Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 milyonun üzerinde çocuk hayallerindeki liseye girebilmek için TEOG sınavına girdi. İki aşamadan oluşan TEOG’un ikinci sınavı geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Şimdi, sıra geldi tercihlere. TEOG sonrası tercih sürecini en iyi şekilde yürütmek için sıkı bir ön hazırlık yapabilirsiniz. Biz de birkaç öneriyle size yardımcı olmaya çalışacağız.

En iyi okul, en yüksek puanlı okul değildir

Bu süreçte en sık yapılan şeylerden biri, puanı en yüksek olan okula girmeye çalışmak. Ancak bu çocukların sonraki akademik hayatlarını ve daha sonrasında profesyonel yaşantılarını önemli ölçüde etkileyen bir karar olarak daha fazla önemi hak ediyor.

Öncelikle söylememiz gerekir ki, lise okumanın en büyük amacı üniversite kazanmak değildir. Birçok okulda 4 yıl olan bu eğitim sürecinde kişilerin kendini geliştirmesi ve ilgi alanlarına yönelmeye başlaması gerekiyor. İlk bakışta bu yaşlar, geleceği belirlemek için biraz erken görünse bile Stratejik Yetenek Yönetimi ve Kariyer Danışmanlığı uzmanları 6 yaşından itibaren kişilerin eğilimlerini analiz edebiliyor.

Lise yıllarını bir basamak olarak görün ve bir sonraki basamağa ulaşmanın yanı sıra yola güçlü devam etmenize destek olacak bir okul seçmeye gayret edin. Bu aşamada anne ve babalara da büyük rol düşüyor. Çocukların kendi eğilimlerini ve beklentilerini keşfetmelerine yardımcı olmak çok önemli. Kendi hayallerimiz değil, kendi hayalleri için yaşadıklarını asla unutmamamız gerekiyor.

TEOG sonrası seçimlerde bütünlüklü bir okul analizi önemli

TEOG sınavını geride bıraktıktan sonra aldığınız puana göre gidebileceğiniz okulları bir sıralayın. Bu okulları iyice araştırın. Okulların kampüsü, yüksek başarı puanı gibi özellikler elbette önemli. Ancak tek başına hiç biri yeterli değil. Pek çok olumlu özelliği bir arada barındıran okulu bulmaya çalışın.

Bu aşamada araştırmanız gereken özellikler arasına yabancı dil eğitimi, yurtdışı bağlantıları, sosyal olanaklar gibi başlıkları mutlaka ekleyin. Özel okullar için burs imkanlarını iyice inceleyin. Bilimi, sanatı ve sosyal hayatı harmanlamayı başarmış ve çocuğunuzun bireysel beceri ve ilgi alanlarına uygun, farklı özellikleriyle çocuğunuza hitap eden bir okul mutlaka bulabilirsiniz. Hatta velilerin sorumlu tutulduğu TEOG tercihleri için en doğru seçimi yapmak üzere profesyonel destek dahi alabilirsiniz.

Read More

Her çocuk kendine özgü beceri ve eğilimlere sahiptir. Her yaşta ve her koşulda geçerli olan bir değişken olarak farklı öğrenme biçimleri karşımıza çıkıyor. Bu nedenle eğitimcilerin pek çok öğrenme ve öğretme modelinden her bir çocuk için uygun olanını seçmesi gerekiyor.

Ancak iş eğitmenlerle bitmiyor; anne ve babaların da çocuklarının kendine has öğrenme yöntemini keşfetmesi büyük önem taşıyor. Çünkü ona özel yöntemi keşfettiğiniz zaman akademik başarısını desteklemenin yanı sıra özgüvenini ve motivasyonunu arttırmasına yardımcı olabileceksiniz.

Çocukları öğrenme güçlüğü çeken aileler, zaman zaman paniğe kapılabiliyor. Bu durum önemli bir sorunun habercisi olabileceği gibi, yalnızca çocuğunuzun farklı bir öğrenme yöntemi olduğunu gösteriyor da olabilir. Bu nedenle, paniğe kapılmadan önce çocuğunuzu anlamaya çalışın ve ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsanız profesyonel destek almaktan çekinmeyin.

Çocuğunuzu sürekli olarak gözlemleyin

Çocuklar duygularını genellikle mimik ve jestleri aracılığıyla belli ederler. Bu nedenle onları gözlemlemek çocuğunuzu tanımanız için size büyük oranda yardımcı olur.

Bazı çocuklar öğrenme sürecinde daha fazla harekete ihtiyaç duyar. Dokunarak, parmaklarıyla sayarak öğrenenleri bu gruba dahil edebiliriz. Bazıları için sesli bir şekilde çalışmak, diğerleri içinse okumak en iyi yöntem olabilir. Ebeveynler, çocuklarını bir şeyler öğrenmeye çalışırken müdahale etmeksizin gözlemlemeli ve kendi yollarına izin vermelidir.

Öğrenme yönteminin keşfi için ebeveynlere çocuklarının 6 ya da 7 yaşına gelmesini beklemeyi öneririz. Ancak bu uzun bir süreç olacak, çocuğunuz büyüdükçe eğilimleri de değişecek. Bu değişimlere açık olun ve kendini bulması için onu yeterince özgür bıraktığınızdan emin olun.

Uygun öğrenme koşulları sağlamaya çalışın

Her çocuğun kendine has bir öğrenme yöntemi olduğu gibi, ideal öğrenme ortamı da vardır. Bazı çocuklar için sokaktan gelen bir inşaat sesi öğrenmeyi imkansız hale getirebilecekken diğerleri bu sesin farkına bile varmayabilir. Kimi zamanda ortam sıcaklığı ve hatta ışığın rengi bile önemli birer değişken olarak karşımıza çıkıyor.

Çok soğuk ve çok sıcak ortamlarda yeterince odaklanamayan çocukların öğrenme performansı düşüyor. Farklı ışıklandırmalar dikkat dağıtıcı bir etki yaratabiliyor.

Çocuğunuzu tanımanız hem onun hayatını kolaylaştıracak hem de aranızdaki ilişkiyi güçlendirecek kadar önemli. Ona da kendinize de bu şansı tanımak için, öğrenmekte zorlandığı veya kolayca öğrendiği konuları, çalışma yollarını ve çalışma ortamlarını gözlemleyin. Onunla konuşarak neler hissettiğini, neyi neden yaptığını anlamaya çalışın.

Read More

Çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiği her zaman çok önemli olmuştur. Onları başarılı, iyi ve sağlıklı birer genç olarak büyütmenin yollarını araştırdığımız zaman, çok net cevaplar vermek mümkün olmasa bile işe yarayacağını düşündüğümüz bazı temel davranışlardan bahsedebiliriz.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, ergenlik dönemindeki çocuklar ele avuca sığmaz, herkesten ve her şeyden nefret eden insanlar değildir. Elbette çocukluklarına göre farklı karakterler geliştirmeleri olası. Ancak, onlar hala sizin tanıdığınız çocuğunuz olmaya devam edecekler. Ne kadar büyüseler de bu değişmeyecek.

Peki, siz ebeveyn ya da çocukların yakın çevresindeki kişiler olarak onları nasıl yetiştirmelisiniz?

Onları sevin.

Ergenlik dönemindeki çocukların sevildiklerini tahmin etmek yerine, bilmeye ihtiyacı var. Bu nedenle hem davranışlarınızla hem de sözlerinizle onları sevdiğinizi açıkça ifade edin. Kendi kendine keserek model verdiği tişörtünü ve kulağınızı tırmalayan o favori şarkısını… Hepsini sevin. Bunlar detay gibi gelebilir, ancak sonunda harika birer yetişkin olmalarını desteklemenizi sağlıyor.

Onları dinleyin ve dikkatinizi verin

Okul çıkışı eve geldiklerinde onlara en azından birkaç dakika bile olsa dikkatinizi verin. Onun geldiğini ve bunun sizin için önemli olduğunu hissetmesini sağlayın. Telefonda konuşuyorsanız ya da yemek yapıyorsanız kısa bir mola verin. Size anlatacaklarını dinleyin ve onunla birlikte üzülüp onunla birlikte sevinin veya heyecanlanın. Onları tavsiyelerle boğmadan önce dinleyin ve değerli olduğunu bilmesini sağlayın. Buna aslında hepimizin ihtiyacı var!

Hayır dediğinizden daha fazla evet deyin ve hayır demeyi ihmal etmeyin

Büyüdüklerinde bol bol “hayır” ile karşılaşacaklar. Bu retlerin kendilerini yetersiz hissetmeye yol açmaması ve sizin onlar için güvenilir bir kapı olduğunuzu hissetmeleri için hayır dediğinizden daha çok evet deyin. “EVET, YAPABİLİRSİN!” Bunu hissetmeleri çok önemli. Çünkü istedikleri zaman yapabileceklerine dair özgüvenlerinin gelişmesi gerekiyor.

Yine de ebeveyn olmanın bazı sorumlulukları olduğunu unutmadan, gerekli zamanlarda hayır demeyi bilmelisiniz. Ona zarar verecek ya da olumsuz olarak etkileyecek durumlarda isteklerini reddetmenizde bir sakınca yok. Üstelik bu dengeyi tutturduğunuz zaman söylediklerinize ve fikirlerinize daha fazla önem verecekler. Çünkü onları her zaman düşündüğünüzü ve onlar için en doğru kararı vermenin sizin için ne kadar önemli olduğunu bilecekler.

Read More

Yaz tatili başlıyor. Ortalama üç ay sürecek olan tatilin nasıl geçirilmesi gerektiği ise anne ve babalar için büyük bir soru işareti olmaya devam ediyor.

Bir taraftan bütün yıl boyunca yoğun bir tempoyla okula ve diğer faaliyetlere katılan çocuğunuzun yaz boyunca dinlenmesini isterken diğer taraftan bilgilerini pekiştirmesi ve unutmaması için düzenli olarak çalışması gerektiğini düşünüyorsanız, yalnız değilsiniz. Bu pek çok ebeveyn için zor bir durum.

Büyük olasılıkla çocuklar, bütün gün oyun oynamak, TV karşısında oturmak ve sokakta arkadaşlarıyla zaman geçirmek isteyecekler. Ancak, ebeveynlerin sorumluluğu alması ve çocukların zamanlarını en iyi şekilde yönetmesi gerekiyor. Nasıl mı?

Yaz tatilinde de hayatın devam ettiğini unutmayın

Yaz tatilinde çocuklar diğer mevsimlerdeki rutinlerinin dışına çıkarak yenilenir ve deşarj olur. Bu aşamada çocukların bir molaya ihtiyaç duyduğunu unutmamak gerekiyor. Buna karşın yaz tatilini hayata bir “dur” komutu verilmiş gibi yaşamak yerine, tatili hayatın bir parçası olarak geçirmek gerekiyor. Herkesin görev ve sorumlulukları yaz tatilinde de devam ediyor.

Çocuklar yaz tatilinde hiç ders çalışmazlarsa öğrendikleri bilgiler zayıflayabilir ve hatta bu bilgileri tamamen unutabilirler. Bu nedenle bilgileri yazın da kullanmaya devam etmeleri gerekiyor. Yaz tatilinde yeni bir bilgi öğrenmeye kısa bir ara verseler bile halihazırda öğrenmiş olduklarını tekrar etmeleri ve kendilerini geliştirmeleri önemli.

Çalışma ve eğlenme saatlerini planlayın

Yazın elbette çocuğunuzdan bütün gün masa başına oturup ders çalışmasını istemeyin. Diğer taraftan çalışacağı saatleri gelişigüzel ve anlık olarak belirlemesine de izin vermeyin. Yaz tatili için çalışma saatlerini tatilin en başından planlayın. Eğer farklı kurslara ve aktivitelere katılacaksa programına bunları da dahil edin.

Bu aşamada çocuğunuzla aktif bir iletişim halinde olmaya özen gösterin. Kararları ona bırakmasanız bile zamanını planlarken ona da fikirlerini sormayı unutmayın.

Bir ders programı oluşturun

Yaz tatilindeki çalışma saatlerini daha verimli ve işlevsel kılmak için çocuğunuzun hangi konulara çalışması gerektiğini de önceden belirleyin. Pekiştirmesi gereken ve anlamakta zorlandığı konulara ağırlık vermesini sağlayın. Böylece yaz tatilinin onlar için ilerlemenin ve öğrenmenin bir parçası olmasına yardımcı olabilirsiniz..

Read More

Meditasyonun ve mindfulness adı verilen yöntemin öğrenme üzerine etkisinden daha önce de bahsetmiştik. Bu kez Harvard Medical School’dan nörobilimci Sara Lazar’ın bu konudaki bulgularından yola çıkarak, bu iki metodun beyin hücrelerine olan etkisinden bahsedeceğiz. Bu iki metot benzer yollardan giderek bir sonuca ulaştığı için zaman zaman birbirinin yerine kullanılabiliyor.

Meditasyonun, rahatlatıcı ve sakinleştirici etkisini artık herkes biliyor. Diğer taraftan mindfulness sayesinde kişilerin kendi zamanını ve duyguları üzerine kontrolü artıyor. Böylece, kendini tanımak ve kendinin farkında olmak, kişisel gelişimi en iyi şekilde tamamlamak için doğru adımları atmak mümkün hale geliyor.

Bilişsel süreci durdurarak beyninizi dinlendirin

Şaşırtıcı olan ise Sara Lazar’ın meditasyonun beyin hücrelerini değiştirecek kadar güçlü olduğuna dair bulguları. Mindful olduğumuz zamanlarda odağımızı nefesimize, içinde bulunduğumuz ana çekeriz ve bilişsel sürece kısa bir ara veririz. Böylece duyularımız daha aktif hale gelir.

Sara Lazar kendi araştırmasına nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “İlk çalışmada, bir kontrol grubu ile uzun zamandır meditasyon kişileri inceledik. Uzun zamandır meditasyon yapan kişilerin insula ve duyu bölgelerinde, işitme ve duyu korteksinde artan miktarda gri maddeye sahip olduklarını tespit ettik,” ve devam ediyor; “ Ayrıca frontal kortekste daha fazla gri madde bulunduğunu gördük. Bu işler bellek ve yönetimsel karar verme ile alakalı kısım.

Normal şartlarda yaşımız ilerledikçe korteksimizde küçülme görülür. Yaşlandıkça bir şeyleri hatırlamamızı zorlaştıran şey de budur. Ancak 50 yaşındaki meditasyon yapan kişilerin, tıpkı 25 yaşındakilerle aynı miktarda gri maddeye sahip olduğu görülüyor.

Meditasyon ve mindfulness pratikte nasıl bir fark yaratır?

Uzun zamandır bu konu üzerine çalışan ve kendisi de 20 yıldır meditasyon yapan Lazar; “Mindfulness tıpkı egzersiz gibi. Gerçekten zihinsel bir egzersiz biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Nasıl ki egzersiz sağlığımızı güçlendiriyor, o da stresle daha iyi baş etmemize yardımcı olur ve ömrü uzatır. Meditasyon da benzer şekilde etki eder.”

Bilimsel olarak henüz ne sıklıkla meditasyon yapılması gerektiğine dair bir kesinlik yok. Yine de her gün en az 10 dakika meditasyonun yapmak ciddi anlamda fark yarattığı biliniyor.

Read More

Northwestern Üniversitesi’nde görev yapan bir biyolog olan Nina Kraus, seslerin beyin üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğuna dair uzun bir araştırma yaptı. Kraus’a göre, “Ses görünmez olabilir, ancak çok güçlü bir etkiye sahip. İyi ya da kötü yönde beyni ve öğrenme biçimimizi etkiliyor.”

Yapılan araştırmaya detaylı olarak bakacak olursak, öncelikle kulaktan içeri çeşitli sesler gönderildiğinde mikrosaniyeler içinde beynin ses tepki verdiği ortaya çıktı. Bu beyin dalgaları büyük ölçüde ses dalgalarına benziyordu. Seslerden bir anlam yaratmak, beynin sahip olduğu sayısal olarak en kompleks özelliklerden biri. Otizm de dahil olmak üzere dili ilgilendiren pek çok rahatsızlığın sesin beyindeki işleyişiyle ortaya çıkmasının sebebi de bu olarak görülüyor. Yani, beynin ses verdiği tepkiler beynin sağlığı ve öğrenme becerisi hakkında bilgi veriyor.

Kraus, bu tür bilgilerden yola çıkarak öğrenmeyi destekleyecek bir ses ortamının oluşturulabileceği sonucuna varıyor ve bu konuda bazı önerileri var.

Sessiz ortam sağlayın

Kronik uğultu birçok duyma ve öğrenme problemiyle alakalı olabilir. Beynin sese karşı duyarlılığı azalarak duyma gelişimini yavaşlatabilir. Yapılan araştırmalar, otobana bakan bir penceresi olan sınıfın, sessiz bir sınıfa göre öğrenmeyi negatif yönde etkilediğini gösteriyor.

Sesli okuma yapın

Çocuklar kendi kendilerine okumaya başlamadan önce diğerlerinden duydukları hikayeler aracılığıyla kelime dağarcıklarını ve işler belleklerini geliştirir. Bir hikayeyi anlamak için dinleyicinin sıralı olarak söylenenleri hatırlaması gerekir. Bu aşamada çocuklara okumayı öğrendikten sonra bile sesli okuma yapmak büyük önem taşıyor. Çünkü rutinlerinden çıkarak farklı bir dünya kurmalarını kolaylaştırıyor.

Çocukları enstrüman çalmaya yönlendirin

Müzik yapmak ve dil becerilerini geliştirmek arasında önemli bir bağlantı var. Çocuklara müzik eğitimi vermek bilişsel, duygusal ve eğitimsel sağlıklarını destekliyor. Örneğin, iki yıllık enstrüman eğitiminin sonunda beynin sesi algılayışına dair biyolojik değişimler görülüyor ve bu da dil gelişine katkı sağlıyor.

İkinci dil eğitimine yönlendirin

İki dilli bir çevrede yetişmek çocukların aynı anda iki dili de başarılı şekilde öğrenmesine yardımcı oluyor. İki farklı dil yapısını anlamlandırma becerisi beynin odaklanmasını güçlendiriyor.

Beyaz gürültüyü engelleyin

Çocukların uyumasına yardımcı olmak için bazı aileler, farklı sesler çıkaran araçlardan yararlanmayı tercih edebiliyor. Ancak bu araçlar anlamsız sesler çıkararak beynin sesi algılama devrelerinin gelişimine engel olabilir. Çünkü çocukların beyni sürekli olarak anlam arar ve anlamsız sesler beynin gelişimini olumsuz etkiler.

Read More

Anne ve babalar çocuklarının hayal dünyalarının, dillerinin gelişmesi için onlara kitap okurken bir taraftan da öğrenmeyi sevmelerine yardımcı olurlar. Birlikte yapılan aktiviteler genellikle çocukların en sevdiği şeyler arasında yer alarak, davranışları üzerinde olumlu etki sağlar.

Ancak çocukların meraklı hallerinin yetişkin olduklarında da devam etmesi için biraz daha fazla çabaya ihtiyaç olabilir. Özellikçe okul çağında öğrenmenin notlar ve okul başarısı olarak geri dönüyor olması, çocukların öğrenmenin eğlenceli kısmını gözden kaçırmasına ihtiyaç duyar. Bu nedenle öğrenme sonuna, yüksek not almak gibi bir hedef koymak yeterince motive etmeyebilir.

Peki, çocukları öğrenmeye motive etmek için ne yapmak gerekir?

Kendi tutkulu olduğunuz konulardan bahsedin

Çocuklarınız için en önemli örnek sizsiniz. Bu nedenle, öğrenmekten zevk aldığınız şeyler hakkında çocuğunuzla konuştuğunuz zaman öğrenmeye bakışını değiştirebilirsiniz. Sevdiğiniz şey, spor, edebiyat, tarih, çiçek yetiştirme gibi herhangi bir şey olabilir. Bunu yapmayı neden sevdiğinizi, öğrenmek için nasıl yollar izlediğinizi anlatın ve onun fikirlerini alın. Öğrenme sürecine farklı bir pencereden bakmasına yardımcı olun.

Onları kitap okumaya yönlendirin

Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, kitaba erişimi kolay olan çocuklar okumayı daha çok seviyor. Bu nedenle evinizde çocuğunuzun da okuyabileceği dergiler, gazeteler, kitaplar bulundurmaya özen gösterin. Sadece resimlerine baktığını bilseniz bile yatağının yanına, mutfak tezgahına, tuvalete, yani erişebileceği pek çok yere kitaplar bırakın. Aktif katılım imkanı onu mutlaka motive edecek.

Çocuğunuzun ilgi alanlarını keşfedin

Çocuğunuza sürekli kendi sevdiğiniz şeyleri empoze etmeye çalışmanız onun öğrenmeyi sevmesi için yeterli değil. Bunun için çocuğunuzu mutlaka gözlemlemeli ve ilgisini çeken konuları keşfetmelisiniz. Onda diğer çocuklar gibi ya da kendiniz gibi olmasını beklemeksizin ilgi alanlarına saygı duyun ve ona imkan sağlayın. Futbol oynayan bir kız çocuğu ya da dans etmeyi seven bir erkek çocuğu, sevdiği şeyleri yapmaya devam ederek özgüvenini ve motivasyonunu arttırdığında öğrenmeyi daha çok sevecek.

Doğru soruları sorun

Sorular sormak hem yetişkinler hem de çocukların farkındalık geliştirmesi için çok önemli bir yöntem. Ona doğru soruları sorarak hayal dünyasını geliştirebilir ve ne kadar fazla şeyi öğrenme şansı olduğunu fark ettirin. Üstelik bunların birçoğu okul başarısıyla direkt alakalı değil! Örneğin, “Neden kuşlar hep aynı yere konuyor sence?” gibi bir soru hayvanlara bakış açısını değiştirerek onlar hakkında daha fazla şey öğrenme isteği uyandırabilir.

Read More

Metacognition ya da diğer bir deyişle üstbiliş, öğrencilerin kendi öğrenme davranışlarını planladığı, izlediği, değerlendirdiği ve değişiklikler yaptığı süreçleri tanımlıyor. Metacognition ’ın genellikle, metacognitive (üstbilişsel) bilgi ve metacognitive  düzenleme olmak üzere iki farklı boyuta sahip olduğu kabul edilir.

Metacognitive bilgi, öğrencilerin öğrenme hakkında bildiği şeyleri ifade eder. Daha detaylı açıklamak gerekirse; öğrencinin kendi bilişsel yeteneklerine ilişkin bilgisi (ör. “Tarih dersinde en çok tarihleri ​​hatırlamakta zorlanıyorum”), öğrencinin belirli görevleri hakkındaki bilgisi (ör. “Bu bölümdeki karmaşık ifadelere yer veriliyor”), öğrencinin kendisine sunulan farklı stratejiler bilgisi (ör. “Önce metni tararsam genel anlamı anlamama yardımcı olur”) gibi örnekler kullanılabilir.

Metacognitive düzenleme ise, öğrencilerin öğrenmeyle ilgili yaptığı şeyleri ifade eder. Öğrencilerin bilişsel süreçlerini nasıl izlediklerini ve kontrol ettiklerini açıklar. Örneğin, öğrenci belirli bir stratejinin istediği sonuca ulaşamadığını fark edebilir ve sonrasında farklı bir strateji denemeye karar verir.

Süreç toplam üç aşamadan oluşur

  1. Planlama bu süreç için en önemli aşamalardan biridir. Bu aşamada öğrenciler öğretmenin belirlediği öğrenme hedefini değerlendirir ve göreve nasıl yaklaşacaklarını ve hangi stratejileri kullanacaklarını düşünürler. Bunu yaparken öğrencilerin kendilerine şu soruları sormaları yararlıdır:

“Yapmam istenen şey ne?”

“Hangi stratejileri kullanacağım?”

“Daha önce kullanmış olduğum, faydalı olabilecek herhangi bir strateji var mı?”

  1. İzleme aşamasında, öğrenciler planlarını uygulamaya başlar ve öğrenme hedeflerine yönelik olarak yaptıkları ilerlemeyi izlerler. Öğrenciler, gerekli durumlarda, kullandıkları stratejileri değiştirmeye karar verebilirler.
  2. Değerlendirme aşamasında, öğrenciler, kullandıkları stratejinin öğrenme hedeflerine ulaşmalarında ne kadar başarılı olduklarını belirler. Değerlendirme aşamasında şu sorular öğrencilere yardımcı olabilir:

“Ne kadar iyi yaptım?”

“Nasıl sorunlarla karşılaştım?”

“Bir dahaki sefer ne yapabilirim?”

“İyi stratejileri başka ne tür sorunlar için uygulayabilirim?”

Metacognitive

Metacognition, öğrenme üzerinde pozitif bir etkiye sahiptir

Metacognitive uygulamalar, öğrencilerin kendi ilerlemelerini izlemelerine ve sınıfta okurken, yazarken ve problem çözerken öğrenme süreçlerini kontrol etmelerine yardımcı olur. Sahip oldukları kısıtlamaların üstesinden gelebilen çocuklar, metacognitive stratejileri kullanarak potansiyellerini sonuna kadar kullanabilir ve daha fazlasını başarabilirler.

Read More

Psikolojide öz olumlama dediğimiz pratik, zihninizin kendini tanımasını sağlayarak performans gelişimini destekliyor. Peki ama, öz olumlama ya da ‘self-affirmation’ nedir ve ne işe yarar? Önce bundan bahsedelim.

Öz olumlama sıklıkla öz saygı ile karıştırılsa da aslında aralarında önemli farklar var. Öz olumlama, kişinin merkeze koyduğu gerçekleri oluşturan değerleri ve konuları kendine hatırlatma süreci olarak tanımlanabilir. ‘Mindfulness’ ile pek çok ortak noktası olan bu pratik, kim olduğunuzun ve neleri önemsediğinizin sürekli farkında olmanıza yardımcı olur.

Bulgulara göre öz olumlamanın yararları kaygıyı azaltmanın yanı sıra benzer koşullar altında gerçekleşen gelişimi de olumlu yönde etkiliyor.

Bu olumlu etkinin sebebi ne olabilir?

Öz olumlama yoluyla, savunma mekanizmalarının ve kaygının ardına gizlenmektense eğitim sürecine daha aktif bir katılım sağlanabiliyor. Aktif katılımın yanı sıra kendi becerilerinin farkında olan öğrenciler, negatif geri bildirimlere açık oluyor. Bu nedenle yeni şeyler denemekten çekinmiyor.

Böyle koşullar altında ve kendine güvenle öğrenme sürecine katılan bir öğrenci, hatalara ve eleştirilere değer veriyor. Deneyimle öğrenerek sürekli kendini sürekli olarak geliştiriyor. Diğer bir deyişle, öz olumlama akademik başarıda özellikle öğrenmeye açık olma ve özgüvenli olma yoluyla olumlu bir etkiye sahip.

Öz olumlamanın bir diğer etkisi de hata yapıldığı zaman kişinin kendi kendine net bir şekilde geri bildirim göndermeyi başarabilmesi. İstediklerinin ve kendisi için önemli olan şeylerin farkında olan bir kişi, yaptığı hatalar arasında kaybolmaktansa yeni yollar denemeyi seçer. Çünkü asıl önemli olanın hedefleri olduğunu bilir. Bu da hataların motivasyonu düşürmektense öğretici bir deneyim olarak algılanmasına yol açar. Sonuç olarak öz olumlama ve yüksek farkındalık akademik performans artışını direkt olarak olumlu yönde etkiler.

Beyninizi öğrenmeye hazır hale getirin

Öz olumlamanın etkili olması için beyin aracılık eder. Nasıl mı? Bir hata yapıldığında hissedilen endişenin seviyesi artar. Belli bir seviyedeki endişe öğrenme için ihtiyacınız olan güdülenmeyi sağlar. İlk bakışta endişeliyken öğrenmenin gerçekleşmesi daha zor gibi gözükse de araştırmalar endişenin ve belli bir oranda stresin faydalı olduğunu ortaya koyuyor.

Read More

Hayatınız boyunca, ‘mutlu’, ‘mutluluk’ kelimelerini kim bilir kaç kez kullanmışsınızdır. Ancak, mutluluğu tanımlamakta hepimiz zorlanırız. ‘Hiçbir şeyi kafaya takmamak’, ‘sevdiklerinizle birlikte olmak’… Hiçbiri mutluluğu tanımlamak için yetmiyor. Diğer taraftan bilim de mutluluğun çok daha derin anlamları olduğunu söylüyor.

Hepimiz hayatımızın en az bir döneminde mutluluğun en değerli duygu olduğunu düşünmüşüzdür. Kızgınlık, hayal kırıklığı, korku, acı gibi duygularsa genellikle zayıf olmanın işareti sayılır. Daha küçük yaşta bu bilgiyi içselleştirmeye başlarız. Bu nedenle de mutlu olma sorumluluğunu hissederek, mutsuz olduğumuz zamanlar için kendimizi suçlayabiliriz. Oysa, tarihte mutluluk bir norm değil, şans olarak tanımlanıyordu.

‘Mutluluk’ ile aslında neyi kastediyoruz?

Günümüzde mutluluk arayışı hiç olmadığı kadar yaygınlaştı. Artık mutluluğu sahip olduğumuz eşyalar, etiketler ve başarılar üzerinden tanımladığımız bir kültürde yaşıyoruz. Diğer taraftan daha yalnız yaşıyoruz, birlikte iş yapma becerilerimiz azaldı ve başarısızlık ihtimali bizi çok daha fazla kaygılandırıyor.

Bir yandan da bilim bu konuyla daha fazla ilgilenmeye başladı. Davranışsal ve nörolojik durumun mutluluk üzerine etkisi bilimin ele aldığı ve araştırdığı öncelikli konulardan biri haline geldi.

Yapılan araştırmalara göre insanlar, neyin mutlu edeceği ya da etmeyeceğini tahmin etme konusunda pek başarılı değil. Örneğin, insanlar yeni bir şey aldıklarında hissedecekleri memnuniyetin uzun süreceğini düşünebiliyor. Cansiperane bir şekilde ‘ideal mutluluğun’ peşinden gidenler kendine –bazen ulaşılmaz seviyede- yüksek standartlar belirleyerek mutsuzluk ve hayal kırıklığı için gerekli ön hazırlıkları tamamlamış oluyor.

UC Berkeley’den Psikoloji alanında çalışan Doçent Doktor Iris Mauss’e göre aşırı yüksek beklentilerin olmaması biraz olsun mutlu olmak için anahtar rol oynuyor. Birçok bilim insanı mutlu kelimesinin tanımlanması zor ve karmaşık olmasından dolayı ‘öznel refah’ gibi ifadeleri tercih edebiliyor. Aslında burada söylenmeye çalışılan bireyin hayattan aldığı memnuniyet seviyesi. Pozitif Psikoloji’nin babası sayılan Martin Seligman da bu bilim insanları arasında. Bu yeni bakış açısına göre refah ya da orijinal deyişle ‘well-being’i beş ana bölüme ayırıyor: pozitif duygu, hayata katılım, anlamlandırma, pozitif ilişkiler ve üstesinden gelme.

Kendi mutluluk yolunuzu bulun

Farklı bilim insanları ise daha farklı kategorilerle karşımıza çıkabiliyor. Fakat birçoğunda ortak olan tek şey kategoriler ne olursa olsun daha iyi hissetmek için başkalarıyla olan ilişkiler ve koyulan hedeflerden kaynaklanan duygular ile hazsal duyguların dengeli olması büyük önem taşıdığı.

Nasıl tanımlarsak tanımlayalım, genetik kalıtım ve yaşam koşullarını çıkardığımız zaman bireysel mutluluk seviyemizin %40’ı bizim kontrolümüz altında. Bu potansiyeli kullanabilmek için herkesin kendine özel yolunu bulması gerekiyor. Bu nedenle kendine dönmek ve kendini tanımak mutluluk için olmazsa olmaz. Daha iyi hisseden bir insan olmak için hedeflerinize ulaşmayı beklemektense, daha iyi hissettiğiniz şeyleri keşfederek hedeflerinize ulaşmayı keyifli hale getirebilirsiniz. Böylece hedeflerinize ulaşmak için hissettiğiniz duygu kendiliğinden kaygıdan çok heyecana dönüşecek.

Read More