Beyin temelli öğrenme sistemi ezberci eğitim anlayışından çok uzakta öğrencilere anlayarak ve bağ kurarak öğrenmeyi öğretiyor. Ülkemizde her yıl pek çok kademeden öğrenci eğitim hayatları ve kariyerleri için önemli sınavlara hazırlanıyor. Sınava hazırlık yapmanın yanı sıra okul puanlarının da yüksek tutulması gerekiyor. Dolayısıyla öğrenciler bilgiyi kalıcı olarak edinmek üzere değil sınavdan iyi sonuçlar almak amacıyla çalışıyor.

Dolayısıyla sınav sistemi bilginin ömürlük değil de sınav bitimine kadar kazanılmasının yeterli olacağı yanılgısını doğuruyor. Bu da öğrencilerin, öğrenmeden veya bilgiyi ilişkilendirmeden direk olarak ezberlemeye çalışmasına neden oluyor. Sınavlara ve eğitim sistemindeki açıklara yönelik aksaklıklar Ülkemizde yıllarca ezberci eğitimin uygulanmasına yol açtı.

Ancak uzun vadede ezberleyerek öğrenilen bilgilerin işlevini yitirdiği görüldü. Dolayısıyla sınavdan çıkan öğrenciler hayatları boyu faydasını görebilecekleri ve kullanabilecekleri bilgileri dahi unuttular. Öğrencilerin bilgiyi sentezleme, analiz etme, ilişkilendirme ve mantık yürütme becerileri gelişmedi. Soru kalıplarına kadar pek çok bilgiyi ve yöntemi ezberlemek durumunda kaldılar. Üniversiteye kadar ezbere dayalı eğitim alan öğrenciler için üniversitede özgün, yaratıcı düşünce, mantık ve muhakeme zayıf kaldı.

Günümüzde artık erken eğitim kademelerinden itibaren beyin temelli öğrenme sistemine geçilmeye çalışılıyor. Tabi burada sistemin kavranabilmesi ve uygulanabilmesi için eğitimcilerin de bu sistemi benimsiyor olması gerekiyor. Bilgiyi ezberlemek yerine anlayan, anlamlandıran ve ilişkilendiren öğrencilerin başarı oranları da artıyor. Üstelik bu sistem hem sınav hem de okul başarısını destekliyor. Sınavdan sonra da edinilen bilgiler uzun süreli olarak kullanılabilir hale geliyor.

Peki Beyin temelli eğitim sistemi nedir? Ezberci eğitim sisteminden farkı nedir? Eğitimde öğrencilere ve eğitmenlere ne tarz avantajlar sağlamaktadır. Yazımızın devamında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.

Yapay Zeka Meslekleri Nasıl Etkileyecek? Ve Endüstri 4.0 Okul Öncesi Eğitimden İtibaren Çok Daha Bilinçli Bir Kariyer Planı Yapmayı Gerektiriyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Beyin Temelli Öğrenme Nedir?

Bireyin özelliklerine, beynin yapısına, fonksiyonlarına ve genel çalışma prensiplerine uygun bir öğrenme biçimidir. Bu yöntemle gerçekleşen öğrenmenin çok daha hızlı ve kolay olacağına inanılmaktadır. Burada temel olarak; öğrenmeye yönelik uygulamaların beynin öğrenme sistematiğine uygun şekilde düzenlenmesi amaçlanmaktadır.

Bu yönteme göre beyin paralel bir işlemcidir. Bu paralellik bir bilginin kazanımında ve/veya kullanımında birçok işlemin bir arada yapıldığını göstermektedir. Beyin öğrenme sürecinde bilgiyi depolarken duygu, düşünce, duyu, davranış, hayal gibi pek çok süreçten beslenmektedir. Kazanılan bilgi ne kadar çok yönlü şekilde depolanırsa kalıcılığı ve işlevselliği o denli artmaktadır. Beyin temelli öğrenme sistemine bir örnek verelim.

Coğrafya dersinde ülkemizde yetişen sebze ve meyvelerden bahsederken sadece ezber yapmak işe yaramamaktadır. Bunun yerine öğrencilere sebze ve meyvelerin nasıl yetiştiğine yönelik belgesel izletilebilir. Tarım alanlarına geziler düzenlenip, ekip, dikim veya hasat dönemlerine katılım yapılabilir. Çiftçilerle veya pazarcılarla röportaj ödevleri verilebilir. Öğrencilere kendi amatör belgesellerini çekme fırsatı tanınabilir.

Bu sebze ve meyvelerin ülkemizin hangi topraklarında daha elverişli yetişebileceği veya yetişemeyeceği anlatılabilir. Toprağın yapısı, iklim, rüzgar, yağış gibi detayların yetiştiricilikteki rolü anlatılabilir. Tohumların varsa tarihi bilgileri anlatılabilir. Bu tohumlar nasıl keşfedilmiş? ülkemize nereden gelmiş veya ilk bizde mi bulunmuş? ilk bulunduğunda bu meyve ve sebzeler hangi amaçla kullanılmış? anlatılabilir.

Farklı beslenme türlerine, meyve ve sebzenin beslenme zincirimizdeki yerine ve önemine değinile bilinir. Tüm bunlar beyin temelli sistemin işleyişine örnektir. Kitapta yazan bilginin okunup ezberlenmesi yerine bilginin pek çok kaynaktan toplanarak işlenmesi desteklenmektedir.

Beyin Temelli Öğrenme Eğitimde Nasıl Kullanılıyor?

Türkiye de uzun yıllar üzülerek ezberci eğitim sistemi eğitim kademelerimizde kullanıldı. Koşullar, beklentiler ve sınav sistemindeki zorluklar bu sistemin kanıksanmasına neden oldu. Oysa ezbere dayalı eğitimde bilgilerin kavranması ya da anlaşılmasından ziyade zihinde tutabilmek ve istenildiğinde bilgiyi aynı şekilde sunabilmek önem taşımaktaydı.

Öğrencilerin bilgiyi yorumlama, analiz etme gibi yetenekleri bu yaklaşımda oldukça geri planda kalıyordu. Bu nedenle bilginin davranışa dönüşmesi ya da yaşamda uygulanabilir olması mümkün olmuyor. Beyin temelli öğrenme modeli ise gelişen teknoloji, dijitalleşme ve globalleşme ile hızla benimsendi. Bilgi her an değişiyor, gelişiyor ve artıyor.

Artık global bir evrende yaşıyor ve internet aracılığıyla dünya genelindeki tüm gelişmeleri takip ediyoruz. Dolayısıyla bunca bilgiyi ezberleyebilmek ve işleyebilmek mümkün görünmüyor. Teknoloji ve internet geldiğimiz noktada bilgi ürütme, edinme ve geliştirme fırsatları sunuyor.

Artık öğrenciler okulda ve derslerde yalnızca kitaplardan değil; hareketli grafiklerden, dijital öykülerden, animasyonlardan yararlanıyorlar. Bu yeni yöntemler öğrencilere daha akılda kalıcı, zaman ve mekandan bağımsız, yoruma ve analize açık bir öğrenme deneyimi sunuyor.

Eğitimde Beyin Temelli Öğrenme Yenilikçi, Kişiye Özel ve Geliştirilebilir Öğrenme Ortamı Sunuyor

Bu modelde öğrencinin bilgiyi edinmesi çok yönlü, deneyimleyerek ve dahil olarak gerçekleşiyor. Eğitim sürecinde öğrencilerin zeka alanları, öğrenme stilleri, ilgi ve becerileri baz alınıyor. Aynı zeka alanına sahip öğrenciler de dahi farklı öğrenme stilleri veya farklı ilgi ve beceriler rol alabiliyor. Bir öğrenci görsel-uzamsal yolla daha kolay öğrenirken, bir başka öğrenci tecrübe ederek daha kolay öğrenebiliyor.

Öğrenme sürecine ilgilerin ve becerilerin dahil edilmesi öğrenmenin daha kalıcı ve keyifli olmasını sağlıyor. Örneğin; yüzmeyi seven ve yüzme sporuyla aktif olarak uğraşan bir öğrenci için matematikte havuz problemleri daha dikkat çekici olabilir. Tabi ki her öğrencinin ilgi ve beceri alanını ya da öğrenme stilini öğrenmek bir öğretmen için kolay değildir.

Aynı şekilde öğrenilse dahi tüm öğrencilerin ilgisini çekecek şekilde her öğrenciye özel örnekler yapılması mümkün değildir. Fakat öğrencilere öğrenmenin mantığını aktarılabilir ve kendi bilgi edinme süreçlerinde bu sistemi kullanmaları teşvik edilebilir. Böylece derse katılmak, kendi örneklerini üretmek, yaratıcı düşünmek, ödev yapmak çok daha kolay ve keyifli hale gelir.

Beyin temelli öğrenme sistemi kişisel yaşanmışlıkların, kültürün ve eski öğrenmelerin de yeni bilgilerin ediniminde rol oynadığını gösteriyor. Aynı şekilde öğrenme sürecinde farkında olmasak da bilinçdışı süreçler de rol oynuyor.

Bu model eğitim sistemimizde yaygınlaşmaya başlasa da hala pek çok eğitim kurumunda ezberci sistem devam ettiriliyor. Artık geride kalması gereken ezberci eğitimin dezavantajları öğrencileri eğitim ve kariyer hayatlarını tehdit ediyor. Ezberci sistemin negatif etkilerinden korunabilmenin önemli bir yolu ise profesyonel eğitim ve kariyer desteği almaktır. Bu sayede okul ortamınızda olmasa dahi alternatif öğrenme ortamlarında ve bireysel çalışmalarınızda bu yöntemi kullanabilirsiniz.

Aba Psikoloji ile eğitim ve kariyer hayatınızı daha planlı ve bilinçli şekilde sürdürmenizi destekliyoruz. Uzman kadromuzla danışanlarımızın zeka alanlarını, ilgi ve becerilerini, öğrenme stillerini keşfediyoruz. Stratejik yetenek yönetimi uygulamamızla kariyer planınızı belirlemenize yardımcı oluyoruz. Çalışmalarımızda bilime, güncel bilgiye, teknolojiye ve beyin temelli öğrenme sistemine önemle yer veriyoruz. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Yabancı öğrenciler için son yıllarda Türkiye’de üniversite eğitimi almak nitelikli bir alternatif haline geldi. Yurt dışından her yıl çok sayıda öğrenci üniversitelerimize başvuru yapıyor. Eğitim kalitesi ve buna kıyasla düşük eğitim ve konaklama maliyetleri başvuruları artırıyor. Mezuniyet sonrası istihdam fırsatları da öğrencilere cazip geliyor.

Peki yabancı uyruklu öğrencilerin ülkemizde eğitim alabilmesi için neler yapması gerekiyor? Eğitim olanakları neler? Türkiye’de eğitim almanın bireysel kazanımları neler? Türkiye’de eğitim alan ve alacak yabancılar için yaşamı kolaylaştıracak öneriler neler? Yazımızın devamında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.

Yabancı Öğrenciler Türkiye’de Eğitim Almadan Önce Ne Yapmalı?

Yabancı uyruklu öğrenciler Türkiye’de devlet üniversitelerine veya özel üniversitelere başvuru yapabilmektedir. Her iki üniversite türünde de yabancı öğrenci kabul şartları aynıdır. Ancak bazı üniversitelerin öğrencilerden talep ettiği farklı belgeler ve şartlar olabilmektedir. Öğrencilerin başvuru yapmadan önce üniversitelerin başvuru koşullarını araştırması gerekir.

Koşullar karşılanıyorsa, talep edilen belgeler hazırlanarak müracaatlar yapılmalıdır. Bu aşamada özellikle öğrenciler Türkiye’yi ve Türk okullarını yeterince bilmiyorlarsa profesyonel destek almalıdır. Okulların kabul koşulları ve başvuruda istenen belgeler öğrenilmelidir. Ancak bunların dışında da öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden veya eğitim hayatlarına başlamadan önce edinmeleri gereken bilgiler bulunmaktadır.

Seçecekleri okulun bulunduğu şehir, şehirdeki yaşam olanakları, konaklama, ulaşım, yeme, içme gibi detaylar öğrenilmelidir. Hastane, güvenlik, mümkünse sigorta işlemleri önceden araştırılmalı ve gerekli başvurular yapılmalıdır.

Yabancı öğrenciler tüm bu detayların dışında seçtikleri üniversiteyi, bölümü, akademik kadroyu ve mesleği iyi araştırmalıdır. Türkiye’de veya ülkelerine dönme düşünceleri varsa ülkelerinde seçtikleri mesleği sürdürme olasılıkları şimdiden öğrenilmelidir. Mesleklerinin geleceğini ve bugününü iyi değerlendirmeliler. Seçtikleri üniversitenin yabancı uyruklu öğrencilere tanıdığı fırsat ve olanaklar da öğrenilmelidir.

Yabancı Öğrenciler Türkiye’de Eğitim Almak için Ne Yapmalı?

Türkiye’de eğitim almak isteyen yabancı uyruklu öğrencilerden başvurular için beklenen belge ve koşullar aşağıdaki gibidir;

  • Öğrenci Vizesi: Sınavlarda başarı gösteren ve üniversiteye girme hakkı kazanan yabancı uyruklu öğrencilere üniversite tarafından kabul mektubu gönderilir. Yurtdışındaki öğrenciler bu kabul mektubuyla Türkiye konsolosluğuna giderek öğrenci vizesi alması gerekir. Türkiye’deki öğrenciler ise Türkiye Dış Temsilcikleri tarafından öğrenci vizesi alabilirler.
  • Türkiye’de üniversite eğitimi almak isteyen yabancı uyruklu öğrencilerin oturma izni alması gerekir. Oturma izinleri yaşanılan şehirlerdeki Göç İdaresi tarafından verilir. İlgili yasaya göre yabancı uyruklu öğrenciler Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra bir (1) ay içerisinde oturma izni almalıdır. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Oturma izinleri her yıl yenilenir.
  • Yabancı öğrenciler başvurulacakları üniversiteye ait üniversite kabul formunu eksiksiz doldurmalıdır,
  • Lise veya dengi kademedeki eğitime yönelik mezuniyet diploması (Türk Dış Temsilcilikler veya noter tarafından onaylanmış ve Türkçeye çevrilmiş olmalıdır),
  • Transkript (öğrencinin lisede aldığı derslerin adları ve not çizelgesini gösteren belge) Transkript okul tarafından veya noter ile dış temsilcikler tarafından onaylanmış ve Türkçeye çevrilmiş olmalıdır.
  • Finansal teminat mektubu: öğrenci Türkiye’ye geldiğinde maddi ihtiyaçlarını nasıl karşılayacak, konaklama, ulaşım, eğitim gibi masraflar kim tarafından veya nasıl karşılanacak)
  • Kayıt Ücreti: Varsa başvurulacak üniversitenin kayıt ücreti yatırılmalı ve ödeme dekontu ile belgelendirilmeli.
  • Dil Sınavı Yeterlilik Belgesi: Dil yeterlilik sınavlarında gerekli puanı alamayan yabancı öğrenciler bir (1) yıl boyunca dil hazırlık eğitimi alır. Bu eğitimlerin ardından dil yeterliliğini sağlayan öğrenciler üniversite programlarındaki bölüm derslerine girmeye hak kazanırlar.
  • Uluslararası geçerliliği olan GCE, ACT, SAT gibi sınavlardan yeterli puanı almış olmak veya Yabancı Uyruklu Öğrenci Sınavı’ndan (YÖS) talep edilen puan alınmalıdır.
  • YÖS sınav sonucu da yine belgeler arasında bulunmalıdır. Her üniversite YÖS sınavını kendi düzenlemekte ve yapmaktadır. Üniversitelerin internet sayfasından sınav tarihlerini, başvuru koşullarını ve taban puanlarını öğrenebilirsiniz.

Başvuru aşamasında eksik belge bırakmamak ve kabul olasılığını artırmak için profesyonel kariyer danışmanlığı desteği alabilirsiniz.

Türkiye’de Eğitim Almanın Yabancı Öğrenciler için Avantajları

Türkiye’de eğitim almanın yabancı uyruklu öğrenciler için avantajları yıldan yıla artış gösteriyor. Türkiye hem artan eğitim kalitesi hem eğitimdeki çeşitliliği ile dikkat çekiyor. Elbette ki doğal ve kültürel güzellikleri, jeopolitik konumu turistler kadar öğrencilerin de ilgisini çekiyor. Bir diğer önemli tercih nedeni de Türkiye’nin eğitimdeki yeridir. Türkiye okullaşma oranının oldukça yüksek olduğu ve her yıl oranını artıran bir ülkedir.

Yurtdışından öğrenci kabul ettiği gibi yurtdışına da çok sayıda ülkemizden öğrenci gitmektedir. Türkiye Avrupa Yüksek Eğitim alanında da yer almaktadır. Türkiye Bologna Sürecini dört dörtlük uygulamakta ve Türk okullarının verdiği diplomalar tüm Avrupa ülkelerinde tanınmaktadır. Türkiyede Erasmus, Farabi, Mevlana gibi pek çok öğrenci değişim programı da aktif şekilde kullanılmaktadır. Öğrenci değişim programlarıyla ilgili detaylı bilgiler üniversitelerin öğrenci işlerinden öğrenilebilmektedir.

Yabancı öğrenciler için Türkiye’de eğitim alma isteklerinin bir diğer önemli nedeni de eğitimdeki çeşitliliktir. Türkiye’de toplam 209 üniversite bulunmaktadır. Bu üniversitelerde öğrencilerin tercih edebileceğin çok sayıda lisans, ön lisans ve yüksek lisans programı bulunmaktadır. Türkiye eğitim alınabilecek üniversite ve okunabilecek bölüm çeşitliliği ile tercih sebebidir.

Türkiye’nin doğal güzellikleri, iklimi, boğazları, kültürel zenginlikleri, çok dinli ve çok dilli yapısı, misafirperverliği de cazibesini artırmaktadır. Aynı zamanda mutfak kültürümüzdeki zenginlik de ülkemizin Avrupa’da ve dünyada ismini ön plana çıkarmaktadır. Tarihi dokusu, öğrenci dostu şehirleri, sanata, bilime ve kültüre verilen önem de dikkat çekmektedir.

Türkçeye ilgisi ve merakı olan öğrenciler için de Türkiye’de eğitim almak yeni bir dil edinme olasılığını artırmaktadır. Türkçe maruz kalarak ve kullanarak öğrenmesi daha kolay olan bir dildir. Yabancı öğrenciler için Türkiye’de eğitim almak aynı anda iki dili öğrenme ve geliştirme fırsatı olabilir. Eğitimde İngilizceyi, günlük yaşamda Türkçeyi kullanarak kısa sürede dil becerilerini ilerletebilirler. Türkçe eğitim veren bölümlerde ise öğrenciler dil yeterlilik sınavını geçemezse hazırlık okuyarak Türkçe/ingilizce öğrenebilirler.

Türkiye’de Eğitim Alan ve Alacak Olan Yabancı Öğrenciler için Yaşamı Kolaylaştıran Öneriler

Hiç bilmediğiniz veya yeterince bilgi sahibi olmadığınız bir ülkeye üniversite eğitimi almak için geliyor olabilirsiniz. Ne kadar ilginiz, merakınız ve isteğiniz olsa da gideceğiniz her ülkede yaşayabileceğiniz gibi burada da bocalayabilirsiniz.

Özellikle ön hazırlığınız yoksa ilk zamanlarınız biraz daha meşakkatli geçebilir. Her zaman eğitim kariyer ofislerinden destek alabilirsiniz ancak yine de ön bilgi edinmek faydalı olacaktır. Türkiye’ye gelmeden önce aşağıdaki önerilerimizi değerlendirmeniz Türkiye’deki ilk aylarınızı daha rahat geçirmenizi sağlayacaktır.

Konaklama Alternatiflerini İyi Araştırmalısınız

Türkiye’ye bir yakınınız yanına geliyor olabilirsiniz. Eğer konaklamayı yakınınızın yanında yapacaksanız bu aşamada çok zorluk yaşamayacaksınızdır. Muhtemelen ülkeyi sizden daha iyi bilen ve sizi daha iyi yönlendirebilecek birinin yanında olacaksınız. Ancak konaklayacak yeriniz yoksa hızlıca yurtları araştırabilirsiniz.

İlk aşamada eve çıkmak ve ev arkadaşı bulmak sizin için zor olabilir. Bu etapta mümkünse özel veya devlet yurdunda konaklamanız hem güvenlik hem de maliyet açısından faydalı olacaktır. Okula, çevreye alışıp yeni arkadaşlar edindikçe eve çıkma opsiyonunu değerlendirebilirsiniz.

Yabancı Uyruklu Öğrenciler için Sağlık Sigortası Oldukça Önemli

Türkiye sağlık sisteminde oldukça gelişmiş bir ülkedir. Ancak yine de imkan ve olanaklarını yeterince bilmediğiniz bir ülkede sigortanızın olması oldukça önemlidir. Yabancı öğrenciler için uygulanan sağlık sigortası türlerinden sizin için uygun olanı yaptırmanız önerilmektedir. Böylece öğrenciliğiniz ve ülkede kaldığınız süre boyunca sağlık hizmetlerinden kesintisiz ve daha düşük ücretlerle faydalanabilirsiniz.

Sağlık sigortaları sıklıkla gençler tarafından ihtiyaç duyulmayacağı gerekçesiyle ihmal edilebilmektedir. Ancak sigortası olmayan bireylerin sağlık hizmetlerinden bir kez faydalanması dahi neredeyse sigorta bedellerine ulaşan maliyetleri bulabilmektedir. Sağlık sigortası sadece yabancı uyruklu öğrenciler için değil türk öğrenci ve vatandaşlar için de önemlidir.

Ulaşım Ağını ve Temel İhtiyaç Noktalarınızı Önceden Öğrenin

Gideceğiniz ülke neresi olursa olsun gitmeden önce ülkenin ulaşım ağını öğrenmeniz avantajlıdır. Özellikle sıklıkla kullanacağınız güzergahları belirlemelisiniz. Okulunuz nerede, nerede konaklayacaksınız, hastane, marketler, toplu taşıma nerede öğrenmelisiniz. Sıklıkla kullanacağınız bu noktaları belirledikten sonra birbirlerine uzaklıklarını ve bu noktalar arasında hangi ulaşım türlerini kullanabileceğinizi öğrenmelisiniz.

Yabancı öğrenciler için uzaklıkların ilk etapta yürüme mesafesinde veya toplu taşımayla birkaç dakika olması önerilir. Bulunduğunuz bölgeyi ve şehri daha iyi tanıdıkça sizin de hareket özgürlüğünüz ve ulaşım çeşitliliğiniz artacaktır.

Acil Durum Numaralarını ve Temel Yasal Haklarınızı Öğrenin

Nerede olursanız olun bu bilgilere ihtiyaç duymamanız temennimiz olsa da mutlaka bilinmesi gereken bilgilerdir. Vatandaşı olduğunuz ülkenin Türk konsolosluğunun yerini ve numarası, Polis İmdat (155), Acil Yardım (112) bilinmelidir. Bunların dışında mutlaka oturma izni, öğrenci vizesi, yabancı hakları bilinmelidir.

Yabancı Öğrenciler Uyulması Gereken Toplumsal ve Yasal Kuralları da Bilmelidir

Her ülkenin benzer ve birde kendine özgü kültürel ve toplumsal kuralları vardır. Kendi ülkenizde uyduğunuz kurallara burada da uymaya devam etmelisiniz. Bu kuralları bilmeniz ve uymanız toplumsal yaşama uyumunuzu, huzur ve güvenliğinizi sağlayacaktır. Bu bilgileri gelmeden önce araştırarak da öğrenebilirsiniz. Ancak öğrenmenin en iyi yolu gözlemlemek ve tecrübeli birinden destek almaktır.

Hafta Sonu Tatillerinizi Değerlendirebileceğiniz Aktiviteleri Araştırın

Türkiye’de eğitim almak hem verimli hem de keyiflidir. Ancak eğitim sürenizi unutulmaz ve keyifli kılmanın bir diğer yolu da boş zaman etkinlikleridir. Hafta sonu tatillerinizi değerlendirmek üzere etkinlikler planlayabilirsiniz. Bu etkinlikler için grup gezilerine katılabilir veya okul arkadaşlarınızla kendi grubunuzu kurabilirsiniz.

Bireysel olarak da vakit geçirebilirsiniz. Bulunduğunuz şehrin veya yakın bölgelerin tarihi dokusunu keşfedebilirsiniz. Türkiye’nin doğal güzelliklerini gezip görebilir, sanat faaliyetlerine katılabilirsiniz. Hem sosyalleşebileceğiniz hem de keyifli zaman geçirebileceğiniz kurs ve aktivitelere de dahil olabilirsiniz. Varsa üniversitenizin öğrenci kulüplerinde de yer alabilirsiniz.

Sosyal Ağınızı Genişletin

Yaşayacağınız şehirde özellikle de konaklayacağınız bölgede veya okuyacağınız okulda kendi ülkenizden yabancı öğrenciler varsa tanışın. Bir arada olmanız bulunduğunuz yere alışmanızı sağlayacaktır. Mümkünse sizden çok daha önce gelen ve sizin yaşayabileceğiniz zorlukları yaşamış olan yabancılarla iletişim kurun. Tecrübeli öğrenciler veya ülkede kalmayan devam eden mezunlar sizin için iyi referanslar da olabilirler.

Referanslarınızın olması pek çok açıdan size kolaylık sağlayacaktır. Mümkünse gelmeden önce sosyal medya veya tanıdıklar aracılığıyla gideceğiniz yere yönelik sosyal çevre oluşturmaya çalışın. Aynı şekilde geldikten sonra da bu çevrenizi geliştirmeye özen gösterin. Sosyal ağınızın genişlemesi hem kendinizi daha iyi ve güvende hissetmenizi sağlar hem de yalnızlık hissetmezsiniz.

Yabancı Öğrenciler ve Kariyer Danışmanlığı

Gideceğiniz ülke, yaşayacağınız şehir ve okuyacağınız okulla ilgili ön bilgi yapmanız sizin için oldukça faydalıdır. Ancak ne kadar araştırma yaparsanız yapın destek alabileceğiniz tecrübeli biri yoksa eksik kalan noktalar olabilir. Araştırma sürecinde aklınıza gelmeyen basit detaylar dahi Türkiye’ye seyahatinizden sonra alışma sürecinde sizi zorlayabilir. Başvuru sürecinden başlayarak yaşam şekli, fırsat ve olanaklarla ilgili profesyonel destek alınması önerilmektedir.

Yabancı öğrenciler kadar Türk öğrencilere de profesyonel destek oldukça faydalı sonuçlar vermektedir. Bu alanda uzun süredir ve yoğun şekilde destek veren, güncel ve bilimsel bilgiye sahip kurumlar öncelikle değerlendirilmelidir. Aba Psikoloji, Aba Yurtdışı Eğitim ve Aba Kariyer olarak profesyonel destek ihtiyacı olan öğrenci ve ailelere hizmet vermekteyiz. Siz de Türkiye’de eğitim almak istiyor, nereden nasıl başlayacağınızı bilmiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Psikoloji mezunları için kariyerlerine yön verebilecekleri fırsat alanları mezuniyet sonrası belirginleşmektedir. Psikoloji lisans eğitimi mezunlara psikolog unvanını tanısa da pek çok psikolog alanında ilerlemek için uzmanlığa yönelmektedir. Uzmanlık dallarıysa gelişim, klinik, sosyal, adli, endüstri ve örgüt psikolojisi ve benzeri şekilde ayrışmaktadır.

İnsan kaynakları, halkla ilişkiler, Pazar ve piyasa araştırmaları, bilişim, finans, reklamcılık, eğitim bu alanlardan bazılarıdır. Ayrıca psikologlar mezuniyet sonrası herhangi bir alt alanda uzmanlaşmadan da çok farklı alanlarda çalışabilmektedir. KPSS’ye hazırlanan ve sınavdan geçerli puan alan psikologlar devlet kurumlarında da rol alabilmektedir.

Peki psikoloji bölümünü bitirenler lisans diploması ile nerelerde hangi unvanlarla çalışabilirler? Psikologlar hangi alanlarda uzmanlaşabilirler, psikolojinin alt uzmanlık alanları neler? Psikologlar psikoterapist unvanını alabilirler mi? Psikoterapist olmak için ne yapmaları gerekir?

Psikologlarla psikiyatristlerin farkı nedir? Psikoloji mezunları klinik veya danışmanlık merkezi açabilir mi? Psikologlar lisans diplomaları ile devlet kurumlarında çalışabilir mi? Devlette çalışmak için neler yapılması gerekir? Psikologlar kariyer fırsatlarını artırmak için mezuniyet sonrası neler yapabilir? Yazımızın devamında detaylı bilgiye erişebilirsiniz.

“Çocuğumu Hangi Uzmana Götürmeliyim?” Pedagog, Çocuk Psikoloğu ve Çocuk Psikiyatristi Kimdir? Ve Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Psikoloji Mezunları Lisans Diploması ile Nerelerde Çalışabilir?

Psikoloji bölümünü bitiren mezunlar lisans diplomalarıyla birlikte psikolog unvanını kazanmaktadır. Psikoloji alanında bu unvan hizmet verebilmek için yeterlidir. Ancak mezunların büyük çoğunluğu iş hayatına atıldıktan sonra ileri uzmanlık dallarına yönelmektedir. Böylece çalışma alanlarını, bilgi ve tecrübelerini genişletmektedirler.

Ancak bir psikoloğun hangi alanda ilerlemek istediğine karar verebilmesi için üniversite eğitiminden başlayarak alt uzmanlık dallarını deneyimlemesi gerekir. Üniversite eğitimi içerisinde zorunlu tutulan staj programları bu deneyimleri kazanabilmek için değerlidir. Fakat zorunlu stajların yanı sıra mümkün olabildiğince gönüllü staj, çalışma programlarına da dahil olunması önerilmektedir. Çünkü psikolojide yönelebilecek alt dal sayısı oldukça fazladır.

Ancak zorunlu stajlar hepsini tecrübe edebilmek için yeterli değildir. Bu nedenle psikoloji mezunları meslek hayatlarının ilk yıllarında ilgi duydukları alt alanlara yönelerek tecrübe edinmektedir. Bu süreç hem kazanç elde edebilecekleri hem de uzmanlık eğitimleri ile kendilerini geliştirebilecekleri bir dönemdir. Psikoloji eğitimini tamamlayanlar herhangi bir uzmanlık dalına yönelmeden önce psikolog olarak şu alanlarda çalışabilirler;

  • Anaokulu, kreş, gündüz bakım evi, ilk öğretim, lise ve üniversitelerde psikolog olarak,
  • Kurumsal şirketlerde insan kaynakları uzmanı olarak,
  • Yine kurumsal firmalarda ve eğitim danışmanlık merkezlerinde Eğitmen olarak,
  • Belediyelerde sosyal çalışmacı veya psikolog olarak,
  • Vakıflarda sosyal çalışmacı veya psikolog olarak,
  • Devlet kurumlarında psikolog olarak (devlet kurumları için belirlenen sınav, başvuru koşulları karşılanıyor olmalıdır), (Hastaneler, aile planlama merkezleri, hapishaneler, adliye, çocuk esirgeme kurumları, Evlat edinme kurumları gibi)
  • Özel eğitim merkezleri, huzurevleri, bakım evleri, diyaliz merkezleri ve benzeri kurumlarda psikolog olarak çalışabilirler.
  • Psikoteknik merkezleri ve testör olarak çalışabilecekleri özel kurumlarda da psikolog olarak görev alabilirler.

Kişilik Özelliklerine Göre Meslek Seçimi Yapmak ve Stratejik Yetenek Yönetimi ile Lise’de Doğru Alan Seçimi Yapabilirsiniz yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Psikoloji Mezunları Hangi Alanlarda Uzmanlaşabilir?

Dört yıllık psikoloji lisans eğitimini bitirenler psikolog unvanıyla mezun olurlar. Ancak uzmanlık unvanı alabilmek için yüksek lisans eğitimine devam edilmelidir. Alınacak yüksek lisans eğitiminin içeriği psikoloğun uzmanlık dalını belirleyecektir. Yüksek lisans eğitimi sonrasında istenirse doktora programlarına da devam edilebilmektedir. Psikolojinin bilimsel gelişmelere paralel olarak artan birçok alt alanı bulunmaktadır.

Bunların bazıları klinik psikoloji, sosyal psikoloji, deneysel psikoloji, bilişsel psikoloji, gelişim psikolojisi, sağlık psikolojisi, endüstri ve örgüt psikolojisidir. Her yıl ihtiyaca ve talebe göre açılan uzmanlık programları farklılaşabilmektedir. Bazı üniversitelerde yine bazı programlar birkaç yıl arayla açılabilmektedir. Bu nedenle zaman kaybı yaşamamak için üniversitelerin öğrenci kabul ettiği programlar güncel olarak takip edilmelidir.

Psikoloji mezunları yüksek lisans eğitiminin ardından uzman psikolog unvanını alırlar. Alınan bu unvan uzmanlık alanlarına göre psikologların çalışma sahasını özelleştirir. Örneğin uzman klinik psikolog unvanına sahip bir psikolog ağırlıklı olarak seans alarak, görüşme yapacaktır. Gelişim psikolojisinde uzmanlaşan bir psikolog Çocuk psikoloğu olarak görev alıp çocuklarla çalışabilir. Geriatride uzmanlaşan bir psikolog yaşlılarla çalışabilir.

Psikologlar mezuniyet sonrası doktora programlarına da devam edebilmektedirler. Eğitimin bu kademesi çoğunlukla akademisyen, öğretim görevlisi ve araştırmacı olmak isteyen, daha çok bilim boyutuyla ilgilenen bireyler için avantajlıdır.

Psikoloji Mezunları Psikoterapist Olmak için Ne Yapmalıdır?

Psikoterapistler, psikoterapi eğitimini tamamlamış ruh sağlığı uzmanlarıdır. Psikologlar, psikiyatristler, psikolojik danışmanlar psikoterapist olabilirler. Türkiye’de psikologların psikoterapistlik eğitimine başlayabilmesi için yüksek lisans eğitimine başlamış veya bitirmiş olması gerekir. Bazı psikoterapi alt alanları lisans mezuniyetini de kabul etmektedir. Psikoterapi alt alanları da tıpkı psikoloji uzmanlık alanları gibi çok dallıdır. Bir ruh sağlığı uzmanı aşağıdaki alt dallarda psikoterapi eğitimi alarak psikoterapist unvanı kazanabilir.

Psikoterapi eğitimleri sıklıkla uluslararası geçerliliği olan eğitim sertifikaları ile belgelendirilir. 1 yıllık psikoterapi eğitimleri olabildiği gibi 3, 5, 7 yıla varan psikoterapi eğitimleri de bulunmaktadır. Eğitimlerde teorik eğitim, uygulama ve supervizyon aşamaları yer almaktadır. Çoğu psikoterapi eğitimi lisans ve yüksek lisans eğitimleri gibi mezuniyet koşullarına sahiptir. Bitirme projesi, supervizyon sayısı, klinik görüşme sayısı ve benzeri bu koşullardan bazılarıdır.

Bazı psikoterapi eğitimlerinde aktif çalışıyor olmak, belli bir seans süresine ulaşmış olmak gibi koşullar vardır. Ayrıca eğitime kabul için kendi terapi sürecinden geçmiş veya geçiyor olmak gerekebilmektedir. Psikoloji mezunları ve diğer ruh sağlığı uzmanları için psikoterapi eğitimi alınabilecek alanlar aşağıdaki gibidir;

  • Bütüncül Psikoterapi
  • Çift ve Aile Psikoterapisi
  • Psikodinamik Psikoterapi
  • Psikodrama
  • Gestalt Psikoterapi
  • Varoluşçu Psikoterapi
  • Bilişsel Psikoterapi
  • Davranışçı Psikoterapi
  • Cinsel Psikoterapi
  • Oyun Psikoterapisi
  • Sanat Psikoterapi

Kendi Psikoterapi Sürecinden Geçmiş veya Geçiyor Olmak Neden Önemli?

Psikologlarda tıpkı psikolojik desteğe başvuran bireyler gibi yaşamlarının herhangi bir aşamasında desteğe ihtiyaç duyabilirler. Her şeyden önce sağlıklı bir hizmet verebilmek için bir psikoloğun kendi terapi sürecinden geçerek kendini keşfe çıkması gerekir. Güçlü ve zayıf yönlerini, zaaflarını, karakterini keşfetmelidir. Varsa travmalarını iyileştirmelidir. Meslekte aktif çalışan psikologlar gün içerisinde birbirinden farklı ve zorlu konularla peş peşe çalışmaktadır.

Her ne kadar danışanın terapiye getirdiği konu terapi odasında kalsa da yükü terapisti de etkilemektedir. Zorlu vakalarla başa çıkabilmek için terapistin de kendini ifade edebilmesi, bu yüklerden arınabilmesi gerekir. Kendi terapi sürecinden geçen ve/veya düzenli terapiye giden psikologlarda mesleki deformasyon ve tükenmişlik çok daha az görülmektedir.

Psikolog ve Psikiyatristlerin Farkı Nedir?

Psikoloji mezunları ile psikiyatristler arasındaki en temel fark aldıkları eğitim içeriği ve yetki alanlarına yöneliktir. Psikologlar 4 yıllık psikoloji eğitimi alırken psikiyatristler tıp eğitimi alıp üzerine psikiyatride uzmanlaşmaktadır. Psikologlar çeşitli yöntem, teknik ve envanterlerle ağırlıklı konuşarak görüşme yaparken, psikiyatristler reçete yazıp, ilaç verebilmekte, hastaneye yatış yapabilmektedir. Ayrıca psikiyatristler de psikologlar gibi psikoterapi eğitimi alabilmektedir.

Böylece psikoterapist olabilmekte ve teşhis koyma, tanılama ve reçete yazma dışında hastalarını konuşarak tedavi edebilmektedir. Psikiyatristler ve psikologlar farklılıklara rağmen pek çok açıdan iş birliği içerisinde çalışmaktadır. Sıklıkla psikiyatri kliniklerinde psikologlar da görev almaktadır. Benzer teknikleri, yöntemleri ve testleri uygulamakta birbirlerine yönlendirme yapmakta ve görüş almaktadırlar.

Psikoloji Mezunları Devlet Kurumlarında Çalışabilir mi?

Evet psikologlar lisans eğitiminin ardından devlet kurumlarında çalışabilmektedirler. Ancak devlet kurumlarında çalışma koşulları her yıl resmi kurumlar tarafından açıklanmaktadır. Sözleşmeli veya kadrolu çalışma durumuna göre başvuru koşulları değişiklik gösterebilmektedir. Kadrolu kademeler için çoğunlukla KPSS şartı aranmaktadır. KPSS sınav sonucunun geçerlilik süresinde atamalar için tercih yapılabilmektedir.

Her yıl ihtiyaca göre devlette istihdam edilen psikolog sayısı farklılaşmaktadır. KPSS puanı artıkça yerleşme olasılığı da yükselmektedir. Psikolojiden mezun olanlar KPSS’de genel yetenek ve genel kültür alanlarından sorumludur.

Psikoloji mezunları KPSS ile aşağıdaki alanlara atanabilmektedirler;

  • Sağlık Bakanlığı’na atanabilirler. Psikologlar sağlık bakanlığında atandıkları yere göre farklı görev tanımları alabilirler. Burada çoğunlukla MMPI, Rorschach gibi kişilik testleri yapmaktadırlar. Poliklinikte çalışan psikologlar psikiyatristlerle birlikte vizitlere katılabilirler. Klinik tecrübe kazanmak açısından son derece avantajlıdır.

Pek çok psikoloji öğrencisi üniversite yıllarında da hastanelerde staj yaparak benzer tecrübeler edinebilmektedir. Bu sayede klinikte psikologların hangi vakalarda çalışabileceğini veya psikiyatriye yönlendirme gerektiren vakaları da görmüş olurlar.

  • Yanı sıra psikoloji mezunları KPSS atamalarıyla il veya ilçe sağlık müdürlüklerine, toplum sağlığı merkezlerine atanabilir. Buralarda eğitimler verebilir, seminerler, etkinlikler düzenleyebilir, konuşmacı olabilirler. Evrak işleri yapabilir, toplum sağlığı merkezlerine gelen danışanlarla da görüşebilirler.

  • Adliyeler ve cezaevleri de psikologların atanabildiği devlet kurumlarıdır.
  • Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne de psikolog olarak atanabilirler.
  • Devlet üniversitelerine, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ve diğer pek çok devlet kurumlarına atanabilmektedirler.
  • Rehberlik ve Araştırma Merkezleri ve Milli eğitim kurumları da psikologların atanabildiği kurumlardır.

Psikoloji Mezunları için Kariyer Danışmanlığı

Psikoloji bölümü son on yıldır yıldan yıla popülaritesini artıran ve her yıl talep görmeye devam eden önemli bir alandır. Psikologların çalışma alanları da yıldan yıla artış göstermektedir. Psikologların birey, toplum ve endüstrideki katkıları her yıl daha fazla fark edilmektedir. Artan nüfus, şehirleşme, ekonomik kısıtlılıklar, globalleşme, teknoloji psikologlara duyulan ihtiyacı artırmaktadır.

Ancak ülkemizde psikoloji bölümüne verilen önemden çok daha fazla psikoloji öğrencisi ve mezunu bulunmaktadır. Bu da psikoloji mezunları arasındaki rekabeti artırmakta ve istihdam olamama kaygıları benzer meslek gruplarının alanlarının ihlal edilmesine neden olabilmektedir. Bu tarz istenmeyen sonuçların yaşanmaması için psikoloji bölümünü seçmeden ve mezun olmadan önce destek alınmalıdır.

Psikoloji bölümünü seçmek isteyen öğrencilerin profesyonel kariyer danışmanlığı alarak bu alana yönelmesi önerilmektedir. Bunun en büyük avantajı psikolog olmak için bireyin mizaç, kişilik özelliklerinin elverişli olup olmadığının değerlendirilmesidir. Pek çok psikoloji öğrencisi eğitim hayatına terapist olma isteğiyle başlamaktadır. Ancak kişilik özellikleri veya mesleki beklentileri eğitim hayatları içerisinde farklı alanlara yönelmelerini tetikleyebilmektedir.

Bölüm seçmeden önce kariyer danışmanlığı almak doğru mesleğe veya uzmanlık dalına yönelebilmeyi kolaylaştırmaktadır. Psikoloji mezunları da mezuniyet öncesinde kariyer danışmanlığı edinmelidir. Bu sayede hangi uzmanlık alanına yönelmek onlar için daha doğru ve avantajlı olacak öğrenebilirler. Ayrıca iyi bir profesyonel destek adaylara bilimsel ve güncel bilgiyi de sunmaktadır.

Örneğin yurtdışında şu an terapistlerin verdiği psikolojik desteğin yapay zekalar tarafından verilip verilemeyeceğinin çalışmaları yapılmaktadır. Dolayısıyla gelecekte psikolojinin çalışma konularına psikolojiyi yapay zekaya öğretmek, entegrasyon sağlamak gibi konular dahil olabilir. Bu alanı seçecek veya alandan mezun olacak bireylerin bu detayları biliyor olması çalışma konularını farklılaştırmalarına yarayabilir. Henüz kimsenin üzerinde çalışmadığı konularda araştırmalara, projelere katılarak öncü isimlerden olabilirsiniz.

Aba psikoloji uzmanları her yaştan danışanına akademik, mesleki danışmanlık sunuyor. Psikoloji mezunları ve diğer tüm meslek grupları da çalışma konularımız içerisinde yer alıyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle  danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.

Read More

Çocuklarda benlik gelişimi çocuğun sadece kendine yönelik algısıyla ilgili değildir. Çocuğun çevresi, ailesi, öğretmeni, arkadaşları da çocuğun benliğini etkiler. Dolayısıyla benlik bireyin fiziksel ve sosyal çevresiyle olan etkileşimleri sonucu kazandığı duygu, düşünce ve değerlerdir. Bir başka ifadeyle benlik, bireyin kendini algılayış biçimi, kim ve ne olduğuna yönelik düşüncesidir.

Benlik imajımız (kendimizi nasıl gördüğümüze yönelik değerlendirmelerimiz) ideal benliğe (olmak istediğimiz benliğe) yaklaştıkça benlik saygısı gelişir. Benlik saygısı kişinin ne olduğuyla ne olmak istediği arasındaki farka ilişkin duygu ve düşüncelerdir. Benlik saygısı artıkça, özgüven artar, kişi kendinden hoşnut olur ve kendiyle barışıktır. Çocuklar benlik değerlerini geliştirebilmek için kendilerini başarılı hissetmelerini sağlayacak etkinliklere yönelirler.

Başarılı olamadıklarında ise olumlu düşünmeyi sürdürebilecekleri etkinlik ve aktivitelere yönelirler. Böylece başarısızlığı öz değerlerine atfetmezler. Bunu başarabilen çocuklarda yüksek benlik saygısı gelişirken yapamayanlarda düşük benlik saygısı gelişecektir. Dolayısıyla çocuklarda benlik gelişimi yüksek benlik saygısı ve düşük benlik saygısı olarak ikiye ayrılabilir. Yüksek benlik saygısı olan bir çocuk kendisine potansiyeliyle uyumlu gerçekçi hedefler koyabilen çocuktur.

Bu çocuk hedeflerini gerçekleştirmek üzere çalışır ve hedefe ulaşabileceğine yönelik inanca ve motivasyona sahiptir. Düşük benlik saygısına sahip bir çocuk ise okulda ve diğer performans alanlarında kapasitesinin altında hedefler belirleme eğilimindedir. Peki yüksek benlik saygısı ve düşük benlik saygısına neden olan faktörler neler? Benlik gelişimini desteklemek için neler yapılabilir? Yazımızın devamında detaylara ulaşabilirsiniz.

Kıyaslama ve Rekabet Çocukları Nasıl Etkiliyor? Ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuklarda Benlik Gelişimi ve Yüksek Benlik Saygısı

Yüksek benlik saygısı olan çocuklar başarılarının veya başarısızlıklarının kaynağı olarak kendilerini görür. Başarısız olduklarında neden olarak başkalarını sorumlu tutmazlar. Başarısızlıklarından veya yanlışlarından ders çıkararak yeniden denemek ve daha iyisini yapmak için iç motivasyon geliştirirler. Otokontrol sahibidirler. Duygu ve düşüncelerinin farkındadırlar ve objektif kalabilirler. Daha yapıcı, pozitif ve suçlamalardan uzak bir dil kullanırlar.

Problemlerle başa çıkmak için akılcı stratejiler kullanırlar. “Fizik sınavım kötü geçti. Ancak nerelerde zorlandığımı ve hata yaptığımı biliyorum. Bir sonraki sınava çok daha iyi hazırlanacağım. Öğretmenimle konuşup düşük sınav notumu tölare etmek için neler yapabileceğimi öğreneceğim.” Gibi. Zorluklarla çok daha kolay baş edebilirler. Sosyal becerileri daha gelişmiştir ve kendilerini çok daha iyi ifade edebilirler.

Çocuklarda Benlik Gelişimi ve Düşük Benlik Saygısı

Düşük benlik saygısı olan çocuklarda ise başarı veya başarısızlığın neden olarak başkaları görülür. Örneğin; Fizik sınavından hoca düşük not vermiş. Bana taktı, kasten puanımı kırıyor.” Veya “Sınavdan yüksek not aldım çünkü öğretmen soruları çok kolay sormuştu.” Gibi. Düşük benlik saygısına sahip çocuklarda özgüven de düşüktür. Kendilerine ve potansiyellerine yeterince inanmazlar.

Yapabileceklerinin çok altında performans sergiler ve kendilerini zorlayacakları sorumluluklar altına girmezler. Yapabileceklerine yönelik inançları oldukça düşüktür. Kendi hayatlarına yönelik sorumluluk almakta veya seçimler yapmakta güçlük çekerler. Yaşamın her alanında ve döneminde desteklenmeye ihtiyaç duyarlar. Duygu ve düşünceleriyle ilgili olarak da kendilerinden emin değildirler.

Şu an ne hissettikleri veya düşündükleri çevrenin duygu ve düşüncelerine göre kolayca değişebilir. Bu anlamda yönlendirilmeye ve manipüle edilmeye açık bireylerdir. Dilleri ve iletişim şekilleri çoğunlukla suçlayıcı ve olumsuz yöndedir. “Senin yüzünden yeterince çalışamadım.”, ödevlerime yardım etseydin böyle olmazdı.” Gibi.

Çocuklarda benlik gelişimi ideal benlikle benlik algısı arasındaki fark açıldıkça düşük benlik saygısına yol açıyor. Ve düşük benlik saygısı geliştiren çocuklarda şu ortak özellikler görülüyor;

  • Sorumluluk almaktan kaçınır, yapabileceğinin çok altından görev ve sorumlulukları kabul eder.
  • Sınav kaygısı, performans kaygısı görülme sıklığı oldukça yüksektir,
  • Daha içedönük, pasif çocuklardır,
  • Pasif agresif davranışlara daha sık rastlanır,
  • En ufak bir başarısızlıkta, hatada veya hayal kırıklığında pes eder, yaptığı işi bırakır,
  • Kolayca küser,
  • Başarısızlıklarında başkalarını suçlar, mazeretler bulur, mantığa bürümeye çalışır,
  • Olumsuz benlik algısı, özgüven eksikliği, yetersizlik duygu ve düşünceleri baskındır,
  • Övülmekten hoşlanmaz, nasıl karşılık vereceğini bilemez veya alay edildiğini düşünerek öfkelenebilir,
  • Eleştirilmekten hoşlanmaz,
  • Otorite kabul ettiği kişilerin duygu ve düşüncelerinden kolayca etkilenir,
  • Hak ararken aşırı pasif ya da aşırı saldırgan davranışlar sergileyebilir.

Çocuklarda Benlik Gelişimi Nasıl Desteklenebilir?

Çocuklarda sağlıklı bir benlik gelişimini desteklemek için ebeveynlere düşen sorumluluklar oldukça fazladır. Benlik saygısı yüksek çocukların ebeveynleri tarafından sevilen, desteklenen ve kabul edilen çocuklar olduğu görülmektedir. Bu çocuklar aile içerisinde hem özerktir hem de ailenin temel kurallarına uymakla yükümlüdür. Çocukların aile içerisinde söz hakkı vardır, yaşlarıyla uyumlu sorumluluklar alırlar, kendileriyle ilgili konularda karar verebilirler.

Ebeveynler çocuklarının sadece başarılarını değil başarmak üzere verdikleri çabayı da taktir ederler. Düşük benlik saygısına sahip çocuklar ise güvensiz bir aile ortamında yetişmektedir. Bu çocuklar çoğunlukla ihmal edilen, cezalandırılan veya yok sayılan çocuklardır. Kimi çocuklar ise ailelerinin büyümeyen bebekleridir. Aşırı korunmaya maruz kalırlar ve bağımsızlaşamazlar. Kendi kararlarını veremez, sorumluluk alamaz, becerilerini sınayamazlar.

Çocuklarda benlik gelişimi aşağıdaki ebeveyn rolleri doğru şekilde gerçekleştirildiğinde yüksek benlik saygısına ulaşabilmektedir.

Çocuğa Güven Ortamı Sağlanmalıdır

Çocuk kendini ve geleceğini güvende hissetmek ister. Ancak güven ortamı olduğunda ve çocuk kendini güvende hissettiğinde yüksek benlik değeri inşa edilebilir. Güvensizlik söz konusu olduğunda çocuğun kendini değerli hissetmesi, özgürce ifade etmesi mümkün değildir. Güvensiz bir ortamda çocuk daha çekinik ve ürkek bir kişilik geliştirecektir.

Çocuğun Aidiyet Bilinci ve Hissi Geliştirilmelidir

Her çocuk güven ihtiyacından sonra kendini bir yere ait hissetmek ister. Bu aidiyet aileden başlar, arkadaş ortamı, okul gibi sosyal çevreler içerisinde devam eder. Çocuk ait olduğu ortam içerisinde kabul edildiğini, sevildiğini ve değerli olduğunu hisseder. Böyle bir ortamda çocuk başarısız olmaktan, hata yapmaktan çekince duymaz. Aidiyet hissi olmayan çocuklarda benlik gelişimi zarar görür.

Kendilerini yalnız, başı boş ve savunmasız hissederler. Savunmasızlık hissi ise daha hırçın, saldırgan olmalarına veya pasif agresif davranışlar sergilemelerine neden olabilir.

Çocuğunuza Güven Verin

Çocuk güven duygusunu ilk önce ailede ebeveynleriyle olan ilişkisi içerisinde öğrenir. Yaşamın ilk yılında bebek bakıma muhtaçtır. Temel bakım veren çocuğun duygusal, fiziksel ve fizyolojik ihtiyaçlarını zamanında ve yeterli şekilde karşılamalıdır. Ancak bu koşulda çocuk ebeveyniyle güvenli bir bağ kurabilir. Bu güvenli bağ hissi çocuğa sevilebilir, değerli ve önemli olduğu hissini verir.

Ailede başlayan bu güven ilişkisini çocuk sosyal yaşamı keşfettikçe çevresindeki diğer kişilere yönlendirir. Ebeveyniyle güvenli bağ kuran çocuk kendini değerli ve sevilebilir gördüğü gibi güvenli de görür. Dolayısıyla güvenli bağ kurmuş bir çocuk için hem ailesi hem kendisi hem de çevresi güvenlidir.

Tam tersi bir durumda ise çocuk başta ebeveynini, ebeveyni aracılığıyla kendisini ve sonrasında da çevresini güvensiz tayin eder. Güvenin olmadığı bir ortamda ise çocuklarda benlik gelişimi zarar görür.

Sorumluluk Alma ve Karar Verme Becerileri Desteklenmelidir

Ebeveynlere düşen en önemli rollerden birisi de çocukların yaşıyla uygun şekilde sorumluluk almasına fırsat verilmesidir. Çocuğa neleri yapabileceğini göstermesi için sorumluluk verilmelidir. Çocuk sorumluluk almak yönünde yüreklendirilmelidir. Üstesinden gelebildiği sorumluluklarda çocuğa rutin görevler verilmeli ve bu davranışı pekiştirilmelidir. Üstesinden gelemediği sorumluluklarda motivasyonunu kırmadan daha küçük görevler verilmeli ve neden zorlanmış olabileceği çocuğa anlatılmalıdır.

Önemli bir diğer rol ise çocukların karar verme ve seçim yapma becerilerinin desteklenmesidir. Çocuklar yaşlarıyla uygun şekilde seçim yapmaya teşvik edilmelidir. Yemek istedikleri yemekleri, giymek istedikleri kıyafetleri, oynamak istedikleri oyunları seçebilirler. Alışveriş yaparken kendileriyle ilgili ihtiyaçları seçmelerine fırsat verilebilir. Örneğin; çocuğa kitap alınacaksa birkaç seçenek içerisinden hangisinin alınmasını istediğini seçmesi sağlanabilir.

Çocuklarda Benlik Gelişimi için Çocuğa Ev İçerisinde Söz Hakkı Verilmelidir

Kaç yaşında olursa olsun çocuk evin bir ferdidir. Evde yaşanan iyi kötü her şeyden çocuk doğrudan etkilenmektedir. Dolayısıyla ev içerisinde önemli konularla ilgili çocuğun da fikrine danışılmalıdır. Eve alınacak bir şey veya yapılacak bir değişiklik varsa çocuğun da fikri alınabilir. Yapılacak bir etkinlikte çocuğun da istekleri sorulabilir. Yemek sofrasında herkes gibi çocuğun da gününün nasıl geçtiği sorulabilir.

Ev içerisinde böyle bir ortam sağlandığında çocuk kendisini çok daha değerli hissedecektir. Bu basit uygulama çocuğun ileriki yaşamında kendini çok daha özgür ve doğru ifade edebilmesini sağlayacaktır. Evde söz hakkı olan, sorumluluk alan, kendiyle ilgili konularda karar verebilen çocuklarda benlik gelişimi yüksek benlik saygısı ile sonuçlanacaktır.

Başarıyı Değil Çabayı Taktir Edin

Aşırı mükemmeliyetçi veya başarı odaklı ebeveynlerde çocuğun sadece başarısı taktir edilmektedir. Bu da çocuğun başarısızlık duygusuyla başa çıkamamasına neden olmaktadır. Çocuk başarısız olduğunda performans kaygısı, sınav kaygısı gibi istenmeyen durumlarla boğuşabilmektedir. Çocuğun sağlıklı bir benlik inşa edebilmesi için sadece başarılarının değil başarmak üzere verdiği tüm çabaların da taktir edilmesi gerekir.

Çabası taktir edilen çocuk sonuç kadar süreçten de keyif almayı öğrenir. Sadece başarmak için değil, öğrenmek ve deneyimlemek için de motive olur.

Çocuklarda Benlik Gelişimi Sağlıklı Rol Modellerle Desteklenmelidir

Tüm bu önerilerin yanı sıra sağlıklı bir benlik gelişimi inşa edebilmek için çocukların doğru rol modelleri ihtiyacı vardır. Ebeveynler, öğretmenler veya arkadaş çevresi düşük benlik saygısına sahipse çocuğun da modeli eksik kalacaktır. Sağlıklı benlik gelişimi için başta ebeveynler olmak üzere çocukla doğrudan ilişki kuran herkesin benlik değeri önemlidir.

İçe kapanık, kendini ifade edemeyen, sorumluluk bilinci gelişmemiş rol modellerle yetişen çocukların benlik değeri profesyonel kaynaklarla desteklenebilir.

Çocuklarda Benlik Gelişimi ve Profesyonel Destek

Kimi zaman ailevi faktörler, kimi zaman mizaç özellikleri veya çevresel koşullar düşük benlik saygısına neden olabiliyor. Bazen ailenin büyük özveride bulunmasına karşılık arkadaş çevresi, akademik ortam veya çevresel koşullar benlik değerini olumsuz etkiliyor. Akran zorbalığına maruz kalmak, sık öğretmen, okul veya şehir değiştirmek benlik gelişimini olumsuz etkileyebiliyor.

Travmatik olaylara maruz kalmak veya şahit olmak da benlik değerinin düşmesine neden olabiliyor. Dolayısıyla benlik gelişimi bu ve benzeri nedenlerle profesyonel olarak desteklenmeyi gerekli kılabiliyor. Oyun terapisi, sanat terapisi, müzik veya kum terapisi gibi çocuklara yönelik uygulamalarla çocuğun benliği destekleniyor.

Aba psikoloji olarak uzman kadromuzla çocuklarda benlik gelişimi üzerine çalışıyoruz. Düşük benlik saygısı nedeniyle kişisel, sosyal veya akademik alanda zorluk yaşayan çocuklara ve ailelere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

 

Read More

Okul korkusu okula başlama çağına gelen pek çok çocukta görülebilmektedir. Okula yönelik olumsuz duygu, düşünce ve tutumlar okul reddine dönüşebilmektedir. Kayıt dönemi geldiğinde çoğu aile okulun ilk haftasına yönelik yoğun kaygı duymaktadır. Çocuğun korkusuyla ailenin artan kaygısı bir araya geldiğinde kar topu etkisiyle korku ve kaygılar beslenmektedir.

Bu noktada ailenin ve çevrenin çocuğa yönelik hatalı yaklaşım ve tutumu okul sendromunu artırabilmektedir. Okula yönelik olumsuz duygular çocuğun ilk okul tecrübesiyle başlayabileceği gibi okul değişikliği, sınıf atlama, öğretmen değişikliği gibi durumlarda da gelişebilmektedir. Okul öncesi eğitim de çocuklar için bir çeşit okuldur. Evden ve ebeveynden ayrılmayı gerektiren bu ortam değişikliği de yine çocukta okul korkusu gelişimini tetikleyebilir.

Anaokuluna başlarken okul sendromu görünmeyen bir çocukta ilkokula başlarken okul fobisi görülebilir. Dolayısıyla okula yönelik korkular farklı dönemlerde, koşullara ve deneyimlere bağlı olarak gelişebilmektedir.

Peki henüz okul tecrübesi olmayan çocuklarda okula yönelik korku neden gelişiyor? Okul sendromu belirtileri nelerdir? Okul fobisinin gelişmemesi için neler yapılabilir? Okul fobisiyle başa çıkmak için ebeveynlere verilebilecek öneriler nelerdir? Başa çıkılamayan korkularda psikolojik destek gerekir mi? ve benzeri soruların cevaplarına yazının devamında erişebilirsiniz.

Okul Korkusu Belirtileri Nelerdir?

Sıklıkla okul sendromu olan çocuklarda aşağıdaki belirtiler görülmektedir.

  • Baş ağrıları,
  • Karın ağrıları, bulantı-kusma hissi,
  • İştahsızlık, keyifsizlik,
  • Uyku düzeninde bozukluklar,
  • Okul sorumluluklarından kaçınma ve aksamalar,
  • Sebebi olmayan ağlama,
  • Alıngan ve sinirli olma,
  • Sevilen şeylere karşı ilgi kaybı,
  • Durgunluk, isteksizlik, sessizlik,
  • Bu belirtiler daha çok sabahları ve okul saatlerinde ortaya çıkar ve yoğunlaşır.

Okul sendromuna yönelik tablo, aile ve öğretmen tarafından iyi değerlendirilmez ve doğru yaklaşım sergilenmezse çocuğun korkusu pekişebilir.

Okul Korkusu Neden Gelişiyor?

Hatalı ebeveyn tutumları, mizaç, gelişimsel özellikler, çevresel koşullar, rekabet ve kıyaslamalar okul fobisine neden olabilir. Aşağıda okula yönelik korku gelişmesinin nedenleri detaylarıyla yer almaktadır.

Ayrılık Anksiyetesi İle Gelişen Okul Korkusu

Çocuklarda görülen okul fobisinin önemli bir nedeni yaşadıkları ayrılık anksiyetesidir. Çocuklar okul ortamında günlerinin büyük bölümünü geçirirler ve bu süre boyunca evden uzak kalırlar. Evdeki konfor, ebeveynin ilgisi okul ortamında daha sınırlıdır. Evde daha merkezde tutulan çocuk okul ortamında akranlarıyla eşittir ve paylaşmayı öğrenmelidir. Evde kurallar çok daha esnek olabilirken okulda kurallar belli ve nettir.

Hele ki çocuğun ilkokul tecrübesinden önce okulöncesi eğitimi yoksa korku gelişme olasılığı daha yüksektir. Çocuk evinden, rutin alışkanlıklarından, konfor alanından ve anneden ayrılmak istemez. Üstelik bir de ebeveyn çocuğun okula başlayacak olmasına üzülüyorsa çocuğun korkuları daha da pekişecektir. Bazı ebeveynler çocuklarına olan sevgilerini hissettirmek için “sen yokken ben ne yapacağım, seni çok özleyeceğim, tüm gün seni bekleyeceğim” gibi cümleler kurarlar.

Bu cümleler çocukları olumsuz etkiler ve okula başlayacak olmanın ebeveynlerini cezalandırmak, üzmek olduğunu düşünebilirler. Bu nedenle ebeveynler ayrılığa yönelik kaygılarını ve üzüntülerini olabildiğince çocuklara hissettirmemelidir.

Yeni Deneyimlerle Başa Çıkamamaktan Endişe Etme

Yaşıyla uyumlu sorumluluklar verilmeyen, her istediği istediği gibi gerçekleştirilen çocuklar özellikle bu sorunu yaşayabilmektedir. Evde sorumluluk almayan veya yaşına göre karar verme becerisi gelişmeyen çocukların problem çözme becerileri de gelişmemektedir. Ayrıca okul çağına kadar akranlarıyla veya sosyal çevreyle yeterince iletişime ve etkileşime geçmemiş çocuklarda da iletişim becerileri gelişmemektedir. Tüm bunlar çocuk okul çağına ulaştığında okul korkusu olarak karşımıza gelebilmektedir.

Gerçekdışı Başarı Beklentileri

Öğretmenin, ailenin veya çevrenin başarı beklentileri, rekabetçi tutumları çocuklarda okul fobisi gelişimini tetikleyebilmektedir. Sözlü veya yazılı sınav başarısı, ödevlerdeki performans veya sınıf içi derse katılım öğrencilerde kaygı uyandırabilir. Özellikle okul olgunluğuna ulaşmadan erken yaşta okula başlatılan çocuklar için sınıfın ritmini yakalamak zordur. Fark edilmeyen dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü, hiperaktivite gibi başarıyı doğrudan etkileyen faktörler de okul fobisine neden olabilmektedir.

Sosyal Beceri Eksikliği ve Akran Zorbalığı da Okul Korkusu Gelişimini Tetiklemektedir

İçe kapanık, çekingen, utangaç mizaç özelliklerine sahip çocuklar okul ortamında arkadaş edinmekte zorluk yaşayabilmektedir. Bu çocuklar için arkadaşlık ilişkisini başlatmak zordur. Çoğunlukla bulundukları ortamda fark edilmemek için geri planda kalmayı tercih ederler. İstek, ihtiyaç ve fikirlerini çoğunlukla grupla paylaşmazlar. Grup oyunlarına katılmakta veya grupla oynanacak oyunlar kurmakta güçlük yaşarlar.

Gruba katılmak yerine davet edilmeyi isterler. Bu da çocukların okul ortamında kendilerini ifade etmesini ve arkadaşlık kurmasını güçleştirir. Okulda sosyalleşemeyen çocuk zamanını keyifli geçiremez ve okula karşı motivasyonu gelişmez. Dolayısıyla okul fobisi gelişir. Ayrıca okul ortamında akran zorbalığına maruz kalan çocuklarda da okul korkusu görülme sıklığı oldukça yüksektir.

Fiziksel, duygusal veya davranışsal olarak zorbalığa maruz kalan çekingen çocuklar kendilerini korumakta zorlanabilmektedir. Bu sorunla nasıl başa çıkacaklarını bilmedikleri için sorundan kaçmayı tercih edebilirler.

Okul Korkusu ile Başa Çıkmak İçin Ebeveynlere Öneriler

Ebeveynler için de okula başlangıç çoğunlukla heyecan ve kaygıyı bir arada getirir.  Okula başlangıç çocuğun kendine yetebilir hale gelmesi ve akranlarıyla sosyalleşecek olması anlamına gelir. Yanı sıra okul çocuk için bilgi edinme, bilgiyi arama ve kendini geliştirme ortamı sunar. Bir başka açıdansa okula başlangıç çocuğun düzene girmesini, toplumsal kuralları öğrenmesini ve onlara uymasını sağlar.

Ancak birçok açıdan okula başlangıç ebeveyn için kaygı unsurudur. Peki aileler hem kendi kaygılarıyla baş etmek hem de çocukta okul korkusu gelişmesini engellemek için neler yapılabilir?

Duygularını Dinleyin, Davranışlarını Gözlemleyin

Çocuğun okula yönelik olumsuz duygu ve düşünceleri çoğunlukla okul deneyimi edinmeden önce başlar. Ebeveynden ayrı kalmak, okula yönelik çevreden edinilen olumsuz bilgiler okul sendromunu başlatabilir. Çocuğun korkuları ne zaman başlarsa başlasın ebeveynler bu korkulara kulak vermeliler. Çocuğun okula yönelik duygu ve düşünceleri dinlenmelidir. Kimi çocuklar özellikle de çekingen mizaca sahip olan çocuklar duygularını konuşma taraftarı olmayabilir.

Çocuğunuzla duygu ve düşünceleri üzerine konuşamıyorsanız davranışlarını gözlemleyebilirsiniz. Eskiye oranla daha çok içe kapanıksa, ağlamaları, fiziksel şikayetleri artış göstermişse şüphe edebilirsiniz. Özellikle de bu belirtiler okulla ilgili konular konuşulduğunda, okul günlerinde veya tatiller bitip okula başlama yaklaştığında artıyorsa şüphelenilmelidir.

Sabırlı Olun

Okul korkusu yaşayan çocuğunuzun duygu, düşünce ve davranışlarına karşı bu dönemde ekstra sabırlı olmalısınız. Aynı konuları, aynı duyguları tekrar tekrar konuşmanız gerekebilir. Her şey yolunda, sanırım artık korkularıyla başa çıkabiliyor dediğiniz bir anda korkular yeniden başlayabilir. Sabırlı, sevgi dolu, anlayışlı ve güven verici bir tutum sergilemeniz çocuğunuzun korkularıyla baş etmesini kolaylaştıracaktır.

Okulun Amacını Açıklayın, İlgi ve Merak Uyandırın

Bilinmeyen her şey gibi okula, öğrenci olmaya yönelik, yetersiz bilgi, bilgisizlik çocuk için kaygı uyandırır. Bu nedenle okulların açılmasını beklemeksizin okul olgunluğuna erişmiş çocuklara okul ortamı anlatılmalıdır. Okulda bir gün nasıl geçer, okula neden gidilir, okula gitmenin faydaları nelerdir anlatılmalıdır.

Belki kayıt yapılacak okula çocukla beraber ön ziyaretler yapmak, bahçesini dolaşmak, okul imkanlarını birlikte değerlendirmek faydalı olabilir. Okul çantasını, kırtasiye malzemelerini, kıyafetlerini alırken çocuğun da fikri alınabilir, seçim fırsatı tanınabilir.

Alay Etmeyin, Duygularını Küçümsemeyin ki Okul Korkusu Gelişmesin

Okul fobisi hafife alınmaması gereken bir çocukluk çağı problemidir. Alay, küçümseme, kıyaslama gibi tavır ve tutumlar durumun daha da kötüleşmesine neden olacaktır. Alay etmek, hafife almak, küçümsemek çocuğun kendisini çok daha çaresiz ve yalnız hissetmesine neden olur. Bu his daha fazla içe kapanmasını tetikler ve beraberinde farklı psikolojik sorunları tetikleyebilir.

Vedalaşmaları Pozitif ve Kısa Süreli Tutun

Çocuklarda okula yönelik korkuyu tetikleyen önemli bir davranış hatası da ebeveynlerin vedalaşmayı uzun tutmasıdır. Kapı önünde tekrar tekrar sarılmak, belki gözyaşı dökmek çocuğu olumsuz etkilemektedir. Çocuk ebeveynlerini uzun süre göremeyeceğini düşünebilir. Okulun kötü bir yer olduğunu ve bu nedenle ebeveyninin üzüntü duyduğunu düşünebilir. Cezalandırıldığını düşünebilir. Okula giderek ebeveynlerini üzdüğünü düşünebilir. Tüm bunlar okul korkusu gelişimini tetikleyebilir.

Böyle dramatik bir ayrılık yerine vedalaşma daha kısa süreli tutulmalı. Ebeveyn ayrılırken okul gününe yönelik güzel dileklerde bulunabilir. Okul bitiminde almaya geleceğini, eve dönüşte neler yapacaklarını kısaca anlatabilir. Çocuk okuldayken ebeveyn kendisinin neler yapacağından bahsedebilir. Böylece çocuk ebeveyninin kendisi okuldayken evde üzüleceğini veya o okuldayken evde çok eğleneceklerini düşünmez.

“Sen okuldayken ben de iş yerinde çalışıyor olacağım.”, “Sen okuldayken ben de akşam için yemek yapacağım.” gibi.

Okul Dönüşü Sohbet Edin, Gününün Nasıl Geçtiğini Sorun

Çocuğunuz eve döndüğünde mutlaka onunla okul gününe yönelik sohbet edin. Okulda neler yaptı, neler öğrendi konuşabilirsiniz. Anlattıkları karşısında ilgili ve meraklı olduğunuzu ses tonunuz ve beden dilinizle destekleyebilirsiniz. Önemli olan bu sohbeti yapmış olmak için yapmamaktır. Çocuğunuzla konuşurken mutlaka boy seviyesine inin ve göz kontağı kurmaya çalışın.

Anlattıklarını varsa sorularınızla derinleştirin. Öğrendiklerini size göstermek isterse fırsat verin ve size de öğretmesini isteyin.

Sorumluluk Verin, Kendi Kararlarını Almasını Destekleyin

Okul korkusu gelişimini etkileyen bir diğer önemli konu da çocuklara yaşlarıyla uyumlu sorumluluklar verilmiyor oluşudur. Evde sorumluluk verilmeyen çocuk okul ortamında üstlenmesi gereken sorumluluklarla karşılaştığında uyum sorunu yaşar. Sorumluluklarını yerine getirmeyi unutur veya yerine getirmeye zorlanır. Ebeveynlerinin, öğretmeninin veya arkadaşlarının desteğine ihtiyaç duyabilir. Bu da çocuğun özgüveninin zedelenmesine, kendi gücünü ve potansiyelini keşfetmesine engel olur.

Çocuklara ev ortamında yaşına uygun sorumluluklar vererek bu beceriler desteklenmelidir. Oyuncaklarını toplama görevi, masayı kurmaya yardım etme görevi, evcil hayvanını besleme görevi gibi. Bir diğer önemli rol de çocuğun karar alma becerisinin geliştirilmesidir. Çocuklar tıpkı sorumluluklar gibi yaşıyla uygun şekilde karar vermeye teşvik edilmelidir.

Çocuğa iki, üç seçenek içerisinden kendi istediğini seçme fırsatı sunulmalıdır. Böylece çocuk özerk bir birey olduğunu, kendisiyle ilgili konularda söz hakkı olduğunu öğrenir. Ve kendisini ilgilendiren her konuya daha fazla dahil olarak içselleştirir.

Okul Korkusu ve Psikolojik Destek

Çevresel faktörler, mizaç, okul ortamı, akran etkisi ve ebeveyn tutumları gibi nedenlerle okul fobisi ile başa çıkmak zorlaşabilir. Çocuğun okul reddiyle baş edilemiyorsa, duygusal, fizyolojik ve davranışsal belirtilerde artış varsa mutlaka destek alınmalıdır. Beraberinde okul başarısında düşüş, devamsızlıkta artış, depresyon, sosyal kaygı, sınav kaygısı ve benzeri görülebilir. Böyle bir durum söz konusu olduğunda mutlaka psikolojik destek alınmalıdır.

Okul fobisi tedavisi olan ve erken teşhis edildiğinde olumsuz etkileri minimuma indirilebilen psikolojik bir rahatsızlıktır. Toplumumuzda görülme sıklığı oldukça fazladır. Akademik başarısızlık yaşayan pek çok öğrencide okul sendromu ve/veya sosyal anksiyete görülme olasılığı yüksektir. Öğretmenlerin farkındalıklı gözlemi, aileyle okulun yeterli iletişim halinde olması öğrencilikte okul fobisinin fark edilmesini kolaylaştırmaktadır.

Aba psikoloji olarak okul korkusu yaşayan çocuklara ve ailelerine uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocuklara kariyer planlaması yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

 

 

Read More

Anaokulu seçimi okul öncesi eğitim yaşına gelmiş çocuğu olan her ebeveyn için titizlikle irdelenen önemli bir süreçtir. Seçim yaparken dikkat edilmesi gereken ilk unsun önceliklerin belirlenmesidir. Öncelikler her aile için benzerlikler gösterse de farklılıklar da barındırabilmektedir. Bu da okul seçimini doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla doğru okul popüler olan değil önceliklere uygun olan okul olacaktır.

Peki anaokulu seçerken önceliklendirme nasıl yapılmalıdır? Öncelikler belirlenirken nelere dikkat edilmelidir? Okul seçerken öncelik belirlemenin avantajları nelerdir? Önceliği olmaksızın okul seçmek ne tarz sorunlara yol açabilir? Seçim yaparken hangi durumlarda psikolojik ve profesyonel desteğe ihtiyaç duyulabilir? Yazımızın devamında bu ve benzeri soruların yanıtlarını bulabilirsiniz.

Okul Öncesi Eğitim Ne Zaman Başlamalı? Ve Okul Olgunluğu: Çocuğum İlk Kez Okula Gidecek, Çocuğum Okula Başlamaya Hazır mı? yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Anaokulu Seçimi Yaparken Nelere Dikkat Edilmeli?

Anaokulu seçeneklerini yaşanılan şehre, oturulan bölgeye ve nüfus yoğunluğuna göre çeşitlilik göstermektedir. Bazı bölgelerde seçim yapmak alternatif fazlalığı nedeniyle zorlaşabilmektedir. Seçimi kolaylaştırmak için birtakım filtrelemelerin yapılması gerekir. Bunlardan en önemlisi okul seçimi yaparken ebeveynlerin ihtiyaçlarını, beklentilerini ve koşullarını belirlemesidir. Bunların belirlenmesi seçenekleri minimuma düşürmeyi ve alternatifler arasından en uygun olanı seçebilmeyi sağlar.

Ebeveynler Kreş Seçerken Nelere Dikkat Etmeli? yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Anaokulu Seçimi Yaparken Sıklıkla Dikkat Edilen Unsurlar

Alternatifleri belirlerken ebeveynler sıklıkla aşağıdaki unsurları göz önünde bulundurmaktadır;

  • Okulun fiziki özellikleri (bahçe, havuz, spor alanları, sınıflar, kat sayısı, merdivenler, trabzanlar, zemin özellikleri, kaplamalar, halılar, yemekhane, Tuvalet/ lavabolar, oyun alanları)
  • Eğitim kadrosu ve eğitim içeriği (neler öğretiliyor, kaç öğretmen var, bir öğretmene kaç öğrenci düşüyor ne zaman ne öğretiliyor? Öğreticiler alanında yetkin ve yeterli mi?)
  • Öğretmenlerin deneyimi (Kaç yıldır bu işi yapıyorlar, geçmiş tecrübeleri neler, bu kurumda ne zamandır çalışıyorlar, çalışan aidiyeti nasıl?)
  • Sınıf sayıları (bir sınıfta kaç öğrenci var?)
  • Hijyen (Ne sıklıkla temizleniyor, hangi ürünler kullanılıyor)
  • Yemek (kurumda mı yapılıyor, dışarıdan mı geliyor, hangi şirketle çalışılıyor, yiyecekler nerede nasıl muhafaza ediliyor, menü neye göre kim tarafından belirleniyor)
  • Anaokulu seçimi yaparken güvenlik son derece önemlidir (okulun güvenlik elemanı var mı?, muhit güvenli mi, okul trafiğe açık bir alanda mı? Okulun içi çocuklar için güvenli olacak şekilde dizayn edilmiş mi? deprem yönetmeliğine uygun mu?)
  • Kullanılan eğitici ve öğretici materyallerin kalitesi, malzemesi (Kullanılan oyuncak ve materyaller çocukların sağlığına uygun mu? Oyuncaklar ne sıklıkla yenileniyor, temizliği nasıl yapılıyor?)
  • Çeşitlilik (kitap, oyuncak, materyal ve benzeri ürünlerin çeşitliliği nasıl, seçimler neye göre yapılıyor, kim yapıyor?)
  • Ulaşım (okul ve ev arası mesafe ne kadar, okuldan eve evden okula ulaşım alternatifleri neler? Servisi var mı? Toplu taşımayla ulaşıma uygun mu? Yürüyerek gidip gelinebilir mi?)
  • Okul çevresine yönelik özellikler (Okul çevresinde sağlığı veya güvenliği tehdit eden risk faktörleri var mı?)
  • Sınıflar neye göre belirleniyor (Yaş, zeka, ilgi, beceri, yetenek ve benzeri)
  • Kayıt için minimum yaş sınırı var mı?
  • Ücret ve ödeme şekilleri (Yıllık ve/veya aylık ücreti nedir? Ücret artışı ne sıklıkla oluyor?)
  • Burs imkanları (başarı, yetenek, destek ve benzeri burs olanakları var mı? Burslar neye göre belirleniyor? oranları nedir?)
  • Okul açılış/kapanış saatleri
  • Okul, yönetim ve veli arası iletişim (Veli ne sıklıkla ve hangi konularda bilgilendiriliyor?)
  • Yabancı dil eğitimi, spor, sanat, müzik gibi ek eğitimler
  • Psikolog var mı?

Pandemiden Sonra Anaokulu Seçimi Yaparken Öncelikler Değişti

Pandemiyle beraber ebeveynlerin seçim yaparken dikkat ettiği unsurlara birkaç yenisi daha eklendi. Ayrıca hijyen beklentilerinde de ciddi bir artış oldu ve hijyen çok daha öncelikli hale geldi. Pandemi sonrası pek çok ebeveyn evden çalışmaya başladı. Aynı zamanda vakaların yüksek seyrettiği dönemlerde eğitimde evden sürdürülmeye başlandı. Dolayısıyla hem ebeveynler ev ortamında çalıştılar hem de okula gidemeyen çocuklarıyla ilgilenmek durumunda kaldılar.

Bazı meslek grupları ve iş verenler için çocukla beraber işleri sürdürmek tölere edilebildi. Ancak bazı meslekler için bu hiçte kolay olmadı. Dolayısıyla ebeveynler işe gitmeye devam etmek durumunda kaldı. Bu da ebeveynlerin anaokulu seçimi yaparken okulun pandemi sürecinde eğitime nasıl devam edeceğini sorgulamalarına neden oldu.

Geçtiğimiz dönemlerde neredeyse tüm anaokulları ve okullar online eğitime geçiş yaptı. Faaliyete devam eden kurumlar ise sınıftaki öğrenci sayılarını azalttılar. Aktiviteleri, okul içi etkinlikleri pandemiye göre düzenlediler.  Eğer siz de çalışan bir ebeveynseniz bu detayı irdelemelisiniz. Pandemi döneminde çocukla birlikte çalışmanız mümkün değilse veya işe gitmeniz gerekiyorsa okulla bu detayları görüşmelisiniz.

Öğretmenlerin aşı olup olmadığı, hasta olan öğrencilerin nasıl tespit edileceği ve ne tarz önlemler alınacağı konuşulabilir. Geçmiş yılın eylem planı incelenebilir. Ne tarz zorluklar yaşadılar, karşılaşılan problemler nasıl çözüldü öğrenilebilir.

Pandeminin Olumsuz Etkileri ve Verimli Zaman Geçirme Önerileri yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Anaokulu Seçimi Yaparken Öncelikler Neye Göre Belirlenmeli?

Ebeveynlerin seçim sürecinde dikkat ettiği temel konulara yukarıda yer verdik. Ancak bu unsurlardan nasıl önceliklendirileceği ebeveynlerin ihtiyaçlarına, beklentilerine ve koşullarına göre farklılık gösterir. Çocuğuna bakacak kimsesi olmayan bir ebeveyn çocuğunu okulöncesi eğitime erkenden başlatmak durumunda kalabilir. Bu durumda ebeveyn seçim yaparken her şeyden önce okulun minimum kayıt yaşına dikkat edecektir.

Çoğu anaokulu tuvalet eğitimini tamamlamış, konuşabilen, kendi ihtiyaç ve isteklerini ifade edebilen çocukları kabul etmektedir. Bu nedenle minimum kayıt yaşı sıklıkla 3 yaş ve üzeridir. Tuvalet eğitimini tamamlamış ve konuşabilen daha küçük çocuklarda ise okul insiyatif kullanabilmektedir. Daha küçük yaşlardaki öğrenciler için ise tam gün hizmet veren gündüz bakım evleri bulunmaktadır. Yine yarı zamanlı veya haftanın birkaç günü olacak şekilde oyun grupları da bulunmaktadır.

Başka bir ebeveyn için anaokulu seçimi yaparken çocuğun okuldan alacağı eğitimin kalitesi daha önemli olabilir. İlkokula başlamadan önce yazı yazmayı, okumayı öğrenmesi veya yabancı dil edinmesi istenebilir. Bu durumda ebeveynin önceliği eğitim kalitesi ve içeriği olacaktır. Bir başka ebeveyn için önemli olan öğretmendir. Öğretmenin iletişimi, çocukla kurduğu bağ, ilgi ve alakası önceliklidir. Farklı bir birey için hijyen veya güvenlik en temel öncelik olabilir.

Ebeveynin beklentisi, ihtiyacı ve imkanları alternatifler içerisinde seçenekleri en aza indirmeyi kolaylaştırır. Son noktada ise ebeveynin maddi gücü rol oynayacaktır. Belirlenen beklenti ve ihtiyaçlara göre hazırlanan seçeneklerden hangisi ebeveynin bütçesine uyuyorsa seçim ondan yana olacaktır. Bütçeye uygun birden fazla seçenek varsa burada öğretmen ve okul yönetimiyle kurulan iletişimin içtenliğine, alınan enerjiye dikkat edilebilir.

Ayrıca son aşamaya gelindiğinde benzer nitelikte iki üç seçenek arasından çocuğa da anaokulu seçimi yaptırılabilir. Çocuğun seçim yapması için öncesinde seçeneklere birlikte ziyaretler yapılabilir. Öğretmenlerle tanışması, okulları dolaşması sağlanabilir. Kendi okulunu seçme fırsatını bulmak çocuğun aidiyet duygusunu da besleyecektir.

Kimi ebeveynler içinse okulun popüleritesi, tanınırlığı veya referansları seçim sürecinde önemli rolde olabilir. Referanslar tüm kriterler değerlendirildikten sonra karar aşamasında güvenilirlik için son derece önemlidir.

Anaokulu Seçimi Yaparken Öncelik Belirlemenin Avantajları

Seçim sürecine gelmeden önce okullarla ilgili bilgi toplamak, okul ziyaretleri yapmak, referansları öğrenmek oldukça önemlidir. Bu çalışmalar zaman ve enerji istemektedir. Bu nedenle araştırmaların son dakikaya bırakılmaması gerekir. Okullar hakkında bilgi edinme aşaması son ana kaldığında ebeveynler hem stres olmakta hem de yorulmaktadır. Stres ve yorgunluk birleştiğinde seçim yapmak zorlaşmakta ve doğru seçim yapabilme olasılığı azalmaktadır.

Bir diğer önemli konu ise okulların kayıt tarihleridir. Kimi okullar için yılın belli dönemlerinde kayıt alınırken kimilerinde yıl boyunca istenen zamanda kayıt yaptırılabilir. Ancak kayıt yapılırken öğrencinin çoğunlukla aynı zamanda kayıt olması adaptasyon için önemlidir. Aksi halde çocuk birbirine alışmış bir sınıfa dışarıdan dahil olmaya çalışacaktır.

Bu da özellikle utangaç, çekingen veya içe kapanık çocuklar için zorlayıcı bir deneyime dönüşebilir. Bu nedenle anaokulu seçimi yapmadan önce okullar erkenden araştırılmalı, fırsat buldukça ziyaret edilmelidir. Bilgiler toplandıkça ihtiyaç, beklenti ve imkanlar da belirlenmelidir.

Tüm bilgileri edinip, kriterleri belirledikten sonra önceliklendirme yapılmalı ve öncelik planına uygun okullar yeniden değerlendirmeye alınmalıdır. Bu kapsamlı ve planlı hazırlık zahmetli gibi görünse de ebeveynlerin elini kolaylaştırmaktadır. Ne istediğini ve ne aradığını bilen ebeveynin seçim yapması daha kolay olacaktır.

Anaokulu Seçimi Yaparken Nelerden Uzak Durulmalı

Kimi ebeveynler yeterli bilgi toplamadan doğrudan çevrenin tavsiyesiyle seçim aşamasına gelebilmektedir. Ancak yukarıda da bahsettiğimiz gibi her ebeveynin ihtiyaç, beklenti ve imkanları birbirinden farklıdır. Sözüne güvendiğiniz ve memnuniyetini öğrendiğiniz bir yakınınızın referansı elbette ki seçim sürecinde dikkate alınmalıdır. Ancak seçim yapmadan önce beklentileriniz, ihtiyaç ve imkanlarınız referans aldığınız kişiyle ne kadar örtüşüyor değerlendirmelisiniz.

Kimi okullar medyada, bilbordlarda, dergi ve gazetelerde çok fazla reklam verebilmektedir. Dolayısıyla bu kurumlara yönelik daha fazla aşinalık gelişmektedir. Bu da bize sık reklam veren kurumların daha güvenilir olduğunu, tanıdık, bilindik olduğunu düşündürebilir. Ancak bu doğru bir tespit olabileceği gibi bir algı yönetimi de olabilir.

Anaokulu seçimi yaparken kurumun medyatik olmasından veya isminin bilinir olmasından ziyade niteliğine odaklanılmalıdır. Eğitim kadrosu kimlerden oluşuyor, nasıl bir eğitim veriyor, çalışan bağlılığı nedir, ne sıklıkla öğretmen değişimi oluyor dikkat edilmelidir.

Anaokulu Seçimi ve Profesyonel Destek

Her ebeveyn çocuğu için en doğru seçeneği belirlemek istiyor. Her yıl ebeveynler seçim sürecinde daha bilinçli hale gelirken okul seçenekleri de artış gösteriyor. İyiyle kötüyü belirlemek bir nebze daha kolay olsa da en doğru seçenekleri belirleyebilmek zorlaşabiliyor. Kimi durumlarda ebeveynlerin daha spesifik beklentileri de olabiliyor. Örneğin bedensel engeli olan, gelişim geriliği olan, kronik veya riskli sağlık sorunları olan çocuklarımız olabiliyor.

Aile içi problemler, travmatik yaşam olayları gibi çocuğun psikolojik olarak da desteklenmesi ve takip edilmesi gereken durumlar olabiliyor. Bu tarz detaylar da eklendiğinde ebeveynlerin doğru seçenekleri belirlemesi zorlaşabiliyor. Bu noktada da profesyonel destek almak seçenekleri netleştirmeyi kolaylaştırıyor.

Profesyonel danışmanlıklar aracılığıyla aile; ihtiyaçlarına, beklenti ve imkanlarına uygun seçenekleri öğrenebiliyor. Böylece hem çocuk hem de aile için memnuniyet oranı çok daha yüksek bir seçim yapılabiliyor.

Aba psikoloji olarak biz de anaokulu seçimi yapacak ailelere uzman kadromuzla danışmanlık sunuyoruz. Stratejik yetenek yönetimi ile çocukların karakterlerini, ilgi, beceri ve yeteneklerini belirliyoruz. Bu sayede okulöncesi eğitimden başlayarak kariyer planlamalarını yapıyor okul başarılarındaki engelleri aşmalarına destek oluyoruz. Çocuklara kariyer planını yaparken ilgi, beceri alanlarını dikkate alıyor, zeka ve karakter özelliklerinize ve beklentilerinize uygun hedefler belirliyoruz.

 

Read More

Borderline kişilik bozukluğu “sınır kişilik bozukluğu” olarak da bilinmektedir ve psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Çoğunlukla ergenlik ve genç yetişkinlik dönemi başlangıçlıdır. Borderline bireylerde dürtü kontrolü kaybolur, tutarsız duygu, düşünce ve davranışlar hakimdir. Bu yönüyle kişiler arası ilişkilerde, kimlik algısında ve duygulanımda dalgalanmalar yaşanır. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla 3 kat daha fazladır.

Kişi çevresinin aksine duygu, düşünce ve davranışlarındaki anormalliğin farkında değildir. Çevreye tekinsiz, güven uyandırmayan bir izlenim bırakır. Ani duygu geçişleri, öfke nöbetleri, intihar düşünceleri, riskli eylem ve davranışlar görülebilir. Cinsel dürtülerini kontrol etmekte zorluk yaşayabilir ve cinselliği de riskli şekillerde deneyimleyebilirler. Aşırı ve kontrolsüz para harcama, alışveriş, kumar, alkol, madde kullanımı, hızlı ve emniyetsiz araç kullanma gibi davranışlar görülebilir.

Borderline kişilik bozukluğu olan bireylerin sosyal yaşam, eğitim ve kariyer alanları da risk altındadır. Tedavi görmeyen bireyler yaşamları boyu potansiyellerinin çok altında performans sergiler ve çevre tarafından dışlanabilirler.

Peki sınırda kişilik bozukluğu belirtileri nelerdir? Bu kişilik bozukluğu neden ve nasıl gelişir? Tedavi edilebilir mi? soruların yanıtlarına yazımızın devamında erişebilirsiniz. Posttravmatik Stres Bozukluğu Nedir? ve Psikolojik Destek Ne Zaman Alınmalı? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Borderline Kişilik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Borderline kişilik özelliklerinin başında bireyin uçlarda gidip gelen davranış, duygu ve düşünceleri gelir. Bu kişiler için ya iyi ya kötü ya siyah ya beyaz ya doğru ya da yanlış vardır. Hiçbir şeyin ortası yoktur. Empati becerileri zayıftır. Duygu ve davranışları dışında insanlara yönelik düşünce ve yargıları da iki uçludur.

Bir gün çok sevip değer verdikleri birini başka bir gün tek kalemde silip atabilirler. Hayatlarındaki kişilere kendilerini adama ve abartılı sevme, ilgi gösterme davranışları vardır. Gerçek veya hayali bir terkedilmeden kaçınmak için abartılı çabalar göstermek. Bir kişiyi aşırı yüceltme ve aşırı yerme arasında gidip gelen tutarsız ilişkiler yaşamaktadırlar. İntihar düşünceleri, girişimleri sıkça görülebilir.

Hayatlarından çıkmasını istemedikleri insanlara psikolojik şiddet uygulayabilirler. Suçluluk hissettirerek ellerinde tutmaya çalışabilirler. Borderline kişilik bozukluğu olan bireyler sıklıkla kendilerini amaçsız, gereksiz ve boşlukta hissedebilirler. Öfke kontrol sorunları baskındır, kolayca öfkelenebilir, sakinleşmekte zorlanabilirler. Üstelik çoğunluğun aksine öfkelenmeyi gerektirmeyecek konularda da öfkelenebilirler. Kolay öfkelenirken, sakinleşmeleri de bir o kadar zor olacaktır.

Dikkatsiz ve hızlı araba sürme, aşırı ve gereksiz para harcama, abartılı cinsel davranışlarda bulunma, madde kullanma gibi dürtüsel davranışlar yaygındır. Şüpheci, paranoid düşünceler hakimdir. Borderline bireylerde tanı konabilmesi için tüm belirtilerin görülüyor olması gerekmez. Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Borderline Kişilik Bozukluğu Neden ve Nasıl Gelişir?

Sınırda kişilik bozukluğunun neden geliştiğine yönelik henüz net bir sonuç elde edilememiştir. Ancak klinik vakar üzerinde yapılan çalışmalar genetik faktörün önemli bir rolünün olduğunu göstermektedir. Genetik faktörlerin yanı sıra, erken yaşam deneyimleri, travmalar, istismar, yetiştirilme tarzı, kültür ve çevre de etkili olmaktadır. Özellikle çocukluk çağı travmalarının (emosyonel, fiziksel, cinsel travmalar) borderline kişilik gelişiminde belirgin rol oynadığı düşünülmektedir.

Bilinçli Farkındalık ile Öfke Kontrolü yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Borderline Kişilik Bozukluğu Yaşayan Bireylerin Yaşadığı Zorluklar

Borderline bireyler, duygu, düşünce ve davranışları nedeniyle sosyal, bireysel ve profesyonel yaşamda sorunlar yaşarlar. Çoğunlukla bu bireyler kendilerini normal görürler veya hastalığın semptomlarını kendileri dışında olan şeylere yönlendirirler. Ancak pek çok borderline bireyde sosyal yaşam zayıftır. İlişkiler problemlidir. Akademik hayatta sık sık disiplin sorunları yaşar, otorite figürleriyle karşı karşıya gelirler.

Devamsızlık, okuldan kaçma, kurallara uymama, asi, isyankar davranışlar ve akademik başarısızlık sıklıkla görülür. İş hayatında ise sık iş değiştirme, iş bulamama, işten atılma gibi başarısız girişim ve sonuçlar görülür. Eğitimine devam edememe, okulu yarıda bırakma görülebilir. Sık sık partner değiştirme, evlilik öncesi ilişkiyi sonlandırma, boşanma veya ilişkisel sorunlar görülebilir. Riskli davranışlarda bulunurlar.

Borderline kişilik bozukluğu olan bireyler tehlikeli araç kullanma, alkol, madde kullanımı, kumar gibi nedenlerle hukuki sorunlar yaşayabilirler. Sicillerinde çeşitli suç ve cezalar yer alabilir. Bu durumda da yine iş hayatları olumsuz etkilenecek, iş bulmaları zorlaşacaktır. Kendilerine zarar verebilir, intihar girişimlerinde bulunabilirler. Bu sebeple hastanede yatma, mide yıkatma ve benzeri tedavilerden geçebilirler. İstenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar görülebilir.

Kavgaya karışma, alkol madde bağımlılığı görülebilir. Aşırı para harcama davranışları nedeniyle varlık edinmekte zorluk yaşarlar, borç yapabilir, bu konuda da yasal sorunlar yaşayabilirler. Para tutamama ve borç edinme davranışları ailelerinin de zorluk yaşamasına neden olabilir. Borç alma davranışları çevrelerindeki diğer insanları da zor duruma sokabilir. Kişinin hayatına daha sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi, hastalığın komplikasyonlarından korunabilmesi için tedavi alması şarttır.

Borderline kişilik bozukluğu hastalarında sıklıkla farklı psikiyatrik hastalıklar da eşlik etmektedir. Depresyon, anksiyete, alkol/madde bağımlılığı, bipolar bozukluk, yeme bozukluğu bunlardan bazılarıdır. Travma sonrası stres bozukluğu, dikkat ve hiperaktivite bozukluğu da beraberinde görülebilir.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları Neden Gelişiyor? Ve Ergenlerde Depresyon: Aileler Nelere Dikkat Etmeli? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Borderline Kişilik Bozukluğu Tedavi Edilebilir Mi?

Sınırda kişilik bozukluğunda uygulanabilecek en etkin tedavi yöntemi psikoterapidir.  Ancak sadece psikoterapi ile de istenen sonuç alınamaya bilmektedir. Tedavi sürecinde gerekli görüldüğünde doktor kontrolünde ilaç tedavisi de uygulanmaktadır. Psikoterapinin yanı sıra psiko eğitim de tedavi sürecinden alınan verimi artırmaktadır. Bu methotlarla kişinin savunma düzenekleri, düşünce şemaları yeniden yapılandırılır. Borderline kişilik bozukluğu çoğunlukla farklı psikolojik ve psikiyatrik hastalıklarla birlikte görülebilir.

Alkol-madde kullanımı, yeme bozuklukları, anksiyete, depresyon, öfke kontrol bozukluğu, öz kıyım düşüncesi ve girişimi gibi. Dolayısıyla tedavi planlanırken eşlik eden bu ikincil sorunların da tedavisine odaklanılmalıdır. Terapist tedavi planına göre doğru terapi modelini uygulamalıdır. Uygulanacak tedavi sayesinde kişinin yeniden özdenetim kazanması sağlanabilir. Bu tedaviler sadece danışanlara değil, aile ve sosyal çevrelerinin yaşam kalitesinin arttırılması için de önemlidir.

Tedavi süreci diğer psikolojik rahatsızlıklara kıyasla kişiden kişiye değişecek şekilde uzayabilmektedir. Ayrıca danışanın tedavi sürecinde yakın sosyal çevresinden ve ailesinden alacağı destek tedaviyi olumlu etkilemektedir. Psikoterapi ve gerektiğinde ilaç tedavisiyle danışanın empati becerisi geliştirilir, öfke kontrolü ve dürtü denetimi kazandırılır. Birey tedavi sürecinde ve sonrasında uçlarda yaşamak, düşünmek ve duygulanmak yerine ortalama olabilme becerisi kazanır.

Duygu ve düşüncelerinin kendine ait olduğunu ve onları kontrol edebileceğini öğrenir. Borderline kişilik bozukluğu şüphesi taşıyor veya belirti veren biriyle yaşıyor/çalışıyorsanız bizimle iletişime geçerek detaylı bilgi alabilirsiniz. Sınırda kişilik belirtilerinin yol açtığı akademik, profesyonel kariyerinize yönelik olumsuzluklarla baş etmek için destek alabilirsiniz. Aba Kariyer ve Aba Psikoloji sayfalarını takip edebilir, Youtube kanallarımızdaki içeriklere göz atabilirsiniz.

Read More

Özgül fobi, bilinen eski adıyla basit fobilerdir.  Bazı durumlar veya nesnelerden duyulan mantıksız/aşırı korku haliyle karakterizedir. Başlangıç yaşı ergenliğe denk gelmektedir ve sıklıkla 16 yaş civarında görülmeye başlamaktadır. Daha erken veya geç başlangıçlı vakalar da bulunmaktadır. Fobiler arasında görülme sıklığı en yüksek olan türdür (%2,8). Kadınlarda erkeklere oranda daha fazla görülmektedir.

Basit fobilerle mücadele içerisinde olan bireylerin tedaviye gelme oranları oldukça düşüktür. Daha çok fobik nesne ve durumlardan kaçınma davranışları yaygındır. Örneğin; köpek fobisi olan bir birey köpek besleyen insanların evine gitmez. Köpeklerin dolaştığı park, bahçe, sokak gibi alanlardan geçmez. Köpeğin olduğunu bildiği veya deneyimlediği alanları tehlikeli olarak işaretler ve bu alanlardan kaçınır. Böylece kendisine güvenli bir yaşam alanı yaratmış olur.

Çevresini bu şekilde düzenlediği için de fobinin yol açtığı olumsuzluklara daha az maruz kalır. Bu sayede özgül fobi için tedavi arayışına girmesine gerek kalmaz. Fobik bireylerin tedaviye geliş nedenleri sıklıkla eşlik eden diğer sorunlara yöneliktir. Bazı basit fobi türleri ise kişi henüz tecrübe etme fırsatı bulmadığı için hiç fark edilmez.

Örneğin uçuş fobisi olan bir F16 pilotu uzun eğitim sürecine rağmen gerçek bir uçuş anına kadar korkusunu fark etmeye bilir. Yine yükseklik korkusu olan bir birey yüksek bir yere çıkmadığı sürece bu korkusunu tanımaya bilir. Basit fobilerin kişinin eğitim ve kariyer hayatını en az etkileyecek fobiler olduğu yanılgısı yaygındır. Oysa tedavi edilmeyen fobiler kişinin yaşam kalitesini, performansını ve verimliliğini düşürmektedir.

Örneğin; köpek fobisi olan birey okul yolunda veya işe giderken köpekle karşılaşabileceği korkusuyla okula/işe gitmekten kaçınabilir. Sadece ev ya da iş de değil sosyal yaşamı da bu durum oldukça sınırlayabilir. Özellikle kişinin yaşadığı çevrede çok fazla sokak köpeği varsa bu korku evden çıkma cesaretini kırabilir.

Özgül fobi kişinin sosyal etkinliklerden ve bireysel sorumluluklardan kaçınmasına neden olabilir. Meslek veya iş, okul seçimi de kişinin korkularına göre şekillenebilir. Örneğin; doktor, hemşire olabilecekken kan görme korkusu nedeniyle bu alternatifi göz ardı edebilir.

Özgül Fobi Nedir, Korkudan Farkı Var mı?

Basit fobilerde birey bazı nesne veya durumlara karşı sürekli ve mantıksız korku duyar. Korkması için görmesine ve karşılaşmasına da ihtiyacı yoktur, karşılaşabileceği fikri dahi onu korkutur. Bu korku bir nesnenin veya canlının kendisine zarar verebileceğine yönelik olabilir. Örneğin; ısırma, tırmalama, kovalama, saldırma gibi. Bir başka korkma haliyse nesne ya da durumla karşılaşıldığında açığa çıkacak tepki ve davranışlara yöneliktir.

Örneğin; kan görünce veya yükseğe çıkınca bayılmaktan, kapalı alanlarda kontrolü kaybetmekten korkmak gibi. Normal korkuyla en temel farkı basit fobinin kişinin yaşamını sınırlandıracak düzeyde sürekli ve mantıkdışı olmasıdır. Örneğin; yükseğe çıkıldığında herkes tedirgin olabilir ancak özgül fobi durumunda kişi yükseğe çıkmayı reddeder veya çıktığında fenalaşabilir. Çok yüksek bir binada iş görüşmesine, etkinliğe veya bir davete katılmayı reddedebilir.

Saldırgan olabileceği bilinen bir köpeğin yanından geçerken herkes tedirgin olabilir. Ancak fobisi olan bir birey köpeği fark edince direk yolunu değiştirecek veya kaçacaktır.

Özgül Fobi Yaşamı Nasıl Etkiliyor?

Fobik bireyler çoğunlukla kaçınma davranışlarıyla kendilerine daha izole, güvenli bir yaşam alanı oluşturur. Bu sayede de fobilerinin olumsuz yaşam etkilerinden uzak kalırlar. Fakat oluşturdukları bu güvenli alan çoğunlukla sabit kalır ve gelişime kapalıdır. Dolayısıyla sosyal yaşam, kariyer alanları, eğitimleri, kişisel ve mesleki gelişimleri sınırlanır. Fobik durum ve nesneler kaynaklı iletişim ağları ve sosyal çevreleri sınırlı kalır.

Okul, kurs, meslek, iş seçimleri sınırlı kalır. Sınırların ötesinde kimi özgül fobi türleri kişinin hayatını da riske sokabilir. Örneğin; yoğun köpek veya kedi fobisi olan bir birey korktuğu canlıdan kaçmak için kontrolsüzce arabaların önüne atlayabilir. Korktuğu şeyden kaçarken bir yerden düşebilir, kendini daha kötü yaralayabilir. Kan korkusu olan bir birey kan tahlili vermez.

Kan aldırması gerekir diye doktora gitmez veya kan görmemek için hastaneye girmez. Kan görebileceği mesleklerden kaçınır. Yükseklik korkusu olan bir birey plazalarda, gökdelenlerde çalışmasını gerektirecek işlerden kaçınabilir. Uçuş korkusu olan bir birey uçakla rahatlıkla gidebileceği şehirlere diğer ulaşım araçlarıyla daha uzun sürede gitmeyi seçer. Seyahat gerektiren işlerden kaçınır. Yurtdışı seyahatleri planlamaz, uzak şehirlere gitmemeyi tercih eder.

Özgül Fobi Türleri

Basit fobiler içerisinde sayılabilecek çok çeşitli fobi kaynakları bulunmaktadır. Ancak karşılaşılma sıklığı yüksek olan basit fobiler aşağıda yer almaktadır;

Hayvan Korkusu: Kedi, köpek, fare, yılan gibi hayvanlara yönelik geliştirilen fobilerdir. Hayvan fobileri yaşanılan coğrafyaya ve kültüre göre farklılık göstermektedir. Örneğin; yılanın görülmediği bir coğrafyada yılan fobisi görülme sıklığı yok denecek kadar azdır. Yine hayvana yüklenen anlamlar da fobi gelişimini etkilemektedir. Örneğin; dini olarak kutsal kabul edilen hayvanlara yönelik o kültürde fobi geliştirme olasılığı düşük olacaktır.

Hayvan fobisi olan bireylerde fobinin derecesi kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Örneğin; köpekten korkan bir birey köpekle karşılaşabileceği sosyal ortamlardan, evlerden, park ve bahçelerden kaçınır. Bazı vakalar hayvanın sesine duyarlıdır ve görmeden sadece uzaktan sesini duyduğunda dahi kontrolü kaybeder. Resmini görmek, videosunu izlemek de benzer tepkilere yol açabilir.

Özgül fobi durumlarında kişinin korku unsuruyla karşılaşmasına gerek yoktur, hayal etmesi, onun üzerine düşünmesi de korkması için yeterlidir.

Yükseklik Korkusu:

Yükseklik korkusu en yaygın fobilerden ikincisidir. Kişi yüksek yerlere çıkamaz, merdivene tırmanamaz, Çok katlı yüksek binalara giremez. Yüksek binalarda cam kenarlarında duramaz, yüksekten aşağıya bakamaz. Asansöre, özellikle de camekanlı asansörlere binemez. Asansöre binmek istememe nedenleri kapalı kalma korkusu değildir. Asansörün yükselmesinden korku duyarlar. Uçak korkusuyla birlikte görüldüğü vakalar da bulunmaktadır. Ancak her uçak korkusu olanın yükseklik korkusu bulunmamaktadır.

Kan Görme ve Yaralanma Korkusu:

Kan görme korkusu halk arasında kan tutması olarak da bilinen özgül fobi türüdür. Kan görmekten neredeyse herkes rahatsızlık hisseder. Ancak kan görme ve yaralanma fobisi olan bireylerde hayati risklere neden olabilecek düzeyde kaçınma vardır. Hastaneye, doktora gitmez, kan veremez, ambulans sesinden dahi korkabilirler. Kanlı filmlerden, haber ve fotoğraflardan kaçınır, maruz kalırlarsa benzer tepkiler verirler.

Enjeksiyondan yani iğneden de korkarlar. Bu bireyler mümkün olduğu sürece doktora gitmez. Dişleri çürüse dahi dişçi koltuğuna oturmamak için var güçleriyle mücadele eder, ağrıya dayanmaya çalışırlar. Kadınlar doğum yapmaktan korktuğu için hamile kalmamaya çalışabilirler. Şeker hastaları gibi düzenli enjeksiyon kullanımı gerektiren hastalıklarda tedaviyi ihmal ederler. Tüm bu ihmal ve kaçınmalar beraberinde çok daha riskli hastalıkların gelişmesine yol açar.

Uçak, Uçuş Korkusu:

Özgül fobi türlerinden uçak korkusu kişinin yaşam kalitesini düşüren önemli bir fobi türüdür. Bu bireyler özellikle yetişkin yaşamda epey sıkıntı çekebilir. Özellikle de meslekleri seyahat gerektiriyorsa kişinin yaşayacağı sıkıntılar artış gösterecektir. Uçak korkusu olan bireyler çoğunlukla seyahatlerini kara veya deniz yoluyla sürdürmeyi seçerler. Ancak her iki yolculuk şekli de daha fazla zaman gerektirecektir.

Hele ki uzak noktalara seyahat gerekiyorsa yolculuğa ayrılacak zaman daha da fazla olacaktır. Bu durum hem kişinin konforunu düşürecek hem de iş veren açısından olumsuz değerlendirilmeye neden olacaktır. Bu bireyler yurtiçi seyahatlerini bir şekilde farklı ulaşım seçenekleriyle planlayabilirler. Ancak yurtdışı seyahat deneyimlerini planlamak çok daha zorludur. Bu durumda da yurtdışı seyahatlerinden kaçınma davranışı sergilerler. Ancak yine mesleki açıdan zorluk yaşayabilirler.

Uçmaya mecbur kalmaları durumunda uçuş öncesi korkuyla baş etmek için ilaç alabilirler. Ancak özgül fobi sonucu bu ilaçların sık kullanımı da zaman içerisinde duyarsızlaşmaya veya alışkanlığa dönüşebilir. Uçuş öncesinde ve hatta uçuşa günler kala kaygı ve korkuları tırmanabilir.

Somatik belirtiler göstermeye başlayabilirler; uyuyamama, terleme, çarpıntı gibi. Uçuş anında da kontrolü kaybetme, terleme, çarpıntı, baş dönmesi, baygınlık hissi, nefes darlığı vb. görülebilir.

Yutma Korkusu:

Yutma korkusu bazı yiyecek/içeceklerle karakterize olabileceği gibi her türlü yiyecek ve içecekle de ilgili olabilir. Su içerken, kuruyemiş gibi taneli yiyecekleri yerken veya yemek yerken korku gelişebilir. Kişi yediği şeylerin kendi kontrolü dışında boğazına kaçacağını, boğulacağını, öleceğini veya felç kalacağını düşünebilir. Yalnız yemek yemekten korkabilir. Yanında boğulma anında bilinçli müdahale edip onu kurtarabilecek insanların olmasını isteyebilir.

Kişi güvenli olarak belirlediği bazı yiyecekleri tüketip, diğerlerini yemekten kaçınabilir. İleri vakalarda kişi yeme eylemini mümkün olabildiğince sınırlı tutabilir. Pipetle, püre ve sıvı halde beslenmeye çalışabilir. İleri vakalarda bu hastalık aşırı kilo kayıplarına yol açabilir.

Klostrofobi (Kapalı/Basık Alan Korkusu):

Klostrofobi kapalı/basık alanlardan duyulan korkudur. Asansör, alçak tavanlı odalar, koridorlar, küçük ve az camlı odalar, yer altındaki yerler, penceresiz alanlar, mağaralar gibi. Ayrıca kapıları kapalı ve kalabalık otobüs, yeraltı çarşıları, metro, altgeçitler de klostrofobi kaynağıdır. İçinde bulunulan odanın, kabinin kilitli olması da korkuyu artırmaktadır. Asansör kapısının biraz geç açılması veya katlarda gereğinden fazla beklemesi de atak geçirmeye neden olabilmektedir.

Bir özgül fobi türü olan klostrofobide temel korku sıkışıp kalmak, çıkamamak, nefes alamamak, boğulmak ve benzeridir. Sadece içerisinde bulunan alan değil kimi durumlarda dar giysiler, takılar da kişiyi bunaltabilir. Boğazlı kıyafetler giyinmek istemez, kolye, fular takmaktan rahatsızlık duyabilirler.

Birey duş, hamam, sauna gibi alanlarda da fenalık geçirebilir. Yine etrafı sularla çevrili olan ada veya çıkış kapısına uzak olunan alanlarda da bunalım yaşayabilir.

Özgül Fobi Nedenleri

Nedenleri henüz tam olarak bilinememekle birlikte genetik, çevresel faktörler ve öğrenme sonucu oluşabileceği düşünülmektedir. Ailede birinde özgül fobi varsa çocuklarda görülme riski artmaktadır. Yine fobiye dönüşebilecek deneyimler yaşamak veya başkalarının deneyimlerine şahit olmak da fobi gelişimini etkileyebilmektedir. Örneğin; kedi, köpek saldırması, kötü bir uçuş deneyimi, uçak kazasına tanık olmak gibi.

Ancak olumsuz yaşam deneyimleri fobi geliştirmek için yeterli değildir. Örneğin köpek saldırısına maruz kalan pek çok bireyde fobi gelişmemektedir. Aslında fobili bireylerin çoğunlukla çocukluktan itibaren belirti verdiği görülmektedir. Dolayısıyla çocukluklarında da korku geliştirebilecekleri nesne, canlı ve durumlara karşı temkinli yaklaşmaktadırlar.

Yapılan çalışmalar basit fobi tanısı almış bireylerin çoğunlukla korkulara duyarlı şekilde dünyaya geldiği görülmektedir. Yani genetik rol basit fobilerin gelişiminde etkindir. Zarar görme ve ölüm korkuları basit fobilerin temelinde yatan korkulardır.

Özgül Fobi ve Tedavi Yöntemleri

Basit fobiler kişinin kontrolü altında olduğu sürece yaşam kalitesini düşürse de tedaviye gidişi geciktirmektedir. Çoğunlukla tedavi riskli yaşam deneyimleri artıkça veya panik atak gibi ikincil hastalıklar eşlik ettikçe değerlendirilmektedir. Tedaviye başvuran bireylerde sanılanın aksine çok daha kısa sürede sonuç alınmaktadır. Birkaç seans gibi kısa bir sürede dahi pek çok basit fobiden kurtulabilmektedir.

Basit fobilerin tedavisinde en etkili yöntem olarak Bilişsel davranışçı terapi yöntemi kullanılmaktadır. Maruz bırakma, imgeleme, gevşeme ve nefes teknikleri, kaygıyla başa çıkmayı öğretme tedavide olumlu sonuçlar verir. Özgül fobi destek alınması halinde tedavisi olan, kısa sürede sonuca ulaşılabilen önemli bir psikolojik hastalıktır. Detaylı bilgi için Aba psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Çocuklarda öfke nöbeti yaşandığında çoğunlukla yanlış müdahalelerle yaklaşılır ve süreç kontrolü zorlaşır. Çocuk öfkelendiğinde ağlayabilir, kendisine, çevresine ve eşyalarına zarar verebilir. Çocuğun öfkesi karşısında ebeveynler çaresizlik hissedebilir. Kimi zaman çocuğun haline yoğun üzüntü duyan ebeveyn onu sakinleştirmek için istediği her şeyi yapmayı kabul edebilir. Kimi zamansa çocuğun öfke atakları karşısında ebeveyn de yorgun düşebilir, tahammülsüz ve öfkeli davranabilir.

Öfkeye yanıt kimi durumlarda ceza ve kısıtlamalarla da verilebilmektedir. Ancak tüm bu yöntemler çocuğun öfkesini boşaltmasını ve kendini sağlıklı biçimde ifade etmeyi öğrenmesini kolaylaştırmamaktadır. Öfke anında verilen hatalı duygusal, davranışsal ve fizyolojik yanıtlar çocuğun öfkeyi istediğini elde etme methodu olarak kullanmasına neden olabilir.

Peki çocuklarda öfke nöbeti neden gelişir? Öfkeye ebeveynin yaklaşımı nasıl olmalıdır? Öfke anında çocukla nasıl bir iletişim kurulmalıdır? Öfke nöbetlerinin önlenmesi için nasıl bir iletişim ve ebeveyn tutumu uygulanmalıdır? Yazımızın devamında cevapları bulabilirsiniz.

Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları ve Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuklarda Öfke Nöbeti Neden Gelişir?

Çocuklarda öfkeye dönük tepkiler sıklıkla yanlış öğrenmeler, model alma ve istediğini elde etme amacıyla kullanılır. Bir çocuğun dünyaya geldiği ilk andan itibaren çevresiyle ve temel bakım vereniyle iletişim kurma şekli ağlama davranışıdır. Yaşamın ilk döneminde bebek ihtiyaçlarını ağlayarak anlatır. Temel bakım veren anne veya bir başka kişi bebeğin ağlama şeklini zaman içerisinde anlamlı hale getirir.

Açlık ağlaması, alt değiştirme, uyku, güven ve benzeri ihtiyaçlarına yönelik ağlamaları ebeveyn ayırt etmeye başlar. Çocuk ağlamaya yüklediği mesajın bakım veren tarafından doğru anlaşılıp yanıtlandığını gördükçe sakinleşir. Bu sayede bebek ile bakım veren arasında güvenli bağ gelişir. Çocuk büyüyüp yürüme, konuşma, kendi başına beslenme gibi yeni beceriler kazandıkça bakım verenden ayrışır. Bu ayrışma 1,5-2,5 yaş aralığında başlamaktadır.

Bu döneme sıklıkla 2 yaş sendromu adı verilir. Ve çocuklarda öfke nöbeti bu dönemlerde atak yapar. Bu atakların en önemli nedeni çocuğun doğuştan itibaren inşa ettiği yaşam sınırlarını ve kuralları genişletme ihtiyacıdır. Çocuk özerkleşmek ve bu özerkliğin ebeveyni tarafından kabul edilmesini ister. Çocuk yaşıyla uygun şekilde sorumluluk almak, kendi kararlarını verebilmek, kendi seçimlerini yapabilmek ister.

Çocuğun bu özerklik girişimleri ebeveyn tarafından baskılanır ve engellenirse çocuğun bebeklikteki ağlama refleksine bu dönemde öfke eşlik eder. İnatlaşmalar, ayak direme, tutturma, kendini yerden yere atma, kendine ve çevreye zarar verme davranışları görülebilir. Çocuk anlaşılmadığını hissettikçe öfkelenir. Aynı zamanda çocuk ebeveyniyle güvenli bağ kuramamışsa öfke geliştirir. İlgisiz kalan, ihmal edilen, ihtiyaçları zamanında ve yeterince karşılanmayan çocuklarda da ihmal görülür.

Buradaki ihmal hem fiziksel hem duygusal hem de davranışsaldır. Çocuk ihtiyaç duyduğu sevgiyi, ilgiyi, bakımı aileden görmek ister. Aileyle etkin vakit geçiremeyen, aile içerisinde ikinci, üçüncü plana atılan, görmezden gelinen çocuklarda öfke görülebilir. Çocuk sorunlarla nasıl baş edeceğini bilemediği ve gereken desteği doğru zamanda ve doğru koşullarda alamadığı zaman öfkelenir. Öfkenin de işe yaramadığı durumlarda çocuk içe kapanabilir.

2 Yaş Sendromu ve Ailelerin Bilmesi Gerekenler yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuklarda Öfke Nöbeti Anında Ebeveynin Yaklaşımı Nasıl Olmalı?

Çocuğun öfkeli hali şiddetli, sürekli ve tahmin edilemez olduğunda aileler yoğun çaresizlik hissetmektedir. Özellikle de ev dışı ortamlarda karşılaşılan öfke atakları ailelerin stres ve kaygı düzeyini artırmaktadır. Ebeveyn veya çocuğun bakımıyla ilgilenen kişi çevreyi rahatsız etmemek veya eleştirilmemek için çocuğu sakinleştirmeye çalışır. Çocuğun sakinleşmesi için istediğini verme, azarlama, onunla birlikte öfkelenme veya cezalandırma gibi hatalı yöntemler uygulanabilmektedir.

Çocuk ebeveyninin beden dilinden, söz ve davranışlarından çaresizliğini hissetmektedir. İstediğini elde etmeye yaklaştığını düşünerek davranışında ısrarcı davranabilir. Peki çocuklarda öfke nöbeti anında ebeveynin yaklaşımı nasıl olmalıdır?

Çocuğa Öfkesini Kontrol Edebileceği Güvenli Bir Alan Tanınmalı

Çocuk öfkelendiğinde aile çocuğa öfkesini boşaltması için alan tanımalıdır. Ancak çocuk öfke anında yalnız bırakılmamalıdır. Bulunan alanın bir köşesinde ebeveyn mutlaka çocuğun fark edeceği bir noktada olmalıdır. Çocukla çocuğun boyuna inilip, göz kontağı kurarak konuşulmalıdır. Ses tonu çocuğun sesinden düşük, sakin ve yumuşak tonda olmalıdır. Zamanla çocuğun sesi ve davranışları da ebeveynin ses ve davranışlarıyla uyumlanacaktır.

“Şu an öfkelisin ve ben sen sakinleşene kadar burada bekleyeceğim. İstediğin zaman sana sarılmak ve seni dinlemek için ben buradayım” mesajı çocuğa verilmelidir. Çocuk ailenin koşulsuz kabulünü ve sevgisini gördüğünde çok daha kolay sakinleşmekte ve aileyi kucaklayabilmektedir.

Çocuklarda Öfke Nöbeti Anında Çocuğa Güç Gösterisinde Bulunulmamalı

Bu dönemde ailelerin olumsuz duygusal tepkilerden uzak durması ve kimin otorite olduğunu göstermeye çalışmaması gerekir. Çocuğun kendisinden her anlamda çok daha güçlü olan ebeveyniyle mücadele etmesi mümkün değildir. Çocuk bunun zaten farkındadır. Ailenin bunu somut şekilde çocuğa göstermeye çalışması çocuğun benlik değerini düşürecektir. Güç gösterisi fiziksel, duygusal veya davranışsal olarak gerçekleşebilir.

Örneğin; çocuğun üzerine yürümek, kolunu çekiştirmek, şiddet uygulamak, bağırmak, tehdit etmek veya alay etmek gibi. Bu davranışlar belki durumsal olarak çocuklarda öfke nöbeti belirtilerini azaltacaktır ancak uzun vadede çocuğa zararlıdır. Çocuk ebeveyninin karşısında yenik düştüğünü, güçsüz, çaresiz olduğunu düşünebilir.

Özgüveni, benlik algısı zedelenir. Üstelik sorunları çözme şekli olarak da güç kullanımını normalleştirebilir. Bunun yerine ebeveynler çocuklarına tutum ve davranışlarıyla problemleri nasıl yapıcı şekilde çözülebileceklerini modellemelidir.

İnatlaşmalarla Başa Çıkmak İçin Çocuğun Dikkati Farklı Yöne Çekilmelidir

Ailelerin en çok zorlandığı konulardan biri de tutturmalar ve inatlaşmalardır. Çocuğun ısrarla hayır demesi, diretmesi veya inatlaşması aileleri çoğu durumda zor durumda bırakmaktadır. Yapmayı ısrarla reddettiği konularda çocukla inatlaşmak yerine dikkatini farklı bir yöne çekilmelidir. Etraftaki bir nesneye, sevdiği bir oyuncağına dikkatini yönlendirmek, ilgisini çekecek farklı bir konudan bahsetmek işe yaramaktadır. Çocuk sakinleştikten sonra konuşmak için tekrar aynı konuya dönülebilir.

Çocuğun Güveni Kırılmamalı, Gerçekleştirilemeyecek Vaatlerde Bulunulmamalıdır

Çocuklarda öfke nöbeti anında sıklıkla yapılan yanlışlardan biri de çocuğa gerçekleştirilemeyecek vaatlerde bulunmaktır. Ebeveynler bu davranışı çocuğu oyalamak, dikkatini dağıtmak ve sakinleştirmek için kullanırlar. Ancak çocuklar için tutulmayan her bir söz ebeveynine duyduğu güveni zedelemektedir.

Çocuğa verilen sözlerin tutulmaması çocuğun birkaç başarısız denemeden sonra artık ailesinin sözlerine inanmamasıyla sonuçlanır. Dolayısıyla bu sözler tekrar eden öfke nöbetlerinde işe yaramaz. Ailenin öfke nöbetleri dışında da çocuğa verdiği sözler çocukta beklenen motivasyonu ve heyecanı yaratmaz.

Çocuklarda Öfke Nöbeti Nasıl Önlenebilir?

Çocuklar ağlama davranışlarıyla bir şeyleri elde etmeyi, yaptırmayı öğrenebilirler. Aslında bunu onlara biz öğretiriz. Çocuk yeter ki sussun diye ebeveynler veya çocuğun bakımıyla ilgilenen diğer bireyler çocuğun isteklerini yerine getirebilir. Çocuk bebeklikten itibaren ağlamaların istek, ihtiyaçlarını elde etme yöntemi olduğunu öğrenirse bunu uzun vadede kullanır. Bu ağlamalar zamanla tutturmalara, kendini yerden yere atmalara dönüşür.

Ağlamaların Karşılığı İstediğini Vermek Olmamalıdır

Bir anlamda istediklerini elde edebilmek için ağlamanın karşı tarafta bıraktığı etkiyi eşlik eden davranışlarla artırır. Çocuğun ağlama davranışına verdiğimiz yanıtların şekli ise bu davranışın bırakılmasını ya da pekiştirilmesini sağlayacaktır. Çocuklarda öfke nöbeti ile ister evde ister sosyal bir alanda karşılaşmış olun vereceğiniz tepkiler benzer olmalıdır.

Çocuğun öfkeli haline karşılık siz sakinliğinizi korumayı başardığınız sürece bir süre sonra onun da tansiyonu yatışacaktır. Çocukla düzenli olarak duygu, düşünce ve istekleri üzerine konuşmak, ona seçim ve karar hakkı tanımak öfke gelişimini önlemektedir. Çocuğa yaşıyla uyumlu sorumluluklar vermek, başarılarını ve çabasını taktir etmek de öfkeyle başa çıkmayı kolaylaştırır.

Çocukla Etkin Zaman Geçirilmeli, Aile İçi Sağlıklı İletişim Geliştirilmelidir

Çocukla etkin zaman geçirmek, şimdi ve burada, anda kalarak sohbet etmek, oyun oynamak iletişimi güçlendirir. Aile içerisindeki konularla ilgili çocuğun da yaşıyla uygun olacak şekilde fikrini almak benlik değerini artırır. Tüm bunlar sağlıklı aile içi iletişimi ve sağlıklı ebeveyn tutumlarını kapsamaktadır. Yine ailenin problemlerle başa çıkma yöntemleri, iletişim şekilleri de çocuğun model almasını sağlamaktadır.

Bu nedenle mümkün olabildiğince çocuğun yanında kavga etmemek, öfkeyi sağlıklı biçimde yönetebilmek gerekir. Eğer çocuğun yanında istemeden bir tartışma, kavga yaşanmışsa mutlaka ebeveynler sorunun çözümünü ve barışmayı da çocuğun yanında gerçekleştirmelidir. Çocuk bu sayede sorunlarla nasıl başa çıkılacağını ve sorunların nasıl çözüleceğini öğrenir. Böylece çocuklarda öfke nöbeti görülme sıklığı azalır.

Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı?, Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuğun Duygu, Düşünce, İstek ve Seçimlerine Saygı Gösterilmelidir

Çocuğun isteklerine yönelik olmaz, hayır gibi kestirme cevaplar vermek yerine nedenler çocuğa açıklanmalıdır. Çocuk isteklerinin neden gerçekleştirilmediğini bildiğinde çok daha kolay yatışmaktadır. Yine çocuğa kendi isteği dışında hiçbir şey dayatılmamalıdır. Dayatmalar çocuğun karşı direnç geliştirmesine neden olacaktır. Bunu giyeceksin! bunu yiyeceksin! Gibi dayatma cümleleri yerine beyaz t-shirt mü yoksa sarı mı? hangisini giyinmek istersin gibi seçenekler sunulmalıdır.

Seçenek çeşitliliği çocuğun kafasını karıştırmayacak ve seçimi zorlaştırmayacak şekilde olmalıdır. Çocuğun yaşıyla uyumlu şekilde seçenek ve alternatifler artırılabilir.

Çocuklarda Öfke Nöbeti ve Psikolojik Destek

Bazen tüm olumlu tutum ve davranışlarınıza, tüm bilinçli denemelerinize rağmen öfkeyle başa çıkmakta zorlanabilirsiniz. Çocuğunuz eğer 4 yaşını geçmişse ve sık sık öfke nöbetleri yaşamaya devam ediyorsa destek alabilirsiniz. Sık sık ve uzun nöbetler yaşanıyorsa, çocuk öfke anında kendisine/çevresine zarar veriyorsa destek ihmal edilmemelidir. Tedavi yöntemi olarak oyun terapisi, psikoeğitim, aile danışmanlığı gibi yöntemler uygulanabilmektedir.

Eğer çocuğun öfkesini tetikleyen farklı bir psikolojik/psikiyatrik rahatsızlık söz konusuysa bunun için de tedavi planlanmalıdır. Gerektiğinde tedavi sürecine ilaç kullanımı da dahil edilebilmektedir. Oyun Terapisi Nedir? Çocuk ve Aileler için Faydaları Yazımızdan da faydalanabilirsiniz. Uzman seçiminde kararsızlık yaşıyorsanız  “Çocuğumu Hangi Uzmana Götürmeliyim?” Pedagog, Çocuk Psikoloğu ve Çocuk Psikiyatristi Kimdir? Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuklarda öfke nöbeti hem çocuğun fiziksel, bilişsel, duygusal gelişimini etkilemekte hem de aileyi yıpratmaktadır. Sürekli öfkelenen ve sakinleşmekte güçlük çeken çocuklarda karakter gelişimi ve sorunları çözme becerisi de olumsuz etkilenmektedir. Evde ebeveynin, okul yaşamında öğretmenlerin bilinçli ve yapıcı yaklaşımları çocuğun öfke sorunuyla başa çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Öfke ile baş etmek için öfkeyi bastırmak veya yok saymak yerine, öfkeyi doğuran tetikleyiciler öğrenilmelidir.

Çocuğun değersizlik, güvensizlik, anlaşılmama ve sevilmeme hisleriyle, terkedilme korkuları görülmeli, bu duygular yapıcı yönde desteklenmelidir. Çocuğa güven verilmeli, değerli ve biricik olduğu hissettirilmelidir.

Çocuklarda öfke nöbeti karşısında çaresizlik hissediyor, kendiniz ve/veya çocuğunuz için destek arıyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz. Aba Psikoloji olarak çocuk, ergen, genç ve yetişkinlerle çalışıyoruz. Ailelere de danışmanlık sunuyoruz. Kullandığımız yöntemlerle danışanlarımızın sorunlarını en etkili şekilde çözümlemeyi hedefliyoruz. Oyun terapisi, psikoterapi, psikoeğitim ve aile danışmanlığı konularında destek almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Kariyer danışmanlığına yönelik de bizden destek alabilirsiniz.

Read More

Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler için eğitim, kariyer ve sosyal hayat son derece zorludur. Mizaç, erken yaşam deneyimleri, yetiştirilme tarzı ve çevresel faktörler çekingen kişiliği beslemektedir. Yaş arttıkça çekingenlik baskın hale gelmekte ve kişinin işlev alanları sınırlı hale gelmektedir. Çekingen bireylerin çok güçlü yetersizlik duyguları vardır ve kendileriyle ilgili değerlendirmeleri çevreden gelen geribildirimlerle belirlerler.

Genellikle çevreleri tarafından içe kapanık, utangaç, korkak tanımlanırlar. Reddedilmekten korkarlar, bu korkuları nedeniyle bulundukları sosyal ortamda yokmuşçasına silik kalırlar. Kendilik algıları oldukça düşüktür. Çevre tarafından eleştirilecekleri ya da beğenilmeyecekleri yönünde baskın inançları vardır. Çok az arkadaşları vardır ve çoğunlukla yalnız olmayı seçerler. Başarıdan korkarlar, özgüvenden korkarlar.

Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler çevrelerindeki insanları da çoğunlukla kendi gibi insanlardan seçerler. Ve çoğunlukla arkadaşlık başlatan değil arkadaşlığa cevap veren taraftadırlar. Dikkat çeken davranışlardan, kılık kıyafetten ya da konuşmalardan sakınırlar. Göz önünde olacakları sosyal ortamlardan, sorumluluklardan kaçınırlar. İş hayatlarında veya akademik yaşamlarında potansiyellerinin çok altında performans gösterirler. Dikkat çekip, fark edilmek istemezler. Sınıfta derse kaldırılmamak için el kaldırmazlar.

İş hayatında sosyal yönü olan profesyonel hiçbir görevde yer almak istemezler. Çekingen yapıları nedeniyle hak iddia edemez haksızlık karşısında haklarını arayamazlar. Çoğunlukla bu yapıları nedeniyle okul hayatında da iş hayatında da öne çıkamaz ortalama veya ortalamanın altında kalırlar. İnsan sosyal bir canlıdır ve yaşamını idame ettirebilmesi için de bu sosyal becerileri etkin kullanmaya ihtiyaç duyar.

Ancak çekingen kişilik bozukluğu olan kişilerde bu beceriler düşüktür ve becerileri kullanma kısımları da zayıftır. Dolayısıyla yaşamlarının her alanında zorluk çekmektedirler. Depresyon, anksiyete, fobi, alkol madde kullanımı gibi pek çok ikincil problemi de beraberinde getirebilmektedir.

Peki çekingen kişilik nasıl gelişir? Hangi belirtilerle kendini gösterir? Tedavi yöntemleri nelerdir? Yazımızın devamında detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Performans Kaygısı Akademik ve Profesyonel Kariyeri Olumsuz Etkiliyor! Ve Gevşeme Teknikleri ile Yaşam Kalitenizi Artırabilirsiniz! yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çekingen Kişilik Bozukluğu Nasıl Gelişir?

Çekingen kişiliğin gelişmesinde genetik yatkınlık, model alma, yetiştirilme tarzları, olumsuz sosyal deneyimler ve mizaç etkilidir. Aile bireylerinde çekingenlik varsa çocuklarda da görülme olasılığı oldukça yüksektir. Yine genetik yatkınlık kadar model almak da çekingen kişiliğin gelişimini desteklemektedir. Örneğin; çekingen bir ebeveynin gözetiminde yetişen çocuğun da çekingen özellikleri gelişecektir.

Sadece aile bireyleri de çekingen sosyal çevre, arkadaşlar, öğretmenler de çekingen kişiliğinin gelişimini besleyebilmektedir. Üstelik çocuk mizaç olarak içe kapanık, utangaç, çekinik bir karakterse çevresel faktörler kişilik bozukluğunu destekleyebilmektedir.

Olumsuz ebeveyn tutumları da çekingen kişilik bozukluğu gelişiminde büyük rol sahibidir. Aşırı otoriter, cezalandırıcı veya aşırı koruyucu ya da mükemmeliyetçi ebeveyn tutumları çekingen kişiliği geliştirebilir. Özellikle mizaç olarak çekingenlik yönü olan çocuklarda olumsuz ebeveyn tutumlar kişilik bozukluğunun gelişmesinde etki edebilmektedir. Yine bireyin yatkınlığı söz konusu ise akran zorbalığı, sosyal aşağılanma, dışlanma gibi olumsuz deneyimler de kişilik bozukluğuna neden olabilmektedir.

Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı? yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çekingen Kişilik Bozukluğu Belirtileri Nelerdir?

Çekingen kişilikler sosyal yaşam ve arkadaşlık ilişkileri içerisinde uyum sağlayan, kendi fikirlerini beyan edemeyen bireylerdir. İsteklerini dile getirmekte veya bir konuda kendileri adına karar vermekte güçlük yaşarlar. “Sen/siz bilirsiniz, siz nasıl isterseniz öyle olsun.” Tarzında kabullenici ve razı olan cümleleri sıklıkla telaffuz ederler.

Kendilerine bir şeyi layık görmezler, bunun yerine başkaları neyi layık görüyorsa onu kabul ederler. Bu nedenle sıklıkla karar mekanizması olarak arkadaşlarını, aile bireylerini ve otorite figürlerini seçerler. Onlar için kendilerinden daha güçlü olan herkes otoritedir. Bu fiziksel değil duygusal ve bilişsel bir güçtür. Daha bilgili veya daha özgüvenli olan kişileri kendilerinden üstün görürler.

Reddedilmekten Korkarlar, Hayatlarındaki Kişilere Aşırı Bağımlılık Geliştirebilirler

Olumsuz herhangi bir tepki alacakları kaygısı ile kendilerine yapılanlara ve söylenenlere karşılık veremezler. Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler reddedilmekten çok korkarlar. Çünkü reddedilmek tüm temel kaygılarının yeniden canlanması anlamına gelir; “yetersizim, değersizim” gibi. Reddedilmemek için koşulsuz uyum gösterirler ve kendilerinden her isteneni eksiksiz yapmaya özen gösterirler. Karşı çıkamayışlarının bir nedeni de sevgi ihtiyaçlarını bu şekilde karşılıyor olmalarıdır.

Özgüvenleri son derece düşüktür. İltifat aldıklarında utanırlar ve çoğunlukla inanmazlar. Nezaketen iltifat aldıklarını düşünürler. Kendilerine layık görmedikleri için abartılı tepki verirler ve hatta imalı bir söz olduğunu düşünürler. Alay edilme, aşağılanma gibi değerlendirebilirler. Zayıf yönlerini ve yetersizliklerini ifade etmede son derece başarılıdırlar. Ancak güçlü yönleri sorulduğunda cevaplamakta güçlük çekerler.

Aşırı fedakar ve hayatlarındaki insanlar için aşırı verici kişilerdir. Çekingen kişiliği olan bireyler adeta kendilerini ailelerine, arkadaşlarına, eşlerine adarlar. Onları kaybetmemek için büyük efor sarf ederler. Bu davranışları nedeniyle hayatlarındaki kişilere bağımlılık geliştirirler. Kaybetme korkuları oldukça yüksektir.

Çekingen Kişilik Bozukluğu Sosyal Beceri Eksikliği ile Karakterizedir

Espri kaldıramazlar. Beden dillerini rahat bir şekilde kullanamazlar. Abartılı hareketlerden, söylemlerden çekinirler. Duygularını veya düşüncelerini doğrudan ifade edemezler. Çoğunlukla ne söyleyeceklerini veya ne söylemeleri gerektiğini düşünürken etkileşimi kaçırırlar. Tartışmaya giremez, kendilerini bir tartışmanın içerisinde bulurlarsa yoğun çaresizlik hissederler. Olumsuz sosyal deneyimlerin etkisinden çok uzun süre çıkamazlar. Kendini sosyal anlamda beceriksiz, kişisel olarak nahoş ve diğerlerinden aşağıda görür.

Genelde kendisini utandıracağını düşündüğünden kişisel risk almaya veya yeni şeyler denemeye gönülsüzdür. Sürekli otokontrol sergilerler, kontrolü kaybedebilecekleri durumlardan kaçınırlar.

Okul Hayatında Zorbalık, Sınav Kaygısı ve Okul Fobisi Görülebilir

Çekingen kişilik bozukluğu olan bireyler okul hayatında akran zorbalığına sıklıkla maruz kalırlar. Haklarını arayamaz veya yaşadıkları sıkıntıya yönelik yardım talep etmemek için son ana kadar beklerler. Okul hayatlarında otoriter, başarı odaklı ve rekabete dayalı bir eğitim sistemine dahil olurlarsa başarılı olamazlar. Kolaylıkla sınav kaygısı ve/veya okul fobisi geliştirirler. Akabinde de sosyal fobik belirtiler görülmeye başlar. İş hayatlarında ise iş bulma sürecinden başlayarak zorluk yaşarlar.

İş Hayatında Pasif ve Geridedirler

Mülakatlara katılmak, kendilerini anlatmak onlar için son derece zordur. İş tanımı, kazancı ve statüsü ne olursa olsun mümkünse tanıdık aracılığıyla bir işe girmeyi ve orada korunup kollanmayı tercih ederler. Yükselme, terfi alma, liderlik etme gibi beklentileri ve arzuları yoktur. Hem kendilerini bu pozisyonlara layık görmezler hem de yükselmeden getireceği sorumluluklardan korkarlar. Yıllarca aynı pozisyonda, aynı verimle çalışabilirler.

Yaratıcılık gerektirecek, özgün olmayı ve yeniliği kapsayan işlerden kaçınırlar. Sorumluluğun ve riskin az olduğu ortamlarda çalışmak isterler. Ve mümkünse yalnız veya küçük sosyal gruplar içerisinde çalışmayı tercih ederler.

Çekingen Kişilik Bozukluğu Tedavi Yöntemleri Nelerdir?

DSM-5’e göre, çekingen kişilik bozukluklarında sıklıkla eşlik eden psikolojik hastalıklar depresyon, bipolar ve kaygı bozukluklarıdır. Bu bireylerde özellikle özellikle sosyal kaygı bozukluğu ve performans kaygısı sıklıkla görülür. Ayrıca çevrelerinde değer verdikleri insanlara abartılı şekilde bağlanır ve yoğun şekilde kaybetme korkusu yaşarlar. Bu yönleriyle de bağımlı kişilik bozukluğu da çekingen kişilik bozukluğu ile beraber görülebilir.

Aşırı bastırılmışlık, doğal davranamamak ve sürekli otokontrol sağlamak öfke patlamalarına neden olabilir. Duygusal ve sosyal açıdan son derece zorlayıcı bir hastalıktır. Çekingen kişiler çevrelerinden böyle bir yönlendirme gelmedikçe tedavi için çoğunlukla yardım arayışına geçmezler. Çünkü kaçındıkları zorluklarla yüzleşmekten çekinirler. Ayrıca bir profesyonelle bu sıkıntıları konuşmak da onlar için çok zordur.

Etiketlenmekten ve bir şekilde adapte oldukları yaşam şekillerinin değiştirilmesinden çekinirler. Sosyal Anksiyete Okul Başarısını Olumsuz Etkiliyor, “Konuşurken Heyecanlanıyorum!” Sosyal Anksiyete ve Kariyer Gelişimi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Tedavi sürecinde klinik değerlendirme sonrası psikoterapi ve ilaç tedavisi birlikte kullanılabilmektedir. Tedaviye düzenli devam edildiğinde belirti ve kısıtlıklar son derece azaltılabilmektedir. Sosyal beceri artırma, özgüven geliştirme, beden dili kullanımı, nefes ve gevşeme teknikleri kullanılabilir. Kişinin zorluk yaşadığı konularla ilgili maruz bırakma ve baş etme çalışmaları yapılabilir.

Çekingen kişilik bozukluğu ile mücadele edenler kendilerinde bu v benzeri belirtiler gözlemliyorsa destek almalıdırlar. Profesyonel destek ile sorun yaşayan bireylere psikolojik ve kariyer odaklı çalışmalar yapılarak eksik alanlar desteklenebilmektedir. Aba Psikoloji uzman kadrosu her yaştan bireye ihtiyaca göre psikolojik destek ve kariyer danışmanlığı sunmaktadır. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More