Tükenmişlik sendromu, artan görülme sıklığı ve bireyin yaşamını pek çok açıdan olumsuz etkilemesiyle çağımızın hastalığı oldu. Bu hastalığı iş hayatındaki rekabet, işsizlik ve yoğun çalışma temposu, trafik, hayat pahalılığı, zamansızlık besliyor. Artık pek çok insan yaşadığı andan, yaşam koşullarından, kendisinden, mesleğinden, kazancından memnun değil. Yaşamın bir alanında başlayan mutsuzluk hali hızla tüm yaşam alanlarına sirayet ediyor.

Bireyin yaşam kalitesi ve doyumu azalıyor, iş hayatındaki başarı düşerken kişisel yaşamdan da keyif alınmıyor. Sosyal ilişkiler, aile içi ilişkiler zayıflıyor. Tükenmişlik sendromu yaşayan bireyler giderek kendi içlerine kapanıyor. İlgi alanlarına, keyifli aktivitelere ayrılan zaman azalıyor. Yaşanan bu sendrom pek çok yönden farklı psikolojik hastalıklarla benzerlik gösteriyor. Ancak erken dönemde fark edilmediğinde depresyon, anksiyete gibi farklı hastalıklara da dönüşebiliyor.

İngilizcede Burn Out Syndrome olarak geçen tükenmişlik duygu durumu bireyin mesleki performansını, kariyer gelişimini, kişilerarası ilişkilerini, iletişim becerilerini ve yaşam doyumunu olumsuz etkiliyor. İlerleyen semptomlarda fiziksel, bilişsel ve davranışsal problemlere de yol açıyor. Bu sendromu çoğunlukla yoğun ve yorucu iş hayatının sonucu olarak açığa çıkan iş stresi tetikliyor. Duygusal çökkünlüğün yanı sıra, yorgunluk, ağrı hissi gibi fiziksel yakınmalar da eşlik ediyor.

Tükenmişlik sendromu çoğunlukla iş hayatının sonucu olarak açığa çıkıyor. Ancak ev hanımlarında, öğrencilerde, emeklilerde, işsizlerde ve benzeri de görülebiliyor. Yazımızın devamında tükenmişlik nedir? Nasıl gelişir? Kimlerde daha çok görülür? Belirtileri nelerdir? Tedavi ve başa çıkma önerileri hakkında detaylı bilgi paylaşacağız.

Tükenmişlik Sendromu Nedir?

Tükenmişlik sendromu 1974’de Herbert Freudenberger tarafından tanımlanmıştır. Bu tanıma göre tükenmişlik nedeni başarısızlık, yıpranmışlık, güç ve enerji azalması, çaresizlik ve artan tatminsizlik hissidir. Burn Out sendromu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından da hastalık sınıflandırmasına dahil edilmiştir. Bu sendrom özellikle kişinin kaldırabileceği iş yoğunluğunun üzerinde bir tempo ile çalışması sonucunda gelişmektedir.

Kendisine, ilgilerine, sosyal hayata, ihtiyaçlarına ve meslek dışı sorumluluklarına zaman ayıramayan bireyde giderek tükenmişlik hissi gelişmektedir. Kişinin kişisel veya çevresel faktörler nedeniyle bu koşullar altında çalışmaya mecbur kalması halinde yaşanan tükenmişlik daha da artmaktadır. Yoğun stres, başa çıkma becerilerini yavaşlatmakta ve kişinin benlik bütünlüğüne de zarar vermektedir. Gerek duygusal gerek fiziksel açıdan açığa çıkan tahribat tükenmişlik sendromunun belirtilerindendir.

Ancak tükenmişlik hissi bireyin kendisi ve çevresi tarafından ileri safhalara ulaşana dek fark edilememektedir. İş hayatında ve/veya aile içerisinden birden fazla bireyin bu sorunları yaşıyor olması hastalığın fark edilmesini de zorlaştırmaktadır.

Tükenmişlik Sendromu Nasıl Gelişir?

Tükenmişlik sendromu bir anda ortaya çıkan bir sendrom değildir. Ani bir şekilde gelişmez aksine yavaş yavaş ve sinsi şekilde ilerleyerek belirti vermeye başlar. Sendrom belirti vermeye başladığında, kişinin kendisi ve başkaları tarafından fark edildiğinde sendromun oldukça ilerlediği görülmektedir. Bu nedenle de çoğunlukla tükenmişlik hissi bireyi, kariyerini ve ilişkilerini yıprattıktan sonra tedaviye başvurulmaktadır.

Sendromun ilerlemesi durumunda hastalık, kişiler için dayanılmaz ve başa çıkılmaz bir hale gelir. Sendromla mücadele eden pek çok kişi istemeden işini kaybedebilir veya ani bir kararla işinden ayrılabilir. Aynı şekilde sosyal – duygusal ilişkiler, arkadaşlıklar ve hatta evlilikler dahi sendrom kaynaklı bitebilmektedir. Bireylerde tükenmişlik sendromuna ek olarak, öfke kontrol bozuklukları, panik atak, depresyon, kaygı bozukluğu, pasif agresif davranışlar da görülebilmektedir.

İş Yerinde Panik Atak Belirtileri ile Başa Çıkma Yolları ve Pasif Agresif Davranışlar Başarıyı Engelliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Tükenmişlik Sendromu Sıklıkla Kimlerde Görülür, Risk Grubu Nedir?

Tükenmişlik sendromu yoğun stres yaşayan her bireyde görülebilecek psikolojik bir rahatsızlıktır. Ancak sendromla sıklıkla karşılaşılan belli çalışma koşulları, meslek grupları, çevresel faktörler ve karakteristik özellikler bulunmaktadır.

Doktorlar, hemşireler, acil müdahale ekipleri, psikologlar, psikyatrlar, polisler gibi. İşi gereği sürekli göz önünde olan, hayatını kontrollü yaşamak durumunda kalan sanatçılar, oyuncular, siyasi isimlerde de tükenmişlik sendromuna sıklıkla rastlanmaktadır. Hasta bakıcılar, bebek bakıcıları, okul öncesi öğretmenleri de risk grubundadır. Çalışma saatleri, koşulları belirsiz olan, günün her saatinde işe çağrılabilir kişilerde de sendromla sıkça karşılaşılmaktadır.

Çalışan ebeveynlerde de tükenmişlik sendromuna sık rastlanmaktadır. Hem mesleki sorumluluklar hem ev idaresi ve bunun yanı sıra ebeveynlik rolleri sendromu tetiklemektedir. Her şeyi layığıyla yapmaya çalışan ebeveynlerin kendilerine ayırdıkları zaman azalmakta ve tükenmişlik sendromu açığa çıkmaktadır. Veya tek maaşla ev geçindiren, çocuk büyüten bireyler, maddi kaygıları kaynaklı işlerindeki olumsuzluklara karşı çıkamamaktadır.

Bu çaresizlik hissi ve sosyal, kişisel yaşama yeterli zamanı ve bütçeyi ayıramamak tükenmişlik sendromunu tetikleyebilmektedir. Kimseye “Hayır diyememek”, zamanı yönetememek, gereğinden fazla sorumluluk almak ve mükemmeliyetçilik de sendromu tetiklemektedir. Zamanla yarışılan, ufak hataların büyük zararlara mal olabildiği, can güvenliğinin düşük olduğu, hayati risklerin yüksek olduğu mesleklerde de tükenmişlik sendromu sıklıkla görülmektedir.

Hatalı meslek seçimi yapmak ve mutsuz olunan bir meslekte çalışmaya devam etmek de sendromu tetiklemektedir. Mesleki doyum için doğru mesleği seçmek oldukça önemlidir. Beş Faktör Kuramı: Kişiliğe Göre Meslek Seçimi ve Meslek Seçmeden Önce Kendinizi Keşfedin yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz. Özetle tükenmişlik sendromu yoğun stres, mesleki tatminsizlik, iş ve özel hayat dengesinin sağlanamadığı durumlarda gelişmektedir.

Tükenmişlik Sendromu Belirtileri Nelerdir?

Tükenmişlik sendromu yaşayan bireylerde duygusal, fiziksel, davranışsal ve bilişsel açıdan belirtiler gözlenmektedir. Aynı zamanda bu sendroma yakalanan bireyler anda kalmakta, şimdiyi yaşamakta zorlanırlar. Zaman yönetimi, dikkati sürdürme, iletişim becerileri zayıflamıştır. Empati becerilerinde de azalma vardır. Çevrelerine ve toplumsal olaylara karşı duyarsızlaşmaya ve tepkisiz kalmaya başlamışlardır. Bu sendroma bağlı olarak sosyal anksiyete ve özgüven kaybı da gelişmektedir.

Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! ve “Konuşurken Heyecanlanıyorum!” Sosyal Anksiyete ve Kariyer Gelişimi yazılarımızdan faydalanabilirsiniz. Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri, Kelimelerin Gücü: Etkili İletişim İçin Öneriler, Etkili İletişim Becerileri Kariyer Gelişimini Etkiliyor yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Duygusal Belirtiler

  • Huzursuzluk, keyifsizlik hissi hakimdir
  • Duygusal olarak tükenmiş hissederler
  • Bugüne ve geleceğe yönelik umutsuzdurlar
  • Özsaygıda azalma görülmektedir
  • Özgüven azalmıştır
  • Çökkünlük hali
  • Kendini değersiz hissetme
  • Azalmış mesleki özgüven
  • Sinirlilik ve gerginlik hakimdir
  • Değersizlik hissi yoğundur
  • Çevreye yabancılaşma

Fiziksel Belirtiler

  • Bedensel tükenmişlik hissi
  • Sürekli yorgunluk ve bitkinlik hakimdir
  • Uyku problemleri başlamıştır
  • Kabızlık ve ishal gibi sindirim sistemi düzenine ilişkin bozukluklar
  • Kalp çarpıntısı ve solunum güçlüğü
  • Baş, sırt ve bacaklar olmak üzere vücudun belirli bölgelerinde sıklıkla kişiyi belirgin şekilde rahatsız eden ağrılar vardır

Bilişsel Belirtiler

  • Kişiyi esir alan olumsuz düşünceler vardır
  • Karamsar düşünceler hakimdir
  • Basit işleri bitirmekte zorluk yaşamaktadırlar
  • Dikkat dağınıklığı yaşarlar
  • Unutkanlık ve dalgınlık hakimdir
  • Zamanı yönetmekte ve organize olmakta güçlük yaşarlar
  • Zihinleri oldukça dağınıktır ve işlerini öncelemekte zorlanırlar

Davranışsal Belirtiler

  • İşten soğuma
  • Sık sık basit hatalar yaparlar
  • Sosyal çevreye soğuk ve mesafeli yaklaşma
  • Pasif agresif davranışlarda artış
  • Beslenme bozuklukları (az yeme, aşırı yeme gibi)
  • Riskli davranışlarda ve zararlı alışkanlıklarda artış (sigara, madde, alkol kullanımı gibi)
  • Sosyal anksiyete, kaygı bozuklukları görülebilir

Tükenmişlik Sendromu ile Başa Çıkma Önerileri

Tükenmişlik sendromu ile başa çıkmak için öncelikle iş ve özel hayat arasındaki dengenin korunması gerekmektedir. Stresli çalışma günlerinin ardından kişi mutlaka deşarj olacağı aktivite ve etkinliklerde bulunmalıdır. Kişisel ihtiyaçlara zaman ayırmak, ilgi ve beceri alanlarına yönelik etkinliklere katılmak gibi. Sosyal aktivitelere katılmak, beraber olmaktan keyif alınan kişilerle bir araya gelmek de önerilmektedir.

Özellikle 2020 yılında hayatımıza giren korona ile sosyal yaşam kısıtlanmış ve bireylerdeki tükenmişlik hissi artmıştır. Ancak evde de sosyal aktivitelere, ilgi ve becerilere zaman ayırılabilir. Online yüz yüze görüşmeler, telefon görüşmeleri, online oyunlar oynanabilir. Keyif alınan ve evde yapılabilecek aktiviteler ev ortamında sürdürülebilir. Yoga, pilates gibi fiziksel aktiviteler evde sürdürülebilir.

Bireyin tükenmişlik sendromuyla başa çıkabilmesi için mutlaka “Hayır” diyebilmeyi ve işlerini önceleyebilmeyi öğrenmesi gerekir. Zaman yönetimi becerisi edinmek, iş planı çıkarmak ve plan dışı gelen talep ve ricalara hayır diyebilmek gerekir. Ayrıca kişinin geleceğe yönelik mesleki ve bireysel hedeflerinin olması da önemlidir. Gelecekte nerede hangi koşullarda olmak istediğini planlamak ve buna yönelik çalışmak da motivasyon için önemlidir.

Birey hatalı meslek seçimi yapmış veya koşullarından memnun olmadığı bir kurumda çalışıyor olabilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda çalışma koşullarının değişikliği için ilgili birimlerden talepte bulunulabilir. Kişi iş değişikliğini veya meslek alanında değişikliği değerlendirebilir. Uyku kalitesini korumak, düzenli ve yeterli şekilde uyumak, dengeli ve düzenli beslenmek de oldukça önemlidir. Mutlaka Omega 3 açısından zengin besinler beslenme planına dahil edilmelidir.

Düzenli egzersiz yapmak, doğada zaman geçirmek, yürüyüş yapmak ve nefes egzersizleri de stresle başa çıkmayı kolaylaştırmaktadır. Bilinçli farkındalık ile “şimdi ve burada”ya odaklanmak, anı yaşamak da oldukça faydalı olmaktadır. Stres altında çoğunlukla anı kaçırıyoruz. Dünün hayal kırıklıkları yarının yapılacakları arasında bugünü yaşayamayabiliyoruz. Bu da yaşamdan aldığımız keyfi azaltıyor. Bilinçli farkındalık çalışmaları da kişinin tükenmişlik sendromu yaşama riskini azaltabilmektedir.

Bilinçli Farkındalık ile Öfke Kontrolü, Bilinçli Farkındalık ile Akademik Hayatta Başarılı Olabilirsiniz, Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Tükenmişlik Sendromu ve Tedavi Süreci

Tükenmişlik sendromu yaşayan bireyler için hayat kalitesi ne kadar düşse ve verim azalsa da tedavi mümkündür. Sendromun ne derece ilerlemiş olduğuna bakarak tedavinin seyrine karar verilmektedir. Yaşanan sendrom bireyin yaşantısını hangi alanlarda ve ne şekilde etkiliyor bu tedavi methodunu belirlemektedir. Düşük düzeydeki sendrom bireyin kendi kendine alacağı önlemler ve düzenlemelerle tedavi edilebilmektedir.

Sendromu tetikleyen ve geliştiren faktörlerin tespit edilmesi ve giderilmeye çalışılması tedavi için önemlidir. Zaman yönetimini öğrenmek, stresle başa çıkmayı ve yapıcı problem çözme becerilerini geliştirmeyi öğrenmek de önemlidir.

Yapılan mesleğe, iş ve sorumluluklara faydacı bakış açısıyla yaklaşmak da oldukça önemlidir. “Meşgul olduğum bu iş, meslek, sorumluluk benim için ne ifade ediyor? Bu işin bana ve başkalarına faydası ne?” Faydaları fark etmek, bu bilinçle çalışmak da zorluklarla başa çıkmayı kolaylaştırmakta, yapılan işin değerini artırmaktadır.

Birey mutlaka gün içerisinde, hafta tatillerinde, yıllık izinlerde kendine kısa da olsa zaman ayırmalıdır. Keyif aldığı etkinliklere katılmalı ve beraber zaman geçirmekten mutluluk duyduğu kişilerle bir araya gelmelidir. Sendromun ilerlediği durumlarda bunu yapmak kişi için zorlayıcı olabilir. İlk etapta bu faaliyetleri görev odaklı yerine getirebilir. Ancak zamanla eskisi gibi keyif alabileceği hale gelecektir.

Mesleki açıdan kişinin başarısızlığını tetikleyen farklı faktörler varsa mutlaka mesleki gelişime yönelik de destek alınmalıdır. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer danışmanlığı almak, bir mentor ile çalışmak bu anlamda değerlendirilebilir.

Tükenmişlik sendromu çokça ilerlemişse ilaç tedavisi de uygulanabilmektedir. Ancak semptomların kalıcı şekilde giderilmesi için ilaç tedavisi tek başına yeterli değildir. Mutlaka psikoterapi ve gerekirse psikoeğitim de uygulanmalıdır.

Read More

Pandemide OKB yani obsesif kompulsif bozukluk bireyleri pek çok alanda olumsuz etkiliyor. OKB ile mücadele eden kişiler en büyük zorluğu da kariyer alanlarında yaşıyorlar. İçinde bulunduğumuz pandemi koşulları herkes için pek çok zorluğu beraberinde getirmiş olsa da en büyük sıkıntıyı yaşayan grup obsesif kompulsif bireyler. Pandemi en çok bulaşma obsesyonu yani mikrop kapma düşüncesi olanları ve hastalanma/zarar görme obsesyonu olanları etkiliyor.

Olumsuz düşünceler içeren obsesyonlar pandemiyle besleniyor. Hasta olmak, ölmek, sevdiği birinin hasta olması, sevdiği birini kaybetmek, virüs kapmak, işini kaybetmek, hata yapmak gibi obsesyonlar tetikleniyor. Dolayısıyla kişiler kaygısını giderebilmek için daha fazla kompulsiyona yani tekrarlayan rahatlatıcı davranışlara yöneliyor. Pandemide OKB tanısı alan bireylerin bir kısmı virüsün kendilerine bulaşmasından dolayı kaygı duyarken, bir kısmı da virüsü başkasına bulaştırmaktan endişe duyar.

Obsesif kompulsif bozukluk normalde de kişinin günlük yaşam akışını zorlaştırmakta, sosyal ilişkilerini yıpratmaktadır. Bireyler mikrop kapma, kirlenme endişesiyle en yakınlarıyla dahi görüşmeyi kesmektedir. Dolayısıyla pandemide OKB kaygıların iyice tırmanmasına ve kişinin işlevselliğinin iyiden iyiye bozulmasına neden olmaktadır. Peki pandemide obsesif kompulsif bozukluk kariyere nasıl etki ediyor, bireyler ne tarz zorluklar yaşıyorlar yazımızın devamında paylaşacağız.

Obsesif Kompulsif Bozukluk Nedir?

Obsesif kompulsif bozukluk, obsesyon adı verilen takıntılı düşünceler, dürtüler ile kompulsiyon adı verilen tekrarlayan davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan psikolojik bir hastalıktır. Obsesyonlar istem dışı olarak zihne gelirler. Kişi bu düşüncelerin mantık dışı olduğunu bilir ancak yine de yoğun sıkıntı ve kaygı hisseder. Kompulsiyon ise açığa çıkan kaygıyı azaltmak veya yok etmek için yapılan tekrarlayan davranışsal veya zihinsel eylemlerdir.

Obsesif kompulsif bozukluk kısa kullanımıyla OKB çoğunlukla ergenlikte ve yetişkinlikte görülmektedir. Ancak okul öncesi dönem de dahil olmak üzere her yaşta karşımıza çıkabilmektedir. Kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülmektedir ancak erkeklerde başlangıç yaşı daha erken olmaktadır.

Obsesif kompulsif bozukluk halk arasında sıklıkla takıntılar olarak kullanılmaktadır. Takıntılar kültürlere, yaşa, sosyo ekonomik koşullara göre farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Karşılaşılabilecek obsesyon ve kompülsiyonlar aşağıda gibidir;

  • Bulaşma Obsesyonu ve Temizlik Kompulsiyonu
  • Kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu
  • Cinsel içerikli obsesyonlar
  • Dini içerikli obsesyonlar
  • Kötü bir şey olacak obsesyonları
  • Hastalık obsesyonları
  • Simetri/düzen obsesyon ve kompulsiyonları
  • Dokunma kompulsiyonları
  • Sayma kompulsiyonları
  • Biriktirme ve saklama kompulsiyonları
  • Batıl itikatlar, uğurlu, uğursuz sayılar ve renkler
  • Saldırganlık obsesyonu

Obsesif kompulsif kişilik özelliği taşıyan bireylerin tekrarlayan düşünce ve davranışlarındaki artış pandemide okb görülme sıklığını artırdı. Pandemide pek çok kişide takıtılı düşünce ve davranışlarda artış görülse de hepsi OKB tanısı almamaktadır. Görülen belirtilere bozukluk diyebilmek için birtakım kriterlere bakılması gerekir. Bozukluktan bahsedebilmek için belirtilerin kişinin günde en az bir saatini alması gerekir.

Yoğun bir sıkıntı yaratması ve kişinin günlük işlerini yerine getirmesini engellemesi veya yavaşlatması gerekir. Sosyal ilişkilere de aynı oranda zarar vermiş olması gerekir. Örneğin kuşku obsesyonu olan birisi dışarıdan gelen ürünlerin yeterince temizlenmediğini düşünerek git gide daha ağır kimyasallarla paketleri temizliyor olabilir.

Ellerinin iyi temizlenmediğini düşünerek defalarca ellerini yıkıyor, sabunluyor ancak yine de temizlenmediğini düşünerek daha fazla sabun ve yıkanma ihtiyacı duyuyor olabilir. Virüs bulaşacağı veya bulaştıracağı kaygısıyla kimseyle görüşmüyor, temel ihtiyaçlarını dahi karşılamak için dışarıya çıkmıyor olabilir.

Pandemide OKB Sıklıkla Hangi Obsesyon ve Kompulsiyonlarla Açığa Çıkıyor?

Pandemide OKB riski arttı ve neredeyse obsesyon alt tiplerinin neredeyse hepsini tetikledi. En fazla etki eden alt tip ise kirlenme bulaşma obsesyonu dolayısıyla da temizleme kompulsiyonu oldu. Alınan sıkı korona önlemleri pandemide obsesif kompulsif bozukluk belirtileri gösteren bireyleri bir nebze rahatlattı. Ancak mesleği ve çalıştığı kurum gereği işe gitmek zorunda kalan kişilerin kaygıları da bir o kadar arttı.

Koronaya yakalanmaktan korktukları gibi dışarıdan evlerine ve ailelerine virüs getirmekten de endişe duyuyorlar. Aynı şekilde pandemide okb bireylerin kontrol etme kompulsiyonlarını da artırdı. Vaka sayılarını sıklıkla kontrol etme ihtiyacı duyuyorlar. Bu da obsesyonlarını ve kompulsiyonlarını tetikliyor. Olumsuz düşünceler, zarar görme endişesi pekişiyor. Üstelik bireyin evinde riskli grupta olan aile bireyleri varsa, bebek, çocuk, hamile varsa kişinin kaygıları daha da artıyor.

Riskli grupta olan birey olmak da kişinin okb belirtilerinin artmasına neden oluyor. Kuşku obsesyonu, kontrol etme kompulsiyonu, biriktirme obsesyonu, simetri ve düzen obsesyonu bu dönemde artıyor. Pandemide okb riski kaygı ve strese karşı toleransı düşük olan kişilerde artıyor. Aynı şekilde çok kalabalık ortamlarda çalışmak zorunda kalan, evden çalışma imkanı olmayan kişilerde de risk artıyor.

Çevresinin kendisi kadar özenli davranmadığını düşünenlerde de kaygılı ve sıkıntılı hal artış gösteriyor. Kişi kendisi kadar çevresini de kontrol etme ihtiyacı duyuyor. “Ellerini temizlediler mi? maske kullanımına dikkat ediyorlar mı? nerelere dokundular? ne sıklıkta temizleniyorlar? gibi. Sevdiklerinin güvenliğinden emin olmak için sık sık arama, iletişim kurma ve onların da aldığı önlemleri kontrol etme ihtiyacı duyuyorlar.

“Oturduğum yer temiz mi? en son nereye dokundum? kolonya sıkmış mıydım? elimi yıkadıktan sonra bir yere dokunmuş muydum?” Gibi emin olamama ve tekrar tekrar kontrol etme, temizleme ihtiyacı duyuyorlar. Tekrarlayan obsesyon ve kompulsiyonlardaki artış bireyin fiziksel ve zihinsel olarak yorulmasına neden oluyor.

Yorgunluk uyku ve beslenme sorunlarını tetiklerken bireyin sinirleri de harap oluyor. Stresle başa çıkmakta zorlanan bireyler çalışma arkadaşlarıyla, sosyal çevreleriyle ve aileleriyle sorunlar yaşayabiliyor.

Obsesif Kompulsif Bozukluk Nedenleri Nelerdir?

Bireylerde obsesif Kompulsif bozukluk gelişmesine neden olan kaynaklar net olarak tespit edilememektedir. Ancak yapılan araştırmalar birkaç faktör üzerinde yoğunlaşmaktadır. OKB tanısı alan bireylerin çoğunluğunda aile ve birinci derece akrabalarda OKB öyküsüne rastlanmaktadır. Bu da OKB’nin genetik faktörlü olabileceğini düşündürmektedir. OKB’li hastalarda karşılaşılan bir başka ortak nokta serotoninin yetersiz salınımıdır.

Bireyin karakteristik özellikleri de OKB gelişimine etki etmektedir. Çevresel faktörler, stresli yaşam olayları kişinin mizaç özellikleriyle birleştiğinde takıntılara yol açabilmektedir.

Çocukluk çağı travmaları da okb gelişimine etki etmektedir. Çocukluğunda cinsel istismar, taciz ve benzeri travmaları olan bireylerde stresli olaylardan sonra OKB gelişebilmektedir. Hatalı ebeveyn tutumları da obsesif kompulsif bozukluk gelişimine etki edebilmektedir. Afetler, salgınlar gibi yaşam bütünlüğünü tehdit eden olaylarda da okb gelişebilmektedir. Dolayısıyla pandemide okb görülme olasılığı riskli gruptaki bireyler için oldukça fazladır.

Pandemide OKB İş Hayatına Nasıl Etki Ediyor?

Obsesif kompulsif bozukluk tanısı alan bireyler pandemi sürecinde oldukça olumsuz etkilendiler. Evde çalışanlar için bu süreci yönetmek biraz daha kolay oldu. Ancak iş yerinde ve sahada çalışmaya devam edenler için obsesyon ve kompulsiyonlarla başa çıkmak oldukça zor oldu. Bulaşma obsesyonu temizlik kompulsiyonlarının çok daha abartılı şekilde yapılmasına neden oldu. Cilt yaralarına yol açacak derecede temizlik kompulsiyonları arttı.

Üstelik duydukları kaygı ve yaşadıkları stres dikkat ve konsantrasyon güçlükleri yaşamalarına neden oldu. Tekrarlayan davranışlardaki artış ise zaman yönetimlerini iyice zorlaştırdı. Dolayısıyla işlerini yetiştirmekte ve günlerini organize etmekte zorluk yaşar hale geldiler. Eskiden 8 kez elini yıkadığında rahatlayan ve temiz olduğunu hisseden bir birey mevcut koşullarda bu sayıyı 2, 3 katına çıkardı.

Üstelik “nereye dokundum? fark etmeden dokunmamam gereken bir yere dokundum mu?” gibi şüphe obsesyonları da temizlenme sıklığını ve süresini artırmış oldu. Dikkatini vermekte ve sürdürmekte zorluk yaşayan bireyler dolayısıyla yaptıkları işin kalitesinden de emin olamamaya başladılar.

OKB tanısı alan bireyler sıklıkla mükemmeliyetçi yönü baskın olan bireyler oluyor. Dolayısıyla yaptıkları işin mükemmel ve hatasız olmasını istiyorlar. Bu nedenle pandemide okb tanısı alan bireyler işlerini, raporlarını, yazışmalarını tekrar ve tekrar kontrol ediyorlar.

Biriktirme obsesyonu da bu dönemde bireylerin evde ihtiyaçları olan şeyleri abartılı şekilde stoklamalarına neden oluyor. Belki de hiç ihtiyaç duymayacakları ürünleri dahi ya ihtiyacımız olursa kaygısı ile satın alabiliyorlar.

Pandemide okb ile mücade eden kişilerin mesleki performanları oldukça olumsuz etkileniyor. Zamanı yönetmekte, dikkatlerini işlerine vermekte zorluk yaşıyorlar. Hata yapıyor, işlerini yetiştirmekte zorlanıyorlar. Haya yapmaları kontrol obsesyonlarını tetikliyor ve bu kez de fazla kontrolcü olmaları işlerini yetiştirmelerini zorlaştırıyor. Dışarıya çıkmaya ve sosyal ortamlara girmeye cesaret edemeyen okb’li bireyler işlerini bırakabiliyorlar.

Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri yazımızı da okuyabilirsiniz.

Pandemide OKB Sosyal İlişkilerin Daha Fazla Yıpranmasına Neden Oluyor

Pandemide işe gitmek zorunda olanlar çevrelerini aşırı denetleyen, kontrol eden ve özel alana müdahale eden tutumlar sergileyebiliyorlar. Bu da sosyal ilişkilerini yıpratıyor. OKB’li bir yöneticiyle çalışmak veya OKB’li bir ekip arkadaşına uyum sağlamak da oldukça zor oluyor. Bu da hem kişinin hem de dahil olduğu ekibin performansını olumsuz etkileyebiliyor.

Pandemide okb nedeniyle bireylerin sosyal anksiyetelerinde de artış olmaktadır. Sosyal anksiyete, performans düşüklüğü, obsesyon ve kompulsiyonlardaki artış bireyin yaşamını son derece zorlaştırmaktadır. Bu da beraberinde depresyonu ve diğer psikolojik bozuklukları getirebilmektedir. Sosyal Fobi Kariyer Gelişimini Olumsuz Etkiliyor ve “Konuşurken Heyecanlanıyorum!” Sosyal Anksiyete ve Kariyer Gelişimi yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Pandemide OKB İhtimalinden Şüphe Ediyorsanız Psikolojik Destek Almayı İhmal Etmeyin

Pandemide OKB ihtimalinden şüphe edilirse kesin tanı ve tedavi için mutlaka profesyonel destek alınmalıdır. Erken teşhis her konuda olduğu gibi OKB’de de tedavi için önemlidir. OKB’de tedavi terapi, psikoeğitim ve ilaç tedavisi olarak uygulanabilmektedir.

Obsesyonun türü, kompulsiyonun derecesi ve kişinin hayatının ne derece etkilendiğine göre tedavi methodu belirlenmektedir. Burada kişinin yaşı, konumu, yaptığı iş ve sahip olduğu sosyal destek de önemlidir. Ailenin duygusal desteği, yapıcı yaklaşımı, farkındalığı ve ilgisi tedavi sürecinde oldukça önemlidir. Aynı şekilde kişinin iş hayatında da varlığını sürdürebilmesi için çalışanına önem veren bir iş verenle çalışıyor olmak önemlidir.

Tanı sonrası kişi sağlık durumu ve tedavi süreciyle ilgili ihtiyaç duyuyorsa iş verenine bilgi verebilir. Böylece semptomlar hafifleyene kadar kendini daha iyi hissedebileceği bir iş ortamı kişiye sunulabilir. Bir süre evden çalışmak veya iş yerinde sosyal olarak izole olabileceği bir ortamda çalışmak gibi. Topluluk içine girmek yerine görüşmelerini online yapmasına bir süre izin verilebilir.

Pandemide OKB belirtileri göz ardı edilmemeli ve tedavi için mutlaka destek alınmalıdır. Kariyer gelişimi bu süreçte çoğunlukla olumsuz etkilenmekte, sosyal ilişkiler de zayıflamaktadır. Kariyer danışmanlığı almak obsesif kompulsif bozukluğun neden olduğu etkileri azaltabilmektedir. Aba psikoloji olarak her yaştan bireyle çalışıyor, danışanlarımıza stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planı hazırlıyoruz. Sizde psikolojik destek ve/veya kariyer danışmanlığı almak istiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Read More

Mentorle kariyer planlamak son zamanlarda oldukça önemli hale geldi. Mentorle çalışma ihtiyacı duyulmasının birden fazla nedeni var. En önemli nedeni geleceğin mesleklerini ve mesleklerin geleceğini yeterince iyi bilmiyor olmak. Ailelerin mesleklere yönelik bilgisi sınırlı, gençlerin ise merak duyduğu meslekler oldukça yeni. Dolayısıyla risk almak istemeyen aileler ve fark yaratmak isteyen gençler meslek seçimi noktasında çatışabiliyorlar.

Değişen sınav sistemleri, farklılaşan müfredatlar, her yıl açılan üniversiteler ve programlar da bir mentorle çalışmanın önemini artırıyor. Mentorlük desteği almak hem gençlere hem de ailelere büyük kolaylıklar sağlıyor. Bu noktada mentorlük nedir? mentor kime denir? bu hizmeti almak gençlere ve ailelere nasıl avantajlar sağlar? detaylarıyla paylaşacağız.

Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Kariyer Planı Yaparken Sorumluluk Kimde Olmalı? Gençlerde mi Ailelerde mi? yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Mentörlük Nedir? Mentor kimdir?

Mentorluk, bir kişinin kendi uzmanlığı, bilgi birikimi ve tecrübelerine yönelik başkalarına kişisel ve mesleki anlamda rehberlik etmesi sürecidir. Mentorlük eden kişi bu süreçte kendisinden beslenen kişiye rehberlik ederken tarafsız ve objektif yaklaşır. Bu sistemde bilgi ve tecrübesiyle yol göstericilik, rehberlik, akıl hocalığı yapan kişi mentordür. Mentorlük hizmetini alan kişi ise menti (mentee) olarak tanımlanır.

Mentorün, mentinin gelişimine katkıda bulunabilmesi için mentinin ihtiyaç duyduğu konularda tecrübe, bilgi sahibi olması gerekir. Mentor, mentinin karşısına çıkabilecek olumsuzlukları, olası risk ve zararları ön görüp mentiyi uyarmalı ve hazırlamalıdır. Mentorluk her yaşta, okullar ve işyerleri de dâhil olmak üzere farklı ortamlarda gerçekleştirilebilir. Mentör mentinin akranı olabilir, bu daha çok okul ortamında olmaktadır.

Mentör aynı anda birden fazla mentiyle grup olarak çalışabilir. Bu da çoğunlukla aynı hedef ve amaçlarla bir araya gelmiş mentilerde olabilmektedir. Bir mentinin de birden fazla alanda birden fazla mentorü olabilir. Menti aynı anda birden fazla başarıyı ve gelişimi hedefliyorsa birden fazla mentor ile çalışabilir.

Her ne şekilde olursa olsun bir mentor, mentinin yeni insanlarla tanışmasına, network ağını genişletmesine yardımcı olur. Mentorle kariyer planlamak bireyin kariyerini planlarken kendisi için en doğru ve faydacı kararları vermesine destek olur. İhtiyaç duyduğu konularda performansını ve kararlarını olumlu etkileyecek yönde teknik bilgi edinmesine destek olur.

Akademik, mesleki ve kişisel gelişim konularında mentor mentisine destek olur. Dolayısıyla iyi bir kariyer planı çıkarmak, bu plana sadık kalmak ve başarıya ulaşmak isteyenler için mentorle çalışmak doğru seçimdir.

Mentorle Kariyer Planlamak İstiyorsanız Başarılı Olmak İçin Doğru Mentorü Seçmelisiniz

Kariyerinizde, mesleğinizde, eğitiminizde veya kişisel yaşamınızda başarılı olmak istiyorsanız bir mentorle kariyer planlamak yeterli değil. Bir mentorle çalışmanın yanı sıra sizin için doğru olan mentorle çalışıyor olmanız önemlidir.  Ancak her tecrübeli ve uzman kişi mentor olamaz. Bu yüzden hem öğrencilerin hem de mentor olmak isteyen kişilerin mentorün sahip olması gereken nitelik ve özellikleri bilmesi gerekir.

İyi bir mentor sizin için doğru olan mentordür ve şu özelliklere sahip olmalıdır;

  • Destek vereceği alan ve konuda uzman olmalıdır,
  • Gençlerle sağlıklı iletişim kurmada başarılı ve istekli olmalıdır,
  • Değişen teknolojiyi, bilimi ve yenilikleri takip edebilmelidir,
  • Mentorlük edeceği alan ve konularda tüm değişimlere ve yeniliklere ayak uydurabilmelidir,
  • İyi bir dinleyici olmalıdır,
  • İyi bir rol model olabilmelidir,
  • Empatik iletişim kurabilmelidir,
  • Problem çözme becerisine hakim olmalıdır,
  • Zamanı yönetebilmeli, planlı ve programlı olmalıdır,
  • Genç için önemli olan olası fırsatları görebilmelidir,
  • Genç için önemli olan olası riskleri görebilmelidir,
  • Mentor mentiye güven vermelidir,
  • İşinin ehli, kendinden emin ve tutarlı olmalıdır,
  • İhtiyaç duyduğunuzda ve düzenli aralıklarla sizinle irtibat kurabilecek biri olmalıdır,
  • Stresle başa çıkabilmeli, etkili problem çözebilme becerileri gelişmiş olmalıdır,
  • Psikolojik açıdan sağlam olmalı, kendine yönelik sorunlarını, kaygılarını size yansıtmamalıdır,
  • Geleceğin mesleklerini ve mesleklerin geleceğini bilmelidir.

Mentorle kariyer planlamak ancak bu kriterleri karşılayan bir mentor olabildiği sürece başarıyı beraberinde getirecektir.

Mentorlük ve Koçluk Aynı Şey mi?

Koçluk ve mentorlük bazı açılardan birbirine benzese de hizmeti alacak kişi için önemli olan pek çok açıdan farklıdır. Koçluk sürecini yürüten kişiye koç denir. Koç bireyin hedeflenen performansa ulaşmasında kişiyi planlı şekilde destekleyen kişidir. Koçluk sürecinde hedef bireyin potansiyelini ortaya çıkarmak, öğrenme ve gelişimini planlamaktır.

Koçluk sürecinde tecrübe paylaşmak, tavsiyede bulunmak yoktur. Koç sorular sorarak, yansıtmalar yaparak danışanının kendi doğrusunu bulmasını ve seçimler yapmasını sağlar. Bu nedenle öğrencilik yıllarında özellikle de seçim yapma sürecinde zorluk yaşayan bireyler için koçla çalışmak daha zorlayıcı olabilmektedir.

Çok yüksek puan almış, yurtiçi ve yurtdışı pek çok üniversiteye kabul edilmiş veya edilebilecek öğrenciler düşünelim. Bu öğrenci için hangi bölüme, hangi üniversiteye yöneleceğini seçmek, hangi seçimin uzun vadede avantajlı olacağını bulmak zor olabilir. Bir mentor bu süreçte kişiye geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak yol gösterir. Ancak geçmişe takılı kalmaz, bugünün şartlarını ve geleceğin olası koşullarını da hesaba katarak farkındalık kazandırır.

Avantajları ve dezavantajları sunar. Bunu yaparken mentinin karakteristik özelliklerini, hedef ve isteklerini, kültürünü, ilgi ve becerilerini göz önünde bulundurur. Bu nedenle bir mentorle kariyer planlamak öğrencilik yıllarında çok daha avantajlı olabilmektedir. Mentor ve koç iletişim becerileri, psikolojik sağlamlık, empatik dil, interaktif ve benzeri açısından benzerdir. Ancak çalışma yöntemleri ve hedefleri birbirinden farklıdır.

Mentorle Kariyer Planlamak Nasıl Bir Avantaj Sağlıyor?

Mentorle kariyer planlamak hem gençler için hem de aileler için büyük kolaylıklar ve fayda sağlıyor. Sadece aile ve genç için de değil dolaylı yoldan okul, üniversite ve iş veren için de pek çok avantajı bulunuyor.

Mentorle Kariyer Planlamak Gençlere Pek Çok Avantajlar Sağlıyor

Özellikle günümüz koşullarında iyi bir kariyer planı hazırlamak, bu planı gerçekleştirmeye yönelik sistemli çalışmak önemli. Başarılı olmak için sadece hedeflere ulaşmak yetmiyor, doğru hedefleri belirleyebilmek de gerekiyor. Hedef belirlemek ise hiç kolay değil. Gençler popüler olanla kendileri için doğru olanı ayırt etmekte zorlanabiliyor.

Geleceğin koşullarını ön görerek, bugünden on yıllar sonrasını planlayarak seçim yapmak zor. Burada mentor kişiye geçmiş tecrübelerinden ve geleceğe yönelik bilimsel verilerden yola çıkarak rehberlik ediyor. İyi bir mentor sadece kariyer planlama noktasında değil kişisel, mesleki gelişim konularında da destek veriyor. Özgüven eksikliği, sosyal kaygı, çekingenlik, beden dilini kullanamama gibi başarıyı engelleyen konularda da destek veriyor.

Kullandığı empatik dil, yargısız ve objektif yaklaşımla kişinin kendini daha iyi ifade etmesine destek oluyor.  Mentor, menti ve gerektiğinde mentinin ailesi ile iş birliği yapıyor. Montor menti için en doğru ve en avantajlı fırsatları değerlendiriyor. Üniversiteye hazırlık sürecinde mentinin performansını ve motivasyonunu artırmaya yönelik çalışıyor. Zaman yönetimi, dikkat dağıtıcılarla baş etme, hedef belirleme ve planlama noktasında destek veriyor.

Üniversite Eğitimi, İş Bulma Süreci ve Kariyer Fırsatlarıyla İlgili de Mentorlük Alınabiliyor

Üniversiteye kabul sonrası ilk yıl itibariyle rehavete kapılmadan avantajlı konuma geçmek için yapılması gerekenleri gösteriyor. Stajlarda doğru seçimlerin yapılması, referans mektuplarının hazırlanması, network ağının genişletilmesinde yol gösteriyor. Mentor, mentinin uzmanlık alanıyla ilgili deneyime ve networke sahip olduğu için kendi bağlantılarıyla mentiyi tanıştırabiliyor. Mentor yine alanda uzman bir kişi olduğu için mentorun referansı da mentiye pek çok kapıyı aralatabiliyor.

İş arama süreci nasıl olmalı, hangi iş verenler tercih edilmeli, başvurularda nelere dikkat edilmeli önemli. Mentor bu konularda da mentiye destek oluyor. Mentorle kariyer planlamak işe kabul sonrasında da pek çok avantajı sağlıyor. Doğru mesleği ve çalışma alanını seçen kişi seçiminden daha fazla memnuniyet duyuyor.

Çalışma koşullarına ön hazırlık yapmak avantaj ve dezavantajları öğrenmek uyumu kolaylaştırıyor. Böylece çalışan olumsuzluklar karşısında daha pozitif kalabiliyor. Motivasyonu kolay kolay düşmüyor. Menti işe başlangıç sonrası geliştirilmesi gereken yönler, kariyer fırsatları ve yükselme olanaklarıyla ilgili bilgi edinebiliyor. Yurtdışı eğitim, yurtdışı iş olanakları da mentorün yol gösterdiği önemli çalışma alanları oluyor.

Aileye Yönelik Avantajlar

Mentorle kariyer planlamak genç için ne kadar avantajlıysa aile için de bir o kadar süreci kolaylaştırıyor. Çocukların sınava hazırlık sürecinden başlayarak üniversite kabulü ve iş bulma süreci de aileleri zorluyor. Aile çocuğu doğru yönlendirebilmek istiyor ancak kendi eğitim tecrübeleri ile bugünün eğitim sistemi farlılık gösteriyor. Bu farkları öğrenmek ciddi zaman ve emek istiyor.

Aynı şekilde eğitim ve sınav sistemini öğrenmenin yanı sıra geleceğin olası koşullarını da bilmek gerekiyor. Bu ise apayrı bir araştırma ve çalışma alanı. Dolayısıyla kariyer planlama sürecinde çocuğa bilgi ve deneyim sunmak aile için büyük bir sorumluluğa dönüşüyor. Bu sorumluluğu üstlenemeyen veya altından kalkamayan ebeveynler strese giriyor. Bu stres ise öğrenciye doğrudan yansıyor.

Ailenin bilgi ve tecrübesini yeterince alamayan çocuk ihtiyacı olan duygusal desteği de yeterince alamıyor. Aileyle genç çatışmalar yaşayabiliyor ve zaten zorlu olan bu süreç daha da zorlayıcı hale geliyor. Bu noktada mentorle kariyer planlamak ailelerin yükünü azaltıyor. Aile kariyer planlama rolünü bırakıyor ve sadece manevi ve maddi destek noktasında çocuğun yanında oluyor.

Kaygısı azalan aile çocuğa daha fazla duygusal destek sunabiliyor. Bu da gencin akademik başarısına, kariyer gelişimine ve kişisel gelişimine olumlu yönde katkı sağlıyor. Mentorle çalışmak aile ile genç arasındaki meslek seçimine yönelik çatışmaları da azaltıyor.

Mentorle Kariyer Planlamak için Mentorloops ile Tanışın

Mentörlük ne demek, mentör kimdir ve mentor ne iş yapar gibi sorular ülkemizde de yaygınlaşıyor. Gençler mentor eşliğinde sınava hazırlanmaya, kariyerini şekillendirmeye ve mesleki gelişime yönelik çalışmaya başladı. Özelliklede yurtdışı eğitime hazırlık, üniversiteye kabul ve sonrası için mentorlük hizmeti oldukça önemli. Fakat ülkemizde mentorluk hizmetleri veren pek fazla kurum bulunmuyor.

Mentorloops firması da mentorluk hizmetleri ile ülkemizde hizmet veren nadir kurumlardan bir tanesidir.  Mentorloops, yurt dışında okuyan öğrencilerin üniversite süreci ve sonrasında onlara mentorluk hizmeti sunuyor. Staj, akademik araştırma süreçlerinde yanlarında olarak doğru kişiler ile buluşmalarını ve kendileri için network oluşturmalarını sağlıyor. Bireylerin Mentorloops ile ilk tanışmaları henüz üniversiteye girmeden başlıyor. Hangi üniversiteye girmeleri gerektiğini, hangi bölgede okumaları gerektiğini söylüyor.

Üniversite eğitimi süresince de bireye ihtiyaçları dahilinde mentorlük etmeye devam ediyor. İş hayatına hazırlık ve iş dünyasında başarılı olmak için de mentor mentee ile çalışmalarını sürdürüyor.

Mentorle kariyer planlamak kariyerinde fark yaratmak ve doğru seçimler yapmak isteyen gençler için büyük kolaylık sağlıyor. Ailelerin üzerindeki baskı azalıyor, dolayısıyla da çocuğa yansıtılan kaygı ve endişeler de azalmış oluyor. Hem genç hem de aile için sınava hazırlık, sınav dönemi ve sonrası daha keyifli hale geliyor.

Read More

Şiddete maruz kalmak çocuğun kendine ve diğerlerine olan güvenini zedeliyor. Çocuğun küçük ve masum dünyasında şiddet, taşıyabileceğinden çok daha büyük ve sarsıcı etkilere yol açıyor. Çocuk şiddetle aile içerisinde, akranları arasında, televizyonda, internette, oynadığı bir oyunda tanışabiliyor. Kimi zaman şiddet fiziksel olarak direk çocuğa veya çocuğun tanık olacağı şekilde başkasına uygulanıyor.

Hakaret, alay, küfür, aşağılama içeren sözler, lakaplar ise sözel şiddet olarak çocuğun dünyasına giriyor. Dışlama, ihmal etme, görmezden gelme, ötekileştirme, utandırma ve sözel şiddet içeren söylemler de yine duygusal şiddet içeriyor. Medyada çocuk bilinçsizce kan, savaş, kavga, silah, intihar, cinayet gibi şiddet içerikli sahnelere maruz kalıyor.

Çocuğun dünyasında şiddet tanıdık, alışılmış bir hal aldığında öz benlik gelişmiyor, dünya güvensiz ve korkutucu hale geliyor. Çocuk şiddet karşısında ya içe kapanıp korkuyor ya da kendini korumak için diğerlerine gardını alıyor. Dolayısıyla diğerlerine güvenmeyen, kavgacı, zorba, mutsuz bir çocuk karşımıza çıkabiliyor. Şiddet türü ve sebebi ne olursa olsun tüm çocukları derinden sarsıyor.

Şiddetle ne zaman nasıl tanışıldığı, sıklığı, yoğunluğu ve kim tarafından uygulandığı ise etkinin büyüklüğünü belirliyor. Çocuğun dünyasını en çok etkileyen ise aile içi şiddete maruz kalmak oluyor.

Çocuklar Şiddetle Nasıl Tanışıyor?

Çocuğun dünyasında şiddete maruz kalmak daha dünyaya gözlerini açmadan önce, anne karnında dahi başlamış olabilir. Annenin aile içi şiddete maruz kalması veya aile dışında şiddete maruz kalması fetüse etki eder. Annenin korkuları, kaygıları, stresi, güvensizliği çocuğa geçer. Dolayısıyla anne hamilelikte fiziksel, sözel veya duygusal şiddet yaşıyorsa çocuk daha doğmadan şiddetle tanışır.

Aile içinde çiftler arasında şiddet söz konusu olduğunda çocuk korksa da bu duruma müdahale etmeye çalışır. Hem tanık olarak hem de önlemeye çalışarak çocuk ailede şiddete maruz kalır. Şiddeti uygulayanı engellemeye, maruz kalanı savunmaya çalışabilir. Kaç yaşında olursa olsun çocuğun maruz kaldığı şiddet ebeveynleri olmak üzere tüm dünyaya güvenini sarsar.

Bu müdahaleler içerisinde şiddete tanıklık eden çocuğun duygusal olarak etkilenmemesi mümkün değildir. Dolayısıyla çocuk için ailede duygusal şiddete maruz kalmak kaçınılmazdır. Ancak kimi zaman bilinçli veya farkında olunmaksızın çocuğa da şiddet uygulanabilir. İtme, vurma, hakaret etme gibi aile içi şiddet sırasında çocuğa da zarar gelebilir.

Kimi zamansa aile içerisinde eşler küçük çocuğun etkilenmeyeceğini düşünerek kavgalarını kapalı odalar ardında yapar. Ancak kaç yaşında olursa olsun çocuğun farkındalığı oldukça yüksektir. Çocuk kapalı kapılar ardında yapılan tartışmaları, fiziksel, sözel ve duygusal şiddeti fark eder. Görmese de duyduğu sesler çocuğun zihninde olumsuz imajlara dönüşür ve en az görmek kadar çocuğu etkiler.

Şiddete Maruz Kalmak Kadar Şiddet Sonrası Süreç de Çocuğu Olumsuz Etkiliyor

Kavga anı kadar şiddet sonrası durum da çocuğu örseler. Babanın veya annenin evden ayrılması, ebeveyninin bir köşede ağlaması, yaralanması, zarar görmesi çocuk için şiddetin devamı niteliğindedir.

Bazense ailenin yeterli sosyal ve duygusal desteğinin olmaması çocuğun arkadaş, terapist yerine konmasına neden olur. Çocuk çiftler arasında arabuluculuğa zorlanabilir. Çocuk üzerinden sorunlar çözülmeye çalışılabilir. Veya çocuğa aile içi sorunlar aktarılıp ona duygusal yükler yüklenebilir. Ebeveynler çocuğun olmadığı bir ortamda yaşanan şiddeti çocuğa doğrudan anlatabilir. Kimi zamansa ebeveyn veya diğer aile üyeleri çocuk üzerinden bilgi almaya çalışabilir. Çocuğa hafiyelik yaptırılabilir.

Tüm bunlar da yine çocuk için doğrudan şiddete maruz kalmak ile eşdeğer etkidedir. Aile içerisinde çocuğun anlamlandıramadığı küslükler, tripler ve imalar da çocuk için şiddettir. Çocuğun yokluğunda bir sorun yaşanmıştır ve çocuk bunu bilmemekte ama olay sonrası etkilerine tanık olmaktadır. Çocuk için ilgilisi olmadığı ama maruz kaldığı bu durum yine duygusal şiddete girmektedir.

Aile dışında, okul, sosyal çevre, öğretmen, medya, akranlar da şiddetin kaynağı olabilmektedir.

Şiddete Maruz Kalmak Çocukta Hangi Belirtilerle Kendini Gösteriyor?

Şiddete maruz kalmak çocuğun dünyasında mutlaka belirgin değişiklikler ve tepkilerle açığa çıkıyor. Ancak bunların şiddete mi yoksa farklı bir soruna mı bağlı olduğunu anlamak kolay olmuyor. Burada teşhis için ailenin ve varsa öğretmenin farkındalığı önemli bir rol oynuyor. Sorunlar ne kadar erken gözlenir ve profesyonel destekle müdahale edilirse çocuğun etkilenme oranı o kadar düşüyor.

Şiddete maruz kalan çocukta görülen belirtiler şiddetin türüne, sıklığına, şiddetine ve çocuğun yaşına göre değişiklik gösteriyor. Çocuğun duygusal desteği varsa, aile içi ilişkiler ve ebeveyn tutumu sağlıklıysa etkilenme oranı o kadar düşüyor. Çocuğun maruz kaldığı şiddet aile içerisindeyse, yoğunluğu, sıklığı ve şiddeti fazlaysa etkileri de o kadar büyük oluyor. Şiddete maruz kalmak çocukta şu belirtilerle açığa çıkabiliyor;

  • Uyku sorunları,
  • Yeme sorunları,
  • Olumsuz duygu ve düşünceler,
  • Aşırı endişe, korku ve kaygı hali,
  • Alt ıslatma,
  • Parmak emme, tırnak yeme,
  • Psikolojik konuşma bozuklukları,
  • Pasif agresif davranışlar,
  • Aşırı öfke, sinirlilik, huzursuzluk,
  • Çevreye, sevilen şeylere ilgisizlik,
  • Konsantrasyon güçlükleri, hatırlamada güçlük,
  • Artan refleksler ve kendini sakınma hali, irkilmeler,
  • Okul fobisi (okula gitmeyi reddetme)
  • Sosyal fobi görülme durumları,
  • Akademik başarıda ve okula ilgide azalma,
  • Akran ilişkilerinde zayıflama,
  • Aile içi iletişimde azalma.

Çocuk aile içi şiddete maruz kaldığında ve şiddete tanık olma süresi ve sıklığı artığında aile de çocuğu fark edecek halde değildir. En az bir aile bireyi çocukla benzer bir duygu durum içerisindedir. Dolayısıyla bu tabloda çocuk gözden kaçabilir. Çocuğun verdiği belirtiler gözden kaçtığında şiddete maruz kalmak çocuğun dünyasında yıkıcı etkilere yol açabilmektedir.

Şiddete Maruz Kalmak Çocuğun Dünyasını Nasıl Etkiliyor?

Şiddete maruz kalmak çocukta birtakım belirtilerle kendini gösterse de bu belirtiler gözden kaçtığında daha büyük hasarlar açığa çıkar. Çocuk yalnız kalmaktan korkabilir ancak özellikle şiddet aile içerisinde ise çocuk kendine duygusal destek bulamayabilir. Çocukta gelişen korku ve kaygı önü alınmadığında genel kaygı bozukluğuna dönüşebilir. Korkular yaygınlaşabilir. Çocuk zarar görme korkusu ile herkesten ve her şeyden kaçınmaya başlayabilir.

Çocukta depresyon ve öz kıyım düşünceleri artabilir. Şiddetle başa çıkamayan çocuk, şiddeti problemleri çözme yöntemi olarak görürse kendi hayatında da kullanabilir. Karşılaştığı sorunları çözmek için şiddete ve zorbalığa başvurabilir.

Uzun süreli şiddete maruz kalma sonucu olarak çocukta gelişim düzeylerinin altında olgunluk görülebilir. Fiziksel ağrı, acı, hastalık gibi somatik yakınmalar, tuvalet eğitiminde ve dil gelişiminde gerileme gözlenebilir.

Şiddetle erken yaşlarda ve özellikle anne karnında tanışmışsa çocukta bağlanma sorunları açığa çıkabilir. Çocukta ayrılık anksiyetesi gelişebilir. Duygularını sözel veya fiziksel olarak paylaşamayan çocukta öfke nöbetleri, saldırganlık açığa çıkabilir. Çocukta ağlamalar, kontrol kaybı, kolay sakinleşememe ve ilgiyi reddetme görülebilir. Özellikle erken yaşlarda maruz kalınan ilgi eksikliği ve şiddet çocuğun bilişsel gelişimini olumsuz etkileyebilir.

Bilişsel gelişim kadar duygusal ve fiziksel gelişim de olumsuz etkilenir. Uyku ve yeme bozuklukları çocuğun fiziksel gelişimini yavaşlatabilir. Dikkat ve konsantrasyon güçlüğü yaşayan çocuklarda iletişim olumsuz etkilenir ve okul başarısı, öğrenme süreci de olumsuz etkilenir. Bilgiyi işlemek kadar bilgiyi geri getirmek yani hatırlamakta zorlaşır. Dolayısıyla şiddete maruz kalmak çocuğun okul başarısında da ciddi olumsuzluklara yol açar.

Özgüven, öz benlik ve öz saygı gelişmez. Empati ve sağlıklı iletişim becerileri gelişmez. Sağlıklı problem çözme becerileri öğrenilemez ve uygulanamaz.

Şiddete Maruz Kalmak Ergenlikte de Olumsuz Sonuçlara Yol Açmaktadır

Çocuğun dünyası şiddetten ne kadar olumsuz etkileniyorsa ergenin dünyası da en az o kadar olumsuz etkilenir. Ergenlikte şiddete maruz kalmak duygusal, sosyal, akademik sorunlara neden olur. Akademik başarı düşer, kişiler arası ilişkiler zayıflar. Üstelik ergenlikte bireyin yaşadığı fiziksel, duygusal ve bilişsel değişim şiddete çocuktan daha farklı tepkiler verilmesine neden olur.

Genç ailedeki şiddete karşılık verebilir. Şiddet gören kadar uygulayan konumuna da gelebilir. Genç kendine veya sevdiklerine yönelik şiddeti durdurmak için planlar yapabilir. Gençlerde depresyon ve öz kıyım düşünceleri çocuğa oranla daha fazla görülmektedir. Genç ailede bulamadığı duygusal ve fiziksel desteği karşılamak için riskli sosyal gruplara ve arkadaşlıklara yönelebilir. Bir gruba ait olmak ve duygusal olarak rahatlamak için zararlı alışkanlıklara yönelebilir.

Riskli davranışlar sergileyebilir veya sigara, alkol, madde kullanımına yönelebilir. Ayrıca şiddete tanık olan ve maruz kalan çocuk ve ergenlerde yalan söyleme davranışı da artabilir. Zararı hafifletmek ve cezadan kaçınmak için çocuk veya ergen yalana başvurabilir. Yalanın işe yaradığını görürse bunu bir alışkanlık haline getirebilir.

Medyada Şiddete Maruz Kalmak Çocuğu Derinden Etkiliyor

Şiddete maruz kalmak gerçek yaşam dışında medya aracılığı ile de gelişebilir. Çocuk aile içerisinde ve dış dünyada şiddete maruz kalıyorsa bunun üzerine medya eklenince şiddet pekişiyor. Çocuk medyada gördüğü zorbalardan korkabiliyor veya şiddetten etkilenme boyutuna göre zorbayı taklit edebiliyor. Çocuk eğer şiddetle gerçek dünyada ve aile içerisinde tanışmamışsa medyadaki şiddetin etkisi korkutucu olabiliyor. Bu etki çocuğun yaşına, mizacına ve şiddete maruz kaldıktan sonra verilen desteğe göre değişiyor.

Çocukların ekran, internet, tablet karşısında yalnız bırakılmaması gerekiyor. Ailenin hiç farkına varmadığı bir sahne, görsel çocuğun dünyasında derin etkilere neden olabiliyor. Bizlerin dikkatini çekmeyen bir bağırma sahnesi, kötü bir bakış, azarlama dahi çocuğu korkutabiliyor. Akabinde çocuk maruz kaldığını iyileştirebilmek için aileye sorular sorabiliyor, nedenlerini öğrenmeye çalışıyor.

Ancak henüz konuşmayan bir çocuk bunu yapamıyor. Ya da konuşan ama aileye kendini ifade edemeyen, ailenin yeterli ilgi göstermediği bir çocuk bu sahneyle başa çıkmakta güçlük yaşıyor. Uyku sorunları, kabuslar, aşırı refleksler, tikler, fobiler, psikolojik konuşma bozuklukları ve gerileme davranışları (Alt ıslatma, parmak emme gibi) görülebiliyor.

Aileler çocuğun ekran kullanımına izin veriyorsa mutlaka yanında eşlikçi olmalıdır. Çocuğun izleyeceği içerikler çocuğun yaşına uygun olmalıdır. Aile içeriği mümkün oldukça önceden incelemeli sonra çocuğa sunmalıdır. Çocukta duygusal ve davranışsal farklılıklar görülmeye başlandıysa mutlaka medyada maruz kaldığı içerikler gözden geçirilmelidir. Çocuk ekran karşısında yalnız bırakılmamalı ve uzun süreli ekran kullandırılmamalıdır.

3 yaşına kadar ekranla tanıştırmamak ve yaşına uygun şekilde sınırlı ve değerli içerikler sunmak önemlidir. Çocuk izlediği bir içerikten sizin fark etmediğiniz şekilde olumsuz etkilenmiş olabilir. Masumane bir çizgi film dahi bu etkiye yol açabilir. Bu yüzden çocuğa eşlik etmeniz oldukça önemlidir. Eşlik etmenin yanı sıra sizin de farkındalıkla izlemeniz ve çocuğa konuyla ilgili sorular sormanız önemlidir. Böylece çocuğun nereye takıldığını ve neden etkilendiğini bulmak kolaylaşacaktır.

Şiddete Maruz Kalmak Pek Çok Açıdan Olumsuz Sonuçları Doğuruyor

Çocukların ve gençlerin benlikleri inşa ettikleri, geleceklerine yön verdikleri süreçte şiddetle karşılaşması yıkıcı etkiye sahiptir.

Şiddete maruz kalmak hem çocuk hem ergen hem de yetişkin için fiziksel, duygusal, bilişsel ve sosyal açıdan zarar verici niteliktedir. Çocuk ve ergen şiddet sonrası iyi takip edilmeli aile gerekli desteği sunamıyorsa mutlaka psikolojik destek alınmalıdır. Aba psikoloji olarak bu noktada çocuk, ergen ve ailelerle çalışmaktayız. Duygusal etkiler kadar akademik hayatta yaşanan sorunlar için de bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Uyum ve davranış bozuklukları çocuğun içinde bulunduğu çevredeki ilişkilerinde ve diğerleri tarafından kabulünden zorluklara neden olur. Hangi yaş aralığında görülürse görülsün uyum ve davranışa yönelik bozukluklar çocuk ve aile için zorlayıcıdır. Çocuğun uyum sağlamakta zorlandığını veya davranış bozuklukları gösterdiğini fark etmek her zaman kolay değildir. Ailenin bozukluğu fark edebilmesi için fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişim dönemlerini iyi bilmesi gerekir.

Bozukluk zannedilen şeyler çocuğun gelişimsel olarak henüz kazanmasının erken olduğu beceriler olabilir. Yazımızın devamında uyum ve davranış bozukluğundan bahsedebilmek için dikkat edilmesi gereken faktörleri ele alacağız. Çocuklarda neden bu bozukluklar görülüyor ve ne şekilde görülüyor detaylarıyla paylaşacağız.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları Nasıl Anlaşılır?

Çocuklarda uyum ve davranış bozuklukları olduğunu anlayabilmek için birtakım belirtileri gözlemlemek gerekir;

Bazı uyum ve davranış sorunu zannedilen belirtiler çocuğun içinde bulunduğu gelişim döneminin tipik belirtileri olabilir. 2 yaş sendromu belirtileri gösteren bir çocuğun her şeye hayır demesi, tutturma ve inatlaşmaları, öfkesi bu yaş dönemine ait davranışlardır. Çocuk tuvalet eğitimi alıyorsa mesane kontrolünü kazanana ve tuvaleti kullanmayı öğrenene kadar altını istemsiz ıslatabilir.

Aynı şekilde görülen uyum ve davranış sorunlarının ne sıklıkta görüldüğü de bozukluk diyebilmek için önemlidir. Çocuklar kendilerini güvende hissettikleri (çoğunlukla ev ortamı, aile yanı) daha huysuz, hırçın, aşırı davranışlar gösterebilir. Bu davranışlar bir nevi negatif enerjilerini boşaltma yöntemidir. Pandemide olduğu gibi çocukların sürekli evde olması, okul, park, bahçe imkanının olmayışı çocukların huzursuzluğunu artırabilir.

Çocukta uyum ve davranış bozuklukları olduğunu söyleyebilmek için dönemi ve sıklığı kadar şiddeti de önemlidir. Çocukta uyumsuzluğun ve olumsuz davranışların şiddeti artığında bozukluğa dönüşmektedir. Ayrıca olumsuz bir davranışa farklı uyum ve davranış sorunları eşlik ettiğinde de bozukluktan söz edilebilir. Örneğin alt ıslatmaya, kekemelik, konuşma bozukluğu, kaçınma, saklanma gibi davranışlar eşlik ediyor olabilir.

Çocukta korku, kaygı, stres belirtileri yoğun olarak görülüyor olabilir. Bu davranışlar sürekli ve yoğunsa, başka olumsuz davranışlar eşlik ediyorsa, bir döneme özel belirtiler değilse bozukluktan söz edilebilir.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları Neden Görülür?

Çocuklarda görülen uyum ve davranış bozuklukları çoğunlukla duygusal ihtiyaçların karşılanmaması sonucu gelişir. Ebeveynleri tarafından ihmal edilen, temel ihtiyaçları, sevgi, güven ihtiyacı karşılanmayan çocuklarda daha sık görülmektedir. Olumsuz ve hatalı ebeveyn tutumları da uyum ve davranış sorunlarının gelişmesine neden olabilmektedir.

Aşırı otoriter, baskıcı tutumlar kadar ihmalkar, aşırı hoşgörülü ve aşırı korumacı, mükemmeliyetçi tutumlarda da görülür. Anne babanın fiziksel ve duygusal yokluğu, onlarla etkili ve verimli zaman geçirememek de sorunlara neden olur.

Ailede, medyada veya sosyal hayat içerisinde akranlarından veya yetişkinlerden görülen şiddet de sorunlara yol açar. Şiddetin her türlüsü uyum ve davranım bozuklukları görülmesine neden olabilir. Fiziksel, sözel, duygusal şiddet görmek, şiddet içerikli olaylara maruz kalmak, tanık olmak gibi. Ebeveynlerden birinin veya ailede sevilen birinin vefatı, uzun süreli istirahat gerektiren önemli hastalıklar da sorunlar görülmesine neden olabilir.

Boşanma, yeni bir kardeş, yaşam alanında ve düzeninde ani değişiklikler de bozukluklara yol açabilir. Okul, şehir, ülke değiştirmek, sık olarak öğretmen veya bakıcı değiştirmek, taşınmak gibi. Ayrıca afetler ve salgınlar gibi toplumu etkileyen olaylar da çocuklarda uyum ve davranış bozuklukları görülmesine neden olabilir.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları Nelerdir?

Yukarıda bahsettiğimiz faktörlere dikkat ederek listede yer alan sorunlar gözleniyorsa çocukta uyum ve davranış bozuklukları olduğundan bahsedebiliriz.

Psikolojik kökenli kekemelik nedenleri ve yapılması gerekenler

Psikolojik kökenli kekemelik kekemeliğin biyolojik bir nedene bağlı olmaksızın ortaya çıkmasıdır. Çoğunlukla korku, kaygı ve stresin eşlik ettiği yaşam olayları sonrası gelişir. Çocuğun travmatik bir olay yaşaması veya olaya şahit olması kekemeliğe neden olabilir. Kazalar, afetler, aile içi şiddet, boşanma, bir şeyle korkutulma kekemeliğe neden olabilir. Hatalı ebeveyn tutumları, akran zorbalığı, yas, istismar da kekemeliğe neden olabilir.

Psikolojik kekemeliğin altında yatan neden çalışıldığında çoğunlukla sorun düzelmektedir. Çocuklukta bir nedene bağlı olarak gelişen kekemelik ergenlik sorunlarıyla beraber daha fazla ilerleyebilir. Bu nedenle çocuklukta görülen uyum ve davranış bozuklukları mutlaka zamanında çözülmelidir.

Kekemelik söz konusu olduğunda çocukla alay edilmemeli, o konuşurken sabırsız, tahammülsüz davranışlar gösterilmemelidir. Çocuğun anlattıklarına ilgi gösterilmeli, normal bir sohbette olduğu gibi üzerine sorular sorulmalıdır. Çocuk hızlı konuşması için acele ettirilmemelidir. Taklit etmek, küçümsemek, cümlelerini tamamlamaya çalışmak doğru değildir. Çocuk konuşurken mutlaka tüm ilgi ve dikkat onda olmalıdır.

Konuşurken başka şeylerle ilgilenmeniz ona sıkıldığınızı hissettirecektir. Bu yüzden zamanınız yoksa bunu ona ifade etmeli ve ilk müsaitliğinizde onu dinlemek için vakit ayırmalısınız.

Parmak emme nedenleri ve yapılması gerekenler

Parmak emme yaşamın ilk 1 yılında bebek için doğal bir reflekstir. Daha anne karnında parmak emmeye başlayan bebek için doğum sonrasında da bunu sürdürmek olağandır. Zamanla parmağın yerini bebeğin tutup kavrayabildiği diğer nesneler alacaktır. Ancak yaşamın ilk yılında olağan olan bu davranış ileri yaşlarda da karşımıza çıkabilmektedir. Parmak emme kaygı, korku, stres sonucu geliştiğinde uyum ve davranış bozuklukları içerisine girebilmektedir.

Çocuk rahatlamak için kendini güvende hissettiği döneme yani bebekliğine dönmek isteyebilir. Bebekken onu rahatlatan parmak emme davranışını tekrar ederek olumsuz duygularla başa çıkabilir. Yeni bir kardeşin gelmesi, boşanma, yas gibi zorlayıcı durumlar parmak emme davranışının görülmesine neden olabilir.

Çoğunlukla 2 yaş sonrası görülmeye devam eden yoğun ve sık parmak emme bozukluk belirtisidir. Okul çağı çocuklarında da görülebilmektedir. Kimi durumlarda parmaklarda yaralara dahi neden olabilmektedir.

Çocuğa parmak emmeyi bırakması yönünde baskı yapılmamalıdır. Diğer sorunlarda olduğu gibi bunda da altında yatan nedenler keşfedilmeli ve çözülmelidir. Parmak emmek yerine çocuğun rahatlamasına destek olacak farklı alternatifler sunulmalıdır. Bebek yeterince emme refleksini doyurmamış, memeden erken kesilmişse biberon, emzik kullanılabilir.

Tırnak yeme nedenleri ve yapılması gerekenler

Tırnak yeme davranışı çoğunlukla kaygı sonucu gelişmektedir. Aşırı baskıcı-otoriter tutumla yetiştirilen çocuklarda görülebilmektedir. Çocuğun yeterli sevgi ve ilgiyi görmeyişi, aşırı mükemmeliyetçi ebeveyn tutumları da tırnak yeme davranışını desteklemektedir. Çocuk duygu ve düşüncelerini aile içerisinde ifade edemiyorsa, eleştiriliyorsa veya aile bireylerinden çekiniyorsa görülebilmektedir. Tırnak yeme müdahale edilmediğinde sağlık açısından da zararlı olabilmektedir. İlerleyen durumlarda tırnak etleri yara olabilmekte ve iltihaplanabilmektedir.

Çözüm için mutlaka altında yatan nedenler tespit edilmeli ve ortadan kaldırılmalıdır. Aile çocuğun tırnak yeme davranışına dikkat çekmemelidir. Çocuğu cezalandırmak, sürekli uyarmak davranışı azaltmak yerine artıracaktır. Ailenin önceliği davranışı kontrol altına almaya çalışmak yerine davranışa yol açan nedenleri çözmek olmalıdır.

Uyum ve Davranış Bozuklukları Olarak Fobiler (Korkular) ve Kaygılar

Fobiler(korkular) çoğunlukla korku kültürüyle büyütülen çocuklarda görülmektedir. Hurafeler, korkunç hikayeler, kötü yaşam olaylarına tanık olmak veya yaşamak çocukta fobilere neden olabilir. Kaygılar ise çoğunlukla hatalı ebeveyn tutumlarının sonucudur. Baskıcı-otoriter tutum, aşırı mükemmeliyetçi ebeveynler veya aşırı korumacı ebeveynler kaygının kaynağı olabilir.

Çocuk ailenin gerçekdışı beklentilerini karşılayamadığı için ailenin sevgisini kaybedeceğini düşünerek kaygı duyabilir. Veya çocuk ailenin aşırı korumacı tutumuyla büyümüşse aile dışında bir ortamda yalnız kaldığında performans kaygısı duyabilir.

Çalma (Kleptomani)

Çalma davranışı okul öncesi dönemde görüldüğünde uyum ve davranış bozuklukları arasına alınmamaktadır. Çalmanın bozukluk olarak tanınabilmesi için ilkokul ve sonrası dönemde görülüyor olması gerekir. Bunun nedeni ilkokul öncesi dönemde çocukta aidiyet ve mülkiyet duygusunun gelişmemiş olmasıdır.

Ben merkezci yapıdaki çocuk için erişebileceği her şey onundur ve izin almaya gerek yoktur. Çocuk kendine ait olan ile başkalarına ait olanın farkını ilkokul sonrası dönemde öğrenecektir. Bu nedenle yaş ve gelişim dönemi bozukluk kabul edebilmek için göz önünde bulundurulmalıdır.

Yalan söyleme (mitomani) nedenleri ve yapılması gerekenler

5-6 yaşlarına kadar söylenen yalanlar çocuğun hayal dünyasının ve oyunlarının ürünü olarak düşünülür. Bu dönemde çocuk söylediği yalanlarla oyun kurar, -mış gibi yapar. Farklı rollere girerek, farklı duygu ve davranışları deneyimler. Ancak ilkokul ile birlikte çocuğun bilinçli yalanları başlar. Bu yalanlar cezadan kaçınmak veya zevki sürdürmek için olabilir.

Çocuk yalan söyleyen yetişkinleri veya akranlarını görerek taklit edebilir. Onların yalan sonucu elde ettiği avantajları görerek örnek alabilir. Aşırı tepki göstermek, kızmak, cezalandırmak çocuğu yalandan uzaklaştırmak yerine, daha çok yalana iter. Çocuğun yalan söylemesinin altında yatan nedenler saptanarak bir uzman yardımıyla ve yakın aile bireylerinin işbirliğiyle çözüme gidilebilir.

Saç yolma (Trikotillomani) da Uyum ve Davranış Bozuklukları Arasındadır

Çoğunlukla küçük kız çocuklarında görülen saç yolma davranışı yine artan duygusal baskı sonucu açığa çıkmaktadır. Çocuk için saç yolma rahatlama kaynağı haline dönüşmektedir. Stres altındayken çoğunlukla açığa çıkmaktadır. Duygu ve düşüncelerini ifade edemeyen, ilgiden ve sevgiden yana eksik kalmış, güvenli bağlanamamış çocuklarda görülmektedir. Saç yolmaya kimi durumlarda saç yeme davranışı da eşlik edebilmektedir.

Alt Islatma (Enürezis) nedenleri ve yapılması gerekenler

Alt ıslatma nedeni çocuğun henüz mesane kontrolünü kazanamamış olması olabilir. Ancak çocuk tuvalet eğitimi almış, bir süre mesane kontrolünde başarılı olmuşsa psikolojik bir neden düşünülebilir. Çocukta fiziksel bir problem yoksa (idrar yolu enfeksiyonları, ateşli hastalıklar gibi) nedeni duygusal olabilir. Ebeveynin ilgisinin azalması, yeni bir kardeş gelmesi, boşanma, yas tetikleyici olabilir.

Gerileme davranışı olarak karşımıza çıkan psikolojik kökenli alt ıslatma çocuğun ilgi ve sevgi ihtiyacının belirtisidir. Aile çocuğu alt ıslatma davranışı nedeniyle rencide etmemelidir. Başkalarının yanında bu sorunla ilgili konuşulmamalıdır. Çocuk daha sık tuvalete kaldırılmalı, sıvı tüketimi düzenlenmeli, gece yatmadan önce aşırı sıvı alımı önlenmelidir.

Tikler nedenleri ve yapılması gerekenler

Tik, beden kaslarında istem dışı olarak açığa çıkan kasılmalara verilen genel addır. Göz kırpma, ses çıkarma, öpücük atma, yüz kaslarında oynama, baş, omuz, el hareketleri gibi görülebilir. Tikler çoğunlukla kaygı, stres, korku anlarında artış gösterir. Çocuk tekrar eden bu istemsiz kasılmalarla rahatlar. Tikleri olan çocuklarla alay edilmemeli, istemsiz açığa çıkan bu davranışlar taklit edilmemelidir.

Çocukların tiklerine dikkat verilmemeli, vurgu yapılmamalıdır. Aksi halde çocuğun duyduğu stres ve dolayısıyla görülme sıklığı da artış gösterecektir. Uyum ve davranış bozuklukları söz konusu olduğunda altında yatan nedenin tedavisi sorunun çözülmesini destekleyecektir. Tikler için de yine aynı yöntem geçerli olmaktadır.

Dışkı Kaçırma (Enkoprezis) nedenleri ve yapılması gerekenler

Dışkı kaçırma alt ıslatmaya göre daha az karşılaşılan bir bozukluktur. Ancak dışkı kaçırma az rastlansa da aileleri ve çocuğu zorlayan bir durumdur. Çoğunlukla baskıcı, otoriter ve temizlik obsesyonu olan ailelerin çocuklarında bu sorunla karşılaşılmaktadır. Erken ve zorlayıcı tuvalet eğitimi, temizliye aşırı vurgu dışkı kaçırma sorununa neden olabilmektedir.

Çocuk iki tür dışkı problemi yaşayabilir. Uzunca bir süre dışkısını tutup sonra birdenbire boşaltabilir. Ya da çocuk dışkısını hiç tutamayıp kontrol dışı olarak altına kaçırabilir. Erken ve hatalı tuvalet eğitimi, baskıcı ebeveyn dışında ilgi eksikliği, aile içi şiddet de sorunu tetikleyebilir.

Uyum ve davranış bozuklukları olarak ayrıca uyku bozuklukları, mastürbasyon, aşırı hareketlilik, saldırganlık ve yeme bozuklukları da görülmektedir. Altında yatan nedenler tespit edilip çözülemediğinde mutlaka profesyonel destek alınmalıdır. Çocuklukta çözülmeyen sorunlar ergenlik ve yetişkinlikte daha farklı sorunlar olarak karşımıza çıkabilmekte, kişinin hayatını sınırlandırmaktadır.

 

Read More

Kardeş kıskançlığı hem çocuklar hem de bu zorlu süreci yönetmekte güçlük yaşayan aileler için önemli bir konudur. Özellikle evin ilk çocuğu için aileye yeni katılacak bir çocuğu kabul etmek kolay değildir. İlk çocuklar anne ve babanın ilk heyecanı, ilk tecrübesidir. Ebeveynler ilk deneyimlerinde maddi ve manevi tüm imkanlarını, ilgi ve sevgilerini bebeklerine verir.

Çocukları için hem iyi bir ebeveyn hem de iyi bir oyun arkadaşı olmaya çalışırlar. Hele geniş aile içerisinde de bu çocuk ilkse diğer aile bireyleri de tüm ilgisini ilk çocuğa verir. Sürekli ebeveynlerinin ve diğer geniş aile bireylerinin ilgisini üzerinde hisseden çocuk kardeşi kabul etmekte zorlanır.

Kimi çocuklar doğrudan kıskançlık duygusunu bebeğe yansıtır. Fiziksel olarak reddetme, istememe, kötü davranma, oyuncaklarını elinden alma gibi. Kimi çocuklar ise bebeği sevdiğini bebeğe ve aileye gösterir, sözleriyle sevgisini belli eder. Ancak kendi davranışlarında gerilemeler görülür. Kıskanan çocuğun kazandığı becerileri kaybettiği ve bebeksi davranışlar gösterdiği gözlenebilir. Bebekçe konuşabilir, katı gıda yemeği reddedebilir.

Sürekli kucakta taşınmak isteyebilir, ihtiyaçlarını ve isteklerini ağlayarak dile getirebilir. Tuvalet eğitimi kazanmışsa altına kaçırma, üstünü kirletme davranışları görülebilir. Çocuk özellikle diğer bebeğin daha çok ilgi ve sevgi topladığını fark ettiğinde bu davranışlarını artıracaktır. Kardeş kıskançlığı çocuklarda hatta yetişkinlerde dahi yaşanabilecek duygusal açıdan zorlayıcı bir duygudur. Ancak yaşanması olağandır.

Bireyin fiziksel ve duygusal gelişimini zedelemediği, benlik bütünlüğünü ve öz değerini düşürmediği sürece normaldir. Bu duyguyu ortadan kaldırmak yerine nasıl başa çıkılabileceğini öğrenmek ve öğretmek gerekir. Aileler kardeş kıskançlığının şiddetlenmesinde ve/veya bu duyguyla baş edilmesinde önemli bir role sahiptir.

Hatalı ebeveyn tutumları bu duyguyu perçinlerken yapıcı yaklaşımlar duygunun sağlıklı ifadesini kolaylaştırır. Bu yazımızda kardeş kıskançlığını ele alacağız ve ailelere önerilerde bulunacağız.

Kardeş Kıskançlığı Nedir, Neden Gelişir?

Kardeş kıskançlığı eve/aileye yeni gelen çocuğa gösterilen ilgi, sevgi ve ayrılan zamanın artması sonucu gelişir. Kıskançlık da tıpkı korkmak, sevinmek, üzülmek gibi olağan bir duygudur. Bu duygu anne baba tarafından daha fazla sevilme ihtiyacından kaynaklanmaktadır ve doğal bir duygudur. Diğer duygularımız gibi bu duygumuz da doğal ve sağlıklı şekilde ifade edilmediğinde sorunlara yol açabilmektedir.

Kardeş kıskançlığı sadece kardeşler arasında değil yakın ilişki içerisinde olunan kuzenler arasında da olabilmektedir. Çocuk ebeveynleri kadar büyükanne ve büyükbabayı, teyze, hala, amca ve dayıları paylaşmakta da güçlük yaşayabilir. Her çocuk ebeveynleri için biricik olmayı, onlar tarafından çokça ve en güzel şekilde sevilmeyi ister. Dolayısıyla hangi sırada olursa olsun her çocuğun arzusu en öncelikli olabilmektir.

Ancak ebeveynlerin çocuğa ayırdığı zaman ve gösterdiği ilgi özellikle yaşamın ilk yıllarında daha fazladır.  Bebeğin öz bakım ve beslenme ihtiyacı temel bakım veren anne tarafından karşılanır. Baba da annenin yükünü almak için ona destek olur. Dolayısıyla evde iki veya daha fazla çocuk varsa ailenin daha fazla ilgilenmek durumunda kaldığı çocuğa kıskançlık duyulabilir. Bu duygunun temelinde yatan diğer çocuğa duyulan olumsuz duygular değildir.

Kıskançlığı besleyen asıl duygu geride kalmışlık hissi, fark edilmiyor olmak ve ilgisiz kalmaktır. Çocuğun kıskançlık duygusu diğer çocuktan çok aileye yöneliktir. Çocuk ailenin sevgisini, ilgisini, zamanını bir başka çocukla paylaşmakta zorlanır. Çocuğun olumsuz duyguları aileye yöneliktir. Kendini kırılmış, unutulmuş, terk edilmiş hissedebilir. Güvensizlik ve değersizlik duyguları perçinlenebilir.

Ailenin söz ve davranışları bu olumsuz duyguları desteklediğinde çocuk için kıskançlıkla baş etmek zorlaşmaktadır. Çocuklar arasındaki kıskançlığı kamçılayan da ebeveynin paylaşılamayan sevgisi, onayı ve ilgisidir. Bu nedenle kardeş rekabeti son derece doğaldır. Ailenin uygulayacağı doğru ebeveyn tutumu, çocuklara eşit yaklaşmak, kıyaslama yapmamak kıskançlıkla başa çıkılmasını kolaylaştıracaktır.

Kardeş Kıskançlığı Hangi Belirtilerle Kendisini Gösterir

İlk çocuk dünyaya geldiği günden itibaren ailenin, anne ve babanın dünyasının merkezinde olduğunu yaşayarak öğrenir. Tüm ilgiyi, sevgiyi aileden tek başına alan çocuk bunu paylaşmayı öğrenmekte zorluk yaşar. Çoğunlukla kıskançlık büyük kardeşten küçük kardeşe yönelik olsa da nadir olmakla beraber küçüğün büyüğü kıskandığı durumlarda olabilir. Büyük kardeşin daha fazla ayrıcalığa sahip olması küçük kardeşin kıskanmasına neden olabilir. Kardeş kıskançlığı şu belirtilerle kendisini gösterir;

Büyük çocuk kaybettiği ilgiyi geri kazanabilmek için gerileme davranışları gösterebilir. Kendi başına yemek yiyebilen çocuk kaşığa küsebilir ve ebeveyninin yedirmesini bekleyebilir. Katı gıdaları reddedip kardeşi gibi süt, mama, püre ile beslenmek isteyebilir. Emzik, biberon, meme isteyebilir. Tuvalet eğitimini kazanmış bir çocuk kardeşten sonra alt ıslatmaya başlayabilir. Kakasını tutabilir. Üzerini isteyerek kirletebilir. Bebeksi konuşmalara geri dönebilir.

Konuşarak ihtiyaçlarını anlatmak yerine ağlayarak veya işaretlerle göstererek iletişim kurmaya çalışabilir. Yürümek istemeyip kardeşi gibi emekleyebilir. Sürekli kucakta taşınmak isteyebilir. Parmak emme görülebilir.

Ebeveynlere soğuk, mesafeli davranabilir. Ebeveyn yakınlık gösterdiğinde ilgiyi reddedebilir. Hayali arkadaş çağına geldiyse arkadaşı üzerinden kardeşine yönelik duygularını ifade edebilir. Oyuncaklarını oynatırken kardeşine yönelik duygularını oyun içerisinde ifade edebilir. Öfke nöbetleri, tutturma ve ağlamalar görülebilir. Ailenin ilgisini çekmek için abartılı davranışlarda ısrarcı davranışlarda bulunabilir. Hem gün içinde hem de geceleri aşırı sinirli olabilir, huzursuzluk davranışları gözlenebilir.

Zor sakinleşir ve ailenin yakınlığını bir yandan talep ederken diğer bir yandan reddedebilir. Kendine ya da eşyalara yönelik saldırgan davranışlarda bulunabilir. Önceden sevdiği ve ilgilendiği şeylere artık ilgi göstermeyebilir. Anne- babadan ayrılmayı, evden ayrılmayı, okula gitmeyi reddedebilir. Mide bulantısı, baş ağrısı, halsizlik gibi psikosomatik belirtiler gözlenebilir.

Kendi yatağında uyuyan bir çocuk kardeşin gelmesiyle anne ve babayla uyumak isteyebilir. Kabus, korkunç bir ses gibi bahanelerle anne babanın yanına koşup yatağa dönmeyi reddedebilir. Aslında çocuk bu davranışlarla ebeveyninin sevgisini, sabrını ve ilgisini test etmektedir. Çocukta kardeşe kötü davranma, zarar verme, ondan kötü sözlerle bahsetme, istemeyip reddetme gibi davranışlar görülebilir.

Kardeş Kıskançlığı Başa Çıkmak için Ailelere Öneriler

Kardeş kıskançlığı uygulanan yöntem her ne olursa olsun tamamen ortadan kaldırılamayacaktır. Bu duygu doğal bir duygudur ve sağlıklı şekilde ifade edilebildiği sürece problem yaşanmayacaktır. Ancak çocuğun alenen mutsuz olduğu, kendisine ve kardeşine zarar verdiği, fiziksel, bilişsel, duygusal açıdan gerilediği durumlarda destek alınmalıdır. Kıskançlıkla nasıl baş edebileceğini öğretebilmek için ebeveynlerin doğum öncesi ve sonrası yapması gerekenler bulunmaktadır.

Kardeş Kıskançlığı ile Baş etmek için Doğum Öncesi Yapılması Gerekenler;

Büyük çocuk henüz bir kardeşi yokken de normal sınırlar içerisinde sevilmelidir. Aile çocuğa önem vermeli, ilgi, sevgi gösterip zaman ayırmalıdır. Ancak çocuk tüm dünyanın merkezi haline getirilmemelidir. Her istediği yapılan, kural, sınır tanımayan bir çocuğa kardeşten sonra daha az zaman ayırmak kaçınılmaz olacaktır. Bu da çocuğun kendisini sevgiden mahrum kalmış hissetmesine neden olacaktır.

Büyük çocuk doğum öncesinde dünyaya gelecek kardeşe yönelik bilişsel ve duygusal olarak hazırlanmalıdır. Çocuğa hamilelik, doğum ve doğum sonrası bebek bakımı hakkında yaşına uygun şekilde bilgi verilmelidir. Özellikle hamileliğin ilerleyen dönemlerinde annenin ağır kaldırma, hızlı hareket etme, eğilip, çömelme de zorluk yaşayacağı çocuğa anlatılmalıdır. Çocuk merak ediyorsa doğumun nasıl olacağı, bir bebeğin nasıl dünyaya geldiği yaşına uygun şekilde anlatılabilir.

Doğum sonrası bebeğin ihtiyaçlarının anne-baba tarafından karşılanacağı da çocuğa anlatılmalıdır. Bunun zaman alacağı dolayısıyla da bir süre bebekle daha çok ilgilenmek gerekeceği söylenmelidir. Ancak bu süreçte diğer ebeveyninin onunla ilgileneceği ve dilerse bakımla ilgili konularda anne babasına yardım edebileceği söylenmelidir.

Yeni gelecek bebeğe yapılan hazırlıklarda büyük kardeşten de destek istenebilir, seçimlerde ona da fikir sorulabilir. Aile özellikle cinsiyete yönelik yeni bebekle ilgili çocuğun yanında abartılı sevinç gösterileri yapmamalıdır. Böylece kardeş kıskançlığı ile çocuğun baş etmesi kolaylaşacaktır. Seni daha çok seveceğiz, sen bizim biriciğimizsin, sen daha akıllısın gibi kıyaslama ve rekabet içerikli cümlelerden de kaçınılmalıdır.

Kardeş Kıskançlığı ile Baş etmek için Doğum Sonrası Yapılması Gerekenler;

Doğum sonrası yeni doğanın annenin bakımına birincil ihtiyacı olsa da anne diğer çocuğu ihmal etmemelidir. Anne bebekle ilgilenirken büyük çocuğu tamamen ilgiden mahrum etmemelidir. Babanın veya anneye destek veren diğer kişilerin halledebileceği konularda anne büyük çocukla ilgilenmelidir.

Çocukla doğum öncesinde sürdürülen rutin etkinlikler varsa onlar doğum sonrasında da devam ettirilmelidir. Banyo, uyku öncesi kitap okuma, oyun saatleri gibi. Eğer annenin bizzat ilgilendiği ama doğum sonrası sürdüremeyeceği durumlar varsa doğumdan önce sorumluluklar babaya verilmelidir. Böylece doğuma kadar çocuk babayla yeni bir rutine alışmış olacaktır.

Çocuk Bebeğin Bakımı Nedeniyle İhmal Edilmemelidir

Ebeveynler çocuğa olan sevgisini sözlerden ziyade davranışlarıyla göstermelidir. Aynı şekilde sözlerle davranışlar tutarlı olmalıdır. “Tabi ki seni çok seviyorum” diyen annenin beden dili, göz teması, ses tonu da bu cümleyi desteklemelidir. Ebeveynler ve diğer aile bireyleri çocuğun yanında bebeğe aşırı sevgi gösterilerinden kaçınmalıdır. Bebekle çocuk arasında kıyaslamalar yapılmamalıdır. Bebeğin davranışları yüceltilmemeli, abartılı söz ve davranışlardan kaçınılmalıdır.

Evde bebekle ilgilenildiğinde mutlaka çocukla da ilgilenenler olmalıdır. Özellikle okula giden çocuk varsa çocuk okuldan geldiğinde onunla ilgilenilmelidir. Çocuğun da hala ilgiye, sevgiye, onaya ve anlayışa ihtiyaç duyduğu unutulmamalıdır. “Abi- abla oldun” gibi çocuğa büyük sorumluluk taşıyan atıflarda bulunulmamalıdır. Aynı şekilde çocuğa hatalı davranışlarında abartılı tepkiler verilmemelidir. Aksi halde çocuğun kardeş kıskançlığı beslenmiş olacaktır.

“Sessiz ol, dokunma, oynama, elleme” gibi sert, emir içeren komutlar yerine izah eden açıklamalar yapılmalıdır. O henüz küçük ve yetişkinler kadar farkındalıklı olmaması, olası riskleri hesap edememesi olağandır. Çocuk gürültü yapıyor ve bebeği uyandırıyorsa aile kızmak yerine çocuğa gürültünün sonucunda kardeşinin uyandığını açıklamalıdır. Çocuğun oyun oynaması kısıtlanmamalı, kardeşi uyurken oynayabileceği daha sakin oyunlar birlikte bulunmalıdır.

Bebeğin uyurken ebeveyn veya diğer aile bireyleri çocukla ilgilenirse çocuğun da ailenin taleplerine uyumu kolaylaşacaktır. Ebeveynler veya diğerleri çocuğu hiçbir sebeple kardeşle kıyaslamamalıdır. Rekabete sevk eden, yücelten veya eleştiren söylemlerden kaçınılmalıdır. Kardeşten sonra okula başlatma, yatağı ayırma, tuvalet eğitimi gibi çocuğun dünyasını iyiden iyiye değiştirecek yeniliklere gidilmemelidir. Çocuk tüm bu farklılıkların nedeni olarak kardeşini görebilir, tepkilerini artırabilir.

Çocuk oyunlarında, konuşmalarında kardeşiyle ilgili olumsuz duygularını ifade ediyorsa susturulmamalı, cezalandırılmamalı, eleştirilmemelidir. Çocuğun kendini ifade etmesine fırsat verilmelidir. Örneğin kardeş kıskançlığı olan bir çocuk oyun içerisinde kardeşinin hasta olduğunu söyleyebilir. Veya kardeş bir daha dönmeyeceği bir tatile gidebilir.

Kardeş Kıskançlığı Yaşayan Çocuk Bebekten Uzaklaştırılmamalıdır

Çocuk kimi zaman sevmek kimi zaman incelemek için bebeğe yaklaşabilir. Bazen isteyerek bazense hiç istemeden bebeğe zarar verebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda aile yine abartılı tepkilerden kaçınmalıdır. Çocuğun bebeğe yaklaşması, dokunması yasaklanmamalı, korkutucu tepkiler verilmemelidir. Çocuğa bebeği nerelerinden ve nasıl sevebileceği gösterilmelidir.

Kardeş kıskançlığı yaşayan çocuğun bu duyguyla baş başa kalmasına fırsat verilmemeli, çocuk yalnızlığa terk edilmemelidir. Çocuğa bebeğin bakımıyla ilgili ebeveyne destek olabileceği sorumluluklar verilmeli, bakım işine o da dahil edilmelidir. Kardeş kıskançlığı ile aile tüm denemelere rağmen başa çıkamıyorsa profesyonel destek alınmalıdır. Destek ihtiyacınız olması halinde Aba psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz.

 

 

 

Read More

Kıyaslama ve rekabet yaşamın ilk yılları itibariyle baş gösteriyor. Kıyaslama çoğunlukla aile ve çevre tarafından yapılıyor. Rekabet ise çocuğun karakteri, çevrenin yönlendirmesi, ortam ve koşullara göre gelişebiliyor. Aslında neredeyse her çocuk dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren rekabete başlıyor.

Bebek temel bakım verenin dikkatini çekebilmek ve ihtiyaçlarını karşılatabilmek için var gücüyle diğerleriyle rekabet ediyor. Bu rekabet kimi zaman ailedeki ilgiye ihtiyaç duyan diğerlerine yönelik oluyor. Kimi zamansa annenin zamanını ayırması gereken, dikkatini dağıtan diğer sorumluluklarıyla ilgili olabiliyor. 4-5 yaş dolaylarında elektra veya oidipus kompleksi yaşanmaya başlıyor. Dolayısıyla çocuk hemcinsi ebeveyniyle rekabete başlıyor.

5-6 yaşlarında ise kıyaslama ve rekabet çocuğun dünyasında daha ön plana çıkıyor. Çocuk bu dönemde fiziksel görünümünden, eşya ve oyuncaklarına, yeteneklerinden beğenilerine her şeyini akranlarıyla kıyaslıyor.

Evde kardeşler varsa tabi onlarla da rekabet etmek kaçınılmaz oluyor. Kıyaslama ve rekabet doğru kullanıldığında çocuğun gelişimini destekliyor. Ancak rekabet kontrolsüz olduğunda çocukların özgüveni zedeleniyor, benlik algısı gelişmiyor.

Çocuk için Kıyaslama ve Rekabet Ailede Başlıyor, Ailede Öğreniliyor

Bebek dünyaya gözlerini açtığında temel ihtiyaçlarını karşılatabilmek ve hayatta kalabilmek için temel bakım verenle ilişki kuruyor. Bebeğin ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için verdiği sinyalleri temel bakım verenin doğru alması ve zamanında karşılaması gerekiyor. Eğer ihtiyaçlar yerinde, zamanında ve yeterince karşılanmazsa çocuğun rekabeti başlıyor. Verdiği mesajları anneye iletemeyen bebek kendini gösterebilmek ve duyurabilmek için mesajlarının miktarını ve yoğunluğunu artırıyor.

Böylece daha çok ağlama, daha uzun sürede sakinleşme, anneden ayrılmak istememe gibi rekabet davranışları başlıyor. Bebek biraz daha büyüyüp 3 yaş dolaylarına geldiğinde cinsiyet farklılıklarını fark ediyor. Bu dönemde kızlar için anne erkekler için baba adeta bir rakip haline dönüşüyor. Anne-baba çocuğun çok sevdiği ama bir yandan da karşı cinsteki ebeveynini paylaşmak istemediği hemcinsi haline geliyor.

Kız çocuğu babayı anneden, erkek çocuğu anneyi babadan kıskanıyor. Bu masumane rekabet ebeveynlerin tavır ve tutumuna göre sancılı bir hale gelebiliyor. Çocuğun rekabetine ebeveyn de eşlik ederse çocuğun karakteristik ve duygusal gelişimi örseleniyor. Çünkü ebeveyn çocuğun kazanmasına müsaade etmiyor. Belki de bu sayede çocuk ilk ve en sancılı kaybını yaşıyor.

Anne veya babayla olan rekabetini kazanamayacağını anlayan çocuk pes ediyor. Çocuğun bu vazgeçişi ileri çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik hayatına da olumsuz şekilde yansıyor. Dolayısıyla kıyaslama ve rekabet ailede başlıyor. Aynı şekilde ailede de öğreniliyor. Bu nedenle ailenin rekabet ve kıyaslama noktasında çocuğa doğru rol model olabilmesi gerekiyor.

Ebeveynler Kendi Duygu, Düşünce, Davranış ve Tutumlarıyla Çocuklarına Örnek Olmalı

Ebeveynlerin mutlaka kendi davranış ve tutumlarını değerlendirmesi gerekiyor. Aileler kendilerini, ilişkilerini, bireysel veya ebeveynlik rollerini başkalarıyla kıyaslıyorlar mı değerlendirmeliler. İlgi alanlarını, yetenek ve becerilerini başkalarıyla kıyaslayan anne ve/veya babanın çocuğa öğrettiği de bu olacaktır. Çocuk ebeveynlerinin davranışlarından yola çıkarak akranlarıyla veya kardeşleriyle rekabet etmeyi öğrenecektir. Bu rekabet ona keyif de verebilir, stres ve kırıklık yaşamasına da neden olabilir.

Çocukta açığa çıkacak duygulanım çoğunlukla karakteriyle alakalı olacaktır. Ebeveynler mesleğinde veya kişisel ve sosyal alanında başkalarıyla rekabet ediyorsa çocuğun aileden öğrendiği de bu olacaktır. Dolayısıyla çocuk ilgi ve beceri alanlarına vakit ayırmaktan çok başkalarından üstün gelmeyi öncelikli hale getirecektir.

Başarısız olması halinde çocuk ilgisini çeken ve yetenekli olduğu bu alanda kazanan olamadığından geri çekilecektir. Dolayısıyla ebeveynlerin kendi davranış, tutum ve düşüncelerinin farkına varması gerekir. Rekabetçi biri olduğunu ve bunun kendisini olumsuz etkilediğini fark eden ebeveyn bu konuda destek alabilir. Ebeveynin yapacağı bu iç görü farkına varmadan çocuğuna neyi empoze ettiğini de gösterecektir.

Çocuğun Dünyasında Kıyaslama ve Rekabet Ne Ölçüde Olmalı?

4-6 yaş aralığındaki çocuklarda rekabetçi davranışlar ön plana çıkar. Bu dönemde çocuk kendini diğerleriyle kıyaslayarak öz benliğini keşfeder. Yeteneklerini, kişiliğini, bilgisini ve ilgilerini diğerleriyle kıyaslamalar yaparak ayırt eder. Aynı şekilde çocuk akranlarıyla girdiği rekabet içerisinde elde ettiği başarı ve başarısızlıklar sonrası diğerlerinin hayatındaki değerini belirler. Çocuk başarısızlıklarına rağmen sevilmeye, değer görmeye devam ettiği ortamlarda kendini daha mutlu ve güvende hisseder.

Bu dönemde çocuğun rekabetçi tavırlarının altında yatan neden kendine yetebilir hale gelmiş olmasıdır. Ailesinden belli ölçüde bağımsızlaşan, okul ortamında temel ihtiyaçlarını kendi başına halledebilen, sosyalleşen çocuk özgüven kazanır. Dolayısıyla çocuk kendine yetebilir oluşundan güç alarak becerilerini akranlarıyla kıyaslar. Bu yaş döneminde çocuğun kontrolsüz rekabete ve kıyaslamalara maruz kalmaması gerekmektedir. Bu nedenle çocuk kazanmanın, kaybetmenin veya başarı sıralamalarının olduğu oyunlara, sporlara yönlendirilmemelidir.

Özellikle müsabakaların olduğu sporlar ve gösterilerin olduğu bale gibi sanat dallarında rekabet ön plandadır. Ailenin ve antranörlerin rekabetçi yapısı çocuğun spor ve /veya sanattan uzaklaşmasına neden olabilmektedir. Çocuk için kıyaslama ve rekabet ön plana çıkmaya başlasa da onun için hala en önemlisi aldığı keyiftir. Ancak yeterince alkışlanmayan, madalya almayan, kürsüye çıkamayan çocuk için kaybetmiş olmak büyük bir hayal kırıklığı olacaktır.

Bu yaş grubunda ailenin ve antranörlerin amacı çocuğa derece kazandırmak değil spora, sanata ilgi uyandırmak olmalıdır. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarını keşfetmek temel amaç olmalı, kazanma duygusu gelecek yıllara bırakılmalıdır.

Ben Merkezci Dönemde Hatalı Ebeveyn Tutumları Nedeniyle Kıyaslama ve Rekabet Çocuğun Karakter Gelişimini Olumsuz Etkiliyor

6-9 yaş aralığında çocuklarda ben merkezci döneme girilir. Bu dönemde aşırı hoşgörülü ebeveyn tutumları çocuğun ben merkezci yapısının kontrolsüz gelişmesine neden olur. Her istediği yapılan, her istediği alınan çocukta doyumsuzluk gelişir. Zaman içerisinde çocuk eşyalarının ve kendisi için yapılanların kıymetini fark etmemeye başlar. Ayrıca çocuk ailesinin bu tutumunu çevresindeki herkesten beklemeye başlar.

Çocuk öğretmenleri, arkadaşları, arkadaşlarının aileleri de ailesiyle benzer tutumlar sergilesin ister. Bu yaklaşım çocuğun ben merkezci yanını besler ve empati gelişmez. Çocuk paylaşmayı bilmeyen, her şeyi kendine isteyen ve sahip olamadığında kırıklığa uğrayan bir hale gelir. Çocuk akranlarıyla ilişki kurmakta, gruba ve kurallara uyum sağlamakta zorluk yaşar.

Çok kolay kırılan, öfkelenen, ağlayan veya küsen bir karakter geliştirebilirler. Pasif agrasif davranışlar gösterebilirler. Dolayısıyla gelecekte bu çocuklar bencil, hoşgörüsüz, empatik ilişki kuramayan, doyumsuz bireyler olarak karşımıza çıkabilir.

Aileler Kıyaslama ve Rekabet İçeren Söylem ve Davranışlardan Uzak Durmalı

Aileler çocuklarını motive edebilmek, hırslandırmak için çoğu zaman kıyaslama ve rekabet içeren söylemlerde bulunabilmektedir. Aileler akademik başarı, fiziksel gelişim, ilgi ve beceri alanları, diksiyon, karakteristik özellikler, davranış ve tutumlara göre çocuklarını başkaları üzerinden değerlendirebilmektedir.

“Ayşe matematikte senden daha başarılı.”, “Ali senden daha uzun.”, “Fatma okulu daha çok seviyor.”, “Ömer annesini hiç üzmüyor.”, Elif çok güzel yüzüyor.” Aileler bu cümleleri aslında çocuklarını üzmek için değil kendi beklentilerini ifade etmek için kullanırlar. Bir nevi onların çocuklarından temennisidir bu sözler. Ancak bu kıyaslama çocuğun dünyasında bambaşka kaygılara yol açabilmektedir.

Çocuk kimi zaman akranlarıyla, en yakın arkadaşıyla veya kardeş ve akrabalarıyla kıyaslanır. Bu kıyas çocuğu rekabete sürükler. Eğer rekabet edebilecek durumdaysa çocuk rekabete koyulur. Ancak o gücü kendinde bulamazsa çok çabalamadan pes edebilir. Üstelik çocuk pes ettiğinde sadece rekabeti kaybetmiş olmaz, ailenin de sevgisini kaybettiğini düşünebilir.

Ailenin tutumu çocuğu başkalarıyla kıyaslamak yerine kendisiyle kıyaslamak olmalıdır. Çocuk geçmiş başarı ve başarısızlıkları üzerinden değerlendirilmelidir. Çocuk kendisini başkalarıyla kıyaslayabilir. Çocuğun söylemlerinden başkalarıyla rekabet içerisinde olduğunu fark edebilirsiniz. Burada çocuğu dinlemeli ayıplamak veya cezalandırmaktan aynı şekilde diğerlerini de yüceltmekten veya yermekten kaçınmalısınız. Çocuğu objektif dinlemeli, herkesin farklı gelişim ve beceri alanları olduğunu çocuğa vurgulamalısınız.

Çocuğa kendini diğerlerinden üstün görmenin diğerlerini nasıl etkileyeceği uygun bir dille anlatılmalıdır. Aynı şekilde aile kendi davranış, tutum ve rekabet anlayışıyla çocuğa örnek olmalıdır. Çocuğun başarı ve başarısızlığının diğerleriyle kıyaslanması çocuğun benlik değerini düşürmektedir.

Çocuk başarılı olduğu sürece aile tarafından sevilebilir olduğunu düşünmektedir. “Ne kadar başarılıysam o kadar sevileceğim.” Düşüncesi çocuğun duygusal gelişimine zarar vermektedir. İlerleyen yıllarda da özgüven, benlik saygısı gelişmemekte ve performansa dayalı kaygı bozuklukları açığa çıkabilmektedir.

Çocuğa yaklaşım kıyaslama ve rekabet yerine özendirme, teşvik etme, gelişimine katkıda bulunma amaçlı olmalıdır. Çocuğun ilgi ve becerilerini keşfetmesi, hayal dünyasını geliştirmesi hedeflenmelidir. Tabi tüm bunların yanı sıra çocuğun keyif almasına da önem verilmelidir.

Çocuklar Kıyaslama ve Rekabet Yerine Koşulsuz İlgi ve Sevgiye İhtiyaç Duyar

Çocukluk yılları çocuğun kıyaslama ve rekabet ile başa çıkamayacak kadar savunmasız olduğu yıllardır. Koşulsuz sevgi, ilgi ve destek arayan çocuk için rekabete dayalı ilişkiler oldukça yorucu olacaktır. Çocuğunuzu ödüllendirmek istiyorsanız onun çabasını, azmini, emeğini ödüllendirmelisiniz. Başarısızlıklarını yermek veya cezalandırmak yerine nedenlerini keşfetmesini desteklemelisiniz. Başarısızlıklarından ders almayı ve gelişim alanlarını tespit etmeyi öğrenmesini öğretmelisiniz.

Kıyaslama ve rekabet noktasında çocuğunuzu yanlış yönlendirdiğinizi fark ediyor olabilirsiniz. Aynı şekilde çocuğun eğitim hayatında veya ilgi ve beceri alanlarında da rekabet ve kıyas olabilir. Hatalı ebeveyn tutumları kadar öğretmen ve antranörlerin tutumları da çocuğun gelişimi üzerinde olumsuz etki edebilir. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı noktasında Aba psikoloji’den çocuğunuz, kendiniz ve aileniz için destek alabilirsiniz.

Read More

Sınav kaygısı pek çok gencin mevcut potansiyelini performansa dökememesine neden oluyor. LGS, YGS gibi yılda bir kez olan ve öğrencilerin uzun soluklu çalışmalarını gerektiren sınavlara hazırlık sürecinde kaygı da beraberinde gelişiyor. Kariyer planı yapan, hedeflerine ulaşmak için özveriyle çalışan öğrenciler içsel veya dışsal faktörlerle kaygı yaşayabiliyor.

Sınava yönelik olumsuz düşüncelere kapılmak, gerçekdışı beklentilere girmek, mükemmeliyetçilik, hatalı ebeveyn tutumları sınav kaygısının gelişmesine zemin oluşturuyor. Hatalı ebeveyn tutumlarından baskıcı otoriter, aşırı korumacı veya mükemmeliyetçi ebeveynler kaygıyı besliyor. Ailenin, okulun, öğretmenlerin öğrenciye yönelik gerçek dışı beklentilere girmesi de öğrencinin kaygısını artırıyor. Sınav başarısını kişiliğe atfedilen bir değer olarak algılamak sınavın amacından sapmasına neden oluyor.

Sınav kaygısı yaşayan gençler için sınav sadece öğrenilen bilgileri ölçmüyor. Sınavda başarısız olduklarında başkaları tarafından olumsuz değerlendirileceklerine inanıyor, değer kaybı yaşamaktan endişe duyuyorlar. Başarılarını ispat ettiklerinde de toplum tarafından daha saygın ve değer gören kişiler olacaklarına inanıyorlar. Dolayısıyla sınavda başarısız olmak “dünyanın sonu, bir felaket” gibi nitelendirilebiliyor. Kaygı fark edilmediğinde gençlerin akademik başarısına ve sınav sonuçlarına olumsuz şekilde yansıyor.

İlerleyen aşamalarda depresyon, kaygı bozukluğu gibi diğer psikolojik sorunlara da zemin hazırlayabiliyor. Yazımızın devamında gençlerin sınav kaygısı yaşamasına neden olan içsel ve dışsal faktörleri detaylarıyla ele alacağız.

Hedef Belirlemeyen, Kariyer Planı Yapmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Hedef belirlemek sınava hazırlık sürecinde gençlerin iç motivasyonunu sağlayabilmesi için oldukça önemli bir kaynak. İlgi alanlarına, karakterine, becerisine ve bilgisine hitap eden hedefi belirleyen gençler sınava önde başlıyor. Gencin kendisine uygun hedefi belirlemiş olması hedefe ulaşmak için daha istekli, planlı, motive çalışmasını sağlıyor. Kendi hedefini belirleyen genç karşısına çıkan zorluklarda da kolay kolay demoralize olmuyor.

Hedef belirlemek kadar kariyer planı yapmakta gencin sınav kaygısı yaşama riskini azaltıyor. Kariyer planı sayesinde genç kısa ve uzun vadeli hedeflerini ve bu hedeflere nasıl ulaşacağını belirliyor. Bu planlama gencin olası riskleri, avantaj ve dezavantajları da sürecin en başında görmesini sağlıyor.

Hedefi olmayan bireyler ise çalışmak, boş zamanlarından feragat etmek için bir amaç bulamıyor. Dolayısıyla zamanı etkin kullanamıyor, verimli ders çalışamıyor, dikkat dağıtıcılarla başa çıkamıyor. Çünkü tüm bunlar için motive olmasını gerektirecek bir amaç bulamıyor. Hedefi olmayan birey yeteri kadar çalışmıyor çünkü hedefine ulaşması için ne kadar çalışması gerektiğini hesaplayamıyor.

Alan, bölüm, meslek, okul seçimi yapamayan genç dolayısıyla istediği mutlu olacağı yer için kaç puana ihtiyacı olduğunu bilmiyor. Kimi zamanda genç ailesinin veya çevresinin yönlendirmesi ile kendine ait olmayan hedeflere yöneliyor. Ancak bu hedef bireyi yeteri kadar motive etmiyor.

Motivasyonu olmayan genç çalışmak için organize olamıyor ve çok daha kolay demoralize oluyor. Dolayısıyla da genç sınava girip bir performansa tabi olduğunda stres yaşıyor. Belli bir amacı olan, hedefini belirleyen, planlı ve programlı çalışan gençler ise bu stresi çok daha az yaşıyor. Hedefi olmayan bir birey kaygısını yönetmekte zorlanırken hedefleri olan bireyler kaygıyı sağlıklı düzeyde tutabiliyor. Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Kariyer Planı Yaparken Sorumluluk Kimde Olmalı? Gençlerde mi Ailelerde mi? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Sınava Yeterince Hazırlık Yapmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Gençlerin sınav kaygısı yaşamasının önemli bir nedeni de sınava yeterince hazırlık yapılmamış olmasıdır. Genelde hazırlık yapılmamasının en büyük nedeni doğru hedefi belirleyememiş olmaktır. Hedefi olmayan gençler için zamanı yönetmek ve derslere konsantre olmak oldukça zordur. Dolayısıyla ihtiyaç duyulandan daha az çalışarak sınava hazırlanırlar. Yetersiz hazırlık sınav tarihi yaklaştığında zaman baskısını ve yetersizlik hissini artırır.

Sınavı hafife almak, sınava ve önemine yönelik yeterli bilgiye sahip olmamak da yetersiz hazırlığa neden olmaktadır. Sınav yaklaştığında denemelerden düşük puanlar alan gençlerin kaygısı yükselmektedir.

Hatalı Ebeveyn Tutumlarıyla Yetişen Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Ebeveyn desteği gençlerin sınav sürecinde en önemli duygusal ihtiyacı. Ebeveynleri tarafından sevilen, çabası görülen, doğru yönlendirilen, maddi manevi desteklenen gençler sınava daha rahat hazırlanıyor. Sınava hazırlık sürecinde ailenin gencin sırtını sıvazlaması, “çabanı görüyoruz, azmini takdir ediyoruz” demesi çok büyük motivasyon sağlıyor.  Moral motivasyon kadar gence uygun çalışma ortamının sağlanması, varsa gencin üzerindeki iş yükünün hafifletilmesi gerekiyor.

Özellikle pandemi döneminde sınava hazırlık yapan gençler okul ve dershanelerden uzak kaldı. Dolayısıyla çalışmalarını çoğunlukla evde sürdürüyorlar. Küçük kardeşi olan veya evde kendine ait çalışma alanı olmayan gençler ev halkıyla bir aradayken derse konsantre olmakta zorlanıyor. Dikkat çok kolay dağılıyor. İhtiyaç duydukları sessizliği kolay kolay bulamıyorlar.

Burada ailenin daha özverili davranması ve gencin sınava hazırlık sürecini kolaylaştırmak için uygun ortamı sağlaması gerekiyor. Ailenin bu desteğinin yanı sıra kullandığı ebeveyn tutumlarında da yapıcı tutum sergilemesi gerekiyor. Hatalı ebeveyn tutumlarıyla yetişen gençler daha fazla sınav kaygısı yaşıyor.

Mükemmeliyetçi ve Rekabetçi Aileler Kaygıyı Besliyor

Mükemmeliyetçi aileler çocuklarıyla ilgili gerçekdışı beklentilere kapılabiliyor. Çocuklarını potansiyellerinin üzerinde performansa zorlayabiliyorlar. Bu durumda da çocuk ve gençlerde kaygı gelişiyor. Beklentileri karşılayamadığını gören genç yetersizlik hissine kapılıyor, başarısız ve kusurlu olduğunu düşünebiliyor. Gencin motivasyonu kırılıyor aile ise çocuğunun başarısız olduğunu düşünerek mutsuz oluyor. Burada gencin de ailenin de gerçekçi beklentilere girmesi gerekiyor.

Beklentileri gerçekçi tutabilmek için gencin potansiyelinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Baskın zeka alanı, öğrenme stili, ilgi alanları, karakteristik özellikleri, dikkat düzeyi, öğrenme ortamı ve öğrenme kaynağı bireyin kapasitesini belirliyor. Mükemmeliyetçi ailelerin gerçekdışı beklentiler dışında yaptığı bir başka hataysa motive etmek için genci başkalarıyla kıyaslamasıdır.

Kıyaslama içerisinde rekabeti de barındırmaktadır. Ancak kıyaslanmak veya başkalarıyla rekabet etmek her genç için uygun bir motivasyon şekli değildir. Kimi bireyler motive olmak için taktir edilmeye, alkışlanmaya, olumlu geri bildirimlere ihtiyaç duyar. Kimi ise rekabetten hoşlanır ve yarış içerisinde olduğunda daha disiplinli ve organize çalışabilir. Dolayısıyla ailenin çocuğunu iyi tanıması gerekir.

Duygusal yönü daha güçlü olan bir genç rekabet içerisinde zarar görebilir, demoralize olabilir.

Koşullu Sevgi Kaygıya Yol Açıyor

Çocuklar da gençler de ailelerinden sevgiyi koşulsuz alabilmek istiyor. Çünkü sevgi koşullara bağlandığında aile içi ilişkiler zayıflıyor, gencin aileye ve kendisine duyduğu güven azalıyor. Çocuk ve genç başarılarında olduğu kadar başarısızlıklarında da desteğe ihtiyaç duyuyor. Hatta başarısızlıklarda, hatalarda ailenin koşulsuz ilgisi ve sevgisini almak çok daha iyileştirici öneme sahip oluyor.

Genç ailenin desteğiyle hatalarından ders almayı, zorluklarla başa çıkmayı öğreniyor. Ailenin desteği olmadığında ve sevgi başarıya koşullandırıldığında ise genç kendini yalnız, değersiz hissediyor. Özgüven gelişmiyor, benlik değeri düşüyor. Dolayısıyla genç sınav başarısını kişiliğine atfedilen bir değer olarak algılıyor.

Aşırı Korumacı Tutum

Aşırı korumacı yetiştirilen gençler üniversiteyi kazanma, evlilik gibi aileden uzaklaşmayı gerektiren yaşam döngülerinde kaygı yaşayabilmektedir. Bunun en büyük nedeni ailenin gencin özerkleşmesine, sorumluluk almasına ve büyümesine yeterince izin vermemesidir. Gençlerin çocukluktan itibaren tüm büyüme sinyalleri de aile tarafından bastırılmıştır.

Aile “Sen yapamazsın, sen daha küçüksün, dur ben yardım edeyim, ben de seninle geleyim” müdahaleleri ile genci engellemiştir. Böylece gencin gerçek yaşam koşullarıyla karşı karşıya kaldığında yetersizlik hissetmesi kaçınılmaz olmaktadır. Aşırı korumacı yetişen gençlerde “başaramayacağım, yalnız yapamam” korkusu geliştirmektedir. Böyle bir aile yapısında yetişen çocuklar ailelerinden uzaklaşmak istememektedir. Dolayısıyla gençler ayrılığı öteleyebilmek için çeşitli mantığa uydurulmuş bahaneler geliştirebilmektedir.

Ayrılığın mecburi olduğu durumlardaysa bireyler derinden sarsılmakta depresyon, sosyal fobi gibi psikolojik rahatsızlıklar baş gösterebilmektedir. Aşırı korumacı ailede yetişen çocuklar dış dünyada yalnız kaldığında kendilerini korumasız ve tehditlere açık hisseder. Dolayısıyla bu gençler için sınav hem aileden ayrılma hem de ailenin yanında kalabilme ihtimallerini taşır.

Genç sınav sonucu yeterliyse ailenin yanında bir okul tercih edebilir. Puanı yetmez ise aileden uzaklaşması veya bir yıl daha sınava hazırlanması gerekebilir. Bu ihtimallerin farkında olan genç için sınav sadece performansı ölçmemektedir. Gencin sınava yüklediği bu iki uçlu anlam sınav kaygısı gelişmesine neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Yaşayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Güvenli bağlanma geliştiremeyen çocuklar dünyayı tehlikeli, beklenmeyen tehditlerle dolu bir yer olarak algılar. Çocuklar temel bakım veren kişiyle kurdukları bağın içeriğine göre kendilerini ve etkileşim içerisinde oldukları diğerlerini de güvenli ya da güvensiz olarak değerlendirirler.

Ebeveynleri ile güvenli bağ kuran çocuklar ergenlik ve yetişkinlikte daha az bağımlı kişilik özellikleri gösterir ve ayrılık anksiyetesi taşıma riskleri de azalır. Ancak aileyle güvenli bağ kuramayan, aileye aşırı bağımlı olan veya ailenin çocuğu merkeze koyduğu durumlarda ayrılık anksiyetesi gelişebilmektedir. Genç aileden uzakta kendi ayakları üzerinde duramayacak olmaktan endişe duyabilmektedir.

Aile ile güvenli bağ kuramayan genç dış dünyada diğerlerine de güvenmekte zorluk yaşayabilmektedir. Kimi zaman da ailenin karakteristik özellikleri, zor ve geç çocuk sahibi olma çocuğa aşırı bağımlı ebeveyn tutumu gelişmesine neden olabilmektedir. Dolayısıyla genç evden ayrılmanın aileyi çok üzeceğini bilmektedir. Aileyi üzecek olmak gencin tercihlerini etkileyebilmektedir. Genç nerede olursa olsun ailenin yanında kalabilmek için beklentilerini ve hedeflerini değiştirebilmektedir.

Ailede hasta, bakıma muhtaç birinin olması da ayrılık anksiyetesini ve seçimleri etkilemektedir. Tek ebeveynli ailede çocuk olmak da kalan ebeveyne bağımlılık geliştirmeye neden olabilmektedir. Dolayısıyla sınav kaygısı da aileden ayrılmak istemeyen gencin ayrılık anksiyetesinin sonucu olarak gelişebilmektedir. Genç için sınav sonucu oldukça önemlidir.

Özellikle büyük şehirlerde yaşayan gençler için ailenin yanında bir okula yerleşmek kolay değildir. Fazla talep gören üniversite ve bölümlere yerleşmek için gençlerin oldukça yüksek puanlar alması gerekir. Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Zaman Yönetimi ve Hızlı Okuma Alışkanlığı Olmayan Gençler Sınav Kaygısı Yaşıyor

Sınava hazırlık sürecinde başarıyı doğrudan etkileyen iki önemli faktör zaman yönetimi ve hızlı okuma becerisidir. Zamanı verimli kullanabilen gençler sınava hazırlık sürecini çok daha verimli geçirirler. Sınava hazırlık sürecinde ders çalışmak kadar mola yapmak, bireysel ve sosyal hayata zaman ayırmak da gerekir. Kendine, dinlenmeye ve eğlenmeye de zaman ayırabilen gençler motivasyonlarını daha uzun süre sürdürebilirler.

Aynı şekilde zamanı verimli kullanabilen gençler sınav anında da sınav süresini verimli organize edebilirler. Böylece zaman yönetimi kötü olan diğer öğrencilere oranla sınavda daha avantajlı konuma geçerler. Zorlandıkları sorulara daha fazla zaman ayırma veya emin olamadıkları sorulara tekrar bakma imkanı bulabilirler. LGS Yaklaşıyor Etkili Zaman Yönetimi ile Eksiklerinizi Tamamlayabilirsiniz ve Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Hızlı okuma alışkanlığı ise genci yine sınavda avantajlı konuma getirir. Sınavlarda çoğunlukla uzun paragraf soruları, mantık soruları yer almaktadır. Soruları hızlı ve doğru okumak, okuduğunu anlamak hızlı okuma alışkanlığı olan öğrenciler için daha kolaydır. Hızlı okuma alışkanlığı da zaman yönetimini kolaylaştırır. Kişiye zorlandığı veya emin olamadığı sorularda daha çok zaman geçirme avantajı sağlar.

Sınav kaygısı yaşamamak ve hızlı okuma alışkanlığı kazanmak için Okuma Alışkanlığı Kazanmak Sınav Başarısı Getiriyor yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Read More

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak sınava hazırlık sürecinde ve sonrasında performansı olumsuz etkiliyor. Gençlerin hangi mesleği seçmeliyim? sorusunu sorması ve üzerine düşünmesi gereken yaş görece erken bir yaş. Pek çok genç bu soruyu üniversite tercihleri öncesine bırakıyor. Ancak doğru bir kariyer planı yapabilmek için Liseden önce bu sorunun cevabını aramaya başlamak gerekiyor.

Liseye hazırlık dönemi ergenliğinde baş gösterdiği gencin duygusal, fiziksel ve bilişsel olarak pek çok değişim yaşadığı bir dönem. Dolayısıyla bu dönemde gencin iç dünyasında sorgulaması ve adapte olması gereken pek çok şey var. Bu yüzden pek çok genç için bir meslek üzerine düşünmek için bu dönem erken ve karışık bir dönem oluyor. Ancak lise eğitimi de bir mesleğe yönelmek için iyi bir zemin oluşturuyor.

Genç ne olacağına karar vermese dahi kendini, ilgi ve becerilerini keşfetmeli. Özellikle alan seçimi yaparken zeka alanı, öğrenme stili, ilgi alanları, karakterini göz önünde bulundurmalı. Ergenliği zor geçen, kariyer planına öncelik veremeyen gençlere aile, öğretmen ve rehberlik birimi destek olmalı.

Gençlere mesleki olgunluk bu yıllarda kazandırılmaya başlanmalı. Meslekleri tanıtmak, iş hayatı ve farklı çalışma şekilleri hakkında bilgi vermek gerekli. Mümkünse gençler meslekleri araştırmalı, stajlara yönlendirilmeli. Mesleki röportajlar, meslekleri yerinde ziyarette özendirici ve bilgilendirici olabilmekte.

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak özelliklede kendi hayatıyla ilgili yeterince sorumluluk almamış öğrencilerde görülebilmektedir. Genç bu önemli kararda sorumluluk alma riskine girmek istememekte ve seçimi aileye veya öğretmene bırakabilmektedir. Oysa sağlıklı olan, bireyin gelecek yaşamını, yaşam kalitesini ve koşullarını belirleyecek olan mesleği kendisinin seçmesidir. Kendi seçimini yapan gençlerde sınava hazırlık, motivasyon ve zorluklarla başa çıkmak daha kolay olacaktır.

Peki meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için nasıl bir yol izlenmeli, gençler nelere dikkat etmeli? Ailelerin bu süreçte rolü ne olmalı? Yazımızın devamında doğru meslek seçimi ve kararsızlık yaşamamak için önerilerimi paylaşıyor olacağız. Hangisi Daha Doğru: Üniversiteye Göre Meslek Seçmek mi, Mesleğe Göre Üniversite Seçmek mi? yazımızı da okuyabilirsiniz.

Gençler Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Nelere Dikkat Etmeli?

Seçim sürecinde kararsızlık yaşamamak için gençlerin seçim aşamasına gelmeden önce hazırlık yapmaya başlaması gerekiyor. En önemli hazırlık ise gencin kendini keşfetmesi ile başlıyor. Kişinin ilgi ve beceri alanlarını fark etmesi, güçlü ve zayıf yönlerini bulması gerekiyor. Aynı şekilde gelecekten neler bekleniyor, nasıl bir yaşam standardı hayal ediliyor erkenden değerlendirmek gerekiyor.

Tabi bunları yapabilmek için gencin kendisiyle, mesleklerle ve yaşam koşullarıyla ilgili olabildiğince bilgi toplaması gerekiyor. Bilgi edinmek seçim sürecine yardımcı olsa da hayal kırıklığı yaşamamak için bilgiyi tecrübeyle birleştirmek gerekiyor.

Mesleklere merak başlayıp, birkaç alternatif belirlenebildiyse meslek mensuplarıyla görüşmek, yaşam şekillerini araştırmak ve mümkünse staj yapabilmek faydalı oluyor. Bu süreçte bizi yakından gözlemleyebilen ailenin ve öğretmenlerin de geribildirimlerini almak seçim sürecine destek oluyor.

Bazen hiç farkına varmadığımız detaylar onların yaşam tecrübeleri ve bize yönelik gözlemleriyle seçim sürecimizi etkiliyor. Tabi burada son seçimi yine gencin yapması, destek alsa da seçim sorumluluğunu kendinde tutması gerekiyor.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Karakterinizi, İlgi ve Becerilerinizi Erkenden Keşfetmeye Çalışın

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak ve doğru mesleğe yönelebilmek için ilk yapılması gereken kişinin kendini keşfetmesidir. Bu keşfe ne kadar erken başlarsanız deneme yanılma ve değişikliğe yönelme şansınız o kadar yüksek olacaktır. Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Başarıyı Destekliyor ve Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Mesleklere yönelik erken farkındalık gençlerin sınav kaygısı yaşamasının da önüne geçiyor. Karakterini tanıyan, güçlü ve zayıf yönlerini belirleyen genç seçimlerinde de bu yönlerini dikkate alıyor. Genç kendini tanımadığında potansiyelini de fark edemiyor. Dolayısıyla seçimlerinde çevresi tarafından etkilenmeye daha açık hale geliyor.

Akademik başarının yüksek olması, gencin iyi üniversitelerde okuyabilir olması doğru seçim yapmak için yeterli değil. Bir genç doktor olmak istiyorsa en başta doktor olabilecek karakteristik özelliklere sahip olup olmadığını değerlendirmeli. Doktorların özellikle mesleğe başlangıç yıllarındaki çalışma koşullarını öğrenmeli. Girilmesi gereken ekstra sınavlar, zorunlu görevler, çalışma alanları çalışma süreleri, nöbetleri değerlendirilmeli.

Dolayısıyla doktor olmak için sayısal alanda başarılı olmaktan öte daha alt detaylara bakabilmek gerekiyor. Kişilik Özellikleri ile Uyumlu Meslek Seçimi Yapmak ve Meslek Seçmeden Önce Kendinizi Keşfedin yazılarımızı okuyabilirsiniz. Burada da kişinin ilgi ve beceri alanlarını biliyor olması meslek seçimini etkiliyor.

Gencin bir alana ve konuya ilgisi olabilir ama becerisi olmayabilir veya becerisi olabilir ama ilgisi olmayabilir. Dolayısıyla iyi bir seçim yapabilmek, seçimden yana memnun kalabilmek için ikisini bir arada sağlayabilmek gerekiyor. Çocukların ilgi ve Beceri Alanları Nasıl Keşfedilir? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Geleceğe Yönelik Beklentilerinizi, Hedeflerinizi Belirleyin

Bugünden belki 10 yıl sonrasının koşullarını kestirmek sizin için kolay olmayabilir. Ancak gelecekte yaşamak istediğiniz koşulları belirlemek, nasıl bir yaşam arzu ettiğiniz üzerine düşünmek seçimlerinizi kolaylaştırır.

Sabit mesaiyle çalışmak, kurumsal bir şirkette çalışmak, ortalamanın üzerinde bir gelire sahip olmak mı istiyorsunuz? Evim, arabam, her yıl çıktığım düzenli tatillerim olsun mu diyorsunuz? Öyleyse düşük gelirli, esnek çalışma saatleri olan, sahada çalışmayı gerektiren işler size göre değil. Maddiyat önemli değil yeni şeyler keşfedeyim, hayal gücümü kullanayım veya insanlara faydalı olayım mı diyorsunuz?

Öyleyse sosyal yönü olmayan, masa başı sabit işlerle ilgilenmenizi gerektiren işler size göre olmayabilir. Dolayısıyla gelecekten maddi ve manevi beklentinizin ne olduğu, nasıl bir yaşam şeklini hayal ettiğiniz önemli. Hayal kırıklığı ve meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için bugünden gelecek 10 yıllarınızın koşullarını değerlendirmelisiniz. Gelecek Kaygısı Meslek Seçimini Etkiliyor yazımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Olabildiğince Çok ve Doğru Bilgi Toplayın, Bilgilerinizi Tecrübeyle Destekleyin

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak ve doğru seçimler yapabilmek için kendinizle ve mesleklerle ilgili bilgi toplamalısınız. Bilgi edindikçe alternatiflerinizle ilgili avantaj ve dezavantajları da görmüş olacaksınız. Burada artı eksi hesabı yapmak da işlevsel olabilir.

“Öğretmen olmak istiyorum, ders anlatmayı seviyor, çocuklarla/gençlerle vakit geçirmekten keyif alıyorum. Öğrenmeyi ve araştırmayı seviyorum. Ancak öğretmenlikle ilgili kaygılarım da var, atanamayabilirim, zorunlu görevler ve maddi kaygılarım olabilir. Öyleyse öğretmenlikle benzer rolleri taşıyacağım ancak daha kolay iş bulabileceğim mesleklere yönelebilirim.” Gibi.

Bilgi toplamak seçimlerimizi oldukça etkilemektedir. Bilgi edinirken meslek mensuplarından bilgi edinmek de oldukça önemlidir. İlginizi çeken mesleklere yönelik çalışanlarla röportaj yapabilir, meslekleri yerinde ziyaret edebilirsiniz. Bu konuda okulunuzun desteğini almanız daha fazla meslek grubuyla tanışmanızı sağlayacaktır. Özellikle aile bireylerinin belli meslekleri varsa ve çocukta bu mesleğe yönlendiriliyorsa yaz dönemlerinde ailenin yanında staj yapılabilir. Staj tecrübesi meslek seçiminde oldukça belirleyici olmaktadır.

Hangisi Daha Doğru: Üniversiteye Göre Meslek Seçmek mi, Mesleğe Göre Üniversite Seçmek mi? yazımızı da okuyabilirsiniz.

Sizi Yakından Gözlemleyen Ailenizden, Öğretmenlerinizden Geribildirim Alın

Seçim yaparken olumlu yönlere ağırlık verip olumsuzları veya tam tersi olumsuzluklara ağırlık verip olumluları göz ardı edebiliriz. Risk almaktan, sorumluluk almaktan endişe duyabiliriz. Bu oldukça normal, geleceğinize yön veriyor ve bir ömür sürdüreceğiniz mesleği belirlemeye çalışıyorsunuz.

Önceki adımları uyguladınız ama hala seçim yapmakta zorlanıyorsanız sizi yakından gözlemleyen kişilerin fikirlerini, geribildirimlerini alabilirsiniz. Size sizinle ilgili hiç farkında olmadığınız geribildirimler verebilirler. Bir mesleği seçmek ve sürdürmek için ihtiyacınız olacak hiç bilmediğiniz bilgileri sizinle paylaşabilirler. Güçlü bir yönünüzü bu meslekte nasıl değerlendirebileceğinizi size gösterebilirler.

Kaygılarınızı dinleyip, size destek olabilirler. Dolayısıyla meslek seçiminde karar ve sorumluluk sizde olsa da fikrinize güvendiğiniz diğer kişilerin değerlendirmelerini dinleyebilirsiniz. Ancak seçim sorumluluğunu başkalarına vermekten ve sizi daha büyük bir karmaşaya sürüklemelerinden de kaçınmalısınız. Meslek Seçimi Yaparken Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Doğru Meslek ve Kariyer Seçimi İçin Anne ve Babalara Öneriler yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Zeka Alanınızı ve Öğrenme Stilinizi Belirleyin

Gencin meslek seçimi yaparken baskın zeka yönünü bilmesi özellikle lisede alan seçimi aşamasında önemli olmaktadır. Genç sayısal, sözel, dil, eşit ağırlık bölümlerinden birine yönelirken önceliği zeka yönünü dikkate almak olmalıdır. Sonrasında ilgi ve beceri alanları ve karakteristik özelliklerle karar desteklenmelidir. Aileler bu dönemde özellikle kendi isteklerine göre çocuklara seçim yaptırabilmektedir.

Sayısal zekaya sahip bir baba çocuğunun da öyle olduğunu düşünerek sayısal okumasını isteyebilmektedir. Zeka yönümüzün genetik temeli olsa da çocuk anne ve/veya babanın aksine farklı bir zeka alanına sahip olabilir. Burada seçim yaparken çelişki yaşanıyorsa rehberlik servisinden veya profesyonel danışmanlıktan destek alınmalıdır. Güvenilirliği ve geçerliliği olan testlerle zeka alanı tespit edilmelidir.

Duygusal Zeka Meslek Seçimi İçin Önemli mi? ve Meslek Seçimi Önerileri: Çoklu Zeka Kuramı yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşamamak için Mesleklerin Geleceğini ve Geleceğin Mesleklerini Araştırın

Meslek seçimi yaparken geleceğe yönelik fikir edinebilmek için profesyonel danışmanlık almak oldukça faydalıdır. Meslek seçiminde kararsızlık yaşamamak için bugünün popüler meslekleri ile sınırlı kalmamak gerekir. Bugünün meslekleri gelecekte de yeterli geliri getirebilir düzeyde olacak mı araştırılmalıdır. Aynı şekilde bugün popüler olmayan ancak gelecekte ön plana çıkacak meslekler de araştırılmalıdır.

Üniversite eğitimine henüz başlamamış bir bireyin seçim yaparken en az 4-5 yıl sonra ön plana çıkacak meslekleri öğrenmesi gerekir. Ancak bu kolay bir iş değildir. Çok iyi bir araştırma yapmayı, bilim, teknik ve teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilmeyi gerektirir. Dolayısıyla gençlerin bu konuda profesyonel destek alması çok daha sağlıklı olmaktadır. Bilimsel kanıtlar ışığında geleceğe yönelik mesleki bilgi toplamak seçim sürecinin verimliliğini artıracaktır.

Meslek Seçiminde Kararsızlık Yaşıyorsanız Mutlaka Kariyer Danışmanlığı Alın

Meslek seçiminde kararsızlık yaşamak oldukça olağandır. Hatta pek çok açıdan faydalıdır. Kararsızlık yaşamak bireyi araştırmaya, öğrenmeye ve tecrübe etmeye yönlendirecektir. Bu sayede gencin mesleklere ilgisi artacak, doğru mesleği seçebilmek için kendisine yönelik keşfi de başlayacaktır. Ancak meslek seçimi yapabilmek günümüz koşullarında bireysel çabayla yeteri kadar verimli sonuç veremeye bilmektedir.

Bunun en önemli nedeni artan üniversite sayıları ve istihdam olanağı düşük olduğu halde aynı bölümlerden her yıl sayısız mezun verilmesidir. Gençler sınırlı meslek repertuarına sahip. Popüler olan ve çok tercih edilene yönelme eğilimleri oldukça yüksek. Oysa popüler olan pastadan payımıza düşecek parçanın da küçülmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla özelliklede günümüzde profesyonel desteğin önemi artıyor.

Aba psikoloji olarak biz danışanlarımıza kariyer planı çıkarırken stratejik yetenek yönetimi ile çalışıyoruz. Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz. Danışanlarımızın akademik eksiklerini tespit ederek gideriyor, dünyanın en seçkin kurumlarında eğitim almalarını sağlıyoruz.

Stratejik Yetenek Yönetimi ile Gelecek Kaygınızı Yenebilirsiniz yazımızı okuyabilirsiniz. Böylece yaptığımız çalışmalarla danışanlarımızın meslek seçiminde kararsızlık yaşamalarının da önüne geçmiş oluyoruz. Mesleklerin geleceği ve geleceğin meslekleri hakkında danışanlarımızı ve ailelerini bilgilendiriyoruz. Böylece öğrencinin bakış açısını genişletiyor, iş hayatıyla ilgili farkında olmadığı çalışma alanlarını da bilgisine sunuyoruz. Meslek Seçiminde Kariyer Danışmanlığı ve Psikolojik Danışmanlık yazımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

 

Read More

Sosyal anksiyete diğer adıyla sosyal fobi okul yıllarından başlayarak bireylerin kariyer gelişimlerini olumsuz etkiliyor. Sosyal anksiyete yaşayan öğrenciler grup çalışmalarında pasif kalıyor, derste söz almaktan kaçınıyor, tahtaya çıkmak istemiyor. Bu öğrenciler için arkadaş gruplarına katılmak, sosyal iletişim başlatmak oldukça zor. Arkadaş grupları dışında öğretmenleriyle ve diğer yetişkinlerle de iletişim kurmaları gerektiğinde çekiniyor, heyecanlanıyor, iletişimden kaçınıyorlar.

Dolayısıyla karşımıza harika fikirleri de olsa paylaşmaktan kaçınan, doğruyu biliyor da olsa söyleyemeyen öğrenciler çıkıyor. Haklıyken haklarını savunamıyor, başkalarının işiteceği ya da dikkatini çekecek şekilde konuşmaktan, davranmaktan kaçınıyorlar. Tüm bunlar beraberinde okul başarısını olumsuz etkiliyor. Öğrenciler okul, alan, bölüm ve meslek seçimlerini de sosyal anksiyete etkisiyle potansiyellerinin aksi yönde belirliyorlar.

Peki okul başarısını bu kadar olumsuz etkileyen sosyal anksiyete nedir? Nasıl gelişir ve hangi belirtilerle kendini gösterir? tedavi için nasıl bir yol izlenmelidir?

Sosyal Anksiyete Nedir?

Sosyal anksiyete, bireyin girdiği sosyal ortamlarda kendisini aşırı güvensiz hissetmesi ve başkalarının kendisiyle alay edileceğini, reddedileceği ve yargılanacağı düşünmesiyle açığa çıkan yoğun kaygıdır. Bu kaygı bireyin sosyal ortamlarda mevcut potansiyelini performansa dökmesine engel olur. Hata yapmasına, pasif kalmasına neden olur.

İlerleyen hallerde birey sosyal ortamlara girmekten kaçınır, bahaneler ve yalanlarla bu ortamlarda bulunma olasılığını minimuma indirir. Kişi sürekli olarak başkalarının zihninde kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmelerin olduğunu düşünür.

Sosyal anksiyete özgül ve yaygın olarak iki ayrı gruba ayrılır. Özgül sosyal fobi sadece belli ortamlarda açığa çıkar, okulda, topluluğa konuşurken gibi. Yaygın olan versiyonda ise kişi kendisini nerdeyse bütün sosyal ortamlarda huzursuz, kaygılı ve gergin hisseder. Alt tipler yaygınlıklarına göre incelendiğinde yaygın versiyonu özgüle göre daha erken yaşlarda başlamaktadır. Aynı şekilde yaygın sosyal fobinin görülme sıklığı da daha fazladır.

Sosyal fobi sıklıkla ergenlik yıllarında başlamaktadır. Okul fobisi olan öğrencilerde ergenlik ve sonrası sosyal fobi görülme sıklığı da artmaktadır. Okul Başarısı İçin Özgüven Nasıl Geliştirilir? ve Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal Anksiyete Nasıl Gelişir?

Sosyal anksiyete çocuğun okul çağına geldiği yani ailesinin dışında başkalarıyla bir arada yaşamayı öğrenmesi gerektiği durumlarda açığa çıkar. Çoğunlukla sosyal fobi görülen bireyler mükemmeliyetçi ve/veya aşırı korumacı ebeveynler tarafından yetiştirilmektedir.

Çocuğa kendi başına halledebileceği konularda da sorumluluk verilmez, ihtiyaçları sürekli ebeveynler tarafından gerçekleştirilir. Veya çocuğa yönelik ebeveynlerin sürekli mükemmeliyetçi tavrı vardır. Ebeveyn gerçekdışı beklentilerle çocuğun kapasitesini zorlayabilir. Başkalarıyla kıyaslama, rekabetçi tavırlar görülebilir.

Korumacı ebeveynlerin büyük çoğunluğu kaygılı ebeveynlerdir. Çocuğa bir zarar geleceğini düşünürler. Çocuğun dışarıya çıkmasına, sosyalleşmesine, sorumluluk almasına müsaade etmezler.

Düşer, kaçırılır, araba çarpar, mikrop kapar gibi çocuğun zarar görmesine yönelik kaygılar taşırlar. Aynı şekilde beceremez, kendi halledemez, o daha küçük, ben yapayım gibi çocuğun kendine yetemeyeceğine yönelik düşünceleri vardır. Geç ve/veya zor çocuk sahibi olan ve geçmişinde kayıplar vermiş, travma geçirmiş bireylerde bu ebeveyn tutumu daha yaygındır.

Sosyal Anksiyete Nasıl Fark Edilir, Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?

Sosyal anksiyete grup içerisinde geride durma, sessiz kalma, utanma, terleme, konuşurken takılma gibi belirtilerle fark edilebilir. Küçük çocuklar çoğunlukla anneden ayrılmak istemez, dışarıya çıkınca en kısa sürede eve dönmek isterler. Ebeveynleri olmadan başkalarının yanında kalmak istemezler. Başkalarıyla konuşurken heyecanlanır, ne söyleyeceklerini bilemezler. Okulda derse katılmak istemezler. Cevabını bilseler dahi doğruluğundan emin olamazlar. Kendilerine soru sorulmadıkça derse katılmazlar. Göz temasından kaçınırlar.

İletişim kurarken ne söyleyeceklerini düşünmekten karşılarındakini dinleyemezler. Kısa cevaplar verirler, cümleler uzadıkça söyleyeceklerini toparlamakta güçlük çekerler. Sözlü sınavlarla yazılı sınavlar arasında ciddi farklar vardır. Sözlülerde kestirme, kısa cevaplar verirken yazılılarda uzun uzadıya yazabilirler.

Teneffüse çıkmaz, okul etkinliklerinden ve grup faaliyetlerinden uzak kalırlar. İkili ilişkilerde oldukça zayıftırlar. Ne söyleyeceklerini iletişimi nasıl başlatacaklarını bilemezler. Bu nedenle daha çok grup konuşmalarına dahil olanlar. Sohbeti başlatan değil sohbete eşlik eden kişilerdir. Popüler olanlarla değil kendileri gibi daha sessiz olan kişilerle konuşmaya yatkındırlar. Karşı cinsle de ilişki kurmakta güçlük çekerler. Beğenilerini dile getirmekte zorlanırlar.

Sosyal anksiyete yaşayan öğrencilerde ellerde ve yüzde terleme, kızarma görülebilir. Çarpıntı, nefes darlığı görülebilir. Sık idrara çıkma, bağırsak düzensizliği, ağız kuruluğu, kusma ve benzeri semptomlar görülebilir.

Sosyal fobi geliştiren bir öğrencinin kendisiyle ilgili yetersizlik ve güçsüzlük duygusu yoğundur. Kendini beğenmez ve başkaları tarafından da beğenilmediğini düşünür. Mükemmel olma arzusu yüksektir ama ne kadar iyi olursa olsun mükemmel olmadığını düşünür. En ufak şeylerde dahi kolayca kaygılanabilir ve hata yapmaktan korkabilir. Özgüveni düşük, değersizlik algısı yüksek çocuklardır. Sıkıcı olduklarını ve başkaları tarafından sevilebilir olmadıklarını düşünürler.

Sosyal Anksiyete Yaşayan Öğrencilerin Benlik Algıları Düşüktür

Sosyal anksiyete aile bireylerinde de varsa çocukta görülme olasılığı daha fazladır. Sosyal fobisi olan bir ebeveyn sosyal iletişim geliştirme noktasında çocuğu yönlendiremeyecek ve eksik rol model olacaktır. Sosyal anksiyete görülen öğrencilerde ayrıca şu çekincelerde yaygındır; Kapalı bir kapıyı çalıp içeri girmeye çekinirler. Az tanıdığı kişilerle iletişim kurmaya, yabancılara soru sormaya, yabancılarla telefonda konuşmaya, otorite konumundakilerle konuşmaya çekinirler.

Kendilerine yapılan bir haksızlığa karşı çıkmaya, haklarını aramaya çekinirler. Hayır demekte zorlanırlar, ısrarcı kişilerin tekliflerini geri çeviremezler. Bu nedenle ihtiyaçları olmayan şeyleri alabilir veya zamanları olmadığı halde başkalarının işine yardım edebilirler. Sosyal fobi yaşayan öğrenciler el yazılarının beğenilmeyeceğini düşünerek arkadaşlarıyla notlarını paylaşmak istemezler.

Tahtada yazı yazmak istemezler. Projelerini, ödevlerini sınıf önünde sunmak istemezler. Hep bir beğenilmeme, aşağılanma, eleştirilme korkuları vardır. Kimse onlara bu şekilde yaklaşmıyor olsa dahi arkasından konuşulduğunu düşünürler. Alay edilme, dalga geçilme, küçümsenme korkuları yüksektir. Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal Anksiyete Öğrencilerin Kariyer Gelişimlerini ve Seçimlerini de Etkiliyor

Sosyal anksiyete yaşayan çocuk ve genç öğrenciler okul hayatlarında potansiyellerini performansa dönüştüremiyorlar. Öğretmenleri tarafından yaşadıkları kaygı fark edilmediğinde bu öğrenciler öğrenmeye ilgisiz olarak kabul edilebiliyorlar. Düşük başarı adeta kendini gerçekleştiren kehanete dönüşüyor ve bu öğrenciler akademik açıdan da kendilerini değersiz kabul ediyorlar.

Yaşadıkları kaygı ile başa çıkmakta güçlük yaşadıkları için öğrenciler sosyal etkileşimin minimum düzeyde olacağı mesleklere yönelebiliyorlar. İlgi alanları hobileri ve mesleki seçimleri de kaygılarından etkileniyor. Meslek seçerken göz önünde olmayacakları, takım çalışması veya sürekli iletişim gerektirmeyecek mesleklere yöneliyorlar.

Sosyal anksiyetesi olan bir öğrenci için bilgisayar başı işler, yalnız çalışacakları işler daha cazip oluyor. Telefon görüşmeleri veya yüz yüze konuşma yapmasını gerektirmeyecek işler kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlıyor. Homeoffice yürütebilecekleri işler de onlar için cazip olabiliyor.

Okula, dershaneye gitmek, okul değiştirmek, aileden uzaktan bir yaşam sürmek onlar için kaygı verici olabiliyor. Bu nedenle üniversite seçimlerini de mümkün olabildiğince aile yanında olabilecekleri şekilde yapıyorlar. Kendi ayakları üzerinde olmayı tecrübe edebilecekleri deneyimlerden de kaçınıyorlar. Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor ve Kişilik Özelliklerine Göre Meslek Seçimi Yapmak yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sosyal anksiyete tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide sosyal fobi görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte sosyal fobinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Sosyal fobi yaşıyor ve duyduğunuz kaygı okul başarınızı, kariyer seçimlerinizi olumsuz yönde etkiliyorsa destek alabilirsiniz. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı ile yaşadığınız olumsuzlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Aba psikoloji olarak sosyal anksiyete yaşayan bireylere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyor okul başarınızdaki engelleri aşmanıza destek oluyoruz. Kariyer planınızı yaparken ilgi, beceri alanlarınızı dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

Read More