygı duyabilir. Veya çocuk ailenin aşırı korumacı tutumuyla büyümüşse aile dışında bir ortamda yalnız kaldığında performans kaygısı duyabilir.

Çalma (Kleptomani)

Çalma davranışı okul öncesi dönemde görüldüğünde uyum ve davranış bozuklukları arasına alınmamaktadır. Çalmanın bozukluk olarak tanınabilmesi için ilkokul ve sonrası dönemde görülüyor olması gerekir. Bunun nedeni ilkokul öncesi dönemde çocukta aidiyet ve mülkiyet duygusunun gelişmemiş olmasıdır.

Ben merkezci yapıdaki çocuk için erişebileceği her şey onundur ve izin almaya gerek yoktur. Çocuk kendine ait olan ile başkalarına ait olanın farkını ilkokul sonrası dönemde öğrenecektir. Bu nedenle yaş ve gelişim dönemi bozukluk kabul edebilmek için göz önünde bulundurulmalıdır.

Yalan söyleme (mitomani) nedenleri ve yapılması gerekenler

5-6 yaşlarına kadar söylenen yalanlar çocuğun hayal dünyasının ve oyunlarının ürünü olarak düşünülür. Bu dönemde çocuk söylediği yalanlarla oyun kurar, -mış gibi yapar. Farklı rollere girerek, farklı duygu ve davranışları deneyimler. Ancak ilkokul ile birlikte çocuğun bilinçli yalanları başlar. Bu yalanlar cezadan kaçınmak veya zevki sürdürmek için olabilir.

Çocuk yalan söyleyen yetişkinleri veya akranlarını görerek taklit edebilir. Onların yalan sonucu elde ettiği avantajları görerek örnek alabilir. Aşırı tepki göstermek, kızmak, cezalandırmak çocuğu yalandan uzaklaştırmak yerine, daha çok yalana iter. Çocuğun yalan söylemesinin altında yatan nedenler saptanarak bir uzman yardımıyla ve yakın aile bireylerinin işbirliğiyle çözüme gidilebilir.

Saç yolma (Trikotillomani) da Uyum ve Davranış Bozuklukları Arasındadır

Çoğunlukla küçük kız çocuklarında görülen saç yolma davranışı yine artan duygusal baskı sonucu açığa çıkmaktadır. Çocuk için saç yolma rahatlama kaynağı haline dönüşmektedir. Stres altındayken çoğunlukla açığa çıkmaktadır. Duygu ve düşüncelerini ifade edemeyen, ilgiden ve sevgiden yana eksik kalmış, güvenli bağlanamamış çocuklarda görülmektedir. Saç yolmaya kimi durumlarda saç yeme davranışı da eşlik edebilmektedir.

Alt Islatma (Enürezis) nedenleri ve yapılması gerekenler

Alt ıslatma nedeni çocuğun henüz mesane kontrolünü kazanamamış olması olabilir. Ancak çocuk tuvalet eğitimi almış, bir süre mesane kontrolünde başarılı olmuşsa psikolojik bir neden düşünülebilir. Çocukta fiziksel bir problem yoksa (idrar yolu enfeksiyonları, ateşli hastalıklar gibi) nedeni duygusal olabilir. Ebeveynin ilgisinin azalması, yeni bir kardeş gelmesi, boşanma, yas tetikleyici olabilir.

Gerileme davranışı olarak karşımıza çıkan psikolojik kökenli alt ıslatma çocuğun ilgi ve sevgi ihtiyacının belirtisidir. Aile çocuğu alt ıslatma davranışı nedeniyle rencide etmemelidir. Başkalarının yanında bu sorunla ilgili konuşulmamalıdır. Çocuk daha sık tuvalete kaldırılmalı, sıvı tüketimi düzenlenmeli, gece yatmadan önce aşırı sıvı alımı önlenmelidir.

Tikler nedenleri ve yapılması gerekenler

Tik, beden kaslarında istem dışı olarak açığa çıkan kasılmalara verilen genel addır. Göz kırpma, ses çıkarma, öpücük atma, yüz kaslarında oynama, baş, omuz, el hareketleri gibi görülebilir. Tikler çoğunlukla kaygı, stres, korku anlarında artış gösterir. Çocuk tekrar eden bu istemsiz kasılmalarla rahatlar. Tikleri olan çocuklarla alay edilmemeli, istemsiz açığa çıkan bu davranışlar taklit edilmemelidir.

Çocukların tiklerine dikkat verilmemeli, vurgu yapılmamalıdır. Aksi halde çocuğun duyduğu stres ve dolayısıyla görülme sıklığı da artış gösterecektir. Uyum ve davranış bozuklukları söz konusu olduğunda altında yatan nedenin tedavisi sorunun çözülmesini destekleyecektir. Tikler için de yine aynı yöntem geçerli olmaktadır.

Dışkı Kaçırma (Enkoprezis) nedenleri ve yapılması gerekenler

Dışkı kaçırma alt ıslatmaya göre daha az karşılaşılan bir bozukluktur. Ancak dışkı kaçırma az rastlansa da aileleri ve çocuğu zorlayan bir durumdur. Çoğunlukla baskıcı, otoriter ve temizlik obsesyonu olan ailelerin çocuklarında bu sorunla karşılaşılmaktadır. Erken ve zorlayıcı tuvalet eğitimi, temizliye aşırı vurgu dışkı kaçırma sorununa neden olabilmektedir.

Çocuk iki tür dışkı problemi yaşayabilir. Uzunca bir süre dışkısını tutup sonra birdenbire boşaltabilir. Ya da çocuk dışkısını hiç tutamayıp kontrol dışı olarak altına kaçırabilir. Erken ve hatalı tuvalet eğitimi, baskıcı ebeveyn dışında ilgi eksikliği, aile içi şiddet de sorunu tetikleyebilir.

Uyum ve davranış bozuklukları olarak ayrıca uyku bozuklukları, mastürbasyon, aşırı hareketlilik, saldırganlık ve yeme bozuklukları da görülmektedir. Altında yatan nedenler tespit edilip çözülemediğinde mutlaka profesyonel destek alınmalıdır. Çocuklukta çözülmeyen sorunlar ergenlik ve yetişkinlikte daha farklı sorunlar olarak karşımıza çıkabilmekte, kişinin hayatını sınırlandırmaktadır.

 

Read More

Kardeş kıskançlığı hem çocuklar hem de bu zorlu süreci yönetmekte güçlük yaşayan aileler için önemli bir konudur. Özellikle evin ilk çocuğu için aileye yeni katılacak bir çocuğu kabul etmek kolay değildir. İlk çocuklar anne ve babanın ilk heyecanı, ilk tecrübesidir. Ebeveynler ilk deneyimlerinde maddi ve manevi tüm imkanlarını, ilgi ve sevgilerini bebeklerine verir.

Çocukları için hem iyi bir ebeveyn hem de iyi bir oyun arkadaşı olmaya çalışırlar. Hele geniş aile içerisinde de bu çocuk ilkse diğer aile bireyleri de tüm ilgisini ilk çocuğa verir. Sürekli ebeveynlerinin ve diğer geniş aile bireylerinin ilgisini üzerinde hisseden çocuk kardeşi kabul etmekte zorlanır.

Kimi çocuklar doğrudan kıskançlık duygusunu bebeğe yansıtır. Fiziksel olarak reddetme, istememe, kötü davranma, oyuncaklarını elinden alma gibi. Kimi çocuklar ise bebeği sevdiğini bebeğe ve aileye gösterir, sözleriyle sevgisini belli eder. Ancak kendi davranışlarında gerilemeler görülür. Kıskanan çocuğun kazandığı becerileri kaybettiği ve bebeksi davranışlar gösterdiği gözlenebilir. Bebekçe konuşabilir, katı gıda yemeği reddedebilir.

Sürekli kucakta taşınmak isteyebilir, ihtiyaçlarını ve isteklerini ağlayarak dile getirebilir. Tuvalet eğitimi kazanmışsa altına kaçırma, üstünü kirletme davranışları görülebilir. Çocuk özellikle diğer bebeğin daha çok ilgi ve sevgi topladığını fark ettiğinde bu davranışlarını artıracaktır. Kardeş kıskançlığı çocuklarda hatta yetişkinlerde dahi yaşanabilecek duygusal açıdan zorlayıcı bir duygudur. Ancak yaşanması olağandır.

Bireyin fiziksel ve duygusal gelişimini zedelemediği, benlik bütünlüğünü ve öz değerini düşürmediği sürece normaldir. Bu duyguyu ortadan kaldırmak yerine nasıl başa çıkılabileceğini öğrenmek ve öğretmek gerekir. Aileler kardeş kıskançlığının şiddetlenmesinde ve/veya bu duyguyla baş edilmesinde önemli bir role sahiptir.

Hatalı ebeveyn tutumları bu duyguyu perçinlerken yapıcı yaklaşımlar duygunun sağlıklı ifadesini kolaylaştırır. Bu yazımızda kardeş kıskançlığını ele alacağız ve ailelere önerilerde bulunacağız.

Kardeş Kıskançlığı Nedir, Neden Gelişir?

Kardeş kıskançlığı eve/aileye yeni gelen çocuğa gösterilen ilgi, sevgi ve ayrılan zamanın artması sonucu gelişir. Kıskançlık da tıpkı korkmak, sevinmek, üzülmek gibi olağan bir duygudur. Bu duygu anne baba tarafından daha fazla sevilme ihtiyacından kaynaklanmaktadır ve doğal bir duygudur. Diğer duygularımız gibi bu duygumuz da doğal ve sağlıklı şekilde ifade edilmediğinde sorunlara yol açabilmektedir.

Kardeş kıskançlığı sadece kardeşler arasında değil yakın ilişki içerisinde olunan kuzenler arasında da olabilmektedir. Çocuk ebeveynleri kadar büyükanne ve büyükbabayı, teyze, hala, amca ve dayıları paylaşmakta da güçlük yaşayabilir. Her çocuk ebeveynleri için biricik olmayı, onlar tarafından çokça ve en güzel şekilde sevilmeyi ister. Dolayısıyla hangi sırada olursa olsun her çocuğun arzusu en öncelikli olabilmektir.

Ancak ebeveynlerin çocuğa ayırdığı zaman ve gösterdiği ilgi özellikle yaşamın ilk yıllarında daha fazladır.  Bebeğin öz bakım ve beslenme ihtiyacı temel bakım veren anne tarafından karşılanır. Baba da annenin yükünü almak için ona destek olur. Dolayısıyla evde iki veya daha fazla çocuk varsa ailenin daha fazla ilgilenmek durumunda kaldığı çocuğa kıskançlık duyulabilir. Bu duygunun temelinde yatan diğer çocuğa duyulan olumsuz duygular değildir.

Kıskançlığı besleyen asıl duygu geride kalmışlık hissi, fark edilmiyor olmak ve ilgisiz kalmaktır. Çocuğun kıskançlık duygusu diğer çocuktan çok aileye yöneliktir. Çocuk ailenin sevgisini, ilgisini, zamanını bir başka çocukla paylaşmakta zorlanır. Çocuğun olumsuz duyguları aileye yöneliktir. Kendini kırılmış, unutulmuş, terk edilmiş hissedebilir. Güvensizlik ve değersizlik duyguları perçinlenebilir.

Ailenin söz ve davranışları bu olumsuz duyguları desteklediğinde çocuk için kıskançlıkla baş etmek zorlaşmaktadır. Çocuklar arasındaki kıskançlığı kamçılayan da ebeveynin paylaşılamayan sevgisi, onayı ve ilgisidir. Bu nedenle kardeş rekabeti son derece doğaldır. Ailenin uygulayacağı doğru ebeveyn tutumu, çocuklara eşit yaklaşmak, kıyaslama yapmamak kıskançlıkla başa çıkılmasını kolaylaştıracaktır.

Kardeş Kıskançlığı Hangi Belirtilerle Kendisini Gösterir

İlk çocuk dünyaya geldiği günden itibaren ailenin, anne ve babanın dünyasının merkezinde olduğunu yaşayarak öğrenir. Tüm ilgiyi, sevgiyi aileden tek başına alan çocuk bunu paylaşmayı öğrenmekte zorluk yaşar. Çoğunlukla kıskançlık büyük kardeşten küçük kardeşe yönelik olsa da nadir olmakla beraber küçüğün büyüğü kıskandığı durumlarda olabilir. Büyük kardeşin daha fazla ayrıcalığa sahip olması küçük kardeşin kıskanmasına neden olabilir. Kardeş kıskançlığı şu belirtilerle kendisini gösterir;

Büyük çocuk kaybettiği ilgiyi geri kazanabilmek için gerileme davranışları gösterebilir. Kendi başına yemek yiyebilen çocuk kaşığa küsebilir ve ebeveyninin yedirmesini bekleyebilir. Katı gıdaları reddedip kardeşi gibi süt, mama, püre ile beslenmek isteyebilir. Emzik, biberon, meme isteyebilir. Tuvalet eğitimini kazanmış bir çocuk kardeşten sonra alt ıslatmaya başlayabilir. Kakasını tutabilir. Üzerini isteyerek kirletebilir. Bebeksi konuşmalara geri dönebilir.

Konuşarak ihtiyaçlarını anlatmak yerine ağlayarak veya işaretlerle göstererek iletişim kurmaya çalışabilir. Yürümek istemeyip kardeşi gibi emekleyebilir. Sürekli kucakta taşınmak isteyebilir. Parmak emme görülebilir.

Ebeveynlere soğuk, mesafeli davranabilir. Ebeveyn yakınlık gösterdiğinde ilgiyi reddedebilir. Hayali arkadaş çağına geldiyse arkadaşı üzerinden kardeşine yönelik duygularını ifade edebilir. Oyuncaklarını oynatırken kardeşine yönelik duygularını oyun içerisinde ifade edebilir. Öfke nöbetleri, tutturma ve ağlamalar görülebilir. Ailenin ilgisini çekmek için abartılı davranışlarda ısrarcı davranışlarda bulunabilir. Hem gün içinde hem de geceleri aşırı sinirli olabilir, huzursuzluk davranışları gözlenebilir.

Zor sakinleşir ve ailenin yakınlığını bir yandan talep ederken diğer bir yandan reddedebilir. Kendine ya da eşyalara yönelik saldırgan davranışlarda bulunabilir. Önceden sevdiği ve ilgilendiği şeylere artık ilgi göstermeyebilir. Anne- babadan ayrılmayı, evden ayrılmayı, okula gitmeyi reddedebilir. Mide bulantısı, baş ağrısı, halsizlik gibi psikosomatik belirtiler gözlenebilir.

Kendi yatağında uyuyan bir çocuk kardeşin gelmesiyle anne ve babayla uyumak isteyebilir. Kabus, korkunç bir ses gibi bahanelerle anne babanın yanına koşup yatağa dönmeyi reddedebilir. Aslında çocuk bu davranışlarla ebeveyninin sevgisini, sabrını ve ilgisini test etmektedir. Çocukta kardeşe kötü davranma, zarar verme, ondan kötü sözlerle bahsetme, istemeyip reddetme gibi davranışlar görülebilir.

Kardeş Kıskançlığı Başa Çıkmak için Ailelere Öneriler

Kardeş kıskançlığı uygulanan yöntem her ne olursa olsun tamamen ortadan kaldırılamayacaktır. Bu duygu doğal bir duygudur ve sağlıklı şekilde ifade edilebildiği sürece problem yaşanmayacaktır. Ancak çocuğun alenen mutsuz olduğu, kendisine ve kardeşine zarar verdiği, fiziksel, bilişsel, duygusal açıdan gerilediği durumlarda destek alınmalıdır. Kıskançlıkla nasıl baş edebileceğini öğretebilmek için ebeveynlerin doğum öncesi ve sonrası yapması gerekenler bulunmaktadır.

Kardeş Kıskançlığı ile Baş etmek için Doğum Öncesi Yapılması Gerekenler;

Büyük çocuk henüz bir kardeşi yokken de normal sınırlar içerisinde sevilmelidir. Aile çocuğa önem vermeli, ilgi, sevgi gösterip zaman ayırmalıdır. Ancak çocuk tüm dünyanın merkezi haline getirilmemelidir. Her istediği yapılan, kural, sınır tanımayan bir çocuğa kardeşten sonra daha az zaman ayırmak kaçınılmaz olacaktır. Bu da çocuğun kendisini sevgiden mahrum kalmış hissetmesine neden olacaktır.

Büyük çocuk doğum öncesinde dünyaya gelecek kardeşe yönelik bilişsel ve duygusal olarak hazırlanmalıdır. Çocuğa hamilelik, doğum ve doğum sonrası bebek bakımı hakkında yaşına uygun şekilde bilgi verilmelidir. Özellikle hamileliğin ilerleyen dönemlerinde annenin ağır kaldırma, hızlı hareket etme, eğilip, çömelme de zorluk yaşayacağı çocuğa anlatılmalıdır. Çocuk merak ediyorsa doğumun nasıl olacağı, bir bebeğin nasıl dünyaya geldiği yaşına uygun şekilde anlatılabilir.

Doğum sonrası bebeğin ihtiyaçlarının anne-baba tarafından karşılanacağı da çocuğa anlatılmalıdır. Bunun zaman alacağı dolayısıyla da bir süre bebekle daha çok ilgilenmek gerekeceği söylenmelidir. Ancak bu süreçte diğer ebeveyninin onunla ilgileneceği ve dilerse bakımla ilgili konularda anne babasına yardım edebileceği söylenmelidir.

Yeni gelecek bebeğe yapılan hazırlıklarda büyük kardeşten de destek istenebilir, seçimlerde ona da fikir sorulabilir. Aile özellikle cinsiyete yönelik yeni bebekle ilgili çocuğun yanında abartılı sevinç gösterileri yapmamalıdır. Böylece kardeş kıskançlığı ile çocuğun baş etmesi kolaylaşacaktır. Seni daha çok seveceğiz, sen bizim biriciğimizsin, sen daha akıllısın gibi kıyaslama ve rekabet içerikli cümlelerden de kaçınılmalıdır.

Kardeş Kıskançlığı ile Baş etmek için Doğum Sonrası Yapılması Gerekenler;

Doğum sonrası yeni doğanın annenin bakımına birincil ihtiyacı olsa da anne diğer çocuğu ihmal etmemelidir. Anne bebekle ilgilenirken büyük çocuğu tamamen ilgiden mahrum etmemelidir. Babanın veya anneye destek veren diğer kişilerin halledebileceği konularda anne büyük çocukla ilgilenmelidir.

Çocukla doğum öncesinde sürdürülen rutin etkinlikler varsa onlar doğum sonrasında da devam ettirilmelidir. Banyo, uyku öncesi kitap okuma, oyun saatleri gibi. Eğer annenin bizzat ilgilendiği ama doğum sonrası sürdüremeyeceği durumlar varsa doğumdan önce sorumluluklar babaya verilmelidir. Böylece doğuma kadar çocuk babayla yeni bir rutine alışmış olacaktır.

Çocuk Bebeğin Bakımı Nedeniyle İhmal Edilmemelidir

Ebeveynler çocuğa olan sevgisini sözlerden ziyade davranışlarıyla göstermelidir. Aynı şekilde sözlerle davranışlar tutarlı olmalıdır. “Tabi ki seni çok seviyorum” diyen annenin beden dili, göz teması, ses tonu da bu cümleyi desteklemelidir. Ebeveynler ve diğer aile bireyleri çocuğun yanında bebeğe aşırı sevgi gösterilerinden kaçınmalıdır. Bebekle çocuk arasında kıyaslamalar yapılmamalıdır. Bebeğin davranışları yüceltilmemeli, abartılı söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır.

Evde bebekle ilgilenildiğinde mutlaka çocukla da ilgilenenler olmalıdır. Özellikle okula giden çocuk varsa çocuk okuldan geldiğinde onunla ilgilenilmelidir. Çocuğun da hala ilgiye, sevgiye, onaya ve anlayışa ihtiyaç duyduğu unutulmamalıdır. “Abi- abla oldun” gibi çocuğa büyük sorumluluk taşıyan atıflarda bulunulmamalıdır. Aynı şekilde çocuğa hatalı davranışlarında abartılı tepkiler verilmemelidir. Aksi halde çocuğun kardeş kıskançlığı beslenmiş olacaktır.

“Sessiz ol, dokunma, oynama, elleme” gibi sert, emir içeren komutlar yerine izah eden açıklamalar yapılmalıdır. O henüz küçük ve yetişkinler kadar farkındalıklı olmaması, olası riskleri hesap edememesi olağandır. Çocuk gürültü yapıyor ve bebeği uyandırıyorsa aile kızmak yerine çocuğa gürültünün sonucunda kardeşinin uyandığını açıklamalıdır. Çocuğun oyun oynaması kısıtlanmamalı, kardeşi uyurken oynayabileceği daha sakin oyunlar birlikte bulunmalıdır.

Bebeğin uyurken ebeveyn veya diğer aile bireyleri çocukla ilgilenirse çocuğun da ailenin taleplerine uyumu kolaylaşacaktır. Ebeveynler veya diğerleri çocuğu hiçbir sebeple kardeşle kıyaslamamalıdır. Rekabete sevk eden, yücelten veya eleştiren söylemlerden kaçınılmalıdır. Kardeşten sonra okula başlatma, yatağı ayırma, tuvalet eğitimi gibi çocuğun dünyasını iyiden iyiye değiştirecek yeniliklere gidilmemelidir. Çocuk tüm bu farklılıkların nedeni olarak kardeşini görebilir, tepkilerini artırabilir.

Çocuk oyunlarında, konuşmalarında kardeşiyle ilgili olumsuz duygularını ifade ediyorsa susturulmamalı, cezalandırılmamalı, eleştirilmemelidir. Çocuğun kendini ifade etmesine fırsat verilmelidir. Örneğin kardeş kıskançlığı olan bir çocuk oyun içerisinde kardeşinin hasta olduğunu söyleyebilir. Veya kardeş bir daha dönmeyeceği bir tatile gidebilir.

Kardeş Kıskançlığı Yaşayan Çocuk Bebekten Uzaklaştırılmamalıdır

Çocuk kimi zaman sevmek kimi zaman incelemek için bebeğe yaklaşabilir. Bazen isteyerek bazense hiç istemeden bebeğe zarar verebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda aile yine abartılı tepkilerden kaçınmalıdır. Çocuğun bebeğe yaklaşması, dokunması yasaklanmamalı, korkutucu tepkiler verilmemelidir. Çocuğa bebeği nerelerinden ve nasıl sevebileceği gösterilmelidir.

Kardeş kıskançlığı yaşayan çocuğun bu duyguyla baş başa kalmasına fırsat verilmemeli, çocuk yalnızlığa terk edilmemelidir. Çocuğa bebeğin bakımıyla ilgili ebeveyne destek olabileceği sorumluluklar verilmeli, bakım işine o da dahil edilmelidir. Kardeş kıskançlığı ile aile tüm denemelere rağmen başa çıkamıyorsa profesyonel destek alınmalıdır. Destek ihtiyacınız olması halinde Aba psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz.

 

 

 

Read More

Kıyaslama ve rekabet yaşamın ilk yılları itibariyle baş gösteriyor. Kıyaslama çoğunlukla aile ve çevre tarafından yapılıyor. Rekabet ise çocuğun karakteri, çevrenin yönlendirmesi, ortam ve koşullara göre gelişebiliyor. Aslında neredeyse her çocuk dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren rekabete başlıyor.

Bebek temel bakım verenin dikkatini çekebilmek ve ihtiyaçlarını karşılatabilmek için var gücüyle diğerleriyle rekabet ediyor. Bu rekabet kimi zaman ailedeki ilgiye ihtiyaç duyan diğerlerine yönelik oluyor. Kimi zamansa annenin zamanını ayırması gereken, dikkatini dağıtan diğer sorumluluklarıyla ilgili olabiliyor. 4-5 yaş dolaylarında elektra veya oidipus kompleksi yaşanmaya başlıyor. Dolayısıyla çocuk hemcinsi ebeveyniyle rekabete başlıyor.

5-6 yaşlarında ise kıyaslama ve rekabet çocuğun dünyasında daha ön plana çıkıyor. Çocuk bu dönemde fiziksel görünümünden, eşya ve oyuncaklarına, yeteneklerinden beğenilerine her şeyini akranlarıyla kıyaslıyor.

Evde kardeşler varsa tabi onlarla da rekabet etmek kaçınılmaz oluyor. Kıyaslama ve rekabet doğru kullanıldığında çocuğun gelişimini destekliyor. Ancak rekabet kontrolsüz olduğunda çocukların özgüveni zedeleniyor, benlik algısı gelişmiyor.

Çocuk için Kıyaslama ve Rekabet Ailede Başlıyor, Ailede Öğreniliyor

Bebek dünyaya gözlerini açtığında temel ihtiyaçlarını karşılatabilmek ve hayatta kalabilmek için temel bakım verenle ilişki kuruyor. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için verdiği sinyalleri temel bakım verenin doğru alması ve zamanında karşılaması gerekiyor. Eğer ihtiyaçlar yerinde, zamanında ve yeterince karşılanmazsa çocuğun rekabeti başlıyor. Verdiği mesajları anneye iletemeyen bebek kendini gösterebilmek ve duyurabilmek için mesajlarının miktarını ve yoğunluğunu artırıyor.

Böylece daha çok ağlama, daha uzun sürede sakinleşme, anneden ayrılmak istememe gibi rekabet davranışları başlıyor. Bebek biraz daha büyüyüp 3 yaş dolaylarına geldiğinde cinsiyet farklılıklarını fark ediyor. Bu dönemde kızlar için anne erkekler için baba adeta bir rakip haline dönüşüyor. Anne-baba çocuğun çok sevdiği ama bir yandan da karşı cinsteki ebeveynini paylaşmak istemediği hemcinsi haline geliyor.

Kız çocuğu babayı anneden, erkek çocuğu anneyi babadan kıskanıyor. Bu masumane rekabet ebeveynlerin tavır ve tutumuna göre sancılı bir hale gelebiliyor. Çocuğun rekabetine ebeveyn de eşlik ederse çocuğun karakteristik ve duygusal gelişimi örseleniyor. Çünkü ebeveyn çocuğun kazanmasına müsaade etmiyor. Belki de bu sayede çocuk ilk ve en sancılı kaybını yaşıyor.

Anne veya babayla olan rekabetini kazanamayacağını anlayan çocuk pes ediyor. Çocuğun bu vazgeçişi ileri çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik hayatına da olumsuz şekilde yansıyor. Dolayısıyla kıyaslama ve rekabet ailede başlıyor. Aynı şekilde ailede de öğreniliyor. Bu nedenle ailenin rekabet ve kıyaslama noktasında çocuğa doğru rol model olabilmesi gerekiyor.

Ebeveynler Kendi Duygu, Düşünce, Davranış ve Tutumlarıyla Çocuklarına Örnek Olmalı

Ebeveynlerin mutlaka kendi davranış ve tutumlarını değerlendirmesi gerekiyor. Aileler kendilerini, ilişkilerini, bireysel veya ebeveynlik rollerini başkalarıyla kıyaslıyorlar mı değerlendirmeliler. İlgi alanlarını, yetenek ve becerilerini başkalarıyla kıyaslayan anne ve/veya babanın çocuğa öğrettiği de bu olacaktır. Çocuk ebeveynlerinin davranışlarından yola çıkarak akranlarıyla veya kardeşleriyle rekabet etmeyi öğrenecektir. Bu rekabet ona keyif de verebilir, stres ve kırıklık yaşamasına da neden olabilir.

Çocukta açığa çıkacak duygulanım çoğunlukla karakteriyle alakalı olacaktır. Ebeveynler mesleğinde veya kişisel ve sosyal alanında başkalarıyla rekabet ediyorsa çocuğun aileden öğrendiği de bu olacaktır. Dolayısıyla çocuk ilgi ve beceri alanlarına vakit ayırmaktan çok başkalarından üstün gelmeyi öncelikli hale getirecektir.

Başarısız olması halinde çocuk ilgisini çeken ve yetenekli olduğu bu alanda kazanan olamadığından geri çekilecektir. Dolayısıyla ebeveynlerin kendi davranış, tutum ve düşüncelerinin farkına varması gerekir. Rekabetçi biri olduğunu ve bunun kendisini olumsuz etkilediğini fark eden ebeveyn bu konuda destek alabilir. Ebeveynin yapacağı bu iç görü farkına varmadan çocuğuna neyi empoze ettiğini de gösterecektir.

Çocuğun Dünyasında Kıyaslama ve Rekabet Ne Ölçüde Olmalı?

4-6 yaş aralığındaki çocuklarda rekabetçi davranışlar ön plana çıkar. Bu dönemde çocuk kendini diğerleriyle kıyaslayarak öz benliğini keşfeder. Yeteneklerini, kişiliğini, bilgisini ve ilgilerini diğerleriyle kıyaslamalar yaparak ayırt eder. Aynı şekilde çocuk akranlarıyla girdiği rekabet içerisinde elde ettiği başarı ve başarısızlıklar sonrası diğerlerinin hayatındaki değerini belirler. Çocuk başarısızlıklarına rağmen sevilmeye, değer görmeye devam ettiği ortamlarda kendini daha mutlu ve güvende hisseder.

Bu dönemde çocuğun rekabetçi tavırlarının altında yatan neden kendine yetebilir hale gelmiş olmasıdır. Ailesinden belli ölçüde bağımsızlaşan, okul ortamında temel ihtiyaçlarını kendi başına halledebilen, sosyalleşen çocuk özgüven kazanır. Dolayısıyla çocuk kendine yetebilir oluşundan güç alarak becerilerini akranlarıyla kıyaslar. Bu yaş döneminde çocuğun kontrolsüz rekabete ve kıyaslamalara maruz kalmaması gerekmektedir. Bu nedenle çocuk kazanmanın, kaybetmenin veya başarı sıralamalarının olduğu oyunlara, sporlara yönlendirilmemelidir.

Özellikle müsabakaların olduğu sporlar ve gösterilerin olduğu bale gibi sanat dallarında rekabet ön plandadır. Ailenin ve antranörlerin rekabetçi yapısı çocuğun spor ve /veya sanattan uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Çocuk için kıyaslama ve rekabet ön plana çıkmaya başlasa da onun için hala en önemlisi aldığı keyiftir. Ancak yeterince alkışlanmayan, madalya almayan, kürsüye çıkamayan çocuk için kaybetmiş olmak büyük bir hayal kırıklığı olacaktır.

Bu yaş grubunda ailenin ve antranörlerin amacı çocuğa derece kazandırmak değil spora, sanata ilgi uyandırmak olmalıdır. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarını keşfetmek temel amaç olmalı, kazanma duygusu gelecek yıllara bırakılmalıdır.

Ben Merkezci Dönemde Hatalı Ebeveyn Tutumları Nedeniyle Kıyaslama ve Rekabet Çocuğun Karakter Gelişimini Olumsuz Etkiliyor

6-9 yaş aralığında çocuklarda ben merkezci döneme girilir. Bu dönemde aşırı hoşgörülü ebeveyn tutumları çocuğun ben merkezci yapısının kontrolsüz gelişmesine neden olur. Her istediği yapılan, her istediği alınan çocukta doyumsuzluk gelişir. Zaman içerisinde çocuk eşyalarının ve kendisi için yapılanların kıymetini fark etmemeye başlar. Ayrıca çocuk ailesinin bu tutumunu çevresindeki herkesten beklemeye başlar.

Çocuk öğretmenleri, arkadaşları, arkadaşlarının aileleri de ailesiyle benzer tutumlar sergilesin ister. Bu yaklaşım çocuğun ben merkezci yanını besler ve empati gelişmez. Çocuk paylaşmayı bilmeyen, her şeyi kendine isteyen ve sahip olamadığında kırıklığa uğrayan bir hale gelir. Çocuk akranlarıyla ilişki kurmakta, gruba ve kurallara uyum sağlamakta zorluk yaşar.

Çok kolay kırılan, öfkelenen, ağlayan veya küsen bir karakter geliştirebilirler. Pasif agrasif davranışlar gösterebilirler. Dolayısıyla gelecekte bu çocuklar bencil, hoşgörüsüz, empatik ilişki kuramayan, doyumsuz bireyler olarak karşımıza çıkabilir.

Aileler Kıyaslama ve Rekabet İçeren Söylem ve Davranışlardan Uzak Durmalı

Aileler çocuklarını motive edebilmek, hırslandırmak için çoğu zaman kıyaslama ve rekabet içeren söylemlerde bulunabilmektedir. Aileler akademik başarı, fiziksel gelişim, ilgi ve beceri alanları, diksiyon, karakteristik özellikler, davranış ve tutumlara göre çocuklarını başkaları üzerinden değerlendirebilmektedir.

“Ayşe matematikte senden daha başarılı.”, “Ali senden daha uzun.”, “Fatma okulu daha çok seviyor.”, “Ömer annesini hiç üzmüyor.”, Elif çok güzel yüzüyor.” Aileler bu cümleleri aslında çocuklarını üzmek için değil kendi beklentilerini ifade etmek için kullanırlar. Bir nevi onların çocuklarından temennisidir bu sözler. Ancak bu kıyaslama çocuğun dünyasında bambaşka kaygılara yol açabilmektedir.

Çocuk kimi zaman akranlarıyla, en yakın arkadaşıyla veya kardeş ve akrabalarıyla kıyaslanır. Bu kıyas çocuğu rekabete sürükler. Eğer rekabet edebilecek durumdaysa çocuk rekabete koyulur. Ancak o gücü kendinde bulamazsa çok çabalamadan pes edebilir. Üstelik çocuk pes ettiğinde sadece rekabeti kaybetmiş olmaz, ailenin de sevgisini kaybettiğini düşünebilir.

Ailenin tutumu çocuğu başkalarıyla kıyaslamak yerine kendisiyle kıyaslamak olmalıdır. Çocuk geçmiş başarı ve başarısızlıkları üzerinden değerlendirilmelidir. Çocuk kendisini başkalarıyla kıyaslayabilir. Çocuğun söylemlerinden başkalarıyla rekabet içerisinde olduğunu fark edebilirsiniz. Burada çocuğu dinlemeli ayıplamak veya cezalandırmaktan aynı şekilde diğerlerini de yüceltmekten veya yermekten kaçınmalısınız. Çocuğu objektif dinlemeli, herkesin farklı gelişim ve beceri alanları olduğunu çocuğa vurgulamalısınız.

Çocuğa kendini diğerlerinden üstün görmenin diğerlerini nasıl etkileyeceği uygun bir dille anlatılmalıdır. Aynı şekilde aile kendi davranış, tutum ve rekabet anlayışıyla çocuğa örnek olmalıdır. Çocuğun başarı ve başarısızlığının diğerleriyle kıyaslanması çocuğun benlik değerini düşürmektedir.

Çocuk başarılı olduğu sürece aile tarafından sevilebilir olduğunu düşünmektedir. “Ne kadar başarılıysam o kadar sevileceğim.” Düşüncesi çocuğun duygusal gelişimine zarar vermektedir. İlerleyen yıllarda da özgüven, benlik saygısı gelişmemekte ve performansa dayalı kaygı bozuklukları açığa çıkabilmektedir.

Çocuğa yaklaşım kıyaslama ve rekabet yerine özendirme, teşvik etme, gelişimine katkıda bulunma amaçlı olmalıdır. Çocuğun ilgi ve becerilerini keşfetmesi, hayal dünyasını geliştirmesi hedeflenmelidir. Tabi tüm bunların yanı sıra çocuğun keyif almasına da önem verilmelidir.

Çocuklar Kıyaslama ve Rekabet Yerine Koşulsuz İlgi ve Sevgiye İhtiyaç Duyar

Çocukluk yılları çocuğun kıyaslama ve rekabet ile başa çıkamayacak kadar savunmasız olduğu yıllardır. Koşulsuz sevgi, ilgi ve destek arayan çocuk için rekabete dayalı ilişkiler oldukça yorucu olacaktır. Çocuğunuzu ödüllendirmek istiyorsanız onun çabasını, azmini, emeğini ödüllendirmelisiniz. Başarısızlıklarını yermek veya cezalandırmak yerine nedenlerini keşfetmesini desteklemelisiniz. Başarısızlıklarından ders almayı ve gelişim alanlarını tespit etmeyi öğrenmesini öğretmelisiniz.

Kıyaslama ve rekabet noktasında çocuğunuzu yanlış yönlendirdiğinizi fark ediyor olabilirsiniz. Aynı şekilde çocuğun eğitim hayatında veya ilgi ve beceri alanlarında da rekabet ve kıyas olabilir. Hatalı ebeveyn tutumları kadar öğretmen ve antranörlerin tutumları da çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etki edebilir. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı noktasında Aba psikoloji’den çocuğunuz, kendiniz ve aileniz için destek alabilirsiniz.

Read More

Sınav kaygısı pek çok gencin mevcut potansiyelini performansa dökememesine neden oluyor. LGS, YGS gibi yılda bir kez olan ve öğrencilerin uzun soluklu çalışmalarını gerektiren sınavlara hazırlık sürecinde kaygı da beraberinde gelişiyor. Kariyer planı yapan, hedeflerine ulaşmak için özveriyle çalışan öğrenciler içsel veya dışsal faktörlerle kaygı yaşayabiliyor.

Sınava yönelik olumsuz düşüncelere kapılmak, gerçekdışı beklentilere girmek, mükemmeliyetçilik, hatalı ebeveyn tutumları sınav kaygısının gelişmesine zemin oluşturuyor. Hatalı ebeveyn tutumlarından baskıcı otoriter, aşırı korumacı veya mükemmeliyetçi ebeveynler kaygıyı besliyor. Ailenin, okulun, öğretmenlerin öğrenciye yönelik gerçek dışı beklentilere girmesi de öğrencinin kaygısını artırıyor. Sınav başarısını kişiliğe atfedilen bir değer olarak algılamak sınavın amacından sapmasına neden oluyor.

Sınav kaygısı yaşayan gençler için sınav sadece öğrenilen bilgileri ölçmüyor. Sınavda başarısız olduklarında başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceklerine inanıyor, değer kaybı yaşamaktan endişe duyuyorlar. Başarılarını ispat ettiklerinde de toplum tarafından daha saygın ve değer gören kişiler olacaklarına inanıyorlar. Dolayısıyla sınavda başarısız olmak “dünyanın sonu, bir felaket” gibi nitelendirilebiliyor. Kaygı fark edilmediğinde gençlerin akademik başarısına ve sınav sonuçlarına olumsuz şekilde yansıyor.

İlerleyen aşamalarda depresyon, kaygı bozukluğu gibi diğer psikolojik sorunlara da zemin hazırlayabiliyor. Yazımızın devamında gençlerin sınav kaygısı yaşamasına neden olan içsel ve dışsal faktörleri detaylarıyla ele alacağız.

Hedef Belirlemeyen, Kariyer Planı Yapmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Hedef belirlemek sınava hazırlık sürecinde gençlerin iç motivasyonunu sağlayabilmesi için oldukça önemli bir kaynak. İlgi alanlarına, karakterine, becerisine ve bilgisine hitap eden hedefi belirleyen gençler sınava önde başlıyor. Gencin kendisine uygun hedefi belirlemiş olması hedefe ulaşmak için daha istekli, planlı, motive çalışmasını sağlıyor. Kendi hedefini belirleyen genç karşısına çıkan zorluklarda da kolay kolay demoralize olmuyor.

Hedef belirlemek kadar kariyer planı yapmakta gencin sınav kaygısı yaşama riskini azaltıyor. Kariyer planı sayesinde genç kısa ve uzun vadeli hedeflerini ve bu hedeflere nasıl ulaşacağını belirliyor. Bu planlama gencin olası riskleri, avantaj ve dezavantajları da sürecin en başında görmesini sağlıyor.

Hedefi olmayan bireyler ise çalışmak, boş zamanlarından feragat etmek için bir amaç bulamıyor. Dolayısıyla zamanı etkin kullanamıyor, verimli ders çalışamıyor, dikkat dağıtıcılarla başa çıkamıyor. Çünkü tüm bunlar için motive olmasını gerektirecek bir amaç bulamıyor. Hedefi olmayan birey yeteri kadar çalışmıyor çünkü hedefine ulaşması için ne kadar çalışması gerektiğini hesaplayamıyor.

Alan, bölüm, meslek, okul seçimi yapamayan genç dolayısıyla istediği mutlu olacağı yer için kaç puana ihtiyacı olduğunu bilmiyor. Kimi zamanda genç ailesinin veya çevresinin yönlendirmesi ile kendine ait olmayan hedeflere yöneliyor. Ancak bu hedef bireyi yeteri kadar motive etmiyor.

Motivasyonu olmayan genç çalışmak için organize olamıyor ve çok daha kolay demoralize oluyor. Dolayısıyla da genç sınava girip bir performansa tabi olduğunda stres yaşıyor. Belli bir amacı olan, hedefini belirleyen, planlı ve programlı çalışan gençler ise bu stresi çok daha az yaşıyor. Hedefi olmayan bir birey kaygısını yönetmekte zorlanırken hedefleri olan bireyler kaygıyı sağlıklı düzeyde tutabiliyor. Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Kariyer Planı Yaparken Sorumluluk Kimde Olmalı? Gençlerde mi Ailelerde mi? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Sınava Yeterince Hazırlık Yapmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Gençlerin sınav kaygısı yaşamasının önemli bir nedeni de sınava yeterince hazırlık yapılmamış olmasıdır. Genelde hazırlık yapılmamasının en büyük nedeni doğru hedefi belirleyememiş olmaktır. Hedefi olmayan gençler için zamanı yönetmek ve derslere konsantre olmak oldukça zordur. Dolayısıyla ihtiyaç duyulandan daha az çalışarak sınava hazırlanırlar. Yetersiz hazırlık sınav tarihi yaklaştığında zaman baskısını ve yetersizlik hissini artırır.

Sınavı hafife almak, sınava ve önemine yönelik yeterli bilgiye sahip olmamak da yetersiz hazırlığa neden olmaktadır. Sınav yaklaştığında denemelerden düşük puanlar alan gençlerin kaygısı yükselmektedir.

Hatalı Ebeveyn Tutumlarıyla Yetişen Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Ebeveyn desteği gençlerin sınav sürecinde en önemli duygusal ihtiyacı. Ebeveynleri tarafından sevilen, çabası görülen, doğru yönlendirilen, maddi manevi desteklenen gençler sınava daha rahat hazırlanıyor. Sınava hazırlık sürecinde ailenin gencin sırtını sıvazlaması, “çabanı görüyoruz, azmini takdir ediyoruz” demesi çok büyük motivasyon sağlıyor.  Moral motivasyon kadar gence uygun çalışma ortamının sağlanması, varsa gencin üzerindeki iş yükünün hafifletilmesi gerekiyor.

Özellikle pandemi döneminde sınava hazırlık yapan gençler okul ve dershanelerden uzak kaldı. Dolayısıyla çalışmalarını çoğunlukla evde sürdürüyorlar. Küçük kardeşi olan veya evde kendine ait çalışma alanı olmayan gençler ev halkıyla bir aradayken derse konsantre olmakta zorlanıyor. Dikkat çok kolay dağılıyor. İhtiyaç duydukları sessizliği kolay kolay bulamıyorlar.

Burada ailenin daha özverili davranması ve gencin sınava hazırlık sürecini kolaylaştırmak için uygun ortamı sağlaması gerekiyor. Ailenin bu desteğinin yanı sıra kullandığı ebeveyn tutumlarında da yapıcı tutum sergilemesi gerekiyor. Hatalı ebeveyn tutumlarıyla yetişen gençler daha fazla sınav kaygısı yaşıyor.

Mükemmeliyetçi ve Rekabetçi Aileler Kaygıyı Besliyor

Mükemmeliyetçi aileler çocuklarıyla ilgili gerçekdışı beklentilere kapılabiliyor. Çocuklarını potansiyellerinin üzerinde performansa zorlayabiliyorlar. Bu durumda da çocuk ve gençlerde kaygı gelişiyor. Beklentileri karşılayamadığını gören genç yetersizlik hissine kapılıyor, başarısız ve kusurlu olduğunu düşünebiliyor. Gencin motivasyonu kırılıyor aile ise çocuğunun başarısız olduğunu düşünerek mutsuz oluyor. Burada gencin de ailenin de gerçekçi beklentilere girmesi gerekiyor.

Beklentileri gerçekçi tutabilmek için gencin potansiyelinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Baskın zeka alanı, öğrenme stili, ilgi alanları, karakteristik özellikleri, dikkat düzeyi, öğrenme ortamı ve öğrenme kaynağı bireyin kapasitesini belirliyor. Mükemmeliyetçi ailelerin gerçekdışı beklentiler dışında yaptığı bir başka hataysa motive etmek için genci başkalarıyla kıyaslamasıdır.

Kıyaslama içerisinde rekabeti de barındırmaktadır. Ancak kıyaslanmak veya başkalarıyla rekabet etmek her genç için uygun bir motivasyon şekli değildir. Kimi bireyler motive olmak için taktir edilmeye, alkışlanmaya, olumlu geri bildirimlere ihtiyaç duyar. Kimi ise rekabetten hoşlanır ve yarış içerisinde olduğunda daha disiplinli ve organize çalışabilir. Dolayısıyla ailenin çocuğunu iyi tanıması gerekir.

Duygusal yönü daha güçlü olan bir genç rekabet içerisinde zarar görebilir, demoralize olabilir.

Koşullu Sevgi Kaygıya Yol Açıyor

Çocuklar da gençler de ailelerinden sevgiyi koşulsuz alabilmek istiyor. Çünkü sevgi koşullara bağlandığında aile içi ilişkiler zayıflıyor, gencin aileye ve kendisine duyduğu güven azalıyor. Çocuk ve genç başarılarında olduğu kadar başarısızlıklarında da desteğe ihtiyaç duyuyor. Hatta başarısızlıklarda, hatalarda ailenin koşulsuz ilgisi ve sevgisini almak çok daha iyileştirici öneme sahip oluyor.

Genç ailenin desteğiyle hatalarından ders almayı, zorluklarla başa çıkmayı öğreniyor. Ailenin desteği olmadığında ve sevgi başarıya koşullandırıldığında ise genç kendini yalnız, değersiz hissediyor. Özgüven gelişmiyor, benlik değeri düşüyor. Dolayısıyla genç sınav başarısını kişiliğine atfedilen bir değer olarak algılıyor.

Aşırı Korumacı Tutum

Aşırı korumacı yetiştirilen gençler üniversiteyi kazanma, evlilik gibi aileden uzaklaşmayı gerektiren yaşam döngülerinde kaygı yaşayabilmektedir. Bunun en büyük nedeni ailenin gencin özerkleşmesine, sorumluluk almasına ve büyümesine yeterince izin vermemesidir. Gençlerin çocukluktan itibaren tüm büyüme sinyalleri de aile tarafından bastırılmıştır.

Aile “Sen yapamazsın, sen daha küçüksün, dur ben yardım edeyim, ben de seninle geleyim” müdahaleleri ile genci engellemiştir. Böylece gencin gerçek yaşam koşullarıyla karşı karşıya kaldığında yetersizlik hissetmesi kaçınılmaz olmaktadır. Aşırı korumacı yetişen gençlerde “başaramayacağım, yalnız yapamam” korkusu geliştirmektedir. Böyle bir aile yapısında yetişen çocuklar ailelerinden uzaklaşmak istememektedir. Dolayısıyla gençler ayrılığı öteleyebilmek için çeşitli mantığa uydurulmuş bahaneler geliştirebilmektedir.

Ayrılığın mecburi olduğu durumlardaysa bireyler derinden sarsılmakta depresyon, sosyal fobi gibi psikolojik rahatsızlıklar baş gösterebilmektedir. Aşırı korumacı ailede yetişen çocuklar dış dünyada yalnız kaldığında kendilerini korumasız ve tehditlere açık hisseder. Dolayısıyla bu gençler için sınav hem aileden ayrılma hem de ailenin yanında kalabilme ihtimallerini taşır.

Genç sınav sonucu yeterliyse ailenin yanında bir okul tercih edebilir. Puanı yetmez ise aileden uzaklaşması veya bir yıl daha sınava hazırlanması gerekebilir. Bu ihtimallerin farkında olan genç için sınav sadece performansı ölçmemektedir. Gencin sınava yüklediği bu iki uçlu anlam sınav kaygısı gelişmesine neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Yaşayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Güvenli bağlanma geliştiremeyen çocuklar dünyayı tehlikeli, beklenmeyen tehditlerle dolu bir yer olarak algılar. Çocuklar temel bakım veren kişiyle kurdukları bağın içeriğine göre kendilerini ve etkileşim içerisinde oldukları diğerlerini de güvenli ya da güvensiz olarak değerlendirirler.

Ebeveynleri ile güvenli bağ kuran çocuklar ergenlik ve yetişkinlikte daha az bağımlı kişilik özellikleri gösterir ve ayrılık anksiyetesi taşıma riskleri de azalır. Ancak aileyle güvenli bağ kuramayan, aileye aşırı bağımlı olan veya ailenin çocuğu merkeze koyduğu durumlarda ayrılık anksiyetesi gelişebilmektedir. Genç aileden uzakta kendi ayakları üzerinde duramayacak olmaktan endişe duyabilmektedir.

Aile ile güvenli bağ kuramayan genç dış dünyada diğerlerine de güvenmekte zorluk yaşayabilmektedir. Kimi zaman da ailenin karakteristik özellikleri, zor ve geç çocuk sahibi olma çocuğa aşırı bağımlı ebeveyn tutumu gelişmesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla genç evden ayrılmanın aileyi çok üzeceğini bilmektedir. Aileyi üzecek olmak gencin tercihlerini etkileyebilmektedir. Genç nerede olursa olsun ailenin yanında kalabilmek için beklentilerini ve hedeflerini değiştirebilmektedir.

Ailede hasta, bakıma muhtaç birinin olması da ayrılık anksiyetesini ve seçimleri etkilemektedir. Tek ebeveynli ailede çocuk olmak da kalan ebeveyne bağımlılık geliştirmeye neden olabilmektedir. Dolayısıyla sınav kaygısı da aileden ayrılmak istemeyen gencin ayrılık anksiyetesinin sonucu olarak gelişebilmektedir. Genç için sınav sonucu oldukça önemlidir.

Özellikle büyük şehirlerde yaşayan gençler için ailenin yanında bir okula yerleşmek kolay değildir. Fazla talep gören üniversite ve bölümlere yerleşmek için gençlerin oldukça yüksek puanlar alması gerekir. Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Zaman Yönetimi ve Hızlı Okuma Alışkanlığı Olmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Sınava hazırlık sürecinde başarıyı doğrudan etkileyen iki önemli faktör zaman yönetimi ve hızlı okuma becerisidir. Zamanı verimli kullanabilen gençler sınava hazırlık sürecini çok daha verimli geçirirler. Sınava hazırlık sürecinde ders çalışmak kadar mola yapmak, bireysel ve sosyal hayata zaman ayırmak da gerekir. Kendine, dinlenmeye ve eğlenmeye de zaman ayırabilen gençler motivasyonlarını daha uzun süre sürdürebilirler.

Aynı şekilde zamanı verimli kullanabilen gençler sınav anında da sınav süresini verimli organize edebilirler. Böylece zaman yönetimi kötü olan diğer öğrencilere oranla sınavda daha avantajlı konuma geçerler. Zorlandıkları sorulara daha fazla zaman ayırma veya emin olamadıkları sorulara tekrar bakma imkanı bulabilirler. LGS Yaklaşıyor Etkili Zaman Yönetimi ile Eksiklerinizi Tamamlayabilirsiniz ve Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Hızlı okuma alışkanlığı ise genci yine sınavda avantajlı konuma getirir. Sınavlarda çoğunlukla uzun paragraf soruları, mantık soruları yer almaktadır. Soruları hızlı ve doğru okumak, okuduğunu anlamak hızlı okuma alışkanlığı olan öğrenciler için daha kolaydır. Hızlı okuma alışkanlığı da zaman yönetimini kolaylaştırır. Kişiye zorlandığı veya emin olamadığı sorularda daha çok zaman geçirme avantajı sağlar.

Sınav kaygısı yaşamamak ve hızlı okuma alışkanlığı kazanmak için Okuma Alışkanlığı Kazanmak Sınav Başarısı Getiriyor yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Read More

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak sınava hazırlık sürecinde ve sonrasında performansı olumsuz etkiliyor. Gençlerin hangi mesleği seçmeliyim? sorusunu sorması ve üzerine düşünmesi gereken yaş görece erken bir yaş. Pek çok genç bu soruyu üniversite tercihleri öncesine bırakıyor. Ancak doğru bir kariyer planı yapabilmek için Liseden önce bu sorunun cevabını aramaya başlamak gerekiyor.

Liseye hazırlık dönemi ergenliğinde baş gösterdiği gencin duygusal, fiziksel ve bilişsel olarak pek çok değişim yaşadığı bir dönem. Dolayısıyla bu dönemde gencin iç dünyasında sorgulaması ve adapte olması gereken pek çok şey var. Bu yüzden pek çok genç için bir meslek üzerine düşünmek için bu dönem erken ve karışık bir dönem oluyor. Ancak lise eğitimi de bir mesleğe yönelmek için iyi bir zemin oluşturuyor.

Genç ne olacağına karar vermese dahi kendini, ilgi ve becerilerini keşfetmeli. Özellikle alan seçimi yaparken zeka alanı, öğrenme stili, ilgi alanları, karakterini göz önünde bulundurmalı. Ergenliği zor geçen, kariyer planına öncelik veremeyen gençlere aile, öğretmen ve rehberlik birimi destek olmalı.

Gençlere mesleki olgunluk bu yıllarda kazandırılmaya başlanmalı. Meslekleri tanıtmak, iş hayatı ve farklı çalışma şekilleri hakkında bilgi vermek gerekli. Mümkünse gençler meslekleri araştırmalı, stajlara yönlendirilmeli. Mesleki röportajlar, meslekleri yerinde ziyarette özendirici ve bilgilendirici olabilmekte.

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak özelliklede kendi hayatıyla ilgili yeterince sorumluluk almamış öğrencilerde görülebilmektedir. Genç bu önemli kararda sorumluluk alma riskine girmek istememekte ve seçimi aileye veya öğretmene bırakabilmektedir. Oysa sağlıklı olan, bireyin gelecek yaşamını, yaşam kalitesini ve koşullarını belirleyecek olan mesleği kendisinin seçmesidir. Kendi seçimini yapan gençlerde sınava hazırlık, motivasyon ve zorluklarla başa çıkmak daha kolay olacaktır.

Peki meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için nasıl bir yol izlenmeli, gençler nelere dikkat etmeli? Ailelerin bu süreçte rolü ne olmalı? Yazımızın devamında doğru meslek seçimi ve kararsızlık yaşamamak için önerilerimi paylaşıyor olacağız. Hangisi Daha Doğru: Üniversiteye Göre Meslek Seçmek mi, Mesleğe Göre Üniversite Seçmek mi? yazımızı da okuyabilirsiniz.

Gençler Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Nelere Dikkat Etmeli?

Seçim sürecinde kararsızlık yaşamamak için gençlerin seçim aşamasına gelmeden önce hazırlık yapmaya başlaması gerekiyor. En önemli hazırlık ise gencin kendini keşfetmesi ile başlıyor. Kişinin ilgi ve beceri alanlarını fark etmesi, güçlü ve zayıf yönlerini bulması gerekiyor. Aynı şekilde gelecekten neler bekleniyor, nasıl bir yaşam standardı hayal ediliyor erkenden değerlendirmek gerekiyor.

Tabi bunları yapabilmek için gencin kendisiyle, mesleklerle ve yaşam koşullarıyla ilgili olabildiğince bilgi toplaması gerekiyor. Bilgi edinmek seçim sürecine yardımcı olsa da hayal kırıklığı yaşamamak için bilgiyi tecrübeyle birleştirmek gerekiyor.

Mesleklere merak başlayıp, birkaç alternatif belirlenebildiyse meslek mensuplarıyla görüşmek, yaşam şekillerini araştırmak ve mümkünse staj yapabilmek faydalı oluyor. Bu süreçte bizi yakından gözlemleyebilen ailenin ve öğretmenlerin de geribildirimlerini almak seçim sürecine destek oluyor.

Bazen hiç farkına varmadığımız detaylar onların yaşam tecrübeleri ve bize yönelik gözlemleriyle seçim sürecimizi etkiliyor. Tabi burada son seçimi yine gencin yapması, destek alsa da seçim sorumluluğunu kendinde tutması gerekiyor.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Karakterinizi, İlgi ve Becerilerinizi Erkenden Keşfetmeye Çalışın

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak ve doğru mesleğe yönelebilmek için ilk yapılması gereken kişinin kendini keşfetmesidir. Bu keşfe ne kadar erken başlarsanız deneme yanılma ve değişikliğe yönelme şansınız o kadar yüksek olacaktır. Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Mesleklere yönelik erken farkındalık gençlerin sınav kaygısı yaşamasının da önüne geçiyor. Karakterini tanıyan, güçlü ve zayıf yönlerini belirleyen genç seçimlerinde de bu yönlerini dikkate alıyor. Genç kendini tanımadığında potansiyelini de fark edemiyor. Dolayısıyla seçimlerinde çevresi tarafından etkilenmeye daha açık hale geliyor.

Akademik başarının yüksek olması, gencin iyi üniversitelerde okuyabilir olması doğru seçim yapmak için yeterli değil. Bir genç doktor olmak istiyorsa en başta doktor olabilecek karakteristik özelliklere sahip olup olmadığını değerlendirmeli. Doktorların özellikle mesleğe başlangıç yıllarındaki çalışma koşullarını öğrenmeli. Girilmesi gereken ekstra sınavlar, zorunlu görevler, çalışma alanları çalışma süreleri, nöbetleri değerlendirilmeli.

Dolayısıyla doktor olmak için sayısal alanda başarılı olmaktan öte daha alt detaylara bakabilmek gerekiyor. Kişilik Özellikleri ile Uyumlu Meslek Seçimi Yapmak ve Meslek Seçmeden Önce Kendinizi Keşfedin yazılarımızı okuyabilirsiniz. Burada da kişinin ilgi ve beceri alanlarını biliyor olması meslek seçimini etkiliyor.

Gencin bir alana ve konuya ilgisi olabilir ama becerisi olmayabilir veya becerisi olabilir ama ilgisi olmayabilir. Dolayısıyla iyi bir seçim yapabilmek, seçimden yana memnun kalabilmek için ikisini bir arada sağlayabilmek gerekiyor. Çocukların ilgi ve Beceri Alanları Nasıl Keşfedilir? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Geleceğe Yönelik Beklentilerinizi, Hedeflerinizi Belirleyin

Bugünden belki 10 yıl sonrasının koşullarını kestirmek sizin için kolay olmayabilir. Ancak gelecekte yaşamak istediğiniz koşulları belirlemek, nasıl bir yaşam arzu ettiğiniz üzerine düşünmek seçimlerinizi kolaylaştırır.

Sabit mesaiyle çalışmak, kurumsal bir şirkette çalışmak, ortalamanın üzerinde bir gelire sahip olmak mı istiyorsunuz? Evim, arabam, her yıl çıktığım düzenli tatillerim olsun mu diyorsunuz? Öyleyse düşük gelirli, esnek çalışma saatleri olan, sahada çalışmayı gerektiren işler size göre değil. Maddiyat önemli değil yeni şeyler keşfedeyim, hayal gücümü kullanayım veya insanlara faydalı olayım mı diyorsunuz?

Öyleyse sosyal yönü olmayan, masa başı sabit işlerle ilgilenmenizi gerektiren işler size göre olmayabilir. Dolayısıyla gelecekten maddi ve manevi beklentinizin ne olduğu, nasıl bir yaşam şeklini hayal ettiğiniz önemli. Hayal kırıklığı ve meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için bugünden gelecek 10 yıllarınızın koşullarını değerlendirmelisiniz. Gelecek Kaygısı Meslek Seçimini Etkiliyor yazımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Olabildiğince Çok ve Doğru Bilgi Toplayın, Bilgilerinizi Tecrübeyle Destekleyin

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak ve doğru seçimler yapabilmek için kendinizle ve mesleklerle ilgili bilgi toplamalısınız. Bilgi edindikçe alternatiflerinizle ilgili avantaj ve dezavantajları da görmüş olacaksınız. Burada artı eksi hesabı yapmak da işlevsel olabilir.

“Öğretmen olmak istiyorum, ders anlatmayı seviyor, çocuklarla/gençlerle vakit geçirmekten keyif alıyorum. Öğrenmeyi ve araştırmayı seviyorum. Ancak öğretmenlikle ilgili kaygılarım da var, atanamayabilirim, zorunlu görevler ve maddi kaygılarım olabilir. Öyleyse öğretmenlikle benzer rolleri taşıyacağım ancak daha kolay iş bulabileceğim mesleklere yönelebilirim.” Gibi.

Bilgi toplamak seçimlerimizi oldukça etkilemektedir. Bilgi edinirken meslek mensuplarından bilgi edinmek de oldukça önemlidir. İlginizi çeken mesleklere yönelik çalışanlarla röportaj yapabilir, meslekleri yerinde ziyaret edebilirsiniz. Bu konuda okulunuzun desteğini almanız daha fazla meslek grubuyla tanışmanızı sağlayacaktır. Özellikle aile bireylerinin belli meslekleri varsa ve çocukta bu mesleğe yönlendiriliyorsa yaz dönemlerinde ailenin yanında staj yapılabilir. Staj tecrübesi meslek seçiminde oldukça belirleyici olmaktadır.

Hangisi Daha Doğru: Üniversiteye Göre Meslek Seçmek mi, Mesleğe Göre Üniversite Seçmek mi? yazımızı da okuyabilirsiniz.

Sizi Yakından Gözlemleyen Ailenizden, Öğretmenlerinizden Geribildirim Alın

Seçim yaparken olumlu yönlere ağırlık verip olumsuzları veya tam tersi olumsuzluklara ağırlık verip olumluları göz ardı edebiliriz. Risk almaktan, sorumluluk almaktan endişe duyabiliriz. Bu oldukça normal, geleceğinize yön veriyor ve bir ömür sürdüreceğiniz mesleği belirlemeye çalışıyorsunuz.

Önceki adımları uyguladınız ama hala seçim yapmakta zorlanıyorsanız sizi yakından gözlemleyen kişilerin fikirlerini, geribildirimlerini alabilirsiniz. Size sizinle ilgili hiç farkında olmadığınız geribildirimler verebilirler. Bir mesleği seçmek ve sürdürmek için ihtiyacınız olacak hiç bilmediğiniz bilgileri sizinle paylaşabilirler. Güçlü bir yönünüzü bu meslekte nasıl değerlendirebileceğinizi size gösterebilirler.

Kaygılarınızı dinleyip, size destek olabilirler. Dolayısıyla meslek seçiminde karar ve sorumluluk sizde olsa da fikrinize güvendiğiniz diğer kişilerin değerlendirmelerini dinleyebilirsiniz. Ancak seçim sorumluluğunu başkalarına vermekten ve sizi daha büyük bir karmaşaya sürüklemelerinden de kaçınmalısınız. Meslek Seçimi Yaparken Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Doğru Meslek ve Kariyer Seçimi İçin Anne ve Babalara Öneriler yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Zeka Alanınızı ve Öğrenme Stilinizi Belirleyin

Gencin meslek seçimi yaparken baskın zeka yönünü bilmesi özellikle lisede alan seçimi aşamasında önemli olmaktadır. Genç sayısal, sözel, dil, eşit ağırlık bölümlerinden birine yönelirken önceliği zeka yönünü dikkate almak olmalıdır. Sonrasında ilgi ve beceri alanları ve karakteristik özelliklerle karar desteklenmelidir. Aileler bu dönemde özellikle kendi isteklerine göre çocuklara seçim yaptırabilmektedir.

Sayısal zekaya sahip bir baba çocuğunun da öyle olduğunu düşünerek sayısal okumasını isteyebilmektedir. Zeka yönümüzün genetik temeli olsa da çocuk anne ve/veya babanın aksine farklı bir zeka alanına sahip olabilir. Burada seçim yaparken çelişki yaşanıyorsa rehberlik servisinden veya profesyonel danışmanlıktan destek alınmalıdır. Güvenilirliği ve geçerliliği olan testlerle zeka alanı tespit edilmelidir.

Duygusal Zeka Meslek Seçimi İçin Önemli mi? ve Meslek Seçimi Önerileri: Çoklu Zeka Kuramı yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Mesleklerin Geleceğini ve Geleceğin Mesleklerini Araştırın

Meslek seçimi yaparken geleceğe yönelik fikir edinebilmek için profesyonel danışmanlık almak oldukça faydalıdır. Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için bugünün popüler meslekleri ile sınırlı kalmamak gerekir. Bugünün meslekleri gelecekte de yeterli geliri getirebilir düzeyde olacak mı araştırılmalıdır. Aynı şekilde bugün popüler olmayan ancak gelecekte ön plana çıkacak meslekler de araştırılmalıdır.

Üniversite eğitimine henüz başlamamış bir bireyin seçim yaparken en az 4-5 yıl sonra ön plana çıkacak meslekleri öğrenmesi gerekir. Ancak bu kolay bir iş değildir. Çok iyi bir araştırma yapmayı, bilim, teknik ve teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmeyi gerektirir. Dolayısıyla gençlerin bu konuda profesyonel destek alması çok daha sağlıklı olmaktadır. Bilimsel kanıtlar ışığında geleceğe yönelik mesleki bilgi toplamak seçim sürecinin verimliliğini artıracaktır.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşıyorsanız Mutlaka Kariyer Danışmanlığı Alın

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak oldukça olağandır. Hatta pek çok açıdan faydalıdır. Kararsızlık yaşamak bireyi araştırmaya, öğrenmeye ve tecrübe etmeye yönlendirecektir. Bu sayede gencin mesleklere ilgisi artacak, doğru mesleği seçebilmek için kendisine yönelik keşfi de başlayacaktır. Ancak meslek seçimi yapabilmek günümüz koşullarında bireysel çabayla yeteri kadar verimli sonuç veremeye bilmektedir.

Bunun en önemli nedeni artan üniversite sayıları ve istihdam olanağı düşük olduğu halde aynı bölümlerden her yıl sayısız mezun verilmesidir. Gençler sınırlı meslek repertuarına sahip. Popüler olan ve çok tercih edilene yönelme eğilimleri oldukça yüksek. Oysa popüler olan pastadan payımıza düşecek parçanın da küçülmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla özelliklede günümüzde profesyonel desteğin önemi artıyor.

Aba psikoloji olarak biz danışanlarımıza kariyer planı çıkarırken stratejik yetenek yönetimi ile çalışıyoruz. Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz. Danışanlarımızın akademik eksiklerini tespit ederek gideriyor, dünyanın en seçkin kurumlarında eğitim almalarını sağlıyoruz.

Stratejik Yetenek Yönetimi ile Gelecek Kaygınızı Yenebilirsiniz yazımızı okuyabilirsiniz. Böylece yaptığımız çalışmalarla danışanlarımızın meslek seçiminde kararsızlık yaşamalarının da önüne geçmiş oluyoruz. Mesleklerin geleceği ve geleceğin meslekleri hakkında danışanlarımızı ve ailelerini bilgilendiriyoruz. Böylece öğrencinin bakış açısını genişletiyor, iş hayatıyla ilgili farkında olmadığı çalışma alanlarını da bilgisine sunuyoruz. Meslek Seçiminde Kariyer Danışmanlığı ve Psikolojik Danışmanlık yazımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

 

Read More

Sosyal anksiyete diğer adıyla sosyal fobi okul yıllarından başlayarak bireylerin kariyer gelişimlerini olumsuz etkiliyor. Sosyal anksiyete yaşayan öğrenciler grup çalışmalarında pasif kalıyor, derste söz almaktan kaçınıyor, tahtaya çıkmak istemiyor. Bu öğrenciler için arkadaş gruplarına katılmak, sosyal iletişim başlatmak oldukça zor. Arkadaş grupları dışında öğretmenleriyle ve diğer yetişkinlerle de iletişim kurmaları gerektiğinde çekiniyor, heyecanlanıyor, iletişimden kaçınıyorlar.

Dolayısıyla karşımıza harika fikirleri de olsa paylaşmaktan kaçınan, doğruyu biliyor da olsa söyleyemeyen öğrenciler çıkıyor. Haklıyken haklarını savunamıyor, başkalarının işiteceği ya da dikkatini çekecek şekilde konuşmaktan, davranmaktan kaçınıyorlar. Tüm bunlar beraberinde okul başarısını olumsuz etkiliyor. Öğrenciler okul, alan, bölüm ve meslek seçimlerini de sosyal anksiyete etkisiyle potansiyellerinin aksi yönde belirliyorlar.

Peki okul başarısını bu kadar olumsuz etkileyen sosyal anksiyete nedir? Nasıl gelişir ve hangi belirtilerle kendini gösterir? tedavi için nasıl bir yol izlenmelidir?

Sosyal Anksiyete Nedir?

Sosyal anksiyete, bireyin girdiği sosyal ortamlarda kendisini aşırı güvensiz hissetmesi ve başkalarının kendisiyle alay edileceğini, reddedileceği ve yargılanacağı düşünmesiyle açığa çıkan yoğun kaygıdır. Bu kaygı bireyin sosyal ortamlarda mevcut potansiyelini performansa dökmesine engel olur. Hata yapmasına, pasif kalmasına neden olur.

İlerleyen hallerde birey sosyal ortamlara girmekten kaçınır, bahaneler ve yalanlarla bu ortamlarda bulunma olasılığını minimuma indirir. Kişi sürekli olarak başkalarının zihninde kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmelerin olduğunu düşünür.

Sosyal anksiyete özgül ve yaygın olarak iki ayrı gruba ayrılır. Özgül sosyal fobi sadece belli ortamlarda açığa çıkar, okulda, topluluğa konuşurken gibi. Yaygın olan versiyonda ise kişi kendisini nerdeyse bütün sosyal ortamlarda huzursuz, kaygılı ve gergin hisseder. Alt tipler yaygınlıklarına göre incelendiğinde yaygın versiyonu özgüle göre daha erken yaşlarda başlamaktadır. Aynı şekilde yaygın sosyal fobinin görülme sıklığı da daha fazladır.

Sosyal fobi sıklıkla ergenlik yıllarında başlamaktadır. Okul fobisi olan öğrencilerde ergenlik ve sonrası sosyal fobi görülme sıklığı da artmaktadır. Okul Başarısı İçin Özgüven Nasıl Geliştirilir? ve Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal Anksiyete Nasıl Gelişir?

Sosyal anksiyete çocuğun okul çağına geldiği yani ailesinin dışında başkalarıyla bir arada yaşamayı öğrenmesi gerektiği durumlarda açığa çıkar. Çoğunlukla sosyal fobi görülen bireyler mükemmeliyetçi ve/veya aşırı korumacı ebeveynler tarafından yetiştirilmektedir.

Çocuğa kendi başına halledebileceği konularda da sorumluluk verilmez, ihtiyaçları sürekli ebeveynler tarafından gerçekleştirilir. Veya çocuğa yönelik ebeveynlerin sürekli mükemmeliyetçi tavrı vardır. Ebeveyn gerçekdışı beklentilerle çocuğun kapasitesini zorlayabilir. Başkalarıyla kıyaslama, rekabetçi tavırlar görülebilir.

Korumacı ebeveynlerin büyük çoğunluğu kaygılı ebeveynlerdir. Çocuğa bir zarar geleceğini düşünürler. Çocuğun dışarıya çıkmasına, sosyalleşmesine, sorumluluk almasına müsaade etmezler.

Düşer, kaçırılır, araba çarpar, mikrop kapar gibi çocuğun zarar görmesine yönelik kaygılar taşırlar. Aynı şekilde beceremez, kendi halledemez, o daha küçük, ben yapayım gibi çocuğun kendine yetemeyeceğine yönelik düşünceleri vardır. Geç ve/veya zor çocuk sahibi olan ve geçmişinde kayıplar vermiş, travma geçirmiş bireylerde bu ebeveyn tutumu daha yaygındır.

Sosyal Anksiyete Nasıl Fark Edilir, Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?

Sosyal anksiyete grup içerisinde geride durma, sessiz kalma, utanma, terleme, konuşurken takılma gibi belirtilerle fark edilebilir. Küçük çocuklar çoğunlukla anneden ayrılmak istemez, dışarıya çıkınca en kısa sürede eve dönmek isterler. Ebeveynleri olmadan başkalarının yanında kalmak istemezler. Başkalarıyla konuşurken heyecanlanır, ne söyleyeceklerini bilemezler. Okulda derse katılmak istemezler. Cevabını bilseler dahi doğruluğundan emin olamazlar. Kendilerine soru sorulmadıkça derse katılmazlar. Göz temasından kaçınırlar.

İletişim kurarken ne söyleyeceklerini düşünmekten karşılarındakini dinleyemezler. Kısa cevaplar verirler, cümleler uzadıkça söyleyeceklerini toparlamakta güçlük çekerler. Sözlü sınavlarla yazılı sınavlar arasında ciddi farklar vardır. Sözlülerde kestirme, kısa cevaplar verirken yazılılarda uzun uzadıya yazabilirler.

Teneffüse çıkmaz, okul etkinliklerinden ve grup faaliyetlerinden uzak kalırlar. İkili ilişkilerde oldukça zayıftırlar. Ne söyleyeceklerini iletişimi nasıl başlatacaklarını bilemezler. Bu nedenle daha çok grup konuşmalarına dahil olanlar. Sohbeti başlatan değil sohbete eşlik eden kişilerdir. Popüler olanlarla değil kendileri gibi daha sessiz olan kişilerle konuşmaya yatkındırlar. Karşı cinsle de ilişki kurmakta güçlük çekerler. Beğenilerini dile getirmekte zorlanırlar.

Sosyal anksiyete yaşayan öğrencilerde ellerde ve yüzde terleme, kızarma görülebilir. Çarpıntı, nefes darlığı görülebilir. Sık idrara çıkma, bağırsak düzensizliği, ağız kuruluğu, kusma ve benzeri semptomlar görülebilir.

Sosyal fobi geliştiren bir öğrencinin kendisiyle ilgili yetersizlik ve güçsüzlük duygusu yoğundur. Kendini beğenmez ve başkaları tarafından da beğenilmediğini düşünür. Mükemmel olma arzusu yüksektir ama ne kadar iyi olursa olsun mükemmel olmadığını düşünür. En ufak şeylerde dahi kolayca kaygılanabilir ve hata yapmaktan korkabilir. Özgüveni düşük, değersizlik algısı yüksek çocuklardır. Sıkıcı olduklarını ve başkaları tarafından sevilebilir olmadıklarını düşünürler.

Sosyal Anksiyete Yaşayan Öğrencilerin Benlik Algıları Düşüktür

Sosyal anksiyete aile bireylerinde de varsa çocukta görülme olasılığı daha fazladır. Sosyal fobisi olan bir ebeveyn sosyal iletişim geliştirme noktasında çocuğu yönlendiremeyecek ve eksik rol model olacaktır. Sosyal anksiyete görülen öğrencilerde ayrıca şu çekincelerde yaygındır; Kapalı bir kapıyı çalıp içeri girmeye çekinirler. Az tanıdığı kişilerle iletişim kurmaya, yabancılara soru sormaya, yabancılarla telefonda konuşmaya, otorite konumundakilerle konuşmaya çekinirler.

Kendilerine yapılan bir haksızlığa karşı çıkmaya, haklarını aramaya çekinirler. Hayır demekte zorlanırlar, ısrarcı kişilerin tekliflerini geri çeviremezler. Bu nedenle ihtiyaçları olmayan şeyleri alabilir veya zamanları olmadığı halde başkalarının işine yardım edebilirler. Sosyal fobi yaşayan öğrenciler el yazılarının beğenilmeyeceğini düşünerek arkadaşlarıyla notlarını paylaşmak istemezler.

Tahtada yazı yazmak istemezler. Projelerini, ödevlerini sınıf önünde sunmak istemezler. Hep bir beğenilmeme, aşağılanma, eleştirilme korkuları vardır. Kimse onlara bu şekilde yaklaşmıyor olsa dahi arkasından konuşulduğunu düşünürler. Alay edilme, dalga geçilme, küçümsenme korkuları yüksektir. Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal Anksiyete Öğrencilerin Kariyer Gelişimlerini ve Seçimlerini de Etkiliyor

Sosyal anksiyete yaşayan çocuk ve genç öğrenciler okul hayatlarında potansiyellerini performansa dönüştüremiyorlar. Öğretmenleri tarafından yaşadıkları kaygı fark edilmediğinde bu öğrenciler öğrenmeye ilgisiz olarak kabul edilebiliyorlar. Düşük başarı adeta kendini gerçekleştiren kehanete dönüşüyor ve bu öğrenciler akademik açıdan da kendilerini değersiz kabul ediyorlar.

Yaşadıkları kaygı ile başa çıkmakta güçlük yaşadıkları için öğrenciler sosyal etkileşimin minimum düzeyde olacağı mesleklere yönelebiliyorlar. İlgi alanları hobileri ve mesleki seçimleri de kaygılarından etkileniyor. Meslek seçerken göz önünde olmayacakları, takım çalışması veya sürekli iletişim gerektirmeyecek mesleklere yöneliyorlar.

Sosyal anksiyetesi olan bir öğrenci için bilgisayar başı işler, yalnız çalışacakları işler daha cazip oluyor. Telefon görüşmeleri veya yüz yüze konuşma yapmasını gerektirmeyecek işler kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlıyor. Homeoffice yürütebilecekleri işler de onlar için cazip olabiliyor.

Okula, dershaneye gitmek, okul değiştirmek, aileden uzaktan bir yaşam sürmek onlar için kaygı verici olabiliyor. Bu nedenle üniversite seçimlerini de mümkün olabildiğince aile yanında olabilecekleri şekilde yapıyorlar. Kendi ayakları üzerinde olmayı tecrübe edebilecekleri deneyimlerden de kaçınıyorlar. Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor ve Kişilik Özelliklerine Göre Meslek Seçimi Yapmak yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal anksiyete tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide sosyal fobi görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte sosyal fobinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Sosyal fobi yaşıyor ve duyduğunuz kaygı okul başarınızı, kariyer seçimlerinizi olumsuz yönde etkiliyorsa destek alabilirsiniz. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı ile yaşadığınız olumsuzlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Aba psikoloji olarak sosyal anksiyete yaşayan bireylere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyor okul başarınızdaki engelleri aşmanıza destek oluyoruz. Kariyer planınızı yaparken ilgi, beceri alanlarınızı dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

Read More

“Konuşurken heyecanlanıyorum!” diyenlere sıklıkla rastlayabilir ve sizde bu heyecanı duyuyor olabilirsiniz. Aslında heyecan sağlıklı bir duygudur ve kontrol edilebildiğinde de performansa olumlu etki etmektedir. Ancak konuşurken heyecanlanmak kontrol edilemediğinde sosyal anksiyete yaşayan bireylerin sıklıkla yaşadığı olumsuz bir deneyime dönüşür.

Sosyal anksiyete yaşayan bireyler bir topluluğa hitap edeceklerinde kaygılanırlar. İlgi ve gözler üzerlerinde olduğunda, herkes onları dinlediğinde yoğun stres yaşarlar. Stres yaşamaları için ille de göz önünde olmalarına gerek yoktur. Heyecanlanmaları için seslerini başkalarının duyacağını bilmeleri de yeterlidir. Telefonla konuşmak, telekonferans yapmak, görüntülü konuşmak, mülakata girmek, sunum yapmak, sahnede olmak onlar için ürkütücü olabilir.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyenler tabi ki yaptıkları her konuşmada heyecan duymazlar. En azından mevcut heyecanlarını sağlıklı düzeyde tutabildikleri ortamlar da olmaktadır. Sıklıkla konuştukları, kendilerini güvende hissettikleri kişilerle görüşürken heyecanlanmazlar veya bu heyecanı kontrol edebilirler.

Heyecanı tetikleyen çoğunlukla hata yapma, alay edilme, rezil olma korkularıdır. Bu korkularını tetikleyecek kişi ve ortamlar onlar için kaygı kaynağını oluşturmaktadır. Biri için bu kaygının nedeni anne-baba iken, başkası için akranları, öğretmeni, yöneticisi olabilir. İlerlemiş sosyal anksiyetede kişi konuşması gereken her ortamda ve kişiyle kaygı yaşayabilir.

Kekelemekten, söyleyeceklerini unutmaktan, seslerinin titremesinden korkarlar. Bunu daha önce bir veya birkaç kez deneyimlemişlerse korkuları çok daha yüksek ve kontrol etmesi güç olabilir. Başkalarının kendileriyle ilgili değerlendirmelerinin çoğunlukla olumsuz olduğunu ve alay içerdiğini düşünmektedirler. Özsaygıları, öz değerleri ve özgüvenleri daha düşük bireylerdir.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Herkes Sosyal Anksiyete mi Yaşıyor?

Konuşurken heyecanlanmak neredeyse hepimizin yaşadığı bir durumdur. Burada yaşanan heyecanın bir sorun haline gelmesine neden olan kişinin yaşadığı sıkıntının derecesidir. Kontrol edilebildiğinde heyecan kişinin performansını olumlu yönde etkilemektedir. Sağlıklı heyecan kişinin konuşmasına daha iyi hazırlanmasına, daha fazla özen göstermesine neden olmaktadır. Kişinin daha coşkulu, hazırlıklı ve enerjik olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla da heyecan kontrol edilebildiğinde olumlu etkiye sahiptir.

Heyecanlanıyor ama bu heyecanın performansınızı olumlu yönde etkilemesini sağlıyorsanız heyecanınızı kontrol edebiliyorsunuz demektir. “Konuşurken heyecanlanıyorum” diyor ama önemli konuşmalar yapmaktan geri durmuyor, size verilen görevlerden kaçınmıyorsanız bununla baş edebiliyorsunuz demektir. Dolayısıyla konuşurken heyecan duymak sosyal anksiyete tanısı için yeterli değildir. Sıklığı, yoğunluğu ve derecesi tanı için belirleyicidir.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Bireylerde Görülen Diğer Sosyal Anksiyete Belirtileri Nelerdir?

Konuşurken yoğun heyecan duymak sosyal anksiyetenin önemli bir belirtisidir. Anksiyete yaşayan bireylerin duydukları heyecanın yoğunluğu performanslarını düşürmektedir. Konuşurken terler, kızarır, titrerler. Ellerini kollarını nereye koyacaklarını şaşırabilir ya da tamamen hareketsiz kalabilirler. Beden dilleri ile konuştukları senkron içerisinde değildir. Konuşmaları akıcı değildir ve tonlamalarını da doğru yapamazlar. Heyecanlarını kontrol etmeye çalışırken kısa ve net konuşur uzun cümlelerden kaçınırlar.

Uzun bir cümle kurmaları gerekirse cümleyi toparlamakta ve konuşmayı sonuca bağlamakta zorlanırlar. Çoğunlukla konuşma yapmalarını gerektirecek ortamlardan kaçınırlar. Alışveriş yaparken kasiyerle konuşmak, müşteri hizmetlerini aramak, mülakata katılıp kendilerini anlatmak onlar için oldukça zordur. Tanımadıkları insanlara bir şey sormaları gerektiğinde çok yoğun stres duyarlar. Otorite figürleriyle, öğretmen, müdür, yönetici gibi kişilerle konuşmakta zorlanırlar.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler konuşacaklarını zihinlerinde toplamaya çalışırken çoğunlukla diyalogları kaçırırlar. Bunu çoğunlukla grup içerisinde yaşarlar. Bir toplantıda veya sosyal bir etkileşim ortamında açılan bir konuya dahil olmak istediklerinde sıkıntı yaşarlar. Onlar ne söyleyeceğine karar verene kadar diğerleri başka konulara geçmiş olurlar. Yapacakları esprileri de sıklıkla düşünürler. Bu yüzden doğal akışında konuşamaz ve konuşulanlara da doğal tepki veremezler.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler bu heyecanlarını sessiz kalarak kamufle edebilirler. Heyecan yaşadıkları ortamlardan kaçınarak da kaygıyla baş etmeye çalışabilirler. Yüz yüze iletişim yerine mail veya mesaj ile iletişim kurabilirler. Alışverişlerini online yapabilirler. Banka işlerini ATM veya online uygulamalardan halledebilirler. Arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşayabilirler. Bu ihtiyaçlarını da arkadaşlık sitelerinden karşılayabilirler.

Meslek olarak da potansiyelleri ne kadar yüksek olursa olsun konuşmalarını gerektirmeyecek işlere yönelebilirler. Ön planda olmayacakları, geri planda çalışacakları meslekleri tercih edebilirler.

İlerleyen durumlarda müdahale edilmezse yakın arkadaşlarla, aile bireyleriyle konuşurken de kişilerde bu heyecan açığa çıkabilir. Özellikle kendilerinden emin olmadıkları, eleştirilebilecekleri veya yeterince bilgi sahibi olmadıkları konular hakkında konuşurken heyecan yaşayabilirler.

Sosyal Anksiyete Yaşayan Bireyler Neden Konuşurken Heyecanlanıyor?

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler konuşacakları konuyu önceden bildiklerinde ön hazırlık yapmaktadırlar. Kendileriyle baş başayken gayet akıcı konuşurlar. Yalnızken kendilerinden eminken yanlarına bir başkası geldiğinde bu güven ortadan kalkmaktadır. Konuşurken göz kontağı kurmaktan kaçınır, dikkatlerinin dağılmaması için çoğunlukla bakışlarını başka yerlere sabitlerler.

Karşılarındaki kişinin beden dilini okumaya çalışırlar. Çoğunlukla her bir mesajı olumsuz algılar ve karşılarındakini sıktıklarını düşünürler. “Benimle dalga geçecek, şu an hakkında kim bilir ne düşünüyor, kesin rezil oldum.” Gibi olumsuz çıkarımlarda bulunurlar.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler çoğunlukla mükemmeliyetçi ailede yetişmiş ve/veya aşırı korumacı tutumla büyütülmüştür. Çoğunlukla belirtiler ergenlik döneminde fark edilmeye başlanır. Okul fobisi yaşayan, çocukluğunda çoğunlukla arkadaşlık kuramayan, yalnız çocuklarda da sosyal anksiyete gelişmesi muhtemeldir.

Ebeveynleri tarafından fazla eleştirilen, gerçek dışı beklentilerle performansları zorlanan, rekabetçi yetiştirilen çocuklarda sosyal anksiyete gelişebilir. Bu bireyler çoğunlukla akranlarıyla ve başkalarıyla kıyaslanarak büyütülmüştür. Yetersizlik duyguları oldukça yüksektir. Ne yaparlarsa yapsınlar başkalarının beklentilerini karşılayamayacaklarını düşünebilirler. Alay edilmekten, başarısız olmaktan ve hatalarının bulunmasından endişe duyarlar. Kendilerine karşı oldukça olumsuz eleştirilerde bulunurlar.

Aile ve/veya öğretmenler tarafından çocuğun davranışları utangaçlık, çekingenlik veya terbiyeli, saygılı gibi değerlendirildiğinde tedavi gecikmektedir. Sosyal anksiyete ihmal edildiğinde farklı psikolojik rahatsızlıklara da neden olmaktadır. Depresyon sıklıkla ergenlikte ve yetişkinlikte sosyal anksiyeteye eşlik etmektedir.

Sigara, alkol, madde ilerleyen durumlarda bireylerin kaygılarıyla başa çıkmaları için baş vurdukları zararlı alışkanlıklar olabilir. Arkadaş edinmekte, evlenmekte, iş bulmakta, terfi almakta zorluk yaşayabilirler. Sosyal becerilerde kendilerini geliştirmekte oldukça zorlanırlar.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyenler için Uygulanabilecek Öneriler

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireylerin konuşurken çoğunlukla sesleri titrer, çocuksu veya ağlamaklı bir sesle konuşabilirler. Bu sesi fark ettikleri anda heyecanları hızla kaygıya dönüşür ve “şu an herkes benimle alay ediyor, ağlayacağımı düşünüyorlar.” Gibi olumsuz değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bireylerin seslerini daha doğru kullanmayı öğrenmesi gerekir.

İyi bir diksiyon konuşurken doğru nefesle konuşabilmeyi bilmekten geçer. Diksiyon eğitimi alarak bireyler yaşadıkları heyecanı da yönetmeyi öğrenirler. Kesintisiz konuşmak, nefes almadan konuşmak da konuşurken kişinin sesinde bozulmalara yol açar. Çabuk yorulur, nefessiz kalırlar. Konuşması akıcı olmaz. Diksiyon eğitimi ile birey diyafram nefesini kullanmayı ve daha uzun soluklu, akıcı konuşmalar yapmayı öğrenir. Tonlama ve doğru yerlerde es vermeyi de öğrenmiş olur.

Bir diğer önerimiz ise kişinin bol bol kitap okuması ve kelime hazinesini geliştirmesidir. Sesli okumalar yapmak da konuşma akıcılığına destek olacaktır. Ayna karşısında okuma yapmak veya bir konu kapsamında ayna karşısında konuşmak da yaşanan heyecanla başa çıkılmasını kolaylaştırır. Kişi böylece hem konuşmalarının ön provasını yapar hem kendi sesini dinler.

Ses kaydı yapmak, konuşmasını videoya alıp izlemekte kişinin heyecanını kontrol etmesini sağlar. Kişi kendi sesine ne kadar maruz kalırsa onu kabul etmesi de o kadar kolay olacaktır.

Konuşurken hareket etmek ve beden dilini kullanmak da kişiye güven verecektir. Hem de dinleyenin dikkati konuşulanla beraber hareketlere de yönelecektir. Özellikle sahnede olacaksanız ve topluluğa hitap edecekseniz sahnede yürüyebilirsiniz. Bir alanda hareketsiz durmaktansa hareket edebilirsiniz. Hareketleriniz ayrıca dinleyenlere de orada hakimiyetiniz olduğunu hissettirecektir.

Ayrıca konuşurken mümkünse ön hazırlık yapıp bir sunu hazırlayabilirsiniz. Sunumunuza görseller, konuşmanızı hatırlamanızı kolaylaştıracak kelimeler yazabilirsiniz. Videolarla, grafikler ve istatistiklerle dikkati üzerinizden alıp sunuma yönlendirebilirsiniz.

Negatif enerjinizi atmak ve heyecanınızı boşaltmak için nefes egzersizleri öğrenebilir, kaygılandıkça uygulayabilirsiniz. Spor yapabilir, suyun iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü kullanabilirsiniz.

Konuşurken Heyecanlanıyorum Diyor ve Performansınızın Olumsuz Etkilendiğini Düşünüyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin

Sosyal fobi yaşıyor ve duyduğunuz kaygı okul başarınızı, kariyer seçimlerinizi olumsuz yönde etkiliyorsa destek alabilirsiniz. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı ile yaşadığınız olumsuzlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Aba psikoloji olarak “konuşurken heyecanlanıyorum” diyen sosyal anksiyete yaşayan bireylere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyor okul başarınızdaki engelleri aşmanıza destek oluyoruz. Kariyer planınızı yaparken ilgi, beceri alanlarınızı dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

 

Read More

Okul fobisi bir diğer adıyla okul korkusu çocuğun okula gitmek istememesi ve okula yönelik yoğun olumsuz duygular geliştirmesi durumudur. Okula gitmek istemeyen çocuk bu isteği ebeveynleri tarafından kabul edilmezse bahanelerin veya hastalıkların ardına sığınabilir.

Okul korkusu olan çocuklarda okul günlerinde baş ağrısı, mide bulantısı, ishal, terleme, baygınlık hissi olabilir. Bu semptomlar çoğunlukla tatil günlerinde ortadan kaybolur. Tatilin bittiği ve yeni bir ders gününü başlayacağı tatil öncesi akşamlarda belirtiler bir anda geri döner.

Aileler çocuklarındaki bu düzensiz şikayetlerin kaynağını tespit etmekte başlangıçta zorlanırlar. Çocuğun gerçekten hasta olduğunu düşünüp istirahat için evde dinlenmesine izin verir ve/veya doktora da götürürler. Bazı aileler çocuğun okula gitmek istememesinin nedenlerini araştırmak yerine çocuğun evde kalmasına müsaade edebilir.

Okula gitmeyen çocuklar, evde oldukları için oldukça mutludur. Hastalıktan eser kalmaz. Gülücükler saçan, enerjik, oyuncu çocuklara dönüşürler. Ta ki ertesi gün yeniden okula gitme durumu ortaya çıkana kadar. Başka bir aile ise çocuğun istirahatine izin vermez ve okula gitmesinde ısrarcı olur.

Bu durumda çocuk evden ayrılana kadar şikayet ve yakınmalarını devam ettirir. Ancak artık geri dönüş olmadığında ve özellikle okula vardığında şikayetlerini unutur. Yeniden yüzü gülen, neşeli, keyifli bir öğrenci olur. Evden ağlayarak çıkan çocuk okula vardığında rahatlamıştır. Aynı şekilde evden ağlayarak çıkan çocuk okul dönüşü eve keyifli bir şekilde varmıştır. Bu durum ailelerde ikileme neden olur.

Aile sürekli tekrar eden bu yakınmaların asıl nedeninin okula yönelik olduğunu fark eder. Okula yönelik korkusunun tespiti yapılmış olsa da pek çok aile bu konuya nasıl yaklaşması gerektiğini bilmemektedir.

Okul Fobisi Belirtileri ve Görülme Sıklığı

Okul fobisi okul öncesi eğitimde ve ilk okul sürecinde daha fazla görülüyor. Yaş artıkça görülme sıklığı azalsa da tedavi zorlaşıyor. Okul korkusu tedavi edilmediğinde sosyal anksiyeteye dönüşebiliyor. Okul öncesi dönem okul korkusunun görülme sıklığının yüksek olduğu bir dönem olsa da zorunlu eğitime hazırlığı kolaylaştırıyor.

Okul öncesi eğitim çocukların okul kültürünü öğrenmesini, sosyalleşmesini ve okul olgunluğu kazanmasını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla okul fobisinin olumsuz etkisinden korunmak için Okul öncesi eğitim olanakları zorunlu eğitim öncesinde değerlendirilebilir. Okul Öncesi Eğitim Ne Zaman Başlamalı? . Okul Olgunluğu: Çocuğum İlk Kez Okula Gidecek, Çocuğum Okula Başlamaya Hazır mı? ve Ebeveynler Kreş Seçerken Nelere Dikkat Etmeli? Yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Okul Fobisi Neden Gelişiyor?

Okul fobisi birden fazla nedenle açığa çıkabilir. En sık rastlanan nedenler okula gitmeyle açığa çıkan ayrılık anksiyetesidir. Aynı şekilde aşırı korumacı ebeveyn tutumları da çocuğun okul korkusu geliştirmesine neden olabilmektedir. Çocuğun okulda akranları tarafından dışlanması, alaya alınması, şiddet görmesi ve benzeri de okul korkusunu tetiklemektedir.

Ailenin, öğretmenlerin ve okulun gerçekdışı beklentileri de çocuğun korku geliştirmesine neden olmaktadır. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda da akran ilişkileri gelişmediği için yalnızlık hissi okul fobisi oluşumuna neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Okul Fobisi Gelişimini Etkilemektedir

Okul fobisi görülen çocukların büyük çoğunluğunda anneden ayrılma kaygısı açığa çıkar. Anneyi bırakıp okula gitmek onlar için oldukça zordur. Annenin davranışları, beden dili ve cümleleri de bu kaygıyı destekleyebilmektedir. “Ben sen gidince ne yapacağım? Sen okuldayken seni çok özleyeceğim. Sen yokken çok üzüleceğim, yalnız kalacağım.” Gibi çocuğun okulda olmasına yönelik annenin üzüntüsü çocukta kaygıya yol açmaktadır.

Çocuk okulda olmaktan dolayı kendini suçlu hissetmekte ve annesini üzdüğünü düşünmektedir. Bu çocuklar okulda olmanın ailelerine ihanet olduğunu, onlar evde üzgünken okulda mutlu olmaya haklarının olmadığını düşünürler. Bu yüzden okula gidene kadar ebeveynlerinin davranışlarının benzerlerini tekrar ederler. Okula vardıklarında ise aileleri tarafından gönderildikleri için rahatlamışlardır.

Ayrıca aile içi şiddet, ebeveynlerden birinin daha önce evi terk etmiş olması, evde ağır hasta bulunması okul fobisine neden olabilir. Okula giden çocuk yokluğunda evde ebeveyninin zarar görebileceğini düşünebilir. Aynı şekilde çocuk ebeveyninin o okuldayken evi terk edebileceğini de düşünebilir. Ebeveynlerden biri, büyük anne-baba veya kardeş ağır hastaysa çocuk okuldayken onlara bir şey olmasından korkabilir.

Evde küçük kardeşin olması da okul fobisi gelişimini etkileyebilir. Çocuk okuldayken ebeveyni ile kardeşinin neler yapacağını merak edebilir. Onların yanında olmak isteyebilir. Okula gönderilmeyi cezalandırılma veya istenmeme nedeni olarak görebilir. Bu nedenle çocuklar okul veya okul öncesi eğitimine kardeş doğmadan çok önce başlatılmalıdır. Eğer bu mümkün değilse kardeş olduktan hemen sonra okula başlangıç olmamalıdır.

Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Aşırı Korumacı Ebeveyn Tutumu Okul Fobisi Gelişmesine Neden Olmaktadır

Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarının büyüdüğünü kabul etmekte güçlük yaşarlar. Yaşlarıyla ve potansiyelleriyle uyumlu sorumluluklar almalarına müsaade etmezler. Çocuğun en basit kararlarında dahi aile belirleyicidir. Hiçbir zaman hiçbir şey için çocuklarının tam olarak hazır olduğunu düşünmezler. “Sen daha küçüksün, yapamazsın, bırak ben yapayım.” Gibi müdahale cümlelerini fazlaca kullanırlar.  Ailede sorumluluk alamayan, kendi kararlarını veremeyen çocuk ve/veya genç okul ortamında stres yaşar.

Genç ailenin yönlendirmesi ve seçimleri olmaksızın bireyselliğini göstermekte zorlanır. Aile içi şiddet, ebeveynlerin boşanması, evden bir ebeveynin ayrılması sevilen birinin kaybı gibi durumlar da okul fobisi gelişmesine neden olur. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı?, Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Helikopter Ebeveynler Akademik Başarıyı Düşürüyor! Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Akran Zorbalığı ve Okuldaki Kötü Deneyimler

Okul fobisi akranlar ve okuldaki diğer olumsuzluklarla alakalı olarak da gelişebilir. Akranları tarafından alaya alınan, hakarete uğrayan, şiddet ve zorbalık gören çocuklar okula gitmek istemeyebilir. Baskıcı -otoriter bir öğretmen, derslerde zorluk yaşama, öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği de okul korkusunu tetikleyebilir.

Okul yolunda veya servis aracında yaşanan olumsuz deneyimler de korkuya neden olabilir. Okulun fiziki koşulları, disiplin kuralları ve yönetimi de okul korkusunu tetikleyebilir. LGS’ye Hazırlık Sürecinde Akran Zorbalığı Akademik Başarıyı Düşürüyor: Aileler Ne Yapmalı? ve Olumsuz Beden Algısı Başarıyı Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Gerçekdışı Beklentiler

Kimi zaman aileler, öğretmenler, okul ve bazen de diğer kişiler çocuğa yönelik gerçekdışı beklentiler geliştirebilir. Gerçekdışı beklentiler bireyin sahip olduğu potansiyel ile performansının diğerlerinin beklentileriyle örtüşmemesi durumudur. Kapasitesinin zorlandığını ve beklenen başarıyı elde edemeyeceğini düşünen bireylerde okul fobisi gelişebilir. Bu durumda beklentiyi karşılayamayan çocukta yetersizlik, başarısızlık hissi de güçlenir.

Sosyal Beceri Eksikliği ve Yalnızlık

Sosyal beceri eksikliği çocuğun arkadaşlık ilişkisi geliştirememesine ve okulda yalnız kalmasına neden olabilir. Diyalog kuramayan, arkadaşlık geliştiremeyen çocuk diğerleri tarafından bir süre sonra fark edilmemeye başlar. Bu da çocuğun daha fazla geri çekilmesine neden olabilir. Okul çocukların hem öğrendiği hem de sosyalleştiği ortamlardır.

Çocuk öğretmeninden akademik bilgiler edinirken akranlarından da yaşının gerekliliklerini öğrenir. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda ise bu deneyimler eksik kalacaktır. Okulda sosyalleşemeyen, akran gruplarına dahil olamayan, diğerleri tarafından kabul görmeyen çocuklarda okul fobisi gelişebilir. Teşhis ve müdahale için öğretmenin ve ailenin farkındalıklı gözlem yapması ve çocuğa zaman ayırması oldukça önemlidir.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi ile Başa Çıkmak için Aileye Öneriler

Her problemin çözümünde olduğu gibi, okul fobisinin giderilmesinde de aileye ve okula çokça görev düşer. Ebeveynler çocuğa karşı koşulsuz sevgi sunmalıdır. Çocuk hoşgörü ile desteklenmeli, yaşadığı zorluklarda nasıl başa çıkabileceği çocuğa öğretilmelidir. Ebeveynler çocuğa davranışları, sözleri ve yaklaşımı ile güven vermelidir. Ebeveynlerin tutarlı olması ve iyi bir rol model olması da çocuğun güvenini desteklemektedir.

Çocuğun kaygı ve korkuları dinlenmeli, gerekirse profesyonel destek alınmalıdır. Anne ve baba okulla ilgili kararlarda kendi içlerinde tutarlı olmalıdır. Okul fobisi tedavisinin okula gitmemek olmadığı bilinmelidir. Ancak çocuğun okula yönelik tepkisinin göz ardı edilmesi de sağlıklı değildir. Çocukla iletişim kurarken hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum sergilenmelidir. Aile çocuğa evdeki problemleri yansıtmamalıdır, ebeveynin çocuğun yokluğunda duyacağı özlem ve sıkıntı çocuğa aktarılmamalıdır.

Ebeveynin önceliği çocuğu okula göndermek olmalıdır. Ancak burada çocuk yapıcı şekilde ikna edilmeye çalışılmalı ve okula gitmeye özendirilmelidir. Ceza, tehdit ve gerçekdışı vaatler bu durumda yapıcı yöntemler olmayacaktır. Çözüm yolu aranırken öncelikle okul fobisinin neden geliştiği irdelenmelidir. Çocuk ayrılık anksiyetesi yaşıyorsa okula giderken ayrılmak istemediği ebeveyni de okul yolculuğunda çocuğa eşlik edebilir.

Ebeveyn çocuğa okulda ilk yarım saat, 1 saat eşlik edebilir. Ebeveyn okulun bahçesinde çocuk derse girene kadar bekleyebilir. Gün içerisinde ebeveyn çocuğu birkaç kez ziyaret edebilir. Okul çıkışında aynı ebeveyn çocuğu almaya gelebilir. Ancak bunlar ilk bir maksimum iki hafta süresince yapılmalıdır. Çocuğun alışkanlık edinmesine müsaade edilmemelidir. İlk birkaç gün her gün giden ebeveyn yavaş yavaş sıklığı azaltarak süreci bitirmelidir.

Çocuk okula gitmek istemiyorsa günden birkaç saat keyif alacağı derslerden başlayarak okulda olması sağlanabilir. Ardından giderek okulda kalma süresi uzatılabilir. Tedavi sürecinde okulun, öğretmenlerin, rehberlik biriminin de aileyle iş birliği içerisinde olması gerekir.

Aynı şekilde okuldan eve dönüşte okulda günün nasıl geçtiği, neler yaptığı çocuğa sorulmalıdır. Çocuğun okula yönelik deneyimleri ebeveynler tarafından heyecanla dinlenmeli, meraklı ve ilgili sorular çocuğa yönlendirilmelidir.

Çocuk Okula Özendirilmeli, Heveslendirilmelidir

Çocuk okul alışverişine çıkarılmalı, ihtiyaçları alınırken beğenisine göre seçimler yapması desteklenmelidir. Çocukla konuşurken okula yönelik olumlu bilgiler paylaşılmalı, negatif deneyimler çocukla gerekmedikçe paylaşılmamalıdır. Çocuğa okulun neden gerekli olduğu, orada öğreneceklerinin ve orada olmanın faydaları anlatılmalıdır. Çocuk okula gönderilirken vedalaşmalar kısa tutulmalıdır. Ayrılırken anne veya baba çocuğun aklının evde kalmasına neden olacak sözler sarf etmemelidir. Ayrıca okul dönüşü çocukla evde kaliteli zaman geçirilmeli, ayrı geçen zaman telafi edilmelidir. Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi İhmal Edilmemeli Gerektiğinde Profesyonel Destek Alınmalıdır

Okul fobisi tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide okul korkusu ve/veya sosyal anksiyete görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte okul fobisinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Aba psikoloji olarak okul fobisi yaşayan çocuklara ve ailelerine uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin nasıl bir yetişkin olacağını belirleyen son derece önemli bir etkiye sahiptir. Ergenlik dönemi gencin çocukluktan çıkıp yetişkinliğe hazırlık yaptığı ara dönemdir. Bu dönemin getirdiği pek çok değişim genç için yeni bir öğrenme sürecini ve uyum ihtiyacını doğurur. Ergenliğin getirdiği bilişsel, davranışsal, duygusal, hormonal değişim gencin adapte olmasını zorlaştırır.

Genç ergenliğin getireceği değişime ailesi tarafından ne kadar erken hazırlanırsa ve ailenin duygusal desteğini ne kadar hissederse adaptasyon da o kadar kolay oluyor. Genç için ailenin desteği ve varlığı ne kadar önemli olsa da ergenlikte akranlarla geçen zaman artıyor. Bu dönemde aileyle çatışmalar, anlaşmazlıklar yaşanabiliyor. Akranın gencin hayatındaki yönlendirici etkisi daha fazla olabiliyor.

Aileyle iyi ilişkiler varsa ergenlik dönemi tüm zorluklarına rağmen gencin aileyle iç içe olduğu dönemdir. Ancak aileyle ilişkiler zayıf olduğunda genç önemli ve güvenilir bir duygusal kaynağını kaybetmiş olur. Genç, yaşadığı sorunlarda yardım isteyecek sıcaklığı ailede bulamadığı gibi, hatalarında da yargılanmaktan korkabiliyor. Genç bu önemli dönemde aileyi yanında değil karşısında hissettiğinde yalnızlık hissi artıyor. Kendini daha güçsüz, savunmasız hissedebiliyor.

Oysa ergenlik gencin yetişkinlik rollerine hazırlandığı önemli bir dönem. Bu dönemde genç yeni rollerine hazırlanırken güvene, cesarete ve sağlıklı rol modellere ihtiyaç duyuyor. Zorlandığında, kırıklığa uğradığında yeniden motive olacak, cesaretlenecek gücü ise ailenin güven ortamında kazanmaya ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla ailenin çocuklukta olduğu gibi ergenlik döneminde de çocuğu koşulsuz sevmesi, destek vermesi, sağlıklı rol model sunması gerekiyor.

Ebeveynin hoşgörüsü, yeri geldiğinde demokratik yeri geldiğinde sıcak ve sevecen tavrı gence güven veriyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Bir Birey Yetişeceğini Belirliyor

Ergenlikte bireyin asıl ihtiyacı aileden tamamen kopmadan ama onlara bağımlı da olmadan yeni rollerini deneyimleyebilmek. Gençler bu dönemde kendi kararlarını alabilmek, sorumluluklarını genişletmek ve kısıtlanmak yerine cesaretlendirilmek istiyorlar. Yeri geldiğinde bir çocuk kadar savunmasız kalıp aileye koşabilmek, onların yanında huzur bulmak istiyorlar. Yeri geldiğinde tüm dünyayı karşılarına alacak kadar güçlü ve kararlı olabilmeyi arzu ediyorlar.

Gencin yaşadığı bu iki uçlu gelgitler genç kadar aileyi de yoruyor. Aile kimi zaman bu gelgitler karşısında endişeye kapılıp karşılarında hala küçük bir çocuk varmışçasına yasaklar, kısıtlamalar getirebiliyor, cezalar verebiliyorlar. Veya “madem bu kadar büyüdün ne istiyorsan yap ama başın sıkışınca gelme” diyerek gözdağı verebiliyorlar.

Ergenlikte ebeveyn tutumu olumsuz olduğunda ne aile ne de genç mutlu ve huzurlu olamıyor. Genç kendini sınırlandırılmış ve yalnız bırakılmış hissediyor. Genç ailesinin desteği olmadığında kaybedecek neyim var diye düşünebiliyor, daha riskli davranışlara yönelebiliyor. Veya aile desteğinin kaybı gencin özgüveninin zedelenmesine, içe kapanmasına neden olabiliyor.

Genç bu dönemde çocuklukta çizilen sınırları genişletmek istiyor. Gencin bu isteği ise aile tarafından sınırların tamamen kaldırılması gibi anlaşılabiliyor. Oysa genç “artık çocuk değilim, dolayısıyla tecrübe edinebilmem, hayatı öğrenebilmem için daha geniş sınırlara ulaşmama izin vermelisiniz” diyor. Ergenlik çağındaki bireyin hayatı deneyimleme, uyum becerilerini geliştirme, kendini ailesinden bağımsız bir birey olarak keşfetme ihtiyacı var.

Ailenin ise çocuğunun yeterince büyüyüp büyümediğine, bu süreci yönetip yönetemeyeceğine yönelik kaygıları var. Dolayısıyla bu iki uç düşünce çatışmaların açığa çıkmasına neden oluyor. Aile kaygı ve endişelerini çocuğa yansıtırken doğrudan düşüncelerini paylaşmak yerine güç gösterisine başlayabiliyor. İletişimin içerisine güç savaşı ve suçlayıcı bir dil girdiğinde iletişim çıkmaza giriyor.

Aile İçi İletişim Oldukça Önemli

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin iletişim becerilerini ve aile içi iletişimin yönünü de belirliyor. Özellikle “Sen dili”nin kullanımı gencin öfkesini artırabiliyor. Aynı şekilde ailenin de iletişimde ses tonu, beden dili ve tutumu değişiyor. Aile endişelerini anlatırken sen bunu istiyorsun ve bu isteyin bizim senin için endişelenmemize neden oluyor demek yerine “hayır yapamazsın, çünkü ben böyle istiyorum.” Demesi genci kızdırıyor.

Oysa iletişimde ben dilinin kullanımı iki tarafın çatışmak yerine birbiriyle empati kurmasını ve uzlaşmasını kolaylaştırıyor. Genç ailesine sınırlarını neden genişletmek istediğini anlattığında, aile neden kaygılandığını paylaştığında iletişim güzelleşiyor. Aile ile genç arasında açık ve doğrudan bir iletişim kurulamadığında genç yalan söyleme veya gerçeği hafifletecek şekilde değiştirerek aileyle paylaşma ihtiyacı duyuyor.

Açığa çıkacak çatışmadan, güç mücadelesinden kaçınmak için genç böyle bir yola başvurabiliyor. Oysa yalan veya gerçeğin saptırılması çok daha büyük risklere zemin hazırlayabiliyor. Yalan iki tarafın birbirine olan güvenini sarstığı gibi gencin karşılaşabileceği olası tehlikelerden ailenin haberdar olmamasına da neden oluyor. İletişim doğrudan, açık, empatik ve etkili olduğunda sorunlar çok daha kolay halledilebiliyor.

Etkin dinleme, empatik konuşma, sen yerine ben dilini kullanma, konuşma anında “şimdi ve burada” kalabilme, beden dilini ve ses tonu ile iletişimi destekleme ve iletişimde olumlu dili kullanma iletişimin kalitesini artırıyor. Aile İçi İletişim Eksikliği Nedenleri ve Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Aile Gence Rol Model Olmalı ve Güven Vermeli

Sağlıklı benlik gelişimi için ergenlikte ebeveyn tutumu kadar ailenin sağlıklı rol model sunabilmesi de önemli. Gencin hayatından bebeklikten itibaren en etkili ve ilk model ebeveynler oluyor. Dolayısıyla ergenlikte ailenin problem çözme becerileri, iletişimi, özgüveni, sorumluluk bilinci gence model oluyor. Öfkesini yönetemeyen, stresle başa çıkamayan, iletişimi zayıf, sosyal becerileri eksik ebeveynler ise gencin benzer davranışlar geliştirmesine neden oluyor.

Gençler bu dönemde ailelerinden güven istiyor. Genç “Bana, karakterime, başarabileceklerime ve öğrettiklerinizi devam ettirebileceğime güvenin. Ancak bana güvenirken beni tamamen desteksiz, savunmasız da bırakmayın. Evet elimi tutmanıza gerek yok artık, desteğiniz olmadan da yürüyebilirim. Ama orada olduğunuzu, tökezlediğimde, düştüğümde elimden tutacağınızı bilmeye ihtiyacım var.” Diyor.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum olmalı.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Hatalı Olduğunda Ergenlik Dönemi Sorunları Şiddetleniyor

Olumsuz ebeveyn tutumları Baskıcı – Otoriter tutum, aşırı hoşgörülü- gevşek tutum, tutarsız tutum, mükemmeliyetçi tutum, İhmalkar tutum olarak ayrılabilmektedir. Çocuklukta ve gençlikte ebeveynlerin sergilemesi gereken en sağlıklı tutum ise hoşgörülü-demokratik-destekleyici tutumdur.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hatalı olduğunda ergenlik belirtileri daha olumsuz ve şiddetli geçirilebiliyor. Depresyon riski artıyor, özgüven zedeleniyor. Genç ailesinden göremediği ilgi ve desteği akranlarında ve riskli arkadaşlıklarda arıyor. Akademik başarı düşüyor, olumsuz alışkanlıklara yönelim artıyor. Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Baskıcı – Otoriter Olduğunda Gençte Pasif Agresif Davranışlar Gelişiyor

Baskıcı Otoriter tutumda ebeveynlerin iletişim tarzı çoğunlukla güç odaklı oluyor. Aile otoriter, baskıcı ve cezalandırıcı tavırlarıyla gencin korkmasına ve geri çekilmesine neden oluyor. Böyle bir aile ortamında genç duygu ve düşüncelerini ailesiyle paylaşmaya çekiniyor. Kimi zaman ebeveynlerin ikisi birden veya birisi daha baskıcı olabiliyor.

Erkeğin baskın olduğu ailelerde çocuk kadar kadın da otorite figüründen çekinebiliyor. Bu durum otoriteye boyun eğmeye neden oluyor. Kendini ifade edemeyen duygu, düşünce ve isteklerini doğrudan paylaşamayan gençte pasif agresif davranışlar gelişiyor. Kimi zamansa genç ailede gördüğü otorite ve baskıcı tavırları kendi akran ilişkilerine ve romantik ilişkilerine yansıtıyor. Ergenlikte ebeveyn tutumu baskıcı otoriter olduğunda gençlerde akademik başarı büyük olasılıkla düşüyor.

Ergenin özsaygısı ve özgüveni azalıyor. İletişim becerileri ve sosyal beceriler gelişmiyor. Genç kariyerinde de kendini geliştirmekte zorlanıyor. Bu gençler çoğunlukla ailenin karar verdiği mesleğe yöneliyor. Hayatlarındaki pek çok konuda da ailelerinin kararları belirleyici oluyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Aşırı Hoşgörülü ve Gevşek Olduğunda Genç Çocukluk Rolünü Bırakamıyor

Aşırı Hoşgörülü- Gevşek ebeveyn tutumunda ise çocuk ailenin merkezine konuluyor. Çocuğun her istediği gerçekleştiriliyor, kurallar çocuk tarafından şekilleniyor ve neredeyse sınırlar ortadan kalkıyor. Sorumluluk verilmeyen, her ihtiyaçları aile tarafından karşılanan bireyler gelişiyor. Bu çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de çocukluk rollerini bırakamıyorlar.

Almaları gereken gelişimsel rollerin gerekliliklerini karşılamakta zorluk yaşıyorlar. Bu tarz ebeveyn tutumuyla yetişen çocuklar ailenin ilgisini, aşırı hoşgörüsünü ve koşulsuz kabulünü herkesten bekliyor. Ergenlikte genç, öğretmen, yönetici gibi diğer yetişkinlerden ve akranlardan aynı davranışı göremediğinde kırıklık yaşıyor. Genç yeni rollerine adapte olmakta güçlük yaşıyor, bağımsız hareket edemiyor, bireyselliğini kazanamıyor. Ailenin maddi, manevi ve fiziki desteğine ihtiyaç duyuyor.

Karşılaştığı sorun ve aksaklıklarda ailenin yardımına ihtiyaç duyuyor. İşleri kendi halletmeye çalışmak yerine ilk iş yardım çağrısında bulunuyor. Bu kişilerin yetişkin hayatta da problem çözme becerileri gelişmiyor. Kaldıramayacakları sorumlulukları alamıyor ve sorumluluklardan çekiniyorlar. Bu kişileri iş hayatında da yüksek kademelerde görebilmek mümkün olmuyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Tutarsız Olduğunda Genç Duygularını Düzenlemekte Güçlük Yaşıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu tutarsız olduğundaysa ebeveynlerden biri veya ikisi duygu, düşünce ve davranışlarında tutarsızlık yaşıyor. Bir ebeveynin evet dediğine diğeri hayır diyebiliyor. Veya bu ebeveynler bir gün çocukla çok ilgiliyken başka bir gün oldukça ilgisiz davranabiliyorlar. Bir gün evet denilen ertesi gün hayır olabiliyor. Bir kez sevecen ve hoşgörü ile karşılanan durum başka bir sefer olumsuz karşılanabiliyor.

Bu da gencin ailesine ve ailesinin davranışlarına olan güvenini sarsıyor. Neye nasıl yanıt vereceklerini kestiremiyor olmak gencin aileyle olan iletişimini bir stres faktörü haline getiriyor. Genç ailede gördüğü bu tutarsızlığı kendi bireysel yaşamında tekrar edebiliyor. Arkadaşlık ilişkilerinde bir ilgili bir ilgisiz tavırlar görülebiliyor. Derslerinde ve sorumluluklarında bir gün çok disiplinli ve ilgili olan çocuk başa sefer sorumsuz olabiliyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Mükemmeliyetçi Olduğunda Genç Daha Kaygılı Bir Birey Oluyor

Mükemmeliyetçi tutum sergileyen ebeveynler çoğunlukla gerçekdışı ve potansiyelin üzerinde beklentileri olan ebeveynler oluyor. Bu ebeveynlerde çoğunlukla kusurlara tolorans düşük oluyor. Ailenin çocuğa yönelik sevgi paylaşımı da koşullu oluyor. Sevgi ve ilgi için sorumlulukların yerine getirilmesi, başarılı olunması gerekiyor. Genç ailenin beklentilerini karşılayamadığında onların sevgisini kaybetme endişesi duyuyor. Genç mükemmellikten uzaklaştıkça yaşadığı kaygı ve stres azalıyor.

Sosyal anksiyete, sınav kaygısı, akademik başarısızlık, olumsuz beden algısı, depresyon ve benzeri gelişme olasılığı artıyor. Sınav Kaygısı Gençlerde Neden Oluşuyor? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu İhmalkar Olduğunda Gencin Özsaygısı Azalıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu ihmalkar olduğunda ise genç aile içerisinde kendini değersiz görüyor. Ailenin ihmal ettiği temel ihtiyaçlar gencin gelecek kaygısı geliştirmesine, özgüven kazanamamasına neden oluyor. Gençler riskli davranışlara, kötü alışkanlıklara, olumsuz arkadaşlıklara bu tarz ailelerde daha çok yöneliyor. Başarılı Bir Kariyer İçin Çocuk, Ergen ve Yetişkinlerde Duygu Düzenleme (Regülasyon) ve Mutlu Aileler Başarılı Çocuklar Yetiştiriyor! yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

Read More