Bağımlılıklardan nasıl kurtulabileceğimiz karmaşık bir konudur. Çoğu kişi bağımlılıklarından kurtulmak istemesine rağmen bu davranışın önüne geçmekte zorlanır. Diğer davranışlarımızdan farklı olarak bağımlılık dediğimiz şeyin biyolojik ihtiyaç haline dönüştüğü gözlemlenmektedir. Esasında bağımlılık terimi de bir “maddeye” bağımlı olmaktan gelir. Vücudun kendi kendine ürettiği hormonların dışarıdan alınan madde yoluyla afallamasıyla, hatta bir nebze bozulmasıyla bağımlılıklar meydana gelir diyebiliriz. Sonucunda biyolojisi bozulan kişiler dışarıya bağımlı hale gelirler. Bunun kötü tarafı ise basit görünen bir alışkanlığın büyük tehlikelere yol açabileceği gerçeğidir. Bağımlıların hayattan koptuğu,  ilişkilerinin bozulduğu, depresyona girdikleri, intihar ettikleri ya da aldıkları yüksek doz yüzünden hayatlarını yitirdikleri sıkça görülür.

Bağımlılıklardan Nasıl Kurtuluruz? Bağımlılığınızı Kabul Edin

Her şeye başlamadan önce bağımlılığın farkında olmak öncelikli adımdır. Diyelim ki çok sevdiğiniz bir yakınınızı bağımlılıklardan nasıl vazgeçireceğiniz üzerinde kafa patlatıyorsunuz fakat kendi bağımlılığını kabul etmiyor. Bu durumda değişim için adım atılamayacaktır. Özellikle internet bağımlılığı söz konusu olduğunda gün içerisinde aktif kullanılması, ihtiyaç haline gelmesi nedeniyle insanlar bunu bir bağımlılık olarak görmemektedir. Çoğu kişi internette ne kadar çok vakit geçirdiğinin farkında bile değildir. İçki, uyuşturucu ya da sigara söz konusu olduğunda inkar evresiyle karşılaşma ihtimalimiz yüksektir. Aslında kişiler bağımlı olduklarını içten içe bilirler ama bunu kabul edemez, kendilerine bile itiraf edemezler. Her şeyin başı kişinin bağımlılığını bilmesi, kabul etmesinden başlar. Kabul etme evresini genelde bırakma isteği de takip edecektir. Çünkü kişi bağımlı olduğunu itiraf edebildiğine göre bunun kendisine zarar verdiğini de kabul etmiş sayılır. Bu noktada değişim için çalışmak mümkün hale gelir.

Bağımlılığınızın Nedeninin Keşfedin

Kabul evresinden sonra “Bağımlılıklardan nasıl vazgeçeceğim?” sorusundan önce neden bu bağımlılığa sahibim üzerine çalışılmalıdır. Bir bağımlılığa sahip olma sebepleri göründüğünden daha komplekstir. Altında yatan nedeni bulmak için düşünmek gerekir. Bağımlılıkların altında yatan nedenler ya da başlamasına neden olan faktörler sıklıkla duygusal ve psikolojik faktörlerdir. Örneğin alkol bağımlılığının en sık görülen sebeplerinden biri sosyal ortamlardaki utangaçlığı kırmak, sosyalleşmektir. Alkol aldıktan sonra daha rahat konuşabildiklerini gören kişiler içmeye utangaçlıklarını kırmak için başlarlar ancak sonra işler değişir. İçilen miktara karşı gün geçtikçe direnç kazanılır ve tekrardan rahatlama etkisini elde etmek için kişi gün geçtikçe miktarı arttırır. Alınan doz ve süreç arttıkça bağımlılık haline gelmeye başlar. Mutsuz hissetmek, çözülemeyen problemler, yoksulluktan gelen çaresizlik hissi gibi faktörler diğer bağımlılığı tetikleyici duygusal ve psikolojik faktörlerdendir. Burada önemli olan kişinin kullanımında tetikleyici olanı bulmasıdır. Neyin kullanıma sebep olduğu bulunursa problemi çözmek kolaylaşacaktır.

Alışkanlıklarınızı Değiştirin

Neyin kullanıma sebep olduğunu öğrendiğimize göre bu yıpratıcı alışkanlığı değiştirmek için son adıma geçebiliriz. Bağımlılıklardan nasıl kurtulacağımın cevabı alışkanlıklarınızı değiştirmekte gizlidir. Bu noktada iki şeye odaklanmak gerekir. Bu alışkanlığınıza sürükleyen tetikleyiciyi başka yollarla tatmin etmek ve bağımlılığı anımsatan ipuçlarından uzaklaşmak önemlidir. Sigara bağımlısı bir birey üzerinden düşünelim. Farz edelim ki bağımlılığını tetikleyen/başlatan neden stresli bir iş hayatına sahip olması. Her stresli olduğunda bu kişi sigara arayışına girecektir. Stresli dönemlerinde de kullanımını arttıracaktır. Bu koşullarda tetikleyicisi ,stresi, dindirmek için başka, sağlıklı yollar bulması etkili olacaktır. Örneğin stres anında sigara içmek yerine spor yapmaya yönelmek kişiye hem iyi gelecektir hem de kişi sigara içmekten uzaklaşacaktır. Sigara içmenin yerine spor yapmak gibi sağlıklı bir alışkanlık koyarak alışkanlıklarını değiştirmek etkili bir çözümdür. Öte yandan kişiye hala bağımlılığını hatırlatan ipuçları olabilir. Örneğin kahveyle sigara içme alışkanlığı olan birinin her kahve içtiğinde canı sigara ister. Bu durumda sigarayı anımsatan kahveyi azaltması faydalı olacaktır.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca farklı konular hakkında özenle hazırlanmış videolara ulaşmak için Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalına ulaşabilirsiniz.

Read More

Nöropsikoloji nedir? Nöropsikoloji, beynin ve sinir sisteminin diğer kısımlarının bir kişinin bilişini ve davranışlarını nasıl etkilediğiyle ilgilenen bir psikoloji dalıdır. Davranışın ve bilişin beyin işlevinden nasıl etkilendiğini anlamayı amaçlayan ve nörolojik bozukluklar ve bunların davranışsal ve bilişsel etkilerinin tanı ve tedavisi ile ilgilenen hem deneysel hem de klinik bir psikoloji alanıdır. Daha da önemlisi, bu psikoloji dalındaki profesyoneller genellikle beyindeki yaralanmaların veya hastalıkların bilişsel işlevleri ve davranışları nasıl etkilediğine odaklanır.

Klasik nöroloji, sinir sistemi patolojisine odaklanır; klasik psikoloji ise büyük ölçüde ondan ayrılmışken, nöropsikoloji, nörolojik bozukluklar ve bunlara sahip olan hastaları inceleyerek beynin zihinle nasıl bir ilişki kurduğunu keşfetmeye çalışır. Bu noktada zaman zaman nöropsikolojik testler devreye girebilir. Bulguları, kavramları ve endişeleri nöropsikiyatri ve genel olarak davranışsal nöroloji ile paylaşır.

Nöropsikoloji Nedir? Nöropsikolojinin Tarihi

Nöropsikoloji nedir?” sorusunu yanıtladık. Peki; nöropsikoloji kavramı ne zamandır kullanılıyor? Nöropsikoloji, psikoloji alanında diğerlerine oranla yeni bir disiplin sayılabilir. Bu alanı tanımlayan ilk ders kitabı, Kolb ve Whishaw tarafından “İnsan Nöropsikolojisinin Temelleri” adıyla 1980 yılında yayınlandı. Tarihe bakıldığında; toplumların farklı organların işlevlerini ne zaman değerlendirmeye başladığına dair çok fazla tartışma olduğu görülmektedir. Yapılan birçok araştırma, antik dönemden itibaren yüzyıllar boyunca beynin gerçek işlevinin ne olduğunun anlaşılamadığı, işe yaramadığının düşünüldüğü ve genellikle otopsiler sırasında incelenmediğini göstermektedir. Yüzyıllar boyunca beyin bedenin merkezi olarak görülmemiştir. Beynin, insan bedeniyle ve davranışlarıyla olan ilişkisinin anlaşılması yüzlerce yıllık çalışmalar neticesinde anlaşılabilmiştir.

Deneysel Nöropsikoloji

Deneysel nöropsikoloji, sinir sistemi ile bilişsel işlev arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak için deneysel psikolojiden yöntemler kullanan bir yaklaşımdır. Araştırmacıların küçük bir kısmı hayvan deneyleri yapabilse de, çalışmaların çoğu laboratuvar ortamında sağlıklı insanları incelemeye yönelir. Deneysel nöropsikoloji alanındaki bu araştırmalar genellikle; nöroanatomi ve psikolojik işlev arasında bağlantılar kurmak için sinir sisteminin belirli özelliklerinden yararlanır.

Klinik Nöropsikoloji

Klinik nöropsikoloji, nöropsikolojik bilginin, nörobilişsel sorunlara neden olan hastalık veya yaralanma yaşayan kişilerin değerlendirilmesine yönetimine ve rehabilitasyonuna uygulanmasıdır. Özellikle, bu tür bir hastalık ve yaralanmanın psikolojik faktörleri nasıl etkileyebileceğini ve bunlardan nasıl etkilenebileceğini anlamak için tedaviye psikolojik bir bakış açısı getirirler.

Nöropsikoloji Nedir? Bilişsel Nöropsikoloji

Bilişsel nöropsikoloji ise hem klinik nöropsikoloji hem de deneysel nöropsikolojinin tamamlayıcı yaklaşımlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Beyin hasarı veya nörolojik hastalık geçirmiş insanları inceleyerek zihni ve beyni anlamaya çalışır. İyileştirilmiş nörogörüntüleme tekniklerinden yararlanarak fonksiyonel ilişkilerin araştırılması ve sinir sisteminin incelenmesi gibi konularla ilgilenir.

Nöropsikoloji nedir?” sorusu hakkında daha fazla bilgi edinmek, nöropsikoloji ve nöropsikolojik testler hakkında farklı içeriklere ulaşmak için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Psikolojiye dair daha fazla içerik için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Bilgisayar oyunları ve çocuklar üzerindeki etkileri sıkça tartışılıyor. Çocukluk, üzerinde işaretler bıraktığımız, coşku dolu, üretken, hayatla bir bütün olduğumuz, yaşama adanmış bir dönem… Bu dönem aynı zamanda hayata karşı tecrübesiz ve yanılabilir olduğumuz bir dönem. Çocukluk döneminde hayatı çoğunlukla deneme-yanılma yoluyla öğreniyoruz. Yaşadığımız çağda, çocuklarımız bu deneme-yanılma süreci içinde bilgisayar ve teknoloji ile tanışıyor. Ve ne yazık ki; bu masum keşfetme serüveni farkında olmadan bağımlılığa dönüşebiliyor. Teknoloji, bir fırsat olmaktan çıkıp çocuklar için tehlike halini alabiliyor. Zaman içinde bilgisayar ve internet bağımlılığı ile karşı karşıya kalınması söz konusu olabiliyor.

Aileler başlangıçta çocuklarının bilgisayar kullanmayı öğrenmesini keyifle izliyor. Hatta çocukların öğrenme süreci aileleri gururlandırıyor. Buna ek olarak; evde yerinden kalkmayan, oyuncaklarını dağıtmayan, sessizce bilgisayarın başında oturan bir çocuk olması anne-babalara daha rahat hissettiriyor. Bilgisayar ile ilgilenen ve bunun keyfine varan çocuk ise gerçek oyunlardan tat alamaz duruma geliyor. Gün geçtikçe bilgisayarda geçirilen süre artıyor ve ortaya bağımlılık çıkabiliyor. Kendilerini durdurmakta zorlanan çocuklar bilgisayar başında geçirdikleri süreyi kontrol edemiyor. Bu kontrolsüzlüğün sonu bağımlılık ile bitiyor.

Çocuklar Gerçek Hayatla Yüz Yüze Geldiklerinde Bocalıyorlar


Yalnızlığını teknolojik bir makine ile gideren çocuklar, zamanla ilişkileri de aynı mekaniklikle yaşamaya başlıyor. Biri ile ilişki kuramayan, bir diğeri ile varoluşsal anlamda gerçek bir buluşma yaşayamayan çocuklar yalnızlığa mahkum oluyor. Evden çıkmak istemiyor ve toplumdan uzaklaşmaya başlıyorlar. Bu yalnızlık evde de devam ediyor çocuklar ailelerinden de uzaklaşmaya başlıyorlar.

Bilgisayar ortamında sanal arkadaşlıklar kurup sanal sohbetler eden çocuklar, dışarı çıkma gereği duymuyorlar. Hareket etme, spor yapma gereği duymuyorlar.  Yetişkinlerden daha yorgun daha tahammülsüz ve sabırsız hale geliyorlar. Çünkü; doyasıya koşmadan, hoplayıp zıplamadan, düşüp kalkmadan büyüyorlar.

Gerçek hayattan kopan, tüm ilişkilerini ve iletişimi sanal ortama taşıyan çocuklar, gerçek hayatla yüz yüze geldiklerinde bocalıyorlar. Sanal dünyada alıştıkları ilişki tarzının gerçek hayatta işe yaramadığını görünce yeniden sanal dünyalarına dönmeyi seçiyorlar. Sonuçta, gerçekle teması olmayan, sanal bir nesil ortaya çıkıyor. Zamanla yalnızlaşan çocuklar, yalnızlıklarını gidermek için haz aldıkları şeylere daha fazla yoğunlaşıyorlar. Bunun sonucunda ise ortaya derin bağımlılıklar çıkıyor.

Bilgisayarda görüntülerin hızlı akışına, peş peşe gelen sahnelere alışan çocukların beyni okul hayatına adapte olmakta zorlanıyor. Çünkü beyin daha fazla uyarı istiyor. Öğretmenin ders anlatımı sıkıcı gelmeye başlıyor ve derse yoğunlaşmakta zorluk çekiyorlar. Bunun neticesinde ise motivasyon ve konsantrasyon problemleri ortaya çıkıyor.

Bilgisayar Oyunları: Bağımlılık Belirtileri

Birçok çocuk bilgisayar oyunları oynuyor ama bağımlı çocukların durumu farklılık gösteriyor. Çocuklar, ödev yapmaları ve ders çalışmaları gereken zamanı bilgisayar ile geçiriyorsa, bilgisayarı sosyal faaliyetlerine ve arkadaşlarına tercih ediyorsa, öğretmenleri çocuğunuzla ilgili farklılıklar gözlemliyorsa bağımlılıktan şüphelenmek gerekiyor. Bu durumda çocuğunuzun bilgisayar kullanımı ile ilgili adım atmanız gerekiyor. Doğru yöntemler kullanıldığı takdirde bilgisayar oyunları, zaman yönetimi, mesajları doğru algılama, eleştirel düşünme, görsel becerinin artışı, zihinsel kapasiteyi yükseltme ve stres altında soğukkanlı kalabilme becerisi gibi özelliklerin kazandırılmasına aracı olabiliyor. Önemli olan bilgisayar oyunlarını yasaklamak değil; doğru kullanmayı öğretmek… Bu noktada atılması gereken adımların ilki, çocuğunuzu ve yaşadığınız durumu kabullenip çözüm arayışına girmek…

Ailelerin Yaklaşımı Nasıl Olmalı?

Peki; ailelerin yaklaşımı nasıl olmalı? Bir çocuğa “Bilgisayar oyunları oynama!” demek hiçbir zaman gerçekçi olmaz. Çünkü; insanlarda yasaklanan şeylere karşı merak ve öğrenme iç güdüsü uyanır. Bu nedenle yasaklamak çözüm olmayacaktır. Yasaklamak yerine çocuğunuza bilgisayarı doğru kullanmayı öğretmeniz ve onu farklı alanlardaki hobilerle tanıştırmanız gerekiyor. Çocuklarımıza birçok konuda kural koymak zorundayız. Bazen bu kuralları uygularken “Hayır!” demek zorunda kalıyoruz. Ne sürekli “hayır” demek, ne de sürekli “evet” demek doğrudur. Bir tanesi çocuğun özgüvenini törpüler, diğeri ise özsaygısını.

Bilgisayar oyunları; macera oyunları, spor, yarış, zeka oyunları, savaş ve strateji oyunları gibi çeşitli içeriklerde olabiliyor. Şiddet ve saldırganlığa yönelik davranışlar yaşamın ilk yıllarında kazanılıyor. Bilgisayar oyunlarına bağımlılık ise zamanla hastalık haline dönüşüyor. Adam vurma ve öldürmenin çok olduğu oyunlara düşkünlük göstermenin, çocuklar için kızgınlık duygusunu artırdığı ve gerçek hayatta saldırgan davranışlar göstermeye yol açtığı düşünülüyor. Bu konuda ise en büyük görev elbette ailelere düşüyor.

Bilgisayar Oyunları: Çocuğunuz Hangi Oyunları Oynamalı?

Peki; çocuğunuz büyüdü ve bilgisayar oyunları oynamak istiyor. Çocuğunuzun hangi oyunları oynayabileceği biliyor musunuz? Öncelikle; uzmanlar çocukların 2 yaşından önce teknolojik hiçbir şeyle iç içe olmalarını önermiyorlar. 2-4 yaş arasındaki çocuklar için, renkler, sayılar, hayvanlar ve çiçekleri öğreten çok fazla hareketli görüntü ve ekran parlaklığı içermeyen oyunlar; 4-6 yaş arası çocuklar için, hafıza geliştirici ve sorumluluk kazandırıcı oyunlar; 6-8 yaş arası çocuklar için biraz daha karmaşık zeka oyunları, dil öğrenme oyunları, sorumluluk ve strateji oyunları, 8 yaş sonrası için ise strateji ve inşa oyunları öneriliyor.

Bilgisayar oyunları ve kullanımının çocuklar üzerindeki etkileri ile ilgili sorularınız için aba Psikoloji ile iletişime geçebilir, YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz. Psikoloji hakkında daha fazla içeriğe ulaşmak için web sitemizi ziyaret edebilirsiniz.

Read More

Çocukluk çağı travmaları hafife alınsa da aslında çocukken yaşanan travmalar hayatımızı en çok etkileyen olaylardır. Özellikle beynin büyük gelişim gösterdiği döneminde 0-6 yaş aralığında yaşanan olaylar kişinin ileriki hayatında izlerini taşımaktadır. Yetişkinler bu konuda yanılarak sürekli “çocuk daha anlamaz, aklı ermiyor zaten, hatırlamıyordur bile.” diye düşünmektedirler. Fakat çocukken travma yaşayan bireylerin yaşadıkları bilinç dışına yerleştiğine dair bir sürü örnek bulunmaktadır. İleride yaşanan problemlerin kökeninden unutulmuş, bastırılmış, zihnin karanlık kapıları ardına itilmiş olaylar yatabiliyor. Travmanın yaşanması bazı koşullarda engellenemeyebilir ama ebeveynlerin çocukluk çağı travmalarını bilmesi çocuğun durumunu anlayıp müdahale etmek için önemlidir.

Çocukluk Çağı Travmaları: Nasıl Tanımlarız?

Birçok farklı deneyim travmaya yol açabilir. Genelde bir olayın travmatik hale dönüşmesi kişinin hayatını önemli oranda etkilemesi ya da kişinin önemli oranda etkilediğini düşünmesi sonucunda gerçekleşir. Cinsel taciz, araba kazası, doğal afetler, çocuklukta ameliyat geçirmek, sevilen bir yakını kaybetmek tartışılmaz çoğu çocuğun hayatında travma yaratacak olaylardır. Bunun dışında strese yol açacak hayat koşulları da çocukta travmaya yol açabilir. Örneğin zorbalığa maruz kalma, yetişkinler için normal ve olası görünse de çocukta travmatik olabilir. Son olarak çocukluk çağı travmaları farklı olarak her zaman direkt çocuğun yaşadığı deneyimler değildir. Örneğin sevdiği birinin acı çektiğini görmek ya da televizyonda izlenilen şiddet içerikli sahneler de çocukları etkileyebilir.

Çocukluk Dönemi Travmaları ve Post Travmatik Stres Bozukluğu

Post travmatik stres bozukluğu (PTSB) yaşanan travmadan ötürü birden farklı uyarana karşı stres duyma rahatsızlığıdır. Çocukluk çağı travmaları arasında sayılabilecek bir travmadır. Genellikle çocuğun birden fazla uyaran tarafından etkilenmesi sonucu ortaya çıkar. Travmayı hatırlatıcı objeleri ya da benzer olayları gördüğünde de çocuk kendini huzursuz hisseder. Böyle durumlarda çocuklar kendilerini aşırı tetikte tutarak dikkat kesilirler. Her an kötü bir şey olacağından korktukları için tetikte olurlar. Hatta panik atak krizlerinin travmayla birlikte ( ) görülme imkanı vardır. PTSB sahibi çocuklar sinir, agresiflik, depresyon, korku, başkalarına güvenmekte zorluk çekme, düşük özgüven, kendilerine zarar verme eğilimi gibi davranış biçimleri gösterebilirler. PTSB dışında da travmaya maruz kalmış çocuklarda da bazı sıkıntılar gözlenebilir.  Sinir hali  ve odaklanmada sıkıntısı, korku oluşumu, ölüm ve güvenlik konusunda düşüncelerin artması, aktivitelere ilginin azalması, uyku problemleri, üzüntü, okulu reddetme gibi davranışlar görülebilir.

Çocukluk Çağı Travmaları Uzun Vadede Etkileri

Çocukluk çağı travmaları uzun vadede farklı sıkıntılara yol açabilir. Bu çocuklukta yaşanan travmaların bazı sağlık problemlerine yol açtığı ya da problemleri tetiklediği istatistiksel olarak kanıtlanmıştır. Astım, koroner kalp rahatsızlığı, depresyon, diyabet ve inme gibi problemler çocukluk çağı travmalarından dolayı ortaya çıkabilecek risk durumlarıdır. Yine istatistiklere göre çocuklukta travma yaşayanların yetişkinlik dönemlerinde intihar girişiminde bulunma olasılıkları yüksektir. Özellikle cinsel taciz, ev içi şiddet durumlarının bu riski arttırdığı gözlemlenmiştir.

Read More

Sanat terapisi ve sanat terapisi eğitimi nedir? Hayatımıza nasıl yön verir? Bireye nasıl bir fayda sağlar? Günlük yaşantımızda pek çok sorunla mücadele etmek zorunda kalabiliyoruz. Çoğunlukla, zamanın hızlı akışında iç dünyamıza bakma ve hislerimize odaklanma fırsatı bulamıyoruz. Yoğun stres ya da geri plana ittiğimiz küçük sorunlar zaman içinde daha büyük problemler olarak karşımıza çıkabiliyor. Tam da bu noktada sanat terapisi devreye giriyor.

Sanat Terapisi Nedir?

Sanat terapisi, görsel sanatlar aracılığıyla kişinin duygularını ifade etmesine olanak veren bir yöntemdir. İnsanların kendilerini ve anlatmak istediklerini daha doğru ifade edebilmesine ve başkalarıyla iletişim kurabilmelerine yardımcı olur. Özellikle sözlü iletişim kurma konusunda zorluk yaşayan kişiler için alternatif bir psikoterapi yöntemidir. Elbette yalnızca sözlü iletişim problemi olanlara uygulanmaz; herkes için etkili ve keyifli bir terapi yöntemidir.

Görme, işitme, duyma gibi duyuların tamamı bu terapi tekniğinde aktarım aracı olarak kullanılır. Sanat terapisinin amacı bir sanat eseri ya da sanatsal nitelikli bir ürün ortaya çıkartmak değildir. Önemli olan sanat yoluyla duyguları dışa vurabilmektir. Bu sebeple terapiye katılan kişilerin sanatsal yeteneği olması gerekmez ve katılımcılar estetik bir beğeniye göre yargılanmazlar.

Sanat Terapisi ile bireylerin bilinçaltına inilmesi mümkün olur. Bastırılan problemler ve travmalar bu yöntemle ortaya çıkartılabilir. Böylelikle problemlerin çözüm konusunda daha sağlam atılması söz mümkün olabilir.

Sanat Terapisi Eğitimi Nedir?

Sanat terapisi elbette herkes tarafından uygulanabilecek bir yöntem değildir. Sanat terapisi uzmanlık ve çeşitli eğitimler gerektiren bir alandır. Sanat terapisi eğitimi, duyguların dışavurumunu sağlamak, farklı bakış açıları kazandırmak, kişinin iletişim yeteneklerini arttırmak, endişe ve korkularla yüzleşmesini sağlamak noktasında çeşitli teknikler kullanmaya olanak verir.

Sanat Terapisi ve Sanat Terapisi Eğitimi Hayatımıza Nasıl Yön Verir?

Aslında günlük koşuşturmacalar ve yoğun stres altında en çok ihtiyaç duyduğumuz şey duygularımıza kulak vermek ve kendimizi ifade edebilmektir. Sanat terapisi tam da bu noktada devreye girer ve sanatın gücünden faydalanarak kendimizi daha iyi tanımamıza, ihtiyaçlarımızın farkına varmamıza, çevremizdekilerle daha iyi iletişim kurmamıza ve dolayısıyla kendimizi daha iyi hissetmemize olanak verir.

Sanat Terapisinin Faydaları Nelerdir?

Sanat terapisi, stres, anksiyete, panik atak, bipolar bozukluk, travma sonrası stres bozukluğu gibi pek çok problemle mücadelede kullanılan bir yöntemdir. Kişinin bu problemlerle başa çıkma becerisinin artmasına yardımcı olur. Özgüvenin artmasına ve sosyal becerilerin gelişmesine katkı sağlar. Katılımcıların karar mekanizmalarının gelişmesi söz konusudur. Odaklanma güçlüğü, konuşma bozukluğu gibi problemlerin önüne geçilmesine yardımcı olur.

Sanat Terapisi, sanat terapisi eğitimi, farklı terapi yöntemleri, panik atak, anksiyete ve psikolojik problemlerle mücadele gibi konularda bilgi ve destek almak için aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Psikoloji hakkında daha fazla içeriğe ulaşmak için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Çocuk yetiştirmek konusunda her ebeveynin kendi tarzı vardır diyebiliriz. Bu işin doğrusunu yanlışını bilmek oldukça zordur. İşin içinde bir sürü faktör vardır. Çocuğun karakteri, ebeveynlerin karakteri, biyolojik faktörler, çevrenin etkisi gibi faktörlerin hepsi çocuğun ileriki yapısını etkiler. Fakat çocuk yetiştirirken ebeveynlerin dikkat etmesi gereken bazı temellerden bahsedebiliriz. Örneğin çocukla ebeveyn arasındaki bağlanma biçimlerinin çocuğun dış dünyayla olan bağlantısını etkilediği araştırmalar sonucunda desteklenmiş bir bulgudur. Daha çok ebeveyn olarak neleri yapmamanızın çocuk için daha iyi olacağını açıkladığımız bir blog yazısını okumaktasınız.

Çocuk Yetiştirirken Sınırlar

Sınırlar çocuk yetiştirirken ebeveynlerin en dikkat etmesi gereken konulardan biridir. Genel olarak çocukların güçlü, özgüvenli ama yardıma ihtiyacı olduğunda da insanlardan yardım isteyebilecek bir karakterde olmasını tercih ederiz. Böylelikle çocuğun ileriki hayatında hem insanlarla olan iletişim gücü, hem de kendi ayakları üzerinde durma yetisi yerli yerinde olacaktır. Bu kişilik özelliklerini belirleyen en önemli etkenlerden birisi ise erken çocukluk döneminde anne babayla olan sınırlardır. Anne babanın çocuğa öğrettiği sınırlar ileriki ilişkilerinde ve hayatında etkili olup çocuğun sorunları çözme biçimi üzerinde rol oynar.

Çocuk yetiştirirken ebeveynlerin sıklıkla yaptığı hatalardan birisi çocuğun güçlü olmasını sağlamak için her şeyi çocuğun kendi kendine yapmasını aşılamaya çalışmaktır. Buradaki ebeveyni, düştüğünde anne diye ağlasa bile çocuğunu tutup asla kaldırmayan ve çocuğun kendi kendine kalkmasını bekleyen anne gibi düşünebilirsiniz. Bazı ebeveynler de tersine çocuğun her sıkıntısında arkasında olmak gibi bir hataya düşmektedirler.

Bu örneği de düşen çocuğu her defasında kaldıran anne olarak hayal edebilirsiniz. İki ebeveynin yaptığı da aslında yanlıştır. İlk ebeveynin çocuğu etraftan yardım almayı bilemeyecek ve hatta belki de hep kendini yalnız hissedecektir. İkinci ebeveynin çocuğu ise sürekli başkalarının yardımını bekleyecek ve ileride sorunlarını tek başına çözmekte zorluk çeken birisi haline gelebilir. Çocuk yardıma ihtiyaç duyduğunda el uzatılmalı ama düştüğünde kendi kalkabilecek durumdaysa yerden kendi kendine kalkması beklemelidir.

Çocuk Yetiştirme Aşamasında İstikrarlı Davranmak

Çocuğun ileride güvenli şekilde dışarıyla bağ kurabilmesi için çocuk yetiştirirken ebeveynlerin istikrarlı davranması önemlidir. Ev içerisinde bazı kurallar olmalı ve o kurallar dahilinde davranmak gerekir. Mesela çocuğunuz yemek yemeden önce dondurma yemek için ağlıyor. Bir türlü susturamadığınız için bir süre sonra o dondurmayı vermeye kalkarsanız çocuk burada farklı bir düşünce yapısına girecektir.

Çocuk “ Çok ağladığımda bizimkiler ne istersem yapıyor. O zaman istediğim olana kadar ağlayacağım.” diye düşünerek, istedikleri için durmadan ağlayacaktır. Bir konuda çocuğa hayır diyorsanız o ‘Hayır’ı sonradan ‘Evet’e döndürmeyin. Her istediğini ağlayarak elde eden bir çocuk ileride de her istediğini zorlayarak elde edebileceğini düşünür. Fakat hayat böyle işlemiyor. Her istediğimiz gerçekleşmiyor. İstikrarlı davranarak çocuğun her istediğinin olamayacağını öğretmek ileride yıkım yaşamaması için değerli bir öğretidir.

Konu hakkında daha detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca farklı konularda bilgilendirici videolara ulaşmak Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalını takip edebilirsiniz.

Read More

Szondi Kişilik Testi, Macar psikiyatr ve psikoloji profesörü; Léopold Szondi tarafından 1935 yılında geliştirilen, bir sözel olmayan yansıtmalı kişilik testidir. Aynı zamanda; kader analizi kavramının da kurucusu olan Szondi’nin çalışmaları 1940’larda Freud’un çalışmaları kadar ses getirmiştir. Szondi Kişilik Testi, sistematik bir dürtü teorisine ve boyutsal bir kişilik modeline dayanır. Tüm insani dürtülerin sıralanması (sadizm, mazoşizm, narsizm vb.), kapsamlı bir teori içinde sınıflandırılması ve çerçevelenmesini kapsar.

Szondi Kişilik Testi Nasıl Uygulanır?

Szondi’ye göre insanların bazı resimlere gösterdiği tepkiler kişilik, bilinçaltı ve bastırılmış duygular hakkında ipuçları verebilir. Test; kişinin kendisini, yakınlık duyduğu ya da rahatsız olduğu karakterlere göre konumlandırmasına dayanır. Szondi Kişilik Testi, 8 fotoğraflık 6 setten oluşur. Katılımcılara çeşitli sorular yöneltilir ve bu soruların her birine yanıt olarak bir fotoğraf seçmesi istenir. Katılımcılar testin ilk aşamasında yakın hissettikleri ve sempatik buldukları kişileri, ikinci aşamasında ise kendilerinde korku ve endişe duygusu uyandıran kişileri seçer.

Szondi’ye göre katılımcılar yaptıkları seçimler aracılığıyla bilinçaltı yönelimlerini sergiler. Test sırasında kullanılan fotoğraflar akıl hastalarının fotoğraflarıdır ve bastırılmış duygular, korku ve insan ruhunun karanlıkta kalmış yönlerini açığa çıkaracak biçimde gruplanmıştır. Fotoğraflar karşısında verdiğimiz tepkiler psikolojik dürtü ve eğilimlerimizi gösterir niteliktedir.

Bu Kişilik Testi Neyi Amaçlar?

Kişilik testleri söz konusu olduğunda genel amaç insanların kişisel özellik yapılarını ölçmek ve değerlendirmektir. Szondi Kişilik Testinin amacı katılımcıların bir akıl hastalığına sahip olduğunu ortaya çıkartmak değildir. Test, dürtüleri ve ego işlevlerini ortaya çıkartmayı amaçlar. Testte bazı nicel tanımlamalar kullanılır. Bu tanımlamalar; sadizm, mazoşizm, epileptik eğilimler (öfke, kıskançlık), histerik eğilimler (narsizm, teşhircilik), cinsel ilgisizlik, cinsel istek, paranoya, katatonik belirtiler (izolasyon, kızgınlık), depresyon (özgüven eksikliği, suçluluk duygusu), manik belirtiler, etik ahlaki arzunun vektörü ve kişiler ve ilişkiler vektörü şeklinde sıralanmaktadır.

Szondi çalışmasında, insanların kendilerine benzeyen kişiler söz konusu olduğunda sempati ve antipati duygularını uç noktalarda yaşadığını görmüş ve bu sayede objektif sonuçlara ulaşabileceğine inanmıştır. Test, uygulanmaya başladığı dönemde bazı psikologlar tarafından sert eleştirilere maruz kalmıştır. Klinik gözlemin yerini tutmasa da verdiği ipuçlarıyla kişiliği yorumlamada yardımcı bir araç olarak görülebilir.

Szondi Kişilik Testi ve diğer kişilik testleri hakkında daha detaylı bilgiye ulaşmak için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolojiye dair farklı içerikler ve merak ettiğiniz her şey için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Çocuklarda özgüven nasıl geliştirilir? Özgüven eksikliği nasıl giderilir? Özgüven nedir ve neden bu kadar önemlidir? Bu yazımızda, bu soruları sizler için yanıtlamaya çalışacağız. Hemen başlayalım…

Çocuklarda Özgüven Nedir?

“Özgüven nedir?” sorusu ile başlayalım. Özgüven; kısaca olumlu benlik algısı olarak tanımlanabilir. Bireyin kendisine dair düşüncelerini, bu düşüncüler nedeniyle ortaya çıkan duyguları ve bu duygular neticesinde sergilediği davranışların tamamını içerir. Özgüven, mutlu ve başarılı bir hayatın anahtarıdır. Özgüveni gelişmiş bir çocuğun, öğrenme becerisi ve sosyal ilişkilerde başarısı çok daha yüksektir. Özgüven eksikliği ise sosyal başarının azalmasına neden olur. Özgüvensiz çocuklar genellikle daha içe kapanık, kaygılı ve depresyona yatkındırlar. Karar verirken destek ve onay beklerler. Kısacası; çocuğun sağlıklı gelişimi için özgüven oldukça önemli bir role sahiptir. Bu noktada elbette ebeveynlere düşen pay büyüktür. Peki; özgüvenli çocuklar yetiştirmek için neler yapılabilir?

İlk Kural: Koşulsuz Sevgi

Çocuğunuz her koşulda ona değer verdiğinizi ve yanında olduğunuzu bilmelidir. Yanlış bir davranış sergilediğinde ona olan sevginizin azalacağını düşünmesi hem aranızdaki ilişkiyi hem de çocuğunuzun özgüvenini zedeleyebilir. Çocuğunuzun onu her koşulda kabullendiğinizi ve başarısızlıklarının ona olan sevginizi ve desteğinizi azaltmayacağını hissetmesi son derece önemlidir.

Çocuklarda Özgüven: Dinleyin ve Önemseyin

Çocuğunuz size bir şeyler anlatmak istediğinde mutlaka ona zaman ayırın ve anlatacaklarına kulak verin. Çocuğunuzun düşüncelerine önem vermeniz ve bunu ona göstermeniz hem öz saygısının artmasına hem de fikirlerini daha rahat ifade etmesine yardımcı olacaktır.

Fikirlerini Dikkate Alın ve Düşüncelerine Saygı Duyun

Çocuklarda özgüven gelişimi için bir başka önemli nokta seçimlerine ve düşüncelerine saygı duymaktır. Örneğin; ailenizle ilgili bir karar alırken çocuğunuzu sürece dahil edebilirsiniz. Konu hakkında fikirlerini alarak konu hakkındaki düşüncelerini ve duygularını önemsediğinizi hissettirebilirsiniz.

Çocuğunuzu Cesaretlendirin

Çocuklar bir işe başlarken başarısızlıktan korkmamalıdır. Risk almak ve hatalarından ders çıkartmak çocuklarda özgüven duygusunun gelişmesine yardımcı olur. Yaptığı işin sonucunda başarısız olsa bile her insanın hata yapabileceğini bilmek ve gösterdiği çaba için takdir görmek çocuğunuzu cesaretlendirecektir.

Sorumluluk Almasına İzin Verin

Sorumluluk almak özgüven gelişimine katkı sağlar. Çocuğunuza “yapamazsın” demek yerine hata yaparak da olsa öğrenmesine izin verin. Çocuklar hata yaparak ve çabalayarak öğrenir. Sorumluluk almak, çocuğunuzun kendi ayakları üzerinde durabilmesi ve bağımsız bir birey olabilmesi için oldukça önemlidir.

Çocuklarda özgüven gelişimi ve özgüven eksikliğini yenmenin yolları hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Çocuklara dair daha çok içeriğe ulaşmak ve psikolojiye dair merak ettiğiniz her şey için bizimle iletişime geçebilir, YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

IQ testleri ne işe yarar? IQ nedir? IQ, insan zekasını değerlendirmek için tasarlanmış bir dizi standartlaştırılmış test veya alt testten elde edilen toplam puandır. IQ terimi, Alman Psikolog William Stern’in Breslau Üniversitesi’nde zeka testleri için bir puanlama yöntemi olarak kullandığı “intelligenzquotient” (zeka katsayısı) sözcüğünün kısaltmasıdır.

IQ testi zekayı ölçmeyi amaçlayan tüm testler için kullanılan ortak bir isimdir. Stanford Binet Zeka Testi, WISC-V, WPPSI, Cattell Zeka Testi, Porteus Labirent Testi gibi pek çok test aslında birer IQ testidir. Zeka testleri neticesinde elde edilen puanlar zeka tahminleridir. Zekanın soyut doğası göz önüne alındığında somut bir sonuç elde edilebilmesi söz konusu değildir. IQ, çevresel ve biyolojik farklılıklar, sosyal konum, aile gibi pek çok faktörle ilişkilendirilmektedir. Zekanın kalıtsallığı yüzyılı aşkın bir süredir araştırılan bir konu olsa da kesin verilere ulaşılamamıştır.

Geçmişten Günümüze IQ Testleri

Geçmişte, IQ testleri tasarlanmadan önce, insanların günlük hayattaki davranışlarıni gözlemleyerek zeka kategorilerine ayırma girişimlerinde bulunulmuştur. Bugün ise bu gözlem biçimleri IQ testi sonuçları neticesinde yapılan sınıflamaları doğrulamak amacıyla hala kullanılmaktadır.

Tarihte, insan zekasını derecelendirmek için standart bir test oluşturmaya yönelik ilk girişim İngiliz istatistikçi Francis Galton tarafından gerçekleştirilmiştir. Galton, zekanın büyük ölçüde kalıtımsal olduğunu ve zeka ile refleksler, kas tutuşu, kafa boyutu gibi gözlenebilir özellikler arasında bir bağ olduğunu varsaymıştır. 1882’de ilk zihinsel test merkezini kurmuş ve 1883’te teorilerine yer verdiği bir kitap yayınlamıştır. Ancak; girişimlerinden beklediği sonucu alamadığı için bir süre sonra araştırmalarına son vermiştir.

Galton’un ardından Alfred Binet, Victor Henri ve Theodore Simon’un 1905’te yürüttüğü çalışmalar, Binet Simon Ölçeği ile başarıya ulaşmıştır. Binet Simon Ölçeği, okul çağındaki çocuklarda zeka problemlerinin belirlenmesi için kullanılmıştır.

Ardından, Stanford Üniversitesi’nde görev yapan Amerikalı Psikolog Lewis Terman’ın Binet Simon Ölçeğini revize etmesiyle; Stanford Binet Zeka Testi ortaya çıkmıştır. Test Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünyada hala kullanılmakta olan en popüler zeka testlerinden biridir.

IQ Testleri Hangi Alanlarda Kullanılıyor?

IQ testleri, zihinsel problemlerin değerlendirilmesinin yanı sıra iş başvuruları, eğitim, iş performansının ve gelirin belirlenmesi gibi pek çok alanda kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Ayrıca, popülasyonlardaki psikometrik zekanın dağılımını ve bununla diğer değişkenler arasındaki korelasyonları incelemek için de kullanılmaktadır.

IQ Düzeyleri

IQ testi sonuçları ve elde edilen puanlara göre zeka sınıflandırılmaktadır. 0-25 puan ağır gerilik, 26-50 puan orta gerilik, 51-75 puan hafif gerilik, 76-90 puan sınırlı zeka, 91-110 puan normal zeka, 111-119 puan ileri zeka, 120-130 puan parlak zeka, 131-145 puan üstün zeka ve 146 ve üzeri puan deha anlamına gelmektedir.

IQ testleri hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolojiye dair daha fazla içeriğe ulaşmak için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

 

Read More

Daha önceki blog yazılarımızda sosyal ve bilişsel psikoloji gibi psikolojinin birçok alt dalı olduğundan söz etmiştik. Bu sefer blog yazımızda halk arasında psikolojinin en çok bilinen alanı klinik psikoloji hakkında bilgi vereceğiz. Konuyla ilgili bilinen yanlışlardan bahsederek klinik psikoloğa gitmeye ne zaman gerek duyarız sorusunu yanıtlayarak, klinik psikologların ne yaptıklarından söz edeceğiz.

Klinik psikoloji, bireyler ve aileler için sürekli ve kapsamlı zihinsel ve davranışsal sağlık bakımı sağlayan psikolojik uzmanlık alanıdır. Ajanslar ve topluluklar için danışmanlık, eğitim, öğretim ve denetim; ve araştırmaya dayalı uygulamalar da klinik psikoloji alanının içerisine girmektedir. Klinik psikolog unvanına sahip uzmanlar psikoloji lisansı ya da psikolojik danışmanlık bitirdikten sonra klinik psikoloji yüksek lisansını tamamlamış olanlardır. Bunun yanında herhangi bir lisans eğitiminden sonra klinik psikoloji alanında yüksek lisans ve doktora yapmış kişiler de klinik psikologlardır.

Konu Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar

Psikoloğum diyen bireylere yöneltilen ilk soru “E sen şimdi milletin derdini mi dinliyorsun?”  sorusudur. Bu sorunun cevabı klinik psikologlar için doğru sayılabilir. Fakat “dert” kavramını biraz açmakta fayda var. Her derdi olanın psikoloğa ihtiyacı olduğu anlamına gelmez.  Kısaca eğer derdiniz günlük hayatınızda işlevsizlik yaratıyorsa, hayatınızı sürdürmekte zorlanıyorsanız psikoloğa ihtiyaç duyarsınız denilebilir.  Klinik psikoloğa gitmek için illa psikolojik bir rahatsızlığınız olduğu anlamına gelmez. Kısa süreli hayatınızla ilgili çözemediğiniz problemleri çözmek için de psikoloğa gidilebilir. Ancak söz konusu bu alana ilişkin bir psikoloji olduğunda bu alandaki psikologlar psikolojik rahatsızlıklar üzerine de uzmanlaşmışlardır. Depresyon, anksiyete ve çeşitli kişilik bozuklukları üzerine bilgi sahibi olarak bu tip psikolojik rahatsızlıkların tedavisi üzerine çalışırlar.

Klinik psikoloji ve psikiyatri arasındaki fark da en çok tartışılan konulardan biridir. Özetle yine halk arasında “Psikolog ilaç yazamaz.” denilmektedir. Bu tanım doğru olsa da psikiyatrist ve klinik psikolog arasında kullanılan metot açısından da farklar bulunmaktadır. Klinik psikolog davranışlarınız ya da düşüncelerinizdeki değişimi konuşarak, terapi yaparak sağlamaya çalışır.  Bu nedenle dönemsel olarak çözemediğiniz bir problem için de klinik psikoloğa danışabilirsiniz. Psikiyatrist ise direkt psikolojik rahatsızlıklar üzerine çalışır. Psikiyatrist psikolojik rahatsızlığınız üzerine tanı koyarak tıbbi müdahalede bulunur. İlaç yazarak probleminizi çözmeye çalışır. Bir klinik psikolog tanı koymaz. Sadece terapiler yoluyla iyi oluş halinizi engelleyen probleminizi tespit ederek iyi oluş halinizi sağlamaya çalışır.

Klinik psikoloji denilince akılda koltukta yatan bir danışanın saatlerce derdini anlattığı canlanmaktadır. Aslında durum pek de böyle değildir. Elbette birden çok terapi yöntemi vardır. Uygulamalar terapilere göre değişiklik gösterebilir. Örneğin ilk birkaç seans sizi dinleyerek bilgi toplama yoluyla ilerleyen bir terapi biçimi varken baştan beri müdahalede bulunan terapi biçimleri de vardır. Burada hangi anlayışta terapi yapılırsa yapılsın bu alan ilişkin psikoloji seanslarının temel ve ortak özelliği kişisel yorum yapılmamasıdır. Psikolog size yol gösteren kişidir. Size doğruyu söyleyen değil; sizin kendi doğrunuzu bulmaya çalışan kişidir.

Klinik Psikoloji Dışında Terapi Yapılamaz mı?

Klinik psikologlar dışında terapi yapma yetkisi olan kişilere psikoterapist denir. Psikoterapist olmak için klinik psikologların aldığı eğitimler benzeri terapi eğitimleri almak gerekmektedir. Bunun dışında psikoterapistlerin de yine klinik psikologlar gibi psikoloji, psikolojik danışmanlık ya da psikiyatri lisans eğitimini tamamlamış olmaları gerekmektedir. Ardından çeşitli psikoterapi eğitimlerinden en az birisi üzerine eğitimler ve süpervizyon alarak psikoterapist unvanı almaya hak kazanırlar.  Hatta  yalnızca yüksek lisansla klinik psikoloji alanını tamamlayan bir bireyin terapi yapma yetisi olduğunu söyleyemeyiz. Klinik pratiklerinin işlevselliği için klinik psikologlar da ayrıca terapi eğitimleri ve süpervizyon alırlar.

Konu hakkında ayrıntılı bilgi almak için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalına abone olarak bilgilendirici videolara ulaşabilirsiniz.

Read More