Öğrencilerin çoğu ders esnasında anlatılan konuları öğrendiğini düşünse de bilgilerin zihinlerine kalıcı olarak yerleşmesi için okul sonrasında da bireysel olarak çalışmaları gerekiyor. Öğrenme süreci sadece okul saatleri ile sınırlı olmadığından konu ile ilgili alıştırmalar ve tekrarlar yapmak son derece önemlidir. Günlük veya haftalık olarak verilen ev ödevleri okulda öğrenilen bilgilerin kalıcı olmasını sağlayan en etkili yollardan biri. Öte yandan çocukların bazı derslere olan ilgisinin azlığı veya konuları öğrenmede güçlük yaşamaları ödev yapma isteklerini azaltabiliyor. 

Buna ek olarak yaşadığımız teknoloji çağında video oyunları, cep telefonları, sosyal medya gibi birçok faktör çocukların dikkatini dağıtarak onları ödev yapmaktan alı koyan faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Elbette çocukların oyun oynamaları gerekiyor; ancak oyuna ve okuldan sonra dinlenmeye ayrılan süre çocuk ve ebeveynlerinin ortak kararı ile belirlenmeli ve sınırlandırılmalıdır. Ayrıca çocuğun ödevini yapmayı istememesi veya ertelemesi durumunda ebeveynleri olarak ortak bir tutum sergilenmeli ve ödevin onun sorumluluğu olduğu öğretilmeye çalışılmalıdır.

Son derece önemli olan ödev yapma alışkanlığı çocuklarının akademik, zihinsel ve bireysel gelişimlerine birçok açıdan katkı sağlıyor. Yazımızın devamında ödev yapmanın kazanımlarına hep birlikte bakalım. 

Sorumluluk Bilinci ve Özgüven Gelişimi

Ödev yapmak ve verilen görevi zamanında yerine getirmek çocuklardaki sorumluluk duygusunun gelişmesini sağlar. Sorumluluk duygusu çocukların hayatlarının her alanında kendi ihtiyaçlarını tek başına ve başkalarına bağımlı olmadan karşılayabilmeleri ile kendilerini rahatlıkla ifade edebilmeleri için oldukça önemlidir. Tüm bunlara bağlı olarak kendine yetebilen ve sorumluluklarını yerine getiren bir çocuğun aynı zamanda özgüveni de gelişecektir. 

Zaman Yönetimi 

Farklı derslerden verilen ödev sorumluluğu sayesinde çocuklar görevlerini zamanında bitirebilmek için zamanı yönetmeyi öğrenirler. Ödevleri yetiştirebilmek için önceden plan yapmak ve son teslim tarihlerine göre sıralamak da çocukların organize ve düzenli olmalarında etkilidir. 

Sabırlı Olmak

Ödev yapma sorumluluğu sayesinde çocuklar uzun saatler boyunca derslerine odaklanarak hem dikkatlerini tek bir şeye odaklamayı hem de sebat etmeyi öğrenirler. Unutulmamalıdır ki sabır ve çalışma başarının olmazsa olmazlarındandır. 

Okul Başarısında Artış

Çocuklar ev ödevleri ile öğrendikleri bilgileri pekiştirirken aynı zamanda yeni bilgiler edinirler. Alıştırmalar yapmak ise çocukların görsel, işitsel veya dokunsal olarak kendi öğrenme stillerini keşfetmelerini de sağlar. Böylece en verimli şekilde nasıl öğrenebildiğini bilen çocukların okuldaki başarıları da günden güne artacaktır. 

Bunun yanında ev ödevlerini öğretmenler de kendileri için bir ölçüm aracı olarak kullanabilirler. Şöyle ki ödevler ile öğretmenler derslerde ne kadar anlaşıldıklarını ve verdikleri bilgilerinin ne kadarının öğrenildiğini tespit edebilirler. 

Kaynaklar

Read More

İş ve okul hayatının getirdiği sorumluluklar, sağlık sorunları, maddi kaygılar ve aile hayatındaki problemler günlük yaşantımızda kaygılarımızın artmasına sebep oluyor. Herkesin yaşadığı bir duygu olan kaygı, sorunlarımızla baş etmemizi sağlarken, aynı zamanda tehlikeli durumlarda alternatif çözümleri hızlıca bulmamızı sağlıyor. Bu tür kaygılar normal kabul edilen ölçülü duygular olsa da ne yazık ki her zaman kaygı seviyemizi olması gereken değerde tutamıyoruz. 

Kaygılarımız bizi ele geçirmeye başlayıp günlük aktivitelerimizi yapmamızı engellediğinde ve huzursuz bir ruh haline bürünmemize neden olduğunda bu durum kaygı ya da diğer adıyla anksiyete bozukluğuna dönüşüyor. Uzun süreli ve aşırı bir endişelenme durumu olan ve yaşla birlikte artan anksiyete bozukluğunun çocuklarda görülme oranı ise %5 ila 18 arasında değişmektedir. Peki, çocuklarda anksiyete bozukluğu neden olur ve bu durumda neler yapılması gerekir?

Belirtileri Nelerdir?

Anksiyete, çocukların fiziki, duygusal ve davranışsal gelişimlerini etkilediğinden hem sosyal ve ailevi sorunlar yaşamalarına hem de okul başarılarında düşmelere neden olur. Anksiyete bozukluğu olan çocuklar sürekli huzursuz, gergin, sinirli, öfke nöbetleri geçiren, basit sorunları dahi büyüten, çevrelerindeki insanların sağlıklarından endişe duyan bir ruh hali içerisindedir. 

Ayrıca anksiyeteye sahip çocuklarda uyku sorunları, dikkat dağınıklığı ile baş ve karın ağrıları gibi fiziki rahatsızlıklar da görülmektedir. Kendilerinden beklenenin fazlasını yapmaya çalışan kaygılı çocuklar çevreleri tarafından sorumluluk sahibi ve olgun bireyler olarak görülse de bu yaklaşım aslında onların kaygı durumlarının daha da artmasına neden olabilir. 

Kaygı Bozukluğunda Genetik Yatkınlık ve Çevrenin Rolü

Kaygı bozukluklarının anne baba tarafından çocuklarına aktarıldığını öne süren ve kaygının genetik olduğunu savunanlar da vardır. Öte yandan kaygı bozukluğunda çocuğun yetiştiği çevre de önemlidir. Çocuklar ebeveynleri model alacaklarından onların davranışları ve hatta ruhsal durumları da çocuklarına yansır. 

Kaygılı ve mükemmeliyetçiliğe önem veren aşırı kuralcı anne babalar tarafından büyütülen çocuklarda anksiyete görülme sıklığı diğerlerine göre daha fazladır. Okul ortamında ise sessiz çocuklarla az iletişim kurulması, korkuları ile başa çıkmayı öğrenebilmeleri yerine onlar için her zaman güvenli bir ortam oluşturulması da kaygı halinin artmasında çevrenin etkilerine örnek verilebilir. 

Anksiyete Tedavisi

Çocukların kaygıları da yaşlarına bağlı olarak değişmektedir. İlk 2 yıl anne ve babanın yokluğundan korkan çocuklar 2 ila 5 yaş arasında hayali nesnelerden korkar hale gelmekte ve ilkokul çağında ise başkalarının önünde küçük düşme gibi soyut korkular hissetmeye başlar. Bununla birlikte kaygı sorunu ilaç tedavisi yanında aile ve çocuğun katıldığı terapilerden yararlanılarak tedavi edilebilir bir durumdur. Bu noktada ebeveynler çocuklarındaki değişimi fark ettiklerinde vakit kaybetmeden bir uzmana başvurmalıdır. 

Çocuklarda Anksiyete ile ilgili daha fazla bilgiye sahip olmak isterseniz; Anksiyete Çağım | Korku, Umut, Yılgınlık ve Huzur Arayışı 

 

Kaynaklar
Read More

Yeme Bozukluğu kısaca…

Yemek yeme bozuklukları yeme alışkanlıkları, egzersiz alışkanlıkları, vücut ağırlığı ve şekli ile ilişkilendirilip karakterize edilen bir mental rahatsızlık durumudur. Yemek yeme bozuklukları fiziksel, duygusal ve sosyal sonuçlara yol açabilir. Yeme bozuklukları aynı zamanda tüm psikiyatrik hastalıklar arasından en yüksek ölüm oranına sahiptir. Yeme bozuklukları hem kadınlarda hem erkeklerde hangi kültürel geçmişten geldiği fark etmeksizin etkileyebilir. Alanda yapılana araştırmalar nüfusun yüzde dokuzunun yeme bozukluklarından etkilendiğini göstermektedir.

Yeme bozukluğu Sebepleri ve semptomları 

Bir bireyin neden yeme bozukluğu gösterdiğinin spesifik tek bir nedeni olmamakla birlikte genlerin ve çevrenin bu konuda en önemli faktörler olduğu biliniyor. Günümüzde pek çok genç ideal vücut imajı için endişe etmekte ve kilo vermek için sağlıklı olmayan diyetler ve egzersizler denemektedir. Yemek yeme bozukluklarının kesin sebebi bilinmediğinden, genellikle biyolojik, psikolojik ve / veya çevresel anormalliklerin bir kombinasyonunun bu hastalıkların gelişmesine katkıda bulunduğuna inanılır.

Biyolojik faktörlere örnek olarak aşağıdakileri verebiliriz;

* Düzensiz hormon fonksiyonları

* Genetik (yeme bozuklukları ve bireyin genleri arasındaki bağ hala yoğun bir şekilde araştırılmaktadır, ancak genetiğin hikâyenin bir parçası olduğunu biliyoruz).

* Beslenme eksiklikleri

Psikolojik faktörlere örnek olarak 

* Negatif vücut görüntüsü

* Zayıf benlik saygısı

Yeme bozukluklarının oluşmasına katkıda bulunacak çevresel faktörlere örnek olarak ise;

* İşlevsel olmayan aile dinamiği

* Bale ve modelleme gibi ince ve kilo kaybına neden olan meslekler ve kariyer

* Estetik yönelimli sporlar, artan performans için yalın bir vücuda sahip olmaya önem verilmesi (kürek, güreş, jimnastik, dalış uzun mesafe koşu vb…)

* Aile ve çocukluk çağı travmaları: çocukluk çağı cinsel istismarı gibi ağır travmalar

* Arkadaşlarınız ve iş arkadaşlarınız arasında kültürel ve / veya arkadaş baskısı

* Stresli geçişler veya yaşam değişiklikleri

Yeme bozukluğunu anlayabilmek için bazı sinyaller; 

Birisinin yeme bozukluğu yaşayabileceğine dair bazı fiziksel ve davranışsal işaretler vardır.

Fiziksel işaretler 

* Önemli kilo kaybı veya hızlı kilo değişiklikleri

* Kadınlarda, adet dönemlerinin kaybı veya rahatsızlığı

* Soğuğa duyarlılık- çoğu zaman ılık ortamlarda bile soğuk hissetmek

* Uyuşukluk, yorgunluk

* Baş dönmesi, bayılma

* Konsantre olma yeteneğinde azalma.

Davranış işaretleri 

* Yağ miktarını sürekli olarak azaltmak, kalori saymak, öğün atlamak, bazı yiyecek gruplarını oruç tutmak ve bunlardan kaçınmak (örneğin süt ürünleri, et veya karbonhidratlar)

* Yemek yemekten kaçınmak için bahaneler uydurma

* Aşırı ve / veya zorunlu egzersiz

* Ortalama bir kişiden daha fazla vücut şekli, ağırlık ve görünüm ile meşgul olma

* Yoğun kilo alma korkusu

* Çarpık beden imgesi (ör., gerçekten sağlıklı bir kiloda ya da zayıf olduklarında şişman hissetme ya da şişman görünme şikâyeti)

* Yemek zamanlarında sıkıntı ve / veya öfke

References

  • https://www.eatingdisorderhope.com/information/eating-disorder
  • https://www.rch.org.au/kidsinfo/fact_sheets/Eating_disorders
Read More

Disleksiyi teşhis edebilecek tek bir test yoktur. Bir dizi faktör göz önünde bulundurulur, örneğin; Çocuğunuzun gelişimi, eğitim sorunları ve tıbbi geçmişi. Doktor muhtemelen size bu alanlar hakkında sorular soracak ve herhangi bir aile üyesinin öğrenme güçlüğünün olup olmadığı da dahil olmak üzere ailenin diğer üyeleriyle ilgili bilgi sahibi olmak isteyecektir.

Ev hayatı da göz önünde bulundurulacak faktörlerden biri. Doktor, evde kimin yaşadığı ve evde herhangi bir sorun olup olmadığı da dahil olmak üzere aileniz ve ev yaşamınızın açıklamasını isteyebilir.

Görme, işitme ve beyin (nörolojik) testleri; bunlar, başka bir bozukluğun olup olmadığını saptamak için oldukça önemli testlerdir. Çocuğunuzun zayıf okuma kabiliyeti varsa bu testler sebepleri saptamakta kullanılabilinir. 

Okuma ve diğer akademik becerilerin test edilmesi. Çocuğunuz bir dizi eğitim sınavına girebilir ve bu testler bir okuma uzmanı tarafından test edilir.

Disleksi nedir ne değildir?

Disleksi,  bir insanın okuma ve yazma yeteneğine olan etkisiyle bilinen bir hastalıktır. Birçoğumuz, disleksik bir insanın okumaya ya da yazmaya çalıştığında yaşadıklarını, harfleri dışarı fırlamış veya tersi gibi gördüklerini tanımladıklarını görmüş ya da duymuşuzdur.

Disleksi, specific learning disability (SLD) olarak adlandırılır. Böyle adlandırılması disleksik insanların düşük zekalı oldukları anlamına gelmiyor. Aksine disleksik olan insanlar da genel olarak nüfusun geri kalanı ile aynı IQ aralığına sahiptir. Ek olarak, disleksi olmak basılı kelimeleri görmekle ilgili bir sorun değildir; kör olan kişilerin de Braille alfabesini okurken harfleri tersine çevirdikleri bilinmektedir. 

Tedavi

Disleksiye neden olan altta yatan beyin anormalliklerini düzeltmenin bilinen bir yolu yoktur; disleksi yaşam boyu süren bir problemdir. Ancak, belirli ihtiyaçları ve uygun tedaviyi belirlemek için erken teşhis ve değerlendirme söz konusu kişinin başarısını artırabilir.

Disleksik olan insanlarla iletişim kurarken…

Her disleksik insanın farklı olduğunu anlamak çok önemlidir. Bazıları için semptomları o kadar kötü değilken diğerleri için çok şiddetli olabilir. 

  • Sabırlı olun; zaman sinirleriniz bozulmaya ve sabrınız daralmaya başlarsa nefes almak için birkaç dakikanızı ayırın. Unutmayın bu durum o kişi için çok daha sinir bozucu ve tüm hayatı boyunca bununla yaşamak ve baş etmek zorunda
  • Söylemeyin gösterin; Disleksik insanlar genellikle çok görseldir, bu yüzden onlara bir şeyi nasıl yapacağımızı gösterirseniz, genellikle hemen toparlayabilirler.
  • Dinleyin ve sorular sorun; her disleksi vakası farklıdır ve eğer biri size disleksik olduğunu söylerse, bu genellikle bunun hakkında konuşmaya açık oldukları anlamına gelir. Soru sormak rahatsız edici değildir. Sorular sorarak bu konudaki bilginizi genişletebilir o kişiyle daha yakından iletişim kurabilirsiniz.

References

Read More

Çocukların okulöncesi yaşları gelip çattığı zaman birçok ebeveyn çocukların anaokuluna kaydettirmenin doğru karar olup olmadığını sorgulamaya başlıyor. Çocukların, erken çocukluk döneminde çevrelerindeki dünya hakkında çok şey öğrendiklerini artık birçok bilimsel araştırma kanıtladı. Bu dönemler çocukların potansiyellerinin zirvede olduğu ve birçok yönden gelişmeler gösterdiği dönemlerdir. Bu bakımdan, anaokuluna gitmek çocukların zihinsel, fiziksel ve sosyal duygusal olarak büyümesine büyük katkı sağlamaktadır.

Çocuğunuzun öğrenme sürecinden zevk almasını istiyorsanız, anaokuluna göndermek kesinlikle doğru yoldur. Elbette bütün bu süreçte çocuğun kendi gelişim yoluna saygı duymak ve anlayış göstermek de bir o kadar önemlidir. Çocuğunuzu anaokuluna alıştırırken öğretmenlerde birlikte oryantasyon (alıştırma) planı yapmanızı tavsiye ederiz. Çünkü bu okul çocuğunuzun hayatındaki ilk okul kavramı olacak. 

Bütün anne babalar evde öğrenme sevgisini geliştirmek için ellerinden geleni yaparlar. Ancak okulöncesi çocuğu için en iyi öğrenme yeri anaokuludur. Bu nedenle çocuğa anaokulunun eğlenceli, bol oyunlu, bol gülmeli bir yer olduğunu göstermekte fayda var. Alıştırma planı yapmanın diğer bir faydası da okul fobisinin önüne geçmektir. 

Anaokullarında ise öğretim daha yaratıcı yollarla gerçekleşir. Okulöncesi dediğimiz aman aklımıza gelen ilk şey oyun olmalıdır. Çocuklar oyun yoluyla hayatın provasını alır, çeşitli rollere bürünerek birçok farklı duygu durum ve ifadeleri tecrübe ederler. Anne babaların dikkat etmesi gereken en önemli nokta da aslında budur; çocuğu mümkün olduğunda oyunda tutmak, onu oyunda gözlemlemek, oyun yoluyla öğrenmesini sağlamak. 

Küçük çocuklarla beraber olmak…

Küçük çocuklar diğer öğrenciler gibi değildir. Onların ihtiyaçları eşsizdir ve bunun farkında olmalısınız. Küçük bir çocuğun kendi ailesinin dışında etkileşime girdiği ilk yetişkinlerden biri anaokulundaki öğretmenidir. Bu yüzden anne babalar öğretmen ile karşılıklı güven, sevgi ve saygıya dayalı ilişkiler kurmaya özen göstermeli. Ebeveynlerinden başlangıçta ayrılmak zor olabilir ve bir öğretmen bu geçiş sürecinde onlara yardım etmelidir. Aynı şekilde anne babalar da sabırlı olmalı ve öğretmene güvenmeli. 

Çocuk anaokulunda daha çok vakit geçirdikçe öğretmene bağlanmaya, ve aralarında bir bağ oluşmaya başlar. İyi öğretmenler çocukların duygusal geçişlerine iyi adapte olabilen öğretmenlerdir. 

Anaokulu çocuğunuzun yaratıcılığını artırır.

Daha önce de belirtildiği gibi, anaokulları her zaman ilginç ve yaratıcı oyunların olduğu, yaparak yaşayarak öğrenmenin olduğu bir yerdir. Ancak, hepsi bu değil. Çocuklar anaokullarında okulda olduğundan çok daha rahat ve özgür hissederler. Bunun nedeni, resimden bloklara, bahçede oynamaktan kendi işlerini kendi başlarına yapmaya kadar çeşitli ifade araçlarını kullanmalarına izin verilmesidir. Bu etkinlikler, çocukların ilgilendikleri bir şeyi bulmalarına ve yaratıcı düşünmelerini teşvik etmelerine yardımcı olur.

References

Read More

Nörobiyolojik teori bize bir insanın çeşitli zekâ biçimlerinin gelişmesinin kritik bir noktaya ulaştıktan sonra stabil olarak devam ettiğini söylemektedir. Nörobiyolojik teoriye göre bu entelektüel olgunluk 16 yaşında edinilir. Bu yastan sonra IQ`nun nispeten istikrarlı ilerlediği söylenilmektedir. Genetik faktörlerin elbette zekâ üzerinde inkâr edilemez etkileri vardır ancak son yıllarda yapılan araştırmalar çevre faktörünün de en az genetik kadar etkili olabileceğini kanıtladı. 

Bir kişinin belirli zihinsel yetenekleri geliştirebilmesi ve nöronal bağlantılarının kurulabilmesi için çocukluk döneminde yeteri kadar uyaranlara maruz kalması gerekir. Bugün artik birçok araştırma 0-7 yas aralığının beynin esneklik kazanması için oldukça kritik dönemler olduğunu kanıtladı. Bu kritik dönemlerde yeteri kadar ve uygun uyarana maruz kalmak zekâ ve beyin gelişimi için çok önemli. Yetersiz uyaran faydalı olmadığı gibi fazla uyarıcı bir ortamda çocuklar için uygun değildir.

Kalıtım ve Çevrenin Zekâyla olan İlişkisi

Kalıtım yani bize genlerimizle aktarılanlar gelişmekte olan organizmanın olgunlaşmasını sağlayarak fiziksel bedenin belli başlı gerekli doğal yeteneklere ulaşmasını sağlar. Newman 1940 yılında yaptığı bir araştırmada IQ’nun %68 kalıtımla %32 oranında ise cevre tarafından belirlendiğini söyledi. Bir insanin yasam suresi boyunca IQ’sunda meydana gelen değişiklikler, kalıtım değiştirilemeyeceğine göre, çevre faktörüne bağlıdır.

Zekayi Etkileyen Çevresel Faktörler

IQ’yu etkileyen çevresel faktörlere örnek olarak ise; modern medya, eğitim, emzirme, rahim ile ilgili sağlık koşulları, beslenme, kirlilik, ebeveynlik, önyargılar, ulusal kültür, kafa travmaları, uyku sorunları, uyuşturucu ve alkol bağımlılığı, zihinsel hastalıklar, stres ve hastalıklar olarak sayılabilir ve bu örnekler çoğaltılabilir.

Çocukların Zekâsını Nasıl Geliştirebiliriz?

Çocuklara kendi kendilerine oyun kurmaları için zaman verin. Oyun yoluyla çocuklar kendi kendilerine hikâyeler yaratabilir, karsılaştıkları sorunları çözmeyi öğrenir kısacası hayatin provasını alırlar, unutmayın oyun bir çocuğun kendine ayırdığı en değerli bireysel zamanıdır. Birçok ebeveyn çocuklarının sıkılmasından endişe duyarlar. Çocuklarınızın sıkılmasına ve kendi kendilerine keşfetmelerine izin verin!

Egzersiz Yapın, Aktif Olun

Egzersiz yapmaktan bahsettiğimiz zaman genellikle bunu fiziksel gelişim ile ilişkilendiririz. Oysaki son zamanlarda yapılan kapsamlı araştırmalar fiziksel olarak aktif olmanın beyin gelişimi üzerinde de olumlu etkileri olduğunu kanıtladı.

Çocuğunuzu da fiziksel olarak aktif olmaya teşvik edin. Ekran karsısında geçirilen zamanı azaltın. Uzun yürüyüşler yapın veya bisiklet turlarına katilin.

 

References

Read More

 

Oyunda, çocuklar sağlıklı gelişimleri için gerekli çok önemli birçok beceriyi edinirler. Örnek vermek gerekirse sosyal-duygusal gelişim, fiziksel gelişim, zihinsel ve bilişsel gelişimle ilgili kaliteler oyun aracılığıyla kazanılır. Aynı zamanda duygusal becerileri de pratik edeler. Oyun sırasında korkuyu, öfkeyi, hayal kırıklığını ve daha birçok duygu durumu çeşitli rollere girerek tecrübe ederler. Böylece duygularını nasıl kontrol altında tutacaklarına dair bir iç görü kazanırlar.

 Fiziksel gelişim oyunun fayda tek gelişim alanı değil

Oyunun fiziksel faydalarını gözlemlemek mümkün olsa da serbest oyun duygusal gelişim için de içsel faydalar sağlar. Araştırmalar serbest oyunla duygusal gelişime dair kazanılan üç alana dikkat çekerler; özgüven, özsaygı (kendine değer verme) ve bazı travmatik duyguları oyun sırasında serbest bırakarak travmadan uzaklaşabilmek. 

Serbest oyun onları risk almaya teşvik eder. Çocuklar bu riski aldıklarında ve bu zorluğun üstesinden geldiklerinde, daha yüksek özgüvene yol açan bir başarı duygusu hissederler. Serbest oyun aynı zamanda çocukları çatışma çözme ve yaratıcı dramatik oyun gibi özgüven geliştiren diğer beceriler geliştirmeye teşvik eder. Kendi kendine oyun kurabilme, tek başına kaldığında da oyun yaratabilme özgüven gelişimiyle ilişkilendirilen önemli faktörlerdir.

Yalnız başına oynamak

Bazıları yalnız oynamanın çocukları diğerlerinden uzak durmaya ittiğini ya da utangaç olduklarını düşünür. Aksine, yalnız oyun çocuklara sosyal olarak yardımcı olur, çünkü güçlü bir bağımsızlık duygusu geliştirir, yaratıcılığı ve hayal gücünü geliştirir ve kendi kendine eğlenebilmeyi başarabildiklerinde can sıkıntısını hafifletir. Bir çocuk oyun alanında yalnız oynadığında, diğer çocukların etkileşimlerini gözlemleyerek sosyal ipuçları öğrenir.

Oyundan yoksun kalındığında…

Etik meselelerden dolayı bilim insanları bir grubun gelişimsel yıllarında kasıtlı olarak oyundan mahrum kaldığı ve başka bir grubun normal olarak oynamasına izin verildiği kontrollü deneyleri insanlar üzerinde yapamazlar. Ancak hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalardan yola çıkabiliriz. Maymunlar sadece türlerinin yetişkinlerinin mevcudiyetinde büyüdüğünde, hiçbir uyaran ve sosyal etkileşime fırsat verilmediğinde oyun oynayamadan büyümüş oluyorlar. Araştırmacılar bu maymun grubunu erken yetişkinlik döneminde test ettiklerinde, duygusal olarak geride kaldıklarını kanıtladılar.  Öte yandan, diğer maymun grubu, yani maymunlarla etkileşime geçilmesine izin verilen gruptaki maymunlar yapılan testlerde duygularını kontrol etmekte daha başarılı oluyor. Ayrıca tehlikeli durumlarla karşı karşıya kaldıklarında duruma adapte olmaya ve üstesinden gelmeye daha çok çabalamaya meyilli oluyorlar.

Sağlıklı aile ilişkileri için oyunla geçirilmiş bir çocukluk

Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, özgüveni ve özsaygısı yüksek olan, kendi başına zaman geçirmekten sıkılmayan bireyler daha sağlıklı aile bağlarının geliştirilmesine yol açıyor. 

references

Read More

Oyun, hem insanlarda hem de hayvanlarda doğal olarak gelişen bir fenomendir. Çocukların sağlıklı gelişiminde hayati bir unsurdur. Oyun yoluyla kendilerini eğlendirir, çevrelerindeki dünyayı keşfeder, fazla enerjiyi kullanır, kendilerini rahatlatır, duygularını ifade eder ve sosyal beceriler geliştirirler. Bir çocuk oyununu gözlemlemek size onun hakkında çok şey söyleyebilir ki bu oyun terapisinin zihinsel sağlık alanında değerli bir tanı ve tedavi aracı olmasının temel nedenlerinden biridir.

Kendini ifade aracı olarak oyun

Ebeveynler ve öğretmenler olarak, çocuklarımızı onları izleyerek anlamayı öğreniriz. Sorun yaşadıklarında nasıl davrandıklarını anlayabiliriz. Olaylar onlar için yolunda gitmediğinde çocuklar genellikle daha çok soruna yol açacak şekilde davranırlar; ne söylenirse tersini yaparlar. Çocuk oyunda ise, oyundan geri çekilebilir, bütün kuralları kendi yazıp kendi bozmak isteyebilir, başkalarının oyuna sık aralıklarla müdahale edebilir. Diğer bir deyişle çocukların, davranışlarında ve oyunlarında, mücadele ettiklerini ve yaşamlarında devam eden şeylerle başa çıkmadıklarını göstermelerinin birçok yolu vardır.

Oyun terapisi

Oyun terapisi, çocuklara duygularını ifade etme, bilgilerini gösterme ve problemlerle içten getirdikleri güç ile baş etme fırsatını yaratan bir terapi şeklidir. Dil becerileri bilişsel yeterlilikleri kadar hızlı gelişmediğinden, oyunda kelimelere dökemedikleri her şeyi gösterebilme imkânına sahip olurlar. Yaşlarına göre zengin sözel becerilere sahip olsalar da, oyun genellikle daha rahat ve daha konforlu bir ifade aracı gibi hissettirir. Aslında oyun çocuğun öğrendiği ilk dildir ve de kullanımı en kolay olandır!

Oyun terapisi için uygun yaşlar

Literatüre göre oyun terapisi 2 ve 12 yaşlarındaki çocuklar için uygundur. Bununla birlikte; oyun terapisi daha çok çocuklarla ilişkilendirilse de birçok terapist bu metodu yetişkin, çift ve aileleri tedavi ederken kullanır. Aslında oyun terapöti bir araç olduğu için belirli bir yaş sınırı yoktur.

Oyun terapisinin faydaları

Diğer terapi türlerinde olduğu gibi, oyun terapisi de olumsuz davranışları ve semptomları azaltmaya veya ortadan kaldırmaya ve pozitif olanları geliştirmeye ve arttırmaya yardımcı olur. Tabii ki, potansiyel faydalar bir çocuktan diğerine değişecektir.

Oyun terapisinin faydalarına dair yapılan araştırmalar, davranış bozuklukları, psikososyal sorunları, fiziksel ve öğrenme güçlüğü, konuşma ve dil sorunları gibi problemlere sahip çocukların oyun terapisinden olumlu etkilendiğini göstermiştir. Ek olarak, kaygı, istismar, aile içi şiddet, depresyon, keder ve kayıp ve travma sonrası stres yaşayan çocuklar oyun terapisinden fayda sağlamıştır.

References

Read More

Mindfulness, tam olarak var olmak için kim olduğumuzu ve nerede bulunduğumuzu hissetmemizi sağlayan bir alışkanlık, bir yöntem… 

Yazımızın devamında Budistler tarafından uygulanan ve yüzlerce yıldır bilinen mindfulnessın ne olduğunu, ruhumuz ile bedenimize olan etkilerini okuyabilirsiniz. 

1. Mindfulness Nedir?

Budistler tarafından uygulanan mindfulness, yüzlerce yıldır bilinen bir yöntemdir. Türkçeye “bilinçli farkındalık” olarak çevrilen mindfulness, yargılama içerisine girmeden veya geçmiş ile geleceği düşünmeden yaşanılan anın farkına varılmasını ön gören bir yöntemdir. Temelinde dikkatli ve farkına varan bir algılamayı esas alan mindfulness, içerisinde bulunulan ana yani olan bitene bilinçli bir şekilde dikkat etmeyi ön görüyor. 

2. Mindfulness Bakış Açısı

Mindfulness, anı ve yaşanılanı eleştirmekten ziyade zihnin yapılan şey ve anın tam olarak içine girmesini sağlıyor. Bir çeşit kabullenme olan mindfulness, bir beklenti içerisinde olmadan ve değişmesini istemeden bilinçli bir şekilde meydana gelen olayları sevgi ile deneyimlemeyi sağlıyor.  Mindfulness, doğuştan gelen fakat zamanla azalan farkındalık yetimizi güçlendiriyor. Empati yeteneğinin kazanılması ve ikili ilişkilerin düzene girmesinde de oldukça fayda sağlıyor. 

3.  Dengeli Bir Yaşam Sunuyor

Mindfulness, depresyon, kaygı, stres, üzüntü gibi olaylar karşısında zihin ile ruhun iyi ve sağlıklı kalabilmesine yardımcı oluyor. Anksiyeteye iyi gelen mindfulness, bağışıklık sistemini güçlendirdiği gibi ruhsal problemlerin yol açtığı fiziksel hastalıklar ve yeme bozukluklarının tedavisinde de işe yarıyor. 

Kişisel gelişim ve özgüven artışına katkıda bulunan mindfulness, duyguların daha dengeli olması ve öz farkındalık için de oldukça yararlı bir yöntem. Mindfulness eğitimi, tepkileri kontrol etmeyi öğrenme, olaylar karşısında yapıcı kararlar verme, esnek olabilme, hedefe ulaşmak için planlı adımlar atabilme ve sorumluluk alabilmeyi öğrenmeyi beraberinde getiriyor. 

4.  Eğitimde Mindfulness

Mindfulness egzersizleri sayesinde bilinçli odaklanma becerisi kazanıldığı için öğrenilen bilgiler de kalıcı hale geliyor ve hafıza güçleniyor. Bu yönüyle özellikle dikkat ve motivasyon konusunda zorluk çeken öğrenciler için oldukça fayda sağlıyor. Ebeveyn eğitimlerinde de tercih edilen mindfulness ile ergenlik dönemindeki çocuklarla hem aile hem de okul ortamında doğru iletişim kurularak onların sağlıklı bir şekilde gelişimleri sağlanıyor.

5. Mindfulness’ı Etkin Hale Getirin

Stres veya baskı anında her şeyden önce hazır olmak ve beklemek gerekiyor. Ardından düşüncelerin zihnimizde akıp gitmesine izin vermek, kontrol etmeye kalkışmamak ve değişim için kendimizi zorlamamak gerekiyor. Nefes almak ve vücutta meydana gelen değişimi fark etmek daha sağlıklı kalabilmek ve düşüncelerin sınırları genişletmek için aynı zamanda en etkili yol gösterici de oluyor. 

Kaynaklar

Read More

 

Çevresel ve genetik faktörlerin neden olduğu düşünülen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tedavi edilmediği taktide bireylerin çocukluk yıllarından itibaren eğitim ve iş hayatları ile sosyal ilişkilerini olumsuz etkiliyor. 

DEHB Nedir ve Ne Zaman Ortaya Çıkar?

Çocukluk çağında başlayan ve bir nöropsikiyatrik sorun olan (DEHB) belirtileri genellikle okul çağı dönemi ile birlikte 7 ila 8 yaşından önce görülmeye başlıyor. DEHB, ergenlik ve yetişkinlikte de devam edebilen bir sorun olsa da yaygın olarak çocukların %8’inde görülürken bu oran ergenlerde %6 ve yetişkinlerde %4lere kadar düşüyor. 

DEHB, yaşa ve gelişime uygun olmayacak derece aşırı hareketlilik, odaklanma güçlüğü çekme, dürtüsellik veya yetersiz dürtü kontrolü dediğimiz istekleri erteleyememe sorunları ile fark ediliyor. DEHB tanısı konan bireyler birden çok uyarana aynı anda dikkat etmeye çalıştıklarından başladıkları işi yarım bırakıp bir diğerine yöneliyor ya da sevdikleri işe aşırı odaklanma gösterebiliyorlar.  

Erkeklerde kadınlara kıyasla 4 kat daha fazla görülen DEHB için tüm problemlerin bir arada görülmesi de gerekmiyor. Bazen sadece dikkat eksikliği olabildiği gibi sadece hiperaktive belirtileri de ortaya çıkabiliyor.  

DEHB Nasıl Anlaşılır? 

DEHB tanısı konulabilmesi için unutkanlık, dikkati toplayamama ve aşırı hareketli olma halinin ev, okul ve kurs gibi birden çok ortamda gözlenmesi gerekiyor. Ayrıca DEHB belirtilerinin kişinin yaşam kalitesini bozması, günlük işlerini aksatması ve belirtilerin en az 6 ay kadar sürüp sürmediğinin bir başka deyişle sürekliliğinin tespiti gerekiyor. 

DEHB tanısı ise genel olarak okul ortamında gözlemleniyor. Sınıfta yerinde oturamayan, arkadaşları ile ikili ilişkileri ve oyunlarında iletişim problemleri yaşayan, derslerinde akranlarına nazaran daha az performans sergileyen çocuklarda dikkat eksikliği ve hiperaktive sorunu gözlemleniyor.

DEHB tanısı konan bireylerin ayrıca çabuk öfkelendiği gibi strese de daha meyilli oluyor. Karşısındaki kişiyi dinlemiyor gibi görünme, unutkanlık, sürekli bir şeyler kaybetme ve sorumluluk getiren işlerden kaçınma da DEBH tanısı konan kişilerde sık görülen özelliklerden. DEHB özellikle erken yaşta tedavi edilmediği durumlarda kişilik bozukluğuna neden olabildiği gibi ve ergenlikte alkol ve sigara kullanımına, yetişkinlik döneminde ise iş kaybetme, evliliğin bozulması, uyumsuzluk ve dışlanma gibi psikososyal sosyal sorunlarla da neden oluyor.

Dikkat Eksikliği Test İle Ölçülür mü?

Her şeyden önce tedavi için aile, okul ve bir uzman danışmanın birlikte çalışması gerekiyor. DEHB kilink bir tanı olduğundan bu süreçte uzman ile yapılan görüşmeler yanında nörolojik muayene, davranış değerlendirme ölçekleri ve bilişsel testlerden de faydalanılıyor. Nöropsikolojik testler sayesinde sosyal ve çevresel faktörler de göz önüne alınarak davranışsal sorunlar saptanıp analiz yapılabiliyor.

Kaynak

Read More