“Konuşurken heyecanlanıyorum!” diyenlere sıklıkla rastlayabilir ve sizde bu heyecanı duyuyor olabilirsiniz. Aslında heyecan sağlıklı bir duygudur ve kontrol edilebildiğinde de performansa olumlu etki etmektedir. Ancak konuşurken heyecanlanmak kontrol edilemediğinde sosyal anksiyete yaşayan bireylerin sıklıkla yaşadığı olumsuz bir deneyime dönüşür.

Sosyal anksiyete yaşayan bireyler bir topluluğa hitap edeceklerinde kaygılanırlar. İlgi ve gözler üzerlerinde olduğunda, herkes onları dinlediğinde yoğun stres yaşarlar. Stres yaşamaları için ille de göz önünde olmalarına gerek yoktur. Heyecanlanmaları için seslerini başkalarının duyacağını bilmeleri de yeterlidir. Telefonla konuşmak, telekonferans yapmak, görüntülü konuşmak, mülakata girmek, sunum yapmak, sahnede olmak onlar için ürkütücü olabilir.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyenler tabi ki yaptıkları her konuşmada heyecan duymazlar. En azından mevcut heyecanlarını sağlıklı düzeyde tutabildikleri ortamlar da olmaktadır. Sıklıkla konuştukları, kendilerini güvende hissettikleri kişilerle görüşürken heyecanlanmazlar veya bu heyecanı kontrol edebilirler.

Heyecanı tetikleyen çoğunlukla hata yapma, alay edilme, rezil olma korkularıdır. Bu korkularını tetikleyecek kişi ve ortamlar onlar için kaygı kaynağını oluşturmaktadır. Biri için bu kaygının nedeni anne-baba iken, başkası için akranları, öğretmeni, yöneticisi olabilir. İlerlemiş sosyal anksiyetede kişi konuşması gereken her ortamda ve kişiyle kaygı yaşayabilir.

Kekelemekten, söyleyeceklerini unutmaktan, seslerinin titremesinden korkarlar. Bunu daha önce bir veya birkaç kez deneyimlemişlerse korkuları çok daha yüksek ve kontrol etmesi güç olabilir. Başkalarının kendileriyle ilgili değerlendirmelerinin çoğunlukla olumsuz olduğunu ve alay içerdiğini düşünmektedirler. Özsaygıları, öz değerleri ve özgüvenleri daha düşük bireylerdir.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Herkes Sosyal Anksiyete mi Yaşıyor?

Konuşurken heyecanlanmak neredeyse hepimizin yaşadığı bir durumdur. Burada yaşanan heyecanın bir sorun haline gelmesine neden olan kişinin yaşadığı sıkıntının derecesidir. Kontrol edilebildiğinde heyecan kişinin performansını olumlu yönde etkilemektedir. Sağlıklı heyecan kişinin konuşmasına daha iyi hazırlanmasına, daha fazla özen göstermesine neden olmaktadır. Kişinin daha coşkulu, hazırlıklı ve enerjik olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla da heyecan kontrol edilebildiğinde olumlu etkiye sahiptir.

Heyecanlanıyor ama bu heyecanın performansınızı olumlu yönde etkilemesini sağlıyorsanız heyecanınızı kontrol edebiliyorsunuz demektir. “Konuşurken heyecanlanıyorum” diyor ama önemli konuşmalar yapmaktan geri durmuyor, size verilen görevlerden kaçınmıyorsanız bununla baş edebiliyorsunuz demektir. Dolayısıyla konuşurken heyecan duymak sosyal anksiyete tanısı için yeterli değildir. Sıklığı, yoğunluğu ve derecesi tanı için belirleyicidir.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyen Bireylerde Görülen Diğer Sosyal Anksiyete Belirtileri Nelerdir?

Konuşurken yoğun heyecan duymak sosyal anksiyetenin önemli bir belirtisidir. Anksiyete yaşayan bireylerin duydukları heyecanın yoğunluğu performanslarını düşürmektedir. Konuşurken terler, kızarır, titrerler. Ellerini kollarını nereye koyacaklarını şaşırabilir ya da tamamen hareketsiz kalabilirler. Beden dilleri ile konuştukları senkron içerisinde değildir. Konuşmaları akıcı değildir ve tonlamalarını da doğru yapamazlar. Heyecanlarını kontrol etmeye çalışırken kısa ve net konuşur uzun cümlelerden kaçınırlar.

Uzun bir cümle kurmaları gerekirse cümleyi toparlamakta ve konuşmayı sonuca bağlamakta zorlanırlar. Çoğunlukla konuşma yapmalarını gerektirecek ortamlardan kaçınırlar. Alışveriş yaparken kasiyerle konuşmak, müşteri hizmetlerini aramak, mülakata katılıp kendilerini anlatmak onlar için oldukça zordur. Tanımadıkları insanlara bir şey sormaları gerektiğinde çok yoğun stres duyarlar. Otorite figürleriyle, öğretmen, müdür, yönetici gibi kişilerle konuşmakta zorlanırlar.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler konuşacaklarını zihinlerinde toplamaya çalışırken çoğunlukla diyalogları kaçırırlar. Bunu çoğunlukla grup içerisinde yaşarlar. Bir toplantıda veya sosyal bir etkileşim ortamında açılan bir konuya dahil olmak istediklerinde sıkıntı yaşarlar. Onlar ne söyleyeceğine karar verene kadar diğerleri başka konulara geçmiş olurlar. Yapacakları esprileri de sıklıkla düşünürler. Bu yüzden doğal akışında konuşamaz ve konuşulanlara da doğal tepki veremezler.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler bu heyecanlarını sessiz kalarak kamufle edebilirler. Heyecan yaşadıkları ortamlardan kaçınarak da kaygıyla baş etmeye çalışabilirler. Yüz yüze iletişim yerine mail veya mesaj ile iletişim kurabilirler. Alışverişlerini online yapabilirler. Banka işlerini ATM veya online uygulamalardan halledebilirler. Arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşayabilirler. Bu ihtiyaçlarını da arkadaşlık sitelerinden karşılayabilirler.

Meslek olarak da potansiyelleri ne kadar yüksek olursa olsun konuşmalarını gerektirmeyecek işlere yönelebilirler. Ön planda olmayacakları, geri planda çalışacakları meslekleri tercih edebilirler.

İlerleyen durumlarda müdahale edilmezse yakın arkadaşlarla, aile bireyleriyle konuşurken de kişilerde bu heyecan açığa çıkabilir. Özellikle kendilerinden emin olmadıkları, eleştirilebilecekleri veya yeterince bilgi sahibi olmadıkları konular hakkında konuşurken heyecan yaşayabilirler.

Sosyal Anksiyete Yaşayan Bireyler Neden Konuşurken Heyecanlanıyor?

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler konuşacakları konuyu önceden bildiklerinde ön hazırlık yapmaktadırlar. Kendileriyle baş başayken gayet akıcı konuşurlar. Yalnızken kendilerinden eminken yanlarına bir başkası geldiğinde bu güven ortadan kalkmaktadır. Konuşurken göz kontağı kurmaktan kaçınır, dikkatlerinin dağılmaması için çoğunlukla bakışlarını başka yerlere sabitlerler.

Karşılarındaki kişinin beden dilini okumaya çalışırlar. Çoğunlukla her bir mesajı olumsuz algılar ve karşılarındakini sıktıklarını düşünürler. “Benimle dalga geçecek, şu an hakkında kim bilir ne düşünüyor, kesin rezil oldum.” Gibi olumsuz çıkarımlarda bulunurlar.

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireyler çoğunlukla mükemmeliyetçi ailede yetişmiş ve/veya aşırı korumacı tutumla büyütülmüştür. Çoğunlukla belirtiler ergenlik döneminde fark edilmeye başlanır. Okul fobisi yaşayan, çocukluğunda çoğunlukla arkadaşlık kuramayan, yalnız çocuklarda da sosyal anksiyete gelişmesi muhtemeldir.

Ebeveynleri tarafından fazla eleştirilen, gerçek dışı beklentilerle performansları zorlanan, rekabetçi yetiştirilen çocuklarda sosyal anksiyete gelişebilir. Bu bireyler çoğunlukla akranlarıyla ve başkalarıyla kıyaslanarak büyütülmüştür. Yetersizlik duyguları oldukça yüksektir. Ne yaparlarsa yapsınlar başkalarının beklentilerini karşılayamayacaklarını düşünebilirler. Alay edilmekten, başarısız olmaktan ve hatalarının bulunmasından endişe duyarlar. Kendilerine karşı oldukça olumsuz eleştirilerde bulunurlar.

Aile ve/veya öğretmenler tarafından çocuğun davranışları utangaçlık, çekingenlik veya terbiyeli, saygılı gibi değerlendirildiğinde tedavi gecikmektedir. Sosyal anksiyete ihmal edildiğinde farklı psikolojik rahatsızlıklara da neden olmaktadır. Depresyon sıklıkla ergenlikte ve yetişkinlikte sosyal anksiyeteye eşlik etmektedir.

Sigara, alkol, madde ilerleyen durumlarda bireylerin kaygılarıyla başa çıkmaları için baş vurdukları zararlı alışkanlıklar olabilir. Arkadaş edinmekte, evlenmekte, iş bulmakta, terfi almakta zorluk yaşayabilirler. Sosyal becerilerde kendilerini geliştirmekte oldukça zorlanırlar.

“Konuşurken Heyecanlanıyorum” Diyenler için Uygulanabilecek Öneriler

“Konuşurken heyecanlanıyorum” diyen bireylerin konuşurken çoğunlukla sesleri titrer, çocuksu veya ağlamaklı bir sesle konuşabilirler. Bu sesi fark ettikleri anda heyecanları hızla kaygıya dönüşür ve “şu an herkes benimle alay ediyor, ağlayacağımı düşünüyorlar.” Gibi olumsuz değerlendirmeler yapmaya başlarlar. Bireylerin seslerini daha doğru kullanmayı öğrenmesi gerekir.

İyi bir diksiyon konuşurken doğru nefesle konuşabilmeyi bilmekten geçer. Diksiyon eğitimi alarak bireyler yaşadıkları heyecanı da yönetmeyi öğrenirler. Kesintisiz konuşmak, nefes almadan konuşmak da konuşurken kişinin sesinde bozulmalara yol açar. Çabuk yorulur, nefessiz kalırlar. Konuşması akıcı olmaz. Diksiyon eğitimi ile birey diyafram nefesini kullanmayı ve daha uzun soluklu, akıcı konuşmalar yapmayı öğrenir. Tonlama ve doğru yerlerde es vermeyi de öğrenmiş olur.

Bir diğer önerimiz ise kişinin bol bol kitap okuması ve kelime hazinesini geliştirmesidir. Sesli okumalar yapmak da konuşma akıcılığına destek olacaktır. Ayna karşısında okuma yapmak veya bir konu kapsamında ayna karşısında konuşmak da yaşanan heyecanla başa çıkılmasını kolaylaştırır. Kişi böylece hem konuşmalarının ön provasını yapar hem kendi sesini dinler.

Ses kaydı yapmak, konuşmasını videoya alıp izlemekte kişinin heyecanını kontrol etmesini sağlar. Kişi kendi sesine ne kadar maruz kalırsa onu kabul etmesi de o kadar kolay olacaktır.

Konuşurken hareket etmek ve beden dilini kullanmak da kişiye güven verecektir. Hem de dinleyenin dikkati konuşulanla beraber hareketlere de yönelecektir. Özellikle sahnede olacaksanız ve topluluğa hitap edecekseniz sahnede yürüyebilirsiniz. Bir alanda hareketsiz durmaktansa hareket edebilirsiniz. Hareketleriniz ayrıca dinleyenlere de orada hakimiyetiniz olduğunu hissettirecektir.

Ayrıca konuşurken mümkünse ön hazırlık yapıp bir sunu hazırlayabilirsiniz. Sunumunuza görseller, konuşmanızı hatırlamanızı kolaylaştıracak kelimeler yazabilirsiniz. Videolarla, grafikler ve istatistiklerle dikkati üzerinizden alıp sunuma yönlendirebilirsiniz.

Negatif enerjinizi atmak ve heyecanınızı boşaltmak için nefes egzersizleri öğrenebilir, kaygılandıkça uygulayabilirsiniz. Spor yapabilir, suyun iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü kullanabilirsiniz.

Konuşurken Heyecanlanıyorum Diyor ve Performansınızın Olumsuz Etkilendiğini Düşünüyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin

Sosyal fobi yaşıyor ve duyduğunuz kaygı okul başarınızı, kariyer seçimlerinizi olumsuz yönde etkiliyorsa destek alabilirsiniz. Psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı ile yaşadığınız olumsuzlukların üstesinden gelebilirsiniz.

Aba psikoloji olarak “konuşurken heyecanlanıyorum” diyen sosyal anksiyete yaşayan bireylere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyor okul başarınızdaki engelleri aşmanıza destek oluyoruz. Kariyer planınızı yaparken ilgi, beceri alanlarınızı dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

 

Read More

Okul fobisi bir diğer adıyla okul korkusu çocuğun okula gitmek istememesi ve okula yönelik yoğun olumsuz duygular geliştirmesi durumudur. Okula gitmek istemeyen çocuk bu isteği ebeveynleri tarafından kabul edilmezse bahanelerin veya hastalıkların ardına sığınabilir.

Okul korkusu olan çocuklarda okul günlerinde baş ağrısı, mide bulantısı, ishal, terleme, baygınlık hissi olabilir. Bu semptomlar çoğunlukla tatil günlerinde ortadan kaybolur. Tatilin bittiği ve yeni bir ders gününü başlayacağı tatil öncesi akşamlarda belirtiler bir anda geri döner.

Aileler çocuklarındaki bu düzensiz şikayetlerin kaynağını tespit etmekte başlangıçta zorlanırlar. Çocuğun gerçekten hasta olduğunu düşünüp istirahat için evde dinlenmesine izin verir ve/veya doktora da götürürler. Bazı aileler çocuğun okula gitmek istememesinin nedenlerini araştırmak yerine çocuğun evde kalmasına müsaade edebilir.

Okula gitmeyen çocuklar, evde oldukları için oldukça mutludur. Hastalıktan eser kalmaz. Gülücükler saçan, enerjik, oyuncu çocuklara dönüşürler. Ta ki ertesi gün yeniden okula gitme durumu ortaya çıkana kadar. Başka bir aile ise çocuğun istirahatine izin vermez ve okula gitmesinde ısrarcı olur.

Bu durumda çocuk evden ayrılana kadar şikayet ve yakınmalarını devam ettirir. Ancak artık geri dönüş olmadığında ve özellikle okula vardığında şikayetlerini unutur. Yeniden yüzü gülen, neşeli, keyifli bir öğrenci olur. Evden ağlayarak çıkan çocuk okula vardığında rahatlamıştır. Aynı şekilde evden ağlayarak çıkan çocuk okul dönüşü eve keyifli bir şekilde varmıştır. Bu durum ailelerde ikileme neden olur.

Aile sürekli tekrar eden bu yakınmaların asıl nedeninin okula yönelik olduğunu fark eder. Okula yönelik korkusunun tespiti yapılmış olsa da pek çok aile bu konuya nasıl yaklaşması gerektiğini bilmemektedir.

Okul Fobisi Belirtileri ve Görülme Sıklığı

Okul fobisi okul öncesi eğitimde ve ilk okul sürecinde daha fazla görülüyor. Yaş artıkça görülme sıklığı azalsa da tedavi zorlaşıyor. Okul korkusu tedavi edilmediğinde sosyal anksiyeteye dönüşebiliyor. Okul öncesi dönem okul korkusunun görülme sıklığının yüksek olduğu bir dönem olsa da zorunlu eğitime hazırlığı kolaylaştırıyor.

Okul öncesi eğitim çocukların okul kültürünü öğrenmesini, sosyalleşmesini ve okul olgunluğu kazanmasını kolaylaştırıyor. Dolayısıyla okul fobisinin olumsuz etkisinden korunmak için Okul öncesi eğitim olanakları zorunlu eğitim öncesinde değerlendirilebilir. Okul Öncesi Eğitim Ne Zaman Başlamalı? . Okul Olgunluğu: Çocuğum İlk Kez Okula Gidecek, Çocuğum Okula Başlamaya Hazır mı? ve Ebeveynler Kreş Seçerken Nelere Dikkat Etmeli? Yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Okul Fobisi Neden Gelişiyor?

Okul fobisi birden fazla nedenle açığa çıkabilir. En sık rastlanan nedenler okula gitmeyle açığa çıkan ayrılık anksiyetesidir. Aynı şekilde aşırı korumacı ebeveyn tutumları da çocuğun okul korkusu geliştirmesine neden olabilmektedir. Çocuğun okulda akranları tarafından dışlanması, alaya alınması, şiddet görmesi ve benzeri de okul korkusunu tetiklemektedir.

Ailenin, öğretmenlerin ve okulun gerçekdışı beklentileri de çocuğun korku geliştirmesine neden olmaktadır. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda da akran ilişkileri gelişmediği için yalnızlık hissi okul fobisi oluşumuna neden olmaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi Okul Fobisi Gelişimini Etkilemektedir

Okul fobisi görülen çocukların büyük çoğunluğunda anneden ayrılma kaygısı açığa çıkar. Anneyi bırakıp okula gitmek onlar için oldukça zordur. Annenin davranışları, beden dili ve cümleleri de bu kaygıyı destekleyebilmektedir. “Ben sen gidince ne yapacağım? Sen okuldayken seni çok özleyeceğim. Sen yokken çok üzüleceğim, yalnız kalacağım.” Gibi çocuğun okulda olmasına yönelik annenin üzüntüsü çocukta kaygıya yol açmaktadır.

Çocuk okulda olmaktan dolayı kendini suçlu hissetmekte ve annesini üzdüğünü düşünmektedir. Bu çocuklar okulda olmanın ailelerine ihanet olduğunu, onlar evde üzgünken okulda mutlu olmaya haklarının olmadığını düşünürler. Bu yüzden okula gidene kadar ebeveynlerinin davranışlarının benzerlerini tekrar ederler. Okula vardıklarında ise aileleri tarafından gönderildikleri için rahatlamışlardır.

Ayrıca aile içi şiddet, ebeveynlerden birinin daha önce evi terk etmiş olması, evde ağır hasta bulunması okul fobisine neden olabilir. Okula giden çocuk yokluğunda evde ebeveyninin zarar görebileceğini düşünebilir. Aynı şekilde çocuk ebeveyninin o okuldayken evi terk edebileceğini de düşünebilir. Ebeveynlerden biri, büyük anne-baba veya kardeş ağır hastaysa çocuk okuldayken onlara bir şey olmasından korkabilir.

Evde küçük kardeşin olması da okul fobisi gelişimini etkileyebilir. Çocuk okuldayken ebeveyni ile kardeşinin neler yapacağını merak edebilir. Onların yanında olmak isteyebilir. Okula gönderilmeyi cezalandırılma veya istenmeme nedeni olarak görebilir. Bu nedenle çocuklar okul veya okul öncesi eğitimine kardeş doğmadan çok önce başlatılmalıdır. Eğer bu mümkün değilse kardeş olduktan hemen sonra okula başlangıç olmamalıdır.

Ayrılık Anksiyetesi Üniversite Seçimini Etkiliyor Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Aşırı Korumacı Ebeveyn Tutumu Okul Fobisi Gelişmesine Neden Olmaktadır

Aşırı korumacı ebeveynler çocuklarının büyüdüğünü kabul etmekte güçlük yaşarlar. Yaşlarıyla ve potansiyelleriyle uyumlu sorumluluklar almalarına müsaade etmezler. Çocuğun en basit kararlarında dahi aile belirleyicidir. Hiçbir zaman hiçbir şey için çocuklarının tam olarak hazır olduğunu düşünmezler. “Sen daha küçüksün, yapamazsın, bırak ben yapayım.” Gibi müdahale cümlelerini fazlaca kullanırlar.  Ailede sorumluluk alamayan, kendi kararlarını veremeyen çocuk ve/veya genç okul ortamında stres yaşar.

Genç ailenin yönlendirmesi ve seçimleri olmaksızın bireyselliğini göstermekte zorlanır. Aile içi şiddet, ebeveynlerin boşanması, evden bir ebeveynin ayrılması sevilen birinin kaybı gibi durumlar da okul fobisi gelişmesine neden olur. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı?, Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Helikopter Ebeveynler Akademik Başarıyı Düşürüyor! Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Akran Zorbalığı ve Okuldaki Kötü Deneyimler

Okul fobisi akranlar ve okuldaki diğer olumsuzluklarla alakalı olarak da gelişebilir. Akranları tarafından alaya alınan, hakarete uğrayan, şiddet ve zorbalık gören çocuklar okula gitmek istemeyebilir. Baskıcı -otoriter bir öğretmen, derslerde zorluk yaşama, öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği de okul korkusunu tetikleyebilir.

Okul yolunda veya servis aracında yaşanan olumsuz deneyimler de korkuya neden olabilir. Okulun fiziki koşulları, disiplin kuralları ve yönetimi de okul korkusunu tetikleyebilir. LGS’ye Hazırlık Sürecinde Akran Zorbalığı Akademik Başarıyı Düşürüyor: Aileler Ne Yapmalı? ve Olumsuz Beden Algısı Başarıyı Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Gerçekdışı Beklentiler

Kimi zaman aileler, öğretmenler, okul ve bazen de diğer kişiler çocuğa yönelik gerçekdışı beklentiler geliştirebilir. Gerçekdışı beklentiler bireyin sahip olduğu potansiyel ile performansının diğerlerinin beklentileriyle örtüşmemesi durumudur. Kapasitesinin zorlandığını ve beklenen başarıyı elde edemeyeceğini düşünen bireylerde okul fobisi gelişebilir. Bu durumda beklentiyi karşılayamayan çocukta yetersizlik, başarısızlık hissi de güçlenir.

Sosyal Beceri Eksikliği ve Yalnızlık

Sosyal beceri eksikliği çocuğun arkadaşlık ilişkisi geliştirememesine ve okulda yalnız kalmasına neden olabilir. Diyalog kuramayan, arkadaşlık geliştiremeyen çocuk diğerleri tarafından bir süre sonra fark edilmemeye başlar. Bu da çocuğun daha fazla geri çekilmesine neden olabilir. Okul çocukların hem öğrendiği hem de sosyalleştiği ortamlardır.

Çocuk öğretmeninden akademik bilgiler edinirken akranlarından da yaşının gerekliliklerini öğrenir. Sosyal beceri eksikliği olan çocuklarda ise bu deneyimler eksik kalacaktır. Okulda sosyalleşemeyen, akran gruplarına dahil olamayan, diğerleri tarafından kabul görmeyen çocuklarda okul fobisi gelişebilir. Teşhis ve müdahale için öğretmenin ve ailenin farkındalıklı gözlem yapması ve çocuğa zaman ayırması oldukça önemlidir.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi ile Başa Çıkmak için Aileye Öneriler

Her problemin çözümünde olduğu gibi, okul fobisinin giderilmesinde de aileye ve okula çokça görev düşer. Ebeveynler çocuğa karşı koşulsuz sevgi sunmalıdır. Çocuk hoşgörü ile desteklenmeli, yaşadığı zorluklarda nasıl başa çıkabileceği çocuğa öğretilmelidir. Ebeveynler çocuğa davranışları, sözleri ve yaklaşımı ile güven vermelidir. Ebeveynlerin tutarlı olması ve iyi bir rol model olması da çocuğun güvenini desteklemektedir.

Çocuğun kaygı ve korkuları dinlenmeli, gerekirse profesyonel destek alınmalıdır. Anne ve baba okulla ilgili kararlarda kendi içlerinde tutarlı olmalıdır. Okul fobisi tedavisinin okula gitmemek olmadığı bilinmelidir. Ancak çocuğun okula yönelik tepkisinin göz ardı edilmesi de sağlıklı değildir. Çocukla iletişim kurarken hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum sergilenmelidir. Aile çocuğa evdeki problemleri yansıtmamalıdır, ebeveynin çocuğun yokluğunda duyacağı özlem ve sıkıntı çocuğa aktarılmamalıdır.

Ebeveynin önceliği çocuğu okula göndermek olmalıdır. Ancak burada çocuk yapıcı şekilde ikna edilmeye çalışılmalı ve okula gitmeye özendirilmelidir. Ceza, tehdit ve gerçekdışı vaatler bu durumda yapıcı yöntemler olmayacaktır. Çözüm yolu aranırken öncelikle okul fobisinin neden geliştiği irdelenmelidir. Çocuk ayrılık anksiyetesi yaşıyorsa okula giderken ayrılmak istemediği ebeveyni de okul yolculuğunda çocuğa eşlik edebilir.

Ebeveyn çocuğa okulda ilk yarım saat, 1 saat eşlik edebilir. Ebeveyn okulun bahçesinde çocuk derse girene kadar bekleyebilir. Gün içerisinde ebeveyn çocuğu birkaç kez ziyaret edebilir. Okul çıkışında aynı ebeveyn çocuğu almaya gelebilir. Ancak bunlar ilk bir maksimum iki hafta süresince yapılmalıdır. Çocuğun alışkanlık edinmesine müsaade edilmemelidir. İlk birkaç gün her gün giden ebeveyn yavaş yavaş sıklığı azaltarak süreci bitirmelidir.

Çocuk okula gitmek istemiyorsa günden birkaç saat keyif alacağı derslerden başlayarak okulda olması sağlanabilir. Ardından giderek okulda kalma süresi uzatılabilir. Tedavi sürecinde okulun, öğretmenlerin, rehberlik biriminin de aileyle iş birliği içerisinde olması gerekir.

Aynı şekilde okuldan eve dönüşte okulda günün nasıl geçtiği, neler yaptığı çocuğa sorulmalıdır. Çocuğun okula yönelik deneyimleri ebeveynler tarafından heyecanla dinlenmeli, meraklı ve ilgili sorular çocuğa yönlendirilmelidir.

Çocuk Okula Özendirilmeli, Heveslendirilmelidir

Çocuk okul alışverişine çıkarılmalı, ihtiyaçları alınırken beğenisine göre seçimler yapması desteklenmelidir. Çocukla konuşurken okula yönelik olumlu bilgiler paylaşılmalı, negatif deneyimler çocukla gerekmedikçe paylaşılmamalıdır. Çocuğa okulun neden gerekli olduğu, orada öğreneceklerinin ve orada olmanın faydaları anlatılmalıdır. Çocuk okula gönderilirken vedalaşmalar kısa tutulmalıdır. Ayrılırken anne veya baba çocuğun aklının evde kalmasına neden olacak sözler sarf etmemelidir. Ayrıca okul dönüşü çocukla evde kaliteli zaman geçirilmeli, ayrı geçen zaman telafi edilmelidir. Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Okul Fobisi İhmal Edilmemeli Gerektiğinde Profesyonel Destek Alınmalıdır

Okul fobisi tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide okul korkusu ve/veya sosyal anksiyete görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte okul fobisinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Aba psikoloji olarak okul fobisi yaşayan çocuklara ve ailelerine uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin nasıl bir yetişkin olacağını belirleyen son derece önemli bir etkiye sahiptir. Ergenlik dönemi gencin çocukluktan çıkıp yetişkinliğe hazırlık yaptığı ara dönemdir. Bu dönemin getirdiği pek çok değişim genç için yeni bir öğrenme sürecini ve uyum ihtiyacını doğurur. Ergenliğin getirdiği bilişsel, davranışsal, duygusal, hormonal değişim gencin adapte olmasını zorlaştırır.

Genç ergenliğin getireceği değişime ailesi tarafından ne kadar erken hazırlanırsa ve ailenin duygusal desteğini ne kadar hissederse adaptasyon da o kadar kolay oluyor. Genç için ailenin desteği ve varlığı ne kadar önemli olsa da ergenlikte akranlarla geçen zaman artıyor. Bu dönemde aileyle çatışmalar, anlaşmazlıklar yaşanabiliyor. Akranın gencin hayatındaki yönlendirici etkisi daha fazla olabiliyor.

Aileyle iyi ilişkiler varsa ergenlik dönemi tüm zorluklarına rağmen gencin aileyle iç içe olduğu dönemdir. Ancak aileyle ilişkiler zayıf olduğunda genç önemli ve güvenilir bir duygusal kaynağını kaybetmiş olur. Genç, yaşadığı sorunlarda yardım isteyecek sıcaklığı ailede bulamadığı gibi, hatalarında da yargılanmaktan korkabiliyor. Genç bu önemli dönemde aileyi yanında değil karşısında hissettiğinde yalnızlık hissi artıyor. Kendini daha güçsüz, savunmasız hissedebiliyor.

Oysa ergenlik gencin yetişkinlik rollerine hazırlandığı önemli bir dönem. Bu dönemde genç yeni rollerine hazırlanırken güvene, cesarete ve sağlıklı rol modellere ihtiyaç duyuyor. Zorlandığında, kırıklığa uğradığında yeniden motive olacak, cesaretlenecek gücü ise ailenin güven ortamında kazanmaya ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla ailenin çocuklukta olduğu gibi ergenlik döneminde de çocuğu koşulsuz sevmesi, destek vermesi, sağlıklı rol model sunması gerekiyor.

Ebeveynin hoşgörüsü, yeri geldiğinde demokratik yeri geldiğinde sıcak ve sevecen tavrı gence güven veriyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Bir Birey Yetişeceğini Belirliyor

Ergenlikte bireyin asıl ihtiyacı aileden tamamen kopmadan ama onlara bağımlı da olmadan yeni rollerini deneyimleyebilmek. Gençler bu dönemde kendi kararlarını alabilmek, sorumluluklarını genişletmek ve kısıtlanmak yerine cesaretlendirilmek istiyorlar. Yeri geldiğinde bir çocuk kadar savunmasız kalıp aileye koşabilmek, onların yanında huzur bulmak istiyorlar. Yeri geldiğinde tüm dünyayı karşılarına alacak kadar güçlü ve kararlı olabilmeyi arzu ediyorlar.

Gencin yaşadığı bu iki uçlu gelgitler genç kadar aileyi de yoruyor. Aile kimi zaman bu gelgitler karşısında endişeye kapılıp karşılarında hala küçük bir çocuk varmışçasına yasaklar, kısıtlamalar getirebiliyor, cezalar verebiliyorlar. Veya “madem bu kadar büyüdün ne istiyorsan yap ama başın sıkışınca gelme” diyerek gözdağı verebiliyorlar.

Ergenlikte ebeveyn tutumu olumsuz olduğunda ne aile ne de genç mutlu ve huzurlu olamıyor. Genç kendini sınırlandırılmış ve yalnız bırakılmış hissediyor. Genç ailesinin desteği olmadığında kaybedecek neyim var diye düşünebiliyor, daha riskli davranışlara yönelebiliyor. Veya aile desteğinin kaybı gencin özgüveninin zedelenmesine, içe kapanmasına neden olabiliyor.

Genç bu dönemde çocuklukta çizilen sınırları genişletmek istiyor. Gencin bu isteği ise aile tarafından sınırların tamamen kaldırılması gibi anlaşılabiliyor. Oysa genç “artık çocuk değilim, dolayısıyla tecrübe edinebilmem, hayatı öğrenebilmem için daha geniş sınırlara ulaşmama izin vermelisiniz” diyor. Ergenlik çağındaki bireyin hayatı deneyimleme, uyum becerilerini geliştirme, kendini ailesinden bağımsız bir birey olarak keşfetme ihtiyacı var.

Ailenin ise çocuğunun yeterince büyüyüp büyümediğine, bu süreci yönetip yönetemeyeceğine yönelik kaygıları var. Dolayısıyla bu iki uç düşünce çatışmaların açığa çıkmasına neden oluyor. Aile kaygı ve endişelerini çocuğa yansıtırken doğrudan düşüncelerini paylaşmak yerine güç gösterisine başlayabiliyor. İletişimin içerisine güç savaşı ve suçlayıcı bir dil girdiğinde iletişim çıkmaza giriyor.

Aile İçi İletişim Oldukça Önemli

Ergenlikte ebeveyn tutumu gencin iletişim becerilerini ve aile içi iletişimin yönünü de belirliyor. Özellikle “Sen dili”nin kullanımı gencin öfkesini artırabiliyor. Aynı şekilde ailenin de iletişimde ses tonu, beden dili ve tutumu değişiyor. Aile endişelerini anlatırken sen bunu istiyorsun ve bu isteyin bizim senin için endişelenmemize neden oluyor demek yerine “hayır yapamazsın, çünkü ben böyle istiyorum.” Demesi genci kızdırıyor.

Oysa iletişimde ben dilinin kullanımı iki tarafın çatışmak yerine birbiriyle empati kurmasını ve uzlaşmasını kolaylaştırıyor. Genç ailesine sınırlarını neden genişletmek istediğini anlattığında, aile neden kaygılandığını paylaştığında iletişim güzelleşiyor. Aile ile genç arasında açık ve doğrudan bir iletişim kurulamadığında genç yalan söyleme veya gerçeği hafifletecek şekilde değiştirerek aileyle paylaşma ihtiyacı duyuyor.

Açığa çıkacak çatışmadan, güç mücadelesinden kaçınmak için genç böyle bir yola başvurabiliyor. Oysa yalan veya gerçeğin saptırılması çok daha büyük risklere zemin hazırlayabiliyor. Yalan iki tarafın birbirine olan güvenini sarstığı gibi gencin karşılaşabileceği olası tehlikelerden ailenin haberdar olmamasına da neden oluyor. İletişim doğrudan, açık, empatik ve etkili olduğunda sorunlar çok daha kolay halledilebiliyor.

Etkin dinleme, empatik konuşma, sen yerine ben dilini kullanma, konuşma anında “şimdi ve burada” kalabilme, beden dilini ve ses tonu ile iletişimi destekleme ve iletişimde olumlu dili kullanma iletişimin kalitesini artırıyor. Aile İçi İletişim Eksikliği Nedenleri ve Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Aile Gence Rol Model Olmalı ve Güven Vermeli

Sağlıklı benlik gelişimi için ergenlikte ebeveyn tutumu kadar ailenin sağlıklı rol model sunabilmesi de önemli. Gencin hayatından bebeklikten itibaren en etkili ve ilk model ebeveynler oluyor. Dolayısıyla ergenlikte ailenin problem çözme becerileri, iletişimi, özgüveni, sorumluluk bilinci gence model oluyor. Öfkesini yönetemeyen, stresle başa çıkamayan, iletişimi zayıf, sosyal becerileri eksik ebeveynler ise gencin benzer davranışlar geliştirmesine neden oluyor.

Gençler bu dönemde ailelerinden güven istiyor. Genç “Bana, karakterime, başarabileceklerime ve öğrettiklerinizi devam ettirebileceğime güvenin. Ancak bana güvenirken beni tamamen desteksiz, savunmasız da bırakmayın. Evet elimi tutmanıza gerek yok artık, desteğiniz olmadan da yürüyebilirim. Ama orada olduğunuzu, tökezlediğimde, düştüğümde elimden tutacağınızı bilmeye ihtiyacım var.” Diyor.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hoşgörülü, demokratik, destekleyici tutum olmalı.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Hatalı Olduğunda Ergenlik Dönemi Sorunları Şiddetleniyor

Olumsuz ebeveyn tutumları Baskıcı – Otoriter tutum, aşırı hoşgörülü- gevşek tutum, tutarsız tutum, mükemmeliyetçi tutum, İhmalkar tutum olarak ayrılabilmektedir. Çocuklukta ve gençlikte ebeveynlerin sergilemesi gereken en sağlıklı tutum ise hoşgörülü-demokratik-destekleyici tutumdur.

Ergenlikte ebeveyn tutumu hatalı olduğunda ergenlik belirtileri daha olumsuz ve şiddetli geçirilebiliyor. Depresyon riski artıyor, özgüven zedeleniyor. Genç ailesinden göremediği ilgi ve desteği akranlarında ve riskli arkadaşlıklarda arıyor. Akademik başarı düşüyor, olumsuz alışkanlıklara yönelim artıyor. Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Ve Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Baskıcı – Otoriter Olduğunda Gençte Pasif Agresif Davranışlar Gelişiyor

Baskıcı Otoriter tutumda ebeveynlerin iletişim tarzı çoğunlukla güç odaklı oluyor. Aile otoriter, baskıcı ve cezalandırıcı tavırlarıyla gencin korkmasına ve geri çekilmesine neden oluyor. Böyle bir aile ortamında genç duygu ve düşüncelerini ailesiyle paylaşmaya çekiniyor. Kimi zaman ebeveynlerin ikisi birden veya birisi daha baskıcı olabiliyor.

Erkeğin baskın olduğu ailelerde çocuk kadar kadın da otorite figüründen çekinebiliyor. Bu durum otoriteye boyun eğmeye neden oluyor. Kendini ifade edemeyen duygu, düşünce ve isteklerini doğrudan paylaşamayan gençte pasif agresif davranışlar gelişiyor. Kimi zamansa genç ailede gördüğü otorite ve baskıcı tavırları kendi akran ilişkilerine ve romantik ilişkilerine yansıtıyor. Ergenlikte ebeveyn tutumu baskıcı otoriter olduğunda gençlerde akademik başarı büyük olasılıkla düşüyor.

Ergenin özsaygısı ve özgüveni azalıyor. İletişim becerileri ve sosyal beceriler gelişmiyor. Genç kariyerinde de kendini geliştirmekte zorlanıyor. Bu gençler çoğunlukla ailenin karar verdiği mesleğe yöneliyor. Hayatlarındaki pek çok konuda da ailelerinin kararları belirleyici oluyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Aşırı Hoşgörülü ve Gevşek Olduğunda Genç Çocukluk Rolünü Bırakamıyor

Aşırı Hoşgörülü- Gevşek ebeveyn tutumunda ise çocuk ailenin merkezine konuluyor. Çocuğun her istediği gerçekleştiriliyor, kurallar çocuk tarafından şekilleniyor ve neredeyse sınırlar ortadan kalkıyor. Sorumluluk verilmeyen, her ihtiyaçları aile tarafından karşılanan bireyler gelişiyor. Bu çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de çocukluk rollerini bırakamıyorlar.

Almaları gereken gelişimsel rollerin gerekliliklerini karşılamakta zorluk yaşıyorlar. Bu tarz ebeveyn tutumuyla yetişen çocuklar ailenin ilgisini, aşırı hoşgörüsünü ve koşulsuz kabulünü herkesten bekliyor. Ergenlikte genç, öğretmen, yönetici gibi diğer yetişkinlerden ve akranlardan aynı davranışı göremediğinde kırıklık yaşıyor. Genç yeni rollerine adapte olmakta güçlük yaşıyor, bağımsız hareket edemiyor, bireyselliğini kazanamıyor. Ailenin maddi, manevi ve fiziki desteğine ihtiyaç duyuyor.

Karşılaştığı sorun ve aksaklıklarda ailenin yardımına ihtiyaç duyuyor. İşleri kendi halletmeye çalışmak yerine ilk iş yardım çağrısında bulunuyor. Bu kişilerin yetişkin hayatta da problem çözme becerileri gelişmiyor. Kaldıramayacakları sorumlulukları alamıyor ve sorumluluklardan çekiniyorlar. Bu kişileri iş hayatında da yüksek kademelerde görebilmek mümkün olmuyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Tutarsız Olduğunda Genç Duygularını Düzenlemekte Güçlük Yaşıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu tutarsız olduğundaysa ebeveynlerden biri veya ikisi duygu, düşünce ve davranışlarında tutarsızlık yaşıyor. Bir ebeveynin evet dediğine diğeri hayır diyebiliyor. Veya bu ebeveynler bir gün çocukla çok ilgiliyken başka bir gün oldukça ilgisiz davranabiliyorlar. Bir gün evet denilen ertesi gün hayır olabiliyor. Bir kez sevecen ve hoşgörü ile karşılanan durum başka bir sefer olumsuz karşılanabiliyor.

Bu da gencin ailesine ve ailesinin davranışlarına olan güvenini sarsıyor. Neye nasıl yanıt vereceklerini kestiremiyor olmak gencin aileyle olan iletişimini bir stres faktörü haline getiriyor. Genç ailede gördüğü bu tutarsızlığı kendi bireysel yaşamında tekrar edebiliyor. Arkadaşlık ilişkilerinde bir ilgili bir ilgisiz tavırlar görülebiliyor. Derslerinde ve sorumluluklarında bir gün çok disiplinli ve ilgili olan çocuk başa sefer sorumsuz olabiliyor.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Mükemmeliyetçi Olduğunda Genç Daha Kaygılı Bir Birey Oluyor

Mükemmeliyetçi tutum sergileyen ebeveynler çoğunlukla gerçekdışı ve potansiyelin üzerinde beklentileri olan ebeveynler oluyor. Bu ebeveynlerde çoğunlukla kusurlara tolorans düşük oluyor. Ailenin çocuğa yönelik sevgi paylaşımı da koşullu oluyor. Sevgi ve ilgi için sorumlulukların yerine getirilmesi, başarılı olunması gerekiyor. Genç ailenin beklentilerini karşılayamadığında onların sevgisini kaybetme endişesi duyuyor. Genç mükemmellikten uzaklaştıkça yaşadığı kaygı ve stres azalıyor.

Sosyal anksiyete, sınav kaygısı, akademik başarısızlık, olumsuz beden algısı, depresyon ve benzeri gelişme olasılığı artıyor. Sınav Kaygısı Gençlerde Neden Oluşuyor? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu İhmalkar Olduğunda Gencin Özsaygısı Azalıyor

Ergenlikte ebeveyn tutumu ihmalkar olduğunda ise genç aile içerisinde kendini değersiz görüyor. Ailenin ihmal ettiği temel ihtiyaçlar gencin gelecek kaygısı geliştirmesine, özgüven kazanamamasına neden oluyor. Gençler riskli davranışlara, kötü alışkanlıklara, olumsuz arkadaşlıklara bu tarz ailelerde daha çok yöneliyor. Başarılı Bir Kariyer İçin Çocuk, Ergen ve Yetişkinlerde Duygu Düzenleme (Regülasyon) ve Mutlu Aileler Başarılı Çocuklar Yetiştiriyor! yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

Read More

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek özellikle her iki ebeveyn birden çalışıyorsa çok daha önemli bir ihtiyaç haline geliyor. Çalışan ebeveyn olmak günümüzde hem anneleri hem de babaları içine alan bir rol. Özellikle büyük şehirlerde her iki ebeveynin de çalışması gerekiyor. Çocuklara daha nitelikli bir gelecek sunabilmek için anneler de babalar da iş hayatında varlık sürdürüyor.

Kadınlar doğum sonrası kısa sürece işe geri dönmek durumunda kalıyor. İş hayatına ara vermek özellikle rekabetin yoğun olduğu popüler sektörlerde işe geri dönüş şansını zorlaştırıyor. Dolayısıyla çocuk sahibi olmakla ebeveynler hem anne, baba hem iş insanı hem eş hem de birey olarak rollerini devam ettiriyor.

Bu kadar fazla ana rolü bir arada üstlenmek ve her rolü layığıyla yapmayı istemek bireyin stres yaşamasına ve yetersizlik hissetmesine neden olabiliyor. Zaman yönetimi ve stresle başa çıkmak zorlaşabiliyor. Çoğunlukla da çalışan ebeveyn çocuğunu ihmal ettiğini, onunla geçirebileceği zamandan çaldığını düşünerek suçluluk duyuyor.

Suçluluk duygusu ise bireyin rolleri arasındaki adil ve yeterli dağılımı yapıp dengeyi bulmasını zorlaştırıyor. Çocuğuna daha fazla zaman ayırmak için ebeveyn mesleki rolünü, eş rolünü veya bireysel ihtiyaçlarını ihmal edebiliyor. Bu da kişinin yaşam doyumunu, motivasyonunu olumsuz etkileyebiliyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek Neden Önemli?

Aslında yapılan çalışmalar çalışan ebeveyn olmanın çocuğun gelişimine zararı olmadığını destekliyor. Çalışan ebeveynlerin çocukları duygusal, fiziksel, bilişsel ve sosyal açıdan gelişimsel bir sorun yaşamıyor. Ancak ebeveynin kendi değerlendirmesi ve büyük ölçüde toplumun da baskısı yetersizlik ve suçluluk duygularını tetikliyor. Bir ebeveyn çalışsın ya da çalışmasın çocuğun ebeveyninden beklentisi hiç değişmiyor.

Çocuk için önemli olan ebeveyniyle uzun süre vakit geçirmesi değil kaliteli vakit geçirmesi oluyor. Ebeveynler çoğunlukla tüm gün ayrı kalmanın üzüntüsü ile iş sonrası vakitlerini tamamen çocuğa ayırıyor. Ancak iş sonrası evde bekleyen başka sorumluluklar da oluyor. Ya da bütün bir günün yorgunluğu ile yetişkinin dinlenme ihtiyacı da açığa çıkıyor. Dolayısıyla ebeveyn sorumlulukları, duyguları ve ihtiyaçları arasında sıkışıp kalıyor.

Ebeveyn fiziken çocuğa vakit ayırmaya çalışırken zihnen diğer işleri nasıl organize edeceğini düşünebiliyor. Ebeveynin yaşadığı bu karmaşa çocuk tarafından hemen algılanıyor. Dolayısıyla ebeveynle çocuk bir arada ama yetersiz ve kalitesiz zaman geçiriyor. Çocuklar için de durum çok farklı değil. Bütün bir gün anne babasının özlemini duyan ve işten dönüşlerini dört gözle bekleyen çocuk umduğunu bulamıyor.

Çocuk ebeveyniyle kaliteli zaman geçirmek istiyor. Birlikte sohbet ederken, oyun oynarken kendisi kadar ebeveyninin de keyif almasını arzu ediyor. Anda kalmakta zorlanan, zihni yarının işleriyle veya günün yorgunluğu ve stresiyle dolu olan ebeveyn oyundan çocuğun beklediği hazzı alamıyor. Dolayısıyla ebeveyn çocuğuna bütün bir akşamını da ayırsa bu çocuklarla kaliteli zaman geçirmek olmuyor.

Çocuk ebeveyninin sesinden, beden dilinden, sözsüz mesajlarından “şimdi ve burada seninleyim”, “birlikte zaman geçirmek benim için de çok keyifli” hissini alamıyor. Burada da karşımıza önemli bir ihtiyaç olarak çocukla ebeveynin kaliteli zaman geçirmesi gerekliliği çıkıyor.

2 kalitesiz saat yerine tamamen çocuğa ayrılan 30 dakika ayrı geçen bir güne değebiliyor. Böylece hem çocuk mutlu oluyor hem ebeveyn kendini çok daha iyi hissediyor. Zamanı yönetmekte kolaylaşıyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek için Ebeveynlere Öneriler

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için ebeveynlerin öncelikle rollerinin önem ve ağırlık derecesini belirlemesi gerekiyor. İyi bir zaman yönetimi geliştirmek, yönetsel planlama becerisi kazanmak gerekiyor. Ebeveynin iş planını, özel hayatını, bireysel ihtiyaçlarını ve çocuğuyla geçireceği zamanı iyi dengeleyebilmesi gerekiyor. Öyle bir denge kurulmalı ki hiçbir ihtiyaç birbirinin zamanına karışmamalı. Burada da karşımıza ebeveynin uygulaması gereken birkaç method çıkıyor.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek İçin Sınırları İyi Belirlemek Gerekiyor

Ebeveynler bazen karakteristik özellikleri bazen de mesleklerinin veya işverenlerinin beklentileri gereği yoğun tempoda çalışabiliyor. İşini işte bırakamayan, hayatının merkezine koyan, gereğinden fazla sorumluluk üstlenen bireylerin dolayısıyla zaman yönetimi zorlaşıyor. Eve iş getiren veya eve iş stresini getiren ebeveyn evde rahatlayamıyor ve diğer rollerine de yoğunlaşamıyor. Dolayısıyla da çocuklarla kaliteli zaman geçirmek zorlaşıyor. Oysa ebeveynlik rolüne hazırlanan bir bireyin mutlaka rollerinin arasına sınırlar çizmesi gerekiyor.

İşi mesai saatleri içerisinde tamamlayacak şekilde organize etmek, eve iş getirmemek gerekiyor. Bazı işlerde çalışma şartları bunu gerektirebiliyor. Eğer temponuz ebeveynlik rolünüzü gereğinden fazla etkiliyorsa iş değişikliği değerlendirilebilir. Mümkünse işten eve dönüldüğünde çocukla etkin zaman geçirip, özlem giderdikten sonra işe tekrar zaman ayrılabilir. Yine mümkünse işle ilgili konular çocuk uyuduktan sonraya bırakılabilir.

Zamanı İyi Organize Etmeli Evdeki Diğer Bireylerle İş Bölümü Planlamalısınız

Özellikle her iki ebeveyninde çalıştığı ailelerde ebeveynlerin rolleri daha da ağırlaşabilmektedir. İşten eve dönen anne babayı evde sadece çocuk değil evin diğer tüm sorumlulukları da karşılıyor. Yemek, temizlik, ütü, bulaşık ve benzeri rutin ev işleri.. Evin temizliği, düzeni, yemeği konusunda tek sorumluluğun kadında olması kadının yükünü dayanılmaz artırıyor.

Bu durumda her yere yetmeye çalışan ama hiçbir yere yeterince yetemediğini düşünen bir kadınla karşılaşıyoruz. Kadının üzerindeki evle ilgili sorumlulukların diğer eş veya başka biri tarafından hafifletilmesi gerekiyor. Adil bir iş bölümü ile kadının rollerindeki denge sağlanabiliyor.

Aynı şekilde çocuğun bakımından da tek bir ebeveyn sorumlu olmamalı. Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek ve çocuğun rutinine uyabilmek için her iki ebeveynin de sorumluluk alması gerekiyor. Adil iş bölümü ve iyi bir zaman yönetimi ile ebeveynler duygusal ve fiziksel olarak rahatlıyor. İşine, çocuğuna, eşine ve kendine zaman ayırabilen birey yetersizlik hissinden uzaklaşıyor, deşarj oluyor, iyi hissediyor.

Mükemmeliyetçi Ebeveynler Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirebilmek için Beklentilerini Esnetmeli

Hem çalışan bir ebeveyn olmak hem de her şeyi mükemmel yapmak oldukça zor. Kıyafetlerim ütülü, kirli sepetim her daim boş, ev mütemadiyen tertemiz ve sofrada çeşit çeşit yemek olsun isteyebilirsiniz.

Çocuk olana kadar bu standardınızı bozmadan devam edebilmiş de olabilirsiniz. Fakat artık hayatınızda bambaşka bir rolünüz var. Siz topladığınızda dağıtan, siz temizlediğinizde döküp saçan bir çocuk. Çok yorulup dinlenmek istediğinizde ilgi ve oyun bekleyen bir çocuk. Siz ne kadar yıkayıp ütüleseniz de 5 dakikada kıyafetini değiştirmeniz gerekecek duruma getirebilen bir çocuk. Tüm bunlar çok doğal, çünkü o bir çocuk.

Dağıtarak, döküp saçarak, düşüp kalkarak büyüyor. Kirleniyor çünkü yeni deneyimler elde ediyor. Bu doğal davranışlara uyum gösterebilmek ve kendinizi gereğinden fazla yormamak için sizin de esnemeniz gerekiyor.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çocuğunuz büyüyene kadar evin biraz dağınık kalmasını tolere edebilirsiniz. Ona oyun oynayabileceği bir köşe ayırabilirsiniz. O dağıttıkça toplamak yerine çocuğunuz uyuduktan sonra toplayabilirsiniz. Temizliğinizi ne sıklıkla yapıyorsanız sıklığını biraz daha düşürebilirsiniz. Kolay temizlenebilen eşyalar seçebilirsiniz. Çocuğunuzun evde giydiği kıyafetleri ütülemekle uğraşmayabilirsiniz. Sizi en çok yoran, strese sokan, enerjinizi ve zamanınızı çalan mükemmeliyetçi beklentilerinizi belirleyip esnetmeyi deneyebilirsiniz.

Yemeklerinizin çeşidini azaltabilir, öğünlerinize daha aperatif ve kolay alternatifler ekleyebilirsiniz. Böylece arta kalan enerjinizi ve zamanınızı kendinize, eşinize veya çocuğunuza ayırabilirsiniz.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek için Evdeki Sorumluluklarınızı Oyuna Çevirebilirsiniz

Ev içerisinde zaman ayırmanız gereken sorumluluklarınıza çocuğunuzu da dahil edebilirsiniz. Ona sizinle birlikte olabileceği ve sorumluluk alabileceği yaşıyla uyumlu görevler verebilirsiniz. Siz iş yaparken ona yanınızda oyalanabileceği oyuncaklar, aktiviteler verebilirsiniz. Böylece bir aradayken farklı şeylerle uğraşsanız da sohbet edebilir zaman paylaşımınızı artırabilirsiniz. Özellikle size yardım ediyorsa çocuğunuzda faydalı olmaktan ve bir yetişkin sorumluluğunu yerine getirmekten keyif alacaktır.

Yetersiz Zamanı Müsamaha ve Abartılı Hediyelerle Doldurmaktan Kaçının

Çalışıyor olmanız çocuğunuza daha fazla müsamaha göstermeniz onu hediyelere boğmanız anlamına gelmemeli. Hem duygusal gelişimi hem de sınırlarınızı koruyabilmek adına çocuğunuza karşı tutarlı ve dengeli olmalısınız. Cevabı hayır olması gereken bir konu çalışmanız veya çocuğa zaman ayıramamanız nedeniyle Evet olmamalı. Abartılı hediyeler ile çocuğa ayrılamayan zamanın yarattığı boşluk maddiyatla doldurulmamalı. Bunun yerine çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çaba sarf edilmelidir.

Unutulmamalı ki çocuğa az zaman ayırmak çocuğu ihmal etmek veya sevgisiz bırakmak değildir. Tüm gün evde olmanız veya tüm gün çocuğunuzla olmanız da kaliteli zaman geçirmiş olmak için yeterli değil. Önemli olan çocuğunuza ayırdığınız zamanı, süresi ne kadar olursa olsun doya doya, yaşaya yaşaya geçirmeniz.

Çocuğunuzla Her Gün Az da Olsa Düzenli ve Nitelikli Zaman Geçirmeye Özen Gösterin

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için çocuğunuzun yaşına uygun aktiviteler yapabilir, oyun oynayabilir, sohbet edebilirsiniz. Birbirinizin gününü sorabilir, neler yaptığınızı paylaşıp onun gününü dinleyebilirsiniz. Kitap okuyabilir, yaratıcı etkinlikler yapabilirsiniz. Hayallerini, hedeflerini dinleyebilirsiniz. Aslında geçireceğiniz zamanı nasıl dolduracağınız çocuğunuzun ve sizin ilgi alanlarınıza, çocuğun yaşına göre değişiklik gösterecektir.

Her gün düzenli ve nitelikli olacak şekilde az da olsa sadece çocuğunuza odaklanarak zaman ayırmalısınız. Mümkünse hafta tatillerinde daha uzun soluklu aktiviteler yapabilirsiniz. Bunları sağladığınızda hem siz hem çocuğunuz daha mutlu olacaksınız. Hissettiğiniz olumsuz duygu ve kaygılar azalacak. Stresiniz yatışacak ve yaşadığınız pek çok an çok daha keyifli olacak.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için gösterdiğiniz çaba bir süre sonra rutine dönecek. Hem çocuk için hem sizin için birlikte geçireceğiniz zaman daha heyecanla ve arzuyla bekleniyor olacak. Sizin olumsuz duygularınız ne kadar azalıyorsa çocuğunuzun da olumlu duyguları o kadar artacak. Çocuğunuzda sizinle yeterli zaman geçiremiyor olmasından kaynaklanan sorunlar gözlemliyor olabilirsiniz.

Öfke, tikler, uyku problemi, iştah sorunları, davranış bozuklukları ve benzeri varsa bunlarda da azalma görülecektir.

Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek Sorunları Çözmüyorsa Profesyonel Desteğe Başvurulmalıdır

Çalışan ebeveynler çoğunlukla çocuklarında görülen davranış farklılıklarının nedeni olarak yeterli zaman ayıramamalarını görebilmektedir. Ancak bazen sorun öngördüğünüzden çok daha farklı bir nedenle gelişmiş olabilir. Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek için önerilerimizi denediğiniz halde başarılı olamıyorsanız profesyonel destek alabilirsiniz.

Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızın yaşam kalitesini ve doyumunu artırmayı hedefliyoruz. Danışanın ihtiyacını tespit ettikten sonra yaşı ve ihtiyacına uygun çalışma yöntemimizi belirliyoruz. Oyun terapisi, aile danışmanlığı, kariyer danışmanlığı, bireysel terapi çalışmalarımıza danışanlarımıza destek oluyoruz.

Çocuklarla kaliteli zaman geçirmek kadar ebeveynin iyi bir gözlemci olması ve olası çocukluk problemlerini fark edebiliyor olması önemli. Çocukluk Depresyonu İhmal Edilmemeli! Ve Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Read More

Olumsuz beden algısı diğer adıyla beden dismorfobisi dijitalleşme ve sosyal medya etkisiyle daha sık görülüyor. Artık herkes birbirinin görünüşünü, nasıl beslendiğini, bakım rutinini, kullandığı ürünleri biliyor. Toplumun güzellik algısı, güzelliğe yönelik beklentiler ile olumsuz beden imgesi artıyor.

Bedene yönelik olumsuz değerlendirmeler çoğunlukla ergenlikte başlıyor. Gencim bu dönemde hızla değişen bedeni, hormonal farklılıklar ve akran ilişkilerinin önemli hale gelmesi olumsuz algıyı perçinliyor. Genç adeta girdiği her ortamda kendini sahne ışıkları altında hissediyor. Tüm gözlerin kendisinde olduğunu ve bedeninde kusur olarak gördüğü farklılıkların diğerleri tarafından beğenilmediğini düşünebiliyor. Bu olumsuz algıyı çocuğun yetiştirilme tarzı, özgüveni, benlik değeri belirliyor.

Beden dismorfobisi sadece ergenlerde de görülmüyor; çocuk ve yetişkinlerde de sıklıkla karşımıza çıkıyor. Estetik uygulamaların artması, sosyal medyada kullanılan güzellik filtreleri, zayıflığın popülerleştirilmesi bireylerin beden imgesini olumsuz etkiliyor. Bugün maddi güce sahip pek çok birey bedeninde veya yüzünde estetik değişikliklere gidiyor.

Sıklıkla rahatsızlık duyulan ve değiştirilmek veya gizlenmek istenen beden bölgeleri yaşlara göre farklılık gösteriyor. Bireyler çoğunlukla ciltlerinden, saçlarından, burun ve dudaklarından, dişlerinden ve kaş şekillerinden rahatsızlık duyuyor. Çene, yanaklar, kalça, basenler ve göğüsler de bu listede yerini alıyor. Olumsuz beden algısı kişinin vücut kusurlarını abartılı şekilde değerlendirmesi, kendilik değerini kusurları üzerinden derecelendirmesiyle gelişiyor.

Olumsuz Beden Algısı Neden ve Nasıl Gelişiyor?

Bireyler kusursuz güzelliğin olağan olduğunu, kusurların dikkat çekici ve olumsuz değerlendirilmeye neden olacağını düşünüyor. Her yaştan birey aşırı spor veya diyet yapıyor. Başarısız olunduğunda ilaç kullanabiliyor, kilo vermek için ağır operasyonlara girebiliyorlar. Estetik yaptırmaktan çekinenler ise aşırı makyaj yapabiliyor, peruk, korse, takma tırnak, kirpik kullanabiliyorlar. Fotoğraflara photoshop yapmak ve güzellik filtreleri kullanmakta oldukça yaygın.

Tüm bunları toplumun büyük bir kesimi artık yapıyor. Hepsinin olumsuz beden algısı olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak kişinin bedeniyle ilgili olumsuz düşünceleri yaşamını ve davranışlarını büyük ölçüde etkiliyorsa teşhis için önemli. Birey günün büyük bölümünü ayna karşısında, görünüşüyle ilgilenerek veya görünüşünü düşünerek geçiriyorsa risk artıyor.

Medya, Sosyal Ağ Hesapları ve Moda Olumsuz Beden Algısı Gelişimini Etkiliyor

Güzellik vurgusu her dönem ve neredeyse her yıl farklılık gösteriyor. Moda gibi güzellik beklentisi de yıldan yıla değişiyor. Yeşilçam’ın beğenilen filmlerine baktığımızda o günün giyim kuşamı, saç şekli, makyajı, vücut şekilleri bugünden oldukça farklı. Yeşilçam’da hafif kilolu bir aktrist beğeni toplarken bugün neredeyse kilolu kadınlar başrol oynayamıyor.

Reklamlar, dergiler, billboardlar, film ve diziler güzellik vurgusu ile dolu. Her daim makyajlı, her daim yapılı saçlar ve bakımlı kadınlar görüyoruz. Ev haliyle dahi karşımızda çok şık hanımlar ve beyler görüyoruz. Oysa bir çocuk, genç için aile, öğretmen, akran ne kadar rol model oluşturuyorsa televizyon, sosyal medyada rol modeller teşkil ediyor.

Çocuk veya genç beğendiği, hayranlık duyduğu ünlü simaları ekran karşısında da model alabiliyor. Beğendiği kişilerin kişisel sosyal medya hesaplarını takip edip onların yaşantılarını örnek alabiliyor.

Güzellik algısı dönemden döneme değişiklik gösterdiği gibi kültürden kültüre de farklılaşıyor. Sıklıkla kusursuz yüzlere, dişlere, kaşlara, incecik bedenlere maruz kalıyoruz.  Adeta kalemle çizilmiş algısı yaratan bir güzellik var medyada. Dolayısıyla toplumun beğeniyle baktığı bu bedenler, örnek oluşturuyor. Toplumun güzellik dayatması, akran baskısı, olumsuz aile ortamı olumsuz beden algısı gelişmesini destekliyor.

Moda da beden algısını etkilemektedir. Her bedene uygun kıyafet ne yazık ki bulabilmek kolay değildir. Online alışverişin artığı günümüzde kataloglarda kusursuz kadın ve erkeklerin yer alması insanların giydiklerini kendilerine yakıştıramamasına neden olmaktadır.

Kadınlarda olumsuz beden algısı daha yüksektir. Bunun önemli bir nedeni toplumun kadına yönelik güzellik dayatmasının daha fazla olmasıdır.

Akran Değerlendirmesi Olumsuz Beden Algısı Gelişimini Etkiliyor

Ergenler için akran ilişkileri önemlidir. Akran grubuna dahil olmak, arkadaşlar tarafından beğenilen ve aranılan kişi olmak gencin arzusudur. Bu dönemde arkadaşları tarafından kabul edilmek isteyen genç zorbalığa uğrar ve dışlanırsa beden imgesi olumsuz etkilenir. Gencin bedenine yönelik alay, kıyaslama, eleştiri genci bedeninden memnun olmamaya itebilir.

Sosyal medyada da bireyler özellikle gençler toplumsal beden algılarına yönelik olumlu veya olumsuz değerlendirme geliştirebilir. Paylaşılan fotoğrafların beğeni oranı gencin kendini diğerleriyle kıyaslamasına neden olabilmektedir.

Diğerlerinin Beden Dili ve Sözsüz Mesajları da Olumsuz Beden İmgesi Gelişimini Tetiklemektedir

Olumsuz beden algısı diğerlerinin beden dili ve sözsüz mesajlarıyla da gelişebilmektedir. Akran grubunda beğenilenlere iltifat edilmesi, üzerindekileri nereden aldığının sorulması, romantik teklifte bulunulması kıyasa neden olur. Kişi kendisine gelmeyen iltifatlardan, romantik tekliflerin olmayışından veya azlığından beğenilmediğini düşünür. Bu kıyaslama kişinin kendisini beğenilen diğer kişilere benzetmeye, onları model almaya yönlendirir. Eğer bu mümkün değilse kişi içe kapanır.

Aile ve Arkadaşların Olumsuz Değerlendirme İçeren Lakapları da Riski Artırıyor

Aile içerisinde kişinin bedenine yönelik imalar, alaylar ve takılan lakaplar olumsuz beden imgesi geliştiriyor. Ailenin sevgi ifadesi olarak kullandığını düşündüğü beden algısına yönelik sıfatlar, kişinin olumsuz beden farkındalığını artırır. Akranların da aileyle benzer ifadeleri kullanması olumsuz beden algısı gelişimini pekiştirir.

Ailenin çocuğun kilosunu, görünüşünü, boyunu ve benzeri sorun haline getirmesi bu konuda gence sık sık geribildirimde bulunması da riski artırır. Genç ailesi tarafından dahi bedensel farklılıklarının kabul görmediğini düşünür. Bedensel farklılıkların aile tarafından sevilmeyen başkalarına benzetilmesi de çocuğu kırıklığa uğratır. “Burnun baba tarafına çekmiş, gözlerin bize çekmiş.” Annenin baba tarafıyla iletişim aksaklıkları varsa çocuk için burnu güzel dahi olsa olumsuz algılanabiliyor.

Görünüşü Nedeniyle Sevildiğini Düşünen Kişilerde de Olumsuz Beden Algısı Gelişiyor

Olumsuz beden algısı sadece kusurları olan kişilerde görülür gibi düşünülebilmektedir. Ancak çoğunluğun beğendiği, hayranlık duyduğu kişilerde de toplumun ilgisiyle orantılı şekilde olumsuz algı gelişebiliyor. Dış görünüşüyle önemli olan bir manken, oyuncu eskisi kadar popüler olmadığında neden olarak görünüşünü görüyor. Bu da kişinin ne kadar güzel, alımlı olursa olsun değişen güzellik beklentisine ve modaya uyum sağlama gerekliliğini doğuruyor.

Olumsuz Beden Algısı Başarıyı da Olumsuz Etkiliyor

Olumsuz beden algısı geliştiren bir birey zamanının büyük çoğunluğunu bedeniyle meşgul olarak geçirebilir. Bu da ders çalışırken kolayca dikkatinin dağılmasına ve zamanı verimli kullanamamasına neden olabilir. Sosyal medyayı kullanan veya akranlarıyla sık sık bir arada olan bir kişi yaptığı kıyaslamalarla veya aldığı sözsüz mesajlarla kolayca demoralize olabilir. Üzüntü hali başarıyı olumsuz etkileyebilir.

Bedeniyle ilgili yoğun olumsuz düşüncelere sahip bir birey toplum içerisinde bulunmaktan kaçınabilir. Okula gitmemek için bahaneler bulabilir. İş bulmakta veya işi sürdürmekte zorlanabilir. Kariyerinde görünüşüyle ilgili kaygıları nedeniyle kendini gösterecek adımlar atmaktan çekinebilir. Bir öğrenci derste söz almaktan, tahtaya çıkmaktan çekinebilir. Bedenin ön planda olacağı sporlardan veya sahne sanatlarından kaçınabilir.

Alay edileceği düşüncesiyle fotoğraf, video çekilmekten kaçınabilir. Sosyal etkinliklere, gruplara katılmaktan kaçınabilir. Zaman yönetimi, dikkat, sosyal iletişim becerileri ve elbette özgüven başarıyı doğrudan etkiliyor. Olumsuz beden algısı geliştiren bireyler bu eksiklikler nedeniyle başarı elde etmekte zorlanabiliyor. Öyle ki bireyin görünüşü seçtiği okulu, bölümü, mesleği dahi etkileyebiliyor.

Olumsuz Beden Algısı Yaşıyorsanız Profesyonel Destek Almayı İhmal Etmeyin

  • Sürekli estetik yaptırıyor, klinikten kliniğe, doktordan doktora dolaşıyor ama asla kendinizi yeterince güzel hissetmiyorsanız,
  • Bedeninizi diğerleriyle sıklıkla kıyaslıyorsanız. Sevilme veya sevilmeme nedeni olarak dış görünüşünüzü görüyorsanız,
  • Ayna karşısında gereğinden fazla zaman geçiriyor, kendinize hiçbir şeyi yakıştıramıyorsanız.
  • Çevrenizle iletişiminiz ve etkileşiminiz görünüşünüz nedeniyle azaldıysa,
  • Sık sık çevrenizden görünüşünüzle ilgili onay almak istiyor ve bekliyorsanız,
  • Abartılı bakım, diyet yapıyor, ufak kilo geçişlerini gereğinden fazla dert ediyorsanız, görünüşünüz kaynaklı akademik başarınız veya kariyeriniz olumsuz etkileniyorsa bir uzmanla görüşerek üzerinizdeki bu baskıyı hafifletebilirsiniz.

Olumsuz beden algısı psikoterapi ve gerektiğinde ilaç desteği ile tedavi edilebilen bir psikolojik rahatsızlıktır. İhmal edildiğinde kişinin yaşam kalitesini, sosyal ilişkilerini, romantik ilişkilerini, öz değerini ve özgüvenini olumsuz etkilemektedir. Akademik başarı ve kariyer olumsuz etkilenebilmektedir.

Olumsuz beden imgesi kontrolsüz ilerlediğinde diğer psikolojik hastalıklara da zemin oluşturabilmektedir. Yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozuklukları gibi. İntihar veya hayati risk taşıyan yetersiz beslenme, riskli operasyon ve benzeri de kişinin sağlığını olumsuz etkileyebilmektedir.

Olumsuz beden algısı ve başarısızlıkla alakalı olabilecek Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir. LGS’ye Hazırlık Sürecinde Akran Zorbalığı Akademik Başarıyı Düşürüyor: Aileler Ne Yapmalı?. Kariyer Seçmeden Önce Özgüven Eksikliği ile Mücadele! yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Read More

Çocukluk depresyonu kolay fark edilmediği için çoğunlukla ihmal edilebilmektedir. Aileler çocuğun depresyona yönelik belirtilerini mizaç özelliği, kıskançlık ya da hırçınlık olarak nitelendirebilmektedir. Oysa tıpkı ergenler ve yetişkinler gibi çocuklarda da depresyon görülebilmektedir. Ailenin depresyon belirtilerini gözden kaçırmaması ve erken tanı ve tedavi için farkındalıklı olması gerekir.

Depresyon bebeklikte farlı, erken çocuklukta, çocuklukta ve ergenlikte farklı yoğunluk ve belirtilerde kendini gösterebilmektedir. Depresyon ailenin genetik mirasında varsa çocukta depresyon görülme olasılığı artıyor. Stres altında bulunan veya kayıp yaşayan çocuklar depresyon belirtileri daha kolay gösterebilir. Dikkat, öğrenme, davranış veya anksiyete bozukluğu olan çocukların depresyona yakalanma riski daha fazladır.

Çocuklarda Regresyon ve Nedenleri, Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri ve Boşanmış Ailede Çocuk Olmak yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocukluk Depresyonu Nedenleri?

Çocukluk depresyonu ne kadar erken dönemde belirti verirse genetik faktörlerin etkisi o kadar fazla olmaktadır. Çocuklukta başlayan ve zamanında tedavi edilmeyen depresyon ilerleyen yaşlarda da devam etmektedir. Süre uzadıkça görülen belirtiler de artmakta ve yoğunlaşmaktadır. Fark edilmeyen çocukluk çağı depresyonu çocuğun duygusal, fiziksel, sosyal ve bilişsel gelişimine zarar vermektedir. Çocukta özgüven kaybı, içe kapanıklık, olumsuz duygu ve düşünceler artarak gelişmektedir.

Depresyon nedeniyle çocukta sosyal beceri eksikliği, anksiyete ve korkular baş gösterebilmektedir. Bu nedenle çocukluk depresyonunun erken fark edilmesi açısında anne-baba ve öğretmenlere büyük görevler düşmektedir. Özellikle çocuğun depresyon geliştirmesine neden olacak tetikleyici yaşam olayları söz konusu ise;

  • travmatik yaşam olayları,
  • erken dönemde anneden ayrılık,
  • Anne ile güvensiz bağlanma,
  • Aile içi şiddet,
  • anne-baba ayrılığı,
  • hatalı ebeveyn tutumları,
  • performansa yönelik gerçekdışı ebeveyn beklentileri,
  • uzun süreli, hastaneye de yatış gerektirebilen hastalık (çocuk kendisi hasta olabilir veya sevdiği bir aile bireyi de hasta olabilir)
  • yeni bir kardeş,
  • okula başlangıç,
  • sevilen birinin kaybı,
  • taşınma, şehir-yer değişikliği,
  • okul değişikliği gibi mutlaka çocuğa profesyonel destek sunulmalıdır.

Çocukluk Depresyonu Belirtileri Nelerdir?

Çocukluk depresyonu belirtileri aileler tarafından sıklıkla yanlış yorumlanabilmektedir. Çocuğun mizaç özelliği, şımarıklığı, hırçınlığı veya kıskançlığı olarak değerlendirilmektedir. Özellikle her iki ebeveynin çalıştığı ve çocuğun bir başkası tarafından bakıldığı durumlarda depresyon gözden kaçabilmektedir. Çocuklarda depresyon belirtileri sıklıkla aşağıda şekillerde kendini göstermektedir. Çocukların %3’ü ergenlerin ise %5-10’u depresyon belirtileri gösterebilmektedir.

  • Kolayca ağlama,
  • Uyku düzeninde bozukluk; zor uyuma, kolay uyanma veya sürekli uyuklama, uyumak isteme ve uzun süre uyuma görülebilir,
  • Kilo kaybı, iştahsızlık görülebilir. Ancak çocuklarda kilo kaybından ziyade gelişim ayına göre yeterli kilo almamada belirti kabul edilir.
  • Huysuzluk, hırçınlık,
  • İlgilerinde azalma, oyuncaklarına eskiden sevdiği şeylere ilgi göstermeme,
  • Kurallara karşı çıkma, bilinçli olarak uymama görülebilir,
  • Göz teması azalabilir, aileyle fiziksel temas azalabilir,
  • Sindirim sorunları, kabızlık, gaz problemleri yaşanabilir,
  • Suçluluk duyguları artabilir, çocuk kendisiyle ilgili olmayan konularda da kendisinde suç, kusur arayabilir,
  • Arkadaşlarıyla görüşmek istemeyebilir, oyunlara dahil olmak istemeyebilir,
  • Dikkati sürdürmekte ve odaklamakta güçlük yaşayabilir,
  • Öz değer algısı düşüktür, sevilmediğini ve sevgiyi hak etmediğini düşünebilir,
  • Öğrenme güçlüğü yaşayabilir,
  • Özgüven eksikliği yüksek olasılıkla görülmektedir,
  • Okul başarısızlığı görülebilir,
  • Performans gerektiren konularda aşırı, heyecan, stres, kaygı yaşayabilir,
  • Yalnız olduğunu düşünebilir,
  • İstenmediğini düşünebilir,
  • Aşırı alıngan olabilir,
  • Mutsuz bir yüz ifadesi, yavaş ve coşkusuz hareketler görülebilir,
  • Daha az konuşabilir, temel ihtiyaçlar dışında iletişime girmeyebilir,
  • Öz bakımını ihmal edebilir,
  • İntihar veya ölüm hakkında sıklıkla düşünmeye başlayabilir.
  • Korkular geliştirebilir.

Tüm bunlar çocukluk depresyonu belirtilerine örnektir. İhmal edildiğinde çocukluk çağı depresyonu çocukta gerilemelere neden olabilmektedir. Bilişsel, duygusal, fiziksel ve sosyal gelişim yavaşlayabilir veya gerileyebilir. Akranlarının gösterdiği gelişim özellikleri depresif çocuklarda geriden gelebilir. (Geç yürüme, geç konuşma, tuvalet alışkanlığını geç kazanma gibi.)

Çocukluk Depresyonu için Aileler Ne Yapmalı?

Aileler çocukluk depresyonunu fark etmekte güçlük yaşayabilir. Ancak biricik çocuklarımızın başa çıkmakta zorlandığı bu durum ancak bizlerin farkındalığı ile çözülebilmektedir. Bu nedenle aile çocuğunun duygularına, davranış ve düşüncelerine karşı daha ilgili olmalıdır. Bu ilgiyi gösterebilmek için çocuğa etkin zaman ayırabilmek ve çocuğu gözlemlemek gerekmektedir. Ebeveynler çocukla gün içerisinde yeterince vakit geçirmelidir.

Birlikte oyun oynamak, sohbet etmek, etkinlik yapmak çocuk için değerlidir. Çocuk yalnız olmadığını, duygu ve düşüncelerinin ebeveynleri tarafından önemsendiğini hissetmelidir.

Ev içerisinde huzursuzluk varsa, eşler arası tartışmalar çocuğun önünde yaşanıyorsa çocuk için depresyon nedeni olabilmektedir. Aile çocuğun yanında mümkün olduğunca çocuğu korkutacak fiziksel veya sözel saldırılardan uzak olmalıdır. Aile çocuğun önünde bir sorun yaşadıysa barışma da çocuğun önünde yapılmalıdır. Çocuk böylece sorunların nasıl çözüldüğünü bilecektir. Aile gereğinden fazla çatışıyorsa, hakaret, küfür kullanılıyorsa veya şiddet söz konusuysa mutlaka profesyonel destek alınmalıdır.

Çocukluk depresyonu belirtileri çoğunlukla aile tarafından önemsenmemekte ve düzelmesi için zamana bırakılmaktadır. Kimi zaman ise aile çocukta görülen belirtileri şımarıklık, ilgi çekme çabası olarak değerlendirebilmektedir. Ailenin depresif belirtilere bu açılardan bakması yanlış tepkilerin verilmesine neden olmaktadır.

Cezalandırma, kısıtlama, görmezden gelme veya sevgiyi esirgeme çocuğu daha da kırıklığa uğratmaktadır. Çocuk anlaşılmadığını hissettiği gibi en ihtiyaç duyduğu dönemde ailenin ilgi ve sevgisinden de mahrum kalmaktadır. Bu da çocuğun ev içerisinde kendini yalnız hissetmesine ve bu hissi her ortama taşımasına neden olmaktadır.

Uzun süre devam eden ve fark edilmeyen depresyon belirtileri aile tarafından yanlış yorumlandığında çocukta yıkıcı davranışlar gelişebilmektedir. İntihar, ölüm, kendine zarar verme düşünceleri çocukta gelişebilmektedir.
Aile depresyona yönelik belirtiler gözlemlediğinde mutlaka tedaviye yönelik profesyonel destek alınmalıdır. Çocuğa bu süreçte koşulsuz ilgi ve sevgi verilmeli, zaman ayırılmalıdır. Çocuk ailesi için değerli ve önemli olduğunu ailenin sözlerinden, davranış ve ilgisinden hissetmelidir.

Çocukluk Depresyonu Okul Başarısında Düşüşe Neden Olmaktadır, Ailenin Yaklaşımı Başarıyı Etkilemektedir

Çocukluk depresyonu belirtilerinden biride okul başarısızda görülen düşüştür. Aslında başarı düşmeye başladıysa çocuğun depresyon belirtilerinin ilerlediği de düşünülebilir. Çocukta derslere ve okula karşı ilgisizlik, sorumluluklarını aksatma görülebilir. Burada düşen başarıya ailenin nasıl tepki vereceği önemlidir.

Başarısızlığa tepki negatif olursa çocukta daha yoğun duygusal ve bilişsel baskı gelişebilir. Çocuğun yaşadığı zorlanıma ailenin olumsuz yaklaşımı eklendiğinde süreç daha da katlanılması zor bir hal almaktadır. Ailenin çocuğun yaşadığı durumun farkında olması gerekir. Dolayısıyla bu dönemde ailenin akademik başarıdan önce psikolojik iyi oluşu hedeflemesi gerekmektedir.

Aile çocuğa yönelik gerçekdışı akademik beklentilere girmemelidir. Çocuğun bu süreçte geri kaldığı dersler ve konular olacaktır. Tedavi sürecinde ekstra akademik destek sağlanarak çocuğun eğitim açığı tolore edilebilir.

Çocukluk Depresyonu İhmal Edildiğinde İleriye Dönük Sorunlara Neden Oluyor

Çocukluk depresyonu tedavi edilmesi gereken, ihmal edildiğinde büyük ve ileriye dönük sorunlara neden olan psikolojik bir hastalıktır. Tedavide sosyal destek ve aile desteği oldukça önemlidir. Tedavi sürecinde aile kadar öğretmenin ve çocuğun bakımıyla ilgilenen diğer kişilerin de desteği önemlidir.

Çocukluk depresyonu tedavi edilirken oyun terapisi, aile danışmanlığı, bireysel terapi, ilaç tedavisi, psikoeğitim kullanılmaktadır. Ayrıca çocukta depresyon gelişmesine neden olan ailenin farklı bireylerinde depresyon söz konusu ise diğer bireyler için de tedavi düzenlenmelidir.

Read More

Ergenlerde depresyon tıpkı çocukluk depresyonu gibi aile tarafından fark edilememektedir. Çocukluk çağı depresyonu ihmal edildiğinde depresif durumun ergenlikte şiddetlenerek görülme olasılığı yüksektir. Depresyon görülme sıklığı yaşla beraber artmaktadır. Bu artışa gencin hormonal, fiziksel ve duygusal değişimi de eşlik ettiğinde depresyon kolayca açığa çıkabilmektedir.

Ergenlik dönemi bireyin çocukluktan genç yetişkinliğe adım attığı bir ara dönemdir. Burada ne genç kendisini tam olarak yetişkin hissetmektedir ne de aile buna fırsat vermektedir. Ancak genç artık çocuk olmadığının da farkındadır. Gencin çocukluktaki ilgi, sevgi ve güvene hala çok yoğun ihtiyacı vardır. Fakat genç artık büyüdüğünü diğerlerine de kanıtlamalıdır.

Genç önce kendisine, sonra ailesine ve çevresine gelişmekte ve değişmekte olduğunu göstermek ister. Bunu yapabilmesinin ilk yolu ise aileden bağımsızlaşmaya çalışmaktır. Çocuk bireyselleşme çabası içerisinde ailenin de hatalı tutumları ile kendini aileden uzaklaştırabilir. Ergenlerde aile bir süreliğine geri plana itilmekte ve arkadaşlar sahneye çıkarılmaktadır.

Genç akranları üzerinden artık kendini tanımaya çalışmaktadır. Bu dönemin önemli rol modelleri gencin arkadaşları ve beğeni duyduğu akranlarıdır. Dolayısıyla genç bu dönemde aile dışında daha fazla zaman geçirmektedir. Gencin arkadaşları da benzer duygu durumlar içerisinde olduğunda depresif tablonun seyri daha da kötüleşebilmektedir.

Ergenlerde depresyon görülmesinde ailenin etkisi oldukça büyük olabilmektedir. Aile aynı zamanda depresyonun fark edilmesinde ve tedavisinde de önemli rollere sahiptir.

Ergenlerde Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Ergenlik dönemi genç için dış faktörlerinde etkisiyle oldukça zor bir dönem haline gelebilmektedir. Bu dönemde aile desteği, sosyal destek, gencin ilgi ve beceri alanlarının olması ve genetik depresif aktarımın olmayışı ergenliğin etkilerini hafifletmektedir. Özgüveni yüksek, sosyal beceri sahibi, akademik anlamda başarılı gençler ergenliği daha kolay tolore edebilmektedir.

Bireyin sosyal beceri gelişimi, özgüven kazanımı, öz benlik inşası çocukluk yıllarında gelişmektedir. Dolayısıyla ergenlik sorunlarıyla gencin nasıl başa çıkacağı çocukluk yaşantılarından tahmin edilebilmektedir. Ergenlerde depresyon şu belirtilerle kendini belli edebilmektedir;

  • Kronikleşmiş depresif duygu durum,
  • Uyku düzeninde bozukluk; zor uyuma, kolay uyanma veya sürekli uyuklama, uyumak isteme ve uzun süre uyuma görülebilir,
  • Hayata karşı ilgi, merak ve heyecan kaybı,
  • Yeme bozuklukları (aşırı yeme, yetersiz beslenme gibi),
  • Zararlı alışkanlıklara yönelim (sigara, alkol, madde),
  • Riskli, tehlikeli davranımlarda artış,
  • Geleceğe dönük umutsuzluk,
  • Hareketlerde yavaşlama,
  • Öz bakımda azalma,
  • Çabuk öfkelenme, çabuk ağlama gibi ani duygu iniş çıkışları,
  • Yorgunluk ve fiziksel yakınmalarda artış,
  • Konsantre olmada zorluk, dikkat sorunları,
  • Öğrenmede ve hatırlamada güçlük,
  • Okul başarısında düşüş,
  • Derslere ve okula karşı ilgi kaybı,
  • Sorumlulukların aksatılması ve erteleme davranışı,
  • Artan değersizlik hissi,
  • Artan suçluluk hissi, genç kendisiyle ilgili olmayan konularda da kendisinde suç, kusur arayabilir,
  • Kavgacı tavırlar, saldırganlık, tepkisellik görülebilir,
  • Sosyal ilişkilerde azalma ve sorunlar görülebilir,
  • Aile ile iletişim azalır, temel ihtiyaçlarla sınırlı sohbetler gelişebilir,
  • Ölüm ile ilgili saplantılı düşünceler, intihar düşünceleri gelişebilir,
  • Ölüm korkusu gelişebilir,
  • Kendine zarar vermeye yönelik girişimlerde bulunulabilir.

Ergenlerde Depresyon Neden Gelişir?

Ergenlik dönemi bireyin çocukluk rollerini bırakıp yetişkin rollerine hazırlık yaptığı önemli bir dönemdir. Bu dönemde genç kendini ne bir yetişkin olarak görür ne de çocukluğa geri dönmek ister. Arada kalmış bu yeni rolde birey duygusal, fiziksel, bilişsel ve hormonal pek çok değişiklik yaşar. Bu değişime uyum sağlamak ise biraz zaman alır.

Ergenliğin getirdiği fiziksel ve hormonal değişim yüzde ve vücutta sivilcelenme, tüylerde artış, kızlarda vücut hatlarında yuvarlanma ve yağlanma artışı, erkeklerde kas miktarının artması ve hızlı boy atma görülebilir. Erkeklerde ses kalınlaşmaya hazırlanırken sık sık çatallaşır. Kızlarda göğüsler büyür. Kızlarda ilk menstrüasyon (regl) da başlar. Erkeklerde de ilk ejakülasyon başlar. Tüm bu yeni tecrübeler endişe verici olabilmektedir.

Genç erken dönemde aileyle sağlıklı ilişkiler kuramamış, ergenliğe ve cinselliğe hazırlanmamışsa ergenlerde depresyon gelişebilmektedir. Ergenliğe uyum sağlama güçlüklerinin dışında depresyona neden olabilecek diğer sorunlar;

  • Sevilen birinin ölümü (ebeveyn, kardeş arkadaş kaybı veya genç için önemli olan akrabalar vb.)
  • Ayrılık, terk edilme (sevgiliden ayrılma, önemli bir arkadaşlığın sonlanması)
  • Şehir, ülke değişikliği, okul değişikliği,
  • Ebeveynlerin boşanması,
  • Ebeveynler arası kavga, şiddet ve çocuğa yansıyan ebeveyn hüzünleri,
  • Hatalı ebeveyn tutumları,
  • Evde sevilen birinin veya gencin uzun süreli, önemli rahatsızlık geçirmesi, kaybetme korkusunun yaşanması,
  • Okulda başarısızlık, beklentiyi karşılayamama,
  • Akran zorbalığı,
  • Özgüven eksikliği, değersizlik algısı,
  • Kardeş kıskançlığı,
  • Anne-babanın boşanma sonrası başkasıyla birlikteliği,
  • İstismar, taciz,
  • Olumsuz beden algısı, boy, kilo gibi fiziksel görünüşe yönelik olumsuz değerlendirmeler,
  • Ailede depresyona yatkınlık, genetik geçiş olması,
  • Sosyal beceri eksikliği.

Ergenlerde Depresyon Nasıl Fark Edilebilir?

Ergenlerde depresyon çocukla sıklıkla vakit geçiren aile, arkadaşlar, öğretmenler tarafından kolayca fark edilebilir. Önemli olan burada gözlemci kişinin depresif belirtileri biliyor olmasıdır. Depresyona yönelik bilgisi olmayan kişiler depresif belirtileri hatalı yorumlayabilmektedir. Ergenlik tavırları, ilgi çekme çabası, büyüdüğünü kanıtlama ispatı, şımarıklık veya benmerkezcilik olarak hatalı değerlendirilebilmektedir. Tespit için gençle düzenli, kaliteli vakit geçirmek gerekir.

Gencin ilgi alanlarına, hedef ve hayallerine önem verilmelidir. Gencin duygu ve düşünceleri dinlenmelidir. Gençle birlikte vakit geçirilmeli, aile gençle beraber aktivitelere katılmalıdır. Genç için bu dönemde arkadaşlık ilişkileri son derece önemlidir aile gencin arkadaşlarını da tanımalıdır. Gencin arkadaşlarıyla tanışmak, birlikte zaman geçirmek önemlidir. Arkadaşların aileleriyle de mümkünse ilişki kurulmalıdır. Gencin arkadaşlarına yönelik aktardıkları eleştirmeden, yadırgama veya yasaklamalar olmadan dinlenmelidir.

Genç için bu dönemde arkadaşlarının ailesi tarafından onaylanması oldukça önemlidir. Arkadaşlarında aileyi sevmesi genç için değerlidir. Tüm bunlar bugün çocukluktan itibaren yapılmalıdır. Çocuğun hayatında aile her zaman önemli bir yerde olmalıdır. Aile ilgisini, varlığını, desteğini ve sevgisini çocuğuna sıklıkla belli etmelidir.

Çocuklukta ebeveynleriyle yeterli etkileşimi ve iletişimi olmayan çocuk için ergenlikte aileyle yakınlaşmak kolay olmayacaktır. Bu noktada aile danışmanlığı almak çok büyük zorluklar yaşayan ailelerde iletişimi kolaylaştırmaktadır.

Her gencin geleceğe yönelik hayalleri, hedefleri olmaktadır. Ergenlerde depresyon gencin gelecek algısını olumsuz etkilemekte, umutsuzluğu tetiklemektedir. Ancak gencin ilgi alanlarının olması, becerilerine yönelik aktivitelerle meşgul olması iyileştirici etkiye sahiptir. Aynı şekilde gencin hayal ve hedeflerinin olması da gence bir amaç vermektedir.

Aile gencin hayallerine ve hedeflerine yapıcı yaklaşmalıdır. Gencin hedeflerine yönelik çatışmak yerine avantaj ve dezavantajların konuşulması gerekir. Gence kariyer belirleme noktasında profesyonel destekte sunulabilir.

Ergenlerde Depresyon Yaşanmaması İçin Aileler Ne Yapabilir?

Ergenlerde depresyon gelişmemesi için ailenin yapabileceği en önemli şey gence koşulsuz sevgi ve ilgi göstermektir. Sevgi vermek kural koymamak, sınırları ihlal etmek olarak anlaşılmamalıdır. Kurallar ve sınırlar her ne kadar çocuğun hoşuna gitmiyormuş gibi görünse de gencin kendini güvende hissetmesini sağlar. Genç hayatın her döneminde ve alanında olabileceği gibi bu dönemde de hatalar yapabilir.

Hata yapmak olağan olsa da her olumsuzlukta kendini suçlamaya meyilli olan gence olumsuz yaklaşılması duygularını şiddetlendirecektir. Genç bu dönemde hoşgörüyle karşılanmalı, hataları karşısında ceza almak yerine ders çıkarmayı öğrenmelidir. Gencin bu dönemde ihtiyacı olan duygusal destek kaybı veya daha fazla duygusal stres değildir. Onun asıl ihtiyacı sorunlarla nasıl sağlıklı şekilde başa çıkabileceğini öğrenebilmektir.

Bu dönemde gencin akademik başarısı düşebilir. Başarısızlığa yönelik yaklaşımda yapıcı olmalıdır. Okul başarısızlığının telafisi mümkündür ancak duygusal yaraların iyileşmesi daha uzun zaman alır. Bazı yaraların telafisi ise mümkün değildir.

Aile Gence Güvenli Liman Olmalı

Ergenlik dönemi gencin ailesinden biraz daha uzaklaştığı, kendini tanımaya ve bulmaya çalıştığı dönemdir. Bu dönemde genç akranlarıyla daha yakın ilişkiler geliştirmektedir. Genç hayata dair daha fazla tecrübe edinmekte daha fazla kişiyle iletişime geçmektedir. Genç bu dönemde yenilikler kadar tehlikelere de açık durumdadır.

Gencin ailesiyle çocukluktan itibaren güvene, sevgiye dayalı bir ilişkisi olmalıdır. Bu koşullar çocuklukta sağlanmışsa genç ergenlik sürecini daha rahat geçirmektedir. Çünkü her ne kadar aileden uzaklaşmış gibi görünse de genç için aile güvenli limandır. Genç başı sıkıştığında, zorluk yaşadığında veya tehlikede olduğunda ailesinden yardım isteyebilmeli ya da orada iyileşebilmelidir. Gencin ergenlik döneminde sayısız sorunu veya sorusu olabilir.

Genç akranları tarafından zorbalık görebilir, romantik ilişkisinden yana üzüntü yaşayabilir. Genç beden algısından memnun olmayabilir. Genç eğitim hayatında veya sosyal yaşamında başarısızlıklar yaşayabilir. Cinsellikle ilgili soruları, merak ettikleri veya sorunları olabilir. Dolayısıyla ailenin bu dönemde çocuğun soru ve sorunlarında yanında olması çocuk için önemlidir. Aile önyargısız, cezalandırmadan gence yol göstermeli ve destek vermelidir.

Ailenin güvenli limanı çocuğun depresyon riskini düşürecektir. Bir sebeple depresyonun gelişmesi halinde de gencin iyileşme süreci daha hızlı ve kalıcı olabilecektir.

Aile Bireyleri Kendi İçerisinde ve Bir arada Mutlu Olmalı

Ailenin mutlu, huzurlu ve iyi ilişkiler içerisinde olması ergenlerde depresyon görülme sıklığını azaltmaktadır. Aynı zamanda ailenin olumlu ilişkileri depresyonla başa çıkmayı da kolaylaştırmaktadır. Aile bireyleri gün içerisinde birbirine zaman ayırmalıdır. Aile birbiriyle duygu, düşüncelerini ve günlerinin nasıl geçtiğini paylaşmalıdır. Aile bireyleri ihtiyaçlarını, sorunlarını, hayal ve heyecanlarını birbirleriyle paylaşabilir olmalıdır. Bu sayede aile bireylerinin problemleri daha kolay fark edilebilir.

Düzenli olarak iletişimde olan aileden herhangi birinin durgunlaşması, iletişiminin azalması çok daha kolay fark edilir. Aile ile yakın ilişkilerin olması gencin kendine daha çok güven duymasını sağlar. Genç sorunları ve tehlikeler karşısında ailesinin maddi ve manevi desteğini daha kolay hisseder. Mutlu Aileler Başarılı Çocuklar Yetiştiriyor! yazımızı da okuyabilirsiniz.

Ailede Depresif Belirti Gösteren Başka Bireyler Varsa Mutlaka Destek Alınmalı

Ergenlerde depresyon olasılığı ailenin genetik mirasında depresyon öyküsü varsa daha yüksektir. Aile bireyleri çocukluklarında veya gençliklerinde ya da şu an halihazırda depresyonda ise mutlaka profesyonel destek alınmalıdır. Aile bireylerinde depresif davranımın bulunması gencin de depresyon geliştirmesine yol açabilmektedir.

Ergenlerde Depresyon Belirtileri Görülüyorsa Profesyonel Destek İhmal Edilmemeli

Ergenlerde depresyon belirtileri kolay gözlenebilir olsa da ergenlik belirtileri ile de sıklıkla karıştırılabilmektedir. Burada belirleyici olan belirtilerin sıklığı ve süresidir. Zaman zaman her ergen kendini depresif hissedebilir. Ancak bu duygu durum günlük yaşantıyı etkilemeye başladığında depresyon riski değerlendirilmelidir. Ergenlerde depresyon belirtileri en az iki haftadır azalmadan devam ediyor, yaşamı olumsuz etkiliyorsa destek alınmalıdır.

Ergenlerde depresyon tedavisi için uzmana başvurulduğunda öncelikle tanı konulabilmesi için psikolojik veya psikiyatrik bir değerlendirme yapılır. Bu sayede ergenlik belirtisi mi yoksa depresyon belirtisi mi ayırt edilmiş olur. Değerlendirmelerin sonucunda bir tedavi planı hazırlanır. Gencin tedaviye gelmek istememesi de olasıdır. Gencin ikna edilememesi durumunda aile ile de çalışılabilir. Aileye gence nasıl destek verebileceklerine yönelik psikoeğitim verilir.

Ergenlerde depresyon tedavisinde iki temel tedavi yöntemi ilaç ve psikoterapidir. Psikoterapide ergenin olumsuz duygu ve düşünceleri üzerine çalışılır. Tedavide gerçekdışı ve olumsuz duygu ve düşüncelerin yerine gerçek ve olumsu duygu, düşünceler koymak hedeflenir. Ergenin özgüven, sosyal beceri eksikliği gibi depresyonunu destekleyen alanlara yönelik çalışma yapılır. Gence yapıcı problem çözme becerileri ve stresle başa çıkma öğretilir.

Read More

Okul başarısında ailenin rolü oldukça büyüktür. Başarıyı bir pasta gibi düşünecek olursak bu pastanın her bir dilimi başarıya katkıda bulunmaktadır. Aile, öğretmen, öğrenme ortamı ve kaynakları, arkadaşlar, çocuğun potansiyeli ve performansı, motivasyon pastanın önemli dilimleridir. Ancak bu dağılımda en büyük dilim ailenindir. Ailenin çocuk üzerindeki etkisi çocuk henüz dünyaya gözlerini açmadan başlar.

Yapılan pek çok çalışmada genetik aktarımın dışında anne karnındaki deneyimlerin de çocuğun karakterine ve potansiyeline etki ettiği görülmektedir. Mutlu, bilinçli, farkındalıklı, ilgili aileler çocuğun başarısında olumlu rol oynamaktadır. Evde huzurlu ve mutlu olan çocuk daha az duygusal yük taşımakta ve enerjisini daha fazla derslerine ayırabilmektedir. Koşulsuz sevgiyle büyüyen, hoşgörü ve demokrasi içerisinde yetiştirilen çocuğun benlik değeri ve özgüveni yüksektir.

Çocuğun eğitim hayatıyla yakından ilgilenen, başarıları kadar başarısızlıklarına da olumlu yaklaşan ailelerin çocukları daha başarılıdır. Başarılı çocukların aileleri çocuğuna etkin zaman ayıran, çocuğun duygu ve düşüncelerini önemseyen ebeveynlerden oluşmaktadır.

Okul Başarısında Ailenin Rolü Nasıl Olmalı?

Okul başarısında ailenin rolü doğru ebeveyn tutumlarını benimsemekten, okul ile iş birliği içerisinde olmaktan ve çocukla maddi ve manevi ilgilenmekten geçmektedir. Çocuğunun ilgi, beceri alanlarını bilen, gelişimini destekleyen, hedef belirlemesine rehberlik eden ailelerin çocukları daha başarılıdır.

Başarılı çocuklar aile içerisinde söz sahibi olan, sorumluluk alan, kendi kararlarını verebilen çocuklardır. Bu çocuklar özgüvenli, sosyal becerileri gelişmiş, ailesine güvenen ve başarısızlıklardan ders çıkarabilen çocuklardır.

Okul Başarısında Ailenin Rolü Sevgiyi Koşulsuz Sunabilmekten Geçer

Başarıyı olumsuz yönde etkileyen etkenlerden birisi çocuğun aile sevgisini koşullu olarak almasıdır. Burada koşuldan kasıt çocuğa gösterilen duygusal ve fiziksel sevginin çocuğun performansına dayalı olarak verilmesidir. “Ödevlerini yaparsan tabi ki birlikte oynayabiliriz.”, “Yemeğini yersen tabi ki seni severim.”, “Sen daha başarılı olursan ben de daha iyi bir anne olurum.” Gibi.

Çocuk veya genç ebeveyninin sevgi, ilgi ve desteğini başarı karşılığında alabileceğini bir süre sonra öğrenir. Bu aile ile çocuğun ilişkisini zayıflattığı gibi çocuğun da üzerindeki duygusal baskıyı artırır. Öğrencide sınav kaygısı, okul fobisi, özgüven eksikliği ve benzeri sorunlar gelişebilir. Çocuk başarısız olur ve ailenin sevgisinden mahrum kalırsa sevgi edinmek için farklı yollar deneyebilir. Yalan söyleme, başarısızlığı gizleme gibi.

Veya çocuk/genç sevgi ihtiyacını farklı kişilerde, ortam ve alışkanlıklarda arayabilir. Aile çocuğun başarısını olumlu yönde etkilemek istiyorsa sevgiyi başarıya koşullamamalıdır. Çocuğa başarının neden önemli olduğunu, başarı için neler yapabileceğini anlatmak gerekir. Başarının kendisi ve geleceği için gerekli olduğu anlatılmalıdır. Çocuğa başarmak için çaba harcadığında elde edeceklerinin çok daha güzel olacağı anlatılmalıdır. Elbette ki başarı gibi başarısızlıklar da olağandır.

Çocuğa başarısızlık karşısında kırıklığa uğramadan olumlu yönde neler yapabileceği anlatılmalıdır. Başarısızlığın çocuğa ikinci bir şans verdiğini ve başarmak için neleri daha iyi yapabileceğini gösterdiği anlatılmalıdır.

Çocuk başarılı veya başarısız olduğunda ailenin çocuğa yönelik sevgisinden bir şey eksilmeyeceği çocuğa hissettirilmelidir. Böylece çocuk başarısızlıktan korkmayacak aksine ailesini mutlu edebilmek, gururlandırmak için daha çok motive olacaktır. Aksi halde sevgi başarıya koşullandırıldığında çocuk sadece başarısızlıktan değil ailenin sevgisinden mahrum kalmaktan da korkmaktadır.

Çocuğun Başarısı veya Başarısızlığı Başkalarıyla Kıyaslanmamalıdır

Okul başarısında ailenin rolü akranlarla ya da kardeşlerle çocuğun başarısı veya başarısızlığı kıyaslanmadığında daha olumludur. Hiç kimse performansının başkalarıyla kıyaslanmasını istemez. Bir annenin, babanın yeterliliğinin çocuk tarafından başka bir anne baba ile kıyaslanması oldukça üzücüdür. Aynı şekilde çocuğun başarısının başka bir çocukla kıyaslanması da bir o kadar üzücüdür.

Aileler kimi zaman bunu çocuğu hırslandırmak, harekete geçirmek için uygulayabilmektedir. Ancak her çocuk ve hatta hiçbir çocuk bu şekilde motive olmamaktadır. Aileler bir kıyas yapacaksa kıyas çocuğun geçmiş başarı ya da başarısızlıkları üzerinden yapılmalıdır.

“Geçen dönem bu dersin daha düşüktü, bu dönem notunu epey yükseltmişsin. Emeğinin karşılığını alman beni çok mutlu etti.” Gibi övgüyü de içeren çocuğun geçmiş başarısızlığı ile bugünkü başarısını kıyaslama yapılabilir. Veya “Matematiğin geçen dönem daha iyiydi, bu dönem notun düşmüş. Bu düşüşü bekliyor muydun? Sence sorun ne? Zorlandığın ve bizim yardımcı olabileceğimiz bir şey var mı?” gibi yardım talebini de içeren bir kıyaslama yapılabilir.

Çocuğun Hedef Belirlemesine Destek Olunmalıdır

Okul başarısında ailenin rolü çocuğun erken dönemde bilinçli ve doğru hedef planlaması yapabilmesine destek olmayı da kapsamaktadır. Hedef belirleme okul başarısını etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Hedefler ne kadar erken dönemde ve stratejik şekilde planlanırsa o kadar başarıya katkı sağlamaktadır. Hedef belirlerken çocuğun ilgileri, becerileri, karakteri, potansiyeli ve performansı göz önünde bulundurulmalıdır.

Hedef belirleme çok yönlü değerlendirme yapabilmeyi, geçmişe, bugüne ve geleceğe aynı anda bakabilmeyi gerektirir. İyi bir hedef uzun vadede geleceği olan bir hedef olmalıdır. Hedef belirlemede profesyonel destek almak veya çocuğa doğru rehberlik sunabilmek gerekir. Bu noktada da ailenin maddi ve manevi rolü daha önemli hale gelmektedir.

Aile Çocuğa Doğru Rol Model Olabilmelidir

Okul başarısında ailenin rolü diğer pek çok konuda olduğu gibi çocuğa doğru rol model sunabilmeyi gerektirir. Çocuğun başarılı olması için ailenin de başarılı olması şart değildir. Ancak aile çocuğa başarı noktasında rol model olmak için sorumluluk alma, disiplinli çalışma, zamanı yönetme gibi konularda model olabilmelidir.

Ebeveynlerin kendi mesleklerine, iş ve sorumluluklarına duyduğu saygı, gösterdiği özen çocuğa örnek teşkil eder. Çünkü çocuğun mesleği de öğrenciliktir ve bu mesleği icra ederken ebeveynlerini örnek alabilir. Zamanı verimli kullanan, işlerini zamanında yetiştiren, işine özenle giden ebeveyn çocuğunun başarısına katkı sağlar.

Aile Eğitim Hayatı Kadar Çocuğun İlgilerine ve Arkadaşlıklarına da Zaman Ayırmalıdır

Okul başarısında ailenin rolü sadece akademik faktörlerle sınırlı değildir. Çocuğun başarılı olabilmesi için okul dışı faaliyetlere, ilgi alanlarına ve sosyal aktivitelere zaman ayırması gerekir. Bunun en büyük nedeni çocuğun deşarj olabilmesi ve akademik yaşam dışında da kendini geliştirebilmesidir. İyi bir kariyer için üstün okul başarısı ve diploma notu yeterli değildir.

Çocuğun kariyerinde başarıyla ilerleyebilmesi için sosyal becerilerini geliştirmesi, network oluşturması ve ilgi alanlarına da yön vermesi gerekir. Aile çocuğun eğitim dışındaki bu ihtiyaçlarına da maddi ve manevi destek sunabilmesi gerekir. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarını keşfetmesine destek olunmalıdır. Gerekirse bu konuda da profesyonel destek alınabilir.

Çocuğun zamanının önemli bir bölümünü geçirdiği arkadaşlarının da aile tarafından tanınması gerekir. Çocuklar için ailelerinin arkadaşları tarafından sevilmesi arkadaşların da aile tarafından onaylanması önemlidir.

Okul Başarısında Ailenin Rolü İş birliğine Açık Olmayı Gerektirmektedir

Okul başarısında ailenin rolü öğretmen, okul yönetimi ve rehberlik birimiyle de iş birliği içerisinde olmayı gerektirir. Okul çocuğun en çok zaman geçirdiği ev dışı alandır. Burada çocuk aile bireyleri dışında profesyonel kişiler tarafından görülmekte ve değerlendirilmektedir. Çoğu zaman ailenin farkında olmadığı gelişim alanları, güçlü yönler öğretmenler tarafından fark edilmektedir.

Rehberlik birimi ile iş birliği özellikle çocuğun kariyer gelişimi ve hedef belirleme noktasında önemli hale gelmektedir. Akran zorbalığı, akademik başarısızlık nedenleri, sınav kaygısı, ergenlik sorunları noktasında da rehberlik birimi destek vermektedir. Ailenin okulla iletişim halinde olması okulunda çocukla ilgili farkındalığının artmasını sağlamaktadır. Okul çocuğun başarıları kadar başarısızlıkları ve desteklenmesi gereken yönleri noktasında da aileye bilgi sunmaktadır.

Aba psikoloji de uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz.

Okul başarısında ailenin rolü kadar doğru kariyer planlaması yapmanın da önemli olduğuna inanıyoruz. Danışanlarımıza stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planlaması yapıyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

 

Read More

Mahremiyet eğitimi çocuğa verilmesi gereken en temel eğitimlerden biridir. Bu eğitim çocuğun kendini nasıl ve neden koruması gerektiğini öğrenmesi için oldukça önemlidir. Aileler çoğunlukla çocuklara mahremiyet eğitimi vermekte zorlanmakta veya bunun için erken olduğunu düşünmektedir. Cinsellikle ilgili sorular cevaplanırken aileler sessiz kalma, konuyu değiştirme veya jest ve mimiklerle çocuğa “yanlış bir soru sordum” duygusunu yaşatmaktadır.

Oysa taciz, istismar ve benzeri çocuklarımızın asla karşılaşmasını istemeyeceğimiz durumlardan çocuklarımızı koruyabilmenin ilk yolu onlara eğitim vermektir. Çocuk alacağı mahremiyet eğitimi ile vücudunun özel bölgelerini öğrenecektir. Çocuk eğitim sonrası vücudunu nasıl koruyacağını, tehlikelerle nasıl başa çıkacağını öğrenebilecektir. Ebeveynlerinden bu eğitimi almak çocuğa aynı zamanda bir tehditle karşılaştığında huzursuz olduğu bu duygusu tanımasını sağlayacaktır.

Çocuklar olumsuz duyguları, rahatsız edici bakış ve dokunuşları, ses tonunu kısaca tehdit ve tehlike ifade eden mesajları kolayca tanır. Ancak aile içerisinde, güven alanında yaşamını sürdüren çocuk eğitim almaksızın dış dünyaya açıldığında fark ettiği bu olumsuz duyguları isimlendirmekte zorlanır. Çocuk kendisine zarar vereni sevmez, onu gördüğünde huzursuzluk gösterir. Ama bu duygunun nedenlerini anlatmakta güçlük çeker.

Ailenin vereceği mahremiyet eğitimi çocuğa bu duyguları nasıl ifade edeceğini de öğretir. Ailenin paylaştığı bu bilgiler bir tehditle karşılaştığında da ailesine güvenle her şeyi anlatabileceğini çocuğa hissettirir.

Mahremiyet Eğitimi Nedir?

Mahremiyet eğitimi çocuğun kendine ve diğerlerine yönelik özel alan farkındalığı kazanmasını sağlayan bir eğitim sürecidir. Mahremiyet eğitimi yalnızca çocuğun vücuduna ait özel bölgeleri kapsamamaktadır. Çocuğun eşyaları, fotoğrafları, duygu ve düşünceleri gibi ona ait olan ve başkalarıyla paylaşmak istemediği şeylerde çocuğun mahremidir.

Aynı şekilde çocuk bu eğitim içerisinde kendisi gibi diğerlerinin de mahremi olduğunu öğrenir. Dolayısıyla çocuk kendi mahremine saygı beklerken başkalarının da mahremine saygı göstermeyi öğrenir. Çocuk bu eğitimle istemediği her dokunuşa ve talebe hayır diyebilme özgürlüğüne sahip olduğunu öğrenir. Kendini nasıl koruyacağını, tehlike hissettiğinde ne yapması gerektiği de çocuğa bu eğitimde anlatılır. Mahremiyet eğitimi mutlaka ilk olarak ailede verilmelidir.

Eğitimi hangi ebeveynin vereceği önemli değildir. Ancak eğitim öncesi veya sonrası çocuğun ebeveynine yönelttiği bir soru varsa bu soru sorulan kişi tarafından yanıtlanmalıdır. Mahremiyet eğitimi cinsellik eğitimini de içerdiği için kızlara annenin, erkeklere babanın eğitim vermesi daha sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak gerekmesi halinde bu rollerde de değişiklik yapılabilir.

Çocuğa eğitimin bir kez verilmesi yeterli değildir. Belirli aralıklarla eğitim tekrar edilmelidir.

Mahremiyet Eğitimi Ne Zaman Verilmelidir?

Mahremiyet eğitimi 0-6 yaş aralığında aile içerisinde edinilen bir eğitim olsa da temel olarak eğitim 3 yaş ve sonrasında verilmeye başlanmaktadır. Ancak eğitim ergenlik dönemine kadar devam etmelidir. Bunun en büyük nedeni fiziksel ve bilişsel olarak değişen ve gelişen çocuğun bilgi ihtiyacı her dönemde artacaktır. Soruların kapsamı genişleyecek, çocuğun daha fazla detay öğrenme ihtiyacı artacaktır.

Aile bu dönemde çocuğa yaşıyla uyumlu cevaplar verebilmelidir. Cinselliği konuşmakta zorlanan aileler çocuğu geri çevirmemeli sorularına yönelik biraz zaman isteyip hazır olduğunda çocukla konuşulmalıdır. Aile çocuğa bilgi verirken bilimsel ve gerçeğe dayalı bilgilerden faydalanmalıdır.

Şehir efsaneleri, yanlış ve abartılı bilgiler çocuğun cinselliği yanlış öğrenmesine, korkmasına neden olabilmektedir. Ayrıca çocuk ailenin verdiği bilgilerin yanlış olduğunu öğrendiğinde aileye karşı da bu konuda güvensizlik geliştirmektedir. Ailenin yetersiz veya hatalı bilgi paylaşması çocuğun/ gencin bilgi edinmek için başka kişi veya kaynaklara yönelmesine neden olmaktadır.

Çocuklarda mahremiyet eğitimi çoğunlukla cinselliğe yönelik sorular sorulmaya başladığında verilmektedir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken çocuğun ne sıklıkla temel bakım verenden uzakta başkalarının bakımında kaldığıdır.

Çocuk özellikle tuvalet eğitimi için hazır oluş belirtileri gösterdiğinde mahremiyet eğitimine de hazır hale gelmektedir. Örneğin kakası gelen çocuk perdenin arkasına, koltuğun yanına çömelerek kakasını bezine yapabilir. Bu çocuğun kendini saklama ihtiyacı duyduğunun bir göstergesidir. Bu çocuğa alışık olmadığı başka bir kişinin öz bakım sağlaması çocuğu rahatsız edebilir.

Çocuğun Öz bakımıyla Olabildiğince Az kişi İlgilenmelidir

Dolayısıyla çocuğun mümkünse bebeklikten itibaren öz bakımıyla az sayıda ve belirli kişilerin ilgilenmesi gerekir. Çocuğun altı her yerde herkes içerisinde değiştirilmemelidir. “O daha küçük bir şey anlamaz.” Diye düşünülmemelidir.

3 yaş mahremiyet eğitiminin uygulamalı ve sözel şekilde açıkça verildiği dönem olsa da mahremiyet bilinci çok daha erken dönemde gelişmektedir. Dolayısıyla çocuğun altı değişirken bakım veren mümkünse yalnız ilgilenmeli ve özel, korunaklı bir alanda değişim gerçekleştirilmelidir. Çocuk bezi bırakacaksa çocuğun tuvalet ihtiyacı yine belirli kişi ya da az sayıda kişiler tarafından karşılanmalıdır. Temizlik sırasında çocuktan izin istenmelidir.

Çocuğa özel bölgesine ne sebeple dokunulduğu bakım veren tarafından anlatılmalıdır. Temizlik sırasında sert tavırlar uygulanmamalıdır. Yıkanırken ya da tuvalet sonrası temizlik yaparken mümkün olduğunca çocuğun özel bölgelerine bakılmamalıdır. Çocuğu irite edecek şekilde temizlik yapılmamalıdır. Hazır olan çocuğa mutlaka kendini nasıl temizleyebileceği gözetim eşliğinde öğretilmelidir. Özellikle çocuk okul öncesi eğitime başlayacaksa kendini nasıl temizleyebileceği çocuğa öğretilmelidir.

Çocuğa öğretmenine güvenebileceği, zor durumda kaldığında öğretmeninden de yardım isteyebileceği anlatılmalıdır. Ancak çocuğun birincil eğitmeni dışında tanımadığı farklı birinin temizliğe yardım etmesine müsaade edilmemelidir. Çocuğun özel alanlarına yönelik lakap takılmamalıdır. Sevgi sözcükleri kullanılmamalıdır. Yüceltme ya da küçümseme içeren sıfatlar kullanılmamalıdır.

Çocuğumun Mahremiyet Eğitimine Hazır Olduğunu Nasıl Anlarım?

Çocuğunuz 2 yaş itibariyle bedenine yönelen ilgisiyle beraber size daha fazla eğitime hazır oluş belirtisi verecektir. Okul öncesi eğitime başlayan veya tuvalet eğitimi alan çocuklarda mahremiyet eğitimi çocuğun anlayacağı şekilde daha erkene çekilebilir. 3 yaş itibariyle mahremiyet bilincinin kazanılması çok daha önemli hale gelir. 4-5 yaşlarında çocuğun aileye yönelteceği cinsellik temelli soruların sıklığı ve sayısı artacaktır.

3,5-4 yaş dolaylarında çocuk özellikle diğer çocuklarla bir araya geldikçe kız- erkek bedenindeki farklılıkları görür. Kendi bedenine ve yetişkinlerin bedenine dokunmak ister. Banyodan sonra giyinmeyi geciktirmeye çalışır, evde kıyafetlerini çıkarıp çıplak kalmak ister. Özel bölgelerini merak eder ve başkalarına göstermek isteyebilir. Gelecek tepkileri merak eder. Doluyken tuvalete girmek ve ebeveynini tuvaletini yaparken görmek ister. Birlikte yıkanmak, yıkanırken ebeveynini görmek ister.

Çocuk “Ben nereden geldim?”, “kardeşim nereden geldi?” gibi sorularla doğuma yönelik bilgi almak ister. Dudaktan öpmek isteyebilir. Evlenmek isteyebilir, karı-koca olma gibi oyunlar oynayabilir. Oyun oynarken kendi cinsiyetindekilerle oynamak ister, karşı cinsi görmezden gelebilir ya da oyununda istemeyebilir. Tuvaletini yaparken henüz tuvalet eğitimi almadıysa bir yerlere saklanabilir. Yabancılardan bedenini sakınabilir. Tanımadığı insanlardan gizlenme ihtiyacı duyabilir.

Mahremiyet Eğitimi Nasıl Verilmelidir?

Çocuğun mahremiyet bilinci kendi bedenini fark etmeye, bedenine dokunmaya ve merak etmeye başladığında doğar. Bu dönemde çocuk kendi cinsel organı ile karşı cinsten bir arkadaşının, kardeşinin cinsel organının neden farklı olduğunu sorabilir. Çocuk “Ben nereden geldim?”, “Kardeşim nasıl oldu?”, “senin neden memen var, babamın neden yok?”, “Babamın neden sakalı var?” gibi farklılıklara yönelik sorular sorabilir.

Çocuğun soruları soruyu sorduğu ebeveyn tarafından yanıtlanmalıdır. Sorular yanıtlanırken “Ayıp!, sen daha küçüksün, sonra sorarsın bunları.” Gibi çocuğu utandıracak ve geri çekilmesine neden olacak tepkilerden kaçınılmalıdır.

Ebeveyn soruyu nasıl cevaplayacağını bilmiyor olabilir. Bu durumda çocuğa açık şekilde “bu sorunun cevabını senin anlayabileceğin şekilde nasıl açıklayabilirim şu an bilmiyorum. Biraz düşünüp/araştırıp seninle yarın paylaşacağım.” Gibi net ve gerçek bir bilgi verilmelidir. Çocuğa söz verilen sürede mutlaka açıklama yapılmalıdır.

Mahremiyet Bilinci Kazandırılırken Çocuğa Doğru Rol Model Olunabilmelidir

Mahremiyet eğitimi vermeden önce çocuğa mutlaka doğru rol model sunulmalıdır. Çocuk aileyi banyoda, tuvalette izlememeli, ebeveynler çocuğun yanında giyinip soyunmamalıdır. Çocuğa kapalı kapıları izinsiz açmaması mutlaka kapıyı çalıp müsaade beklemesi gerektiği öğretilmelidir. Aynı şekilde çocuğun kendi mahrem alanına, odasına girerken de saygı gösterilmelidir. Odanın kapısı açık dahi olsa aile içeriye girmeden önce kapıyı tıklatıp girebilir miyim diye sormalıdır.

Öpmek ve öpülmek de çocuğun istek ve izniyle olmalıdır. Çocuğa “hadi amcanı, teyzeni öp” veya “hadi izin ver de öpsünler seni” gibi baskı yapılmamalıdır. Çocuk bir başkasını öpmek istiyorsa kendi rızası ve isteğiyle öpmelidir. Aynı şekilde aile bireyleri dahil olmak üzere çocuk öpülürken çocuktan izin istenmelidir. Çocuk çocuğun hoşlanmadığı şekillerde sevilmemeli, öpülmemelidir.

Çocuk çıplaklığı merak ettiğinde artık ev içi kılık kıyafetlere de dikkat edilmelidir. Çocuğun evde çıplak veya iç çamaşırı ile dolaşmasına müsaade edilmemelidir. Anne baba gibi çocuğunda evde giyim kurallarına uyması sağlanmalıdır.

Çocuklar özel bölgelerini kimlerin görebileceği noktasında da bilgilendirilmelidir. “Anne-babadan başka kimseye gösterme!” denildiğinde çocuk doktoruna ya da üzerine kaçırdığında öğretmenine de müsaade etmeyecektir. Çocuğa özel bölgelerinin nereleri olduğu anlatılmalıdır. Bunu yaparken resimlerden, oyuncak bebeklerden faydalanılabilir. Ancak aile kendi üzerinde ve çocuğun üzerinde göstermemelidir. Bu kapsamda yazılmış kitaplardan, videolardan da faydalanılabilir.

Çocuğa bu özel bölgelere anne-baba, doktor ve öğretmeninden başkasının dokunmaması ve görmemesi gerektiği anlatılmalıdır. Çocuğun bakımıyla doğrudan ilgilenen anne-baba dışında bir yakın varsa o kişi de bu listeye katılmalıdır. Çocuğa hoşlanmadığı bir dokunuşta, öpüşte ‘’HAYIR’’ istemiyorum demesi öğretilmelidir.

Ebeveynler Çocuğa Mahremiyet Eğitimi Vermeden Önce Kendileri Eğitimden Geçmelidir

Mahremiyet eğitimi vermek pek çok ebeveyn için zorlu bir deneyim olabilmektedir. Kendi ailesiyle böyle deneyimleri olmamış bireylerde cinselliği konuşmak bir tabu haline gelebilmektedir. Ayrıca aileler çocuklarını koruyup sakındıkları güvencesiyle eğitim vermeye gerek olmadığını düşünebilmektedir. Oysa ev içinde ne kadar koruduğumuzu düşünsek de çocuk bir süre sonra zamanının büyük çoğunluğunu ev dışında geçirecektir.

Kabul edilmesi kolay olmasa da istismar en çok en beklenmeyen kişilerden gelmektedir. Dolayısıyla eğitimin önemi, zamanı ve sıklığı asla ihmal edilmemelidir.

Çocuklar aileler tarafından dudaktan öpülebilmektedir. Ancak özellikle mahremiyet eğitimi verilmeye çalışılan bir süreçte çocuğun dudaktan öpülmesi çocukta karmaşa yaratabilmektedir. Çocuğa, sevgi göstermenin pek çok farklı ve güzel yolu olduğu öğretilmelidir. Anne babası tarafından dudağından öpülen çocuk, başkasının da kendisini dudaktan öpmesinde bir sakınca görmeyebilir.

Çocuklar yaşıtları ile cinsel içerikli oyunlar oynayabilmektedir. Burada aileler çoğunlukla endişe duymaktadır. Ancak çocuğun bu davranışı merakını giderme odaklıdır. Aile tedirgin olmamalı ancak çocuğun zarar vermeyeceği ya da zarar görmeyeceği şekilde davranabilmesi için de gözlem yapılmalıdır.

Çocuklar size bu dönemde pek çok soru sorabilir. Ancak bu sorulara yanıt vermeden önce çocuğun neyi ne kadar bildiği de öğrenilmelidir. Bu konuda sen ne düşünüyorsun/ ne biliyorsun? Gibi onun fikir ve bilgisini almaya yönelik sorular yöneltilebilir.

Mahremiyet eğitimi oldukça önemli olan, her çocuğun bilmesi gereken bir eğitimdir. Bu eğitimi verebilmek ve çocuğa doğru model oluşturabilmek için her ailenin de bilgi sahibi olması gerekir. Aba Psikoloji olarak cinsellik, mahremiyet, tuvalet eğitimi gibi çocuğun benliğini etkileyen konularda danışanlarımıza destek sunmaktayız. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

2 Yaş sendromu ailelerin endişe duyduğu bir dönem olsa da aslında çocuğun sağlıklı geliştiğinin göstergesidir. Bir diğer bilinen adıyla “terrible two” çoğunlukla bir sorun gibi algılanır. Aileler bu sorunu çözmek üzere farklı yollar denerler. Kimisi çocuğun davranışlarını görmezden gelirken kimisi bastırarak ya da cezalandırarak önüne geçmeye çalışır. Bu dönemde çocuk “ben de bu dünyada varım, benim de duygularım, düşüncelerim, arzularım var” demektedir.

Çocuğun benlik geliştirme mücadelesi aile tarafından ne kadar yapıcı yürütülürse dönemin negatif etkileri o kadar az yaşanmaktadır. Ailenin çocukla çatıştığı, güç gösterisine girdiği veya çocuğu baskıladığı durumlarda çocuğun benlik gelişimi yara almaktadır. 2 yaş sendromu literatürde ilk ergenlik dönemi olarak da geçmektedir. Bu dönemi çocuğun ve ailenin nasıl geçireceğine bağlı olarak ergenlik döneminde de benzer süreçler yaşanabilmektedir.

2 Yaş Sendromu Nedir?

18-36 aylar arasında görülen terrible two, çocuğun benlik gelişimi mücadelesinin duygusal, davranışsal ve tepkisel sonuçlarıdır. İki yaş ile beraber çocuk temel bakım veren ebeveyninden adım adım ayrılmış ve kendine daha yetebilir hale gelmiştir. Bu dönemde çocuk desteksiz yürüyebilir. Kullandığı kelimeler ve kurduğu cümlelerle duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını ifade edebilir. Fırsat verildiğinde sorumluluk alabilir, seçimler yapabilir.

Kendi başına yemeğini yiyebilir, basit kıyafetleri giyip çıkartabilir. Oyuncaklarını, odasını toplayabilir. Kıyafetlerini, yiyeceği yemeği, oynayacağı oyuncağı, okunacak kitabı seçebilir. Bu dönemde çocuk büyüdüğünün ve ebeveynlerine benzeyen ama onlardan ayrı bir birey olduğunu fark eder. Ailenin çizdiği sınırları genişletmek, iletişim ve etkileşim ağını büyütmek ister. Artık mevcut kurallar ve sınırlar onun için yeterli değildir. Kuralların esnemesini ve değişmesini ister.

2 yaş sendromu belirtileri gösteren çocuk aileyi sık sık sınar. Nereye kadar davranışlarının tolere edilebildiğini görmek ister.

2 Yaş Sendromu Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?

  • Çocuğunuz sıklıkla net ve keskin bir ses tonuyla “Hayır”, “İstemiyorum” gibi tercihlerini belirtmeye başladıysa,
  • Kolayca öfkeleniyor ve hırçınlık yapıyorsa,
  • Bir an onu çok mutlu eden bir şey başka bir an sinirlenme nedeni oluyorsa,
  • Tutturma, inatlaşma davranışları varsa,
  • Ağlama krizlerine, öfke nöbetlerine yakalanıyorsa,
  • Kendine, eşyalara ya da size vurma, zarar verme girişimleri varsa,
  • Dinlenmediğinde ya da hemen anlaşılmadığında size sinirleniyor, büyük tepkiler veriyorsa,
  • Herkese kendi istediklerini yaptırmaya çalışıyor, otorite uyguluyorsa,
  • Kıyafetlerini giymek, seçmek krize dönüşüyorsa,
  • Yemek öğünlerinde çatışmalar yaşıyorsanız,
  • Bencil ve dürtüsel davranışlar görülebilir,
  • Eşyalarını paylaşmak istemez, kendi onayı dışında eşyalarına dokunulmasını istemez,
  • Öfkelendiğinde kendini yerden yere atma, duvarlara eşyalara vurma, oyuncaklarını fırlatma davranışları görülebilir,
  • Aşırı hareketlilik ve hızlı duygu geçişleri varsa çocuğunuzda 2 yaş sendromu belirtilerini görmektesiniz demektir.

Bu belirtiler çocuğunuza gösterdiğiniz ebeveyn tutumu, ilgi ve iletişim şekline göre farklılık gösterecektir. Bu nedenle bu önemli dönemin sağlıklı atlatılabilmesi için ailenin nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenmesi gerekir.

2 Yaş Sendromu Neden Yaşanıyor?

Çocukta görülen bu belirtiler aile tarafından çoğunlukla hoş karşılanmamaktadır. Çevrenin de tavrı, tutumu ve olumsuz görüş bildirmesi ailenin üzerindeki baskıyı artırabilmektedir. Dolayısıyla aile bu dönemde çocuğu şımarıklık, yaramazlık gibi olumsuz sıfatlarla etkileyebilmektedir. Ancak bu dönemde çocuğun göstermiş olduğu belirtiler çocuğun sağlıklı gelişim gösterdiğinin belirtileridir. Bu dönem, çocuk duygusal, bilişsel ve gelişimsel olarak yaşını karşılıyor, yaşının gerektirdiklerini yaşıyor olarak değerlendirilmelidir.

“Başkalarının çocuğu ne kadar uyumlu?”, “Bak Onların çocuğu hiç böyle şeyler yapıyor mu?”, “Sen yap böyle yap hep üz bizi!”, “Tamam madem öyle daha da konuşma benimle.” gibi etiketlemeler, duygusal cezalar veya kıyaslamalar yapılmamalıdır. Her çocuk 2 yaş sendromu belirtilerini aynı dönemde göstermez. Bir çocukta belirtiler daha erken başlarken diğerinde daha geç görülebilir.

2 yaş belirtilerinin hiç görülmemiş olması ise bir problemin habercisi olarak düşünülebilir. Fazla bastırılan, korkutulan, göz ardı edilen, fiziksel, duygusal veya sözel şiddet gören çocuklarda belirti görülmeyebilir. Çocuk ailede kendini güvende hissettiği sürece benlik mücadelesini sergileyebilecektir. Çünkü çocuklar da dahil olmak üzere hepimizin önemli yaşam geçişlerinde güç alabileceğimiz desteklere ve güvene ihtiyacımız olur.

Çocuk bu dönemde aşırı davranışlar gösterebilir, duygularını yoğun yaşayabilir ve hatalar yapabilir. Çocuğun bunları yapabilmesi için koşulsuz sevgiye, kabule ve güven alanına ihtiyacı olacaktır.

Davranışları karşısında mücadele edebileceğinden daha büyük bir güç ile karşılaşan çocuk geri çekilir. Böyle bir durumda çocuk ailede bulamadığı kabulü başkalarında da bulamayacağını kabul eder. Böyle bir ortamda çocukta özgüven eksikliği, pasif agresif tavırlar gelişir. Çocukta öz değer ve özsaygı gelişmez.

Aile 2 Yaş Sendromu Sürecinde Çocuğa Nasıl Yaklaşmalı?

Aileler için bu dönem oldukça zorlu ve yıpratıcı olabilmektedir. Aile çocuğun alışık olmadıkları davranışları karşısında çaresiz kalabilmektedir. Çaresizlik duygusu ile ailenin de kontrolü kaybettiği ve çocuğun davranışlarına eşlik ettiği görülebilmektedir. Ancak çocuk bu dönemde her ne yapıyorsa yapsın karşısında duygularına hakim olabilen, kendinden emin bir ebeveyn görmek ister.

Ailenin çocukla beraber öfkelenmesi, kızması, sesini yükseltmesi veya çocuğa ceza verilmesi çocuğun rahatlamasının önüne geçecektir. Çocuk ailenin tutumu karşısında ya daha çok sinirlenecek ya da pes edip geri çekilecektir. Öfkesini doğal yolla ifade edemeyen, olumsuz tepki gören çocukta pasif agresif davranışlar gelişmektedir. Bu davranışlar ise bir ömür boyu bireyin olumsuz duygularını ifade biçimi halini alabilir.

Aile Çocuğa Güvenli Liman Olabilmelidir

Aile bu dönemde çocuk için şefkatli ve güvenli bir liman olabilmelidir. 2 yaş sendromu adeta bir fırtına dönemidir. Çocuk bu fırtınalarda yorgun düşer, dinlenecek bir liman arar. Çocuk öfkelendiğinde aile ona öfkesini boşaltması için alan tanımalıdır. Ancak çocuk öfke anında yalnız bırakılmamalıdır. Odanın bir köşesinde ebeveyn mutlaka çocuğun fark edeceği bir noktada olmalıdır. Çocuğun boyuna inilip, göz kontağı kurarak konuşulmalıdır.

“Şu an öfkelisin ve ben sen sakinleşene kadar burada bekleyeceğim. İstediğin zaman sana sarılmak ve seni dinlemek için ben buradayım” mesajı çocuğa verilmelidir. Çocuk ailenin koşulsuz kabulünü ve sevgisini gördüğünde çok daha kolay sakinleşmekte ve aileyi kucaklayabilmektedir.

Çocuğa Seçim Hakkı Sunulmalıdır

Bu dönemde çocuğun benlik gelişimine saygı duymak gerekir. Bu saygının önemli bir belirtisi de çocuğa seçim hakkı sunulmasıdır. Çocuğun yerine karar vermek yerine artık kendi seçimlerini yapabileceği konularla ilgili tercih ona bırakılmalıdır. “Bu hiç olur mu?”, “bırak ben seçeceğim.” Gibi çocuğu yargılamak ya da engellemek yerine iki üç seçenek arasında seçim yapması desteklenmelidir. Dolayısıyla çocuk için uygun olan seçenekler aile tarafından belirlenmeli ancak seçenekler içerisinden tercih çocuğa bırakılmalıdır.

Çocuğa Güç Gösterisinde Bulunulmamalıdır

Bu dönemde ailelerin olumsuz duygusal tepkilerden uzak durması ve kimin otorite olduğunu göstermeye çalışmaması gerekir. Çocuğun kendisinden her anlamda çok daha güçlü olan ebeveyniyle mücadele etmesi mümkün değildir. Çocuk bunun zaten farkındadır. Ailenin bunu somut şekilde çocuğa göstermeye çalışması çocuğun benlik değerini düşürecektir.

Aile Çocuğun Davranış ve İstekleri Karşısında Tutarlı Olmalı

2 yaş sendromu belirtileri gösteren çocuğun hala belirli sınırlara ihtiyacı bulunmaktadır. Dolayısıyla çocuğun ihtiyacı sınırsızlık değil sınırların sadece gerektiği kadar genişletilmesidir. Aynı şekilde çocuk duygusal dengesini koruyabilmesi ailenin tutarlı olmasına ihtiyaç duymaktadır. Bir şeye annenin verdiği cevap hayır ise babanın cevabı da hayır olmalıdır. Cevabı Hayır olan bir durum çocuğun ağlamasına göre Evet’e çevrilmemelidir.

Çocuk için bu tutarsızlık ilk başlarda hoşa giden bir durum olabilir. Çocuk bunu koz olarak kullanabilir. Ancak uzun vadede tutarsızlık hem çocuk hem de aile için risklidir. Anne ve baba kendi içlerindeki tutarsızlıkları çocuğun olmadığı bir yerde konuşmalı, ortak karara vardıktan sonra çocuğa karar sunulmalıdır.

2 Yaş Sendromu Yaşayan Çocuğa Suçlayıcı Dil Kullanılmamalıdır

Çocukla konuşurken davranışlarına yönelik suçlayıcı dil kullanılmamalıdır. “Sen yaramazsın, sürekli beni üzüyorsun.” Gibi suçlayıcı bir dil yerine “bu davranışın beni üzüyor. Birbirimizi üzmeden de konuşabiliriz/oynayabiliriz.” Gibi çocuğun davranışına yapıcı önerilerle gidilmelidir. Küsme, öfkelenme, cezalandırma, suçlama, kıyaslama yapılmamalıdır.

Aile ve çocuk kaliteli zaman geçirmelidir. Çocuğun ilgilerine, yaşına ve becerilerine uygun kitaplar, oyuncak ve oyunlar seçilmelidir. Bu oyunlardaki roller, taklitlerle çocuğa doğru ve yanlış davranışlar oyun yoluyla anlatılmalıdır. Çocuğun kişisel gelişimini desteklemek ve olası krizleri engellemek adına, ona kendi başına başarabileceği görevler verilmelidir. Bu dönemde çocuğun sosyal becerileri desteklenmeli, özgüven inşa etmesine destek olunmalıdır.

Çocuğun başarılı girişimleri desteklenmeli başarısızlıklarında ise nasıl daha iyisini yapabileceği üzerine eğilmesi öğretilmelidir. Çocuk başarmak kadar başarısızlığında olağan olduğunu öğrenmelidir.

Fiziksel Egzersizin ve Suyun Rahatlatıcı Gücünden Faydalanılmalı

2 yaş sendromu çocuğun enerjisini daha fazla boşaltmaya ihtiyaç duyduğu dönemdir. Bu dönemde çocuk olumsuz duygu ve düşüncelerini fiziksel aktivitelerle boşaltabilmelidir. Çocuk doğayla iç içe olabileceği, çimlere basabileceği, koşup oynayabileceği güvenli alanlara çıkarılmalıdır. Kumla oynamak ve su aktiviteleri de çocukların negatif enerjiyi boşaltmasına yardımcı olmaktadır.

Özellikle su ile oynamak, düzenli duş almak ve mümkünse yüzmek çocukların rahatlamasında etkilidir. Suyun dinginleştiren, iyileştiren gücü bu dönemde sıklıkla kullanılmalıdır.

İnatlaşmalarla Başa Çıkmak İçin Çocuğun Dikkati Farklı Yöne Çekilmelidir

Ailelerin en çok zorlandığı konulardan biri de tutturmalar ve inatlaşmalardır. Çocuğun ısrarla hayır demesi, diretmesi veya inatlaşması aileleri çoğu durumda zor durumda bırakmaktadır. Yapmayı ısrarla reddettiği konularda çocukla inatlaşmak yerine dikkatini farklı bir yöne çekilmelidir. Etraftaki bir nesneye, sevdiği bir oyuncağına dikkatini yönlendirmek, ilgisini çekecek farklı bir konudan bahsetmek işe yaramaktadır. Çocuk sakinleştikten sonra tekrar aynı konuya dönülebilir.

2 Yaş Sendromu Belirtileri Yoğunsa Aileler Bu Konulara Dikkat Etmeli

2 yaş sendromu her ne kadar doğal bir gelişim süreci olsa da tıpkı ergenlik gibi sancılı bir dönemdir. Bu dönem hem aile hem de çocuk için yeni bir deneyimdir; farklı ve yoğun yaşanan bir süreçtir. Dolayısıyla bu dönemde çocuğun duygusal, bilişsel ve fiziksel olarak karmaşa yaşayacağı bir dönem olmamalıdır.

2 yaş dönemi aynı zamanda çocuklara çoğunlukla tuvalet eğitimi verilmeye çalışılan bir dönemdir. Ancak tuvalet eğitimi başlı başlına farklı bir gelişim sürecidir. Çocuğun benlik mücadelesi içerisinde tuvalet eğitimini alması onu duygusal, fiziksel ve bilişsel açıdan zorlayacaktır. Ebeveynle inatlaşmalar, tuvaletini tutma ve bırakma kozunu aileyi cezalandırma olarak kullanmalar görülebilir. 2 yaş sendromu yoğun yaşanıyorsa belirtiler hafiflemeden çocuğa tuvalet eğitimi başlatılmamalıdır.

Başlama gerekliliği söz konusu ise mutlaka öncesinde bir çocuk psikoloğundan destek alınmalıdır. 2 yaş sendromunun yoğun yaşandığı dönemlerde memeden kesmek, tuvalet eğitimi vermek zorlaşmaktadır. Okula başlatmak da yoğun belirtilerin olduğu dönemde zorlaşabilmektedir. Çocuk okula gitmeyi bir cezalandırma olarak değerlendirebilmektedir. Yine bu dönemde okula başlatılması gerekiyorsa aile mutlaka destek almalıdır.

Kardeş sahibi olmak, anne-babanın boşanması gibi çocuğun dünyasında değişikliklerin yaşanması da çocuğu bu dönemde zorlamaktadır. Aynı şekilde çocukta yoğun 2 yaş sendromu belirtileri gözleniyorsa aile sürecin daha rahat geçmesi için destek almalıdır. Aba psikoloji olarak bu dönemde karşılaşabileceğiniz tüm sorun ve sorularınız için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Read More