Sosyal medya kullanımı, 21. yüzyılın iletişim şekli oldu. Özellikle 2020’de hayatımıza giren pandemi koşulları ile tüm dünyada sosyal medya kullanım sıklığı arttı. Günümüzde her yaştan birey veya kurum kendi hesaplarını oluşturmakta ve aktif şekilde sosyal medyayı kullanmaktadır. Sosyal Medya tanımı yapıldığında kullanıcıların kendi ürettiği içeriği yayınladığı ve paylaştığı online platformdur.

İletişime geçmenin yanı sıra, kendini ifade etme, reklam verme, ikna ve etkileme aracı olarak da kullanılmaktadır. BTK’nın açıkladığı en sık kullanılan sosyal medya ağları yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir. Sosyal medya kullanım yaşı 13 yaş ve üzeridir. Uzmanlar önermiyor olsa da pek çok aile daha küçük yaş gruplarına da hesap oluşturabilmektedir.

Sosyal medya internetin ve hesaplara erişilebilecek teknolojik cihazın bulunduğu her ortamda kullanılabilmektedir. Dolayısıyla çocuk ve gençler için sosyal medya kullanımının takip edilmesi, bilinçli kullanım hakkında bilgilendirmeler yapılması gerekmektedir. Gençler için sosyal medya hesaplarının nasıl, ne sıklıkta ve hangi amaçla kullanıldığı gencin kendisi ve ailesi tarafından takip edilmelidir.

Sosyal Medya Kullanımı Gençler İçin Faydalı mı Zararlı mı?

Özellikle ergenlik yıllarını içine alan 12-21 yaş grubu için sosyal medya kullanımı farklı değişkenler göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Bu yaş grubu 21. Yüzyılda dünyaya gelmiş dolayısıyla teknolojinin içerisine doğmuş bireylerden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu yaş grubu için teknolojinin, internetin ve sosyal medyanın kullanımı diğer kuşaklardan çok daha farklıdır.

Onlar için sosyal medya, teknolojik ürünler ve internet; bilgiye erişme, bilgiyi kullanma, bilgiyi yayma araçlarıdır. Bunun yanı sıra sosyal medya sosyalleşme, kişilik geliştirme, kendini ve diğerlerini kıyaslama ve değerlendirme alanıdır. Ergenliğin getirdiği fiziksel, zihinsel, duygusal değişiklikler nedeniyle gençler için ergenlik kendileriyle fazlaca meşgul oldukları dönemdir. Bu dönemde aileyle paylaşımlar azalırken akranlarla paylaşım sıklığı ve geçirilen zaman artmaktadır.

Bu zamanın önemli bir bölümü de sosyal medya ve internet üzerinde geçirilmektedir. Dolayısıyla özellikle duygusal ihtiyaçlar noktasında gençler burada incinmeye veya incitmeye açık durumdadır. Dijital zorbalık çağımızın önemli bir sorunu haline gelmektedir. Bugün pek çok aile sosyal medyanın olumsuz etkilerinden koruyabilmek adına çocuklarına kullanım kısıtlamaları getirmektedir. Ancak sosyal medyanın günümüz koşullarında kısıtlanması veya yasaklanması yapıcı ve yararlı bir çözüm değildir.

Kısıtlamak yerine nasıl daha sağlıklı, verimli ve bilinçli kullanılabileceği bireylere öğretilmelidir. Sosyal medya kullanımının avantaj ve dezavantajlarını ayrı ayrı ele alalım.

Sosyal Medya Kullanımının Gençler İçin Faydası

Sosyal medya kullanımı zararlarından bahsetmeden önce bilinçli kullanıldığında gençlere hangi faydaları sağladığından bahsedelim. Özellikle pandemiyle beraber sosyal medya kullanımı gençlerin sosyal ilişkilerini devam ettirebilmesi için önemli hale geldi. Yüz yüze grup olarak görüntülü görüşme yapılabilecek platformlarda öğrenciler ders çalışabiliyor, bilgilerini ve fikirlerini paylaşabiliyor. Akademisyenlerin, eğitmenlerin sosyal medyada paylaştığı canlı yayınlara erişilebiliyorlar.

Gençler sadece kendi ortamlarından insanlarla değil dünya çapında da farklı insanlarla etkileşim kurabiliyor. Böylece hem yabancı dil kullanımlarını geliştiriyor hem de farklı kültürleri tanıyabiliyorlar. Çekingen mizaca sahip, dolayısıyla iletişim başlatmakta zorlanan bireyler sosyal medyada daha sosyal ve girişken olabiliyor.

Gençler oluşturdukları blog, youtube veya instagram sayfaları aracılığıyla yetkinlik alanlarına yönelik içerik üretebiliyorlar. Verimli içerik sunabilmek için daha çok araştırıyor, bilgilerini geliştiriyorlar. Böylece bilgilerini tazeleme, geliştirme ve paylaşma imkanına sahip oluyorlar. Ayrıca ilgi ve ihtiyaç alanlarına göre başkalarının profesyonel içeriklerini takip ederek bilgi edinebiliyorlar. Model aldıkları kişilerin sosyal medya kullanımlarını örnek alarak benzer ilgi alanlarına ve çalışmalara yönelebiliyorlar.

Sosyal medya aynı zamanda pek çok genç için dünyadan haberdar olma kaynağı. Yani dijital ortamda gençler güncel olayları, ekonomiyi, siyaseti, bilimi ve teknolojiyi dünyayla aynı anda takip edebiliyorlar.

Sosyal Medya Kullanımının Gençler İçin Zararları

Sosyal medya mecraları birbirini tanıyan insanlar kadar tanımayan insanların da etkileşimde olduğu bir ortamdır. Burada bireyler gerçek kişilere ait gerçek hesaplarla iletişim kurmaktadır. Ancak sosyal medyada kimi zaman gerçek dışı kimliklerle çevrimiçi olan bireylerle karşılaşılabilmektedir. Gerçek biriyle iletişimde olduğunu düşünen genç için bunun doğru olmadığı anlaşıldığında ciddi bir yıkım gerçekleşebilmektedir.

Aynı zamanda gençler sahte hesaplarla etkileşime girdiklerinde fiziksel, duygusal ve maddi olarak da tehdit altında olabilmektedir.

Nefret, Hakaret, Tehdit Söylemleri ve Siber Zorbalık

Sosyal medya kullanımı sırasında fiziksel paylaşımın olmayışı bireylerin birbirlerine karşı daha olumsuz söylem, tavır ve tutum sergilemesine neden olabilmektedir. Bireyler gerçek hayatta başkalarına söyleyemeyeceği veya yapamayacağı şeyleri sosyal medya hesaplarından güç alarak yapabilmektedir. Olumsuz, hakaret, küfür, tehdit ya da taciz içeren yorumlar, mesajlar gibi. Bu davranışları sergileyen bireyler karşı tarafın biricikliğine zarar verdiği gibi kendi geleceklerine yönelikte kötü bir itibar geliştirmektedir.

İnternette paylaşılan her bir içeriğin izi kalmakta ve bu izler ileride hoşnut olmayacağımız kanıtlar olarak karşımıza çıkabilmektedir. Dolayısıyla yapılan her türlü içerik paylaşımı gelecek on yıllarda bize zararı olacak mı değerlendirilerek paylaşılmalıdır.

Nefret ve saldırganlık içeren söylem ve davranışlara maruz kalan gençler de sosyal medyadan olumsuz etkilenmektedir. Gençler burada tanıştıkları yabancıların gerçek hayatta da böyle olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla gençler tanınmayan kişilerin tehlikeli ve zorba olduğunu düşünebilmektedir. Bu da gençlerin sosyal ilişkilerini ve sosyal iletişim girişimlerini olumsuz etkilemektedir.

Bir diğer olumsuzluk ise siber zorbalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Nefret, tehdit, hakaret söylemleri de siber zorbalığa girmektedir. Yanı sıra bireylerin özel hayatlarına yönelik görsel, video ve yazışmaların izinsiz paylaşılması da siber zorbalıktır.

Akranlarının Çevrimiçi Hayatlarına Bakarak Kendi Benlik ve Hayatlarını Olumsuz Değerlendiriyorlar

Önemli bir olumsuz etki de gençlerin birbirleriyle sosyal medya performansını kıyaslıyor olmalarıdır. Gençler paylaştıkları içeriklere gelen beğeni ve yorumlarla kendilerini değerli ya da değersiz olarak nitelendirebilmektedir. Beğeni, yorum, takipçi sayısı ve paylaşım sıklığı gençler için önemli olmaktadır.

Gençler birbirlerinin hayatlarına bakarak kendilerini ve yaşantılarını değersiz görmektedir. Paylaşacak ilgi çekici, beğenilebilir içerik bulamayan gençler kırıklığa uğramaktadır. Tanımadıkları akranlarının sosyal medyada sürekli mutlu olduğunu gören gençler kendi hayatlarını renksiz bulmaktadır. Bu da kişinin hayatını, koşullarını ve ilişkilerini gözden geçirmesine neden olmaktadır.

Sosyal Medya Gençleri Kontrolsüz ve İhtiyaç Dışı Tüketime Motive Ediyor

Sosyal medyanın bir diğer olumsuz etkisi ise kontrolsüz ve ihtiyaç dışı tüketime sevk etmesidir. Gençler akranlarının kullandığı ürünleri, markaları bir gruba ait olmak ya da beğeni kazanmak arzusu ile satın alabilmektedir. Kimi ürünlerin maddi yükü gençlerin arzularına ulaşamamasına ve kırıklık yaşamasına neden olabilmektedir. Sosyal medyada yapılan ürün tanıtımları, reklamlar ve dikkat çekici sloganlarla yapılan kampanyalar gençleri etkilemektedir.

Tüketim çılgınlığı bireylerin kişiliklerinden ziyade kendilerini kullandıkları ürün ya da markalarla ifade etmelerine neden olmaktadır.

İstenmeyen İçeriklere Maruz Kalmak Travmatik Duygu ve Düşüncelere Neden Oluyor

Sosyal medyada şiddet, zorbalık, teşhir içeren görsel ve videolar da gençleri olumsuz etkilemektedir. Doğal afetler, kazalar, terör saldırıları, siyasi paylaşımlar gençlerin psikolojik olarak olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Gençlerde uyku- yeme sorunları, kaygı bozukluğu, depresyon, zarar görme korkusu, gelecek kaygısı gelişebilmektedir.

Gençler maruz kaldıkları içerik ve görüntülerle insanların kötü, tehlikeli ve dünyanın yaşanmaz olduğunu düşünebilmektedir. Tehlike ve kötülükler karşısında savunmasız, aciz, güçsüz olduğunu ve kendisini savunacak bir sistemin olmadığını düşünebilmektedirler.

Sosyal Medya Kullanımı Şekli Gencin Güvenliğini Tehdit Edebiliyor

Gençler etkileşim alabilmek ve hayatlarını paylaşabilmek için kendileri ve mahremiyetleriyle ilgili çok fazla içerik paylaşabilmektedir. Bu paylaşımlar gencin farkında olmadığı kişi ve kişiler tarafından takibe alınabilmektedir. Yaşadığı, okuduğu, çalıştığı yer, gelir düzeyi, yaşam şekli, ailesi hakkında başkalarına kötüye kullanılabilecek bilgiler verebilmektedir. Takip edilme, tehdit edilme, saldırıya uğrama, gasp edilme ya da yaşam alanına saldırı gibi tehlikeli durumlar açığa çıkabilmektedir.

Gencin kendisine yönelik içerikler paylaşması başkaları tarafından görsellerinin çalınarak sahte hesapların açılmasına sebep olabilmektedir. Gencin görseli ile oluşturulan sahte hesaplar istismar, dolandırıcılık ve benzeri kötü amaçlarla kullanılabilmektedir.

Yoğun Sosyal Medya Kullanımı Sosyal Beceri Eksikliği ve Dikkat Sorunlarına Neden Olabiliyor

Aynı zamanda sosyal medya kullanımı sosyal beceri eksikliğine de neden olmaktadır. Teknoloji ve internet aracılığı ile diğerleriyle iletişime geçen birey yüz yüze iletişimde zorluk yaşayabilmektedir. Sürekli ekrana maruz kalmak dikkat dağınıklığına, fiziksel yorgunluğa neden olabilmektedir.

Yapılan araştırmalar gençlerin gün içerisinde ilk ve son baktığı şeyin telefonları olduğunu göstermektedir. Oysa özellikle akademik eğitimlerini sürdüren öğrenciler için uyku öncesi telefonla ilgilenmek gün içerisinde öğrenilen bilgilerin kalıcılığını olumsuz etkilemektedir. Uyumadan önce gün içerisinde öğrenilenlerin 10 dakika tekrar edilmesi ise öğrenmenin etkinliğini artırmaktadır.

Gençler Arasında “Fear Of Missing Out” Görülme Sıklığı Artıyor

Sosyal medyanın yol açtığı bir başka kullanım sorunu ise Fear of Missing Out sorunudur. Türkçedeki adıyla gelişmelerden haberdar olamama, sosyal paylaşımları kaçırma korkusudur.

Fomo hastalığı bireylerin sık sık sosyal medya hesaplarına girmesi, sayfayı güncellemesi, yeni bir şey var mı kontrol etmesi durumudur. Bu bireyler sosyal medya hesaplarından uzak kaldıklarında tıpkı bir bağımlılık türü gibi yoksunluk belirtileri göstermektedirler. Huysuzluk, huzursuzluk, öfke, gerginlik, dikkat dağınıklığı, odaklanma güçlüğü gibi.

Gençlerin Sosyal Medya Kullanımına Yönelik Ailelere Öneriler

Aileler internet ve teknoloji kullanımının sınırlandırılması ve denetlenmesi aşamasında zorluk yaşayabilmektedir. Özellikle eğitimin online sürdürülmesi ailelerin takip mekanizmasını zayıflatmakta ve çocuklarına kötüye kullanım noktasında bilgi verirken de yetersiz kalmalarına neden olmaktadır. Aileler denetleme noktasında kullanıma hiç izin vermeme ya da tamamen serbest bırakma olmak üzere iki uç arasında gidip gelebilmektedir. Oysa günümüz koşulları teknolojiden mahrum yaşamak için uygun değildir.

Ailelerin sosyal medya kullanımına mani olmak yerine amaçlı, sınırlandırılmış ve kontrollü kullanıma müsaade etmesi gerekmektedir. Aileleri tarafından sosyal medya ve teknoloji kullanımı takip edilen çocuklar daha az bağımlılık gösteriyor. Aynı şekilde ailelerinin gözetiminde olan çocuklar zararlı içeriklere daha az maruz kalıyor. Gençler ailelerinin denetiminin farkında olarak siber zorbalık uygulamaktan kaçınıyor ve başkalarına da zorbalık uygulamıyor.

Ailelerin çocuk ve gençleri sosyal medya kullanımı noktasında bilgilendirmesi gerekiyor. Bilgilendirme ne kadar erken yaşlarda başlarsa çocuğun alışkanlık kazanımı o kadar kolay oluyor. Çocuğunuza sosyal medyada karşılaştığı olumsuzlukları ve tehditleri sizinle paylaşabileceği yönünde güven verin.

Siber zorbalığın çocuğun geleceği için kendisine, benlik gelişimine ve karşısındakine zarar verdiğini anlatın. Sosyal medyada kullanacakları her bir bilginin, cümlenin gerçek hayatta da başkalarıyla konuşulabilir, paylaşılabilir olmasına özen göstermelerini hatırlatın.

Bugünün koşulları değerlendirildiğinde sosyal medya ve internet öğrenci, öğretmen ve ebeveynler için önemli bir araç. Bu araç verimli kullanıldığında başarıyı olumlu yönde desteklemesi kaçınılmaz. Ancak kimi durumlarda bu aracın kullanımı kontrolden çıkabiliyor ve zarar verici hale gelebiliyor. Sosyal medyanın zarar vermeye başladığı fark edildiğinde mutlaka profesyonel desteğe başvurulması gerekiyor. Aba psikoloji her yaştan bireye bu konuda profesyonel destek sunuyor.

Sosyal medya kullanımı verimliliği ve teknolojiyi daha verimli kullanabilmek için Akademik Başarı İçin Teknoloji Nasıl Daha Verimli Kullanılabilir ve Sınava Hazırlık Sürecinde İnternet ve Teknoloji Bağımlılığı ile Başa Çıkma Önerileri yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

 

Read More

Aile içi iletişim eksikliği günümüzün artan ailevi problemi. İnternet, telefon, tablet gibi cihazların ve çevrimiçi uygulamaların kullanımı aynı evin içerisinde birbirimize yabancılaşmamıza neden oluyor. Aile bireyleri farklı odalarda ve hatta yan yanayken birbirleriyle dijital iletişim kaynaklarıyla etkileşime geçebiliyor. Aynı evi paylaştığımız eşimizin, çocuğumuzun mutluluğunu veya mutsuzluğunu paylaştığı bir içerikle herkesle aynı anda öğrenebiliyoruz.

Pek çok aile en başından iletişim modelini iletişimsizlik üzerine inşa ediyor. Kimi aileler ise sonradan edindikleri bu iletişim şekillerinin farkında dahi değil. Eğer bir aile bireyi bu durumdan hoşnut değilse sonunda aile içi iletişim için adım atılıyor.

Aile içi iletişim eksikliği bireyleri aile içerisinde yalnızlaştırıyor. Özgüven, öz değer azalıyor. Özelliklede çocuk ve ergenler aile içi iletişimsizlikten zarar görüyor. Çocuk ve genç aile içerisinde sağlıklı rol modele ihtiyaç duyuyor. Çocuk ve genç ailede duygu ve düşüncelerini paylaşabilmek, onaylanmak, desteklenmek ve sevgi görmek istiyor. Aradığını bulamayan birey için ailedeki iletişim zayıflıkları psikolojik sorunları tetikliyor.

Aile İçi İletişim Temel İhtiyaçlarla Sınırlı Tutulmamalı

İletişim eksikliği olan aileler genellikle temel ihtiyaçları karşılamak üzere iletişime geçiyor. Mutfak ve ev ihtiyaçları, fatura ve ödemeler, cep harçlıkları gibi. Böyle ailelerde aile çoğunlukla yemek masasında ya da eve bir misafir geldiğinde bir araya gelebiliyor. Konuşulan konular temel ihtiyaçlardan ya da sorunlardan öteye gidemiyor. Çocuğun veya gencin hataları, başarısızlıkları başarılarından daha çok söz konusu yapılıyor.

Aile bireyleri birbirlerinin gününü, nasıl hissettiklerini, neler yaşadıklarını merak etmiyor. Aile bireyleri çoğunlukla farklı odalarda veya köşelerde kendi ilgilerine yönelik faaliyetleri sürdürüyor. Böyle bir aile tablosunda çocuk ya da genç aileyi duygu ve düşüncelerini paylaşabilecek yakınlıkta hissetmiyor.

Ailede kendini ifade edemeyen, iletişim için yeterli ilgiyi görmeyen çocuk sosyal yaşamda da geri çekilebiliyor. Bu tarz ailelerde eşler arasında da iletişim zayıf ve mekanik oluyor. Dolayısıyla aile içi iletişim eksikliği aile bireylerini birbirlerinden uzaklaştırıyor.

Ailenin birlikte eğlenemediği, beraber zaman geçirmediği, ortak planlar yapmadığı dolayısıyla sosyal, duygusal paylaşımda bulunmadıkları görülüyor. Oysa ailenin gün içerisinde bir arada ortak zaman geçirmesi, günlerini nasıl geçirdiklerini birbirleriyle paylaşmaları gerekiyor. Bu birbirlerine önem verdiklerini ve günlük meşgalelerini merak ettiklerini karşı tarafa hissettiriyor. Basit bir “günün nasıl geçti?” sorusuyla bile bireyin hayatına dair pek çok bilgi edinilebiliyor.

Arkadaşlık ilişkileri, iş, kazanç, sıkıntılar, sağlık, eğitim ve benzeri pek çok konuda bilgi toplanabiliyor. İletişim düzenli hale geldiğinde aile bireylerinin paylaşım sıklığı doğrudan artıyor. Birbirleriyle zaman geçirmek daha keyifli hale geliyor. Haftalık tatillerde, yıllık izinlerde ailecek planlar yapmak ailenin bir arada keyifli zaman geçirme alışkanlığını geliştiriyor.

Anda Kalamamak Aile İçi İletişim Eksikliğini Doğuruyor

Gün içerisinde yaşanılan olumsuzluklar, geleceğe yönelik kaygılar, geçmişe dönük mutsuzluklar şu anı ıskalamaya neden oluyor. Evde bir arada olan ama zihinlerinde bambaşka konularla meşgul olan bireyler birbirlerinin farkına varamıyor. Kendi içerisinde yeterli huzuru, doyum ve mutluluğu bulamayan aile bireyleri birbirlerine de yetemeyeceklerini düşünüyorlar. Oysa aile olmak birbirinden haberdar olmayı, iyisiyle kötüsüyle birbirine destek olmayı gerektiriyor.

Kendi sıkıntılarıyla çocuklarını kaygılandırmak istemeyen ebeveynler sessizliği tercih ederek her şey yolunda mesajı vermeye çalışıyor. Çocuk ve gençler kimi zaman anlaşılmayacaklarını, yargılanacaklarını veya cezalandırılacaklarını düşünerek sessizliği seçiyor. Kimi zamansa aileden edindikleri modellerle sıkıntılarını kendilerine saklayarak ebeveynlerine yük olmak istemiyorlar. Dolayısıyla aile bireyleri problemleri konuşmayarak adeta problem yokmuş gibi davranıyorlar.

Anda kalamamak ve problemleri yok saymak aile içi iletişim eksikliği nedenleri olarak karşımıza çıkıyor. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazımız ile anda kalmanın önemini ve uygulama önerilerini öğrenebilirsiniz.

Zamanı Yönetememek Aile İçi İletişimsizliği Tetikliyor

Önemli bir aile içi iletişim eksikliği nedeni de zamanı verimsiz kullanmak. Özellikle her iki ebeveynin de çalıştığı ailelerde ebeveynler işle evin ihtiyaçlarını bir arada götürmekte zorlanıyor. İş yükü nedeniyle daha fazla meşguliyete zaman ayırmak zorunda kalan ebeveynler zamanı yönetmekte zorlanıyorlar.

Dolayısıyla ebeveynler dinlenmek istediklerinde veya beklenmedik bir durum geliştiğinde ilk önce birbirlerini ihmal ediyorlar. Burada genel düşünce “zaten hep birlikteyiz, bu vakti bir şekilde tölere ederiz.” düşüncesi oluyor. Oysa bir evde birlikte yaşıyor olmak etkin, yeterli ve sağlıklı ilişki kurmak için yeterli olmuyor.

Geri planda bırakma durumu sıklık kazandığında aynı davranış tüm aile bireyleri tarafından uygulanır hale geliyor. Arkadaşlar, iş, hobiler, misafirler, telefon, televizyon, boş zaman etkinlikleri için aile kolayca ikinci plana atılabiliyor.

Şiddet Aile İçi İletişimi Yaralıyor

Aile içerisinde uygulanan şiddetin her türlüsü aile içi iletişim eksikliği gelişmesine neden oluyor. Şiddet sözel, fiziksel, duygusal olarak karşımıza çıkabiliyor. Hepsinin de bireylerde yarattığı tahribat oldukça büyük oluyor. Şiddet gerek eşleri gerekse çocuk ve gençleri olumsuz etkiliyor. Aile içi şiddet özsaygıyı, özgüveni, öz değeri zedeliyor.

Bireyin aile içerisindeki huzuru, birlik ve beraberliği, güven ve korunaklı alan hissi kayboluyor. Şiddet sıklaştığında yıkımları daha da büyüyor. Şiddet eşler arasında olabileceği gibi çocuklar arasında veya ebeveyn çocuk arasında da olabiliyor. Daha yetişmiş çocukların ebeveynine şiddet uyguladığı durumlara da sıklıkla rastlanıyor.

Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Aile İçi İletişim Eksikliği Yaşayan Aileler Aile Danışmanlığı ile İletişimlerini Geliştirebilirler

Aile içi iletişim eksikliği her ne sebeple gelişmiş olursa olsun çözülebilir bir problemdir. Aile içi sağlıklı iletişimin inşa edilmesi veya onarılması iletişimsizliğin düzeyine göre zaman alabilmektedir. Ancak aile üyeleri istediği sürece iletişimsizlik probleminin üstesinden gelmek profesyonel destek ile mümkün olacaktır.

İhtiyaca göre bireysel danışmanlık, çift ve aile danışmanlığı almak gerekebilir. Çocuk veya gencin zarar gördüğü durumlarda aile danışmanlığına ek olarak bireysel çalışmalar yapılabilir.

Aba psikoloji olarak aile içi iletişim eksikliği probleminin aile bireyleri üzerindeki olumsuz etkisini aşmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Aile içi duygusal doyumun yaşam boyu mutluluğu, akademik başarı ve kariyeri desteklediğini biliyoruz. Çalışmalarımızla ilgili bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

Read More

Pandemide öğrenci olmak çocuk ve gençler için pek çok alanda yeni beceriler kazanma ve yeniliklere adapte olma ihtiyacını doğurdu. Bu süreç yetişkinler için de büyük değişikliklere ve uyum ihtiyacına neden oldu. Ancak öğrenciler geleceklerine yön verdikleri bu önemli dönemde uzun süreli pandemi koşullarına maruz kaldılar. Online eğitimler, sınavlara yönelik belirsizlikler, akranlarından uzak kalmak, karantina ve kısıtlamalar öğrencileri hepimizden çok etkiledi.

Bu süreçte öğrenciler akranlarıyla sosyalleşmek için sosyal medya, telefon gibi iletişim araçlarına mecbur kalıyorlar. Evde ekran karşısında ders dinleyerek öğrenmeye çalışıyorlar. Biriken enerjilerini atamıyor, ev ortamında fiziksel aktivite ihtiyacını karşılayamıyorlar. Geniş aile bir arada yaşanan, küçük çocukların olduğu evlerde ise öğrencilerin çalışabilmesi daha zor oluyor. Dolayısıyla pandemide öğrenci olmak çocuk ve gençlerin enerjisini düşürüyor, motivasyonlarını kırıyor.

Yazımızda öğrencilerin pandemi sürecinde kendilerini daha iyi hissetmelerine destek olacak beslenme ve aktivite önerilerimizi paylaşacağız.

Pandemide Öğrenci Olmak: Daha İyi Hissetmek İçin Beslenme Nasıl Olmalı?

Beslenmenin bağışıklık sistemi, öğrenme, dikkat ve fiziksel – ruhsal iyi oluşu desteklediği araştırmalarca desteklenmektedir. Dolayısıyla bu zorlu dönemde hepimizin ama özellikle de çocuk ve gençlerin beslenmeye önem vermesi gerekmektedir. İyi bir beslenme için dengeli beslenebilmek gerekir. Beslenme uzmanlarının sıklıkla vurguladığı ancak bizlerin çoğunlukla ihmal ettiği basit beslenme değişiklikleri büyük farklar yaratabilmektedir. Stres, kaygı gibi olumsuz duygular ilk önce beslenme düzenimizi etkilemektedir.

Mutsuz, stresli, öfkeli veya kaygılıyken beslenme ihtiyacımızı sınırlandırabilir ya da aşırı yemeye başlayabiliriz. Duygusal boşlukları anlık mutluluk ve enerji veren paketli gıdalar, çikolata ve türevleri, asitli içeceklerle doldurabiliriz. Stresi yarıştırmak, uyanıklığı sağlamak ve enerjimizi artırmak için kafein tüketimimizi artırabiliriz. Pandemide öğrenci olmak iyi hissetme ihtiyacını artırmaktadır. Ancak iyi hissetmek için ön koşul dengeli yani abartısız, kararında ve sağlıklı beslenmektir.

Sağlıklı beslenebilmek için ise karbonhidrattan az protein, omega 3 açıcından zengin besinler tüketmek gerekir. Lifli gıdalar, meyve ve sebzelerle besin zinciri tamamlanmalıdır. Ayrıca gün içerisinde su alımı ihmal edilmemelidir.

Protein ve Omega 3 Açısından Zengin Besinleri Öğünlerinize Düzenli Eklemelisiniz

Omega-3 vücut tarafından üretilemeyen ve dışarıdan yiyeceklerle alınması son derece önemli doymamış yağ asitlerinden biridir. Faydaları saymakla bitmeyen omega 3’ün eksikliğinde depresyon gelişebilmektedir. Dikkat ve hafızanın güçlendirilmesinde omega 3 oldukça etkilidir. Eksikliğinde ise unutkanlık ve dikkat dağınıklığı görülebilmektedir. Dolayısıyla pandemide öğrenci olmak yeterli omega 3 tüketimini gerektirmektedir. Özellikle soğuk sularda yaşayan deniz canlıları, ceviz ve semizotunda omega 3 yüksektir.

Kırmızı- beyaz et, balık, yumurta, süt, beyaz peynir, yoğurt, koyu yeşil bitkiler, kuru bakliyatlar, fındık, fıstık, badem gibi besinlerde de protein bulunmaktadır. Protein vücudun enerji ihtiyacını karşılar, kas oluşumunu destekler, güç verir, metabolizmayı hızlandırır. Yeterli protein alımı atıştırma ihtiyacını azaltır. Kemik gelişimine ve iskelet sisteminin korunmasına destek olur. Yorgunluk hissini azaltır.

Bol Su tüketilmeli

Pandemide öğrenci olmak tüm gün ekran karşısında ve yetersiz hareketle çalışmayı gerektiriyor. Dolayısıyla fiziksel yorgunluk artıyor. Ancak yorgunluk yetersiz sıvı alımının da bir belirtisi olabilir. Bu nedenle gün boyunca yeterince su içtiğinizden emin olmak yorgunluk hissini hafifletmeye yardımcı olacaktır. Kaliteli yaşam üzerine çalışmalar yapmış olan Spinoza özellikle yeterli su alımının iyi oluşu desteklediğini bulmuştur.

Spinoza günlük su ihtiyacını belirlemek için toplam kilo * 0,04 litre su formülünü vermektedir. Buna göre 60 kilo olan birinin günlük su ihtiyacı 2,4 litre su olacaktır. Bu suyu günün 4 dilimine bölerek tüketmek ise günlük su ihtiyacını dengeli karşılamayı sağlayacaktır. Suyun çok soğuk ya da çok sıcak olmaması, ph değeri, saklandığı şişe gibi faktörlerde suyun kalitesini belirlemektedir.

Su içimini kolaylaştırmak ve suyu farkındalıkla içmek için suyun içerisine limon damlatmak mindfulness açısından önerilmektedir. Su yerine başka içecekler tüketmek ise su ile aynı etkiyi kesinlikle göstermemektedir.

Su yerine tüketilen çay veya kahvenin değeri suyla aynı olmayacaktır. Su vücudun saf yakıtı, arındırıcısıdır. Su tüketiminizi artırarak hayatınızın en önemli değişimlerine ilk adımı atabilirsiniz. Su gün içerisinde tükettiğiniz fazla kafeinin ya da zararlı besinlerin de vücuttan hızlı atımını kolaylaştırmaktadır. Susuzluk, yorgunluk hissini artıracak, baş ağrısı, ciltte kuruluk, gerginlik yapacak ve dikkati de olumsuz etkileyecektir.

Su tüketiminin yanına ekleyeceğiniz bazı basit beslenme alışkanlıkları ile yaşamınızdaki kaliteyi yükseltebilirsiniz. En başta dikkat edilmesi gerekenler ise şeker ve karbonhidrat ürünlerinden uzak durmak olabilir. Bu tarz besinlerin yerine tüketeceğiniz protein ağırlıklı besinler ve su tüketimi sizlere yepyeni bir hayat sunacaktır.

Pandemide Öğrenci Olmak Karbonhidrat ve Paketli Gıda Alımını Artırıyor

Pandemide öğrenci olmak her canınız sıkıldığında, enerjiniz düştüğünde abur cubur tüketme ihtiyacı hissettirebilir. Paketli gıdalar, cips, şeker, asitli içecek ve benzeri ürünler anlık mutlu olmanızı sağlıyor olabilir. Ancak mutlu hissetmenin tek kaynağı zararlı besinler tüketmek değildir. Bu sağlıksız alışkanlığın yerine çok daha faydalı ve etkisi uzun sürecek alternatifler düşünebilirsiniz.

Tatlı ihtiyacınızı meyvelerden, atıştırma ihtiyacınızı kuruyemişlerden karşılayabilirsiniz. Evde kolayca hazırlayabileceğiniz lezzetli ve keyifli atıştırmalıklar, içecekler yapabilirsiniz. Gronala bar, meyveli ve sütlü içecekler, taze sıkılmış meyve-sebze suları gibi.

Paketli gıdalar, unlu mamuller, şeker, tatlı gibi besinler tüketildikten sonra vücutta istenmeyen tepkilere neden olur. Karbonhidrat açısından zengin beslenmek bireyin daha yorgun hissetmesine, çabuk acıkmasına neden olur. Karbonhidrat ağırlıklı beslenen bireylerde dikkati toplamak güçleşir. Acıkınca agresif davranışlar sergilenir. Daha hızlı kilo alınır ve kilo daha zor verilir.

Gergin, öfkeli, huzursuz davranışlar gösterilir. Hareketlerde ve faaliyetlerde yavaşlama söz konusudur. Mutsuz, enerjisiz ve depresyona meyilli tavırlar görülebilir.

Kahvaltı Öğünü Atlanmamalı

Kahvaltı günün en önemli öğünüdür ve aynı zamanda gece boyu dinlenen sindirim sistemi için de hafif bir başlangıçtır. Kahvaltı diğer besinlere bir ön hazırlık öğünü olarak da değerlendirilebilir. Ancak önemli olan kahvaltıda tüketilen besinlerin kalitesidir. Hamur işi, kızartma, şekerli yiyecekler yerine yumurta, peynir, avakado gibi daha sağlıklı besinler tercih edilmelidir. Güne suyla başlamak, öğünlerden önce su tüketmek de vücut için faydalıdır.

Pandemide Öğrenci Olmak Güneşle Adeta Yakalamaç Oynamayı Gerektiriyor

Pandemide öğrenci olmak çoğunlukla evde olmayı gerektirse de mümkün olabildiğince güneş alabileceğiniz saatleri verimli geçirmelisiniz. Yetersiz güneş alımı nedeniyle gelişen D vitamini eksikliği besinlerle de karşılanamamaktadır. Dışarıdan alacağınız D vitamini takviyeleri ve olabildiğince güneşe çıkmak iyi hissetmenize destek olacaktır. D vitamini eksikliği unutkanlığa, güçsüzlüğe, yorgunluğa neden olmakta ve bağışıklık sistemini de düşürmektedir.

Beslenmenize koyu renkli besinler eklemeniz, sağlıklı kuruyemişler tüketmeniz, düzenli et – balık yemeniz dengeli ve yeterli beslenme için gereklidir. Güneş almanız, yeterli su tüketmeniz, öğün atlamamanız da önerilmektedir. Karbonhidratlardan olabildiğince uzak durmak ve kahve tüketimini dengelemekte iyi hissetmenize destek olacaktır.

Pandemide Öğrenci Olmak: Daha İyi Hissetmek İçin Hangi Aktiviteler Yapılabilir?

Pandemide öğrenci olmak beraberinde yeterince hareket edemeyen bir çocuk ya da genç olmayı getiriyor. Çocuk ve gençlerin sokağa çıkma izni çoğunlukla ders saatleri içerisine denk geliyor. Dersten sonra ise tekrar yasak başlamış oluyor. Dolayısıyla öğrencilerin doğada, kırda, bahçede veya spor yapılabilecek herhangi bir yerde egzersiz yapabilme imkanı olmuyor. Bu da yeterince hareket edememelerine, hareketsizlik kaynaklı güçsüz düşmelerine neden oluyor.

Güçsüzlük enerjisizliği, enerjisizlik ise motivasyon kaybını ve erteleme ihtiyacını tetikliyor. Ancak bu dönemde kendinize hatırlatacağınız birkaç önemli bilgi ve yapacağınız ufak egzersizlerle daha iyi hissedebilirsiniz. Öncelikle umutsuzluğa kapıldığınız, mutsuz hissettiğiniz dönemlerde kendinize bunun geçici bir dönem olduğunu hatırlatın. Giderek azalan pandeminin olumsuz koşulları kademeli olarak hayatımızdan çıkacak. Ancak sizin fiziksel ve ruhsal olarak iyi hissedişinize her daim ihtiyacınız olacak.

Hatta pandemi bittiğinde enerjinizi geri kazanmaya çok daha fazla ihtiyaç duyacaksınız. Çünkü yeniden eski düzenlerinize geri dönebilmek için enerji harcayacaksınız. Dolayısıyla bugünü bugünle sınırlandırmadan geleceğin ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak ilerlemelisiniz. Evde olmanız pek çok faaliyetinizi kısıtlasa da evde de basit egzersizler yapabilirsiniz. Ev içerisinde belirlediğiniz bir süre boyunca yürüyebilir, yeterli alanınız yoksa olduğunuz yerde yürüme hareketi yapabilirsiniz.

Örnek için eğlenceli ve etkili çok sayıda program ve video bulabilirsiniz. Evde yine videolardan ve uygulamalardan yararlanarak yoga, meditasyon, pilates yapabilirsiniz. Pek çok profesyonel eğitmen bu dönemde gönüllü olarak ücretsiz canlı dersler veriyor. Belirlediğiniz ve beğendiğiniz eğitmenlerin derslerine online katılabilir, canlı yayın kayıtlarını dersi kaçırsanız da sonra izleyebilirsiniz.

Olumsuz düşüncelerinizle başa çıkmak, iyi hissetmek, rahat uyumak ve konsantre olmak için nefes egzersizi yapabilirsiniz. Mindfulness nefes çalışmalarını araştırabilir ya da hoşunuza gidecek farklı nefes egzersizlerini öğrenebilirsiniz. İnternette sayısız uygulama örneğine ulaşabilirsiniz. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Su içmek kadar suda olmanın da faydası çok büyük. Olumsuz enerjinizden arınmak, vücudunuzu dinlendirmek için her gün düzenli duş alabilirsiniz. Güzel havalarda imkanınız varsa yüzebilirsiniz.

Beslenme ve Aktivite Alışkanlığı Kazanmak İçin Kendinize 21 Gün verin

21 gün kuralını pek çoğunuz duymuş olabilirsiniz. Kulağa uzun bir süre gibi gelse de 20 gün başarılı bir sonuç almak için oldukça kısa bir süredir. 20 gün boyunca kazanmak istediğiniz alışkanlıklarınızı uyguladığınızda 21. Gün alışkanlık kazanmış oluyorsunuz. Dolayısıyla ilk başlarda direnç gösterseniz de 21 gün sonra yeni alışkanlıklarınızı uygulamak sizin için çok daha kolay olacak.

21 gün beslenme düzeninize uymanız, egzersizlerinizi yapmanız vücudunuzun sizden isteyeceği yeni alışkanlıklar kazanmasını sağlayacaktır. Ayrıca düzenli uyku uyumalı, uyuma ve uyanma saatlerinizi dengeli ayarlamalısınız. Çok geç uyumak veya çok geç uyanmak uyku veriminizi düşürecektir. Uykudan hemen önce veya uyandıktan hemen sonra sosyal medyaya, internete bakmakta önerilmemektedir.

Bu süreçte iyi hissetmekte güçlük yaşıyor ve önerilerimizden de verim alamıyorsanız mutlaka profesyonel desteğe başvurmalısınız. Aba psikoloji de uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz.

Pandemide öğrenci olmak kolay bir deneyim olmasa da yalnız olmadığınızı ve yaşadığınız sorunlara alternatif çözümler olduğunu kendinize hatırlatın. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

 

Read More

Sosyal beceri eksikliği sosyal ilişkileri güçlendiren becerilere sahip olmama ya da mevcut becerileri kullanamama durumudur. Sosyal beceriler çocukluk yıllarında kazanılmaya başlar ve kurulan sosyal etkileşimlerle gelişir. Sosyal beceriler bireyin kendini diğerlerine ifade etmesi, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi ve çevreye uyum için gereklidir.

Sosyal beceriler aracılığıyla iletişim kurmak kolaylaşır, sosyal ilişkiler gelişir, bireyin kendine yönelik olumlu algısı gelişir. Özgüven, öz değer ve empati gelişir.

Çocuklukta kazanılamayan sosyal beceri eksikliği ergenlik ve yetişkinlikte karşımıza daha olumsuz tablolarla çıkar. Ergenlikte düşük sosyal uyum, olumsuz tepki verme, düşük akademik performans, sosyal ve duygusal yetersizlikler görülebilmektedir. Yetişkinlikte ise ergenlikte yaşanan bu aksamaların sonuçlarıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Akademik hayattaki başarısızlık kariyeri olumsuz etkilemektedir. Sosyal beceri eksikliği meslekte ilerlemeyi, network geliştirmeyi, takımla uyumlu çalışmayı zorlaştırmaktadır.

Sosyal beceri eksikliği olan bireyler girdikleri ortamlarda tüm gözlerin üzerinde olduğunu düşünebilir. Bu düşünce kaygılanmalarına, strese girmelerine, fiziksel tepkiler vermelerine neden olur. Aşırı heyecan, öfke, gerginlik, diksiyonda bozulmalar, konuşurken zorlanmalar görülebilir.

Sosyal Beceri Nedir?

Sosyal beceri; bireyin başkaları ile olumlu etkileşimi başlatma ve sürdürme davranışıdır. Ancak bu beceri bu kadarla sınırlı değildir. Sosyal beceri sorumluluk alma, grupla bir işi yürütebilme, takım olma, uyum sağlama, empati kurma becerilerine de sahip olmayı gerektirir. Sosyal beceri sahibi bir birey aynı zamanda duygu, düşünce ve davranışları üzerinde özdenetim kurabilmelidir.

Karşılaşılan zorluklara karşı etkin problem çözme becerileri geliştirmek sosyal beceri için gereklidir. Sosyal beceriye yönelik kazanımlar çocuklukta başlamaktadır. Çocuk ilk sosyal davranışlarını, onlarla etkileşimde olan yetişkinlerin deneyimleriyle ve diğerlerini gözlemleme yoluyla kazanmaktadır. Çocuğun sosyal beceri kazanımında ebeveynin model olması gerekmektedir. Çocuk bu dönemde en iyi taklit yoluyla öğrenmektedir ve taklit için en güçlü argüman ailedir.

Aile içi iletişim ve etkileşimin yanı sıra ailenin çocuklarına yönelik tutum ve yaklaşımları çok önemlidir. Sosyalleşmede aile, akran ve kitle iletişim araçları önemli bir etkiye sahiptir. Çocukların sosyal beceri kazanımında aileden sonraki en önemli kaynak okul öncesi eğitim deneyimleridir. Okul öncesi eğitim sürecinde çocuklar akranları ile iletişime girerek, kurallara uyarak, kendisinin ve başkalarının haklarına saygı göstererek sosyal beceri geliştirir.

Sosyal Beceri Eksikliği Hangi Alanlarda Öne Çıkıyor

Sosyal beceri eksikliği 5 farklı alanda olumsuz etkisini gösterir;

  1. İletişimi başlatma ve sürdürme becerisi eksikliği: iletişimi başlatma, sürdürme, etkin dinleme, soru sorma, beden dilini ve sözsüz mesajları doğru kullanma eksikliği.
  2. Gruba katılma ve uyum sağlama becerisi eksikliği: Grubun kurallarına uyum sağlama, gruptaki farklılıkları kabul etme, gruptaki görev dağılımına uyma ve sorumlulukları yerine getirme eksikliği.
  3. Öznel duyguları ve diğerlerinin duygularını fark etme becerisi eksikliği: Kendi duygularını anlama, duygularını doğru ifade etme, başkalarıyla empati kurma, başkalarına yardımda bulunma eksikliği.
  4. Olumsuz duygu, düşünce ve tepkileri yönetebilme becerisi eksikliği: kaygı, stres, öfke gibi olumsuz duyguları yönetmekte zorluk yaşama, uygun olmayan tepkilerde bulunma, pasif agresif veya yıkıcı davranışlarda bulunma.
  5. Zaman yönetimi, planlama, karar verme eksikliği: Hedef belirleme, organize olma, zamanı verimli kullanma, öznel kararlar verme ve karar vermek için gerekli kaynakları araştırma ve dikkati sürdürme eksikliği.

Sosyal Beceri Eksikliği Kendini Nasıl Belli Eder?

Sosyal beceri eksikliği sosyal hayata katıldığımız çocukluk yıllarından itibaren fark edilebilir. Eğer bir çocuk, genç ya da yetişkin kendine güven duymuyorsa, iletişime geçmekte ve sürdürmekte güçlük yaşıyorsa sosyal beceri eksikliği değerlendirilmelidir. Bu bireyler sıklıkla yalnız olan, arkadaşlık geliştiremeyen, sosyal ortamlardan kaçınan, sosyal ortamlarda çekingenlik gösteren bireylerdir.

Dikkatleri kolay dağılır, iletişimde konuşulan konuya odaklanmakta sorun yaşarlar. Çünkü konuşurken ne söylendiğinden çok ne söylemesi gerektiğine odaklanırlar. Soru sormaya çekinen, söz almaktan ve fikir beyan etmekten kaçınırlar. İletişim becerileri zayıf olduğu için girdikleri nadir iletişimlerde de zorluk yaşarlar. Topluluk önünde performans sergilemelerini gerektirecek etkinliklerden kaçınırlar. Kendi kararlarını alamaz, haklarını savunamazlar.

Stresle başa çıkmakta ve problemlere yapıcı çözümler getirmekte son derece zorluk yaşarlar. Kendilerini ifade etmekte güçlük yaşar, sıklıkla doğru kelimeleri bulamazlar. Pasif agresif davranabilir, duygu ve düşüncelerini paylaşmakta zorlanabilirler. Empati becerileri düşüktür, göz kontağından kaçınırlar.

Hakaret veya alaycı sözlere maruz kaldıklarında üstesinden gelemezler. Aşırı öfkelenebilir ya da tepkisiz kalabilirler. Zamanı yönetemez, organize olamaz, sıklıkla iş ve sorumluluklarını ertelerler. Eşyalarını, fikirlerini, kendisine ait olan her şeyi paylaşmakta zorluk yaşarlar. Sosyal sorumluluklara duyarlılıkları zayıftır.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Hayata Nasıl Etki Ediyor?

Akademik hayat bireyin ailesinden bağımsız olarak varlık gösterdiği ve zamanının büyük bir bölümünü ayırdığı dönemdir. Akademik hayatta başarılı olabilmek için karakterimizi, fikirlerimizi, değerlerimizi diğerlerine daha yapıcı anlatabilmemiz gerekir. Aynı şekilde akademik hayatta iyi ilişkiler geliştirebilmek, girilen gruplara uyum sağlamak, topluluğun kurallarına sadık kalmak gerekir. Akademik hayatta başarılı olmak isteyen bir birey stresle başa çıkabilmeli, sorunlarına yapıcı çözümler getirebilmelidir.

Zaman yönetimi, sorumluluk bilinci, organize olabilme aynı şekilde akademik başarıyı destekleyen yetkinliklerdir. Akademik hayatta başarılı bireyler kendilerini iyi tanıyan, ne istediklerini bilen ve içsel motivasyona sahip bireylerdir. Sosyal beceri eksikliği olan bireyler ise karar vermekte güçlük çekerler.

Başkalarının yönlendirmelerine ihtiyaç duyarlar. Alan seçimi, meslek seçimi noktasında bağımsız hareket edemezler. Güçlü yönlerini öne çıkarmakta güçlük yaşarlar. Motivasyonları düşüktür ve başkaları tarafından motive edilmeye ihtiyaç duyarlar.

Özellikle üniversite yılları bireyin sosyal becerilere yoğun olarak ihtiyaç duyacağı yıllardır. Bu dönemde sosyal beceri eksikliğini tölare edemeyen birey okul, meslek seçimini bu eksikliğe göre yapabilir. Aileden uzaklaşmamak, yurtta kalmamak ya da yalnız kalmamak için aileye yakın eğitim alternatiflerini değerlendirebilirler. Bu bireyler için staj yapmak, mülakata girmek, tez sunmak oldukça zorlu tecrübelerdir.

Sosyal beceriler geliştirilmezse bireyin hayatında çok yönlü olumsuzluklara, gerileme ve duraklamalara neden olabilir. Sosyal beceri kazanılmadan bireyin sosyal kaygı duyacağı durum ve ortamlara maruz kalması psikolojik problemleri geliştirebilir. Kaygı bozukluğu, depresyon bunlardan en yaygın olanlarıdır.

Aba psikoloji uzman kadrosu sosyal beceri eksikliği üzerine her yaştan bireyle çalışmaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

Read More

Güvenli bağlanma doğumdan itibaren temel bakım veren ile bebek arasında kurulan duygusal, güvene dayalı bağdır. 0-3 yaş aralığında kurulan bu bağ bireyin bütün yaşamına etki etmektedir. İkili ilişkilerden, akademik başarıya, kariyere ve sosyal hayata da etkisi büyüktür. Güvenli bağ aynı zamanda bireyin öz algısını, değerlendirmelerini de etkilemektedir. Güvenli bağlanma yaşayan bir bireyde özgüven, özsaygı ve öz şefkat daha yüksektir.

Kendisiyle barışık olan, kendini seven ve potansiyeline güvenen birey tüm yaşamında daha başarılı olabilir. Ancak güvenli bağlanma sayesinde daha başarılı olmak başarısızlığın hiç yaşanmayacağı anlamına gelmemelidir. Başarısızlıklar hayatın gerçeğidir ve güvenli bağ başarısız olmanın önüne geçemez. Ancak sağlıklı bağ kurmak bireyin başarısızlıklara karşı daha yapıcı tutum sergilemesini destekler.

Güvenli bağlanma sayesinde öfke kontrolü, stresle başa çıkma, psikolojik sağlamlık daha yüksek olacaktır. Tüm bunlar değerlendirildiğinde güvenli bağlanma bireyin kariyer gelişimi üzerinde oldukça etkilidir.

Güvenli Bağlanma Nedir?

Yaşamın ilk anlarında bebek temek bakım vereniyle (çoğunlukla anne) bağımlı bir halde yaşar. Winnicot’ın da dediği gibi bir bebeğin varlığını sürdürebilmesi için ona bakan birinin olması gerekir. Temel ihtiyaçlar başkası tarafından karşılanmadığı sürece bir bebeğin kendine yetebilmesi mümkün değildir. Temel ihtiyaçlar yeme, içme, barınma, güvenlik, sevgi ve benzeridir.

Güvenli bağlanma için bu ihtiyaçların karşılanmasının dışında karşılanma süresi, sıklığı ve miktarı da önemlidir. Bir bebeğin temel bakım verenine güven duyabilmesi için ihtiyaçlarının karşılanacağını öğrenmiş olması gerekir. Annesi tarafından temel ihtiyaçlarının yerinde ve zamanında karşılanacağını bilen bebek stres yaşamayacak, ihtiyaçlarında doyuma ulaşacaktır. Bebeğin fiziksel ihtiyaçları kadar önemli olan duygusal ihtiyaçlar da bakım veren tarafından göz ardı edilmemelidir.

Duygusal ihtiyaçlar temel bakım verenin dokunuşu, şefkati, göz teması, mimikleri ve ses tonuyla bebeğe geçmektedir. Bebek ve anne için doğumdan sonraki ilk aylar deneme yanılma dönemidir. Bebek ihtiyaçlarını huzursuzluk ve ağlamalarla belli edecek, anne deneyerek çocuğun ihtiyaç düzenini tespit edecektir. Bebeğin ağlaması günün hangi zamanında neyi ifade ediyor anne zamanla ayırt edecektir.

Altını mı değiştirmeliyim, karnını mı doyurmalıyım, sevmeli miyim, uyutmalı mıyım, ağrıyan bir yeri mi var? Tüm bu sorulara anne ilk önceleri karışık cevaplar verirken zamanla bebeğinin düzenini oturtacaktır. Güvenli bağlanma da anne bebek arasında bu ortak dillin kurulmasıyla güçlenecektir.

Güvenli Bağlanma Nasıl Gelişir?

6 aydan sonra ek gıda alımı, 1 yaştan itibaren yürüme, 2 yaştan itibaren konuşma başlayacaktır. Süreler çocuktan çocuğa değişiklik gösterse de bu yaş dönemlerini ortalama kabul edebiliriz. Bebeğin edindiği her yeni beceri temel bakım verenden bir adım daha uzaklaşmasını sağlayacaktır. Zamanla çocuğun anneye bağımlılığı azalacaktır. Konuşma ve yürümeyle çocuğun sosyal çevresi genişler.

Yemek yiyebilen, kendi başına uyuyabilen, kendi başına oyun oynayabilen çocuk daha bağımsız hale gelir. Ancak çocuğun bağımsızlaşması anneden kopması değildir. Anne ile çocuk arasında görünmeyen güçlü bir bağ vardır. Bu bağ çocuğun özgürleşmesiyle birlikte genişler. Anne çocuk için güvenli bir üst gibidir. Fiziksel ihtiyaçlar azalsa da çocuğun duygusal ihtiyaçlarının karşılanması hala çok önemlidir.

Güvenli bağlanma için koşulsuz sevgi verilmesi, başarıların desteklenmesi, başarısızlıklarla baş etmenin öğretilmesi gerekir. Başarıları kadar başarısızlıklarında da yanında şefkatle durabilen bir ebeveyni olduğunda çocuk kendini güvende ve değerli hissedecektir.

Güvenli Bağlanma Belirtileri Nelerdir?

Güvenli bağlanma belirtileri bebeklikten itibaren her yaş döneminde kendini gösterir. Ebeveyni ile güvenli bağlanma gerçekleştiren bebekler, çocuklukta ve yetişkinlikte çok daha özgüvenlidir. İletişim becerileri güçlü, empati kurabilen bireylerdir. Güvenli bağlanan bireylerin çocukluktan itibaren güvensiz bağlananlara göre olumsuzluklarla başa çıkma stilleri daha yapıcıdır. Daha az stres, kaygı, öfke ve yıkıcı davranış sergilerler. Olumsuz duygu ve dürtüleriyle çok daha kolay baş edebilirler.

Olumsuz duygu ve düşüncelerini daha yapıcı şekilde ifade edebilirler. Güvenli bağlanma geliştiren bireyler bebeklikten itibaren ebeveynlerinden daha kolay ayrılabilir, ayrılık anksiyetesi geliştirmezler. Korktuklarında ya da üzüldüklerinde ebeveynleri tarafından rahatlatılmayı beklerler. Ebeveynlerinden ayrı kaldıklarında ebeveynle yeniden bir araya gelindiğinde reddetme, itme veya yok sayma davranışı göstermezler. Ebeveynle sevgi dolu ilişki kurmaya devam ederler.

Güvenli bağ kuran çocuklar; olumlu benlik algısı geliştirirler. Kendilerine güvenirler. Stres yaratan durumlarda benlik algıları değişmez. Olumsuz durumlarla baş edebileceklerini bilirler. Sosyal olarak daha esnektirler, duygularını rahat bir şekilde ifade edebilir ve kontrol edebilirler. Duygularını kontrol edebildiğinde çocuklar, dikkatlerini öğrendiklerine daha rahat verebilmektedirler.

Güvenli bağlanma tarzı geliştirmiş çocuklar dikkatlerini daha fazla yoğunlaştırabilmekte ve dikkat kaliteleri de yüksek olmaktadır. Aynı zamanda daha meraklı olup öğrenmeye daha açık olurlar.

Güvenli Bağlanma Kariyeri Olumlu Etkilerken Güvensiz Bağlanma da Başarısızlığa Neden Oluyor

Güvenli bağlanma kurulamayıp çocuğun temel bakımının ve sevgi ihtiyacının ihmal edildiği durumlarda güvensiz bağlanma gelişiyor. Güvensiz bağlanma da bebeğin ya ihtiyaçları yeterince karşılanmıyor ya da düzensiz olarak karşılanıyor. Temel bakım vereninin güvensiz yaklaşımı bebeğin dış dünyayı da benzer şekilde algılamasına neden oluyor. Aynı şekilde dış dünya kadar bebek kendisini de güvenilmez, sevilmez ve değersiz olarak anlamlandırıyor.

Özgüven, özsaygı, öz şefkat gelişmiyor. Bu bireyler bebeklikten itibaren daha öfkeli, yıkıcı davranışları olan, iletişim eksikliği yaşayan bireyler oluyor. Ailenin olumsuz ebeveyn tutumları çocuğun olumsuz duygu ve düşüncelerini bastırmasına neden oluyor. Duygu ve düşüncelerini doğrudan ifade edemeyen bireylerde ise çocukluktan itibaren pasif agresif davranışlar görülüyor. Pasif Agresif Davranışlar Başarıyı Engelliyor ve Bilinçli Farkındalık ile Öfke Kontrolü yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Güvensiz Bağlanma Stilleri ve Güvensiz Bağlanma Belirtileri Nelerdir?

Güvensiz bağlanma, güvenli bağlanmanın aksine ilişkilerimizi, başarıya yönelik potansiyelimizi ve kendilik algımızı yaralıyor. Güvensiz bağlanan bireyler akademi ve iş hayatında çatışmayı yönetemeyen, stresle başa çıkamayan, pasif agresif, özgüvensiz olarak karşımıza çıkıyor. Güvensiz bağlanma ebeveynle kurulan ilişkinin şekline göre farklı alt tiplere ayrılıyor.

Kaçıngan Bağlanma Sitili

Temel bakım veren bebeğin ihtiyaçlarını doğru anlamaz ve zamanında karşılamazsa bebek strese girer. Bu stres uzun sürdüğünde ve ihtiyaçların karşılanması bir düzene sokulamadığında kaçıngan bağlanma gerçekleşir. Bebek daha geç sakinleşir, daha fazla ağlar ve tehdit altında olduğunu hissederek strese girer. Bir süre sonra bu bebeklerde ihtiyaçlarının zamanında doyurulmayacağına yönelik inanç gelişir.

Anneleriyle ilişkileri zayıflar. Annenin varlığında da yokluğunda da bebek benzer tepkiler gösterir. Annenin gitmesi üzüntü ya da gelmesi heyecan yaratmaz. Bu bağlanma stiline sahip bireylerde çocukluktan itibaren antisosyal ve pasif agresif davranışlar görülür. Ergenlik ve yetişkinlikte güvene dayılı yoğun ilişki ve arkadaşlıklardan kaçınırlar. Çünkü çevrelerine güven duymaz, ilişkilerinde mesafeye ihtiyaç duyarlar. Kontrolleri dışında yakınlık girişimleriyle karşılaştıklarında stres yaşarlar.

Kaygılı Bağlanma Sitili

Bir başka bağlanma sitili ise kaygılı bağlanmadır. Burada da temel bakım verenle güvenli bağlanma söz konusu değildir. Temel bakım veren kişinin bebeğin yaşamında yeterince rol almadığı, etkileşimin yetersiz olduğu ilişkilerde gelişir. Bu ilişkide temel bakım veren bebeğin ihtiyaçlarını ihmal edebilir ya da erteleyebilir. Bu tarz bebekler annelerinin varlığında da yokluğunda da huzursuzluk belirtileri gösterir ve kolayca sakinleşemezler.

Bakımın düzensiz oluşu bebeğin de duygusal dengesini bozmaktadır. Kaygılı bağlanan bireylerin özgüvenleri oldukça düşüktür. İlgi eksikliği nedeni olarak çoğunlukla kendilerini görürler. Değersiz olmaları ya da yetersiz olmaları nedeniyle ihtiyaçlarının karşılanmadığı hissine kapılırlar. Ergenlik döneminde kaygı bozuklukları ortaya çıkabilir. Kendini ifade etmekte, duygu ve düşüncelerini paylaşmakta güçlük yaşarlar.

Karışık Bağlanma Sitili

Başka bir güvensiz bağlanma türü ise karışık bağlanma sitilidir. Bu bağlanma türünde anne kendi iç dünyasındaki stres, kaygı ve sorunlarla çok meşguldür. Anne bebeğe ruh halini farklı davranışlarla yansıtır. Kimi zaman sevgi doluyken kimi zaman ilgisiz veya kötü davranabilir. Böyle bir ilişki içerisinde bebek için anne hem bir ihtiyaçtır hem de korku duyulan bir nesnedir.

Dolayısıyla bu tarz bir ilişki geliştiren bebeğin de vereceği tepkiler düzensiz ve tutarsız olacaktır. Bu bireylerde düzensiz olarak manipülatif, sevgi dolu veya aşırı çekingen davranışlar görülebilir. Ayrıca agresif, yıkıcı davranışlarda da bulunabilirler.

Güvenli Bağlanma ve Psikolojik Destek

Yaşamın ilk yılları itibariyle temel bakım veren ile kurulan güvenli bağlanma bireyin bütün bir yaşamına etki ediyor. Kurulan bağın türü bireyin ilişkilere, arkadaşlıklara, başarıya, sevgiye ve daha pek çok şeye bakışını etkiliyor. Güvenli bağ bireyin akademik hayatını ve kariyerini olumlu etkilerken güvensiz bağ başarısızlıklara yol açıyor.

Özgüven sahibi, sorumluluk alabilen, karar verebilen, olumsuzluklarla başa çıkabilen bir birey başarılı olmak için tüm kaynaklarını kullanıyor. Bunun aksine kendine güvenmeyen, değersiz ve yetersiz olduğunu, diğerlerinin güvenilmez olduğunu düşünen birey başarısız oluyor. Yaşamımızın hatırlamadığımız ilk üç yılının tüm hayatımız üzerinde bu kadar belirgin etkisinin olması inanılmaz. Ancak ilk üç yılın olumsuz etkilerini ilerleyen yıllarda tölere etmekte mümkün.

Temelde bu problemlerin yaşanmaması için asıl yapılması gereken ebeveynlerin ebeveynlik rollerine çocuk sahibi olmadan hazırlanmaları. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda güvensiz bağlanma sitilleriyle yaşamın ilerleyen yıllarında da çalışabiliyoruz. Güvensiz bağlanmanın etki ettiği duygu, düşünce ve davranışlara odaklanıyoruz. Akademik hayatta ve kariyer gelişiminde yaşanan başarısızlıkları tolere etmek üzerine çalışıyoruz. Güvenli bağlanma kuramadığınızı düşünüyor ve profesyonel destek almak istiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Stresle başa çıkma ihtiyacı çağımızın en temel ihtiyaçlarından biri haline geldi. Stres yaşamın doğal bir parçası. Kozmopolit bir toplumun parçasıyız ve bir arada bulunduğumuz her ana ve ortama kendi stres kaynaklarımızı taşıyoruz. Dolayısıyla strese yönelik birbirimizi etkiliyor ya da birbirimizden etkileniyoruz. Günümüzde stressiz bir yaşam vadetmek gerçekçi değil. Ancak stresle başa çıkma yollarını öğrenerek stresinizin hayatınızdaki negatif enerjisini minimuma indirebilirsiniz.

Strese yoğun olarak maruz kaldığımız önemli bir ortamda kariyer alanımız. Mesleğimiz, çalışma ortamımız, çalışma arkadaşlarımız, işe gidip geldiğimiz yol gibi pek çok noktada stres yaşayabiliyoruz. Hatta stresle yaşamaya o kadar alışığız ki varlığını kimi zaman fark etmiyor stresin yarattığı olumsuzlukları olağan kabul ediyoruz. Dolayısıyla mesleki doyumu düşük, sosyal ilişkileri azalan bireylerle sık sık karşılaşıyoruz.

Stres ilişkilerimizi olumsuz etkiliyor, yanlış anlaşmalara ya da ifade eksikliklerine neden olabiliyor. Stres kaynaklı anın tadını çıkaramıyoruz. Stres yaratıcılığımızı, verimliliğimizi ve motivasyon kaynaklarımızı adeta emip tüketiyor. Peki stres nedir? Stres nasıl açığa çıkar? ve Stresle başa çıkma önerilerimiz neler? Yazımızın devamında ilgili cevaplara ulaşabilirsiniz.

Stres Nedir?

Stres, içsel veya dışsal faktörlerle kişiyi olan faaliyetlerinden ve tepkilerinden sapmaya sevk eden tüm durumlardır. Bir diğer açıklama ile stres, kişinin, fiziksel ve ruhsal sınırlarının tehdit edilmesi veya zorlanması ile ortaya çıkan psikolojik bir durumdur.

Stres, tehlike anında vücudun kendini korumak için verdiği doğal bir tepkidir. Bu tehlike kimi zaman gerçek bir tehlike iken kimi zaman tamamen kişinin zihinsel tehlike algısıyla ilgili olabilir.  Dolayısıyla her tehlike olarak algılanan durum herkes için stres kaynağı değildir. Bu da bize yaşam içerisinde herkes için farklı farklı pek çok stres kaynağı olabileceğini gösterir.

Okula başlama, mezun olma, evlenme, ebeveyn olma, emekli olma gibi yaşamsal değişiklikler stres kaynağıdır. Bunların dışında kişinin varoluşunu tehdit eden hastalık, salgın, kaza gibi travmatik olaylar da stres nedenidir. Boşanma, sevilen birinin vefatı, sevilen birinin ayrılığı, alışkanlıklardan kopma da strese yol açmaktadır.

Mizaç özellikleri, düşünce şekli, geçmiş öğrenmeler de stres yaşamaya neden olabilir. Kaygılı, mükemmeliyetçi kişilik tipleri, özgüven eksikliği, düşük benlik saygısı, olumsuz düşünme eğilimi strese yol açabilir. Dolayısıyla stres herkesin hayatında belirli derecelerde yer alsa da stres kaynakları ve yoğunlukları birbirinden farklıdır. Aynı şekilde herkesin strese vereceği tepki ve stresle başa çıkma yöntemi birbirinden farklı olacaktır.

Stres Nasıl Açığa Çıkar?

Stresin açığa çıkmasına neden olan kaynaklar birden fazladır. Herkesin stres kaynakları benzer olsa da etkilenme düzeyleri birbirinden farklıdır. Ailevi, kültürel, ekonomik, toplumsal, fiziksel, sağlıkla ilgili, performansa yönelik, sosyal sorunlar strese neden olabilir. Stresin birey üzerinde davranışsal, bilişsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik ve performansa dayalı etkileri olabilmektedir.

Stresle başa çıkma güçlüğü yaşayan bir birey rahatlamak ya da stresi bastırmak için negatif alışkanlıklara yönelebilir. Sigara, alkol, uyuşturucu kullanımı veya sıklığının artması, aşırı yemek yeme davranışı gibi. Aynı şekilde bağırma, agresif davranma, huzursuz tavırlar, öfke patlamaları ve yıkıcı davranışlar da görülebilir.

Stres anında bireyde fiziksel tepkiler de açığa çıkmaktadır. Kalp atışı ve nabzın yükselmesi, terleme, kesik ve sık nefes alma, vücutta gerginlik gibi. Yoğun stres sonucu bireylerde uyku sorunları, diş sıkma, diş gıcırdatma, depresyon, kaygı gibi psikolojik sorunlar da görülebilir. Aynı zamanda stres bireyin organize olmasını, dikkatini odaklamasını ve sürdürmesini de güçleştirir.

Yoğun stres altında bireyler sağlıklı karar vermekte zorlanır ve sorumluluk almaktan kaçınabilirler. Stresli yaşam aynı zamanda anı yaşamamızı da güçleştirir. Yoğun stres yaşayan bireyler kendilerini ya çoğunlukla gelecek odaklı ya da geçmişe takılmış halde bulabilirler.

Stresle Başa Çıkma Önerileri

Stres çoğunlukla iletişim eksikliği, verimsiz zaman yönetimi, dikkat dağınıklığı, organize olamama, yetersiz dinlenme, kötü beslenme ve yorgunluk kaynaklı açığa çıkıyor. Erteleme alışkanlığı ve Hayır diyememekte stresi besleyen faktörlerdir. Anda kalamamak ve stres yaratan duruma yönelik olumsuz düşünceleri zihinde tekrar etmek de stresi artırmaktadır.

Stresle Başa Çıkma Becerisi Geliştirmek için Stres Kaynaklarınızı Belirleyin

Stresle başa çıkma becerisi geliştirebilmek için öncelikle kendinize dönüp stres kaynaklarınızı değerlendirmelisiniz. Sizi en çok strese sokan ne? Ne yapmaya hazırlanırken, yaparken ya da yaptıktan sonra stres duyuyorsunuz? Bunu bulabilmek için Lazarus’un stresle başa çıkma modelinden destek alabilirsiniz.

Lazarus’un Modeline Göre Stres Yaşadığınızda Şu 3 Sorunun Cevabını Arayın;

Stres ve kaygı uyandıran bir durumda kendinize şu 3 soruyu sormanız kontrolün hala sizde olduğunu, rahatsızlık veren duygu ve düşünce ile başa çıkabileceğinizi size hatırlatacak.

  1. Şu an ne oluyor? (Bu bir olay ya da bir düşünce, duygu, dürtü olabilir)
  2. Bu olan benim için tehlikeli mi?
  3. Peki bununla başa çıkabilir miyim?

Birinci soruda kişi olayı kendi algılayışına göre ele almalıdır. İkinci soruda bu olayın kendisi için tehlikeli olup olmadığını değerlendirmelidir. Üçüncü soruda ise tehlike söz konusu ise başa çıkmak için sahip olduğu kaynakları değerlendirmelidir.

Burada sahip olunan fiziksel (bireyin sağlığı, enerjisi ve dayanma gücü vb.), sosyal (somut ve duygusal destek), psikolojik (inançlar, problem çözme becerileri, benlik saygısı, ahlaki değerler vb.) ve maddi (para, aletler vb.) başa çıkma kaynakları değerlendirilmelidir.

Etkili İletişim Becerilerinizi Geliştirin

Etkili bir iletişim kurabilmeniz için öncelikle iyi bir dinleyici olmanız gerekir. İletişim halindeyken o an konuşulan konuya odaklanmak gerekir. Ne söyleyeceğinizi düşünmek yerine karşınızdakinin ne söylediğini dinlemeniz etkili bir iletişim kurabilmek için önemlidir. İletişimde sıklıkla yanlış anlaşılma yaşayabilir ya da kendimizi tam olarak ifade edemeyebiliriz. Bunun önüne geçmek için ise doğru kelimeleri seçebilmek gerekir.

Olumlu gibi görünen ama anlam olarak olumsuzluk taşıyan kelimeleri gün içerisinde sık sık kullanırız. Ama, fakat, asla, keşke gibi. Bu kelimelerde doğrudan iletişimimizin gidişatını ve enerjisini etkiler. Sıklıkla yaptığımız bir diğer iletişim hatası ise “Sen Dili” kullanmaktır. “Çok yavaşsın, hep gecikiyorsun, asla beni dinlemiyorsun” gibi. Bu örnekte de görüldüğü üzere sen dilini kullanmak suçlayıcı konuşma niteliğinde.

Dolayısıyla bu sözlerin muhatabı bizimle iletişim kurmaktan çok kendini savunmaya odaklanıyor. Herkes “şimdi ne söylemeliyim” diye düşünürken de etkili bir iletişim kurmak mümkün değildir. Suçlayıcı konuşmalar stresi yükseltiyor. Baskıyı artırıyor. “Sen dili”ni kullanmak stresle başa çıkma noktasında bizi zorladığı gibi karşımızdakine de stres yaratıyor.

Etkili bir iletişim için empatik iletişim kurabilmek de çok önemli. Empatik iletişim kurabilmek için önyargılarımız veya öznel değerlendirmelerimizden uzaklaşıp karşımızdakinin duygu- düşüncelerini anlamaya odaklanmamız gerekiyor. İletişimin verimliliğini artıran bir diğer etken ise beden dilimizi, jest ve mimiklerimizi doğru kullanabilmek. Kelimelerin Gücü: Etkili İletişim İçin Öneriler ve Etkili İletişim Becerileri Kariyer Gelişimini Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Verimli Zaman Yönetimi Teknikleri Uygulayın, Dijital Uygulamalardan Faydalananın

Zaman herkes için eşit olsa da zamanımızı harcadığımız kaynaklar birbirinden farklıdır. Etkili zaman yönetimi ise herkes için eşit olan zamanın kişinin sorumluluklarına, ilgilerine, fiziksel, duygusal ve kişisel ihtiyaçlarına ve sosyal yaşamına yetecek şekilde adil olarak dağıtılabilmesidir. Pek çoğumuz sorumluluklarımızı yerine getirmeye büyük önem verip kişisel ve sosyal ihtiyaçlarımızı geri planda tutuyoruz.

Veya tam tersi ilgilerimize gereğinde fazla zaman ayırıp asıl sorumluluklarımız için yeterli zamanı bulamıyoruz. Bu da zaman baskısı yaşamamıza, fiziksel ve duygusal olarak negatif enerjimizi boşaltamamamıza neden oluyor. Dolayısıyla zamanı verimli kullanamamak stresle başa çıkma becerimizi olumsuz etkiliyor. Zamanı verimli kullanmak için Pomodoro ve Eisenhower Matrisi tekniklerini araştırabilirsiniz. Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

İyi Beslenin, Yeterli Uyuyun ve Egzersiz Yapın

Stresle başa çıkma becerisi kazanmak için düzenli egzersiz, kaliteli uyku ve dengeli beslenmenin önemi büyük. Zihinsel, bedensel ve ruhsal olarak iyi hissetmek için haftada üç kez egzersiz yapmak öneriliyor. Uzmanlar günde yaklaşık 21 dakika egzersiz yapmanın iyi hissetmek için yeterli olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla saatler harcamanıza gerek yok, egzersizinizi risk almamak ve zorlanmamak için yürüyüş olarak da planlayabilirsiniz.

Egzersiz yaparken aynı zamanda zihinsel olarak da gevşemek istiyorsanız meditasyon, yoga da yapabilirsiniz. Böylece stresle başa çıkma becerisi için nefes, beden ve zihin egzersizlerini bir arada yapmış olacaksınız. Youtube egzersiz videoları ya da telefon uygulamaları ile egzersiz programınızı oluşturabilirsiniz.

Azalmış aktivitenin düşük ruh hali, düşük motivasyon ve düşük enerjiye neden olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla hareketsizlik de stresi besleyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Stresle Başa Çıkma Yöntemi Olarak Mindfulness ile Tanışın

Mindfulness en basit anlamıyla şimdiki zamana yönelik farkındalık geliştirmektir. Bilinçli farkındalık aracılığı ile içinde bulunduğumuz anda açığa çıkan duygu, düşünce ve olayları o anda değerlendiririz. Bu değerlendirmeyi yaparken duygu, düşünce ve davranış üzerinde bilinç oluşturabilmek, yargısız ve nazik değerlendirebilmek gerekir. Stresle başa çıkmayı, sorunlara yapıcı çözümler getirmeyi kolaylaştırır.

Mindfulness aracılığı ile daha kolay empati kurabilir, kendiniz kadar diğerlerine yönelikte farkındalık geliştirebilirsiniz. Duygu, düşünce ve olaylara yönelik objektif bakış açısı geliştirebilirsiniz. Kendinizi, çevrenizi ve dünyayı daha farklı bir gözle değerlendirebilir, daha yapıcı yaklaşım sergileyebilirsiniz. Dolayısıyla mindfulness kendinizden memnun olmanızı, çevrenizle daha iyi ilişkiler kurmanızı ve kariyerinizde öne çıkmanızı sağlar.

Yaşadığımız deneyimlerden ders çıkarabildiğimiz müddetçe benzer hataları yapmayı bırakırız. Mindfulness yalnızca hoşa giden deneyimleri gözden geçirmek değil hoşumuza gitmeyen deneyimleri de gözden geçirmemizi sağlar. Bu sebepten ötürü, hayatında bilinçli farkındalığı uygulayabilen kişiler hatalarının sebepleri üzerinde yoğunlaşarak kendilerini geliştirme yolunda büyük adımlar atarlar. Mindfulness egzersizlerini düzenli olarak kullanmak stres hormonu olan kortizon üretimini de azaltıyor.

Kaygı, yorgunluk, gerginlik, fiziksel ağrı hissini azaltıyor. Gün içerisinde bu tekniklerin birkaçını denemek, daha etkili bir iş ve yaşam dengesi kurmanızı sağlıyor. Üstelik mindfulness egzersizleri için özel mekanlara, ekipmanlara ya da belli başlı bir süreye ihtiyacınız yok. Günün her anı, her ortamda ve herhangi bir ekipmana ihtiyaç duymaksızın kolayca yapabilirsiniz.

Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? ve Mindfulness: Bilinçli Farkındalık ile Kariyerinizde Başarı Elde Edebilirsiniz yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Stresle başa çıkma becerisi edinmek istiyor ancak bu yazıdaki önerilerimiz sizin için yeterli olmuyorsa bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Öfke kontrolü hayatımızın her alanında ve her döneminde ihtiyaç duyduğumuz işlevsel bir beceridir. Başarılı şekilde yönetildiğinde ve ifade edildiğinde öfke son derece sağlıklı ve doğal bir duygudur. Öfke yapıcı şekilde kullanılamadığında bireyin akademik başarısını, kariyerini, sosyal ilişkilerini ve iletişimini zedeler. Öfke kontrolden çıktığında yıkıcı bir güç haline gelmektedir ve kişinin de hoşnut olmayacağı sonuçları doğurabilir.

Dolayısıyla pek çok açıdan kazanan durumunda olabilmek için öfke kontrolü geliştirilmesi gereken bir beceridir. Yazımızın devamında öfke nedir ve neden açığa çıkar? Bilinçli Farkındalık Nedir? Ve Bilinçli farkındalık ile öfke kontrolü teknikleri nelerdir? Paylaşıyor olacağız.

Öfke Nedir? Neden Açığa Çıkar?

Öfke, hafif kızgınlıktan, şiddetli öfke ve hiddete kadar değişken yoğunlukta hissedilen, bir duygu durumdur. Genellikle öfkeye yol açan nedenler arasında; engellenme, haksızlığa uğrama, fiziksel incinme ve yaralanmalar, tacize uğrama, hayal kırıklığı, saldırıya uğrama, tehditler sayılabilir. Yetiştirilme tarzları da öfkeyi ifade ediş şeklimizi etkileyebilir.

Öfkeyi ifade etmekte güçlük yaşayan kişiler rahatlayabilmek için pasif agresif dediğimiz davranışlara da yönelebilmektedir. Bu konuda daha detaylı bilgi almak için Pasif Agresif Davranışlar Başarıyı Engelliyor yazımızı okuyabilirsiniz.

Öfke anında düşüncelerimiz, duygularımız, iletişim şeklimiz, davranışlarımız ve çevreyi algılayışımız birbirini etkiler. Öfke anında vücudumuzda biyolojik değişiklikler ve fizyolojik tepkiler açığa çıkar. Vücutta gerginlik ve stres hissedilir, adrenalin salınımı artar, kalp atışları artar, ağız kurur, vücut ısısı ve kan basıncı yükselir. Öfke anında “Savaş ya da kaç” sistemi devreye girer.

Öfkeyle başa çıkabilmek yani öfke kontrolü geliştirebilmek için mutlaka açığa çıkan duygunun farkına varmak gerekir. Vücudumda şu an neler oluyor? Ne hissediyorum? Bu hissi tetikleyen ne? Bu farkındalık öfkeyi yönetmeyi kolaylaştırıyor. Burada da bilinçli farkındalık ve öfke kontrolü için kullanılabilecek teknikler devreye giriyor.

Bilinçli Farkındalık Nedir?

Bilinçli farkındalık en basit anlamıyla şimdiki zamana yönelik farkındalık geliştirmektir. Bilinçli farkındalık aracılığı ile içinde bulunduğumuz anda açığa çıkan duygu, düşünce ve olayları o anda değerlendiririz. Bu değerlendirmeyi yaparken duygu, düşünce ve davranış üzerinde bilinç oluşturabilmek, yargısız ve nazik değerlendirebilmek gerekir.

Dikkatimizin de bu an da gerçekleşen duygu, düşünce ve davranış üzerinde odaklanabilmesi gerekmektedir. Zihne gelen farklı duygu, düşünce ve olaylar ayrıştırılabilmeli, bunların birbiriyle iç içe geçmesine izin verilmemelidir. Bu bahsediş size zorlu bir eylem gibi görünmüş olabilir. Ancak denediğinizde ve geliştirmek üzere pratik yaptığınızda öfke kontrolü geliştirmede uygulama kolaylığını göreceksiniz.

Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? ve Mindfulness: Bilinçli Farkındalık ile Kariyerinizde Başarı Elde Edebilirsiniz. Bilinçli Farkındalık ile Akademik Hayatta Başarılı Olabilirsiniz yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Bilinçli Farkındalık ile Öfke Kontrolü Teknikleri

Bilinçli farkındalık öfkeyle başa çıkmayı, sorunlara yapıcı çözümler getirmeyi kolaylaştırır. Bilinçli farkındalık aracılığı ile daha kolay empati kurabilir, kendiniz kadar diğerlerine yönelikte farkındalık geliştirebilirsiniz. Duygu, düşünce ve olaylara yönelik objektif bakış açısı geliştirebilirsiniz. Kendinizi, çevrenizi ve dünyayı daha farklı bir gözle değerlendirebilir, daha yapıcı yaklaşım sergileyebilirsiniz.

Dolayısıyla Bilinçli farkındalık kendinizden memnun olmanızı, çevrenizle daha iyi ilişkiler kurmanızı ve kariyerinizde öne çıkmanızı sağlar. Bilinçli farkındalığın kazandırdıklarıyla iletişiminiz iyileşir, yanlış anlaşmalar azalır dolayısıyla güçlü bir öfke kaynağı geride bırakılır. Yaşadığımız deneyimlerden ders çıkarabildiğimiz müddetçe benzer hataları yapmayı bırakırız.

Bilinçli farkındalık yalnızca hoşa giden deneyimleri gözden geçirmek değil hoşumuza gitmeyen deneyimleri de gözden geçirmemizi sağlar. Bu sebepten ötürü, hayatında bilinçli farkındalığı uygulayabilen kişiler hatalarının sebepleri üzerinde yoğunlaşarak kendilerini geliştirme yolunda büyük adımlar atarlar. Bilinçli farkındalık egzersizlerini düzenli olarak kullanmak stres hormonu olan kortizon üretimini de azaltıyor. Kaygı, yorgunluk, gerginlik, fiziksel ağrı hissini azaltıyor.

Gün içerisinde bu tekniklerin birkaçını denemek, daha etkili bir iş ve yaşam dengesi kurmanızı sağlıyor. Üstelik bilinçli farkındalık egzersizleri için özel mekanlara, ekipmanlara ya da belli başlı bir süreye ihtiyacınız yok. Günün her anı, her ortamda ve herhangi bir ekipmana ihtiyaç duymaksızın kolayca yapabilirsiniz.

Bilinçli farkındalık, formal ya da informal olarak iki farklı şekilde uygulanabilir. Formal uygulama her gün düzenli olarak bu egzersiz için belli bir zaman ayırmanızı gerektirir. İnformal uygulamada ise uygulamayı istediğiniz her an, her duygu, duyu, düşünce ve olay üzerinde yapabilirsiniz. Egzersizi yaparken sadece nefese odaklanabilir, duyulara odaklanabilir, duygu ve düşüncelere odaklanabilirsiniz.

Öfke Duygunuzu Açığa Çıkaran Düşüncelerinizi Bulmaya Çalışın, Zihninizde Neler Olup Bitiyor Farkına Varın

Öfke doğal bir duygudur ve öfke duygumuzu açığa çıkaran da sahip olduğumuz düşüncelerimizdir. Çoğunlukla bir düşünce duyguyu getirir açığa çıkan duygu daha güçlü bir düşünceyi çağrıştırır ve daha güçlü bir duygu açığa çıkar. Bu duygular bedende farklı duyumsamalara neden olur. Nabızda artış, adrenalin salınımı, gerginlik, nefes sıklığı, şiddetli çarpıntı gibi.

Öfke kontrolü sağlamak ve bedende hissedilen bu duyumları sakinleştirebilmek için tetikleyici düşüncelerimizi keşfetmemiz gerekir. Öfke kontrolü için öfke anında bilinçli farkındalık geliştirmeye yönelik kendinize şu 3 soruyu sorabilirsiniz:

  • Şu an ne düşünüyorum?
  • Bedenimde ne hissediyorum?
  • Bu duygu beni hangi davranışa yönlendiriyor?

Bu sorular mevcut duyguyu tanımanızı ve duygunuz üzerinde farkındalık geliştirmenizi sağlar. Düşünceleri yönelik bilinçli farkındalık geliştirmek için ise iç sesinize ve size ne söylediğinize odaklanmalısınız. Nasıl ki başkalarının söylediklerini duymak için onları dinlemek gerekiyor. Kendi iç sesinizi duymak için de dinlemeniz gerekir. İç sesiniz size ne diyor? Zihninize gelen düşünceler ne?

Fark Ettiğiniz An Nefes Egzersizi Uygulayın

Düşüncelerinizi keşfettikten sonra tekrar tekrar zihninizde bu düşünceyi pekiştirmek yerine düşüncenizin tetiklediği duyguya odaklanmalısınız. Bu duyguyu yani öfkenizi en yoğun şekilde vücudunuzun hangi bölgesinde hissediyorsunuz? Şimdi öfkenizi hissettiğiniz yere doğru nefes alıp verdiğinizi hayal edin. Aldığınız her nefesin öfkenizi hissettiğiniz vücut alanına dolduğunu ve verdiğiniz her nefesle burada biriken öfkenin boşaldığını hayal edin.

Nefes alıp verişlerinizle bu bölgeyi gevşettiğinizi, soğuttuğunuzu, rahatlattığınızı hayal edin. Sakinleşmeye odaklanın. Bu egzersizi yaparken nefesinize odaklanmakta güçlük yaşıyorsanız gözlerinizi kapatabilirsiniz. Bedeninizin tamamen rahatladığını hissedene kadar bu halde kalmaya devam edin.

Nefes zihin ile kurulan en kolay bağlantı adeta beden ile zihin arasındaki bir köprüdür. Öfke, kaygı, korku anında ya da duygu ve düşüncelerimiz üzerindeki kontrolümüzü kaybettiğimizde nefes ile yeniden ana odaklanabiliriz. Dolayısıyla öfke kontrolü sağlayamadığımız ya da andan uzaklaştığımız durumlarda yapmamız gereken nefesimizi takip etmektir.

Kendinize, Duygu ve Düşüncenize Dışarıdan Objektif Bakın

Öfke kontrolü için en önemli aşamayı sağladınız. Öfkenizi fark ettiniz, öfkeye neden olan düşüncelerinizi keşfettiniz ve beden duyumlarınızı gevşettiniz. Şimdi öfke duymanıza neden olan farkında olduğunuz veya olmadığınız duygu, düşünce ve davranışlarınıza dışarıdan bakmalısınız. Başka birinin gözüyle tüm süreci objektif değerlendirmeye çalışmalısınız.

Bu duygu herkes için olağan bir duygu mu? Bu olaya ya da duruma herkes aynı tepkileri mi verirdi? Sizin davranışınız bu olay için uygun bir davranış mıydı? Daha yapıcı şekilde farklı neler yapılabilirdi? Öfke duymanıza neden olan düşünceleriniz herkes için geçerli mi? Kendinizi değerlendirdiğinizde daha iyisi için ne yapabilirsiniz?

Burada öfke kontrolü için elinizi daha yapıcı duygu, düşünce ve davranış alternatifleriyle güçlendirmelisiniz.

Öfkenizi Kontrol Altına Aldıktan Sonra Öfkenizin Kaynağıyla ya da Muhatabıyla İletişim Kurun

Duygu, düşüncenizi bastırmanız öfkenizi söndürmez. Aksine başka bir yerde daha güçlü şekilde açığa çıkmasına neden olabilir. Dolayısıyla öfke kontrolü için en önemli adımlardan birisi de öfke kaynağınızla iletişime geçmeniz olacaktır. Ancak bu iletişim fevri bir iletişim olmamalıdır. Bu nedenle yukarıdaki her bir adımı uygulamış, sakinleşmiş, kendinizi ve duygunuzu objektif şekilde değerlendirmiş olmalısınız.

Ardından alternatif tepki, duygu, düşünce, davranış seçeneklerinizle beraber iletişim için adım atmalısınız. Bu aşama bir özür dileme, alttan alma aşaması olarak değerlendirilmemelidir. Bu öfkenin kaynağını tanıma, yüzleşme ve empati kurma sürecidir. Bilinçli farkındalık ile öfke kontrolü size öfkelenmemeyi öğretmez. Öfke doğal ve gerekli bir duygudur. Sağlıksız olan ise öfkenin tetiklediği olumsuz davranışlarımızdır.

Bilinçli farkındalık aracılığı ile bu olumsuz tepkileri nasıl düzenleyeceğimizi ve kontrol edeceğimizi öğreniriz.

Bilinçli Farkındalık ile Öfke Kontrolü Kazanmak için Bizimle İletişime Geçebilirsiniz

Öfke sağlıklı olarak yaşandığında son derece işlevsel, doğal ve önleyici bir duygudur. Ancak öfkeye verdiğimiz tepkiler kontrolden çıktığında, iletişimimiz, performansımız bozulduğunda destek almak gerekebilir. Öfke herkeste açığa çıkabilecek doğal bir tepki olsa da kimi zaman biyolojik ve genetik hastalıklar da öfkeye yol açabilmektedir. Dolayısıyla öfke kontrolü sağlamakta güçlük yaşıyor olabilirsiniz.

Aba Psikoloji olarakbilinçli farkındalık yöntemiyle danışanlarımızın öfke kontrolünü geliştirmek için doğru teknikleri kullanıyoruz. Öfkenin altında yatan tetikleyici düşünce ve duygular üzerine yoğunlaşıyor ve yapıcı alternatif düşünceler üzerine odaklanıyoruz. Öfkenin sağlıklı ifade edilmesine engel olan iletişim eksiklikleri, özgüven eksikliği ve benlik algısı üzerine çalışıyoruz. Danışanlarımızın öfke kaynaklı yaşayabileceği akademik başarısızlıkların, kariyer duraklamalarının önüne geçmek için stratejik yetenek yönetimini kullanıyoruz.

Öfke kontrolü becerisi ile çiftler arası, aile içi ve sosyal yaşamda açığa çıkan sorunları aşıyoruz. Dolayısıyla Aba psikoloji olarak öfke ile çalışırken pek çok farklı noktaya değiniyoruz. Uzman psikologlarımızla öfkenin yol açtığı olumsuzlukları en yapıcı şekilde gidermeye odaklanıyoruz. Çocuk, ergen, genç, yetişkin ve aile olmak üzere her yaş grubundan bireyle çalışmalar yapıyoruz. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Etkili iletişim, doğru kelimeleri seçebilme, seçilen kelimeleri beden dili, ses tonu ve vurgularla güçlendirme becerisidir. Yaşadığımız yüzyılda gittikçe iletişim şekillerimiz farklılaşıyor. Artık iletişim kurarken daha az kelime daha çok beden dili kullanıyoruz. Dolayısıyla sınırlı kelime ile yeterli duygu, düşünce, fikir paylaşmak mümkün olmuyor. İnsanlar arasında iletişim kazaları çok daha fazla yaşanıyor.

Şehir hayatı, kaos, hep bir şeylere yetişme telaşı zaman baskısını ve dolayısıyla hissedilen stresi artırıyor. İnsanlar deşarj olamıyor, kendilerine vakit ayıracak yeterli zamanı bulamıyor ve dolayısıyla insanların birbirine toleransı azalıyor. Sosyal medya, televizyon, internet, bilgisayar, akıllı telefonlar; kısaca elektronik ve dijital olan her şeyle çevrelenmiş haldeyiz. Etkileşim olmaksızın uzun saatler dijital ekranlara maruz kalıyoruz ve sınırlı kelimelerle mesajlaşıyoruz.

Duygularımızı emojilerle ifade ediyoruz. Tüm bunlar bir araya geldiğinde artık pek çoğumuz etkili iletişim kurmuyoruz. Sınırlı kelimeler kullanıyor olmamız kelimelerin gücünü daha önemli hale getiriyor. Az ama etkili kelimeler kullanabilmek, iletişimde pozitif dili tercih etmek gerekiyor. Sen dili yerine ben dilini kullanmak, negatif kelimeler yerine pozitif kelimeler kullanmak gibi. Etkin dinleme becerisi geliştirmek, empatik dinlemek de iletişimin kalitesini güçlendiriyor.

Dolayısıyla kelimelerin gücünü belirleyen nasıl söylendikleri olsa da etkili iletişim kurmak için kelimelerimizi de doğru seçmeliyiz. Kelimeler anlamlarına, söyleniş şekillerine ve alıcının yorumlamasına göre ele alınır. Bir kelimenin değerini belirleyen çoğunlukla sözsüz mesajlar, jest ve mimikler, genel anlamda beden dilinin kullanımıdır. Kelimeler, alıcı yani dinleyende düşüncelere, düşünceler duygulara ve duygular da davranışa neden olur.

Kelimelerin gücünü belirleyen bir diğer etken de dinleyicinin etkin dinleme becerisi, algı, yorum ve iletişim şeklidir. Birde iletişimde sıklıkla dilimize yerleşmiş, olumsuz olduğunun dahil farkında olmadığımız kelimeler vardır. “Ama, fakat, keşke, sadece, daima, zorundayım, mecburum, asla” gibi. Bu kelimeleri dilimizde ne sık kullanıyoruz. Yazımızın devamında bu kelimelerin neden negatif olduğunu ve yerlerine daha olumlu hangi kelimeleri kullanabileceğimizi öğreneceğiz.

Kelimelerin Gücü Diğer Canlıları Da Etkiliyor

Kelimelerin gücünü somutlaştıran önemli bir deney İkea tarafından sosyal sorumluluk kapsamında bitkilerle yapılıyor. İkea, bitkilerin de insanlarla aynı duygulara sahip olduğu hipotezinden yola çıkarak kendi mağazasındaki aynı iki bitkiyi denek olarak seçiyor. Bitkiler bir okulda, okulun girişine konuyor ve iki bitki yan yana yerleştiriliyor. Öğrencilerden olumlu sözlerin, iltifatların, övgülerin yer aldığı ses kayıtları alınıyor.

Başka bir ses kaydına da yine öğrenciler hakaret dolu, olumsuz, zorbalık içeren sözler kaydediyor. 30 gün boyunca pozitif ses kaydı bir bitkiye negatif ses kaydı diğer bitkiye dinletiliyor. Sulama, güneş alma gibi canlılığı etkileyen belirleyici diğer faktörler de iki bitki için aynı tutuldu. 30 günün sonunda sürekli hakaret işiten bitki solup gelişmezken güzel sözlere maruz kalan bitki yeşerip, gelişiyor.

Benzer bir deney de Japon bilim insanı Mesaru Emoto tarafından kelimelerin gücünü göstermek amacıyla yapılıyor. Deneyde pirinç kaynatılarak üç eşit kaba dağıtılıyor. Birine pozitif, birine negatif ve diğerine ise nötr etiket yapıştırılıyor. 30 gün boyunca her gün pozitif etiket olan kavanoza güzel sözler söyleniyor. Tam tersi ise negatif etiket taşıyan kavanoz için yapılıyor.

Negatif etiketli kavanoza doğrudan hakaretler ve kötü sözler söyleniyor. 30 gün sonunda ise güzel sözler söylenen pozitif etiketli kavanozdaki pirinç aynı kalıyor ve hiç kötü koku saçmıyor. Negatif etiket yapıştırılıp kötü sözler söylenen kavanoz ise küfleniyor ve kötü kokular saçıyor.

Önyargılar Etkili İletişim Kurmamızı Engelliyor Önyargıları Aşmak İçin Kelimelerin Pozitif Gücüne İhtiyacımız Var

Önyargılar bir çeşit kendini gerçekleştiren kehanet gibi düşünülebilir. Önyargılar iletişimimizi engeller, duygu ve düşüncelerimizi yönetir. Davranışlarımız, duygu ve düşüncelerimiz önyargılarımızın gerçekleşmesine adeta hizmet eder. Bunu bir örnekle açıklayalım; hayali bir A ve B kişisi düşünelim. A kişisinin B kişisi ile tanışmak için bir randevusu vardır.

A kişisi aslında sosyal hayatta aktif, başarılı ve pozitif bir kişidir; ancak B ile ortak bir arkadaşları B’ye “A’nın iş yerinde birkaç kişiye karşı davranışlarını gördüm. Kendisi biraz kaba bir kişidir.” der. B kişisi A kişisiyle buluştuğu zaman A’ya karşı olumsuz bir davranış takınır ve A da buna tepki olarak olduğundan soğuk davranışlar sergiler.

Buluşmadan sonra B kişisi A ile ortak arkadaşının ne kadar haklı olduğunu düşünecektir. Yani normalde var olmayan bir durum, kişiler arasında geçen gerçekten bağımsız bir konuşma sayesinde var edilmiş olacaktır.

Rosenthal ve Jacobson 1968’de “Sınıftaki Pygmalion” adlı bir deney yapmışlardır. Deneyde sınıftaki herkese IQ testi uygulanmış ve sınıf öğretmenlerine ilk 10 kişinin listesi verilmiştir. Ancak öğretmenlere bildirilen bu 10 kişi, gerçek sıralamadaki ilk 10 kişi değil, rastgele seçilmiş kişilerdir. Fakat bu detayı bilmeyen öğretmenler için bu listedeki kişiler sınıfın en zeki 10 kişisidir.

Sene sonunda zeka testi aynı öğrencilere tekrar yapılmıştır. Öğretmenlerin en zeki sandığı 10 kişinin sonuçlarında diğerlerine oranla belirgin şekilde ilerleme olduğu görülmüştür. Öğretmenin zeki olarak gördüğü öğrencilerine karşı davranışları, tutumları, beklentileri öğrenciye yansımıştır. Dolayısıyla öğrencinin de kendisiyle ilgili beklentisi ve potansiyeline yönelik inancı yükselmiştir.

Ben Dili ve Sen Dili: Hangisi ile Daha Etkili İletişim Kurabiliriz?

Sen dili suçlayıcıdır ve davranıştan çok kişiliğe yöneliktir. Sen dilini kullanmak karşı tarafa anlaşılmadığını hissettirir ve yeniden konuşma isteğini engeller. Aynı zamanda neye kızıldığının anlaşılmamasına da neden olur. Kişiyi incitir, kırar ve kişinin kendisini savunmaya geçmesine neden olur. Ben dili ise savunmaya itmez. İletişimde ben dili kullanmak karşı tarafa suçluluk hissettirmez.

Ben diliyle kişi karşısındakine kendi duygu ve düşüncesini ifade eder. Böylece duygunun nedeni diğer kişi tarafından anlaşıldığı için iletişim daha sağlıklı olur. Ben dili yakınlaşmayı sağlar, empatik iletişimi güçlendirir. Anlaşmazlıkları azaltır ve konuşan kişiyi rahatlatır. İletişim içerisinde kimse suçlanmak, eleştirilmek ya da yargılanmak istemez. Dolayısıyla iletişimde ağırlıklı sen dilinin kullanılması etkili iletişim becerileri kazanımını engeller.

Sağlıklı bir iletişim için ben dili kullanılmalıdır. Örneğin; “sürekli sözümü kesiyorsun” cümlesi sen diline girmektedir. “Sözüm kesildiğinde söyleyeceklerimi tekrar toparlamakta zorlanıyorum. Dikkatim dağılıyor.” Ben diline girmektedir. Bu sayede tartışma ortamı oluşmaz ya da karşı taraf kendini ve davranışını savunma ihtiyacı duymaz. Ayrıca sözü kesen taraf yaptığı davranışın kişide nasıl bir olumsuzluğa yol açtığının empatisini yapabilir.

Beden Dilini Kullanmak ve Karşı Tarafın Beden Dilini Okumak

İletişimde ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz iletişimin kalitesini belirlemektedir. Bu da beden dilinin iletişimdeki önemini vurgulamaktadır. İletişimde ses tonu ve beden dili kullandığımız kelimelerden çok daha fazla mesaj taşımaktadır. Bu nedenle etkili iletişim kurabilmek için beden dilini iyi kullanmak gerekmektedir.

Aynı zamanda iletişimde olduğumuz kişinin verdiği mesajlarda da sözsüz mesajlar yer almaktadır. Bu da bize dinlerken duyduğumuz kelimeler kadar sözsüz mesajlara da bakmamız gerektiğini gösterir. Etkili iletişim becerileri için beden diline, jest ve mimiklere, sesteki vurgu ve tonlamalara dikkat edilmelidir.

Etkili İletişim için İyi Bir Dinleyici Olun

Etkili iletişim becerileri edinebilmek için geliştirilmesi gereken ilk beceri iyi bir dinleyici olabilmektir. İyi bir dinleyici olmanın ön koşulu ise şimdi ve burada, bedenen, zihnen ve ruhen anlatıcıya odaklanabilmektir. Etkili dinleyebilmek için anlatıcıyla göz teması kurulmalıdır. Anlatıcının sözü kesilmemeli, vermek istediği mesaj tam olarak dinlenmelidir.

Dinlediğini ve anladığını karşı tarafa ifade edecek şekilde sözlü ve sözsüz mesajlar verilmelidir. Kafa sallamak, onay cümleleri kurmak, mesajı karşı tarafa özetlemek, “doğru mu anlıyorum? bunu mu demek istedin?” gibi sorularla teyit almak gibi. Eleştiri yapmamak, öğüt vermemek, yargılamamak, cümleleri tamamlamaya çalışmamakta etkin dinlemeyi desteklemektedir.

İyi bir dinleyici olmak iletişimin kalitesini artırdığı gibi yanlış anlaşılmaların da önüne geçmektedir. İyi bir dinleyici aynı zamanda iyi bir ekip arkadaşı ya da lider, yönetici olabilir. Etkin dinleme becerisi geliştirmek için dinleyicinin sahip olması gereken özellikleri bir kağıda yazabilirsiniz.

Etkili iletişim becerileri için sorulabilecek sorular, kullanılacak onay cümleleri gibi ihtiyacınız olacak kalıpları belirleyebilirsiniz. İlk etapta pratik kazanana kadar yaptığınız bu ön hazırlığa göz atarak iletişime geçebilirsiniz. Zamanla pratiğiniz artacak ve kendi doğal cümlelerinizi, jest ve mimiklerinizi kullanıyor olacaksınız. Ayna karşısında çalışma, evde aile bireyleriyle ya da yakın arkadaşlarla pratik yapma da tecrübe kazandıracaktır.

Etkili İletişim İçin Empatik Dil Kullanın

Empati iletişimin kalitesini artıran en önemli etkenlerden biridir. Empati kurabilmenin ön koşulu ise yukarıda bahsettiğimiz gibi iletişimde iyi bir dinleyici olabilmektir. Empati kişinin kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısıyla bakabilmesidir. Empati sayesinde iletişimde olduğumuz kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru anladığımızı ve hissettiğimizi karşı tarafa hissettirebiliriz.

Etkili iletişim becerileri için empati becerisini geliştirmek de ilk etapta prova ve pratik yapmayı gerektiriyor.

İletişim sırasında karşımızdakine açık uçlu sorular sormamız verilmek istenen mesajı daha detaylı almamızı sağlayacaktır. Mesajı karşı tarafa özetlemek, beden dili ve sözsüz mesajlardan edindiğimiz bilgileri de yorumumuza katmak gerekir. Ben olsaydım bu durumda ne yapardım diye düşünmek yerine, o bu koşullar altında bunu neden yapmış/düşünmüş olabilir, onun durumunda ve koşullarında olsaydım benim davranışım nasıl olurdu diye düşünmek gerekmektedir.

“Ama, Keşke ve Sadece” gibi Negatif Anlamlı Kelimelere Alternatif Pozitif Kelime Önerileri

Sözcükler bizi harekete geçiren bir güce sahiptir. Sözcükler bizi kızdırabilir, güldürebilir, hayal kırıklığına uğratabilir, güven verebilir. Kelimelerin gücü de tam bu noktada devreye girer. Örneğin; “keşke” kelimesi olumsuz bir durumu daha da olumsuz bir duyguya dönüştürür. “Keşke yapmasaydın” yerine “Bir daha ki sefere dikkat edersin” demek gibi.

Böylece tatsız bir durumda keşke diyen bir kişi için olumlu bir motivasyon sağlanmış olur. Dolayısıyla sözcükleri olumlu ve olumsuz anlamlı kelimeler olarak iki ayrı gruba ayırabiliriz. Dil bilgisi açısından olumsuz olmasa da anlam olarak olumsuz kelimeleri de belirlemek gerekir. Daha etkili iletişim kurabilmek için her durumu pozitife çevirebilecek olumlu sözcükleri belirlememiz gerekir.

Gerek sosyal yaşantımızda ikili ilişkilerimizdeki iletişimde, gerek iş hayatında sözcüklerin gücünü kullanarak başarı yakalamak mümkündür. Ayrıca kişisel motivasyonumuzda da olumlu sözcükler enerjimizi yükseltecek, iletişimimizi güçlendirecektir. Sihirli sözcükler konuşmadan yazışmalara kadar etkili bir iletişimde karşı tarafla sizin aranızda bir köprü kurar. Uzun bir cümlenin içerisinde kullanacağınız bir kelime anlatmak ve yaratmak istediğiniz etkiyi sağlamak için yeterlidir.

Bu sebeple onlara sihirli sözcükler deniyor. Örneğin “ama” sözcüğü ya da bağlacını doğru yerde kullanırsanız olumlu bir güce dönüşür. İki şekilde de inceleyelim.

“Ödevin güzel olmuş AMA birkaç noktayı unutmuşun”

“Birkaç noktayı unutmuşsun AMA ödevin güzel olmuş”

Her iki cümlede de akılda kalan cümlenin son kısmı olacaktır. İlk cümlede akılda kalan ödevde eksiklerin olduğu mesajıdır. İkinci cümlede ise eksikler olsa da ödevin güzel olduğudur. Dolayısıyla bir bağlacı doğru yerde kullanmak bile aynı kelimelerle farklı anlamlara ulaşmayı sağlayabilir.  Yani kelimeleri ustalıkla kullanmak onları sihirli sözcüklere dönüştürüyor.

Etkili İletişim Becerilerinizi Geliştirmek için Profesyonel Destek Alabilirsiniz

Aba psikoloji etkili iletişim kurmanızı engelleyen duygu, düşünce ve davranışlarınızı fark etmenizi sağlar. Akademik başarınızı, kariyer gelişiminizi ve sosyal ilişkilerinizi olumsuz etkileyen yönlerinizi ele alırız. Uygulamalarımız ve danışmanlığımız ile daha yapıcı alternatifler geliştirmenize ve iletişim modelinizi değiştirmenize destek oluruz. Çalışmalarımız hakkında daha detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Sınavda başarısız olmak pek çok öğrenci için “hayat memat” meselesi haline gelmektedir. Oysa başarı kadar başarısızlıkta olağan bir durumdur ve başarısızlık sanıldığı gibi her şeyin sonu değildir. Başarısızlığa daha yapıcı bir şekilde gelişim alanlarını fark etme, gelişim için harekete geçme odaklı bakılabilir. Başarı ve başarısızlık öznel niteliktedir. Birinin başarı kabul ettiği başka biri için başarısızlık sayılabilir.

Aynı durum sınav performansı için de geçerlidir. Tüm soruları doğru yanıtlama hedefi olan bir öğrenci için birkaç net daha düşük yapmış olmak başarısızlık sayılabilir. Buna karşılık sınavdan beklentisi düşük olan bir öğrencinin daha yükseğini yapması veya beklediği puanı alması başarı sayılabilir. Dolayısıyla başarı ve başarısızlığı belirleyen öznel değerlendirmelerimiz, beklentilerimiz ve başkalarının bizden bekledikleri olacaktır.

Peki kendi beklentilerimizi karşılayamaz yani başarısız olursak bu sonuçla nasıl başa çıkabiliriz? Yazımızın devamında sınavda başarısız olmak olumlu şekilde nasıl değerlendirilebilir ele alacağız. Aynı zamanda başarısızlıkla baş etme önerileri de paylaşacağız.

Sınavda Başarısız Olmak “Her Şeyin Sonu Değil”

Sınavda başarılı olmak çoğu öğrencinin hedefi neredeyse tüm öğrencilerin de hayali. Neden tüm öğrencilerin hayali diyoruz çünkü herkes sınavda başarılı olmayı istiyor ama herkes başarıyı hedeflemiyor. Hayallerimiz çoğunlukla performansımız ya da potansiyelimizin çok üzerinde olabiliyor. Hedeflerimiz ise daha yapılandırılmış, somut kanıtlara dayalı, planlı ve programlı çalışmayı gerektiriyor. Dolayısıyla herkes hayal etse de bir hayal hedefe dönüştürülmediği sürece gerçekleşme olasılığı azalıyor.

Özelliklede LGS, YKS veya yurtdışı kabul gibi önemli sınavlarda başarı şans eseri gelmiyor. Sınavda başarısız olmak başarı beklentisi olan veya çevresi tarafından beklentiye girilen öğrencilerde hayal kırıklığı yaratabiliyor. Oysa başarısızlığın da bizlere sağladığı avantajlar var. Evet hazırlandığımız sınavların hepsi bizim için önemli. Hayatımızın en az 1 yılını sınavlar için ayırıyor, çalışırken pek çok keyifli aktiviteden feragat ediyoruz.

Sınavda Başarısız Olmak Hedef ve Beklentileri Yeniden Değerlendirmeye Fırsat Tanıyor

Ama sınava hazırlık sürecinde pek çoğumuzda sadece başarı elde edebilmek ya da beklentiyi karşılamak için çalışıyoruz. Dolayısıyla pek çoğumuzun başarı elde etmek için iyi bir amacı, hedefi olmuyor.

https://youtu.be/gV9QcOUd4qg

Bu sınavda neden başarılı olmak istiyorum? Başardığımda hayatımda ne değişecek? Hangi okulu, üniversiteyi hedefliyorum? Hangi alanı, bölümü, mesleği seçmeliyim? İlgi ve beceri alanlarım neler? Karakterimle uyumlu, mutlu ve başarılı olabileceğim meslekler neler? Seçtiğim meslek gelecekte ne kadar önemli olacak? Bu mesleği başarmak için sahip olmam gereken farklı yetkinlikler var mı? Yaşadığım şehir, ülke, kültür, sosyo- ekonomik koşullar bu bölüm/ meslek için uygun mu?

Pek çok öğrenci bu soruların cevabını aramadan karar verebiliyor. Hatta pek çok öğrencinin alan, bölüm, meslek seçimi öğretmenler ya da aile tarafından yapılıyor. Oysa bir ömre etki edecek, yaşam tarzımızı, sosyal çevremizi ve koşullarımızı belirleyecek mesleğimizi belirleyen biz olmalıyız. İşte sınavda başarısız olmak kendinize tekrar bu soruları sormanız ve cevaplarını bulmanız için fırsat veriyor. Cevapları ararken Gelecek Kaygısı Meslek Seçimini Etkiliyor, Kişilik Özelliklerine Göre Meslek Seçimi Yapmak ve Meslek Seçimi Önerileri: Çoklu Zeka Kuramı yazılarımızdan faydalanabilirsiniz. Ayrıca Aba Psikoloji Blog sayfamızdan daha fazla içeriğe ulaşabilirsiniz. Aba Psikoloji YouTube sayfamızdan da video içeriklerimize erişebilirsiniz.

Kariyerinize daha bilinçli yön verebilmek, güçlü yönlerinizi keşfetmek, zayıf yönlerinizi güçlendirmek için kariyer danışmanlığı alabilirsiniz. Aba psikolojide uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz. Danışanlarımızın akademik eksiklerini tespit ederek gideriyor, dünyanın en seçkin kurumlarında eğitim almalarını sağlıyoruz.

Sınavda Başarısız Olmak Başarısızlık Kaynaklarını ve Eksik Bilgileri Tespit Etmeyi Sağlıyor

Sınav sonucunuzu aldığınızda yaşadığınız hayal kırıklığı ve üzüntü bir süreliğine “her şey bitti” düşüncesine kapılmanıza neden olabilir. Biz de tam bu noktada size “Her şey şimdi çok daha farkındalıklı bir şekilde yeniden başlıyor” diyoruz. Sınav sonucunuzda sizi mutsuz eden bir skor olsa da bu sonuç belgesi size somut kanıtlar da sunuyor.

Hangi konularda eksik kaldınız, en çok hangi derslerde ve hangi soru türlerinde zorlandınız apaçık görebilirsiniz. Eksiklerinizi tespit ettiğinize göre önünüzdeki sınava hazırlanırken nelere ağırlık vermeniz gerektiğini artık daha iyi biliyorsunuz.

Sadece bilgi eksiklikleriniz değil bu sınav tecrübesi size geliştirmeniz gereken işlevsel becerilerinizi de göstermiş olacak. Sınavda ve/veya sınava hazırlanırken zamanı kullanmakta zorluk yaşamış olabilirsiniz. Bu size etkili zaman yönetimi tekniklerini öğrenmeniz gerektiğinin mesajını veriyor. Dolayısıyla bu eksiği sınava hazırlık sürecinde mutlaka kapatmalısınız.

Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri ve LGS Yaklaşıyor Etkili Zaman Yönetimi ile Eksiklerinizi Tamamlayabilirsiniz yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

https://youtu.be/rKLh0fAjgcw

Zaman yönetiminin dışında sınavda başarısız olmak çoğunlukla dikkati toplayamama ve sürdürememe nedeniyle de gerçekleşebilmektedir. Sınavda dikkat dağınıklığı performansta ciddi bir düşüşe neden olmaktadır. Dikkat dağınıklığının kaynağı pek çok neden olabilir. Başarısızlık korkusu, kaygı, yetersiz bilgi, okuma alışkanlığının olmayışı ve benzeri nedenler dikkat dağınıklığına yol açabilir. Sınava hazırlanırken de dikkat dağınıklığı yaşamış ve bu nedenle yeterince verimli öğrenememiş olabilirsiniz.

Dikkat Egzersizleri ile Verimli Ders Çalışma ve Sınava Hazırlık Sürecinde İnternet ve Teknoloji Bağımlılığı ile Başa Çıkma Önerileri yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz. Verimli ders çalışma becerisi eksikliği de sınavda başarısız olmak için yeterli bir nedendir. Çok ve uzun süre çalışmak verimli çalışmak değildir. Verimli çalışmak için neler yapabileceğinizi Çoklu Zeka Kuramına Göre Verimli Ders Çalışma Önerileri yazımızdan öğrenebilirsiniz.

Yeterli okuma alışkanlığına sahip olmamak, hızlı ve etkili okumayı olumsuz etkiler. Oysa sınavda başarılı olmak hızlı okuma ve okuduğunu doğru anlama ile oldukça ilişkilidir. Sınavda başarısız olmak istemeyenler için okuma alışkanlığı kazanmak oldukça önemlidir. Okuma Alışkanlığı Kazanmak Sınav Başarısı Getiriyor yazımızı okuyabilirsiniz.

Başarısızlıkla Baş Etme Önerileri

Zaman yönetimi, dikkati odaklama ve sürdürme becerisi, verimli ders çalışma, hızlı okuma becerisi de başarısızlıkla baş etme önerileri olarak değerlendirilmelidir.

Öznel Hedef Belirlenmeli, Motivasyon Kazanılmalı

Aynı zamanda başarısızlık kimi zaman duyulan yoğun kaygı, stres, korku nedeniyle de gelişebilmektedir. Kaygılarımızı besleyen ise çoğunlukla gerçekdışı beklentilerimizdir. Gerçekdışı beklentiler kaygıya kapılmamıza neden olur ve mevcut potansiyelimizi de sergilememizi engeller. Aynı şekilde açığa çıkan olumsuz duygu ve düşünceler motivasyonumuzu da olumsuz etkiler. Oysa motivasyon eksikliği sınavda başarısız olmak için önemli bir etkendir.

Sizin seçtiğiniz, beklentilerinizle uyuşan, ilgilerinize, becerilerinize, karakterinize uyan bir hedefe yönelmeniz de başarı için önemlidir. Dolayısıyla kariyerinize yön verirken iç sesinizi dinlemeli ve sınava hazırlanmaya başlamadan önce hedefinizi seçmelisiniz. Motivasyon Eksikliği Nedenleri ve Sınava Hazırlanırken Motivasyon Artırma Teknikleri yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Molalar İhmal Edilmemeli, İlgi Alanlarına Zaman Ayırılmalı

Sınavda başarısız olmak gençlerin üzerindeki baskıyı artırmaktadır. Sınava hazırlık süreci yeterince tempolu ve emek isteyen bir dönemken bir de “tekrar başarısız olabilirim” endişesi devreye girmektedir. Başarısızlık korkusu gencin motivasyonunu ve çalışma isteğini kırabilir. Aynı şekilde başarısızlık korkusu daha fazla aralıksız çalışmaya da neden olabilir. Bu durumda da gece gündüz çalışan, dinlenmeyen, mola vermeyen öğrenciler açığa çıkmaktadır.

Oysa bedenimizin ve zihnimizin üretmek kadar dinlenmeye de ihtiyacı var. Dinleneceğiz ki daha iyisini öğrenebilelim, üretebilelim. Uyku, istirahat ve beslenme rutininden sınava hazırlık sürecinde uzaklaşılmamalıdır. Gençler bu dönemde gereksiz ve zaman kaybı olduğu düşüncesiyle ilgi alanlarından uzaklaşabilmektedir. Oysa ders dışı etkinliklerde bulunmak deşarj olmayı sağlamaktadır. Gençlerin sınava hazırlanırken de sınavda başarısız olmak korkusu ile hobilerinden vazgeçmemesi gerekir.

Zaman kaybı olarak görülen hobiler aslında dinlenmek, eğlenmek ve dolayısıyla çalışmaya motive olmak için gereklidir. Sınavda başarısız olmak tekrar yaşamak isteyeceğiniz bir sonuç olmasa da ara vermeden çalışmayı da istemezsiniz. Bu nedenle ders ve ders dışı aktiviteler arasında sağlıklı bir denge kurabilmek gerekir.

Mindfulness Çalışmaları ile Başarısızlıkla Baş Etme

Mindulness yöntemiyle sosyal ilişkilerinizden, kariyerinize pek çok alanda daha mutlu ve başarılı olabilirsiniz. Mindfulness yani bilinçli farkındalık tekniği ile olumsuz duygu- düşüncelerinizi fark eder ve nezaketle kabul edersiniz. Anda kalmayı öğrenir, geleceğin kaygısını ya da geçmişin “keşke”lerini kendinize yük etmezsiniz.

Anda kalmakta güçlük yaşıyor, kendinizi sıklıkla geleceğe ya da geçmişe odaklı duygu ve düşünceler içerisinde buluyor olabilirsiniz. Dikkatinizi toplamakta, zamanı yönetmekte, iyi bir dinleyici olmakta güçlük yaşayabilirsiniz. Tüm bu zorluklar ve yol açtığı diğer olumsuzluklar nedeniyle başarısızlık yaşıyor, potansiyelinizi açığa çıkaramıyor olabilirsiniz.

Mindfulness yöntemiyle tüm bu zorlukları aşmanızda Aba psikolojiden destek alabilirsiniz. Uyguladığımız farklı test ve envanterlerle ilgi, beceri ve yetkinlik alanlarınızı belirleyebilir, kariyerinize yön verebilirsiniz. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık ile Kariyerinizde Başarı Elde Edebilirsiniz yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Sınavda başarısız olmak istemiyorsanız bu süreçte bir mentorla çalışmakta sizin için faydalı olabilir. Sınava hazırlık sürecinde size sağlayacağı avantajlar için Mentorloops’la tanışmanızı veya kariyer danışmanlığı almanızı önerebiliriz.

Sınavda Başarısız Olmak İstemiyor ve Başarısızlıkla Baş Etme Güçlüğü Yaşıyorsanız

Önünüzde önemli bir sınav var ve bu sınavda başarısız olmak istemiyor ancak başarısızlıkla baş etme konusunda da güçlük yaşıyor olabilirsiniz. Yazımızda paylaştığımız önerilerimizi uygulamakta zorlanıyor ya da daha profesyonel bir destek arıyor olabilirsiniz. Akademik başarı ve kariyer danışmanlığı özelinde stratejik yetenek yönetimi uygulamamızdan faydalanabilirsiniz. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Pandemide üniversite sınavına hazırlanmak tüm öğrenciler için zorlu bir deneyim oldu. 2020 yılında pandemi koşullarında yapılan ilk sınavdan sonra 2021’de de aynı koşullardan geçiyoruz. Öğrenciler için bu dönemde YKS gibi önemli bir sınava hazırlık yapmanın pek çok zorluğu var. Elbette sosyal hayatın kısıtlanması, yüz yüze eğitimdeki sınırlılıklar dezavantaj olsa da avantajları da var.

Bu yazımızda pandemide üniversite sınavına hazırlanmak hangi açılardan zor, dezavantajlar nasıl avantaja çevrilebilir, psikolojik sağlamlık için neler yapılabilir paylaşıyor olacağız.

Pandemide Üniversite Sınavına Hazırlanmak ve Zorlukları

Evde Zaman Yönetimi Zorlaştı

Sınava hazırlık sürecinde evde olmak bir açıdan avantaj olsa da her öğrenci için durum aynı değil. Kalabalık ailelerde, küçük evlerde özelliklede kendine ait bir çalışma alanı olmayan öğrencilerin sınava hazırlanması zorlaştı. Küçük kardeşleri olan, çalışan anne, baba nedeniyle evde farklı sorumluluklarla ilgilenmek zorunda kalan gençlerimiz var. Çalışma alanı olmayan veya evde tüm gün televizyon açık olan öğrencilerin dikkatini toplaması kolay değil.

Önemli bir öğrenci grubu ise ev içerisinde dinlenme ve çalışma sürelerini organize etmekte güçlük yaşıyor. Bu nedenle öğrencilerin önemli bir kısmı aile bireylerinin uykuya çekildiği geç saatlerde ders çalışmayı deniyor. Ancak gündüz online dersler, akşam sınava hazırlık temposu içerisinde dinlenme imkanı bulamayan öğrenciler yoruluyor.

Yorgunluk, uykusuzluk en önce dikkat sürelerine ve motivasyona zarar veriyor. Dolayısıyla içsel veya dış etkenlerle zamanı organize edemeyen gençlere pandemide üniversite sınavına hazırlanmak dezavantaj oluşturuyor. Zaman yönetimi becerinizi geliştirmek için Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Evde Dikkat Dağıtıcılarla Daha Fazla Bir Aradayız

Televizyon, tablet, oyun konsolları, internet ve tabi aileyle evde olmak dikkatin kolay dağılmasına neden oluyor. Derslere ağırlıklı online hazırlık yapıyor olmak bilgisayar kullanımını artırdı. Aynı şekilde uzun süre bilgisayar kullanımı ekranın getirdiği fiziksel ve zihinsel yorgunluğu da artırdı. Öğrenciler akranlarıyla haberleşmek için, kaygılarını ve motivasyonlarını paylaşmak için de daha fazla telefon, internet kullanıyor.

Tabi her şeyden önce herkesin ev düzeni farklı. Öğrencilerin ders çalıştıkları ve çalışmaya motive oldukları saatler de farklı. Dolayısıyla öğrenciler iletişimde kalabilmeye çalışırken birbirlerinin çalışma tempolarını da istemeden engelleyebilir hale geldiler. Biri gündüz daha verimli çalışıp akşam saatlerinde arkadaşlarıyla konuşmayı planlarken başka birinin düzeni tersi olabiliyor. Çalışmayı bitirmiş olanın iletişime geçtiği arkadaşı çalışmanın tam ortasında olabiliyor.

Dolayısıyla da iletişim ihtiyaçları çalışma programlarını bozabiliyor. Bu nedenle öğrencilerin dikkat dağıtıcılara çalışma sürelerinde “Hayır” diyebilmesi gerekiyor. Arkadaş sohbetleri gibi ihtiyaçların molalara ya da çalışma sonralarına bırakılması gerekiyor. Akademik Başarı İçin Teknoloji Nasıl Daha Verimli Kullanılabilir , Sınava Hazırlık Sürecinde İnternet ve Teknoloji Bağımlılığı ile Başa Çıkma Önerileri yazılarımız dikkat dağıtıcılarla başa çıkmanıza yardımcı olabilir.

Tüm bu etkenler dolayısıyla verimli ders çalışmayı da olumsuz etkiliyor. Zamanı organize edemeyen, dikkat dağıtıcılarla başa çıkamayan öğrencilerin verimli ders çalışması da zorlaşıyor. Dikkat Egzersizleri ile Verimli Ders Çalışma yazımız bu noktada sizin için faydalı olabilir.

Pandemide Üniversite Sınavına Hazırlanmak Kimi Öğrenciler İçin Motivasyon Kaybı Yaratıyor

Arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle bir arada çalışamayan, heyecanını, kaygısını paylaşamayan öğrencilerin motivasyonu da olumsuz etkilendi. Özellikle takım içerisinde daha verimli çalışabilen öğrenciler için çalışma arkadaşlarından uzak kalmak verimli çalışmayı zorlaştırdı. Üniversite gezilerine katılamamak, yeterli rehberlik desteği alamamak bu öğrenciler için büyük bir dezavantaj oldu. Aynı şekilde üniversitelerin de online eğitime geçiş yapması öğrencilerin üniversite tercihine bakış açısını değiştirdi.

Öğrencisi olmak istedikleri, hedefledikleri okulların 1 yıldır eğitimi uzaktan sürdürmesi motivasyon kırıcı oldu. Örgün eğitime geçişteki belirsizlik öğrencilerin motivasyonunu olumsuz etkiledi. Aynı şekilde pek çok üniversitedeki uzaktan eğitim sistemlerinin yetersizliği de öğrencilerin üniversite seçimine bakışını değiştirdi. Dolayısıyla pandemide üniversite sınavına hazırlanmak özellikle grup çalışmasından verim alanların motivasyonunu düşürdü. Motivasyon Eksikliği Nedenleri ve Sınava Hazırlanırken Motivasyon Artırma Teknikleri yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Aileyle Bir arada Olmak Öğrencilerin Üzerindeki Baskıyı Artırdı

Aileler de en az öğrenciler kadar sınava hazırlık sürecinde stres yaşıyor. Aileler çocuklarının iyi bir gelecek inşa etmesini ve dolayısıyla sınava en iyi şekilde hazırlanmalarını istiyor. Bu arzuları da kimi zaman gerçekdışı beklentilere dönüşebiliyor. Bu beklentilerden birisi de çocukların aralıksız çalışmalarını bekliyor olmaları. Oysa hepimizin belli bir dikkat süresi var. Bu süreyi aştığımızda yaptığımız çalışmalardan verim almamız mümkün değil.

Ancak pek çok öğrenci aileye bunu ifade etmekte zorluk yaşıyor. Gençler “yeterince çalışmıyorsun” lafını duymamak için daha fazla çalışıyor veya çalışıyormuş gibi yapabiliyor. Bu da gençlerin üzerinde ciddi bir psikolojik baskı yaratıyor. Öğrenciler zihnen ve bedenen yeterince dinlenemiyor, motive olamıyor ve dikkat dağınıklığı yaşayabiliyorlar. Dolayısıyla pandemide üniversite sınavına hazırlanmak ailenin gerçekdışı beklentileri nedeniyle zorlaşıyor.

Sınava Hazırlanırken Motivasyon Artırma Teknikleri: Aileler Ne Yapabilir? Ve Kariyer Planı Yaparken Sorumluluk Kimde Olmalı? Gençlerde mi Ailelerde mi? Yazımızdan aileler faydalanabilir.

Pandemide Üniversite Sınavına Hazırlanmak Gelecek Kaygısını Artırdı

Gençler için üniversiteye hazırlık yoğun gelecek kaygısı yaşanan dönemlerden birisi. Bu dönemde seçilen mesleğin doğruluğundan emin olamamak, “sınavı kazanabilecek miyim? Üniversiteyi başarıyla bitirebilecek miyim? Mezuniyet sonrası iş bulabilecek miyim?” ve benzeri düşüncelerle gençlerin geleceğe yönelik kaygıları artıyor. Ancak pandemi mevcutta olan gelecek kaygısını daha da tetikledi.

Bunun en büyük nedeni pandemi koşullarının mesleklere, çalışma şekillerine ve tabi ki istihdama yönelik etkisi.

İşsizliğin artması, pek çok meslek dalında uzaktan çalışmaya geçilmesi gelecek kaygısını besledi. Aynı şekilde üniversitelerde pandemi kaynaklı uzaktan eğitime geçilmesi eğitimden alınacak verime yönelikte kaygı yarattı. Pek çok meslek için uzaktan eğitim dezavantajlı olurken, pek çok üniversite de uzaktan eğitime geçişte zorluk yaşadı.

Öğrenciler üniversite tercihi yaparken üniversitenin eğitim kalitesinin yanı sıra uzaktan eğitimi nasıl yönettiklerine de dikkat etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla pandemide üniversite sınavına hazırlanmak mevcutta var olan gelecek kaygısını daha da artırdı. Gelecek Kaygısı Meslek Seçimini Etkiliyor ve Üniversite Öğrencilerine Gelecek Kaygısı ile Başa Çıkma Önerileri yazılarımızdan konuyla ilgili faydalanabilirsiniz.

Pandemide Üniversite Sınavına Hazırlanmak Ayrılık Anksiyetesini Tetikledi

Çocukluktan itibaren ayrılık anksiyetesi geliştiren bireylerde kaygı bastırılabilir ya da kontrol edilebilir düzeyde tutulabilir. Ancak üniversite dönemi getirdiği yaşam değişiklikleri ile anksiyetenin daha yoğun hissedilmesine neden olacak bir dönemdir. Genç bu yaşam döneminde sadece aileden ayrılmak zorunda kalmayacak, kendi ayakları üzerinde de durmaya çalışacaktır. Yeni ilişkiler geliştirecek, kendini insanlara tanıtacak, onlara güven verecek ve güven duymaya da ihtiyaç duyacaktır.

Bu dönem herkes için kaygı verici olsa da kaygılı ve güvensiz kişiliklerde daha güçlü hissedilebilmektedir. Pandemi kaygılarımızı, zarar görme ya da sevdiklerimizi kaybetme korkularımızı epey tetikledi. Bulaşma korkusu veya evdeki büyük aile bireylerine bulaştırma endişemiz epey yükseldi. Dolayısıyla üniversite sınavına hazırlık süreci de bu kaygıdan nasibini aldı elbet. Gençler, uzak şehirleri ya da farklı ülkeleri tercih etmede zorluk yaşamaya başladı.

Pandemide gelen kısıtlamalar ülkeye giriş çıkışlara da etki etti. Dolayısıyla uzakta olmak belki de uzun süre aileyle bir arada olamamaya neden olabilir halde geldi. Aynı şekilde ailenin sağlık sorunu olması halinde de uzakta olmak ailenin yanında olabilmeyi zorlaştıracak. Gençler tercih sürecinde en iyiyi düşünmek kadar en kötüye de odaklanıyor. Dolayısıyla pandemide üniversite sınavına hazırlanmak gençler için ayrılık anksiyetesini de etkiledi.

Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Pandemide Üniversite Sınavına Hazırlanmak Deşarj Olmayı Zorlaştırdı

Pandemiyle beraber gelen kısıtlamalar gençlerin sosyal aktivitelerden kadar hobilerinden de uzak kalmasına neden oldu. İlgi ve beceri alanlarına yönelik aktivitelere katılamayan, yeterince faaliyette bulunamayan gençler sınav sürecinde deşarj olamıyor. Herkesin evinde ilgi alanlarına yönelik çalışmalar yapacak alan, olanak bulunmuyor. Evde yapılabilecek etkinlikler de herkese aynı oranda keyif vermeyebiliyor. Ya da evde bir arada yaşamak konfor alanlarımızın kullanımını zorlaştırabiliyor.

Tiyatro, sinema, turistik geziler, konserler, spor, sanat faaliyetlerimiz çok uzun zamandır durdu. Oysa ilgi alanları, sosyal faaliyetler, spor, sanat etkinlikleri tüm hafta biriken negatif enerjimizi boşaltmamızı sağlıyor. Yeterince deşarj olamayan gençlerin biriken negatif enerjisi kaygılarını ve olumsuz düşüncelerini besliyor. Dolayısıyla pandemide üniversite sınavına hazırlanmak gençlerin deşarj olmasını da zorlaştırıyor.

Pandemide Üniversite Sınavına Hazırlanmak Profesyonel Destekle Çok Daha Verimli Olabilir

Pandemide üniversite sınavına hazırlanmak zaman yönetimi, motivasyon, dikkat, kaygıyı yönetme açısından profesyonel destek ihtiyacını doğuruyor. Bu dönemde geleceğin mesleklerini ve mesleklerin geleceğini bilmek öğrenciler ve aileler için çok önemli. Aynı şekilde zeka alanını bilmek, ilgi ve beceri alanlarını tespit etmek meslek seçimini etkiliyor. Aba psikoloji olarak stratejik yetenek yönetimi ile geleceğine yön vermek isteyen danışanlarımıza kariyer danışmanlığı veriyoruz.

Bu yöntem içerisinde uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz. Danışanlarımızın akademik eksiklerini tespit ederek gideriyor, dünyanın en seçkin kurumlarında eğitim almalarını sağlıyoruz. Gelecek kaygısı yaşamamaları için akademik hayat ve kariyere yönelik belirsizliklere yönelik profesyonel bilgilerimizi paylaşıyoruz.

Sınava hazırlık sürecinde mentorluk desteği isterseniz mentorloops hakkında da bilgi alabilirsiniz.

Pandemide üniversite sınavına hazırlanmak pek çok zorluk taşısa da ne istediğinizi bildiğiniz sürece başarı sizinledir. Bu süreçte zamanı yönetmek, ne istediğinizi bulmak, motive olmak, karar vermek ve uygulamaya geçmek zor olabilir. Aynı şekilde kariyerinizle ilgili kararlarda ailenizle de ortak noktada buluşmakta zorluk yaşayabilirsiniz. Aba Psikoloji’den kariyer danışmanlığı, bireysel ve aile danışmanlığı alabilirsiniz.

Read More