Ergenlikte yeme bozuklukları sıklıkla obezite, anoreksiya nevroza ve bulumiya nevrozadır. Ergenin yeme davranışı bilinçli şekilde takip edilmediğinde aile veya çevre tarafından yeme bozukluğu fark edilmeyebilir. Bu da tedavinin gecikmesine neden olabilmektedir. Erken teşhis için yeme davranışlarının hangilerinin bir yeme bozukluğu belirtisi olduğunu bilmek önemlidir.

Yeme bozukluklarının klinik başvuru sıklığı erkeklere oranla kadınlarda daha fazladır. Her yaş aralığında görülebilen yeme bozukluğu ile ergenlik çağında daha sık karşılaşılabilmektedir. Akran zorbalığı, toplumun ideal beden algısı, ince bir bedenin güzellikle bağdaştırılması yeme bozukluklarını tetiklemektedir. Sosyal medya, televizyon aracılığıyla da ideal beden mesajı vurgulanmaktadır. Bu da gençlerin zayıf olanın daha sevilebilir, güzel ve değerli olduğu yanılgısına kapılmalarına neden olmaktadır.

Aile içi ilişkiler, ebeveyn tutumları, karakteristik özellikler, çevre ve deneyimler de eklendiğinde bozukluk gelişebilmektedir. Yeme bozuklukları ergenin fizyolojik sağlığı kadar, psikolojisini, sosyal ilişkilerini ve akademik performansını da olumsuz etkilemektedir. Ergenlikte görülen yeme bozukluğu türleri nelerdir? Ergenlikte yeme bozuklukları neden gelişir? Aileler bu konuda ne yapabilir? Yazının devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları Kaça Ayrılır?

Yeme bozuklukları her yaşta görülebilir olsa da belirgin şekilde ergenlik yıllarında alışılmış bir davranış halini alır. Çünkü bu dönemde gencin odak noktası fiziksel imajı ve diğerlerinde bıraktığı izlenim üzerine kuruludur.

Genç başkaları tarafından beğenildiği sürece kendini beğenir. Ancak sevgi ihtiyacını yeterince tatmin edemeyen bireylerde aşırı yeme, yiyerek mutlu olma davranışları da sıkça görülür. Her şeyden önce beslenme fizyolojik bir ihtiyaçtır ve yemek yeme gereksinimi her birey için kaçınılmazdır. Yeme bozuklukları da ideal beden algısı ile fizyolojik beslenme ihtiyacı arasında kişinin yaşadığı stres sonucu gelişmektedir.

Ergenlikte yeme bozuklukları sıklıkla aşağıdaki 3 tipte görülmektedir;

Obezite

Dünya Sağlık Örgütü obeziteyi vücutta sağlığı bozacak oranda aşırı yağ depolanması olarak tanımlamaktadır. Obezite günümüzde dünya genelinde etkili olan önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Obezite çocukluk hatta bebeklik yıllarından itibaren başlayabilmektedir. Çocukluğunda obezite sorunu olanların 1/3’ü, ergenliğinde sorun yaşayanların ise %80’i yetişkinlikte obeziteye yakalanmaktadır. Bu nedenle erken teşhis son derece önemlidir, obezite oranlarını düşürmek için mutlaka çocukluktan tedaviye başlanılmalıdır.

Özellikle bebeklikte ve erken çocukluk yıllarında başlayan obezite çocuğun fiziksel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkilemektedir. Ergenlikte fiziksel, bilişsel etkilerinin yanı sıra ciddi düzeyde özgüveni, benlik saygısını, sosyal iletişimi tahrip etmektedir. Ergenlik döneminde obezitenin varlığı ve süresi gencin psikolojik iyi halini de etkilemektedir.

Ergenlikte yeme bozuklukları çoğunlukla genetik kökenli olup, çevrenin ve kişiliğin etkisiyle de gelişebilmektedir. Obezitede de genetik yatkınlık oranı oldukça yüksektir. Dolayısıyla obezite ile mücadele eden ergenlerin ebeveynleri obeziteyi sorun olarak kabul etmezse tedavi gecikebilmektedir. Ergenlikte gelişen veya ergenliğe kadar süregelen obezite gencin hareketlerini sınırlandırmaktadır.

  • Rahat ve hızlı hareket edememe,
  • Çabuk yorulma,
  • Nefes nefese kalma, solunum güçlüğü,
  • Çarpıntı,
  • Her mevsim kolayca terleme,
  • Sürekli acıkma,
  • Dikkati sürdürme ve konsantrasyon güçlüğü,
  • Ergenliğin erken/geç başlaması,
  • Tüylenmede artış,
  • Tansiyon,
  • Cilt sorunları,
  • Sindirim sorunları görülebilmektedir.

Ergen obezitenin fizyolojik zorluklarıyla mücadele içerisindeyken çevrenin de alay etme, lakap takma, dışlama gibi yaklaşımları olduğunda süreç iyice zorlaşmaktadır. Çoğu durumda ergen kilo vermeyi arzu eder, ancak ilk motivasyon kaybında öğünler daha sık ve büyük porsiyonlar olarak geri döner. Şok diyetler, ağır sporlar obezite ile mücadelede tehlikeli ve kısa süreli etkiye sahiptir.

Uzun vadede sağlıklı sonuçlar alabilmek için mutlaka beslenme uzmanı ile yol almak gerekmektedir. Bu süreçte motivasyonun korunması ve obezitenin altında yatan psikolojik etmenler varsa tedavi edilmesi için psikologla da görüşülmesi önerilir.

Obezite, özellikle ergenlik dönemin devam ediyorsa destek alınması oldukça önemlidir. Aksi halde akran zorbalığı, aile için olumsuz iletişim gibi diğer faktörler de eşlik ettiğinde depresyon ve intihar girişimlerine kadar gidebilmektedir.

Anoreksiya Nevroza

Ergenlikte yeme bozuklukları denildiğinde ilk akla gelen anoreksiya nevrozadır. Anoreksiya nevroza sıklıkla ergenlik döneminde başlangıç gösterir. Anoreksiya yetişkinlikte de devam edebilir veya genetik, çevresel, psikolojik nedenlerle başlayabilir. Çok az beslenme, saplantılı denebilecek şekilde kalori hesaplama, yoğun egzersiz bu hastalığın belirgin belirtileridir. Bozukluğun ortaya çıkmasında asıl etken kişinin beden algısının bozulmasıdır.

Anoreksik bireyler ayna karşısına geçtiklerinde kendilerini olduklarından daha kilolu ve yapılı görürler. Ailelerinin veya arkadaşlarının aksini söylemeleri onlara yetmez. Öğünlerini düşük kalorili ve küçük porsiyonlar halinde tüketirler. Birkaç lokmada doyduklarını hisseder ve yeterli olduğunu düşünürler. Kilo almak değil gram artışları dahi onlar için yoğun stres nedenidir. Müdahale etmek için besinlerini daha da azaltır ve daha ağır sporlar yaparlar.

Psikolojik bir rahatsızlık olmasına rağmen besin alımındaki yetersizlik sonucu bireylerde ciddi sağlık sorunları açığa çıkar. Sindirim sorunları, ciltte bozulmalar, kurumalar, renk değişimi, saçlarda dökülme, kalp sorunları, dikkati sürdürme ve odaklanma güçlüğü görülür. Depresyon, depresif duygu durum, anksiyete, agresyon da anoreksiya sonucu gelişebilmektedir. Kızlarda hormonal denge bozulur ve adet kanamaları kesilebilir.

Ergenlikte yeme bozuklukları içerisinde yer alan anoreksiya tedavi edilmediğinde ölümcül olabilmektedir. Bu beslenme bozukluğu uzun süre sürdürüldüğünde tüm organlar süreçten olumsuz şekilde etkilenecektir.

Bulumiya Nevroza

Bulumiya nevroza örtük belirtiler vermesi nedeniyle çoğunlukla aile ve çevre tarafından geç fark edilmektedir. Yine çoğunlukla ergenlik yıllarında başlayan ancak yetişkinlikte de devam edebilen bir bozukluktur.

Bulumia nevrozada kişi belli bir süre içerisinde normalden fazla olacak şekilde beslenir. Öğünlerini genelde tıkınırcasına yer ve aldığı yüksek kaloriyi dengelemek için tekrarlayıcı sağlıksız davranışlarda bulunur. Kendini kusturur (boğazına parmağını sokar), idrar söktürücü veya bağırsak boşaltımını hızlandırıcı ilaçlar kullanır. Uzun süre aç kalma ve ağır fiziksel egzersizler de görülebilir.

Ergenlikte yeme bozuklukları içerisinde yer alan bulumia tedavi edilmediğinde;

  • Kadınlarda adet düzensizliğine,
  • Kusmaya bağlı gelişen vücuttaki tuz, su, mineral dengesinin bozulmasına,
  • Kusmaya bağlı yemek borusunda meydana gelen tahribatlara (tahriş, yırtık gibi),
  • Mide delinmesi, kanaması gibi mide sorunlarına,
  • Ağız içi sağlığının bozulmasına, dişlerde sorunlara,
  • Kalp-ritm bozukluğuna yol açabilir.

Anoreksiya nevrozadan farkı bu bireylerin normal veya normalin üzerinde bir kiloda olmalarıdır. Dolayısıyla da dışarıdan bir bozukluk olduğu kolay kolay fark edilmez. Bu bireylerde tıkınırca yemek yeme atakları vardır, sıklıkla yedikleri karbonhidrat, şeker ve yağ ağırlıklı besinlerdir. Bu besinleri yedikten sonra yoğun pişmanlık ve suçluluk duyarlar.

Beslenme şekillerine veya vücut ağırlıklarına yönelik çevrenin eleştirileri bulumiyanın gelişmesini pekiştirir. Kişi hem sevdiği sağlıksız besinlerden hem de hayalini kurduğu vücut imajından vazgeçemez.  Tıkınma atakları çoğunlukla kaygı, stres, üzüntü durumlarında artış gösterir. Anoreksiyada olduğu gibi bulumiya da en sık kadınlarda görülmektedir. Anoreksiya kadar olmasa da ölümle sonuçlanma riski de bulunmaktadır. Bulumiya, anoreksiyaya oranla tedaviye daha fazla yanıt vermektedir.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları Neden ve Nasıl Gelişir?

Ergenlikte yeme bozuklukları genetik yatkınlık, çevresel ve psikolojik faktörler sonucu gelişebilmektedir. Ailede yeme bozukluğu öyküsü varsa risk artmaktadır. Özgüven eksikliği, düşük benlik saygısı, olumsuz beden algısı da bozukluk gelişimini tetiklemektedir. Baskıcı otoriter tutum ve aşırı korumacı ebeveyn tutumları da yeme bozuklukları üzerinde etkilidir. Hatalı ebeveyn tutumları ile yetişen bireyler aile içerisinde kendi duygu, düşünce ve fikirlerini paylaşamazlar.

Sorumluluk alamayan, sürekli kontrol altında tutulan gençler için beslenme şekillerini kontrol edebiliyor olmak iyi hissettirir. Depresif kişilikler, sosyal anksiyete yaşayanlar ve yaygın kaygı bozukluğu olanlar risk altında olabilir. Medyanın, sosyal iletişim kaynaklarının, modanın da zayıflıyı idealleştirmesi gençlerde yeme bozukluklarının gelişmesine neden olmaktadır. Cinsel istismar ve travmatik yaşantılar da yeme bozukluklarının gelişmesini tetikleyebilmektedir.

Streste yeme bozukluklarının gelişimini belirgin düzeyde etkilemektedir. Kimi bireyler stres altında porsiyonlarını çoğaltır ve yeme sıklığını artırır. Kimilerinde ise iştah kapanır ve yetersiz beslenme görülür. Burada önemli olan stresin gelişmesine neden olan duygu ve düşüncelerdir. Bu tarz davranışlar stres, kaygı, üzüntü sonucu neredeyse herkeste görülebilir.

Mükemmeliyetçi ve/veya takıntılı kişiliklerde de risk artmaktadır. Ancak ergenlikte yeme bozuklukları tanısı koyabilmek için bu davranışların sıklığına ve süresine bakılması gerekir. Tanı koyabilmek için kişinin son üç aydaki yeme davranışlarına bakılır. Belirtilerin en az haftada 1 olacak sıklıkta tekrar ediyor olması tanı için önemlidir.

Ergenlikte Yeme Bozuklukları ve Ailelere Öneriler

Yeme bozukluklarının tedavisinde aile oldukça önemli bir role sahiptir. Erken teşhis ve tedavi için ailenin yeme bozuklukları konusunda bilgi sahibi olması oldukça önemli. Aile çocuğun beslenme şeklinden şüphe duyuyorsa mutlaka bir uzmana başvuru yapmalıdır.

Ergenlikte yeme bozuklukları ile başa çıkmak için çocukluktan itibaren özgüvene ve benlik gelişimine destek olunmalıdır. İdeal aile içi iletişim ve ebeveyn tutumu ile çocuk ve erkene ihtiyacı olan güven ortamı sağlanmalıdır.

Beslenme Ödül veya Ceza Aracı Olmamalıdır

Aile erken yaşlardan itibaren çocuğun beslenmesinde etkin rol oynamalı ve ideal beslenme düzeni hakkında bilgi edinmelidir. Çocuğun sağlıklı gelişimi için ne sıklıkta ne kadar, hangi besinleri alacağı aile tarafından takip edilmelidir. Erken yaşlardan itibaren bilinçli ve sağlıklı beslenen çocuklarda ergenlikte yeme bozukluklarının gelişmesi daha düşük olasılıktır.

Çocukluktan itibaren beslenme düzeni ödül veya cezadan bağımsız olmalıdır. “Yaramazlık yaptığın için akşam yemeği yemeyeceksin veya “bugün uslu durduğun için meyve yiyebilirsin” gibi. Beslenme koşullara bağlı olmamalıdır. Beslenme her canlının ihtiyacıdır ve besinler üzerinden disiplin sağlanmamalıdır. Ayrıca çocuk sağlıksız besinlerle de ödüllendirilmemelidir. Ödüllerin sağlıksız gıdalarla verilmesi çocuğun sağlıklı besinlere ön yargıyla yaklaşmasına neden olabilmektedir.

Aile Kendi Beslenme Davranışı ile Çocuk ve Ergene Rol Model Olmalıdır

Aileler, çocuklarına doğru beslenme konusunda kendi beslenme davranışlarıyla da rol model olmalıdır. Ana öğünlerin yanı sıra ara öğünlerin de olması özellikle tıkınırcasına yeme davranışının açığa çıkmasını önlemektedir. Mutlaka beslenme ihtiyacının belirlenmesi için bir beslenme uzmanından destek alınmalıdır.

Çocuk ve/veya ergenin beslenme ihtiyacı cinsiyete, yaşa, boya ve günlük aktivite miktarına göre farklılık gösterebilmektedir. Bu nedenle yeterli ve ideal beslenme menüsünün bir uzman tarafından hazırlanması çok daha sağlıklıdır.

Ergenlikte Yeme Bozukluklarının Teşhis ve Tedavisinde Mutlaka Uzmanlardan Destek Alınmalıdır

İç Hastalıkları uzmanı (dahiliye), beslenme uzmanı ve psikolog/psikiyatrist tedavi sürecinde iş birliği içerisinde çalışmalıdır. Fizyolojik tedavi ve beslenmenin yeniden düzenlenmesinin yanında gence mutlaka psikolojik destek de sağlanmalıdır. Ancak bu sayede bozukluğun gelişimini tetikleyen çevresel ve psikolojik alt nedenler çalışılabilir.

Tedavi sürecinde psikolojik desteğin ihmal edilmesi sıklıkla hastalığın yeniden nüksetmesine yol açmaktadır. Tedavi sürecinde uygulanacak psikoterapi ve psikoeğitim ile hastanın psikolojik ve fizyolojik iyi hali dengelenebilmektedir.

Ergenlikte yeme bozuklukları genetik yatkınlık sonucu gelişiyorsa ailenin fark etmesi zorlaşabilmektedir. Aile bireyleri birbirlerinde gördükleri bu bozukluğu normal kabul edebilir ve olumsuz etkilerini inkar edebilir. Eğer bozukluk aile içi sorunlar ve ebeveyn tutumları kaynaklı gelişiyorsa mutlaka aile danışmanlığı da alınmalıdır. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı? Yazımızdan da faydalanabilirsiniz. Detaylı bilgi ve psikolojik destek için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Zihin haritaları (mind mapping), 21. Yüzyılın en basit, pratik ve eğlenceli not alma tekniklerinden biridir. Bu teknik öğrencilik yıllarından başlayarak iş hayatında ve günlük yaşamda da efektif şekilde kullanılabilmektedir. Hem sağ hem sol beyin becerilerini bir arada kullandıran bir teknik olması ile her zeka tipinden kişiye hitap etmektedir.

21.yüzyılın öğrencileri ve genç yetişkinlerini kapsayan Z kuşağı için zihin haritalama tekniğinin pratikte kullanımı başarıyı desteklemektedir. Teknolojinin içine doğan z kuşağı için bu teknik dijital ortamda da kolaylıkla kullanılabilir. Üstelik sıklıkla dikkat dağınıklığı yaşayanlar için mind mapping başarılı bir odaklanma yetkinliği sağlamaktadır.

Kalem kağıt yerine dijital araçların daha yoğunlukla kullanıldığı günümüzde bu tekniğin hem klasik hem dijital araçlarla kullanılabilmesi büyük avantaj sunmaktadır. Gerek öğrencilikte ve öğretmenlikte gerek kurumsal iş hayatında zihin haritaları öğrenmeyi, öğretmeyi ve hatırlamayı kolaylaştırmaktadır. Yaratıcı sağ beyin ile sözel sol beyinin birlikteliğini sentezleyen bu teknik zaman yönetimi açısından da büyük avantaj sağlamaktadır.

Bu yazımızda son zamanlarda kullanım sıklığı ve alanı artan zihin haritalama nedir? Hangi amaçlarla kullanılabilir? Nasıl kullanılır ve Avantajları nelerdir? Detaylarıyla paylaşacağız. Zaman Baskısı Yaşamamak İçin ÖnerilerDikkat Egzersizleri ile Verimli Ders Çalışma ve Akademik Başarı İçin Teknoloji Nasıl Daha Verimli Kullanılabilir yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Zihin Haritalarının Mantığı Nedir?

1969 yılında Klinik Psikolog Tony Buzon tarafından geliştirilen bu teknik aslında çok daha eski tarihlerde ünlü isimler tarafından da kullanılmıştır. Leonardo Da Vinci, Sir Isaac Newton, Politikacı Cassiodorus, Charles Darwin, Walt Disney bu isimlerden bazılarıdır. Beynimizin sol yarım küresi mantık, sayılar, doğrusal düşünce, analiz ve dili kontrol etmeye yarar. Sağ yarım küre ise yaratıcı ve sanatsal becerilerin olduğu beyindir.

Zihin haritalama tekniği ile sağ ve sol yarım küre işbirliği içerisinde çalışır. Tekniğin amacı en hızlı şekilde bir bilginin ya da fikrin akılda kalıcı, hatırlanır ve anlaşılır şekilde not edilebilmesidir. Bu yöntemle öğrenilen bilgiler daha kolay kodlanır, daha etkin kullanılır ve detaylarıyla beraber kolayca hatırlanır. Özellikle günümüzün yoğun, koşturmalı akışı içerisinde ihtiyaca hizmet eden bir teknik olarak kullanılabilmektedir.

Uzun okumalar yapamayan, kolayca dikkati dağalan, odaklanmakta zorlanan kişiler için avantajlıdır. Hepimizin aklına gelen yaratıcı fikirleri vardır. Ancak pek çoğumuzun bu fikirleri not etmeyi atlar ve kısa sürede de unuturuz. Zihin haritaları ise bize kısa sürede fikirlerimizi en yaratıcı şekilde somuta dökme fırsatı sunmaktadır. Üstelik haritamızdaki yollar bir ağacın dalları veya beynin yolakları gibi ayrışır.

Ortaya zihnimizde toparlamakta zorlandığımız bilgilerin veya fikirlerin gerçek bir haritası çıkar. Bu haritayı istediğiniz gibi renklendirebilir, görselleştirebilirsiniz. Renkleri, görselleri kendi içerisinde anlamlandırabilir, yüklediğiniz her anlama göre bilgileri zihninizde kodlayabilirsiniz. Kullanmaya başladığınızda kısa sürede alışkanlık haline gelecek bu yöntemle öğrenmeniz, öğrendiklerinizi ise geliştirmeniz çok daha kolay olacak.

Araştırmalar bu teknikle öğrenmenin düz yazı veya listeleme yöntemine göre %80 daha kalıcı olduğunu göstermektedir.

Zihin Haritaları Hangi Amaçlarla Kullanılabilir?

Ülkemizde eğitim sisteminin gelişimi için çalışmalar yapılıyor olsa da ağırlıklı eğitim methodu hala ezbere dayalıdır. Ezberin baskın olduğu eğitim yönteminden bağımsız öğrenciler her yıl önemli sınavlara hazırlanmaktadır. Geleceklerini ve kariyerlerini belirleyecek olan bu sınavlar yılda bir kez olması nedeniyle oldukça önemlidir.

Büyük emeklerle sınavlara hazırlık yapan öğrenciler için öğrendikleri bilgileri sınav sonucuna yansıtmak kolay değildir. Bunun en büyük nedeni de ezberin kısa süreli, geçici bir öğrenme şekli olmasıdır. Öğrenmenin kalıcı olabilmesi için bilgilerin kendi içerisinde sentezlenebilir, ilişkilendirilebilir olması gerekir. Zihin haritaları da bize bunu sağlamaktadır.

Listeleme veya düz yazı yöntemiyle yapılan çalışmalar öğrencilerin kitaplar dolusu bilgiyi sayfalar dolusu nota dökmesine neden olur. Bu sayfalardaki bilgileri ise akılda tutmak kolay değildir. Bilgilerin üzerine yeni bilgiler eklendikçe hatırlamak daha da zorlaşır. Dolayısıyla eski bilgiler unutulur, yenileri akılda kalır. Zihin haritalama ise bize eski bilgilerle yenilerini ilişkilendirme fırsatı sunar.

Sayfalar dolusu bilgiyi tek bir sayfaya çizilecek zihin haritası ile geniş perspektifte görme olanağı sağlar. Özetle zihin haritası kullanmak öğrencilerde şu avantajları sağlamaktadır;

  • Etkin not tutma becerisi sağlar,
  • Öğrenmeyi eğlenceli hale getirir, dolayısıyla öğrenmeyi ve çalışmayı sevdirir,
  • Zaman yönetimi kolaylaşır,
  • Zihinde birbiriyle ilişkisiz görünen bilgiler daha anlamlı hale getirilir,
  • Daha anlamlı ve akılda kalıcı şekilde bilgiler özetlenir,
  • Yaratıcılığı destekler,
  • Zihinde dağınık halde duran bilgiler ve fikirler kendi içerisinde organize olur veya ilişkilendirilir,
  • Farklı fikirlerin açığa çıkmasını ve üretkenliği destekler,
  • Problem çözme becerilerini geliştirir,
  • Ezberci çalışma mantığının yerini kalıcı öğrenme alır,
  • Unutma olasılığını azaltır, tek bir haritadan geniş bilgiye erişebilmek alt detayların gözden kaçırılmasının önüne geçer,
  • Hatırlamayı kolaylaştırır,
  • Odaklanmayı ve dikkati sürdürmeyi kolaylaştırır.

Zihin haritalarını bir anlamda arama motorları gibi düşünebilirsiniz. Anahtar kelimeler ve görsellerle çok daha geniş bir bilgi ağına erişmenizi sağlar. Bu haritalama yöntemiyle sadece öğrenme sürecinizi değil problem çözme becerilerinizi de geliştirirsiniz. Ayrıca bir fikrin veya bir girişimin avantaj ve dezavantajlarını da görmenizi kolaylaştırır.

Zihin Haritaları Nasıl Hazırlanır?

Zihin haritanızı bir kağıt ve renkli kalemler aracılığı ile çıkarabileceğiniz gibi dijital araçlarla da tasarlayabilirsiniz. Haritanızı çıkarırken öncelikle merkeze ana fikrinizi, konuyu veya bilgiyi koymanız gerekiyor. Merkezinizi belirledikten sonra gitmek istediğiniz güzergahları çıkarmanız gerekecek. Bu güzergahlar ana fikrinizle bağlantılı olan anahtar fikirlerinizi temsil edecek. Bu güzergahlardan ayrılan tali yollar ise ikincil önceliğe ve öneme sahip fikirlerinizi içerecek.

Haritanızı çıkarırken bol renk, desen, sembol, şekil, resim veya anahtar kelime kullanabilirsiniz. Üstelik hazırladığınız zihin haritaları tamamen size ait olacak yani sizin dışınızda okunabilirliği kolay olmayacak. Bu da fikirlerinizin size özel kalmasını istiyorsanız mahremiyet gereksiniminizi karşılayacak.

Şimdi bir örnek yapalım; ana fikriniz bir meyve olsun. Ana fikrinizi merkeze yazdığınızda aklınıza meyveyle ilişkili çağrışımlar gelecek. Şimdi birincil önceliği olan fikirlerinizi anahtar kelimeler veya semboller olarak belirleyin. Şimdi bu anahtar kelimeleri ana merkezden ayrılan yollar çizerek yazın. Şimdi bu ana yolları da kendi içerisinde yollara ayırın ve aklınıza gelen ikincil fikirleri yazın.

Bu sırada ana fikrinizle ilgili aklınıza gelen ilişkilendirilebilir farklı fikirler varsa onları da görseller ve sembollerle haritanızın ilgili alanlarına işleyin. Bu haliyle örümcek ağını andıran bir haritanız oluşmuş olmalı. Şimdi bu haritayı daha akılda kalıcı hale getirmek için kişiselleştirin. Kağıt kalem kullanmak istemiyorsanız dijital zihin haritalama programları da kullanabilirsiniz

Zihin Haritalarını Farklı Neler için Kullanabilirsiniz?

  • Kişisel veya mesleki (günlük/haftalık/aylık) planlamalar yaparken,
  • Ders çalışırken veya sınavlara hazırlanırken not alma, konu özeti çıkarma amacıyla,
  • Problemler için alternatif çözüm ararken kullanılabilir. Zihin haritaları bütünü görmeyi kolaylaştırdığı için yapıcı problem çözme becerilerini de destekler.
  • Kitap, makale, konu özeti yaparken,
  • Araştırma yaparken,
  • Yeni fikirler üretirken,
  • Ders, konu anlatırken veya sunum yaparken,
  • Bir fikri, projeyi anlatırken kullanabilirsiniz.

Zihin haritalama sadece öğrencilikte değil kurumsal iş hayatında da her kademeden çalışan kullanabilir. Tempolu iş hayatı içerisinde günümüzün büyük bölümü telefon görüşmeler, toplantılar ve yazışmalarla geçiyor. Sık sık bilgi ve fikir alışverişi yapıyoruz ancak bunları etkin şekilde not etmek çoğu zaman kolay olmuyor.

Not almayı ötelediğimizde veya toplantı sonuna bıraktığımızda ise çoğu bilgi unutuluyor veya birbirine karışıyor. Zihin haritalama bu yönüyle iş hayatındaki yükümüzü de hafifletiyor. Farklı proje ve konular arasında bağ kurmamızı, etkin not almamızı, geniş perspektifte değerlendirme yapmamızı sağlıyor. Dilenirse haritalar bireysel değil ekip olarak da çıkarılabiliyor. Böylece hem beyin fırtınası yapılmış oluyor hem de ekip ruhu destekleniyor.

Siz de öğrenme veriminizi ve performansınızı artırmak istiyorsanız zihin haritaları tekniğini kullanabilirsiniz. Bu tekniğin yanı sıra kariyer danışmanlığı da alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu her yaştan danışanına akademik ve mesleki danışmanlık sunuyor. Stratejik yetenek yönetimi çalışmamız ile kariyerinizi size en uygun şekilde planlıyoruz. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz.

Read More

Arkadaşlık kuramayan çocuklar arkadaşlık ilişkisinin çocuğun sosyal, duygusal ve psikolojik gelişimine olan katkılarından mahrum kalıyorlar. Her ne kadar çocuğun ilk arkadaşı ailesi olsa da arkadaş 3-4 yaş itibariyle çocuk için önemli bir değer haline gelir. Arkadaşlar, tıpkı aile gibi erken çocukluk yıllarından itibaren çocuğun gelişiminde önemli rol oynuyor.

Doğru arkadaşlarla birlikte olmak gelişimi olumlu yönde etkilerken, yanlış arkadaşlıklar da olumsuz etkiliyor. Arkadaşın doğru seçimi kadar, arkadaşlık ilişkisini kurabilmek de önemli. Çocuğun sosyal becerilerinin gelişmesi, uyum ve iş birliğine açık olması arkadaş edinimini kolaylaştırıyor. Arkadaş edinemeyen çocuklar ise önemli bir gelişim desteğinden mahrum kalıyor, duygusal olarak da zedeleniyorlar.

Günümüz koşullarında şehir yaşamı çocukların doğal yolla sosyalleşebilmesine imkan tanımıyor. Çocuklar arkadaş edinebilmek için okullara, kurslara ihtiyaç duyuyor. Kimi çocuklar ise aile gözetiminde parklarda, sosyal etkileşim alanlarında sosyalleşiyor. Bir kardeşin olmayışı, ebeveynlerin çalışıp çocukla yetersiz vakit geçirmesi, sosyal paylaşım alanlarına erişimin zor olması çocukların arkadaşlık kurmasını zorlaştırıyor.

Peki arkadaş edinmek çocuk için neden önemli ve arkadaşlık çocuğun gelişimini nasıl destekliyor? Arkadaşlık kuramayan çocuklar bu yoksunluktan nasıl etkileniyor? Aileler Çocukların arkadaş ilişkilerine nasıl destek olabilir?

Çocuğun Gelişimi İçin Arkadaşlık Neden Önemli?

Çocuğun dünyasında ilk iki yıl en önemli sosyal kaynak anne ve diğer aile bireyleri. 2 yaştan sonra ise dil gelişimiyle birlikte çocuğun sosyal iletişim ağı genişlemeye başlıyor. 3-4 yaş itibariyle çocuğun akranlarıyla zaman geçirme ihtiyacı artıyor. Çocuk arkadaşı aracılığıyla daha kolay öğreniyor. Çocuk arkadaş aracılığıyla sosyal becerilerini geliştiriyor, iletişime geçiyor.

Çocuk arkadaşlarıyla olan paylaşımları içerisinde empati kurmayı öğreniyor, başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı duymayı öğreniyor. Sırasını beklemeyi, paylaşmayı, kurallara uymayı öğreniyor. Çocuk arkadaş aracılığıyla benmerkezci olmaktan uzaklaşıp sosyal bir varlık haline geliyor. Kendinden başka ve farklı olarak ötekilerin de olduğunun bilincine varıyor.

Arkadaş çocuğa ayna tutuyor; çocuk arkadaşı üzerinden kendi güçlü ve zayıf yönlerini de keşfediyor. Çocuğun özgüveni ve benlik değeri gelişiyor.

Arkadaşlık kuramayan çocukların aksine başa çıkmakta zorlandığı duygu ve düşünceler karşısında yalnız olmadığını tecrübe ediyor. Böylece bir gruba ait olduğunun farkına varıyor ve aidiyet bilinci gelişiyor. Ayrıca arkadaş çocuk için rol model niteliği de taşıyor. Çocuk arkadaşının onay alan davranışlarını model alıyor, ailenin pek çok yol deneyip edindiremediği davranış kazanımları arkadaş yoluyla ediniliyor.

Çocuk sevmediği bir yemeği, arkadaşlarıylayken gruba uyum sağlamak için yiyor. Odasını toplamayan bir çocuk arkadaşının odasını topladığını görünce kendi odasını da toplamaya başlıyor. Dolayısıyla çocuk arkadaş aracılığıyla sadece oyun oynamıyor, oynarken eğleniyor, eğlenirken öğreniyor. Çocuk kelime hazinesi, hayal dünyası, yaratıcılığı arkadaş yoluyla daha güzel gelişiyor.

Erken yaştan itibaren arkadaşlık ilişkileri kurabilen çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte de çok daha girişken ve sosyal oluyorlar. Özgüven ve benlik saygısı gelişiyor.

Takımın parçası olabilen, iletişimi ve sosyal yönü güçlü bireyler kariyerlerinde de daha başarılı oluyor. Sosyal becerisi yüksek olan ama sosyalleşme imkanı olmayan çocuklarda 2-6 yaş aralığında hayali arkadaş da sıkça görülüyor. Bu konuda bilgi edinmek için Çocuklarda Hayali Arkadaş Dönemi ve Ailelere Öneriler yazımızdan faydalanabilirsiniz.

Arkadaşlık Kuramayan Çocuklar Nasıl Etkileniyor?

Çocuğun kişilik gelişiminde 3-4 yaşa kadar ailenin etkisi büyük. Ancak 4 yaş sonrası arkadaşların ve çevrenin karaktere etkisi başlıyor. Özellikle ergenlik döneminde genç aileden çok arkadaşların etkisi altına giriyor. Bu da arkadaş edinebilmek kadar doğru arkadaşlıklar kurabilmenin de önemini artırıyor.

Arkadaşlık geliştiremeyen çocuklar özellikle sosyal becerilerin ön plana çıktığı okul ortamında güçlük yaşıyorlar. Aynı zamanda erken yaşlarda sosyal girişimde zorluk yaşayan çocuklar ergenlikte ve yetişkinlikte daha fazla zorlanıyor. Bu çocuklar paylaşmayı, gruba uymayı, empati kurmayı daha geç öğreniyor. Daha alıngan, özgüvensiz, geri planda kalan veya aşırı benmerkezci çocuklar olabiliyorlar. Aidiyet duyguları da gelişmiyor. İletişimi başlatmakta ve sürdürmekte zorlanabiliyorlar.

Erken yaşlardan itibaren arkadaşlık kuramayan çocuklar ilerleyen yaşlarda doğru kişilerle arkadaşlık kurmakta da zorluk yaşıyorlar. Sosyal becerileri gelişmiş, etkin iletişim kurabilen çocuklar arkadaş seçimlerinde çoğunlukla kendilerine benzer kişileri tercih ediyorlar. Arkadaş seçimlerinde benzer istek ve fikirlere sahip oldukları, benzer kültür ve yaşantılardan gelen kişilere yöneliyorlar. Çocuklukta arkadaş seçimi de sıklıkla aynı cinsiyetten akranlarla kuruluyor.

Arkadaşlık kurmakta zorluk yaşayan çocuklar hatalı seçimler yapıyor, kısa süreli arkadaşlıklar edinip hayal kırıklığı yaşayabiliyor. Kimi durumlarda ise arkadaşlıkları bağımlılık boyutunda olabiliyor ve kendilerini bir kişiye adayabiliyorlar. Bir diğer durumda ise zarar görme, terk edilme veya istenmeme korkuları nedeniyle yakınlık kurmak istemeyebiliyorlar.

Tüm bunlar değerlendirildiğinde yaşamın ilk yılında ebeveyn ile kurulan bağın sosyal gelişimi etkilediği görülüyor. Güvenli Bağlanma ve Kariyere Etkisi yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Yapılan çalışmalar da arkadaş edinemeyen çocukların yaşamın ilk yıllarında ebeveynleriyle güvenli bağlanamadıklarını gösteriyor. Bu çocuklar daha içe kapanık, güvensiz ve/veya öfkeli, saldırgan, pasif agresif davranışlar sergileyebilir. Üstelik bu çocuklar diğerlerine oranla dil gelişimi noktasında da zorlanmaktadır. Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi ve Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Arkadaşlık Kuramayan Çocukların Sosyal Becerilerinin Yanı sıra Okul Başarısı ve Kariyer Gelişimi de Olumsuz Etkileniyor

Arkadaş edinmekte zorluk yaşayan çocukların sosyal etkileşim eksikliği sonucunda okula ilgileri azalıyor. Okuldaki arkadaş gruplarına dahil olamayan, vaktini çoğunlukla yalnız geçirmek durumunda kalan çocuklar okula gitmek istemiyor. Bu çocuklarda zamanla okul fobisi ve/veya sosyal anksiyete gelişebiliyor.

Çocuk akranları arasında performans göstermekten çekiniyor, diğerlerinin kendisiyle ilgili olumsuz değerlendirmeleri olabileceğine yönelik inanç geliştiriyor. Bu olumsuz düşünce biçimi zamanla çocuğun sosyal girişimlerinin daha da azalmasına ve diğerlerinin iletişim adımlarının da karşılıksız kalmasına neden olabiliyor. Arkadaşlık kuramayan çocuklar, okulda potansiyellerinin altında performans sergileyebiliyor. Sınav kaygısı, motivasyon düşüklüğü de bu çocuklarda sıklıkla gelişiyor.

Okul Fobisi ve Ailelere Öneriler ve Sosyal Anksiyete Okul Başarısını Olumsuz Etkiliyor yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Arkadaşlık Kuramayan Çocuklar İçin Aileler Çocuğa Nasıl Destek Olmalılar?

Aile çocuğun bilişsel, fiziksek, duygusal gelişimi kadar sosyal gelişiminde de önemli etkiye sahip. Çocuk ailesinin iletişim şeklini gözlemleyerek ve kendi iletişim girişimlerine ailenin verdiği yanıtları değerlendirerek iletişimi öğreniyor. Çocuk ailenin sosyal ilişkilerini gözlemliyor, beden dilini, etkileşimini irdeliyor ve model alıyor. Dolayısıyla çocuğun sosyal becerileri ve arkadaşlık ilişkileri çoğunlukla aileyle benzerlik taşıyor.

Doğru model olmanın yanı sıra çocuğun gelişiminde de ailenin doğru tutumları sergilemesi gerekiyor. En başta çocuğa duygu ve düşüncelerini paylaşabileceği, güvene dayalı bir iletişim ortamının kurulması gerekiyor. Çocuğa ceza vermek yerine hatalarından ders çıkarmasını öğretmek de özgüven ve benlik saygısının gelişmesini destekliyor.

Aşırı korumacı veya ihmalkar tutumlar da çocuğun sosyal beceri edinimini olumsuz etkiliyor. Helikopter Ebeveynler Akademik Başarıyı Düşürüyor! Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuğa ev içerisinde sorumluluk verilmesi, çocuğun yaşıyla uygun olacak şekilde kendi kararlarını vermeye özendirilmesi gerekiyor. Bunların dışında mutlaka çocuğun ilgi ve beceri alanlarının keşfedilmesi gerekiyor. İlgi ve beceri alanları doğru şekilde belirlenip, bu alanlarda faal olmaya yönlendirilen çocuklar daha kolay arkadaşlık geliştiriyor.

Özellikle arkadaşlık kuramayan çocuklar ve yalnız büyüyen çocuklar sosyal becerilerini geliştirebilmeleri için okul öncesi eğitime başlatılmalı. Haftanın birkaç günü birkaç saat katılabilecekleri oyun grupları veya atölyeler de sosyal becerilerini geliştirecektir.

Ailenin çocukla etkin zaman geçirmesi de çocuğun sosyal becerilerine katkı sağlamaktadır. Bu konuda Çalışan Ebeveyn Olmak ve Çocuklarla Kaliteli Zaman Geçirmek yazımızdan faydalanabilirsiniz.

6-7 yaş itibariyle çocuklar daha sık ve uzun süreli iletişim kuracakları arkadaşlıklar kurarlar ve bu arkadaşlığa çok önem verirler. 6 yaştan itibaren siz de çocuğunuzun arkadaşlarıyla tanışabilir, onlarla zaman geçirebilirsiniz. Çocuklarınızın arkadaş ilişkilerine önem vermeniz ve arkadaşlıklarıyla ilgilenmeniz ilerleyen yaşlarda çocuğunuzla olan iletişiminizi olumlu etkileyecektir.

Onlar hakkında sorular sorabilir, tanımaya çalışabilirsiniz. Burada önemli olan çocuğunuz kaç yaşında olursa olsun onu objektif dinleyebilmenizdir. İletişiminize önyargılarınız ve müdahaleleriniz dahil olduğunda çocuğunuz büyüdükçe arkadaşlarıyla ilgili konularda sizinle olan iletişimini sınırlandıracaktır.

Arkadaşlık Kuramayan Çocukların Sosyal Becerileri ve Kariyer Gelişimleri için Profesyonel Destekten Faydalanılabilir

Aba psikoloji uzman kadrosu ile çocukluk çağı problemlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Arkadaşlık kuramayan çocuklar da çalıştığımız konular arasında yer almaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Çocukluk korkuları gelişimsel ve dönemsel olarak farklı şekillerde görülebilir. Çocukluk çağında görülen korkular çoğunlukla bilinmezlik karşısında gelişir. Çocuk bilmediği şeylerden korkar ve kendini sakınır, korumaya çalışır veya başkaları tarafından korunmak ister. Bebeklik döneminde ani sıçramalar, ağlamalar yaygınken, çocukluk döneminde karanlıktan, yalnız kalmaktan, hayvanlardan korkma görülebilir.

Odada yalnız kalmak veya yalnız yatmak istemeyen, tek başına tuvalete gidemeyen çocukların bu davranışlarını tetikleyen korkularıdır. Bu ve daha pek çok korku sonucu gelişen davranış hem çocuğu hem de aileyi zorlamaktadır.

Aileler çocuğun korkularına nasıl yaklaşmaları gerektiği noktasında çoğunlukla kararsızlık yaşarlar. Kimi zaman da ebeveynin cümleleri korku kaynağı haline gelebilmektedir. “Yemeğini yemezsen doktor sana iğne yapar.”, “Elimi bırakırsan dilenci seni kapar.” Gibi sözler korkunun yol açtığı davranış ve düşünceleri pekiştirir.

Korkularımız çocukluktan başlayarak yetişkinlik boyunca da devam eden en temel duygularımızdandır. Her yaş ve dönemde görülebilen korku duygusu kaynağın farklılığına göre değişiklik gösterir. Çocukluk korkuları da çocuklar için temel ve gerekli bir duygudur. Çocuk, korku aracılığı ile çevresine uyum sağlamayı, kendini tehlikelerden korumayı ve zorluklarla başa çıkabilmeyi öğrenir. Ancak çocuğun korkularına yanlış müdahale yapılırsa çocuğun korkuları fobi veya kaygıya dönüşebilir.

Peki çocuklarda korku gelişime ve döneme bağlı olarak nasıl açığa çıkar? Çocuklukta hangi korkular yaygın olarak görülür? Bu korkularla başa çıkmak için kullanılabilecek yöntemler nelerdir? Ebeveynler çocukluk çağı korkuları için ne yapabilir? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Çocukluk Korkuları Nasıl Gelişir?

Çocuklarda korku çoğunlukla yaşa ve içinde bulundukları gelişim dönemine göre gelişmektedir. Ancak model alma, taklit etme, yanlış öğrenmeler veya hatalı ebeveyn tutumları da korkuyu tetikleyebilmektedir.

Model Alma ve Taklit Yoluyla Gelişen Korkular

Köpekten korkan bir ebeveynin köpek görünce kaçması çocuğa köpeğin korkulması gereken bir hayvan olduğunu öğretir. Bu korku çocuğun ebeveynini birden fazla kez korkarken görmesi sonucu pekişir. Çocuk ebeveyninin tepkisinin yoğunluğuna göre kendi korkusunu geliştirir. Bu yöntemle gelişen çocukluk korkuları model alınan korkulardır.

Çocuk korkmayı yalnızca ebeveyninden öğrenmez. Kardeşlerini, akranlarını, gözlemlediği diğer yetişkinleri de model alabilir. İzlediği bir film, televizyonda, telefon veya tablette gördüğü bir video veya resim de korkularını tetikleyebilir. Çocuğun yaşına uygun olmayan ve pedagojik değerlendirmeden geçmemiş kitaplar da korku gelişimine neden olabilir.

Yaşa ve Gelişim Dönemine Göre Gelişen Korkular

Çocuklar doğumdan itibaren belli gelişim dönemlerinden geçerler, her bir yeni dönem beraberinde yeni öğrenmeleri getirir. Korkular da bilinmeyen karşısında hissedilen tehdit algısı sonucunda açığa çıkar. Bebeklikten başlayarak her yaş ve dönemde çocuk henüz öğrenmediği, deneyimi olmayan konularda korku hisseder. Korkunun kaynağı çocuğa doğru ifade edildiğinde tehdit ortadan kalkar ve çocuk korkmaması gerektiğini öğrenir.

Bebeklikte çocuklar aşina olmadıkları veya ilk kez gördükleri yüzlerden ve nesnelerden korkarlar. Bebek acıktığında, susadığında, altı kirlendiğinde ihtiyacına zamanında yanıt bulamazsa tehdit hisseder ve korku duyar. Ani sesler, görüntüler de korkuyu tetikler. 9 ay civarında çocukta ayrılık korkusu da gelişmeye başlar. Bebekler korktuklarında ağlarlar ve kucağa alındıklarında sakinleşirler.

2 Yaş Sonrası Korkular Daha Belirgin Hale Geliyor

Çocukluk korkuları özellikle 2 yaş ve sonrası belirgin hale gelir. 2 yaşla beraber çocukların hayal dünyası oldukça gelişir. Sembolik oyunun başladığı ve hayali arkadaşın da görüldüğü 2 yaş önemli bir gelişim dönemidir. Bu dönemde çocuğun dili kullanma becerisi gelişir. 2 yaş sendromu başlar ve çocukta benlik kurma mücadelesi görülür. Bezi bırakma ve tuvalet eğitimi de çoğunlukla bu dönemde başlar.

Çocuk için pek çok yeniliğin başladığı bu gelişim dönemi korkuların da belirgin şekilde görüldüğü dönemdir. 2-6 yaş aralığında çocuklar cadılar, periler, hayaletler gibi hayal ürünlerinden, böceklerden, karanlıktan, yalnız kalmaktan veya terk edilmekten korkabilirler. Çocuklar bu dönemde ailelerine bir şey olacağına yönelik de korku geliştirebilirler.

Doktor, iğne ve polis korkuları da bu dönemde oldukça fazladır. Özellikle çocuğu disipline etmek için “yaramazlık yaparsan seni polise söylerim.”, “Yemeğini yemezsen hasta olursun, doktor sana iğne yapar.” Ve benzeri cümleler çocuğun korkularını tetikler.

Çocuk bu dönemde tuvalete düşmekten, sifonla beraber delikten gitmekten korkabilir. Banyo yaparken de bu korkuyu duyabilir. Tek başına tuvalete gitmek istemeyebilir. Oda da yalnız kalamamak ve gece tek uyuyamamak da bu dönemde sıkça görülmektedir.

6 yaş sonrasında ise çoğunlukla okula ve performansa dayalı çocukluk korkuları gelişir. Cadılar ve hayaletlerin yerini bu dönemde hırsız korkusu alabilir. Çocuk kaybolmaktan, kaçırılmaktan, cezalandırılmaktan korkabilir. Başarısızlık, arkadaş edinememe ve diğerleri tarafından istenmeme korkusu da yaygındır. Aileyi kaybetme korkusuna arkadaşları kaybetme korkusu eklenebilir. Çocuk ölümden ve sevdiklerinin ölmesinden korkabilir.

Öğrenme Sonucu Gelişen Korkular

Çocuk deneyimleri sonucunda da korkmayı öğrenebilir. Örneğin yanlışlıkla ateşe dokunan ve eli yanan bir çocuk ateşten korkmayı öğrenebilir. Bir köpeğin saldırısına uğrayan veya başkasına saldırdığını gören çocuk köpekten korkabilir. İğne olan ve canı yanan bir çocuk hemşireden ve iğneden korkabilir. Ailenin veya çevrenin vereceği tepkiler de çocuğun korkularının şiddetini belirlemektedir.

Bisikletten düşen veya havuzda boğulma tehlikesi atlatan çocuk ailenin ve çevrenin aşırı tepkisi ile korkabilir. Bisiklete binmeyi veya suya girmeyi reddedebilir. Boğazına yemek kaçan bir çocuk yine ailenin tepkisiyle korkup katı gıdalar yemekten kaçınabilir.

Çocukluk Korkuları Aşırı Korumacı Yaklaşım, Terk Etme Tehdidi ve Cezalar ile Gelişebilir

Aileler çoğunlukla vereceği zarardan habersiz çocuğu disipline etmek için çocuğa tehdit içerikli sözler sarf edebilmektedir. “Bir daha yaramazlık yaparsan Allah canımı alsın.”, “Sözümü dinlemezsen seni başkasına veririm.” Ve benzeri sözler çocuğun kaybetme ve terk edilme korkularını pekiştirir.

Kimi zamansa ailenin aşırı korumacı yaklaşımı çocuğun pek çok şeyden korkmasına neden olabilmektedir. “Dikkat et! Düşersin koşma! yanarsın dokunma! ağzına götürme boğazına kaçar, elimi bırakma kaybolursun” ve benzeri sözlerin tekrar ve tekrar söylenmesi gibi. Çocuğun tüm olası tehditlere karşı korunma altına alınması çocuğun gelişimini zedeler ve korkularını pekiştirir.

Cezalar da çocuğun korkularını tetikleyebilmektedir. Çocuğun yalnız bir odaya kilitlenmesi, karanlıkta bırakılması, fiziksel şiddet görmesi gibi.

Çocukluk korkuları kimi zaman gelişim döneminin sonunda kendiliğinden kaybolur. Uzayan korkular ise doğru yaklaşımla ortadan kaldırılabilir. Ancak göz ardı edilen veya yanlış müdahalede bulunulan korkular kaygı ve fobi olarak karşımıza çıkabilir.

Çocukluk Korkuları ile Başa Çıkma Yöntemleri Nelerdir?

Korkularla başa çıkabilmenin ilk kuralı iyi bir gözlemci ve dinleyici olmaktır. Çocuğunuz nelerden ve hangi nedenle korku duyuyor gözlemlemelisiniz. Çocuğunuzun korkusunu anlatmasına fırsat vermelisiniz. Yargılamadan, alay etmeden veya küçümsemeden ona rahatsızlık veren bu duyguyu dinlemelisiniz.

Mümkünse çocuğunuza korktuğu şeyin resmini de çizdirebilirsiniz. Çizim yaparak korktuğu şeyi somutlaştırmış olursunuz. Belirgin bir hale bürünen bu korku unsuru üzerine konuşabilirsiniz. Çocuğa korktuğu şeyle empati kurmasını sağlayacak hikayeler anlatabilirsiniz.

En Sık Görülen Çocukluk Korkuları Karanlık ve Yalnız Yatamama

Çocuklukta ebeveynleri en çok zorlayan karanlık korkusu ve yalnız yatamamadır. Çoğunlukla bu durumlar karşısında ebeveynler çaresiz kalırlar. Yaklaşımları ise ya çocuğun istediğini yapmak ya da çocuğun korkularını daha da tetiklemek olabilir. Burada yapılması gereken yine çocuğun korkusunu dinlemek ve ona eşlik etmektir.

Birlikte odasına gidebilir, ışık açıkken odanın her bir köşesini dolaşıp, inceleyebilirsiniz. Ardından bu işlemi ışık kapalıyken de yapabilirsiniz. Karanlıkta onu nelerin korkuttuğunu sorabilir, korktuğu yeri birlikte inceleyebilir, ışığı açıp orayı kontrol edebilirsiniz. Korktuğunda açabileceği veya sabaha kadar açık kalacak bir başucu lambası alabilir, lambayı ona seçtirebilirsiniz. Başucu lambası almayacaksanız koridorun ışığını açabilirsiniz.

O uyuyana kadar yanında durabileceğinizi ama sonrasında mutlaka kendi odanıza döneceğinizi söyleyebilirsiniz. Bir telsiz edinebilir, birini çocuğun odasına diğerini kendi odanıza koyabilirsiniz. Bu telsizi nasıl kullanacağını ona oyun yoluyla öğretebilir, korktuğunda da sizi bu şekilde çağırabileceğini gösterebilirsiniz.

Korku Kaynağını Birlikte Keşfedebilir, Çocuk için Anlamlı Hale Getirebilirsiniz

Çocukluk korkuları bilinmeyen sesler, anlamlandırılamayan görüntüler sonucunda da tetiklenebilmektedir. Örneğin gece odasında uyuyan bir çocuk uyumaya çalışırken anlamlandıramadığı sesler duyup korkabilir. Bu sesi bir hayvanın veya hırsızın sesine benzetebilir.

Birlikte bu sesleri dinleyip anlamlı hale getirebilirsiniz. “Bu ses üst kattaki komşunun sesi, şu an evdekilerle sohbet ediyorlar.” “Bu ses sifon sesi, başka bir dairede şu an birisi tuvaleti kullanıyor.” ”Bu ses rüzgarın sesi.” Gibi.

Gölgeler de çocukların korkmalarına neden olabilmektedir. Camdan vuran bir ağacın gölgesini çocuk bir canavara benzetebilir. Bundan korkup odaya girmek istemeyebilir. Çocuğa gölge oyunu hazırlanabilir, gölgenin ne olduğu ve nasıl oluştuğu anlatılabilir. Çocuğa gölgenin kime veya neye ait olduğu gösterilerek rahatlaması sağlanabilir.

Ebeveyn Tutumunuzu Değiştirebilirsiniz

Çocuğun korkularını tetikleyen hatalı ebeveyn tutumlarınız varsa bu tutumu değiştirmeye çalışabilirsiniz. Cezanın hakim olduğu baskıcı-otoriter tutum veya terk edilme korkusunun hakim olduğu ihmalkar tutum korkuları besler. Aşırı korumacı tutum çocuğun yetersizliğini besler ve gelişim dönemlerinden bağımsız korkulara sebep olabilir. En sağlıklı yaklaşım çocuğun duygu ve düşüncelerinin dinlendiği, güvene dayalı olan demokratik, hoşgörülü tutumdur.

Masallar, Kitaplar, Oyunlar ve Resim Çocukluk Korkuları ile Başa Çıkmanın Eğlenceli Yolları

Çocuğun korkularını gözlemleyip mümkünse dinledikten sonra bu konuyla ilgili masallar anlatabilirsiniz. Her korkuya yönelik masal bulamayabilirsiniz. Bu konuda masal anlatıcılığı içeriklerine göz atabilirsiniz. Çocuğun korkularına yönelik iyileştirici etkisi olacak masalları kendiniz de tasarlayabilirsiniz. Çocukluk korkuları hakkında yazılmış pek çok kitap bulabilirsiniz. Çocuğunuzun korkusuna ve yaşına hitap eden kitapları alıp birlikte okuyabilir, üzerine sohbet edebilirsiniz.

Çocuk kimi zaman korktuğu kişi ya da nesneleri oyunlarına da dahil edebilmektedir. Oyun çocuğun dilidir ve oyun aynı zamanda da çocuğun zorluklarla başa çıkma yöntemidir. Çocuk oyun içerisinde süper kahraman olup korktuğu canavarı alt edebilir.

Çocuğa korkusunun resmini çizdirebilirsiniz veya hamurlarla, killerle korkuyu şekillendirmesini isteyebilirsiniz. Ortaya çıkan şekli birlikte komik bir hale getirebilir, göz, gülen bir ağız, komik saçlar çizebilirsiniz. Ardından ona bir isim verebilir ve onun için bir hikaye yazabilirsiniz.

“Bu canavar Kuki. Kuki, çocukları çok severmiş ve hep onlarla oyun oynamak istermiş, ama Kuki’nin görüntüsü çocukların hoşuna gitmezmiş. Hiçbir çocuk onunla oynamak istemezmiş. O da yalnız başına sıkılır ve çok üzülürmüş.” gibi.

Çocuğunuzun korkuları devam ediyor, iletişimini, davranışlarını, gelişimini ve verimliliğini olumsuz etkiliyorsa profesyonel destek alabilirsiniz. Aba psikoloji uzman kadrosu ile çocukluk çağı problemlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır.

Çocukluk korkuları da çalıştığımız konular arasında yer almaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Ergenlikte cinsel gelişim ve cinsel eğitime yönelik çocuk ve gençlerin yeterli bilgisi yok. Bilgi eksikliğine karşılık bilgi ihtiyaçları ise oldukça fazla. Çocukların ergenlik döneminde bedenlerinde meydana gelecek değişiklikleri yeterince bilmiyor olmaları psikolojik ön hazırlık sürecini olumsuz etkiliyor. Bu da ergenlik döneminde gençlerin bedenlerini kabul etmekte zorlanmalarına, olumsuz beden algısı geliştirmelerine neden oluyor. Olumsuz beden algısı gençlerin özgüvenini de zedeleniyor.

Hormonal ve fiziksel değişimlerin yanı sıra gençlerde duygusal dalgalanmalar da yaşanıyor. Bu dönem gençler için pek çok açıdan önemli bir değişim ve gelişim evresini kapsıyor. Karşı cinse olan ilgi artarken, cinsel eğitim eksikliği karşı cinsten de korkmaya neden olabiliyor.

Ergenlikte cinsel gelişim dönemine hazırlanan çocuklar bedenlerinde nasıl bir değişim olacağını çoğunlukla bilmiyor. Tecrübe ettiklerinde ise bunun sadece kendilerine özgü olduğunu düşünüp başkalarıyla konuşmaktan çekinebiliyorlar. Çevrelerinde konuşulmayan veya daha önce kendilerine bilgi verilmeyen bu değişimi kabul etmekte zorlanıyorlar. Pek çok ergen bedenlerindeki değişimi kamufle etmeye çalışıyor. Bu dönem duygusal olarak da zorlayıcı.

Çoğunlukla hoşa gitmeyen bu fiziksel değişim aslında çocukluktan da ayrılıyor olmanın önemli bir belirtisi. Gençler artık çocuk olmadıklarını ama bir yetişkin kadar kendine yetebilir durumda da olmadıklarını biliyorlar. Ergenlerin hayatlarının bu döneminde hazırlanmaları gereken pek çok rol ve pek çok önemli seçim var. Karakterlerini oturtuyor, akademik başarı için çalışıyor, mesleklerini belirliyor ve kariyerlerine yön veriyorlar.

Tüm bunları yaparken de duygusal iniş çıkışlarla ve bedenlerindeki değişimle bir uyum yakalamaya çalışıyorlar. Bu zorlu dönemde çocuk ve ergenin hayatındaki en önemli duygusal destek aile. Aileler ise çocukluktan farklı olarak ergenlikte cinsel gelişim konusunda ciddi bir bocalama yaşıyor. Ergenlikte Ebeveyn Tutumu Nasıl Olmalı? Ve Fark Edilmeyen Ergenlik Sorunları Lisede Başarısızlık Nedeni Olabilir Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Ergenlikte Cinsel Gelişim Çoğunlukla Aile ve Genç Arasında Konuşulmuyor

Ülkemizde genel kanı cinsel gelişim ve cinsellik üzerine konuşmanın ayıp olduğu yönünde. Bu görüş de ailelerin çocuklarıyla cinsellik hakkında konuşmalarını engelliyor. Aynı şekilde çocuklar da ailelerinin cinselliğe yönelik tabularını biliyor ve bu konuları aileyle konuşmaya çekiniyor. Ergenlikte cinsel gelişim aileyle konuşulamadığında genç ihtiyaç duyduğu bu bilgileri arkadaşlarından veya internetten ediniyor.

Kimi zaman ise sağlıklı bilgi alamadan ilk cinsel deneyimlerini yaşamış oluyorlar. Oysa çocuk ve genç için bu bilgilerin aileden alınabilmesi oldukça önemli. Aileyle bu konuların konuşulabilir olması çocuğun sağlıklı kaynaklardan bilgi edinmesini kolaylaştırıyor. Ayrıca aileyle açık iletişimin olması çocuğa güven veriyor ve cinsel tehditlerde de aile çocuğun sığınabileceği güvenli liman oluyor.

Peki ergenlikte cinsellik nasıl oluyor? Gençler ne tarz değişiklikler yaşıyor? Bu dönemde cinsel eğitim nasıl olmalı? Yazımızda detaylarıyla paylaşıyor olacağız.

Ergenlikte Cinsel Gelişim Nasıl Başlıyor, Gençler Ne Tarz Değişiklikler Yaşıyor?

Erkek ve kızlarda cinsel gelişim farklı yaş aralıklarında ve farklı şekillerde açığa çıkıyor. Dolayısıyla ergenlik döneminde cinsel kimlik daha belirgin hale geliyor. Kızlar ilk menstrüasyon (adet kanaması) başladığında, erkekler ise gece boşalmaları sırasında karmaşa yaşıyor. Bu önemli ergenlik belirtisiyle ön bilgi olmaksızın karşılaşmak ergenlerin bu dönemi kaygıyla karşılamasına neden oluyor.

Ergenlik dönemi kız ve erkeklerde büyüme atılımının görüldüğü dönemdir. Ancak kızlar bu döneme erkeklere kıyasla ortalama 1-2 yıl daha erken girmektedir. Ergenlik sürecinin her çocukta başlangıç zamanı için kesin bir değer vermek güçtür. Bedensel değişimler kızlarda 10-12 yaşları arasında, erkeklerde ise 12-14 yaşları arasında ortaya çıkmaktadır. Ancak her çocuk bu döneme diğerlerinden farklı, daha erken ya da geç girebilir.

Ergenlikte cinsel gelişim hakkında yetersiz bilgi aynı zamanda erken ve korunmasız cinsel ilişkiye zemin hazırlanıyor. Bu ilişkiden gençler hem fiziksel hem de duygusal açıdan büyük yaralar alabiliyor. Plansız gebelikler veya cinsel yolla bulaşan hastalıklar gençlerin travmatik cinsel deneyimler edinmelerine neden olabiliyor.

Toplumun evlilik dışı cinselliğe bakış açısı da pek çok gencin yardım arayışına girmeksizin kendi çözüm yolunu bulmasına neden oluyor. Şimdi kızlarda ve erkeklerde meydana gelen değişiklikleri ayrı ayrı ele alalım;

Kızlarda Cinsel Gelişim

Kızlarda ergenlik erkeklere oranla 1-2 yıl daha erken başladığından kızların boyu erkeklere kıyasla erken uzar. Dolayısıyla 10-12 yaşlarında kızlar erkeklerden daha uzun ve daha yapılı görünebilir. Bu görünüş farklılığı gençlerin birbirleriyle alay etmesine, hoş olmayan bedensel söylemlerde bulunmalarına yol açabilir. Kızlarda boy uzaması zamanla durur ve erkeklerin büyüme atılımı başlar, böylece farklılık dengelenmiş olur. Ancak gelişimsel farklılık boydan ibaret değildir.

Ergenlikte cinsel gelişim kızlarda şu belirtilerle görülmektedir; meme gelişimi, cinsel organlar çevresinde kıllanma, vücutta yağlanma ve adet kanamasıdır. Memelerde büyüme kanda kadınlık hormonlarının düzeyinin artması ile başlar. Memelerin gelişmeye başladığı en erken yaş 8-9, en geç yaş 13’tür. Sıklıkla gelişimin görüldüğü yaş ise 11 yaştır.

Memelerin gelişimiyle paralel olarak cinsel organın etrafında tüylenme başlar. İlk zamanlar ince ve seyrek olan tüyler zamanlar kalınlaşır ve yoğunlaşır. Bu kıllanma koltuk altında da olmaktadır. Ergenlikte kızlarda vücut hatları daha belirgin hale gelir, hormonal değişim vücutta yağlanmayı artırır.

Kilo artar ve kalçalar genişler. Adet kanaması kızların üreme sisteminin olgunlaştığının en önemli göstergesidir. İlk 1 yıl çoğunlukla adet düzensizlikleri görülse de bir yıldan sonra düzene girer. Girmemesi durumunda mutlaka jinekolojik muayeneye girilmelidir.

Erkeklerde Cinsel Gelişim

Ergenlikte cinsel gelişim erkeklerde ise şu belirtilerle görülmektedir; ilk olarak testislerin ve penisin büyümesi, cinsel organların çevresi ve bedenin kıllanmasıdır. Erkeklerde de gözle görülür farkların oluştuğu önemli bir büyüme atılımı olur. Özellikle yaz tatillerinde birbirlerini görmeyen çocuklar yeni okul döneminde birbirlerini tanımakta güçlük çekebilir. Boyun aniden uzaması, yüz hatlarının değişmesi, kıllanma ve sesteki değişim erkek ergenlerin farklı görünmesine neden olur.

Testisler, en erken 9,5 yaşında, en geç 13 yaşında, sıklıkla da 12 yaşında büyümeye başlar. Üreme sıvısı olan meninin ilk kez boşalması 13-16 yaş aralığında ve çoğunlukla farkında olmadan olur. Bu istem dışı boşalmalar sıklıkla uyku sırasında gerçekleşir. Bu nedenle gece boşalması ya da ıslak rüya adını alır.

Ani boy uzaması, ilk boşalma ve seste kalınlaşma dışında erkeklerde adem elması da belirgin hale gelir. Yüz hatları da tam olarak oturmasa da artık çocuksu değildir. Erkeklerde kıllanma kızlara oranla çok daha fazladır; kollar, bacaklar, kalçalar, göğüsler ve yüz kıllanmaya başlar. Yüzde çıkan bıyık ve sakalın belirgin hale gelmesi ise ergenliğin ilerleyen dönemlerini bulmaktadır.

Ergenlikte Cinsel Gelişimi Bilmek Kadar Cinsellik Eğitimi de Almak Gerekiyor

Cinsel gelişime yönelik bilgi edinmek gençlerin üzerindeki baskıyı ve kaygıyı olumlu derecede azaltıyor. Ancak cinsel gelişimi bilmek cinsellik hakkında yeterli bilgiye sahip olmak anlamına gelmiyor. Gençlerin erken, riskli, korunmasız cinsel tecrübeler yaşamaması için mutlaka cinsellik eğitiminin de verilmesi gerekiyor.

Aileden başlayarak cinsellik eğitimine okullarda da her kademede yaşa uygun şekilde yer verilmesi gerekiyor. Ancak cinsellik eğitimi çocuğun ve gencin hayatında bir kez bahsi geçen bir konu olarak kalmamalı. Cinsellikle ilgili soruların başladığı 3 yaş itibariyle çocuk yaşıyla uygun şekilde cinsellikle ilgili bilgilendirilmeli. Ancak bu bilgi alışverişi sağlanabildiğinde çocuk ve genç cinselliği rahatça konuşabilir ve sorabilir hale gelecektir.

Cinsel eğitimin çocuk ve/veya gencin hemcinsi tarafından verildiğinde daha sağlıklı bilgi aktarımı olmaktadır. Ancak çocuk veya gençten cinsellikle ilgili soru gelirse soru kime sorulduysa yanıt onun tarafından verilmelidir. İletişim kurarken ailenin hoşgörülü, yargısız, telaşsız ve açık iletişim kurabilmesi gerekir.

Çocuk ve genç için ailenin beden dilini okumak ve duygu, düşüncelerini tahmin etmek oldukça kolaydır. Ebeveyn rahatsız olduğunu, utandığını veya duygularını bastırmaya çalıştığını kolayca çocuğa hissettirebilir. Bu beden mesajları da çocuğa ailesinin bu konuları konuşmaya hazır olmadığını hissettirir.

Gençlere cinsel eğitim verirken önce ergenlikte cinsel gelişim detaylarıyla anlatılmalıdır. Ardından cinsel birliktelik ve korunma hakkında bilgi verilmelidir. Aile mutlaka cinsellikle ilgili kültürel değerlerini de gence anlatmalıdır. Çocuk ve genç istem dışı cinsel birliktelikten nasıl korunacağı özelinde de bilgilendirilmelidir. Aile genç için güvenli liman olmalı, genç yaşayabileceği olumsuzluklarda ailesine gelebileceğini hissetmelidir.

Mastürbasyon da gençlere bilgi verilmesi gereken önemli bir cinsel eğitim konusudur. Bebeklikte, çocuklukta ve ergenlikte görülebilen mastürbasyon oldukça doğal ve sağlıklıdır. Mastürbasyonun sıklığı artığında bir sorun olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Sıklıkla duygusal baskı altındaki bireylerde mastürbasyon sıklığı artış göstermektedir. Bu durumda bir uzmanla görüşüp, çocuk veya gencin destek alması sağlanabilir.

Ergenlikte Cinsel Gelişimin Dışında Cinsel İstismar ve Bulaşıcı Hastalıklar Konusunda da Gence Bilgi Verilmeli

Cinsel istismar ülkemizin kanayan yarası. Pek çok çocuk, genç ve aileleri bu konuda büyük yaralar alıyor. Çocuklar ve gençler çoğunlukla istismar katlanılması güç bir boyuta gelene kadar istismar edildiklerini fark etmiyor. Farkına varanlar yasal haklarını ve kendilerini nasıl koruyacaklarını bilmiyor.

İstismara uğrayan bireyler çoğunlukla kendilerini kurban konumunda değil de suçlu konumunda görüyorlar. Utanma ve saklama yaygın görülen tepkiler olarak karşımıza çıkıyor. Bunun önüne geçebilmek için çocukluktan başlayarak mahremiyet bilincinin kazandırılması gerekiyor. Aile çocuğa sakınması gereken vücut bölümlerini, ebeveynleri dışında kimsenin mahrem bölgelere dokunmaması gerektiğini öğretmeli. Dokunmaları halinde ne tepki vereceği ve mutlaka aileden yardım isteyebileceği çocuğa anlatılmalı.

Aile de çocuğun mahremine saygı duymalı ve kendi mahremine de çocuğun saygı göstermesini sağlamalı. Ergenlikte cinsel gelişimin sağlıklı olabilmesi için gençlerde de mahremiyet bilincinin geliştirilmesi gerekmektedir. Genç, hoşlanmadığı durumlarla karşılaştığında net olarak istemediğini belirtebilmelidir. Genç ailesinin desteğini ve güvenini hissetmeli, tehdit hissettiğinde mutlaka aileyle paylaşabilecek yakınlığı duymalıdır. Yeterince tanınmayan kişilerle kurulacak ilişkilerde dikkat edilmesi gerekenler ve alkol, madde kullanımı hakkında da bilgilendirilmelidir.

Gençlerin HIV/AIDS ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklara karşı da bilgili ve tedbirlik olması sağlanmalıdır. HIV, bağışıklık sistemine zarar vererek hastalığa yol açan virüstür. Mümkün olduğunca az sayıda kişi ile ilişki kurmak veya bu işi meslek olarak yapan kişilerle birliktelik kurmamak hastalık riskini azaltmaktadır. Virüs taşıyıp taşımadığından emin olunmayan kişilerle birlikte olunurken mutlaka korunulmalıdır.

Ayrıca manikür, pedikür, tıraş gibi işlemlerde kullanılan ürünlerin iyi dezenfekte edildiğinden emin olunmalıdır. Kan kardeşi olmak, ortak enjektör kullanmak ve benzeri kan yoluyla virüsün geçirilebileceği tüm durumlarda dikkatli olunmalıdır. Ergenlikte cinsel gelişim ve cinsel eğitim oldukça geniş kapsamlı bir konudur. Ailelerin çocuk ve gençle bilgi paylaşmadan önce yeterli bilgiye sahip olması gerekir. Varsa yanlış bilgilerinin ve önyargılarının da giderilmesi gerekmektedir.

 

Read More

Çocuklarda yalan söylemenin öğrenilmesi tıpkı konuşmak, yürümek gibi çocuğun gelişiminin bir belirtisidir. Ancak yalan yetişkinin dünyasında çocuğun dünyasından çok daha farklı bir anlam taşır. Dolayısıyla ebeveynler için çocuğun yalan söylemesi endişe verici olabilmektedir. Özelliklede çocukların yalanla tanıştığı yaşların aileden yavaş yavaş ayrışmaya başladıkları yıllarda olması endişeleri tetiklemektedir.

Okul öncesi eğitime başlayan çocuk okul arkadaşları veya öğretmenini konu alan yalanlara başvurabilir. Bakıcı gözetiminde veya büyükanne, büyükbaba ile büyüyen çocuk bakımını üstlenen kişilerle ilgili yalan söyleyebilir. Bu tarz yalanlar ailenin temel korkularını ve kaygılarını tetiklemektedir. Çocuğun masum yalanları ailelerin ve yalana konu olan kişilerin zor durumlarda kalmasına neden olabilmektedir.

Peki çocuklar neden yalan söyler? Çocuklarda yalan hangi şekillerde görülür? Aileler bu yalanlar karşısında nasıl bir tutum sergilemelidir? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Çocuklarda Yalan Söyleme Davranışı Ne Zaman Başlar?

Çocuklarda yalan söyleme çoğunlukla sembolik oyun dönemiyle beraber başlar. Bu dönemde çocuk oyunlarına renk katmak için hayal dünyasını kullanır. Hayali arkadaş edinebilir. Nesnelere olduklarından farklı anlam ve roller yükleyebilir. Örneğin bir muz çocuk için oyun içerisinde telefon yerine geçebilir. Pelüş oyuncağı doktora giden bir hasta olabilir.

Çocuk bu sembolik olun döneminde -mış gibi yapmayı, taklit etmeyi ve hayal dünyasıyla oyunlarını çeşitlendirmeyi öğrenir. Çocuk oyunlarını daha keyifli hale getirmek için yaptığı bu değişikliklerin diğerleri tarafından da kabul edilmesini ister. Muz onun için telefonsa “hayır o bir muz” demek çocuğun öfkelenmesine veya küsmesine neden olabilir. İşte bu sembolik oyunun görülmeye başladığı dönem 2 yaş dolaylarına denk gelmektedir.

Çocuklarda yalan dil ve zeka gelişimlerine bağlı olarak 2-5 yaş aralığında görülebilmektedir. Bu dönemde söylenen yalanlar çocuğun gerçekle hayali birbirinden ayıramamasının sonucu olarak açığa çıkmaktadır. Çocuk yalanın olumsuz sonuçlarından haberdar değildir ve bunun başkalarına zarar verebileceğini de bilmemektedir. Çocuk bu dönemde yalan söylerken başkasına zarar verme amacı gütmemektedir.

Çocuk büyüdükçe yalanın zararlarını öğrenmeye başlıyor ve gerçekle hayalin ayrımına varabiliyor. Bu farkındalık ise çoğunlukla 6-7 yaş dolaylarında gelişmeye başlıyor. 7 yaş sonrasında yalan devam ediyorsa mutlaka bu davranışın nedenlerinin değerlendirilmesi gerekiyor.

Çocuklarda Yalan Söyleme Davranışının Nedenleri Nelerdir?

Çocukluğun ilk 5 yıl söylenen yalanlar çoğunlukla sözde yalanlar şeklinde görülüyor. Ancak 6 yaş itibariyle çocuklar yalan söylemenin doğru bir davranış olmadığını öğrenmeye başlıyor. Bu dönemde çocuğun hayatındaki içsel ve çevresel faktörler yalanın devam etmesine neden olabiliyor.

Çocuk 8-9 yaşlarında gerçek ile yalan arasındaki farkları ayırt edebilir hale geliyor. 10 – 11 yaşlarında ise çocuk gerçek ile yanlışı ayırt edebilecek bilişsel olgunluğa ulaşıyor. Çocuklarda yalan birden fazla nedenle görülebiliyor. Çocuk yalanı;

  • Oyunlarını daha renkli hale getirmek için söyleyebilir,
  • İhmal edilen veya yeterince ilgi gösterilmeyen çocuk, ilgi çekmek için yalan söyleyebilir,
  • Ailesi tarafından taktir edilmeyen çocuk taktir edilmek için söyleyebilir: Kendisine ait olmayan bir şeyi kendisi yapmış gibi anlatabilir, hayali başarılardan bahsedebilir.
  • Cezadan kaçınmak veya keyfi uzatmak için söyleyebilir: Oyuncağı kırılan çocuk ben kırmadım diyebilir. Oyunu bırakmak istemeyen çocuk “benim hiç uykum yok” diyebilir.
  • Sorumluluktan kaçınmak için söyleyebilir: Odasını toplamak istemeyen çocuk “ben dağıtmadım kardeşim veya hayali arkadaşım dağıtmış.“ diyebilir.
  • Başkalarını model aldığı için söyleyebilir: ebeveynden, öğretmen veya arkadaşlardan yalan söylemeyi öğrenip, tekrar edebilir.
  • İstediği bir şeyi elde etmek için söyleyebilir,
  • Başa çıkmakta zorlandığı olumsuz duygu ve düşüncelerinin üstesinden gelebilmek için söyleyebilir: Yeni bir kardeşi olan çocuk, kardeşine yönelik olumsuz duygularıyla başa çıkmak için onun tatile gittiğini veya çok hasta olduğunu söyleyebilir.
  • Sosyal kabul için yalan söyleyebilir: arkadaş grubuna dahil olmak isteyen çocuk, arkadaşlarının hoşuna gidebilecek konularda yalan söyleyebilir. Onlarla ortak ilgi ve becerileri olduğuna yönelik yalanlar gibi.
  • Çocuk arzu ve gerçekleşmemiş isteklerine yönelik yalanlar söyleyebilir. Bisiklet hayali olan bir çocuk istediği halde bisikleti olamıyorsa hayalindeki bisiklete sahipmiş gibi anlatabilir. Bisikletinin renginden, ona nerede bindiğinden, ne kadar eğlenceli olduğundan bahsedebilir.
  • Çocuk sevdiklerini üzmemek veya onların sevgisini kaybetmemek için yalan söyleyebilir: Annesinin sevdiği bir eşyasına zarar veren çocuk onu saklayabilir. Sınav sonucu kötü olan çocuk karnelerin verilmediğini söyleyebilir.

Çocuklarda Yalan Türleri Nelerdir?

Çocuklarda yalan 6 farklı şekilde görülebilmektedir. Yalanın ne olduğundan çok neden söylendiği değerlendirilmelidir.

Hayali – Sözde Yalanlar

Bu yalanlar çoğunlukla 2-4 yaş aralığında görülür. Çocuğun söylediği bu yalan çeşidi çoğunlukla eğlenme amaçlıdır. Çocuk oyuncağının düşüp yaralandığını ve onu doktora götürüp iyileştirdiğini söyleyebilir. Kendisine çanta hazırlayıp, okula gittiğini akşam döneceğini söyleyebilir. Evcil bir hayvanı olduğunu ve onu yatağında beslediğini söyleyebilir.

İlgi İsteyen Abartılı Yalanlar

Çocuklarda yalan ilgi çekme amaçlı ise mutlaka altında yatan neden araştırılmalıdır. Çocuk ailesinin veya değer verdiği diğer kişilerin bir sebeple ilgisinin azaldığını hissediyor olabilir. Ebeveyninin yoğun tempoda çalışması, yeni bir kardeşin gelmesi, ebeveynin mutsuz olması gibi. Bu ihtiyaç sadece ebeveyne yönelik de değildir, öğretmen, diğer aile bireyleri ve arkadaşlar için de geçerli olmaktadır.

Çocuk ailesinin ilgisini çekebilmek için karnının ağrıdığını, ateşinin olduğunu, hastalandığını söyleyebilir. Çocuğa “yalan söylüyorsun” demek veya yalanını ortaya çıkarmaya çalışmak yerine çocuğun neden bunu yaptığı araştırılmalıdır. Çocuk ailesiyle duygusunu paylaşabilecek yakınlıkta olabilmeli, alacağı tepkiden çekinmemelidir.

Model Alınan Yalanlar

Çocuk bir şekilde ebeveyninin veya gözlemlediği başka bir kişinin yalan söylediğine şahit olabilir. Çocuk bu yalanın başkaları tarafından normal karşılandığını görüyorsa yalanı model alabilir. Benzer şekillerde ve amaçlarla yalan söyleyebilir.

Savunma Mekanizması Olarak Kullanılan Yalanlar

Yetişkinlerden gelebilecek tepkilerden veya cezalardan çekinen çocuk kendini savunmak için yalan söyleyebilir. Çocuk yaptığı hatalı bir davranışın sonucundan veya yapmayı ihmal ettiği bir sorumluluğundan dolayı ebeveyninden çekinebilir. Bu çekincesi başka bir yetişkine yönelik de olabilir.

Ailenin yaklaşımı çocuğun beklediği gibi sonuç verdiğinde yalan işlevsel hale gelmekte ve alışkanlığa dönüşebilmektedir. Bu nedenle çocuğu korkutmak yerine çocuğa neden-sonuç ilişkisini öğretmek gerekmektedir. Çocuğa hatalarından ders çıkarmayı öğretmen çok daha yapıcı, geliştirici ve etkili bir yöntem olacaktır.

Davranım Bozukluğu Haline Gelen, Patolojik Yalanlar

Çocuklarda yalan gerçek ile hayalin, doğruyla yanlışın ayrımına varılan yaşlardan sonrada devam ettiğinde masumiyetini kaybetmektedir. Çocuk yalan söylemenin yanlış ve zararlı olduğunu bildiği halde yalana başvuruyorsa çok iyi değerlendirilmelidir. Çocuk söylediği yalandan keyif alıyor, yalan olduğu ispat edildiği halde ısrarcı davranıyorsa destek alınmalıdır.

Yüceltilmiş Yalanlar

Kimi zaman da yalan çocuğun başkalarına ait gerçekdışı beklentileri karşılayamadığı durumlarda açığa çıkmaktadır. İhtiyaç duyduğu taktiri, övgüyü görememesi çocuğun bu ihtiyacını doyurmak için yalana başvurmasına neden olur. Sevginin koşullu sunulduğu, kıyaslama ve rekabetin olduğu aile ve/veya okul ortamında yetişen çocuklarda sıklıkla görülebilir. Çocuk kardeşinden veya akranlarından daha iyi olduğunu gösteremezse yalanlarla bu başarıyı elde etmeye çalışır.

Çocuklarda Yalan Söyleme Davranışına Ailenin Yaklaşımı Nasıl Olmalıdır?

Çocuklarda yalan davranışının kalıcı hale gelmemesi için ailenin tavır ve tutumunda değişikliğe gitmesi gerekmektedir.

Aile İyi Bir Rol Model Olmalı

Aileler kimi zaman farkında olmaksızın çocukların şahit olabileceği yalanlar söyleyebiliyorlar. Bu yalanın niyeti, amacı her ne olursa olsun çocuk için çelişkili mesajlar içermektedir. Çocuğun yalana başvurmasını istemiyorsak önce kendi davranışlarımızla doğru model sunabilmeliyiz. Duygu ve düşüncelerimizi ifade etmenin yalansız bir yolunu bulmak ve iletişim şeklimizi değiştirmek gerekir.

Aile İçi Sağlıklı İletişim Kurulmalı

Ailede çocuğun korkmasını veya kaygılanıp kendini korumaya almasını gerektirecek bir atmosfer olmamalı. Çocuklardan veya ebeveynlerden birinin sözel, duygusal, fiziksel şiddete maruz kalması çocuğa kendisini tehdit altında hissettirir. Bu da çocuğun yalan aracılığı ile kendini korumaya çalışmasına neden olabilir. Aile içi iletişim şekli güvensizlik ve korku üzerine kuruluysa mutlaka değiştirilmelidir. Ebeveynler çocuğun yanında kavga ediyorsa mutlaka barışma da çocuğun yanında yapılmalıdır.

Korku kültürünün egemen olduğu ailelerde çocuklarda yalan savunma aracı olarak açığa çıkabilmektedir. Böyle bir ortamda çocuğun özgüveni ve öz değeri de zedelenmektedir.

Gerçekdışı Beklentiler Taktir İhtiyacını Doğuruyor, Yetersizliği ve Performans Kaygısını Besliyor

Aileler çocuklarının başarılı olmasını ve her zaman kendilerinden daha iyi koşullarda yaşayabilmelerini arzu ediyor. Bu arzuları çoğu zaman çocuklar üzerinde erken yaşlardan itibaren psikolojik baskıya neden oluyor. Ailenin çocuğa yönelik gerçekdışı beklentileri çocuğun potansiyelinin üzerinde çabalamasına yol açıyor. Ailesini mutlu etmek için uğraşan çocuk başarısız olduğunda ailenin sevgisini kaybetmekten korkuyor.

Bu korkuya ailesini üzecek olması düşüncesi de eklenince yalan söylemek çok daha cazip hale geliyor. Aileler çocuklarıyla ilgili beklentilerinin ne denli gerçekçi olduğunu iyi değerlendirmeliler. Aksi halde bu yaklaşım çocuğun yetersizlik duygusunun gelişmesine ve performans kaygısının oluşmasına neden oluyor.

Çocuğunuzu Başkalarıyla Kıyaslamayın

Ailelerin farkında olmadan yaptığı ve çocuklarda yalan söyleme davranışını tetikleyen bir başka etken de kıyaslamak. Çocuklar bazen kardeşleriyle veya akranlarıyla kıyaslanabiliyor. Ailenin motive etmek amacıyla yaptığı bu değerlendirme özelliklede çocuk rekabetçi bir mizaca sahip değilse ters işliyor. Kıyaslandığı kişiyle boy ölçüşemeyeceğine inanan çocuk içe kapanıyor, özgüven zedeleniyor, yetersizlik hissi gelişiyor. Çocuk ailenin beğenisini kazanabilmek için yalana başvurabiliyor.

Ebeveyn Tutumlarınızı Gözden Geçirin

Baskıcı otoriter tutum sergileyen ebeveynler çoğunlukla ceza ile çocuğu disipline etmeye çalışıyor. Cezadan korkan çocuklarda yalan kendilerini koruyabilmek için bir savunma mekanizması olarak işliyor. İlgisiz, ihmalkar ebeveyn tutumlarında ise çocuk ebeveyninin dikkatini çekebilmek için abartılı yalanlara başvurabiliyor. Yalanın gelişmesine neden olan bir başka tutum ise aşırı korumacı tutum.

Çocuğun sürekli kontrol altında olduğu, korunup sakındığı bu modelde çocuk rahat bir nefes alabilmek için yalana yönelebiliyor. Sevginin koşullu olması da yalan söyleme sıklığını artırmaktadır.

Çocuklarda Yalan Fark Edildiyse Nedenleri Öğrenilmeye Çalışılmalı

Yalan karşısında ailenin tutumu cezalandırma, korkutma veya ayıplama yerine nedenini öğrenme odaklı olmalı. Çocuklarda yalan mutlaka dikkate değer bir nedenle açığa çıkmaktadır. Ailenin bu nedeni araştırması ve çocuğun yalana başvurmasına neden olan ihtiyacının doyurulması gerekir. Bu süreçte çocuğa yeterli zaman ayırmak, değerli ve önemli olduğunu hissettirmek gerekir.

Çocuk duygu ve düşüncelerini ifade etmesi için cesaretlendirilmelidir. Aile ani tepkiler vermekten kaçınmalı, suçlayıcı tavırlar takınılmamalıdır. Çocukta yalan davranışı sıklık kazandıysa, bu yalanlar çocuğa ve çevresine zarar vermeye başladıysa destek alınmalıdır.

Aba psikoloji uzman kadrosu ile çocukluk çağı problemlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Çocuklarda yalan söyleme davranışı da çalıştığımız konular arasında yer almaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Oyun bağımlılığı yaşadığımız yüzyılın en büyük sorunlarından biri. Çocukları, gençleri ve yetişkinleri de etkisi altına alan bu bağımlılık türü pek çok açıdan kişileri olumsuz etkiliyor. İnternet bağımlılığının altında yer alan bu bağımlılık çocuğun gelişimini fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal açıdan olumsuz etkiliyor. Oyuna yönelik bağımlılık çocukta davranışsal ve psikolojik açıdan da olumsuz etkilere yol açıyor.

Telefon, tablet, bilgisayar ve oyun konsolu aracılığı ile erişilen oyunlar, çevrimiçi veya çevrimdışı oynanabiliyor. Çoğunlukla sosyal beceri eksikliği, yalnızlık, özgüven eksikliği, saygı arayışı, kazanma ihtiyacı oyuna yönelimi tetikliyor. Yaz tatilleri gibi çocuğun fazlaca boş vakte sahip olduğu dönemlerde bağımlılığın gelişimini destekliyor. Stres, kaygı gibi çocuğun hoşuna gitmeyen, baş etmekte zorluk yaşanan duygular da oyunla yatıştırılıyor.

Çocuğun rahatlamak için sığındığı bu eğlence platformu zamanla alışkanlık halini alıyor. Zamanla bu alışkanlık kontrol kaybına dönüşüyor ve çocuğun gerçek dünya ile etkileşimi azalıyor. Sokakta akranlarıyla koşup, oynayarak büyüyen, gerçek arkadaşlıklar edinen dünün çocuklarıyla bugünün çocukları arasında fark var. İnternetin ve dijitalleşmenin bu denli yoğun olmadığı yıllarda çocukluğunu yaşayan bugünün ebeveynleri çocukları için endişeli.

Bugünün çocukları birbirini tanımayan insanların yaşadığı şehir kültüründe büyüyor. Sosyalleşebilecekleri güvenli alanlar sınırlı. Küçük yaşlardan itibaren geleceklerine, kariyerlerine yatırım yapmak üzere büyük sorumluluklar üstleniyorlar. Çocuklar deşarj olamıyor. İlgi ve becerilerini bulmak için kurstan kursa taşınmaları gerekiyor. Ancak kimi zaman ailenin vakti veya maddiyatı bu olanakların sağlanmasına yeterli gelmiyor. Dolayısıyla çocuklar vakitlerini geçirmek, sosyalleşmek ve eğlenmek için oyunlara yönelebiliyor.

Oyundan alınan keyif artıkça ve yerini daha iyi bir seçenek doldurmadıkça bağımlılık gelişiyor. Aileler çocuklarının oyun oynamasından bağımlılık ihtimali nedeniyle endişe duyuyor. Ancak her oyun oynayan çocukta bağımlılık gelişmiyor. Bu da bağımlılığın açığa çıkma nedenlerinin bilinmesini ve önlenmesini gerektiriyor. Dijital Çağda Ebeveyn Olmak yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Oyun Bağımlılığı Nedir?

Oyun bağımlılığı, oyunun diğer ilgi alanlarına ve günlük aktivitelere göre daha öncelikli hal alması sonucu gelişmektedir. Oyun oynama üzerinde kişinin kontrolü giderek azalmaktadır. Oyuna ayrılan zamanın sonucunda kişinin hayatında açığa çıkan olumsuzluklara rağmen oyun oynama davranışı devam ettiğinde bağımlılığın geliştiği söylenebilmektedir. Dolayısıyla her oyun oynayan, oyun oynamayı seven ve oyunlarla ilgilenen bağımlı değildir.

https://youtu.be/BEACNm7-M5c

Bağımlılıktan söz edebilmek için;

  • Oyun çocuğun zamanının ne kadarını kapsıyor?
  • Oyun sonucu çocuğun fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimi nasıl etkileniyor?
  • Oyun oynamak veya oyundan mahrum kalmak çocukta hangi duygu, düşünce ve davranışlara yol açıyor? Değerlendirmek gerekmektedir.

Çocuklarda Görülen Oyun Bağımlılığı Belirtileri

Oyun bağımlılığı tanısı almak için aşağıdaki belirtilerin en az 5 ini ve/veya daha fazlasını son bir yıldır taşımak gerekiyor;

  • Video/internet oyunları üzerine aşırı kafa yormak.
  • Oyun oynamadığında kötü hissetmek ya da yoksunluk belirtileri göstermek.
  • Kendini daha iyi hissetmek için giderek daha da artan sürelerde oyun oynamayı istemek.
  • Kendisini kısıtlamaya çalışsa da daha az oyun oynamayı becerememek.
  • Daha önceden severek yaptığı diğer işleri artık yapmayı istememek.
  • Okulda, iş yerinde ya da evde fazla oyun oynamaya bağlı olarak gelişen problemlerle karşılaşmak.
  • Oyun oynama süresini gizlemek için yakınlarına ya da başkalarına yalan söylemek.
  • Kendini kötü hissettiğinde duygu durumunu iyileştirmek için oyun oynamak.
  • Video/internet oyunlarına katılımdan dolayı önemli ilişki, iş, eğitim ya da kariyer fırsatlarını kaçırmak.
  • Hayatının merkezine oyunları koymak,
  • Okul ve ders başarısında gözle görülür düşüş yaşamak,
  • Herhangi bir sebeple oyun oynayamadığında yoksunluk belirtileri göstermek (agresif tavırlar, dürtüsel davranışlar gibi)
  • Okuldaki ya da gerçek hayattaki çevresi ile daha az iletişim kurmak ve/veya sorun yaşamak,
  • Sosyal çevreyi önemsememek, eski arkadaşları ile görüşmek yerine oyunlara yönelmek,
  • Davranışları ve ruh hali; depresyon ve anksiyete gibi sorunları çağrıştırıyorsa bağımlılıktan şüphe edilmelidir.

Oyun Bağımlılığı Çocuğu Nasıl Etkiliyor

Oyun bağımlılığı tüm gelişim alanlarında çocuğu olumsuz etkiliyor. Oynanan oyunun yaşa uygunluğu, içeriği ve verdiği mesaj da çocuğun oyundan ne derece etkilendiğini belirliyor. Çocuğun yaşına uygun olmayan oyunlar kaybetme olasılığını artırıyor bu da çocuğun özgüvenini zedeliyor. Savaş, dövüş gibi zarar verme odaklı oyunlar çocuğun saldırganlık dürtülerini besleyebiliyor.

Çocuk oynadığı oyunlardan etkilenebiliyor, korkabiliyor ve hatta travmatize olabiliyor. Bu korku da çocuğun duygu, düşünce ve davranışlarına yansıyabiliyor. Şiddet içerikli oyunlar çocuğun sorunlarla başa çıkma şekli olarak zorbalığa yönelmesine veya çok çabuk öfkelenmesine neden olabiliyor.

Oyun bağımlılığı sonucu fiziksel şikayetler sıkça yaşanıyor, Bilişsel gelişim de olumsuz etkileniyor

Ekrana uzun süre maruz kalmak baş ağrısı, gözlerde yanma, bulanık görüş gibi sonuçları doğurabiliyor. Uzun süre sabit şekilde hareketsiz kalmak kas tutulmalarına, boyun, sırt ağrılarına ve karpal tünel sendromuna neden olabiliyor. Bağımlılık geliştiğinde çocuklarda oyuna daha fazla zaman ayırabilmek için öz bakım ve hijyen ihmali görülebiliyor.

Pek çok bağımlı çocukta oyun oyuna ara verememe nedeniyle öğün atlama, yetersiz beslenme veya oyun karşısında yemek yeme davranışı görülüyor. Uzun süre bu şartlar altında oyun oynamaya devam eden çocuklarda fizyolojik tepkiler de açığa çıkıyor. Uyku rutini bozuluyor, uyku kalitesi düşüyor.

Yetersiz uyku ve yetersiz beslenme ve hareketsizlik özellikle çocuk ve ergenlerin gelişimini olumsuz etkiliyor. Dolayısıyla çocuklarda hem fiziksel hem de bilişsel gelişim zarar görüyor. Yorgunluk, uykusuzluk ve beslenme eksikliği çocuğun doğrudan öğrenme kapasitesini olumsuz etkiliyor. Bu çocuklarda zaman yönetimi, dikkati sürdürme ve organize olma becerileri olumsuz etkilenmektedir. Dolayısıyla okul başarısı ve öğretimden alınan verim düşmektedir.

Çocuklar oyun oynamaya ara vermekte ve zamanı organize etmekte güçlük yaşadıkları için ödevlerini yapmakta zorlanırlar. Oyun bağımlılığı sonucu öz disiplin azalır. Üstelik çocuklar bu sorumluluk kaybının yol açacağı sonuçlardan kaçınmak için zamanla yalana da başvurabilirler. Düşük sınav sonuçlarının veya ödevlerini yapmamış olmasının nedeni olarak gerçek olmayan gerekçeler sunabilirler.

Hareketsizlik, yetersiz beslenme, yorgunluk ve uykusuzluk sonucu baş dönmesi, göz kararması, dikkat konsantrasyon güçlüğü görülebiliyor. Çocuklarda gerginlik, çabuk sinirlenme, dürtüsel davranışlar da görülebiliyor.

Bağımlılık sonucu empati zedeleniyor ve sosyal ilişkiler zayıflıyor

Sanal ortamda gereğinden fazla bulunmak özellikle çocuk ve ergenlerde empati yoksunluğuna da neden oluyor. Oyun bağımlılığı sonucunda çocuğun sosyal yaşamı da olumsuz etkilenmektedir.

Çocuklar oyun oynayabilmek için sadece derslerini, öz bakımlarını veya uyku, beslenme ihtiyaçlarını aksatmazlar. Aileleriyle geçirdikleri zamanı, arkadaşlarını, sosyal etkinliklere katılımlarını da aksatırlar. Dolayısıyla zamanla yalnızlaşırlar ve bu yalnızlık da bir süre sonra oyun oynama ihtiyacını körükler.

Oyun bağımlılığı maddi kayıpları da tetikliyor

Bir diğer olumsuz etki ise bağımlılığın maddi boyutudur. Oyun bağımlılığı sadece internet kullanımı ile sınırlı değildir. Çevrimiçi oyunlar özellikle bağımlılık düzeyindeki kullanıcıları sıklıkla oyun içinde güçlendirici eklentiler satın almaya yönlendirmektedir.

Kazanmayı kolaylaştıracak araçlar, koruyucu kıyafetler, silahlar veya fazladan oyun hakkı, can satın almak gibi. Sıklığı ve ayrılan bütçe artış gösterdikçe bağımlılığın maddi külfeti de artmaktadır. Alınan eklentilerin dışında oyun konsolu, kolu, çevrimiçi kulaklık, mikrofon gibi parçalarında sık sık yenilenmesi gerekebilmektedir.

Kimi çocuklar kaybetmeyi kabullenemeyip oyun içerisinde öfkelenebilmekte ve eşyalara büyük zararlar verebilmektedir. Aileler yaşadıkları üzüntü ve çaresizlik hissi ile çocuğun yol açtığı hasarı hemen gidermeye çalışabilmektedir. Tüm bunlar ailenin bağımlılık nedeniyle maddi sıkıntılar yaşamasına neden olabilmektedir.

Oyun Bağımlılığı Neden Gelişir?

Oyun bağımlılığı gelişmesinin altında birden fazla neden ve etken yer alabilmektedir. En büyük etken ailesel faktörlerdir. Aile içi iletişim eksikliği, hatalı ebeveyn tutumları, aile içi şiddet her tür bağımlılık gelişimini tetikleyebilir. Çocuk aile içerisinde veya sosyal yaşamında kendisini geride kalmış, ikinci planda hissediyorsa bağımlılık gelişebilir. Çocuk oyunda kazanarak sanal ortamda aradığı saygınlığı yakalayabilir.

Fiziksel görünümünden veya sosyal becerilerinden memnun olmayan bir çocuk sanal ortamda olmak istediği biri gibi davranabilir. Kendisini yarattığı sanal karakter gibi güçlü, başarılı ve beğenilen biri gibi hissedebilir. Bu duyguyu daha sık hissedebilmek için oyunda giderek artan şekilde daha fazla zaman geçirebilir. Baskıcı- otoriter tutumla yetişen veya aşırı korumacı ailede büyüyen çocuklar için kendi hayatlarının kontrolü ebeveynlerindedir.

Çocuk oyun içerisinde kontrolün tamamen kendisinde olduğunu hissettiğinde bu duygudan keyif alacaktır. Yoğun stres altında olan, sıklıkla olumsuz olaylara maruz kalan çocuk oyunu bir kaçış olarak görebilir.

  • Oyun olumsuz duygu ve düşüncelerden kaçmak için kullanılabilir.
  • Çocuk oyun aracılığı ile kendini bir grubun, topluluğun parçası gibi hissedebilir.
  • Sosyal beceri eksikliği çocuğun sanal arkadaşlıklarla arkadaş ihtiyacını karşılamasını sağlayabilir. Bu arkadaşlıktan alınan keyif bağımlılığı tetikleyebilir.
  • Rekabetçi kişilik oyun bağımlılığı gelişmesine neden olabilir.
  • Öz saygı ve özgüven eksikliği bağımlılığı tetikleyebilir.
  • Ailenin çocuğa yeterli zaman ayırmayışı, çocuğun ilgisiz kalması bağımlılığa yol açabilir.
  • Akran zorbalığı, fiziksel, duygusal veya sözel şiddete maruz kalmak oyunun değerini artırabilir.

Oyun Bağımlılığı Nasıl Önlenebilir, Ailelerin Çocuğa Yaklaşımı Nasıl Olmalı?

Öncelikle aileler çocuğun dijital oyun oynamasının önüne geçemeyeceklerini kabul etmeliler. Çocuğun teknoloji çağında internetten veya dijital kaynaklardan uzakta yetiştirilebilmesi mümkün veya sağlıklı değil. Çocuklar bu kaynakları oyun dışında öğrenmek, sosyalleşmek, araştırmak gibi pek çok faydalı amaçla da kullanabiliyor. Dolayısıyla burada çocuğu mahrum bırakmak veya cezalandırmak yerine çocuğa sağlıklı kullanım alışkanlığı kazandırmak gerekiyor.

Aile Bireyleri Çocuğa Sağlıklı Rol Model Sunabilmeli

Aileler çocuklarına öncelikle kendi dijital kaynak kullanımları ve oyun oynama davranışlarıyla rol model olmalılar. İnternet, telefon, televizyon karşısında gereğinden fazla zaman harcayan ebeveyn çocuk için olumsuz model oluşturacaktır. Ebeveynlerin veya diğer kardeşlerin oyuna zaaflarının olması, oyunla fazla zaman geçirmesi de çocuk için zararlıdır. Aile mutlaka çocuğa etkili zaman geçirme becerisi kazandırmalı ve fırsatlar sunmalıdır.

Çocuğun İlgi ve Beceri Alanları Keşfedilip Desteklenmeli

Çocuğun gerçek arkadaşlıklar kurabileceği, gerçek oyunlar oynayabileceği ortamlar oluşturulmalıdır. Çocuğun oyun dışında da ilgisini çekebileceği, becerilerini geliştirebileceği faaliyet alanları keşfedilmelidir. Sanata, müziğe, spora ilgisi veya becerisi varsa desteklenmelidir. Tiyatro, sinema, seyahat, kültür gezileri, sosyal aktiviteler, kurslar, atölye çalışmaları gibi faaliyet alanları araştırılmalıdır. Tüm etkinlikler çocuğun yaşıyla uyumlu olmalıdır. Aile aktivite planlarken mutlaka çocuğun da fikrini almalıdır.

Oyun Bağımlılığı Çoğunlukla Hatalı Ebeveyn Tutumlarının Sonucu Olarak Gelişmektedir

Hatalı ebeveyn tutumları varsa aile mutlaka tutumunu Hoşgörülü, destekleyici ve demokratik tutumla değiştirmelidir. Aile içi iletişim sorunları veya şiddet durumu söz konusu ise mutlaka psikolojik destek alınmalıdır. Aile içi iletişim sağlıklı düzeye taşınmalıdır. Çocuğun oyun seçimleri eleştirilmemeli ancak çocuğun yaşına, gelişimine uygun olmayan oyunlar çocukla değerlendirilmelidir. Çocuğun keyif alabileceği, gelişimine katkı sağlayacak oyun alternatifleri araştırılmalı ve çocuğun seçimine sunulmalıdır.

Oyun çocuklara ödül veya ceza olarak sunulmamalıdır. Çocuğun oyun süreleri belli olmalı, ne sıklıkla mola vermesi gerektiği takip edilmelidir. Çocuğun oyun oynama alışkanlığı üzerinde oto kontrol kazanması desteklenmelidir. Çocuk oyun oynamak için doğru zamanı, oyun oynama süresini, sıklığını belirleyebilir düzeyde kalabilmelidir.

Aileler, çocuklarında oyun bağımlılığı gelişmemesi için iletişim şekilleri, ebeveyn tutumları ile çocuklarının özgüvenini ve özsaygısını desteklemelidirler. Çocuk fiziksel, duygusal, bilişsel veya davranışsal sorunlar yaşıyorsa, arkadaş edinemiyor ve okul başarısı düşüyorsa mutlaka profesyonel destek alınmalıdır. Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Read More

Hayali arkadaş kavramı aile ve çevre tarafından çoğunlukla endişe verici bulunur. Oysa ki çocuğun dünyasında hayali bir arkadaşın varlığı oldukça sağlıklı ve normaldir. Ancak her çocukta hayali arkadaşlığın görülmemesi, ailelerin çocuklarının farklı olduğunu düşünmelerine neden olmaktadır. Sanılanın aksine çocuğun dünyasında hayal ürünü bir arkadaşın belirmesi çocuğun yaratıcılığının, hayal gücünün ve zekasının bir ürünüdür.

Pek çok açıdan çocuk için olumlu etkisi olan hayali arkadaşlığın görülme nedenleri, zamanı, sıklığı gibi değişkenler çocuktan çocuğa farklılık göstermektedir. Çoğunlukla hayali bir arkadaşın varlığı çocuğun yalnızlık çektiğini, sosyal ilişki kuramadığını düşündürür. Bir anlamda bu doğru olsa da çocuk yalnızlığıyla başa çıkmak için yaratıcılığını kullanmaktadır. Aynı zamanda gerçek bir arkadaşla kuracakları iletişimi hayali arkadaşı ile kurmaktadır.

Bu da çocuğun sosyal becerisinin olduğunu göstermektedir. Çocuk hayal gücüne, yaratıcılığa ve sosyal beceriye sahiptir ancak bunu kullanacak gerçek sosyal ortamlardan bir sebeple uzaktır. Bu uzaklığın nedeni ebeveyn tutumu, yaşanılan çevre ve koşullar olabilir. Pandemi, yaşanan çevrede akranların olmayışı, tek çocuk olmak gibi.

Dolayısıyla hayali arkadaş sahibi olmak çocuğun dünyasında oldukça doğal bir yaratımdır. Peki hayali arkadaşlık nedir ve neden gelişir? çocuklar bu arkadaşlığa neden ihtiyaç duyuyor? Hayali arkadaşa sahip olmak kaç yaşına kadar normal kabul edilir? Aileler bu arkadaşlık ilişkisine nasıl yaklaşmalılar? Yazımızın devamında detaylarıyla paylaşacağız.

Hayali Arkadaş Nedir?

Hayali arkadaş çocuğa, oyunlarında, eğlendiği veya korktuğu anlarda eşlik eden çocuğun duygu ve düşüncelerini paylaşabildiği zihinsel imgedir. Bu arkadaş çocuğun sevdiği bir çizgi karakter, okuduğu kitaplardan bir kahraman, sevdiği bir hayvan olabilir. Ya da bu arkadaş çocuğun daha önce hiç görmediği ve tamamen zihninden ürettiği bir kişi olabilir. Kimi zamanda çocuğun tanıdığı, sevdiği bir kişi olabilir.

Çocuk tanıdığı veya tanımadığı bu kişiye isim verir. Çocuk arkadaşına roller, duygu ve düşünceler yükler. Bunlar çoğunlukla çocuğa ait olan duygu ve düşüncelerdir. Çocuk, hayali arkadaşıyla zaman geçirirken tıpkı gerçek bir arkadaşlık ilişkisindeki gibi davranır. Kimi zaman birlikte eğlenir ve gülerler, kimi zaman ise anlaşamaz ve küserler. Arkadaşıyla sesli olarak sohbet edebilir, ona kızabilir. Nasıl olduğunu, neler yaptığını sorabilir.

Hayali arkadaşının dünyasında olup bitenle ilgili kendi ailesine bilgiler verebilir. Arkadaşının kardeşini, evcil hayvanını, yaramazlıklarını, ailesine anlatabilir. Bu öykülerin büyük çoğunluğunda çocuğun kendi hayat deneyimleri yer almaktadır. Bu sayede çocuk yaşantısının bir benzerini başka çocuklarında yaşadığını düşünerek rahatlar. Üstelik ailesinin veya çevresinin bu öykülere vereceği tepkiyle de kendini daha iyi veya daha kötü hissedebilir.

Çocuk hayali arkadaş aracılığıyla başa çıkamadığı çatışmaları, stresi, korku ve kaygıları dışa vurur. Üstesinden gelebilmek için arkadaşıyla sohbet eder, oyun oynar. Çocuğun zihninde kurduğu bu hayali arkadaşlık onun için son derece değerli ve gerçekçidir. Ancak bu arkadaş her zaman bir hayal ürünü de olmak zorunda değildir. Kimi zaman çocuk oyuncak bir bebeğini, pelüş ayısını ve benzeri de arkadaşı olarak seçebilir.

Oyunlarında bu oyuncağa arkadaşı olarak rol verir. Beraber masaya oturur, tuvalete gider. Ona da yemek yedirir, tuvaletini yaptırır. Alışverişe, parka onunla gitmek isteyebilir. Üşüdüğünü düşünüp üzerini örtebilir, uykusunun geldiğini söyleyip onu uyutabilir. Geceleri beraber uyumak isteyebilir.

Hayali Arkadaş Ne Zamana Kadar Normal Kabul Edilmeli?

Çocuğun dünyasında hayali arkadaş sembolik oyunun görülmeye başladığı 2 yaş dolaylarında açığa çıkar. Bu dönem aynı zamanda çocuğun dil becerisinin geliştiği ve kendini sözel olarak ifade edebildiği dönemdir. 2-7 yaş aralığında çocuklar sıklıkla veya ara ara hayali arkadaşlarından bahsedebilirler. Çocuğun birlikte oyun oynayıp sohbet edebileceği gerçek arkadaşları olmaya başladıkça hayali arkadaşın ortaya çıkma sıklığı da azalacaktır.

Kimi zaman bu gerçek arkadaşlığın yerini televizyon, tablet, telefon almaktadır. Bu durumda da çocuk oyun arkadaşı ihtiyacını ekran aracılığıyla yapay olarak doldurmaktadır. Ancak dijital ekran kullanımı çocuğun hem hayal dünyasını köreltmekte hem de interaktif etkileşim olmadığı için çocuk karşılığı olan bir ilişki geliştirememektedir. Bu durum da çocuğun sosyal gelişimini örselemektedir.

Bu nedenle dijital ekrana maruz kalma süresi özellikle ilk çocukluk döneminde sınırlı ve kontrollü olmalıdır. Çoğunlukla hayali arkadaşlar 6 yaş dolaylarında kendiliğinden kaybolurlar. Çocuk arkadaşının uzun bir tatile gittiğini ve artık gelmeyeceğini söyleyebilir. Artık görüşmediklerini veya küstüklerini söyleyebilirler. Çocuk direk hayali arkadaşından bahsetmeyi bırakıp gerçek arkadaşlarından bahsetmeye başlayabilir.

Hayali arkadaşlık 6-7 yaştan sonra hala devam ediyorsa mutlaka değerlendirme için profesyonel destek alınmalıdır.

Çocuklar Neden Hayali Arkadaş Edinir? Hangi Çocuklarda Bu Arkadaşlık Daha Sık Gözlenir?

Hayali arkadaşlık 2-7 yaş aralığındaki tüm çocuklarda görülebilir. Ancak görülme sıklığı aşağıdaki durumlarda daha fazladır;

  • İlk ve tek olarak büyüyen çocuklarda (çocuk evin ilk çocuğu, ev içerisinde başka kardeş ya da akran yok)
  • Hayal gücü gelişmiş, yaratıcılığı yüksek olan çocuklarda
  • Televizyon, tablet, telefon gibi dijital ekrana maruz kalma süresi sınırlı olan çocuklarda
  • Dışlanan, arkadaş edinemeyen veya arkadaşlık kurabileceği ortamlardan uzak kalan çocuklarda
  • Sosyal yönü güçlü olan ama sosyalleşme imkanı olmayan çocuklarda (okula gitme yaşı gelmemiş, okul öncesi eğitime başlamamış, yaşadığı çevrede akranı olmayan çocuklar)
  • Aşırı korumacı ebeveyn tutumları nedeniyle koruyup, kollanan çocuklarda
  • Eve yeni bir kardeş gelmesi, taşınma, boşanma, okul değişikliği, yas, travma gibi çocuğun stres yaşadığı durumlarda
  • Baskıcı-otoriter veya umursamaz, ilgisiz ebeveyn tutumlarıyla yetişen çocuklarda,
  • Pandemi nedeniyle sosyal ilişkilerin sınırlı olduğu ortamlarda büyüyen çocuklarda hayali arkadaş sıkça görülmektedir.

Hayali Arkadaş Edinmenin Çocuk İçin Faydaları Nelerdir?

Hayali arkadaşlık çocuğun dünyasında pek çok açıdan iyileştirici ve destekleyici rol oynuyor. Çocuk hangi konuyla ilgili hayali bir arkadaşa ihtiyaç duyuyorsa bu arkadaşlık çocuğun ihtiyacını doyuruyor. Hayali arkadaş edinmenin çocuk için faydalarını aşağıdaki gibi sayabiliriz.

  • Çocuklar bu arkadaşlık ile başa çıkma becerilerini geliştiriyor.
  • Hayal güçleri gelişiyor.
  • Olumsuz duygu ve düşüncelerini daha sağlıklı yollarla ifade etmeyi öğreniyorlar.
  • Hayali arkadaşlık aracılığıyla çocuklar korkularını, kaygılarını, olumsuz deneyimlerini ifade edebiliyorlar.
  • Daha kolay sosyalleşebiliyor, daha az içe kapanık oluyorlar.
  • Paylaşmayı, takımla uyum içerisinde olmayı öğreniyorlar.
  • Saldırganlık, öfke veya pasif agresif davranışlar daha az görülüyor.
  • Empati kurabiliyor, başkalarının da isteklerine ve duygularına saygı duymayı öğreniyorlar.
  • Daha özgüvenli, girişken davranışlar sergileyebiliyorlar.
  • Dili kullanma becerileri ve kelime hazineleri gelişiyor.
  • Karar verme, sorumluluk alma, sebep-sonuç ilişkisini öğrenme gibi kazanımlarda da çocuğa katkı sağlıyor.
  • Uyku düzeni, tuvalet eğitimi, yeme düzeni gibi önemli gelişim ve öğrenme evrelerinde çocuğun adaptasyonunu kolaylaştırıyor. Çocuk çok daha kolay rutin oluşturabiliyor.
  • Kardeş kıskançlığı, boşanmış ailede çocuk olmak, yas, travma gibi olumsuz deyimlerde çocuğun başa çıkmasını kolaylaştırıyor. Karanlık, yalnızlık, böcekler, hayvanlar gibi çocuğun varsa korkularının üstesinden gelmesine yardım ediyor.

Hayali Arkadaş Edinen Çocuğa Ailenin Yaklaşımı Nasıl Olmalı?

Aileler hayali arkadaşı kabul etmekte zorlanabilmektedir. Bu arkadaşlığın bir sorunun habercisi olduğuna yönelik inançları çocuğun hayaline karşı çıkmalarına neden olabilmektedir. Kimi aileler çocuğun arkadaşını yok sayar ve çocuğa da onun gerçek olmadığını ispat etmeye çalışırlar. Kimi aileler çocuğa kızıp, böyle şeylerden bahsetmesini yasaklamaktadır. Oysa hayali arkadaş fırsat verildiğinde çocuğun iç dünyasını görmenin, dinlemenin en verimli yoludur.

Aileler çocuğun arkadaşıyla ilgili anlattıklarını ilgiyle dinlemeliler. Bu arkadaşlıkla ilgili sorular sormak, arkadaşı tanımaya çalışmak oldukça önemlidir. Bu yaklaşım çocuğun dünyasını keşfetmenin dışında çocuğa da kendini iyi hissettirir. Çocuk yaptığı bir yanlışı, yaşadığı kötü bir deneyimi, korkusunu, kaygısını arkadaşının deneyimiymiş gibi ailesine anlatabilir. Kırılan bir oyuncağı için “Ben kırmadım, arkadaşım Eylül kırdı” diyebilir.

Kaybettiği bir eşyası için “ben kaybetmedim Eylül kaybetti” diyebilir. Küçük kardeşini kıskanan bir çocuk “Eylül’ün kardeşi var ve Eylül onu hiç sevmiyormuş.” Diyebilir. Burada aile cezalandırma, suçlama, utandırma, kızma gibi olumsuz yaklaşımlar sergilememelidir. Çünkü çocuk zaten bu duygu veya davranışının hissettirdiklerinden mutlu değildir. İçinde yaşadığı bu çatışmayla başa çıkmaya çalışmaktadır ve ailesinin ne tepki vereceğinden de korkmaktadır.

Ailenin olumsuz yaklaşımı çocuğun korkularının veya olumsuz düşüncelerinin daha da gelişmesine neden olacaktır. Eylül’ün kardeşini sevmiyor olmasına ailenin vereceği tepki çocuk için kendi kardeşiyle ilişkisini tayin edecektir. Ailenin çocuğa “Olur mu öyle şey, kardeş hiç sevilmez mi” demesi çocuk için hayal kırıklığıdır. Aile çocukla alay etmemeli, arkadaşına yönelik verdiği bilgilere gülmemeli veya imalarda bulunmamalıdır.

Aile çocuğun anlattıklarına saygı ve ilgi göstermeli, merak ettiğini ve inandığını çocuğa hissettirmelidir. Ailenin pozitif yaklaşımı çocuğun kendisini, duygu ve düşüncelerini değerli ve kabul edilebilir bulmasını sağlayacaktır. Çocuk ailenin tepkilerine göre ailenin de sınırlarını öğrenmiş olacak. “Arkadaşımın bu davranışı kabul ediliyorsa benim davranışım da edilebilir.” gibi.

Çocuk Psikolojisinde Oyun ve Oyuncağın Önemi ve Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuğun Hayali Arkadaşının Yerini Zamanla Gerçek Arkadaşlar Almalı

Aile çocuğun sosyalleşebileceği ortamlar yaratarak gerçek arkadaşlıklar kurmasına yardımcı olmalıdır. Okul öncesi eğitim, oyun grupları, parklar çocukların arkadaşlık edinmesi için elverişli ortamlardır. Yine çocuğun akranlarıyla bir arada olabileceği sosyal aktiviteler ve etkinlikler de planlanabilir. Çocuğun ilgi ve beceri alanlarına yönelik kurslar da arkadaşlık geliştirebilmesine destek olacaktır. Kardeş veya kuzenler, akran grubundan akrabalar da çocuğun sosyal etkileşim ihtiyacını karşılamasını sağlayacaktır.

İçerisinde bulunduğumuz pandemi koşulları nedeniyle çocukların sosyal etkileşim ortamları son derece kısıtlandı. Aileler bu dönemde ekstra güçlükler yaşayabiliyorlar. Bu dönemde ev içerisinde anne babanın ve varsa diğer aile üyelerinin çocukla etkin zaman geçirmesi de oldukça önemlidir. Oyun Terapisi Nedir? Çocuk ve Aileler için Faydaları ve Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Hayali Arkadaş Ne Zaman Zararlı Hale Gelir?

Çocuğun hayali arkadaş ilişkisi 6-7 yaşından sonra da devam ediyorsa aile çocuğun arkadaşına yönelik söylemlerini iyi değerlendirmelidir. Artık bu yaştan sonra çocuk gerçek arkadaşlıklar kurmalı, sosyal çevresinde akranlarıyla arkadaşlık geliştirebilmelidir. Eğer çocuk okulda veya yaşadığı sosyal çevre içerisinde arkadaşlık kuramıyorsa bir uzmandan destek almak düşünülmelidir. Çocuğun duygu, düşünce ve davranışları üzerinde hayali arkadaşının yönlendirici hükmü varsa destek alınmalıdır.

Çocuk, istenmeyen davranışlarda bulunuyor ve bunları hayali arkadaşının yaptırdığını söylüyorsa mutlaka bir uzmanla görüşülmelidir. Çocuğunuzun uzayan hayali arkadaşlığı varsa ve artık gelişimine zarar verdiğini gözlemliyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz. Aynı şekilde çocuğunuza hayali arkadaşlık konusunda nasıl yaklaşacağınızı bilmiyorsanız da ebeveyn olarak destek alabilirsiniz.

Aba psikoloji uzman kadrosu ile çocukluk çağı problemlerine yönelik çalışmalar yapmaktadır. Uzayan hayali arkadaş ilişkisi de çalıştığımız konular arasında yer almaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Hedefe göre sınava hazırlanmak veya sınav sonucuna göre hedef belirlemek sıklıkla karşılaşılan sınava hazırlanma yöntemleridir. Ancak bu yöntemlerden biri hazırlık sürecinin verimliliğini olumlu yönde etkilerken bir diğeri verimliliği düşürmektedir. Henüz hedef belirlememiş olan, hangi mesleğe yöneleceğini bilmeyen öğrenciler çoğunlukla sınav sonucuna göre karar vermektedir. Hedefe belirledikten sonra sınava hazırlanan öğrenciler ise performanslarını hedeflerine göre ayarlayabilmektedir.

Peki başarı elde etmek için hangisi daha doğru? Bu yazımızda sınava hazırlık sürecinde uygulanan her iki durumu da avantaj ve dezavantajlarıyla değerlendireceğiz. Başarılı ve Mutlu Bir Kariyer İçin Alan Seçimi Yaparken Dikkat Edilmesi Gerekenler ve “Hangi Mesleği Seçmeliyim Bilmiyorum!” Karar Verme Sürecinde Dikkat Edilmesi Gerekenler Neler? yazılarımıza da bakabilirsiniz.

Sınav Sonucuna Göre Hedef Belirlemek

Sınav sonucuna göre hedef belirlemek sınava hazırlık sürecinde iki farklı etkiye neden olabiliyor. Bir kısım öğrenciler sınava hazırlık yaparken hangi mesleğe yöneleceğine karar vermekte zorluk yaşıyor. Ancak seçimleri her ne olursa olsun kendileri için doğru olanı ve iyi bir eğitim alabilecekleri üniversiteyi seçmek istiyorlar. Dolayısıyla da sınava hazırlanırken üniversiteyi ve bölümü seçebilecekleri puanı almaya yönelik çalışıyorlar.

“Puanım ne kadar yüksek olursa seçimlerimde o kadar özgür olurum.” Düşüncesiyle hareket ediyorlar. Bu bakış açısı motivasyonlarını, dikkat sürelerini veya zaman yönetimi gibi başarıyı etkileyen faktörleri olumlu yönde etkiliyor. Bu noktada da hedefe göre sınava hazırlanmak ile aynı etkiye yol açıyor.

Ancak bir yanda da herhangi bir hedefi veya geleceğe yönelik beklentisi olmayan öğrenciler var. Ailelerin meslek seçimi konusunda baskıcı tutumu, ailenin beklentileriyle öğrencinin isteklerinin uyuşmaması da buna neden olabiliyor. Dolayısıyla belirsizlik, hedefsizlik ve aileyle yaşanan çatışmalar sınava hazırlık sürecini ve sınav sonucunu olumsuz etkiliyor. Öğrencinin içsel motivasyonu düşüyor, dikkat ve konsantrasyon güçlükleri yaşanıyor.

Zaman yönetimi zorlaşıyor, verimlilik azalıyor, erteleme davranışı alışkanlık haline gelebiliyor. Sınav yaklaştıkça yeterli hazırlığı olmayan ve sonuca yönelik olumsuz düşünceleri olan çocuklarda sınav kaygısı gelişiyor.

İçsel Motivasyon Düşüyor

Yetersiz motivasyon başarıyı ve üretkenliği engelleyen en büyük etkenlerden biridir. Kariyerinde başarı elde etmek isteyen her yaştan bireyin performans gösterebilmesi için motivasyona ihtiyacı vardır. Harekete geçmek için ihtiyaç duyulan içsel güç ve motivasyona ancak doğru adımlar uygulanarak sahip olunabilir.

Hedefsizlik veya yanlış hedefe yönelmek, özgüven eksikliği, zamanı verimli kullanamamak, fazla iş üstlenmek, işleri ertelemek motivasyon kaybına yol açmaktadır. Ayrıca performansımıza ve potansiyelimize yönelik olumsuz duygu ve düşüncelerimiz, kendimizi daha iyisine layık görmememiz de motivasyonumuzu zedelemektedir.

Bireyin beklentileriyle, hayalleriyle uyumlu, karakteriyle örtüşen, ilgi, beceri alanlarına hitap eden hedefinin olması motivasyonunu artıracaktır. Hedef belirlerken kendi seçimimizi yapabiliyor olmamız, hayatımızla ilgili karar mekanizmasını elimizde tutmamız önemli. Bir hedef kişinin kendisiyle ne kadar örtüşürse o hedefe ulaşma arzusu o kadar yüksek olacaktır. Bu sayede hedefe giden yolda karşılaşılacak engelleri aşmak, yorgunlukla baş etmek ise daha kolay olacaktır. Dolayısıyla da hedefe göre sınava hazırlanmak öğrenciler için avantaj sağlıyor.

Bu nedenle doğru hedef belirlemek motivasyon için oldukça önemlidir. Ancak doğru hedef belirlemekle herhangi bir hedef belirlemek aynı şey değildir. “Üniversite okumayı istemek” bir hedeftir. Ancak bu hedef kişi için yeterli motivasyonu taşımamaktadır. Yeterince yapılandırılmamış bir hedef ise en ufak bir olumsuzlukta motivasyon eksikliği kaynağı olacaktır.

Motivasyon Eksikliği Nedenleri, Sınava Hazırlanırken Motivasyon Artırma Teknikleri ve Motivasyon ve Pygmalion Etkisi yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Dikkati Odaklamak ve Dikkat Dağıtıcılarla Başa Çıkmak Zorlaşıyor

Herhangi bir hedefi olmayan öğrenciler için sınava tempolu bir disiplin içerisinde hazırlanmak kolay değil. Sınava hazırlık süreci maraton koşmak gibidir. Bu maraton başarılı olmak isteyenler için disiplinli çalışmayı ve günden güne tempoyu artırmayı gerektirir. Ancak hedefi olmayan bireylerde disiplin sağlamak veya tempoyu artırmak için kişiyi harekete geçirecek motivasyon eksiktir. Dolayısıyla dikkat kolayca dağılabilir.

Uzun süre dikkati verimli şekilde sürdürmek, dikkat dağıtıcılarla başa çıkmak da kolay olmayacaktır. Böyle bir durumda öğrencilerde sıklıkta erteleme davranışı görülmekte ve bir alışkanlık haline gelebilmektedir. Erteleme alışkanlığı konuların birikmesine ve sınav yaklaştıkça zaman baskısının artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla da hedefe göre sınava hazırlanmak öğrenciler için avantaj sağlıyor.

LGS’ye Hazırlanırken Dikkat Dağınıklığı İle Başa Çıkma Önerileri, Dikkat Egzersizleri ile Verimli Ders Çalışma ve Sınava Hazırlanırken Dikkati Toparlamak İçin Yardımcı Teknikler yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Zaman Yönetimi Becerisi Olumsuz Etkileniyor

Hedefsizlik beraberinde zaman yönetimi güçlüklerini getiriyor. Dikkat dağıtıcılarla baş etmek, keyfi öteleyememek verimli zaman kullanımını zorlaştırıyor. Öğrenciler “nasılsa daha çok zaman var” düşüncesiyle veya “çalışsam da istediğim bölümü seçemeyeceğim.” Ve benzeri nedenlerle çalışmayı öteliyorlar. Dolayısıyla sınav yaklaştığında biriken konuları yetiştirmek, konular yetişse bile yeterli soru pratiği geliştirmek mümkün olmuyor.

Zamanı yönetemeyen öğrencilerde çoğunlukla sınav kaygısı gelişiyor. Yetersiz hazırlık ve sınav kaygısı birleştiğinde öğrencilerde sınava yakın veya sınav sonrası süreçte gelecek kaygısı açığa çıkıyor. Dolayısıyla da hedefe göre sınava hazırlanmak öğrenciler için daha büyük avantaj sağlıyor. Zaman Baskısı Yaşamamak İçin Etkili Zaman Yönetimi Teknikleri ve LGS Yaklaşıyor Etkili Zaman Yönetimi ile Eksiklerinizi Tamamlayabilirsiniz yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Gelecek Kaygısı Artıyor ve Sınav Kaygısı Gelişiyor

Gelecek kaygısı belli bir hedefi olmayan, karar vermekte zorlanan çoğu bireyde görülüyor. Öğrenciler hedef belirlemekte zorlansalar da iyi bir gelecek için iyi bir kariyer inşa etmeleri gerektiğini biliyorlar. Sahip oldukları potansiyele yeterince inanmamaları, hedeflerinin olmayışı, yeterli imkana sahip olmadıklarını düşünmeleri öğrencilerin motivasyonlarını düşürüyor. Gelecek Kaygısı Meslek Seçimini Etkiliyor ve Üniversite Öğrencilerine Gelecek Kaygısı ile Başa Çıkma Önerileri yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sınav kaygısı ise çoğunlukla ailenin ve çevrenin gerçekdışı beklentileri sonucunda açığa çıkıyor. Öğrenci bu beklentileri karşılamak istemiyor veya karşılayabileceğine inanmıyor. Hayal kırıklığına uğratmak istemeyen veya başarısızlığı kişiliğe atfedilen bir değer olarak gören gençler kaygı yaşıyor. Ayrıca sınava yetersiz hazırlık yapmak ve hedef belirlememek de sınav kaygısını besliyor. Dolayısıyla da hedefe göre sınava hazırlanmak öğrenciler için avantaj sağlıyor.

Gençler Neden Sınav Kaygısı Yaşıyor? Ve Sınav Kaygısı Sınav Başarısı İçin Faydalı Hale Nasıl Getirilir? yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Hedefe Göre Sınava Hazırlanmak

Hedefe göre sınava hazırlanmak bireyin performansını ve motivasyonunu doğrudan etkiliyor. Belirlenen hedef öğrencinin potansiyeliyle ne kadar uyumluysa alınan sonuçtan memnuniyet de o kadar fazla oluyor. Belli bir hedefi olan öğrenci sınava hazırlık sürecini stratejik şekilde planlayabiliyor. Zamanı yönetmekte, dikkat dağıtıcılarla başa çıkmakta zorluk yaşamıyor. Hedefi olan ve bu hedefe ulaşmayı arzu eden öğrenciler içsel motivasyon geliştiriyor.

Sınava hazırlık sürecindeki zorluklar veya aksaklıklar performanslarını etkilemiyor. Aksine hatalarından ders alarak daha başarılı olmak için organize olabiliyorlar. Ancak burada da önemli bir ayrım var; “belirlenen hedef öğrencinin kendi hedefi mi? Bu hedefi belirlerken nelere dikkat edildi? İyi bir kariyer planlaması yapıldı mı?”

Eğer belirlenen hedef öğrencinin hedefi değil de ailenin veya okulun yönlendirmesi ise başarı oranı düşüyor. İyi bir hedef belirlemek için mutlaka bireyin karakterine, ilgi ve becerilerine, ihtisas alanına bakmak gerekiyor. Ancak bu koşullar değerlendirilerek bir hedef belirlendiğinde doğru bir yönelim yapılabilmiş oluyor. Hedefe göre sınava hazırlanmak amaca ulaşmayı kolaylaştırıyor. Ancak öğrencilerin meslek seçimi yaptığı dönem oldukça zorlu bir dönem.

Ergenlik, meslek seçimi, okul başarısı gibi pek çok zorlayıcı faktör kişinin karar verme sürecini etkiliyor. Dolayısıyla pek çok öğrenci için sonucu görmeden bir hedefe yönelmek zor olabiliyor. Bu durumda da öğrencilerin mutlaka sınav sonrası rahat tercih yapabilmesini ve yerleşme olasılığını artıracak oranda plan almayı hedeflemesi gerekiyor.

Hedefe Göre Sınava Hazırlanmak için Kariyer Danışmanlığı Alabilirsiniz

Sınava hazırlık sürecinde kariyer danışmanlığı almak hedefe göre sınava hazırlanmak dışında akademik başarıyı ve kariyer gelişimini destekliyor. Aba Psikoloji olarak uzman kadromuzla danışanlarımıza ihtiyaç duydukları konularda psikolojik destek sağlıyoruz. Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz.

 

Read More

Pedagog ve çocuk psikoloğu arasındaki farklar çoğu ebeveyn tarafından bilinmemektedir. Çocuk psikiyatri alanı da merak edilmektedir. Aileler özellikle çocuklarını bir uzmanla görüştürmeye ihtiyaç duyduklarında tercih yapmakta zorluk yaşamaktadır.

Aileler söz konusu çocukları olduğunda tüm seçimlerinde en iyiyi tercih etmeye özen gösterirler. Bu özen özelliklede söz konusu çocuğun hayatına doğrudan etki edecek konularda daha da ön plana çıkmaktadır. Okul, öğretmen, doktor, psikolog, psikolojik danışman gibi. Çünkü tüm bu saydıklarımız çocuğun gelişiminde aile ve kimi zaman aileden çok daha büyük etkilere sahiptir.

Çocuğun gelişiminin doğru yönlendirilmesinde, varsa yaşadığı zorlukların üstesinden gelinmesinde, doğru teşhis ve tedavinin uygulanmasında doğru kişilerle çalışmak oldukça önemlidir. Bu nedenle aileler çoğunlukla seçim yaparken zorlanmakta, referans aramakta bu süreçte de kimi zaman geç kalabilmektedirler. Oysa çocuklarla ilgili pek çok konu ihmal sonucunda tedavi süresinin uzamasına neden olmaktadır.

Tedavinin uzamasının yanı sıra çocuğun çocukluk yılları da pek çok alanda zorlanım yaşadığı yıllara dönüşmektedir. 2 yaş itibariyle çocukların benlik gelişimi başlamaktadır. 2 yaş sendromu, tuvalet eğitimi, kardeş kıskançlığı, okul fobisi ve benzeri çocukluk çağı sorunları görülmektedir. Bu nedenle ailelerin çocuk psikolojisi üzerine bilgi edinme ihtiyacı artmaktadır.

Pedagojik kitaplar, deneyimli başka ailelerin önerileri bir noktaya kadar ailelerin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ancak başa çıkmakta ve yönetmekte zorluk yaşanan çocukluk çağı problemlerinde ailelerde profesyonel destek ihtiyacı doğmaktadır. İhtiyaç halinde ise ailelerin sorduğu ilk soru “çocuğumu hangi uzmana götürmeliyim?” olmaktadır.

Peki çocuğun yaşadığı ve ailenin farkına vardığı bu sorunu bir pedagog mu, çocuk psikoloğu mu yoksa çocuk psikiyatristi mi çözebilir? Bu 3 ayrı branş birbirinin işini yapabilir mi veya hangi noktalarda birbirlerinden ayrılır? Uzman seçerken aileler en çok nelere dikkat etmelidir? Yazımızda tüm bu konularla ilgili merak ettiklerinize ulaşabilirsiniz.

Pedagog, Çocuk Psikoloğu ve Çocuk Psikiyatristi Kimdir?

Halk arasında sıklıkla birbirinin yerine kullanılsa da pedagog ve çocuk psikoloğunun iş tanımı aynı değildir. Dolayısıyla yaptıkları iş gibi aldıkları lisans eğitimleri de birbirinden farklıdır. Çocuk psikiyatristleri de çocukla çalışmasına rağmen görev, yetki ve uygulama açısından oldukça farklıdır.

Pedagog Kimdir, Ne İş Yapar?

Pedagog, kelime anlamı itibariyle eğitim bilimcidir. Ülkemizde 1982 yılı öncesinde üniversitelerde Pedagoji bölümü yer almaktaydı ve buradan mezun olanlara pedagog unvanı verilmekteydi. Bu unvan günümüzde hala kullanılsa da 1982’de çıkan yasa ile artık pedagoji mezunu verilmemektedir. Dolayısıyla çocuk eğitim bilimcisi anlamına gelen bu unvana sahip bireyler bir psikolog veya psikiyatrist değildir. Çocuklarda görülen psikolojik problemlerle çalışma yetkileri yoktur.

Günümüzde pedagog olmak için doğrudan eğitim alınabilecek bir lisans programı bulunmamaktadır. Öncelikle üniversitelerin Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik veya Çocuk Gelişimi bölümlerinden lisans derecesi ile mezun olunmalıdır. Ardından psikoloji bölümünde yüksek lisans veya doktora yapılması gerekmektedir.

Pedagoglar okul ortamında psikolojik danışman ve rehber olarak çalışabilirler. Öğrencilerin eğitim süreçlerinin daha verimli olması için çalışmalar yaparlar. Uyguladıkları test ve envanterlerle öğrencilerin bilişsel gelişimlerini takip edebilirler. Dikkat dağınıklığı, uyum ve davranış sorunları, çocukluk çağı sorunlarıyla ilgili tespitlerini aile, öğretmen ve okulla paylaşabilirler. Böylece tanı ve tedavi için aileyi erkenden yönlendirebilirler.

Ailelere, öğretmenlere çocukla nasıl iletişim kurulması gerektiğiyle ilgili rehberlik yapabilirler. Okul çağı sorunlarına yönelik çocukla çalışabilirler. Bireysel çalışmaların yanı sıra grup çalışmaları yapabilirler. Eğitim materyallerini, kitapları, afişleri, öğrencilere sunulan basılı veya dijital tüm içerikleri pedagojik açıdan değerlendirebilirler. Resmi kurumlar için rapor hazırlayabilirler. Okul öncesi eğitim kurumlarında, özel sektörde, okullarda ve KPSS’ye girerek devlet kurumlarında çalışabilirler.

Çocuklara ve ailelere danışmanlık yapabilir, eğitimler verebilirler. Sertifikasyonuna katıldıkları testlerin uygulayıcısı olabilirler. Çocuklarda Mahremiyet Eğitimi, Çocuklarda Sosyal Beceri ve Ailenin Etkisi, Çocuklarda Regresyon ve Nedenleri ve Başarılı Çocuklar Yetiştirmek İçin Ödüllendirme Nasıl Olmalı? yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuk Psikoloğu Kimdir, Ne İş Yapar?

Pedagog ile çocuk psikoloğunun sıklıkla karıştırılması gibi çocuk psikoloğu ile çocuk psikiyatristleri de karıştırılmaktadır. Çocuk psikoloğu ile psikiyatristi eğitim alt yapıları, yetki ve uygulama alanları açısından farklılık göstermektedir.

Çocuk psikoloğu olmak için üniversitelerin Eğitim veya Fen Edebiyat fakültelerinden mezun olmak gerekir. Ardından mutlaka çocuk gelişimi ve gelişim psikolojisi üzerine yüksek lisans ve/veya doktora yapmak gerekmektedir. Psikiyatristler ise tıp fakültesinden mezun olmaktadır ve bu noktada da en önemli ayrışma sağlanmaktadır. Çocuk psikoloğu tanı koymaz veya tedavi amacıyla ilaç yazamaz. Tanılama ve ilaç tedavisi çocuk psikiyatrisinin yetkisindedir.

Çocuk psikologları bireysel görüşme, aile görüşmesi yapabilir. Oyun terapisi, resimlerle çalışma, kum terapisi, test ve envanter uygulamaları ile çocukla çalışabilir. Kukla, masal terapi gibi yardımcı çalışmalardan faydalanabilir. Psiko eğitim ve psikoterapi uygulamaları yapabilirler. Bu nedenle çocukla ilgili tüm psikolojik süreçlerde aileler çocuk psikoloğu ile görüşebilir. Eğer psikiyatrik bir tedavi gerekliyse psikolog, psikiyatrist yönlendirmesi yapacaktır.

Aynı şekilde psikiyatristler de çoğunlukla tanılama sonrasında ilaç tedavisi ile birlikte psikoterapi için çocuk psikoloğuna yönlendirme yapacaktır.

Çocuk psikoloğu hangi konular üzerine çalışır;

  • Bağlanma sorunları,
  • Ayrılık anksiyetesi,
  • Okul fobisi,
  • Alt ıslatma sorunları (Enürezi, Enkoprezi)
  • Kardeş kıskançlığı,
  • Dikkat eksikliği ve Hiperaktivite,
  • Öğrenme güçlükleri,
  • Uyum ve davranış problemleri,
  • Kaygı ve korkular,
  • Yas,
  • Sözel, fiziksel, duygusal ve cinsel İstismar,
  • Benlik gelişimi, özgüven, özsaygı üzerine çalışmalar,
  • Psikolojik konuşma bozuklukları,
  • Tikler,
  • Yeme bozuklukları,
  • Uyku bozuklukları,
  • Boşanmış aile ve çocuk,
  • Hatalı ebeveyn tutumları,
  • Aile içi iletişim kazaları ve şiddet,
  • Travma,
  • Akran zorbalığı,
  • Sosyal anksiyete,
  • Tırnak yeme,
  • Depresyon,
  • Okul başarısızlıkları,
  • Gelişim dönemlerine yönelik sorunlar, 2 yaş sendromu, tuvalet eğitimi, memeyi bırakma, yatak ayırma gibi. Çocuklarda Tuvalet Eğitimi ve Ailelere Öneriler, Kıyaslama ve Rekabet Çocukları Nasıl Etkiliyor? Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Sınav kaygısı gibi bebeğe, çocuğa ve ergene yönelik tüm konularla çocuk psikoloğu çalışabilir. Bu konuların büyük bir kısmı pedagog eşliğinde de çalışılabilir. Ancak peadagogların çalışma alanı danışmanlık ve eğitim üzerinedir. Psikolojik teşhis ve tedavi için mutlaka çocuk psikoloğu ile çalışılmalıdır. İlaç tedavisi ise sadece psikiyatrlar tarafından yapılabilmektedir.

Çocuk psikologları okul öncesi eğitim kurumlarında, okullarda, hastanelerde çalışabilmektedir. Rehberlik ve araştırma merkezlerinde, rehabilitasyon merkezlerinde ve çocuk esirgeme, sosyal hizmetler gibi devlet kurumlarında çalışabilmektedirler. Kendi danışmanlık merkezlerini açabilir, bir psikiyatrist eşliğinde de çalışabilirler.

Oyun Terapisi ve Çocukluk Çağı Problemleri ve Çocukluk Depresyonu İhmal Edilmemeli!, Fiziksel, Duygusal, Sözel Şiddete Maruz Kalmak Çocuğun Dünyasını Nasıl Etkiliyor? Yazılarımızdan da faydalanabilirsiniz.

Çocuk Psikiyatristi Kimdir, Ne İş Yapar?

Pedagog ile çocuk psikiyatristi arasında oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Çocuk psikiyatristi tıp eğitimini tamamlamış ve ardından çocuk-ergen ruh sağlığı alanında uzmanlaşmış kişidir. Çocuğun ruhsal, bilişsel, akademik ve sosyal alanlardaki tüm zorlukları çocuk psikiyatrisinin kapsamındadır. Çocuk psikologları da bu kapsamda çalışmaktadır ancak psikiyatristin en önemli farkı gerekli olması halinde reçete yazabilecek yetkiye sahip olmasıdır.

Tanı koyma ve ilaç yazma yetkisi sadece psikiyatriste aittir. Çocuk psikiyatri doktoru aynı zamanda tanı koymak için klinik gözlemin dışında kan tahlili, radyolojik tetkik ve görüntüleme talep edebilir. Hastanede yatış kararı alabilir. Çocuğun eğitim şekline veya alması gereken raporlara yönelik resmi yazı yazabilir, yönlendirme yapabilir. Psikiyatrist psikoterapi eğitimi alması halinde tanı ve ilaç tedavisinin yanı sıra psikoterapi de uygulayabilir.

Psikiyatristlerin tanı koyduğu ve sıklıkla çalıştığı konular aşağıdaki gibidir. Gerekli durumlarda çocuk psikoloğu ile ortaklaşa çalışmaktadırlar.

  • Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
  • Otizm
  • Teknoloji ve internet de dahil olmak üzere tüm bağımlılık türleri
  • Depresyon
  • İntihar düşünceleri ve girişimleri
  • Kaygı (sosyal anksiyete, sınav kaygısı gibi)
  • Yalan söyleme hastalığı
  • Travma
  • Fobiler
  • Psikosomatik şikayetler
  • Uyum ve Davranış Bozuklukları
  • Öğrenme bozuklukları (Disleksi vb)
  • Obsesif kompulsif bozukluk (takıntılar)
  • Tik bozukluğu
  • Okul fobisi
  • Kişilik sorunları
  • Uyku sorunları
  • Gelişimsel gerilik
  • Alt ıslatma, dışkı kaçırma, organik olmayan kronik kabızlık (Enkoprezis, Enürezis)
  • Yeme problemeleri (Anoreksiya, bulimia gibi)
  • Konuşma bozuklukları (Kekemelik, geç konuşma vb)
  • Akran zorbalığı
  • Cinsel gelişim ve cinsel kimliğe yönelik, cinsellikle ilgili sorunlar
  • Dissosiatif bozukluk
  • Zeka geriliği
  • Üstün zekalılık
  • Psikoz (şizofreni vb) ve bipolar bozukluklar
  • Genetik kökenli psikolojik rahatsızlıkların takibi ve teşhisi

 

Düşük Akademik Başarının Nedeni Öğrenme Güçlüğü Olabilir, Öğrencilikte Obsesif Kompulsif Bozukluk yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Pedagog, Psikolog ve Psikiyatrist Seçiminde Dikkat Edilmesi Gerekenler

Özellikle büyük şehirlerde çocuklar apartman dairelerinde akranlarından uzakta sınırlı sosyal etkileşim içerisinde büyümektedir. Çoğunlukla anne ve babanın çalışıyor olması, çocuklarla beraber geçen zamanın azalmasına neden olmaktadır. Aileyle yeterli zamanı geçiremeyen, akranlarıyla sosyalleşemeyen, teknoloji ve dijital kaynakların etkisi altında kalan çocukların psikolojik destek ihtiyacı duyması kaçınılmazdır. Bu nedenle ailelerin erken yaşlardan itibaren çocuklarına psikolojik destek sunması önemlidir.

Bir çocuğun psikolojik destek alması için büyük sorunlarının, uyum ve davranış problemlerinin, travmalarının olması gerekmez. Çocuğun güçlü ve zayıf yönlerinin belirlenmesi, ilgi, beceri alanlarının keşfedilmesi, gelişiminin desteklenmesi için de gereklidir. Kimi zaman ailenin karakteristik özellik olarak ele aldığı davranışlar psikolojik sorunların belirtisi olabilir.

Ailenin gözünden kaçan pek çok konu psikolojik destek sonrası açığa çıkabilmektedir. Bu nedenle ihtiyaç olsun veya olmasın çocukların düzenli olarak psikolojik danışmanlık hizmetinden faydalandırılması önerilmektedir. Bu doğrultuda okul öncesi kurumlarda ve okullarda yer alan psikolojik danışman ve psikologlardan destek alınabilir. Belediyelerde, özel hastanelerde, devlet hastanelerinde, özel danışmanlık merkezlerinde görev alan pedagog ve/veya psikologlardan destek alınabilir.

Ancak aileler mutlaka bir uzman seçerken uzmanın eğitim geçmişine, çalışma alanlarına ve mesleki tecrübesine bakmalıdır. İyi bir pedagog, psikolog veya psikiyatrist iyi bir eğitimin dışında danışanına güven veriyor olmalıdır. Özellikle ücretli danışmanlık alınacaksa mutlaka uzmanla ön görüşme yapılmalı ve çocuğun problemi onun çalışma alanını kapsıyor mu öğrenilmelidir. Bu ön görüşme maddi kayıp yaşamamak ve zaman kaybetmemek için önemlidir.

Ayrıca çocuğun da birden fazla kişiyle görüşmesinin, tekrar tekrar aynı sürece maruz kalmasının önüne geçilir. Her uzmanın çalışma konusu ve çalışma grubu farklı olabilir. Bir pedagog ağırlıklı okul öncesi grubuyla çalışırken diğeri okul çağı çocuklarına yönelik daha deneyimli olabilir. Dolayısıyla bilgi sahibi olmak tedavi sürecinde yetkin olmak için yeterli değildir.

Pedagog, psikolog veya psikiyatrist arayışı içerisindeyseniz ön görüşme için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Aba Psikoloji olarak uzman kadromuzla danışanlarımıza ihtiyaç duydukları konularda psikolojik destek sağlıyoruz. Uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız psikolojik yöntemlerle danışanlarımızı daha iyi akademik sonuçlar alabilecekleri şekilde yönlendiriyoruz.

Read More