Anaokulu ve ilkokul dönemleri çocuklar için oldukça önemli zamanlardır. Okul öncesinde bazı veliler okul seçimlerinde, yuvada, ilkokul seçimlerinde psikolojik danışmanlara ve alanında uzman kişilere oldukça fazla başvurmaktadır.

Başvurma sebeplerinden bir tanesi yuvadan sonra hangi ilkokulu seçmeliyiz ya da LGS sisteminde girdikten sonra puana göre hangi liseyi seçeyim gibi oldukça önemli konularda danışma ihtiyacı duymaktalar.

Burada LGS öğrencilerine ayrı bir parantez açmak gerekir. Mutlaka LGS öğrencilerinin uzun vadede iyi planlama yapmak için okul seçimlerinde LGS süreçlerinde mutlaka uzmanlara danışmaları gerekiyor. Çünkü liseye yerleşikten sonra doktorayı da dahil ettiğimiz zaman önlerinde 10 yıllık bir okul dönemi olmaktadır.

Aba Psikoloji danışmanları her yıl 10 binden fazla öğrenciye sınav sonrası yerleşim için yardım etmektedir. Bu konuda Aba Psikoloji içinde oldukça gelişmiş ve yararlı bir sistem bulunmaktadır.

Doğru Anaokulu ve İlkokul Seçimi

Aba Psikoloji uzmanlarına her yıl pek çok kişi doğru yuvayı ve doğru ilköğretimi seçmek için başvurular yaparak danışmanlık istemektedir. Anaokulu ve ilkokul seçimi çocukların hayatlarının sonraki aşamalarını doğru şekillendirmek için oldukça önemli bir seçimdir.

Bu konuda en önemli noktalardan bir tanesi bazen öğrencilerin LGS sınavı gibi bir sınavı önceden baş edemeyeceğini ön görerek o öğrenciye LGS sistemi içerisinde K12 diye adlandırılan okullara yönlendirmek olabiliyor.

K12 ilkokul, ortaokul ve lise geçişi direkt olan okullara verilen bir isimdir. Bu tarz okulların sayısı ilk başlarda ülkemizde oldukça az olsa da son yıllarda ülkemizde K12 okulları oldukça artmış durumda. Bu okullar ailelerin maddi imkanlarına göre değerlendirilmiş okullardır.

Bu anlamda da öğrencinin kişisel, fiziksel, duygusal, zihinsel gelimine göre ve ailenin maddi durumuna göre öğrenciler için doğru bir strateji Aba Psikoloji danışmanları ve uzmanları tarafından oluşturulmaktadır. Doğru bir strateji çocukların gelişiminde oldukça önemli bir rol oynar.

Çünkü aile elindeki maddi imkanlarını ne kadar geç kullanırsa o kadar etkili olmaktadır. Aba Psikoloji içerisinde yer alan ve bu alanda uzman olan Prof. Dr. Gamze Sart bu konuda uzun süreli analizlerini ve araştırmalarını yapan bir öğretmendir.

0 – 3 Yaş En Önemli Eğitim

Prof. Dr. Gamze Sart gibi pek çok alanında uzman öğretmenlerin yaptığı araştırmalar bizlere en önemli eğitim yaş aralığının 0 ve 3 yaş arası eğitim olduğunu göstermektedir. Çocukların o yaş aralığında anneleri ile olan ilişkileri oldukça önemli bir etkiye sahiptir.

3 yaşından sonra yuva eğitimi alıyor olmaları ve hemen ardından da ilkokul dönemleri oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Yani 4 ve 8 yaş aralığında öz güven, kendini ezik hissetmemesi gibi konuların yanı sıra matematik ve fen alanlarındaki yetkinliklerini artık olarak geliştirileceği bir dönem olarak dikkat çekiyor.

Daha sonra da üniversiteye geçmeden önceki dönem olan lise dönemi oldukça önemli bir nokta olmaktadır. Özellikle ilk dört yılda çocuklar okumayı, disiplini gibi konuları öğreniyor. Fakat 8. sınıfa kadar olan dönem ilk dört yıl ki eğitimden biraz ayrılmakta.

Ortaokul Döneminin Psikolojiye Etkisi

Anaokulu ve ilkokul döneminden sonra gelen ortaokul dönemi için çocuklarda farklı bir etkiye sahiptir. Çünkü yapılan pek çok psikolojik testler öğrencilerin 5. ya da 6. bir hocadan arkadaş nedeniyle yaşadığı bir travma matematiğe karşı soğumasına, matematik zekası olmasına rağmen uzaklaştığı görülmektedir.

Bu travmaların neredeyse tamamı hep ortaokul dönemine denk gelmektedir. Bu yüzden ortaokul dönemi gerçek anlamda öğrencinin tam savunma mekanizmalarının da olduğu bir dönem olduğu için hem kız hem de erkek çocukların güçlü olmalarının sağlandığı dönemdir.

Bu kritik dönem içerisinde ayrıca bir LGS sınavı olmaktadır. Aba Psikoloji uzmanları bu dönemde LGS sınavını psikolojik anlamda sadece çocukların entelektüel olarak büyümesi için değil aynı zamanda gençlerin duygusal anlamda toplumda etkili olmaları için çalışmalarına önem ve özen göstermektedir.

Pisa Raporları

Bahsettiğimiz bu bilgilerden yola çıkarak Pisa raporlarının neden anaokulu ve ilkokul döneminde değil de bu dönemde alındığını anlayabilirsiniz. OECD ( Organisation for Economic Co – operation and Development) yani Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ülkelerin Pisa raporlarını inceleyerek aslında o jenerasyonun 10, 20, 40, 50, 70 hatta 80 yıllık potansiyellerini de öngörüş olarak görebilir.

Eğer ortaokul döneminde öğrencilerin özgüvenini kırılırsa o çocuk kendi potansiyeli çerçevesinde kendini geliştiremez. Kız ya da erkek çocuğu fark etmeksizin çocuklar her zaman potansiyellerinin altında kalırlar.

Anaokulu ve İlkokul Dönemi: Anne ve Babaların Dikkat Etmesi Gerekenler

Çocukların anaokulu ve ilkokul döneminden ziyade ortaokul dönemi için anne ve babalar bazı noktalara dikkat etmelidirler. LGS başarısı için değil yaşamdaki ve hayattaki duruşları için daha çok önem vermemeliler.

Gençleri ve çocukları bu konularda kırmaktan uzak durmalılar. Anne ve babalar bu zamanlarda çocuklarını desteklemeli, cesaretlendirmeli ve dirençlerini güçlendirmeliler. Aileler çocuklarına hayat başarısını, hayattaki özgüvenlerini ve hayattaki özsaygılarını şekillendirmek için yatırım yapmalılar.

Anaokulu ve İlkokul Dönemi: Çocuklar İçin Öğretmen

Anaokuluna yeni başlayan çocuğa öğretmen nasıl davranmalı sorusu çok merak edilen bir konudur. Anaokulu ve ilkokul döneminin yanı sıra özellikle ortaokul öğretmenleri gibi tüm öğretmenler öğrencilerine destek vermeli ve cesaretlendirmelidir.

Öğretmenler çocukların her yaş döneminde karşılarına çıkan kişiler olarak olumlu gelişim süreci geçirmesi ve başarılı bir hayat için oldukça önemli etkiye sahip kişilerdir. Öğretmenlerin hangi dönem olursa olsun çocuklara eğitim verirken bu konulara dikkat etmeleri gerekmektedir.

Çocukların Başarısı İçin Ailelerin Desteği

Çocukların başarılı olması için sadece anaokulu ya da ortaokul dönemleri arasındaki dönemlerde ailelerin destek almaları önemli değil. Ayrıca YKS, TYT gibi sınavlara girecek öğrenciler ya da SAT gibi sınavlara girecek olan öğrencilere de aileleri aynı şekilde destek olacak şekilde yaklaşmalıdır.

Yapılan araştırmalar ve çalışmalar zaten hem okul hem de hayatta başarılı olan öğrencilerin arkasında anne ve babalar olduğunu göstermektedir. Bu anlamda okul sistemleri içerisinde anne ve baba desteğini alan gençler çok daha hızlı bir şekilde büyüdükleri görülmektedir.

Sınav Başarısı Her Şeyin Ölçüsü Değildir

Sınav başarısı ya da başarısızlığı çocuklarınız konusunda her konuda sizlere tüm noktaları göstermez. Sınavlar gençlerin ya da çocukların hayatında başarılı olacağını veya olamayacağını belirleyen unsurlar değildir.

İnsanlar bir sınavdan çok daha değerli ve kıymetlidir. Google çağında ezbere dayalı değil gerçekten araştıran sorgulayan, kritik düşünen, yaratıcı, inovasyonu açık, iletişimi doğru yapan kendini anlatan sistemler içerisinde bulunmamız lazım.

Anaokulu ve İlkokul döneminin yanı sıra her yaştan çocuklar için merak edilen ve bilgi almak istediğiniz konular için Aba Psikoloji resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca bu konular hakkındaki öğretici bilgiler için ise Aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

Zihinsel sağlık insan sağlığına ciddi anlamda etki eden bir olgudur. Ne ve nasıl sorularının neden sorusundan farkını düşünmüş müydünüz hiç? İnsan düşüncelerine yolculuk yaptığında bir takım sorulara cevap vermeye çalışır. Sorularımızı birbirinden farklı soru anlamı taşıyan kelimelerle oluşturmak mümkündür. Ne, neden, nasıl, mi, mu vb. gibi kelimelerle kurulmuş soruların hiç birbirinden farklılık gösterdiğini fark etmiş miydiniz?

Hepsinin aradığı cevap farklıdır. Peki size eğer bu sorulardan bazılarının bize diğerlerine göre daha iyi geldiğini söyleseydik ne düşünürdünüz? Psikoloji alanında “ne” ve “nasıl” sorularını sormanın zihinsel sağlığımıza “neden” gibi sebep arayan soruları sormamızdan daha iyi geldiği tespit edilmiştir.

Zihinsel Sağlık: Ne ve Nasıl Sorularının Neden Sorusundan Farkı

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” da bilinçli farkındalığı tanımlamış ve faydalarından bahsetmiştik. Bilinçli farkındalık uygulamasının temelinde de kişiler neden sorusu yerine kendilerine daha çok ne ve nasıl sorularını sorarlar.

  • Nasıl ve ne hissediyorsun?”
  • “Neden böyle hissediyorsun?”

Bu iki soru arasındaki farka odaklandığımızda nasıl ve ne sorularının cevabı  “Kötü hissediyorum” gibi negatif duygular içerebilir. Fakat duyguyu olduğu gibi kabul edersiniz. Ne hissettiğinizi itiraf etmiş olur ve rahatlarsınız. Öte yandan eğer neden böyle hissedildiğine odaklanılırsa kişi sorgulamaya başlar. Neden sorusu kişiye kötü hissettiğinde bunu yaşama özgürlüğü vermez aksine kişiyi kısıtlar. Neden kötü hissettiği ön plana çıktığında kişi kötü hissetmemesi gerektiğini ya da altında yatan nedeni ortadan kaldırması gerektiğini düşünebiliyor. Sanki insan hep mutlu olması gerekirmiş izlenimi verebiliyor kötü hissettiğimizde bize sebebini sorgulatan sorular. Fakat aslında yaşadığımız kötü deneyimleri, olumsuz hisleri de iyileri gibi kabul etmek oldukça değerli ve akıl sağlığımız için önemlidir.

Bunun dışında nasıl sorusu yerine neden sorusu kulağa her zaman ofansif gelecektir. Hepimize aşina gelecek ki soru cümlesinden bunu daha rahat açıklayabiliriz.

  • “Neden böyle düşünüyorsun ki?”
  • “Neden böyle hissettin ki?”

Bu soru cümleleri hepimize benzeri hisleri hissettirir. Sanki öyle hissetmememiz gerekirmişçesine kurulan cümleler… Öyle hissetmemiz için ortada bir neden yokmuşçasına kurulan cümlelerdir bunlar. Yani biri bize davranışlarımızın ya da duygularımızın nedenini sorduğunda kendimizi zan altında hissedebiliyoruz. Neden ve niçin soruları sorgulayıcı sorulardır. Baskı altında hissettirme olasılıkları çok yüksektir.

Ne ve Nasıl Sorularının İyileştirici Gücü

Kendi içsel dünyamızda da aslında kendimize sorular sorarız. Bu soruların da niteliği hayat kalitemizi etkilemektedir. Örneğin düşünün ki sürekli kendinizin ve başkalarının duygularının, davranışlarının nedenlerini sorguluyorsunuz. Aslında farkında olmadan kendinizi yargılıyorsunuz. “Keşke böyle yapmasaydım, yapmasaydı.” düşüncesi de bu sorgulamanın sonucunda doğar. Kötü ya da yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışların nedenine inersek yaşananları reddetme eğilimi gösterebiliriz. Ne yazık ki yaşanan bir şeyi değiştiremeyiz. Bunun yerine kendimize ne ve nasıl hissettiğimizi sormamız bize rahat bir alan sağlar. Yaşananları kabul etmemizi kolaylaştırır. Negatif duyguları yaşama özgürlüğü vererek içimizi dökmemizi kolaylaştırır. Duygular yaşandıktan sonra rutinimize daha rahat geri dönebiliriz. Nasıl sorusu sayesinde negatif düşünce ve olaylara takılmadan hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürmemiz kolaylaşır.

Read More

Psikolojik hastalıklar fiziksel rahatsızlıklardan farklı olarak belirlenmesi ve sınıflandırılması oldukça zordur. Tıpta fiziksel bir problemle karşı karşıya kalındığında semptomlardan ve fiziksel buluntulardan net bir sonuca varılabilir. Ancak psikolojik problemler söz konusu olduğunda problemi analiz edip, tespit etmek göründüğü kadar kolay değildir. O halde psikologlar ve psikiyatrlar nasıl danışanlarının problemlerini sınıflandırıyorlar? Bunun için dünya çapında kullanılan DSM-5 Türkçesi “Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı” kullanılmaktadır.  10 yıldan uzun süredir kullanılan el kitabı birçok uzmanın iş birliğiyle derin araştırmalar sonucu oluşturulmuştur. Bu blog yazımızda psikolojik hastalıkları nasıl sınıflandırdığımızdan daha ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğiz.

Psikolojik Hastalık Tespit Etmek

Yukarıda da söz ettiğimiz gibi bir doktor fiziki durumunuza bakarak dizinizdeki problemi anlayabilir. Fakat psikolojik hastalıklar söz konusu olunca olay bambaşkadır. Bir psikolog ya da psikiyatr probleminizi anlayabilmek için sizi birden fazla defa görmeye ihtiyaç duyar. Çünkü problemler gözle görülür kadar açık değildir. Doğru tespit zaman alabilir. Bir süreliğine hastalık tespiti için gözlem, çeşitli testler ve yakınlardan bilgi edinmek gibi uygulamalar yoluyla kişinin problemi saptanır. Uzun soluklu gözlemler ve semptom analizlerinden yola çıkılarak ardından tedaviye geçilebilir.  DSM-5 belli kriterler yoluyla kişilerin psikolojik rahatsızlıklarını analiz ve tespit etmek için kolaylık sağlar.

Psikolojik Hastalıklar İçin Sınıflandırma

Sınıflandırmalar genel başlık ve alt başlıklar halinde seyretmektedir. Genel başlıklar birkaç psikolojik rahatsızlığın ortak ve hatta ana semptomlarının aynı olmasından ortaya çıkar. Örneğin beslenme ve yeme bozuklukları, bir genel başlıktır. Bu başlığın altında beslenme ve yemeyle ilgili birbirinden farklı psikolojik hastalık yer almaktadır. Bir yandan tıkınırcasına yeme bozukluğu adı verilen yemek konusunda kendini durduramayanlarda ortaya çıkan rahatsızlıkta bu bölüme girer. Diğer yandan anorexia nervosa adı verilen çok zayıf olunduğu halde kendini olduğundan kilolu görme eğilimine dayalı rahatsızlık da bu gruba girmektedir. Bu iki rahatsızlığın ortak özelliği ikisinin de yemeyle ilgili problemlere dayalı olmasıdır. Sınıflandırılırken de beslenme ve yeme bozuklukları alt kategorisine girmektedirler.

Psikolojik Hastalık Tedavisinde Sınıflandırmanın Gerekliliği

Tedavi sürecine geçilmeden önce doğru sınıflandırma yapmak mühim bir meseledir. Doğru sınıflandırma yapılmadığı taktirde çözüme gidilen yol uzatılmış olur. Psikolojik hastalık kişinin duygu durumuyla bağlantılı olduğundan ötürü tedavide verim almak danışanların tedaviye devam etmesi için motive edici niteliktedir. Verim alamayan danışanlar çaresiz hissederek tedavilerini yarıda bırakabilir. Bundan dolayı sınıflandırma süreci titizlikle yapılmalıdır. Problemi tespit etmeden çözmek pek mümkün değildir.

 

Read More

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” yazımızda ayrıntılı olarak açıkladığımız bilinçli farkındalık hali insan beyni için değerli bir kavramdır. Farkındalık söz konusu olduğunda diğer primat ve canlılardan ayrılır insan. Diğer hayvanlardan farklı olarak yaptıkları eylemlerin ve yaşadıkların izidir insan. Diğer canlılar da bir insan gibi geçmiş deneyimlerinden faydalanarak hareket ederler. Fakat insan bu geçmiş deneyimlerinin bilinci içerisindedir. Bilinç insanı diğer canlılardan ayıran en temel farklılıklardan biridir. Bilincimize dair farkındalığımız düşük olduğunda da insan beynini yönetmek zorlaşır. Bundandır ki bilinçli farkındalık uygulaması insan beyni için bir besin niteliğindedir.

Primitif Beyin ve İnsanın Sahip Olduğu Beyin

Primitif ilkel anlamına gelmektedir. Yaşama içgüdüsünü sağlayan, yaşam fonksiyonlarını sürdürmek için gerekli içgüdülerimiz primitif beyine bağlıdır.  Her canlıda bulunan beynimizin  “amigdala” adı verilen bölgesi bu içgüdümüzü oluşturur. Tehlikeden kaçmakla bağlantılı bölge hayata dair risk yaşadığımızda canlıları korumak adına aniden aktive olur. Korku ve endişe hali bu bölgenin aktive olmasıyla oluşur. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insan beyni bilinciyle beraber yaşadığı deneyimi tekrar düşünerek tekrardan stres ve kaygı güdebilir.

Örneğin doğada bir kaplanın bir ceylanı yakalayamadığı durumu hayal edin. Sonraki gün kaplanın “Bugün ben bir daha ava çıkmayacağım çünkü dünkü ceylanı yakalayamadım. Kesin yine yakalayamayacağım.” diye düşünmesi imkansızdır. Fakat aksine insan başarısız olduğunda ya da geçmişteki endişesinden ötürü bunu düşüncesine getirerek “bilinçli” olarak eylemlerinden kaçınabilir. İnsan beyni farklı olarak frontal bölge dediğimiz beynin ön bölgesini aktif kullanabilir ve bu bölge gelişmiş bir bölgedir. Farkındalık dediğimiz kavram ise bu bölgeden ötürü ortaya çıkar. Biz insanlar dünün bugünün ve yarının farkında olarak yaşarız. Bunun getirisi olarak da farkındalığımızı sağlıklı bir şekilde yönetebilmemiz hayat kalitemizi yüksek oranda etkiler. Beynin sağlıklı yönetilmesinin de bilinçli farkındalık uygulamalarıyla mümkün olduğu düşünülmektedir.

İnsan Beyni için Bilinçli Farkındalık

İnsan dünü bugünü ve yarını biliyorsa bugüne zarar vermeden dünü ve yarını yanında taşıyabilmelidir. Anda kalmak adı verilen bilinçli farkındalığın temel uygulamalarından birisi yanlış anlaşılabilmektedir. Anda kalmak geçmişi ya da yarını tamamen ortadan kaldırmak ve şuan yaptığınız eyleme odaklanmak değildir. İnsan beyni şuana odaklanırken elbette dünü ve yarını yanında taşıyacaktır. Önemli olan geçmişi ve geleceği unutmak değildir. Geçmişin ve geleceğin endişesini sırtımızda taşımamaktır. Bunun için de bilinçli farkındalık faydalı olacaktır.

Örneğin; ölüm korkusu üzerine düşünelim. İnsan ölümün varlığının farkındayken diğer canlılarsa sadece içgüdüsel olarak ölüm tehlikesinden kaçmaktadır. Düşünce olarak ise bazı insanlar ölüm korkusunu sürekli hayatının her anında yaşarken diğerleri yaşamazlar. Peki bu insanları birbirlerinden ayıran şey nedir? Aslına bakarsanız gelecekteki bu sonu değiştiremeyiz. Ne zaman başımıza geleceğini de bilemeyiz. Halbuki yaşadığımız ana odaklandığımız zaman ölümün varlığını düşünmeden hayattan zevk alabiliriz. Bu noktada bilinçli farkındalık uygulamalarıyla gelecekle ilgili bir negatif olayın farkında olup daha yaşanmadan endişe ve kaygı duymamız engellenebilir.

Özetle burada bilinçli farkındalık olarak değinilen geleceği tamamen unutmak değildir. Gelecekteki ya da geçmişte yaşanmış bir endişeyi şuana taşımamaktır. Gerektiğinde endişeyi tetikleyen beynin amigdala bölgesi yerine mantığımızı yani frontal bölgeyi devreye sokabilmektir. Bilinçli farkındalığın da geçmişi ve dünü dikkate alarak anda kalma metoduyla insan beyni için faydalı olduğu düşünülmektedir.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Eylemlerimizin bilinçli bir şekilde farkında olarak değişim yaratabilir miyiz? Yaptığımız çoğu eylemin farkında bile değiliz. Günlük hayatımız rutinlerden oluşmakta ve eylemler otomatiğe bağladığında düşünülmeden yapılmaktadır. Düşünmediğimiz zamanlar ise yaptığımız eylemler amacını kaybedebilmektedir. “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” blog yazımızda bilinçli farkındalığın faydalarına da değinmiştik. Psikoloji ve nöroloji alanında yapılan son araştırmalar ise bilinçli farkındalığın büyük bir faydasını daha tespit etmiştir. Bilinçli farkındalığın beyinde yüksek oranda pozitif değişim yarattığı saptanmıştır.

Beyini Dinlendirerek Değişim

Dinlendiğimizi zannettiğimiz çoğu an aslında dinlenemiyoruz. Tatile çıkıp dinlenemeden döndüğünüz anları anımsayın. Sizce bu neden oluyor? Basitçe beyninizi dinlenme noktasına getirmekte zorlanıyorsunuz. Çoğu zaman tatile gitmemiz gerektiği için gidiyoruz. Dinlenmeyi bir zorunluluk olarak görüyoruz. Günümüzde tatil anlayışı yapay bir şekilde oluşturulmuş konseptlerden ibaret olabiliyor. Bir tatil köyünde şezlonga ayağınızı uzattığınızı düşünün. Eğer zihniniz hala geride bıraktığınız yapılacak işlerdeyse aslında beyninizde bir değişim gözlenmiyor. Hala sizi yoran günlük hayatın stresini yanınızda, zihninizde taşıyorsunuz.

Dinlenmek gereklilik ya da planlanmış bir hal aldığında zorlaşabiliyor. Halbuki basit aktiviteler de dinlenme olabilir. İş arasında verdiğiniz derin ve farkındalıklı bir nefes, sabahları işe gelmeden önce 15 dakikalık yürüyüş zihniniz için dinlendirici olabilir.  Kendi dinlenme biçiminizi kendiniz oluşturmanız gerekiyor. Bir işi yapmak için değil zevk aldığınız için yapmak gibi bir durum bu esasında. Araştırmalarında gösterdiği üzere beynimiz gerçekten yapmayı sevdiğimiz aktiviteleri yaptığımızda dinlenmeyi gerçekleştiriyor. Yorucu olarak gördüğümüz aktivitelerin bile sevdiğimiz ve özümsediğimiz zaman bizi zihinsel olarak rahatlattığı gözlemlenmiştir bilim dünyasında. Beyin aktivasyonunda da değişim gözlemlenmiştir. Sevdiğimiz aktiviteleri, anda kalarak yaparken beynin iki lobunun uyumlu bir şekilde aktive olduğu tespit edilmiştir.

Severek yaptığımız ve eylemlerin içinde başka şeyleri düşünmeden akışı sağladığımız aktivitelerin bilinçli farkındalıkla bağlantısı vardır. Bilinçli farkındalık da özünde andaki deneyimi beynin farklı ve engelleyici düşüncelerle bölünmeden tadabilmesidir. Eğer bir aktivite sevdiğimiz bir aktiviteyse bilinçli farkındalığı gerçekleştirmek daha da kolay. Bu aktiviteler de gün içerisinde farkında olmadan yaptığımız, strese ve endişeye yol açan aktivitelerin yoruculuğunu azaltan, dinlendiren bir eylem halini alır. Sonuç olarak beyin dinlenmeye geçtiği için aktivasyon biçiminde pozitif değişim ortaya çıkıyor.

Bilinçli Farkındalık Yoluyla Adım Adım Değişme

Beynin dinginliğini ve stresi azaltmak için de adım adım sevdiğimiz aktiviteler yoluyla bilinçli farkındalık kolayca uygulayabiliriz.

  1. Yaparken sevdiğiniz ve akışta hissettiğiniz aktiviteleri listeleyin.
  2. Her güne bir aktiviteyi yerleştirin.
  3. Mutlaka dinlendirici aktivitelerinizden birine gün içinde zaman ayırın.
  4. Zamanınızın olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Böyle durumlarda ise iş arası verin ve her şeyi bırakın.
  5. Her şeyi bıraktığınız anda 2 dakikalığına birkaç farkındalıklı nefes alın. Bu bilinçli nefes alma uygulaması bile stresinizin dinginleşmesinde etkili olacaktır.

Konu hakkında ayrıntılı bilgi almak için Aba Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Suyun önemi metabolizmanın doğru bir şekilde çalışmasını ve vücuttaki toksinlerin dışarı atılmasını sağlamada dikkat çekmektedir. Su, insan vücudundaki toksinleri atması ile birlikte insan sağlığına olumlu faydalar sağlamaktadır. İnsan vücudundaki akışkanlığın artırılmasında da suyun sağladığı olumlu etkiler göz ardı edilmemelidir. İnsan beyninin sağlıklı ve verimli bir şekilde odaklanabilmesini yeterli su miktarı sağlamaktadır.

Suyun, insanın mutlu olmasına dahi pek çok etkisi bulunmaktadır. Suyun dışında, içerisinde su barındıran; çay, kahve ve diğer içecekler vücuttaki suyun daha hızlı bir şekilde vücudu terk etmesine etki etmektedir. Gün içerisinde tek seferde ya da kısa aralıklarla yüksek miktarda su içmekten ziyade, suyu; sabah ve diğer vakitlerde düzenli bir şekilde tüketmek, suyun çok soğuk olmamasına dikkat etmek gibi faktörler de su tüketiminde önemli olmaktadır.

Günlük Aktivitelerde Suyun Önemi Nedir?

Canlılar için suyun önemi pek çok alanda kendini göstermektedir. Örneğin, az su tüketen insanların beyin fonksiyonları daha yavaş çalışabilmektedir. Az su tüketimi, konsantrasyon sorunlarına yol açmaktadır. Suyun tüketiminin yanı sıra, su ile ilgili olan denizden de insan ve çevre sağlığı için olumlu anlamda faydalar sağlanabilmektedir. Suyun Çevre için önemi kısaca her alanda kendini göstermektedir.

İsrail’de yapılan çalışmalarda, su tüketimi sonucunda travmaların daha kolay bir şekilde atlatıldığı ortaya çıkmıştır. Strese yol açan sebeplerle baş etmede su tüketiminin olumlu etkileri kanıtlanmıştır. Ancak bu demek değildir ki, sürekli ve gereğinden fazla su tüketilmelidir. Fazla su tüketimi de doğru bir eylem değildir. Temiz suyun önemi insan kilosu ile doğru orantılı bir şekilde ve yeterli miktarda tüketim ile artırılmaktadır.

Su Tüketiminin Ruhsal Anlamda Olumlu Etkileri Ne Zaman Ortaya Çıkmaktadır?

Yeterli ve dengeli bir şekilde su tüketimine önem verilmelidir. Yeterli ve dengeli bir şekilde 21 gün boyunca su tüketildiğinde, bu tüketimin, insanın ruh sağlığına olumlu faydalar sağladığı görülmektedir. Bu süre sonunda su tüketimi düzenli ve dengeli bir şekilde birey tarafından gerçekleştirildiğinde, kişinin hayat mutluluğu artmaktadır.

Suyun önemi kısaca su ile temizlenmede de kendini göstermektedir. Kimyasallar kullanmadan yıkanmak ve doğru materyallerle temizlenmek insan sağlığına olumlu etkiler sunmaktadır. Deniz ve kaya tuzunun olumlu etkilerinin olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, suyun içerisine az da olsa limon damlatılması Mindfulness anlamında faydalı sonuçlar sağlamaktadır. Suyun önemi Biyoloji alanında su tüketim miktarındaki değişikliklerle ön plana çıkılmaktadır. Kahve tüketimi, insan sağlığı üzerinde yapılan son çalışmalara dayanarak pek de önerilmemektedir.

Read More

Öğrenme güçlüğü normal ya da normalin üzerinde zekâya sahip; herhangi bir fiziksel sorunu olmayan bireylerde görülebilen; dinleme, konuşma, okuma ve yazma, problem çözme, matematiksel becerilerin kazanılmasında ve kullanılmasında zorluk yaşamaya sebep olan bir bozukluktur.

Disleksi ve diskalkuli öğrenme bozukluğu çeşitlerindendir. Disleksi, kelimeleri ve hatta harfleri tanımada ve okumada güçlük yaratır. Bu sebeple çocukların okumaya geç başlaması söz konusu olabilir. Diskalkuli ise, sayılarla ilgili konuları kavramada, matematiksel ilişkileri anlama, sayısal sembolleri tanımada eksiklik olarak açıklanabilir. Öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklarda yalnızca akademik başarısızlık değil sosyal ve duygusal problemlerle de karşılaşılabilir.

Öğrenme Güçlüğü Neden Ortaya Çıkar?

Peki; öğrenme güçlüğü neden ortaya çıkar? Öğrenme güçlüğünde genetik faktörlerin etkisinin büyük olduğu bilinmektedir. Erken doğum ya da doğum sonrası komplikasyonlar çocuklarda öğrenme güçlüğüne sebep olabilir. Doğum öncesi ya da sonrası geçirilen kazalar neticesinde de bu problem görülebilir.

Öğrenme Güçlüğünün Belirtileri Nelerdir?

Öğrenme güçlüğünün erken dönem belirtileri; okuma, yazma, matematiksel anlama, kavrama becerilerinde sorunlar olarak sıralanabilir. Bunlara ek olarak; hiperaktivite, dikkatsizlik, dürtüsellik görülmesi de söz konusu olabilir. Belirtiler genellikle 4-5 yaş civarında belirgin hale gelmeye başlar. Okul dönemi ile birlikte dikkat eksikliğine bağlı öğrenme sorunları görülür. Ergenlik döneminde ise akademik başarısızlığın yanı sıra davranış sorunları ve aile karşı gelişen tutumlar gözlenir.

Öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklar okul öncesi dönemde kelimeleri telaffuz etmekte zorlanırlar. Konuşmaya geç başlarlar ya da kelime dağarcığında yaşa göre eksiklikler görülür. Rutin işleri yapmakta zorluk çekme, sakarlık, sabırsızlık, iletişim kuramama gibi problemler ve makasla kesme ya da ayakkabı bağcığı bağlamada yetersizlikler görülebilir. İlkokul döneminde okumayı geç öğrenme ya da isteksizlik gibi sorunlar yaşarlar. Yazarken harf atlar ya da harf eklerler. Yönergeleri takip etmekte güçlük çekerler. Organize olmayla ilgili sorunlar yaşarlar. Tüm bunlar; çocukların psikososyal hayatlarında da sorunlara sebep olur. Lise ve sonrası dönemde ise soyut konuları öğrenmede, açıklamaları anlama ve kavramada zorluk yaşarlar.

Öğrenme Güçlüğü Yaşayan Çocuklara Nasıl Yaklaşmak Gerekir?

Öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklara, yaşadığı tüm bu zorlukların zekâsı ile ilgili bir problemden kaynaklanmadığını yalnızca öğrenmek için daha fazla çaba göstermesi gerektiğini anlatmak gerekir. Öğrenme sorunları yaşayan çocuklarla çalışırken sabırlı ve hoşgörülü olmak, onları cesaretlendirmek son derece önemlidir. Çocuğun kendine özgü stratejiler geliştirerek bağımsız çalışabilmesi desteklenmelidir.

Öğrenme ile ilgili sorunlar yaşayan çocuklar düzenli ortamlara ihtiyaç duyarlar. Hatırlamaya, yönlendirilmeye ihtiyaç duyarlar. İpuçları, kodlar, gruplandırmalar öğrenmelerine yardımcı olur. Basit cümleleri kavramak onlar için daha kolay olacaktır. Büyük bir işi, küçük parçalara bölerek yapmak çocukların işlerini kolaylaştırır. Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların başarılarının ödüllendirilmesi onları motive eder ve cesaretlendirir.

Eğer çocuğunuzda öğrenme güçlüğü olduğunu düşünüyorsanız ya da öğrenme güçlüğüne dair belirtiler görüyorsanız; semptomların ilerlememesi, doğru adımların atılması ve çözüm yolları bulunabilmesi için bir uzmandan yardım almanız son derece önemlidir. Öğrenme güçlüğüne dair sorularınız varsa bizimle iletişime geçebilir, konu hakkında daha fazla bilgi almak için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilir ya da YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

Tırnak yeme alışkanlığı her yaş grubunda gözlenen bir eylemdir. Çocuklarda bu alışkanlığı önlemek için pek çok tedbire başvurulmaktadır. Bu alışkanlık, ergenlik ve çocukluk dönemlerinde görülmekle birlikte, çocuklarda 3 ve 4 yaşlarında başlamaktadır. Çocukluk döneminde edinilmiş bu tür bir alışkanlık, tedavi edilmediğinde ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde de devam etmektedir. Ayrıca bu alışkanlık, erkek çocuklarında, kız çocuklara nazaran daha fazla görülmektedir. Çocuklarda görülen bu alışkanlık, bazı durumlarda el tırnaklarını yeme ile sınırlı kalmayabilir. Tırnak etini koparma, ayak tırnaklarını yeme ve ileri boyutlarda bazı nesneleri kemirme şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Çocuklarda görülen bu davranış ve alışkanlıklar anne ve babayı, doğal olarak rahatsız etmektedir.

Çocuğun Tırnak Yeme Alışkanlığı Nasıl Bırakılır?

Çocuğun tırnak yeme alışkanlığı nasıl bırakılır sorusunun cevabı oldukça merak edilmektedir. Bunun için ebeveynlerin öncelikle, çocukta bu davranışa neden olan eylemin ne olduğunu bulması gerekmektedir. Tırnakların yenmesini tetikleyen pek çok durum, eylemin arkasında bulunuyor olabilmektedir. Çocuğun dışa vuramadığı ya da baş edemediği birtakım durumlar var ise, tırnak yeme eylemi ile bu durumlar ifade edilebilmektedir. Çünkü normalde tırnak yeme eylemi bir yansımadır. Baş edilemeyen bir olayın dışa vurumu olmaktadır. Çocuklarda olduğu gibi Yetişkinlerde tırnak yeme nedenleri de tespit edilerek bu eylem önlenebilmektedir. Bu durumda, Tırnak yeme hastalığı nasıl bırakılır sorusuna verilebilecek ilk cevap; eyleme neden olan durumun tespit edilmesidir.

Hangi Durumlar Tırnak Yeme Davranışı Oluşturmaktadır?

Özellikle; aile içerisindeki sorunlar, okul öncesi dönemde, çocuklarda tırnak yeme davranışını tetikleyebilmektedir. Ayrıca, ebeveynlerin aşırı otoriter ve baskıcı olmaları da bu duruma neden olan diğer hususlar arasında yer almaktadır. Ebeveynlerin ayrılması gibi durumlar tırnak yeme davranışı ortaya çıkarabileceği gibi, ebeveynlere duyulan güvensizlik de aynı eyleme yol açabilmektedir. Çocuğun gelişimine uygun olmayan videolar ve filmler de aynı sonuçları ortaya çıkarabilmektedir. Okul dönemi çocuklarında bu eyleme neden olabilecek kaygı verici durumlar şöyle sıralanabilmektedir:

  • Sınav kaygısı,
  • Öğretmen korkusu,
  • Akademik başarı kaygısı,
  • Öğrenme güçlüğü,
  • Dikkat eksikliği,
  • Akran zorbalığı,
  • Aile içerisindeki problemler.

Tırnak yeme alışkanlığı çocuğun okul çevresinde gördüğü ve model aldığı bir arkadaşının tırnak yeme eylemine tanık olması ile de ortaya çıkabilmektedir. Tırnak yeme zararları bilinerek bu eyleme karşı önlem almak gerekmektedir. Yapılan çalışmalarda, bazı durumlarda tırnak yeme eyleminin artabildiği gözlemlenmiştir.

Read More

Sanat terapisi nedir sorusuna cevap olarak, bu yöntemle bağdaştırılan pek çok usulün olduğunu söylemek doğru olacaktır. Farklı sanat dalları, sanat terapisi sırasında oldukça işlevsel olmaktadır. Bu yöntem, sözlü iletişimde zorluk yaşayan kişiler için kullanılabilen alternatif terapi metotları arasında yer almaktadır. Geleneksel terapi yöntemlerinde yalnızca sözlü olarak yapılan iletişim önemli iken, sanat terapisinde farklı materyallerle yapılan sanatsal üretim yolu ile aktarım hedeflenmektedir. Görme, dokunma, işitme gibi duyulara hitap eden tüm sanat dalları, bu terapi yönteminde kullanılabilmektedir. Fotoğraf, kolaj, heykel, ebru ve seramik gibi alanlar görsel sanatlarda kullanılmaktadır. Pastel boya, sulu boya, kuru boya, dergiler ve yağlı boya gibi malzemeler bu terapi yönteminde etkindir. Bu yöntemlerdeki farklılıklar Sanat terapisi çeşitleri ortaya çıkarmaktadır.

Çocuklarda Görsel Sanatla ve Müzikle Sanat Terapisi Nedir?

Çocuklar, çizdikleri resimlerle karşısındakilerle iletişime geçebilmektedir. Çocuk, aile içerisinde yaşadığı şiddeti ve çatışmayı resmederek kendi aile dinamiklerini; oradaki sevgiyi, şiddeti ve benzeri duyguları resimlerinde çevresine yansıtmaktadır. Çocuğun çizdiği resimlerde; aile bireylerini çizdiği boyut, yer ve diğer unsurlar çocuktaki aile dinamikleri hakkında aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır. Dışavurumcu sanat terapisi bu anlamda oldukça önemlidir. Çözüm için, resimlere dayalı olarak aile dinamikleri değerlendirilerek aile bireyleri ile görüşmeler gerçekleştirmekteyiz.

Görüşmeler sonucunda çocuğa sunulan terapi destekleri ile davranış probleminin altında yatan nedenler çözüme ulaştırılmaktadır. Örneğin, resim çizimi sırasında ailenin yanında kardeşe resimde yer verilmemesi gibi bir durum, çocuğun kardeşini kıskandığını yansıtabilmektedir. Bu tür yorumları yaparken son derece dikkatli bir yaklaşım sergilenmelidir. Bu anlamda, psikoloğun uzmanlaşmış bir şekilde Sanat Terapisti hüviyetinde, duruma yaklaşması gerekmektedir. Sanat Terapisti Nasıl Olunur sorusu için, ancak bu alanda uzman olan psikologların sorunun çözümünde faydalı sonuçlar elde edebileceği şeklinde bir cevap vermek doğru olacaktır.

Bu Yöntemler Yalnızca Çocuklarda Mı Etkili Olmaktadır?

Görsel sanatlarla ve müzikle sanat terapisi nedir sorusu kadar bu yöntemlerin yalnızca çocuklarda mı işe yaradığı konusu da merak edilmektedir. Aslında bu yöntemler, yalnızca çocuklarda değil, kendilik algısı ile ilgili problemler yaşayan yetişkinlerde de oldukça faydalı sonuçlar sağlamaktadır. Örneğin, şizofreni sahibi bireylerden, ilk seanslarda resim çizmeleri istendiğinde bu çizimlerin parçalı, bozuk formlarda ve canavarsı figürlerle çizildikleri görülmektedir. Yapılan terapilerde, kişilerin çizdikleri resim sonrasında kişinin çizime ve kendine dair duygularını paylaşması istenmektedir. Başlangıçtaki çizimlerle arasındaki değişimden yola çıkarak kendiliğini algılaması ve birinci tekil şahıs perspektifinde gelişim göstermesi de beklenmektedir. Kişinin, kendilik algısındaki değişim doğrudan çizime yansımaktadır. Sanat terapisi nedir sorusu için geniş açıklamalar yapılabilmektedir.

Read More

Panik atak krizi toplumda her 100 kişiden birinin yaşadığı yaygın olarak nitelendirilen bir rahatsızlıktır. Toplumu büyük oranda etkileyen rahatsızlığı daha önce “Panik Atak nedir? Panik Atak Belirtileri Nelerdir? adlı blog yazımızda anlatmıştık. İstatistiksel verilerle covid döneminin getirdiği eve kapanmalar ve gerginlikler toplumun bir kısmında panik atak krizlerinin artmasına sebep olduğu tespit edilmiştir. Yaşanılan bu durumla daha rahat başa çıkabilmeniz için Aba Psikoloji ekibi olarak tekrardan yanınızdayız. Panik ataktan bahsetmişken panik atak durumunun üstesinden gelmek için yapılabilecekleri es geçmek istemeyiz. Bugünkü blog yazımızda yaşanılan bu panik atak krizi ile baş etmek için yapılabilecek 5 farklı stratejiden bahsedeceğiz.

Panik Atağın Farkında Olun

İlk aşama olarak panik atak yaşadığınızı kabul etmeniz en büyük ve en değerli adımdır aslında. Geçirdiğiniz atak kalp krizi olarak hissettirebilir size kendisini. Fiziksel olarak kalp krizi semptomları gösterebilirsiniz. Kalbiniz hızlı çarpabilir, nefes almakta zorluk çekebilir ya da terlemeye başlayabilirsiniz. Vücudumuz duygu ve düşüncelerimizin aynası gibidir. Duyduğunuz tedirginlik vücudunuzun reaksiyon vermesine sebep olduğu için fiziksel semptomları yaşarsınız. Fakat eğer rahatsızlığınızın temelinde fiziksel değil psikolojik sebeplerin yattığını bilirseniz bunun geçici bir süreç olduğunu algılamanız daha kolay olacaktır. Daha önce panik atak krizi geçirdiyseniz öncekileri de atlattığınızı kendinize hatırlatmanız ataklarla daha rahat başa çıkmanızı ve atakların azalmasını sağlayacaktır.

Nefes Alışlarınızı Düzenlemeye Çalışın

Panik atak halindeyken vücudumuz korku ve endişe durumunda verdiği tepkileri vermeye başlar. Fakat aslında korkmamız gereken somut bir şey olmadığı halde adrenalin oranımız artar. Panik atak krizi anında ise durumu açığa çıkaran en belirgin fiziksel değişiklik nefes alış ve verişlerdir. Korku durumunda kalbimiz hızlı çarparken nefes alış verişlerimiz düzensizleşir.

Panik atakta da aynı duygularla nefesimizin düzeni bozulur. Burnunuzdan derin nefes alarak ağızınızdan nefesinizi verin ve nefesinize odaklanın. Nefes alırken havanın ciğerlerinize doluşunu ve verirken çıkışını hissedin. Nefes alış verişleriniz arasında 4’e kadar sayın. 4 sayıda nefes alıp 4 sayıda nefesinizi geri verin. Nefes egzersizinizi uygularken gözlerinizi kapatmanızı da öneririz. Panik atak durumunun ortamdaki fazla uyarandan da tetiklenmesi mümkündür. Bu nedenle gözlerinizi kapatmak uyaran oranını azaltacaktır ve nefesinize daha rahat odaklanmanızı sağlayacaktır. Basit görünen ama atağınızı azaltmak için faydalı bir uygulama olacaktır.

Mutlu Olduğunuz Bir Yeri Düşünün

Panik atak durumunda gözlerinizi kapatarak mutlu ve huzurlu olduğunuz, güvende hissettiğiniz bir yer düşünün. Bu yer hayali bir yer de olabilir. Önemli olan huzurlu hissedeceğiniz sakin ve dingin bir alan olması. Gözlerinizi kapatarak hayal edin. Ortamdaki detayları düşünün. Sahil kokusundan, ormandaki rüzgarın sesine kadar duyu organlarınıza hitap eden her türlü ayrıntı olabilir. Yanınızda biri varsa yanınızdaki kişiye mekanı tarif edin. Gözlerinizi tekrar açtığınızda vücudunuzdaki rahatlamayı hissedeceksiniz ve krizinizin dizginlendiğini fark edeceksiniz. Vücudunuzun rahatladığını fark edeceksiniz.

Bir Objeye Odaklanın

Etraftan bir obje seçerek odaklanmak dikkatinizi farklı bir alana yöneltmenizi sağlayarak panik atağınızı dizginlenmesine yardımcı olabilir. Odaklandığınız objenin detaylarına odaklanın. Objeyi rengini ve biçimini tarif edin, işlevinden ve boyutundan bahsedin. Bütün dikkatinizin bir anda o objede toplandığını ve panik atak krizi belirtilerinizin azalarak ortadan kaybolduğunu gözlemleyebilirsiniz. Panik atak geçiren bireyler vücutlarındaki değişikliğin farkına varıp endişelenerek fiziksel semptomların artmasına yol açabilirler. Aynı bugün “Çok kötüyüm” diyen birisinin fiziksel olarak da yorgun ve halsiz hissetmesi gibi düşünün. Düşünce gücüyle de endişeye neden olabiliriz ve ruh halimiz fiziksel durumumuza yansıyabilir. Krizin getirdiği semptomlardan korkarak da atağımızın büyümesine yol açabiliriz. Başka şeylere odaklanmak bu sorunu çözecektir.

Kas Gevşetme Teknikleri Uygulayın

Aynı nefesimizin düzensizleştiği gibi fiziksel olarak panik atak halinde kaslarımızı germe eğilimi de gösteririz. Basitçe vücudunuzun farklı parçalarına odaklanarak kaslarınızı gerip gevşetme uygulaması panik atağa iyi gelecektir: Ayak parmaklarınızdan başlayıp kaslarınızı gerip gevşetin. Oradan bacaklara doğru uygulama yapmaya devam adın. Üst bedene geçildiğinde parmaklardan başlayarak omuzlara doğru germe ve gevşetme uygulaması yapmaya devam edin. Panik atak krizi durumunda rahatça yapabileceğiniz kas gevşetme uygulamalarından biridir.

Read More