Mahremiyet eğitimi çocuğa verilmesi gereken en temel eğitimlerden biridir. Bu eğitim çocuğun kendini nasıl ve neden koruması gerektiğini öğrenmesi için oldukça önemlidir. Aileler çoğunlukla çocuklara mahremiyet eğitimi vermekte zorlanmakta veya bunun için erken olduğunu düşünmektedir. Cinsellikle ilgili sorular cevaplanırken aileler sessiz kalma, konuyu değiştirme veya jest ve mimiklerle çocuğa “yanlış bir soru sordum” duygusunu yaşatmaktadır.

Oysa taciz, istismar ve benzeri çocuklarımızın asla karşılaşmasını istemeyeceğimiz durumlardan çocuklarımızı koruyabilmenin ilk yolu onlara eğitim vermektir. Çocuk alacağı mahremiyet eğitimi ile vücudunun özel bölgelerini öğrenecektir. Çocuk eğitim sonrası vücudunu nasıl koruyacağını, tehlikelerle nasıl başa çıkacağını öğrenebilecektir. Ebeveynlerinden bu eğitimi almak çocuğa aynı zamanda bir tehditle karşılaştığında huzursuz olduğu bu duygusu tanımasını sağlayacaktır.

Çocuklar olumsuz duyguları, rahatsız edici bakış ve dokunuşları, ses tonunu kısaca tehdit ve tehlike ifade eden mesajları kolayca tanır. Ancak aile içerisinde, güven alanında yaşamını sürdüren çocuk eğitim almaksızın dış dünyaya açıldığında fark ettiği bu olumsuz duyguları isimlendirmekte zorlanır. Çocuk kendisine zarar vereni sevmez, onu gördüğünde huzursuzluk gösterir. Ama bu duygunun nedenlerini anlatmakta güçlük çeker.

Ailenin vereceği mahremiyet eğitimi çocuğa bu duyguları nasıl ifade edeceğini de öğretir. Ailenin paylaştığı bu bilgiler bir tehditle karşılaştığında da ailesine güvenle her şeyi anlatabileceğini çocuğa hissettirir.

Mahremiyet Eğitimi Nedir?

Mahremiyet eğitimi çocuğun kendine ve diğerlerine yönelik özel alan farkındalığı kazanmasını sağlayan bir eğitim sürecidir. Mahremiyet eğitimi yalnızca çocuğun vücuduna ait özel bölgeleri kapsamamaktadır. Çocuğun eşyaları, fotoğrafları, duygu ve düşünceleri gibi ona ait olan ve başkalarıyla paylaşmak istemediği şeylerde çocuğun mahremidir.

Aynı şekilde çocuk bu eğitim içerisinde kendisi gibi diğerlerinin de mahremi olduğunu öğrenir. Dolayısıyla çocuk kendi mahremine saygı beklerken başkalarının da mahremine saygı göstermeyi öğrenir. Çocuk bu eğitimle istemediği her dokunuşa ve talebe hayır diyebilme özgürlüğüne sahip olduğunu öğrenir. Kendini nasıl koruyacağını, tehlike hissettiğinde ne yapması gerektiği de çocuğa bu eğitimde anlatılır. Mahremiyet eğitimi mutlaka ilk olarak ailede verilmelidir.

Eğitimi hangi ebeveynin vereceği önemli değildir. Ancak eğitim öncesi veya sonrası çocuğun ebeveynine yönelttiği bir soru varsa bu soru sorulan kişi tarafından yanıtlanmalıdır. Mahremiyet eğitimi cinsellik eğitimini de içerdiği için kızlara annenin, erkeklere babanın eğitim vermesi daha sık karşılaşılan bir durumdur. Ancak gerekmesi halinde bu rollerde de değişiklik yapılabilir.

Çocuğa eğitimin bir kez verilmesi yeterli değildir. Belirli aralıklarla eğitim tekrar edilmelidir.

Mahremiyet Eğitimi Ne Zaman Verilmelidir?

Mahremiyet eğitimi 0-6 yaş aralığında aile içerisinde edinilen bir eğitim olsa da temel olarak eğitim 3 yaş ve sonrasında verilmeye başlanmaktadır. Ancak eğitim ergenlik dönemine kadar devam etmelidir. Bunun en büyük nedeni fiziksel ve bilişsel olarak değişen ve gelişen çocuğun bilgi ihtiyacı her dönemde artacaktır. Soruların kapsamı genişleyecek, çocuğun daha fazla detay öğrenme ihtiyacı artacaktır.

Aile bu dönemde çocuğa yaşıyla uyumlu cevaplar verebilmelidir. Cinselliği konuşmakta zorlanan aileler çocuğu geri çevirmemeli sorularına yönelik biraz zaman isteyip hazır olduğunda çocukla konuşulmalıdır. Aile çocuğa bilgi verirken bilimsel ve gerçeğe dayalı bilgilerden faydalanmalıdır.

Şehir efsaneleri, yanlış ve abartılı bilgiler çocuğun cinselliği yanlış öğrenmesine, korkmasına neden olabilmektedir. Ayrıca çocuk ailenin verdiği bilgilerin yanlış olduğunu öğrendiğinde aileye karşı da bu konuda güvensizlik geliştirmektedir. Ailenin yetersiz veya hatalı bilgi paylaşması çocuğun/ gencin bilgi edinmek için başka kişi veya kaynaklara yönelmesine neden olmaktadır.

Çocuklarda mahremiyet eğitimi çoğunlukla cinselliğe yönelik sorular sorulmaya başladığında verilmektedir. Ancak asıl dikkat edilmesi gereken çocuğun ne sıklıkla temel bakım verenden uzakta başkalarının bakımında kaldığıdır.

Çocuk özellikle tuvalet eğitimi için hazır oluş belirtileri gösterdiğinde mahremiyet eğitimine de hazır hale gelmektedir. Örneğin kakası gelen çocuk perdenin arkasına, koltuğun yanına çömelerek kakasını bezine yapabilir. Bu çocuğun kendini saklama ihtiyacı duyduğunun bir göstergesidir. Bu çocuğa alışık olmadığı başka bir kişinin öz bakım sağlaması çocuğu rahatsız edebilir.

Çocuğun Öz bakımıyla Olabildiğince Az kişi İlgilenmelidir

Dolayısıyla çocuğun mümkünse bebeklikten itibaren öz bakımıyla az sayıda ve belirli kişilerin ilgilenmesi gerekir. Çocuğun altı her yerde herkes içerisinde değiştirilmemelidir. “O daha küçük bir şey anlamaz.” Diye düşünülmemelidir.

3 yaş mahremiyet eğitiminin uygulamalı ve sözel şekilde açıkça verildiği dönem olsa da mahremiyet bilinci çok daha erken dönemde gelişmektedir. Dolayısıyla çocuğun altı değişirken bakım veren mümkünse yalnız ilgilenmeli ve özel, korunaklı bir alanda değişim gerçekleştirilmelidir. Çocuk bezi bırakacaksa çocuğun tuvalet ihtiyacı yine belirli kişi ya da az sayıda kişiler tarafından karşılanmalıdır. Temizlik sırasında çocuktan izin istenmelidir.

Çocuğa özel bölgesine ne sebeple dokunulduğu bakım veren tarafından anlatılmalıdır. Temizlik sırasında sert tavırlar uygulanmamalıdır. Yıkanırken ya da tuvalet sonrası temizlik yaparken mümkün olduğunca çocuğun özel bölgelerine bakılmamalıdır. Çocuğu irite edecek şekilde temizlik yapılmamalıdır. Hazır olan çocuğa mutlaka kendini nasıl temizleyebileceği gözetim eşliğinde öğretilmelidir. Özellikle çocuk okul öncesi eğitime başlayacaksa kendini nasıl temizleyebileceği çocuğa öğretilmelidir.

Çocuğa öğretmenine güvenebileceği, zor durumda kaldığında öğretmeninden de yardım isteyebileceği anlatılmalıdır. Ancak çocuğun birincil eğitmeni dışında tanımadığı farklı birinin temizliğe yardım etmesine müsaade edilmemelidir. Çocuğun özel alanlarına yönelik lakap takılmamalıdır. Sevgi sözcükleri kullanılmamalıdır. Yüceltme ya da küçümseme içeren sıfatlar kullanılmamalıdır.

Çocuğumun Mahremiyet Eğitimine Hazır Olduğunu Nasıl Anlarım?

Çocuğunuz 2 yaş itibariyle bedenine yönelen ilgisiyle beraber size daha fazla eğitime hazır oluş belirtisi verecektir. Okul öncesi eğitime başlayan veya tuvalet eğitimi alan çocuklarda mahremiyet eğitimi çocuğun anlayacağı şekilde daha erkene çekilebilir. 3 yaş itibariyle mahremiyet bilincinin kazanılması çok daha önemli hale gelir. 4-5 yaşlarında çocuğun aileye yönelteceği cinsellik temelli soruların sıklığı ve sayısı artacaktır.

3,5-4 yaş dolaylarında çocuk özellikle diğer çocuklarla bir araya geldikçe kız- erkek bedenindeki farklılıkları görür. Kendi bedenine ve yetişkinlerin bedenine dokunmak ister. Banyodan sonra giyinmeyi geciktirmeye çalışır, evde kıyafetlerini çıkarıp çıplak kalmak ister. Özel bölgelerini merak eder ve başkalarına göstermek isteyebilir. Gelecek tepkileri merak eder. Doluyken tuvalete girmek ve ebeveynini tuvaletini yaparken görmek ister. Birlikte yıkanmak, yıkanırken ebeveynini görmek ister.

Çocuk “Ben nereden geldim?”, “kardeşim nereden geldi?” gibi sorularla doğuma yönelik bilgi almak ister. Dudaktan öpmek isteyebilir. Evlenmek isteyebilir, karı-koca olma gibi oyunlar oynayabilir. Oyun oynarken kendi cinsiyetindekilerle oynamak ister, karşı cinsi görmezden gelebilir ya da oyununda istemeyebilir. Tuvaletini yaparken henüz tuvalet eğitimi almadıysa bir yerlere saklanabilir. Yabancılardan bedenini sakınabilir. Tanımadığı insanlardan gizlenme ihtiyacı duyabilir.

Mahremiyet Eğitimi Nasıl Verilmelidir?

Çocuğun mahremiyet bilinci kendi bedenini fark etmeye, bedenine dokunmaya ve merak etmeye başladığında doğar. Bu dönemde çocuk kendi cinsel organı ile karşı cinsten bir arkadaşının, kardeşinin cinsel organının neden farklı olduğunu sorabilir. Çocuk “Ben nereden geldim?”, “Kardeşim nasıl oldu?”, “senin neden memen var, babamın neden yok?”, “Babamın neden sakalı var?” gibi farklılıklara yönelik sorular sorabilir.

Çocuğun soruları soruyu sorduğu ebeveyn tarafından yanıtlanmalıdır. Sorular yanıtlanırken “Ayıp!, sen daha küçüksün, sonra sorarsın bunları.” Gibi çocuğu utandıracak ve geri çekilmesine neden olacak tepkilerden kaçınılmalıdır.

Ebeveyn soruyu nasıl cevaplayacağını bilmiyor olabilir. Bu durumda çocuğa açık şekilde “bu sorunun cevabını senin anlayabileceğin şekilde nasıl açıklayabilirim şu an bilmiyorum. Biraz düşünüp/araştırıp seninle yarın paylaşacağım.” Gibi net ve gerçek bir bilgi verilmelidir. Çocuğa söz verilen sürede mutlaka açıklama yapılmalıdır.

Mahremiyet Bilinci Kazandırılırken Çocuğa Doğru Rol Model Olunabilmelidir

Mahremiyet eğitimi vermeden önce çocuğa mutlaka doğru rol model sunulmalıdır. Çocuk aileyi banyoda, tuvalette izlememeli, ebeveynler çocuğun yanında giyinip soyunmamalıdır. Çocuğa kapalı kapıları izinsiz açmaması mutlaka kapıyı çalıp müsaade beklemesi gerektiği öğretilmelidir. Aynı şekilde çocuğun kendi mahrem alanına, odasına girerken de saygı gösterilmelidir. Odanın kapısı açık dahi olsa aile içeriye girmeden önce kapıyı tıklatıp girebilir miyim diye sormalıdır.

Öpmek ve öpülmek de çocuğun istek ve izniyle olmalıdır. Çocuğa “hadi amcanı, teyzeni öp” veya “hadi izin ver de öpsünler seni” gibi baskı yapılmamalıdır. Çocuk bir başkasını öpmek istiyorsa kendi rızası ve isteğiyle öpmelidir. Aynı şekilde aile bireyleri dahil olmak üzere çocuk öpülürken çocuktan izin istenmelidir. Çocuk çocuğun hoşlanmadığı şekillerde sevilmemeli, öpülmemelidir.

Çocuk çıplaklığı merak ettiğinde artık ev içi kılık kıyafetlere de dikkat edilmelidir. Çocuğun evde çıplak veya iç çamaşırı ile dolaşmasına müsaade edilmemelidir. Anne baba gibi çocuğunda evde giyim kurallarına uyması sağlanmalıdır.

Çocuklar özel bölgelerini kimlerin görebileceği noktasında da bilgilendirilmelidir. “Anne-babadan başka kimseye gösterme!” denildiğinde çocuk doktoruna ya da üzerine kaçırdığında öğretmenine de müsaade etmeyecektir. Çocuğa özel bölgelerinin nereleri olduğu anlatılmalıdır. Bunu yaparken resimlerden, oyuncak bebeklerden faydalanılabilir. Ancak aile kendi üzerinde ve çocuğun üzerinde göstermemelidir. Bu kapsamda yazılmış kitaplardan, videolardan da faydalanılabilir.

Çocuğa bu özel bölgelere anne-baba, doktor ve öğretmeninden başkasının dokunmaması ve görmemesi gerektiği anlatılmalıdır. Çocuğun bakımıyla doğrudan ilgilenen anne-baba dışında bir yakın varsa o kişi de bu listeye katılmalıdır. Çocuğa hoşlanmadığı bir dokunuşta, öpüşte ‘’HAYIR’’ istemiyorum demesi öğretilmelidir.

Ebeveynler Çocuğa Mahremiyet Eğitimi Vermeden Önce Kendileri Eğitimden Geçmelidir

Mahremiyet eğitimi vermek pek çok ebeveyn için zorlu bir deneyim olabilmektedir. Kendi ailesiyle böyle deneyimleri olmamış bireylerde cinselliği konuşmak bir tabu haline gelebilmektedir. Ayrıca aileler çocuklarını koruyup sakındıkları güvencesiyle eğitim vermeye gerek olmadığını düşünebilmektedir. Oysa ev içinde ne kadar koruduğumuzu düşünsek de çocuk bir süre sonra zamanının büyük çoğunluğunu ev dışında geçirecektir.

Kabul edilmesi kolay olmasa da istismar en çok en beklenmeyen kişilerden gelmektedir. Dolayısıyla eğitimin önemi, zamanı ve sıklığı asla ihmal edilmemelidir.

Çocuklar aileler tarafından dudaktan öpülebilmektedir. Ancak özellikle mahremiyet eğitimi verilmeye çalışılan bir süreçte çocuğun dudaktan öpülmesi çocukta karmaşa yaratabilmektedir. Çocuğa, sevgi göstermenin pek çok farklı ve güzel yolu olduğu öğretilmelidir. Anne babası tarafından dudağından öpülen çocuk, başkasının da kendisini dudaktan öpmesinde bir sakınca görmeyebilir.

Çocuklar yaşıtları ile cinsel içerikli oyunlar oynayabilmektedir. Burada aileler çoğunlukla endişe duymaktadır. Ancak çocuğun bu davranışı merakını giderme odaklıdır. Aile tedirgin olmamalı ancak çocuğun zarar vermeyeceği ya da zarar görmeyeceği şekilde davranabilmesi için de gözlem yapılmalıdır.

Çocuklar size bu dönemde pek çok soru sorabilir. Ancak bu sorulara yanıt vermeden önce çocuğun neyi ne kadar bildiği de öğrenilmelidir. Bu konuda sen ne düşünüyorsun/ ne biliyorsun? Gibi onun fikir ve bilgisini almaya yönelik sorular yöneltilebilir.

Mahremiyet eğitimi oldukça önemli olan, her çocuğun bilmesi gereken bir eğitimdir. Bu eğitimi verebilmek ve çocuğa doğru model oluşturabilmek için her ailenin de bilgi sahibi olması gerekir. Aba Psikoloji olarak cinsellik, mahremiyet, tuvalet eğitimi gibi çocuğun benliğini etkileyen konularda danışanlarımıza destek sunmaktayız. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

2 Yaş sendromu ailelerin endişe duyduğu bir dönem olsa da aslında çocuğun sağlıklı geliştiğinin göstergesidir. Bir diğer bilinen adıyla “terrible two” çoğunlukla bir sorun gibi algılanır. Aileler bu sorunu çözmek üzere farklı yollar denerler. Kimisi çocuğun davranışlarını görmezden gelirken kimisi bastırarak ya da cezalandırarak önüne geçmeye çalışır. Bu dönemde çocuk “ben de bu dünyada varım, benim de duygularım, düşüncelerim, arzularım var” demektedir.

Çocuğun benlik geliştirme mücadelesi aile tarafından ne kadar yapıcı yürütülürse dönemin negatif etkileri o kadar az yaşanmaktadır. Ailenin çocukla çatıştığı, güç gösterisine girdiği veya çocuğu baskıladığı durumlarda çocuğun benlik gelişimi yara almaktadır. 2 yaş sendromu literatürde ilk ergenlik dönemi olarak da geçmektedir. Bu dönemi çocuğun ve ailenin nasıl geçireceğine bağlı olarak ergenlik döneminde de benzer süreçler yaşanabilmektedir.

2 Yaş Sendromu Nedir?

18-36 aylar arasında görülen terrible two, çocuğun benlik gelişimi mücadelesinin duygusal, davranışsal ve tepkisel sonuçlarıdır. İki yaş ile beraber çocuk temel bakım veren ebeveyninden adım adım ayrılmış ve kendine daha yetebilir hale gelmiştir. Bu dönemde çocuk desteksiz yürüyebilir. Kullandığı kelimeler ve kurduğu cümlelerle duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını ifade edebilir. Fırsat verildiğinde sorumluluk alabilir, seçimler yapabilir.

Kendi başına yemeğini yiyebilir, basit kıyafetleri giyip çıkartabilir. Oyuncaklarını, odasını toplayabilir. Kıyafetlerini, yiyeceği yemeği, oynayacağı oyuncağı, okunacak kitabı seçebilir. Bu dönemde çocuk büyüdüğünün ve ebeveynlerine benzeyen ama onlardan ayrı bir birey olduğunu fark eder. Ailenin çizdiği sınırları genişletmek, iletişim ve etkileşim ağını büyütmek ister. Artık mevcut kurallar ve sınırlar onun için yeterli değildir. Kuralların esnemesini ve değişmesini ister.

2 yaş sendromu belirtileri gösteren çocuk aileyi sık sık sınar. Nereye kadar davranışlarının tolere edilebildiğini görmek ister.

2 Yaş Sendromu Hangi Belirtilerle Kendini Gösterir?

  • Çocuğunuz sıklıkla net ve keskin bir ses tonuyla “Hayır”, “İstemiyorum” gibi tercihlerini belirtmeye başladıysa,
  • Kolayca öfkeleniyor ve hırçınlık yapıyorsa,
  • Bir an onu çok mutlu eden bir şey başka bir an sinirlenme nedeni oluyorsa,
  • Tutturma, inatlaşma davranışları varsa,
  • Ağlama krizlerine, öfke nöbetlerine yakalanıyorsa,
  • Kendine, eşyalara ya da size vurma, zarar verme girişimleri varsa,
  • Dinlenmediğinde ya da hemen anlaşılmadığında size sinirleniyor, büyük tepkiler veriyorsa,
  • Herkese kendi istediklerini yaptırmaya çalışıyor, otorite uyguluyorsa,
  • Kıyafetlerini giymek, seçmek krize dönüşüyorsa,
  • Yemek öğünlerinde çatışmalar yaşıyorsanız,
  • Bencil ve dürtüsel davranışlar görülebilir,
  • Eşyalarını paylaşmak istemez, kendi onayı dışında eşyalarına dokunulmasını istemez,
  • Öfkelendiğinde kendini yerden yere atma, duvarlara eşyalara vurma, oyuncaklarını fırlatma davranışları görülebilir,
  • Aşırı hareketlilik ve hızlı duygu geçişleri varsa çocuğunuzda 2 yaş sendromu belirtilerini görmektesiniz demektir.

Bu belirtiler çocuğunuza gösterdiğiniz ebeveyn tutumu, ilgi ve iletişim şekline göre farklılık gösterecektir. Bu nedenle bu önemli dönemin sağlıklı atlatılabilmesi için ailenin nelere dikkat etmesi gerektiğini öğrenmesi gerekir.

2 Yaş Sendromu Neden Yaşanıyor?

Çocukta görülen bu belirtiler aile tarafından çoğunlukla hoş karşılanmamaktadır. Çevrenin de tavrı, tutumu ve olumsuz görüş bildirmesi ailenin üzerindeki baskıyı artırabilmektedir. Dolayısıyla aile bu dönemde çocuğu şımarıklık, yaramazlık gibi olumsuz sıfatlarla etkileyebilmektedir. Ancak bu dönemde çocuğun göstermiş olduğu belirtiler çocuğun sağlıklı gelişim gösterdiğinin belirtileridir. Bu dönem, çocuk duygusal, bilişsel ve gelişimsel olarak yaşını karşılıyor, yaşının gerektirdiklerini yaşıyor olarak değerlendirilmelidir.

“Başkalarının çocuğu ne kadar uyumlu?”, “Bak Onların çocuğu hiç böyle şeyler yapıyor mu?”, “Sen yap böyle yap hep üz bizi!”, “Tamam madem öyle daha da konuşma benimle.” gibi etiketlemeler, duygusal cezalar veya kıyaslamalar yapılmamalıdır. Her çocuk 2 yaş sendromu belirtilerini aynı dönemde göstermez. Bir çocukta belirtiler daha erken başlarken diğerinde daha geç görülebilir.

2 yaş belirtilerinin hiç görülmemiş olması ise bir problemin habercisi olarak düşünülebilir. Fazla bastırılan, korkutulan, göz ardı edilen, fiziksel, duygusal veya sözel şiddet gören çocuklarda belirti görülmeyebilir. Çocuk ailede kendini güvende hissettiği sürece benlik mücadelesini sergileyebilecektir. Çünkü çocuklar da dahil olmak üzere hepimizin önemli yaşam geçişlerinde güç alabileceğimiz desteklere ve güvene ihtiyacımız olur.

Çocuk bu dönemde aşırı davranışlar gösterebilir, duygularını yoğun yaşayabilir ve hatalar yapabilir. Çocuğun bunları yapabilmesi için koşulsuz sevgiye, kabule ve güven alanına ihtiyacı olacaktır.

Davranışları karşısında mücadele edebileceğinden daha büyük bir güç ile karşılaşan çocuk geri çekilir. Böyle bir durumda çocuk ailede bulamadığı kabulü başkalarında da bulamayacağını kabul eder. Böyle bir ortamda çocukta özgüven eksikliği, pasif agresif tavırlar gelişir. Çocukta öz değer ve özsaygı gelişmez.

Aile 2 Yaş Sendromu Sürecinde Çocuğa Nasıl Yaklaşmalı?

Aileler için bu dönem oldukça zorlu ve yıpratıcı olabilmektedir. Aile çocuğun alışık olmadıkları davranışları karşısında çaresiz kalabilmektedir. Çaresizlik duygusu ile ailenin de kontrolü kaybettiği ve çocuğun davranışlarına eşlik ettiği görülebilmektedir. Ancak çocuk bu dönemde her ne yapıyorsa yapsın karşısında duygularına hakim olabilen, kendinden emin bir ebeveyn görmek ister.

Ailenin çocukla beraber öfkelenmesi, kızması, sesini yükseltmesi veya çocuğa ceza verilmesi çocuğun rahatlamasının önüne geçecektir. Çocuk ailenin tutumu karşısında ya daha çok sinirlenecek ya da pes edip geri çekilecektir. Öfkesini doğal yolla ifade edemeyen, olumsuz tepki gören çocukta pasif agresif davranışlar gelişmektedir. Bu davranışlar ise bir ömür boyu bireyin olumsuz duygularını ifade biçimi halini alabilir.

Aile Çocuğa Güvenli Liman Olabilmelidir

Aile bu dönemde çocuk için şefkatli ve güvenli bir liman olabilmelidir. 2 yaş sendromu adeta bir fırtına dönemidir. Çocuk bu fırtınalarda yorgun düşer, dinlenecek bir liman arar. Çocuk öfkelendiğinde aile ona öfkesini boşaltması için alan tanımalıdır. Ancak çocuk öfke anında yalnız bırakılmamalıdır. Odanın bir köşesinde ebeveyn mutlaka çocuğun fark edeceği bir noktada olmalıdır. Çocuğun boyuna inilip, göz kontağı kurarak konuşulmalıdır.

“Şu an öfkelisin ve ben sen sakinleşene kadar burada bekleyeceğim. İstediğin zaman sana sarılmak ve seni dinlemek için ben buradayım” mesajı çocuğa verilmelidir. Çocuk ailenin koşulsuz kabulünü ve sevgisini gördüğünde çok daha kolay sakinleşmekte ve aileyi kucaklayabilmektedir.

Çocuğa Seçim Hakkı Sunulmalıdır

Bu dönemde çocuğun benlik gelişimine saygı duymak gerekir. Bu saygının önemli bir belirtisi de çocuğa seçim hakkı sunulmasıdır. Çocuğun yerine karar vermek yerine artık kendi seçimlerini yapabileceği konularla ilgili tercih ona bırakılmalıdır. “Bu hiç olur mu?”, “bırak ben seçeceğim.” Gibi çocuğu yargılamak ya da engellemek yerine iki üç seçenek arasında seçim yapması desteklenmelidir. Dolayısıyla çocuk için uygun olan seçenekler aile tarafından belirlenmeli ancak seçenekler içerisinden tercih çocuğa bırakılmalıdır.

Çocuğa Güç Gösterisinde Bulunulmamalıdır

Bu dönemde ailelerin olumsuz duygusal tepkilerden uzak durması ve kimin otorite olduğunu göstermeye çalışmaması gerekir. Çocuğun kendisinden her anlamda çok daha güçlü olan ebeveyniyle mücadele etmesi mümkün değildir. Çocuk bunun zaten farkındadır. Ailenin bunu somut şekilde çocuğa göstermeye çalışması çocuğun benlik değerini düşürecektir.

Aile Çocuğun Davranış ve İstekleri Karşısında Tutarlı Olmalı

2 yaş sendromu belirtileri gösteren çocuğun hala belirli sınırlara ihtiyacı bulunmaktadır. Dolayısıyla çocuğun ihtiyacı sınırsızlık değil sınırların sadece gerektiği kadar genişletilmesidir. Aynı şekilde çocuk duygusal dengesini koruyabilmesi ailenin tutarlı olmasına ihtiyaç duymaktadır. Bir şeye annenin verdiği cevap hayır ise babanın cevabı da hayır olmalıdır. Cevabı Hayır olan bir durum çocuğun ağlamasına göre Evet’e çevrilmemelidir.

Çocuk için bu tutarsızlık ilk başlarda hoşa giden bir durum olabilir. Çocuk bunu koz olarak kullanabilir. Ancak uzun vadede tutarsızlık hem çocuk hem de aile için risklidir. Anne ve baba kendi içlerindeki tutarsızlıkları çocuğun olmadığı bir yerde konuşmalı, ortak karara vardıktan sonra çocuğa karar sunulmalıdır.

2 Yaş Sendromu Yaşayan Çocuğa Suçlayıcı Dil Kullanılmamalıdır

Çocukla konuşurken davranışlarına yönelik suçlayıcı dil kullanılmamalıdır. “Sen yaramazsın, sürekli beni üzüyorsun.” Gibi suçlayıcı bir dil yerine “bu davranışın beni üzüyor. Birbirimizi üzmeden de konuşabiliriz/oynayabiliriz.” Gibi çocuğun davranışına yapıcı önerilerle gidilmelidir. Küsme, öfkelenme, cezalandırma, suçlama, kıyaslama yapılmamalıdır.

Aile ve çocuk kaliteli zaman geçirmelidir. Çocuğun ilgilerine, yaşına ve becerilerine uygun kitaplar, oyuncak ve oyunlar seçilmelidir. Bu oyunlardaki roller, taklitlerle çocuğa doğru ve yanlış davranışlar oyun yoluyla anlatılmalıdır. Çocuğun kişisel gelişimini desteklemek ve olası krizleri engellemek adına, ona kendi başına başarabileceği görevler verilmelidir. Bu dönemde çocuğun sosyal becerileri desteklenmeli, özgüven inşa etmesine destek olunmalıdır.

Çocuğun başarılı girişimleri desteklenmeli başarısızlıklarında ise nasıl daha iyisini yapabileceği üzerine eğilmesi öğretilmelidir. Çocuk başarmak kadar başarısızlığında olağan olduğunu öğrenmelidir.

Fiziksel Egzersizin ve Suyun Rahatlatıcı Gücünden Faydalanılmalı

2 yaş sendromu çocuğun enerjisini daha fazla boşaltmaya ihtiyaç duyduğu dönemdir. Bu dönemde çocuk olumsuz duygu ve düşüncelerini fiziksel aktivitelerle boşaltabilmelidir. Çocuk doğayla iç içe olabileceği, çimlere basabileceği, koşup oynayabileceği güvenli alanlara çıkarılmalıdır. Kumla oynamak ve su aktiviteleri de çocukların negatif enerjiyi boşaltmasına yardımcı olmaktadır.

Özellikle su ile oynamak, düzenli duş almak ve mümkünse yüzmek çocukların rahatlamasında etkilidir. Suyun dinginleştiren, iyileştiren gücü bu dönemde sıklıkla kullanılmalıdır.

İnatlaşmalarla Başa Çıkmak İçin Çocuğun Dikkati Farklı Yöne Çekilmelidir

Ailelerin en çok zorlandığı konulardan biri de tutturmalar ve inatlaşmalardır. Çocuğun ısrarla hayır demesi, diretmesi veya inatlaşması aileleri çoğu durumda zor durumda bırakmaktadır. Yapmayı ısrarla reddettiği konularda çocukla inatlaşmak yerine dikkatini farklı bir yöne çekilmelidir. Etraftaki bir nesneye, sevdiği bir oyuncağına dikkatini yönlendirmek, ilgisini çekecek farklı bir konudan bahsetmek işe yaramaktadır. Çocuk sakinleştikten sonra tekrar aynı konuya dönülebilir.

2 Yaş Sendromu Belirtileri Yoğunsa Aileler Bu Konulara Dikkat Etmeli

2 yaş sendromu her ne kadar doğal bir gelişim süreci olsa da tıpkı ergenlik gibi sancılı bir dönemdir. Bu dönem hem aile hem de çocuk için yeni bir deneyimdir; farklı ve yoğun yaşanan bir süreçtir. Dolayısıyla bu dönemde çocuğun duygusal, bilişsel ve fiziksel olarak karmaşa yaşayacağı bir dönem olmamalıdır.

2 yaş dönemi aynı zamanda çocuklara çoğunlukla tuvalet eğitimi verilmeye çalışılan bir dönemdir. Ancak tuvalet eğitimi başlı başlına farklı bir gelişim sürecidir. Çocuğun benlik mücadelesi içerisinde tuvalet eğitimini alması onu duygusal, fiziksel ve bilişsel açıdan zorlayacaktır. Ebeveynle inatlaşmalar, tuvaletini tutma ve bırakma kozunu aileyi cezalandırma olarak kullanmalar görülebilir. 2 yaş sendromu yoğun yaşanıyorsa belirtiler hafiflemeden çocuğa tuvalet eğitimi başlatılmamalıdır.

Başlama gerekliliği söz konusu ise mutlaka öncesinde bir çocuk psikoloğundan destek alınmalıdır. 2 yaş sendromunun yoğun yaşandığı dönemlerde memeden kesmek, tuvalet eğitimi vermek zorlaşmaktadır. Okula başlatmak da yoğun belirtilerin olduğu dönemde zorlaşabilmektedir. Çocuk okula gitmeyi bir cezalandırma olarak değerlendirebilmektedir. Yine bu dönemde okula başlatılması gerekiyorsa aile mutlaka destek almalıdır.

Kardeş sahibi olmak, anne-babanın boşanması gibi çocuğun dünyasında değişikliklerin yaşanması da çocuğu bu dönemde zorlamaktadır. Aynı şekilde çocukta yoğun 2 yaş sendromu belirtileri gözleniyorsa aile sürecin daha rahat geçmesi için destek almalıdır. Aba psikoloji olarak bu dönemde karşılaşabileceğiniz tüm sorun ve sorularınız için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Read More

Arkadaş seçimi çocukluktan başlayarak bireyin karakter gelişiminde, akademik başarısında, sosyal yaşamında ve kariyerinde rol oynar. Arkadaşlık ilişkileriyle birey iletişim becerisini geliştirir, sosyal beceriler edinir, uyum gösterir, paylaşmayı öğrenir. Arkadaşlık sayesinde birey herkesin aynı olmadığını, kişiler arasında farklar olduğunu öğrenir. Bu farklılıklar karakteristik, kültürel, ailevi, ekonomik, bilişsel ve duygusal yönlerden olabilir.

Bir bireyin yaşamında ilk sosyal ilişkiler aile ile kurulmaktadır. Çoğunlukla çocuğun ilk arkadaşı anne, baba ve varsa diğer kardeşlerdir. Yürümeyi öğrendikten ve konuşmaya başladıktan sonra çocuk ailenin dışındaki kişilerle de etkileşim kurmaya başlar. Okul öncesi eğitimle arkadaşlık ilişkileri iyiden iyiye gelişse de bu dönemde de hala çocuğun ilgi odağı ailesidir.

İlk okul dönemi ve özellikle ergenlik çağı arkadaşlık ilişkilerinin gelişim kazandığı dönemdir. Ergenlik öncesi çocuk için aile hala karar alma, sorunları ve duyguları paylaşma noktasında önceliklidir. Ergenlikte ise genç aileden daha çok arkadaşlarla iletişim ve etkileşim halindedir. Özellikle aile ilişkileri zayıf olan gençlerde aile gençle ilgili konularda en son haberdar olan etkileşim grubu haline gelebilir.

Yaşamın her döneminde arkadaş dünyayı keşfetme, tanıma ve deneyimleme noktasında önemli bir kaynaktır. Ancak ergenlik çağı bu dönemlerin en önemlisidir. Ergenlik bireyin geleceğini inşa ettiği, kariyerine yön verdiği, mesleğini, eğitim alanını belirlediği önemli bir dönemdir.

Genç seçeceği doğru arkadaşlıklarla kişisel, akademik ve sosyal gelişimine olumlu yön verebilir. Ancak bu hassas dönemde yanlış arkadaş seçimi bireyin büyük ve telafisi zor olan zararlar görmesine de neden olabilir.

Arkadaş Seçimi Neden Önemli?

Çocuk için ilk rol model anne ve/veya babadır. Anne ve babanın çocuğun bakımında bir sebeple yeterli rolü üstlenemediği durumlarda ise çocuğun ilk modeli temel bakım verendir. Çocuk aileden dışarıya çıkıp gerçek dünyaya adım attığında ise rol modelleri farklılaşmaktadır. Hala ailenin önemli bir rol değeri olsa da artık çocuk yeni rolleri gözlemlemeye ve örnek almaya başlayacaktır. Bu roller geniş aile bireyleri, aile dostları, öğretmenler ve çocuğun arkadaşlarıdır.

Çoğunlukla çocuklarımızın doğru davranışları model almasını arzu ederiz ve onun yanında konuşmamızdan, hareketlerimize her şeyimizi ölçüp biçeriz. Çocuklarımızın da bir ayna gibi bizim davranışlarımızı, söz ve mimiklerimizi taklit ettiğini ve tekrarladığını görürüz. Ancak çocuğun sosyal ağı genişledikçe iletişimde bulunduğu roller artar. Çocuğun okulda ve sosyal çevre içerisinde geçirdiği zaman artıkça bizimde denetimimiz azalır.

Çocuk henüz yürümeyi öğrenmediği, anne kucağında olduğu dönemlerde dahi başkalarının sesini, mimiklerini taklit etmeye çalışır. Çocuk konuşmaya başladığında diğerlerinin kelimelerini kullanır. Taklit etmekten ve tekrar etmekten keyif alır. Bu davranışlar çocuk büyüdükçe farkında olmaksızın devam eder. Çocuk sıklıkla etkileşim kurduğu ve birlikte olmaktan keyif aldığı kişiler gibi davranmaya, konuşmaya başlar.

Çocuğun ilgi alanları, beğenileri de etkileşimde olduğu çevresine göre şekillenir. Geleceğe yönelik hayalleri, planları ve beklentileri de yine arkadaşlarından etkilenecektir. Dolayısıyla birey arkadaş seçiminde nelere dikkat etmesi gerektiğini çocukluktan itibaren öğrenmelidir. Çocuğun doğru seçimler yapabilmesi için ailenin çocukluktan itibaren çocuğun arkadaşlık ilişkileriyle alakadar olması önemlidir. Aile çocuğun arkadaşlarını tanımalı, onlarla vakit geçirmeli ve iletişimde olmalıdır.

Çocuğun arkadaş seçimi yargılanmamalı, çocuğun seçimlerine saygı duyulmalı, yanlışları görmesi için çocuğa fırsat tanınmalıdır. Burada çocuk kısıtlanmamalı ancak görebileceği olası risklerle ilgili çocuğa bilgi verilmelidir. Çocuk ailesine güvenmeli, aileden korkmamalı ve ailesinin her zaman en yakın arkadaşı konumunda olacağını bilmelidir.

Çocuğun Arkadaş Seçimi ve Ailenin Yaklaşımı

Çocuğunuzu iyi tanıyor ve onunla yeterli vakit geçiriyor, sağlıklı iletişim kuruyorsanız arkadaşlık ilişkilerinde de seçimlerine güvenebilirsiniz. Sıcak aile ilişkileri olan, ailesi tarafından sevilen, desteklenen ve karşılıklı güven duyulan çocuklarda aile referanstır. Çocuk kurduğu arkadaşlık ilişkilerinde ailesiyle benzer güven ve sıcaklığı bulamadığında bağ kurmayacaktır.  Ancak yine de çocuğu arkadaş seçimi noktasında iyi gözlemlemek gerekmektedir.

Arkadaşlıklar gerçek hayatta kurulmuş olabileceği gibi çevrimiçi ortamlarda, sanal olarak da gelişebilir. Ergenlik öncesi sanal dünyada kurulacak olumsuz arkadaşlıklar istismara açık olabilmektedir. Aynı şekilde ergenlikte de kurulacak sanal arkadaşlıklar bireyin fiziksel, duygusal ve bilişsel olarak olumsuz etkilenmesine neden olabilmektedir. Sigara, alkol madde kullanımı gibi zararlı alışkanlıklar çoğunlukla arkadaş özendirmesi ile başlamaktadır.

Ailesiyle yeterli iletişimi ve ilişkisi olmayan çocuklarda cinsellik gibi önemli konularda da arkadaşlar bilgi ve tecrübe edinme noktasında olumsuz kaynak oluşturabilmektedir. Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? Yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Arkadaş Seçimi Okul Başarısını Nasıl Etkiliyor?

Başarı yolunda arkadaşın önemi oldukça büyük. Okul yılları çocuğun ve gencin vaktinin büyük çoğunluğunu aileden uzak arkadaşlarla geçirdiği dönemdir. Bu dönemde çocuk akademik eğitim almanın yanında dünyayı ve kendini keşfeder. Bu keşif sırasında çocuğa yardımcı olan ailede öğrendikleri ve deneyimledikleri duygular, normlar ve değerlerdir.

Çocuk okul çağında bir akran grubuna dahil olur. Akranlarıyla sosyalleşir, onlarla duygu, düşünce ve değerlerini paylaşır. Bir gruba dahil olabilmek ve grupta kalabilmek için uyum gösterir. Ancak uyum dışında sevilmek, kabul edilmek için bireyselliğini de ortaya koymalıdır. Çocuk akran grubu içerisinde ilgi çeken, sevilen, aranan biri olmak ister. Bu istek zayıf ve çarpık aile ilişkileri olan çocuklarda daha yüksek olacaktır.

Olumlu Aile İlişkileri Olan Çocukların Arkadaş Seçimi Daha Sağlıklı Oluyor

Aile ile yeterli ilişkileri olan, ailede duygusal ihtiyaçları karşılanan çocuklar için arkadaşlıklar daha farkındalıklıdır. Arkadaş seçimi çocuğun ihtiyaç ve beklentilerine göre şekillenecektir. Ailesiyle yeterli ilişkisi olan çocuk için arkadaş öğrenmeyi, başarıyı destekleyen ve keyifli vakit geçirilen akranlardan oluşacaktır. Dolayısıyla çocuk kendi başarısıyla eşdeğer başarıda, kültürel ve yaşantısal açıdan benzerlik taşıyan kişilerle arkadaşlık geliştirecektir.

Ailesiyle yakın olan çocuk ortak değerlere sahip kişilerle arkadaş olmaktan daha büyük keyif alır. Çünkü ailesinin taşıdığı değerleri o da olumlu yönde benimser ve sürdürmek ister. Aynı zamanda çocuk arkadaşlarını ailesiyle tanıştırmak ister.

Ailesiyle iyi ilişkiler içerisinde olan çocuk için değer verdiği ailesi ile değer verdiği arkadaşının birbirini tanıması ve sevmesi önemlidir. Burada çocuk ve genç arkadaşını ailesinin onayına, aileyi de arkadaşının onayına sunmaktadır. Ancak olumlu aile ilişkilerinde ailenin beğenisi arkadaşın beğenisinden daha değerlidir. Dolayısıyla çocuk ailesinin de memnuniyet duyacağı kişilerle arkadaşlık kurma eğiliminde olacaktır.

Başarıyı önemseyen, okumayı seven, saygılı, empatik, merhametli ve benzeri olumlu özelliklere sahip kişilerle arkadaşlık geliştirir. Dolayısıyla çocuk çevresini şekillendirirken kendine benzer ve kendini ileriye taşıyabilecek nitelikteki kişilerle arkadaşlık kurar.

Doğru arkadaş seçimi bireye sağlıklı rol modeller sunacaktır. Çocuk arkadaşlık ilişkisi aracılığıyla başarma ve başarıyı sürdürmeye daha büyük istek duyacaktır. Paylaşımları öğrenme ve öğretme noktasında olacak, beraber ders çalışmak, araştırma yapmak, proje hazırlamak keyifli hale gelecektir. Arkadaşına ve arkadaşının ailesine karşı sorumluluk duyan genç iyi bir arkadaş olmak için çabalayacaktır.

Olumlu arkadaşlar birbirlerini pozitif yönde destekleyecek, yanlışlarında birbirlerini uyaracaktır. Zaman yönetimi, doğru hedef belirleme, motivasyon, dikkati odaklama gibi başarıyı desteklen konularda arkadaşlar birbirlerini destekleyecektir.

Olumsuz Aile İlişkileri Olan Çocukların Arkadaş Seçimi Riskli Sonuçlara Neden Olabiliyor

Tam tersi bir arkadaşlık ilişkisinde ise çocuk arkadaş seçiminde ailede bulamadığı ilgi ve sevgi ihtiyacını karşılamak ister. Burada önemli olan arkadaşın başarısı, kültürü, değer ve normlarından ziyade çocuğa vereceği ilgi ve sevgidir. Çocuk bir gruba aidiyet sağlamak için riskli davranışlara yönelebilir, olumsuz deneyim ve alışkanlıklar edinebilir.

Burada çocuk arkadaşlık ilişkileriyle hem duygusal boşluğu kapatmaya çalışır hem de bir anlamda aileyi cezalandırır. Ailenin yeterli ilgisini çekemeyen çocuk davranışlarını daha ileriye taşıyabileceği gibi tamamen içine de kapanabilir.

Olumsuz bir arkadaş seçimi çocuğun okul başarısını düşürecek veya başarıya olumlu yönde katkı sağlamayacaktır. Olumsuz arkadaşlıklar çoğunlukla dikkat dağıtıcı, hedeften uzaklaştıran ya da yanlış hedeflere yönlendiren arkadaşlar olmaktadır. Olumsuz arkadaşlıklar bireyin zamanı verimsiz kullanmasına, geleceğe yönelik düşük beklentiler geliştirilmesine neden olabilmektedir. Dersi asma, dersi dinlememe, dersi sabote etme, düzeni bozma gibi olumsuz davranışlarla kötü örnek oluşturabilmektedir.

Arkadaş seçimi aile içerisinde öğrenilmekte ve nasıl bir arkadaşa ihtiyaç duyulacağı ailenin ilgi, alaka ve sevgisine göre şekillenmektedir. Aile çocuk ve gencin arkadaş seçiminde kendi arkadaşlık ilişkileriyle olumlu model oluşturmalıdır. Çocuğun yanlış seçimler yapabileceği göz ardı edilmemeli, hatalı seçimlerde cezalandırmak yerine yanlışı görmesine destek olunmalıdır. Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Başarıyı Olumsuz Etkiliyor, Aile İçi İletişim Eksikliği Nedenleri yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

Read More

Motivasyon bir hedefe ulaşmak için kişinin harekete geçmesini, negatif koşullara rağmen devam etmesini sağlayan güçtür. Bu güç içsel yani duygusal, bilişsel, biyolojik kaynaklarla olabileceği gibi dışsal yani sosyal kaynaklarla da oluşabilir. Burada da karşımıza motivasyonu doğrudan etkileyen beklentiler çıkmaktadır. Beklentilerde yine motivasyon gibi içsel ya da dışsal faktörlere göre değişiklik gösterebilir.

Bireyin motivasyonunu doğrudan etkileyen beklenti etkisi yani diğer adıyla Pygmalion etkisidir. Yazımızın devamında pygmalion etkisi nedir? Pygmalion etkisinin motivasyonla ilişkisi nedir? Pygmalion etkisini motivasyonu olumlu yönde etkileyecek şekilde nasıl kullanabiliriz? Detaylarıyla bahsediyor olacağız.

Pygmalion Etkisi (Beklenti Etkisi) Nedir?

Pygmalion etkisi sosyolog Robert King Merton tarafından öne sürülen “kendini gerçekleştiren kehanet” teorisine dayanır. Pygmalion etkisine göre bir nesneye, kavrama, insana olan beklentiler ve tutumlar, algıya dönüştüğü zaman kesinlikle gerçekleşir. Tam tersi kendini gerçekleştiremeyen kehanet ise kişinin algısı ve tutumunu kontrol edebilmesiyle alakalıdır. Bu teoriye göre diğer insanlara yönelik beklentilerimizle onların davranışlarını etkileyebiliriz.

Dolayısıyla pozitif beklentiler performansı pozitif yönde etkilerken, negatif beklentiler performansı negatif yönde etkilemektedir. Bu durumda öğretmenin öğrenciden, ailenin çocuğundan, yöneticinin çalışanından beklentisi neyse gerçekleşecek olan performansta benzer olmaktadır. Yüksek beklentiler bireyin performansında yükselişe neden olmaktadır. Kişi beklentinin aynısını karşılayamasa dahi yapabileceğinin en iyisini yapmaya güdülenmektedir. Olumsuz beklentilerde ise kişinin motivasyonu düştüğü için kişi yapabileceğinden daha azını yapmaktadır.

Diğerleriyle ilgili beklentilerimiz ya da diğerlerinin bizimle ilgili beklentileri dışsal motivasyon etkisi oluşturmaktadır. Ancak bir de bizim kendimizle ilgili beklentilerimiz var. Bu beklentiler özgüvenimiz, potansiyelimiz, kapasitemiz ve koşullarımızla doğrudan ilgilidir. Tıpkı dışsal motivasyonda olduğu gibi kendimizle ilgili beklentilerimizde yüksekse daha yüksek performans, düşükse daha düşük performans sergileriz. Buna da içsel motivasyon denilmektedir.

Bir performansın gerçekleşmesinde en etkili ve uzun süreli olan içsel performanstır. Bu nedenle bireyin başarılı olabilmesi için mutlaka içsel motivasyona dolayısıyla yüksek olumlu beklentiye ihtiyacı olacaktır. Farkında olmasak da başarımız ve başarısızlığımız kendimiz ve gelecekle ilgili beklentilerimiz, hayal ve isteklerimizle ilişkilidir.

Pek çok kişisel gelişim uzmanı, yaşam koçları geleceğe yönelik olumlu hayaller kurdurur. Hatta hayal panosu, kariyer panosu, vision board ve benzeri şekillerde duymuş olabileceğiniz beklenti panoları hazırlatırlar. Pek çok kurumsal şirket yeni bir seneye başlamadan önce çalışanlarına bu tarz çalışmalar yaparak yeni yıla daha olumlu beklentilerle başlamayı hedefler. Aynı şey öğrenciler için de geçerlidir.

Beklentiler sadece öğrencilik ve kariyer hayatıyla da sınırlı tutulmamalıdır. İlişkilerimiz, ebeveynlik rollerimiz, ailemiz, sahip olmak istediğimiz maddi şeyler, kişisel gelişim alanlarımızla da ilgili olabilir.

Pygmalion Etkisi Olumsuz Yerine Olumluya Odaklanmamızı Öneriyor

Pygmalion etkisi bize başarıyı destekleyecek bir motivasyon için neyin kötü olabileceğini değil de neyin daha iyi olabileceğini düşünmemizi öneriyor. “Ne ekersen onu biçersin” atasözümüzde olduğu gibi iyi düşünün iyi olsun mesajı bu teoride öne çıkarılıyor. Tabi bunun olumsuz kullanımları da oldukça fazla. Kötü şeyler düşünmek ve olumsuz beklentilere girmenin sonucu daha olumsuz oluyor.

“Bir şeyi 40 kere söylersen gerçek olur.”, “Birine 40 kez deli dersen deli olur.”, “Aklıma gelen başıma geldi.” “Zaten ben de şans olsa kadın/erkek doğardım.”, “Böylesi de hep beni bulur.”, “sakınan göze çöp batar” Gibi. Örneklerde de gördüğümüz gibi olumsuz yüklemeler içeren beklentilere pygmalion etkisinin tam tersi Golem etkisi deniyor.

Pygmalion Etkisinin (Beklenti Etkisi) Motivasyon ile İlişkisi Nedir?

Doğada hiçbir nesne bir sebep olmadan kendi hareketsiz durumundan hareketli duruma geçemez. İnsanın eyleme geçme durumu da aynıdır ve hareket edebilmesi, davranışta bulunması için, doğa yasası gereği, birtakım sebepleri olmalıdır.

Bu noktada motivasyon karşımıza çıkmaktadır.  Bireylerin belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere kendi arzu ve istekleri ile harekete geçmeleri, eylemde bulunmaları gerekir. Öğrenciler için bu, akademik hayattaki eylemlerinin türünü, şiddetini, kararlılığını ve amaçlarına ulaşmadaki hızı belirleyen en önemli güçtür. Ancak bu gücün yönünü belirleyen çoğunlukla kendileri, öğrenmeye yönelik kaynakları ve öğrenmenin sonunda elde etmek istedikleriyle ilgilidir. Yani motivasyonu belirleyen kişinin beklentileridir. Bu beklentiler ne denli olumlu ise motivasyon o kadar yüksek olacaktır.

Yeterince motive olmamış bir öğrencinin derse konsantre olması, ders tekrarı için zaman ayırması ya da öğrenmek için arzu duyması beklenmemelidir. Yapılan araştırmalar, motivasyonla başarı arasında pozitif yönlü güçlü bir ilişki olduğunu göstermektedir. Motivasyonu yüksek öğrencilerin öğrenme içeriğine, öğrenme ortamına, öğretene ve öğrenmeye yönelik algısı ve ilgisi pozitiftir.

Motivasyonu yüksek olanlar güçlüklerle karşılaşıldığında çalışma istikrarını ve öğrenme azmini daha uzun süre sürdürebilmektedirler. Tüm bunlar da bize beklenti etkisinin önemini gösteriyor. Motivasyon ve Pygmalion etkisi arasındaki ilişkiyi açıklamak için birkaç deneysel çalışma örneğinden bahsedelim.

Plasebo Etkisi Olumlu Beklentiyi Geliştiriyor ve Olumlu İçsel Motivasyon Sağlıyor

Plasebo etkisi pygmalion etkisi ile benzer bir etkidir. Plasebo, ağız, burun veya enjeksiyon yoluyla vücuda geçen bir ilaçtır. Kimi zaman cerrahi operasyonlarla da plasebo etkisi yaratılabilir. Aslında plasebonun fiziksel anlamda tedaviye yönelik hiçbir gücü yoktur. Sahip olduğu tedavi gücünü tamamen hastanın verilen ilacın işe yarayacak ilaç olduğunu düşünmesinden alır.

Plasebo, tıbbın bilimsel olarak açıklayamadığı bir şekilde insanların istemeleri halinde kendi kendilerini iyileştirme gücüne yöneliktir. Plasebo etkisi olan ilaç veya işlemler kişinin hastalıktan kurtulacağına yönelik inanç geliştirmesini, moralini yükseltmesini sağlamaktadır. Yani içsel motivasyon plasebo etkisi ile yükselmektedir.

Rosenthal Etkisi Deneyi Hem İçsel hem de Dışsal Motivasyon İçin Güzel Bir Örnek Sunuyor

Pygmalion etkisini görebileceğimiz bir başka deney de California ilköğretim okulundaki öğrencilere yapılıyor. Deneyde öğrencilerin hepsine IQ testi yapılıyor. Öğrencilerin test sonuçları sadece uygulayıcılar tarafından biliniyor ve rast gele bir grup öğrenci seçiliyor. Öğretmenlere bu öğrencilerin çok yüksek puan aldığı ancak sonuçların öğrencilerle paylaşılmaması gerektiği söyleniyor.

Bu öğrencilerin başarı potansiyelinin çok yüksek olduğu ve doğru eğitimi alırlarsa çok iyi yerlere gelebilecekleri öğretmenlere söyleniyor. Gerçekte ise bu öğrenciler ortalama başarı düzeyine sahip öğrenciler ve öğrencilerin bu deneyden haberleri de yok.

Yapılan testin üzerinden bir yıl geçtikten sonra IQ testi yeniden uygulanıyor. Öğretmenlere başarılı olarak verilen ortalama düzeydeki öğrencilerin bu kez ortalamanın çok üzerinde bir sonuç çıkardıkları görülüyor.

Deneyin sahibi Robert Rosenthal neden daha yüksek bir sonuç çıkardığını 4 faktöre bağlı olarak açıklıyor.

  1. Öğretmen öğretmeye açık olduğunu bildiği öğrencilere sözel ve davranışsal olarak daha sıcak bir öğrenme ortamı sağlıyor.
  2. Öğretmen öğrenme potansiyeli yüksek olan öğrencilere daha fazla bilgi ve materyal sunuyor.
  3. Öğrencilere söz alması, tahtaya kalkması için pasif öğrencilere oranla daha fazla fırsat sunuluyor.
  4. Öğretmenler başarı beklentisi olan öğrencilerin yanlışları üzerine daha yapıcı şekilde eğiliyor ve doğrusunu anlatıyor. Öğretmen başarı potansiyeli olmayan öğrencilere ise doğrusunu tekrar anlatma gereği duymuyor.

Aynı örneği iş hayatında ve hatta aile içerisinde de görmek mümkün. Yöneticiniz sizin bir davranışınız, fikriniz ya da çalışmanızda başarılı olma potansiyelini keşfederse size yaklaşımı değişiyor. Fikirleriniz daha çok önemsenirken hatalarınız da daha fazla tölere edilebiliyor.

Üstesinden gelebileceğiniz düşüncesi ile size daha fazla iş üretme fırsatı tanınıyor. Geribildirimleriniz daha pozitif oluyor ve toplantılarda da size daha çok söz hakkı sunuluyor.  Böyle bir ortamda da dışsal motivasyon olumlu olduğu için kişinin içsel motivasyonu da olumlu yönde gelişiyor.

Pygmalion Etsini’nin Tersi ise Golem Etkisi Olarak Biliniyor

Pygmalion Etkisi‘nın tam tersine ise literatürde Golem etkisi deniyor. Bu durumda da negatif bir geri bildirim döngüsü oluşturularak, potansiyeline ve yeteneğine inanılmayan kişilere kendilerinin geliştirme konusunda daha az fırsat sunulur ve bu nedenle daha az gelişirler. Örnek olarak bir öğretmenin düşük beklenti içerisinde olduğu öğrenci ile daha az iletişim kurması gösterilebilir.

Pygmalion etkisinde olumlu beklentileri olan bir kişi çoşkulu ve sabırlıdır. Açık iletişime sahiptir. Kişi daima hayallerini gerçekleştirmek için yüksek beklenti içerisindedir. Başkalarının düşüncelerine önem verir, empati kurar. Özgüveni yüksektir. Bu kişi bir yöneticiyse çalışanlarının, öğretmense öğrencilerin başarasını destekler ve ödüllendirir.

Golem etkisinde olan yani olumsuz beklentilere sahip bir kişide ise motivasyon düşüktür. Yani her anlamda pygmalion etkisindeki bir bireyin sahip olduğu özelliklerin tersine sahip olacaktır. Beklentisi düşük olduğu için isteneni veremez ve başarıyı görmezden gelir. Sabırsız ve anlayışsız olabilir. Empatiden yana zayıftır ve başkalarının duygularına karşı ilgisizdir. Başkalarının düşüncelerine de kulak asmaz, iletişim yönünden eksiktir.

Böyle bir iletişime maruz kalan kişinin de motivasyonu olumsuz yönde etkilenmektedir. Dolayısıyla beklentisi düşük ve olumsuz yönde olan bir kişinin etkileşimde olduğu diğer kişiler de olumsuz yönde etkilenecektir. Dersi şevkle anlatmayan, öğrencisine geribildirim vermeyen, ilgi göstermeyen bir öğretmenin dersine öğrencinin duyduğu ilgi ve beklenti düşecektir. Aynı şey iş hayatı için de geçerlidir.

Ailede de çocuğunun başarısız olacağına, yetersiz olduğuna inanan ebeveynlerin olumsuz beklentisi çocuğa yansıyacaktır. Ailesinin sözlerinden, jest, mimik ve beden dilinden olumsuz beklentiyi alan çocuğun içsel motivasyonu da düşecektir.

Yapılan meta-analiz çalışmasına göre Golem etkisinin, Pygmalion etkisinden çok daha etkili olduğu görülmüştür. Yani kişilere karşı olumsuz beklentilere girmemiz karşı tarafı daha fazla etkisi altına almaktadır. “Yuvayı dişi kuş yapar.”, “müşteri daima haklıdır.”, “Büyüklerin sözü kesilmez.” Ve daha pek çok sosyal norm ve beklentiler de beklenti yasası kapsamındadır. Kişinin motivasyonu bu genel yargılara göre şekillenmekte ve davranışa dökülmektedir.

Peki Olumlu Motivasyon Geliştirmek için Pygmalion Etkisinden Nasıl Faydalanabiliriz?

Pygmalion etkisine göre başarılı olmak için sadece performans göstermek yeterli olmuyor. Aynı zamanda başarılı olmak için başaracağına yönelik de inanç geliştirmek gerekiyor. Bu inanç kişinin içsel inancı kadar dışsal kaynakların beklenti ve inançlarıyla da şekilleniyor. Dolayısıyla bu görüşe göre bir kişinin başarılı olacağına yönelik kişinin bizzat iletişimde olduğu diğer kişilerinde inanç geliştirmesi gerekiyor.

Bu da bize öğrencinin başarılı olabilmesi için öğretmenin başaracağına yönelik inanç duymasını ve her öğrenciye başarı adayı olarak bakmasını gerektiriyor. Aynı şekilde ailelerinde çocuklarının potansiyeline güvenmesi ve başaracağına inanması gerekiyor. Ancak başarıya yönelik inanç geliştirmek ile gerçekdışı beklentilere girmek birbiriyle karıştırılmamalı.

Gerçekdışı beklentiler öğrencinin potansiyelinin çok üzerinde bir performans göstermesini beklemektir. Başarıya yönelik inanç ise kişinin mevcut potansiyeline göre gerçekleştirebileceği en iyi performansı gerçekleştireceğine yönelik inançtır.

Olumlu motivasyon geliştirebilmek için olumlu beklentiler kadar olumsuzluklarla da yapıcı şekilde mücadele etmek öğrenilmelidir. Dolayısıyla başarısızlığa da olumlu yönden bakılmaya başlanmalı, “bu başarısızlıktan nasıl bir ders çıkarabilirim?” diye düşünülmelidir. Böylece kişi başarısızlıklarında kırıklığa uğramak yerine gelişim alanlarını ve eksiklerini tespit ederek kişisel ve mesleki gelişimine katkıda bulunabilir.

Motivasyon ile ilgili diğer yazılarımıza da bakabilirsiniz; Motivasyon Eksikliği Nedenleri , Sınava Hazırlanırken Motivasyon Artırma Teknikleri: Aileler Ne Yapabilir? , İş Hayatı için Motivasyon Arttırma Yöntemleri . Tüm yazılarımız için Aba Psikoloji Blog alanımıza bakabilir, Aba Psikoloji YouTube videolarımızı izleyebilirsiniz.

 

 

Read More

Erken dönemde kariyer planı yapmak geleceğe güçlü adımlar atmak isteyen gençlere büyük avantaj sağlıyor. Kariyer planlaması son yıllarda önemi artan ve bireyin başarısını olumlu yönde destekleyen bir yöntem. Bu planlama bir profesyonel eşliğinde yapılabileceği gibi, genç ve ailesi tarafından ya da varsa okulda rehberlik birimi tarafından yapılabiliyor.

Kariyer planlaması bireye ilgi, beceri, yetenek alanlarına hitap eden, kişinin potansiyeliyle uyumlu bir yol haritası çıkarıyor. Bu çalışmayla bireye karakteriyle örtüşen, maddi ve manevi kariyer beklentilerini karşılayan kariyer alternatifleri çıkarılıyor. Aynı zamanda bu plan yapılırken bireyin kültürel, ekonomik koşulları da dikkate alınıyor. Kişinin kariyerini destekleyecek gelişim alanlarına yatırım yapılırken, güçsüz yanları da kariyerini olumsuz etkilemeyecek şekilde düzenleniyor.

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda kariyer planlaması detaylı, kapsamlı ve özenli bir çalışma gerektiriyor. Bu nedenle hızlı yol alabilmek için erken dönemde kariyer planı yapmak gerekiyor.

Erken Dönemde Kariyer Planı Nasıl Yapılıyor?

Aba Psikoloji olarak biz uzman kadromuzla kariyer danışmanlığı talep eden danışanlarımıza Stratejik yetenek yönetimi ile kariyer planı hazırlıyoruz. Bu yöntem sayesinde danışanlarımızın gelişim alanlarını çıkarıyor ve gelişim süreçlerini planlıyoruz.  Bireyin kısa ve uzun vadeli hedeflerini belirliyor ve bu hedeflere en verimli şekilde nasıl ulaşılabileceğinin planlarını yapıyoruz. Tüm bu planlar çıkartılırken de kişilerin ulaşabilecekleri en iyi performansa ulaşmalarını amaçlıyoruz.

Stratejik yetenek yönetimi testinde başta WISC-V olmak üzere 8 farklı psikolojik test uygulamaktayız. Erken dönemde kariyer planı yaparken bu testlerin sonucunda kişiye özel bir stratejik plan oluşturuyoruz. Öğrencilerin sosyo – ekonomik ve kültürel çevrelerini de değerlendirerek oluşturduğumuz plan, 3, 6, 12 ve 24 aylık hedefleri ve öngörüleri kapsıyor.

Aba Psikoloji’ de bu uygulama yapılırken bireyin stratejik yetenek yönetimi hedeflerini belirlemek için psikologlar ve eğitimciler birlikte çalışır. Bu sayede katılımcı hakkındaki veriler hiçbir şeyi gözden kaçırmadan analiz edilir ve tüme varım yöntemiyle hedefler belirlenir. Stratejik yetenek yönetimi testlerinin uygulanmasının ardından belirlenen hedeflere ulaşılması için bireyin kişilik özelliklerine, ilgi alanlarına bilgi düzeyine, yeteneklerine uyacak şekilde bir yol haritası çizilir.

Hedefler belirlenirken 3,6,12 ve 24 hedefleri ve öngörüleri kapsar. Bu sürede kişinin hedeflerinde değişiklik ihtiyacı söz konusu olursa planlar yeniden düzenlenir ve değişikliğe gidilebilir. Bu nedenle hedeflerin 3, 6, 12, 24 aylık sürelerle planlanması çok daha sağlıklı sonuçlar vermektedir.

Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Mesleki Doyumu ve Bireysel Mutluluğu Artırıyor

İçinde bulunduğumuz yaşam koşullarını değerlendirdiğimizde rekabetin ön planda olduğunu yaşayarak görüyoruz. Eğitimden başlayarak içinde bulunduğumuz her ortam ve kademede rekabet mevcut. İyi bir okulda okumak için rekabet etmek gerekiyor, iyi bir şirkette çalışmak için rekabet etmek gerekiyor, daha iyi koşullar için rekabet etmek gerekiyor.

Gençler artık kariyerlerini belirlemek için mezun olmayı beklemiyor, iş fırsatlarının ayaklarına gelmeyeceğini, üniversite bitirmenin istihdam olabilmek için yeterli olmadığını biliyorlar. Artık iyi üniversite okumak yeterli değil. İyi bir lise eğitimi almak, okul dışı aktivitelere de önem vermek, çok yönlü gelişmek gerekiyor. İş verenler artık yabancı dil bilen, 2. hatta 3. dili konuşabilen çalışanlar arıyor.

Gençlerde bu beklentiyi bilerek kendini mutlaka geliştirmek istiyor. İmkanı olanlar yurtdışı eğitimini de tecrübe etmek istiyor. Gençler lisede yapılacak alan seçiminden üniversitede yapılacak stajlara kadar her şeyi özenle irdeliyor ve seçiyor. Çünkü artık herkes her şeyi biliyor. Eğitim dünyasında veya iş hayatında içinde bulundukları ve bulunacakları her ortamda sıkı bir rekabet var.

Fırsat eşitliğinin olmayışı ve rekabetin yoğun oluşu erken dönemde kariyer planı yapmanın önemini artırıyor. Öne çıkabilmek için çok çalışmanın, yenilikçi olmanın ve fark yaratmanın gerekli olduğu bir sistemde yaşıyoruz. İşsizlik oranları çok yüksek. İş bulmak zor, hele ki sevdiğin işi yapabilmek daha da zor. İş hayatına adım atmış olup da “işimi aşkla yapıyorum” diyebilen çalışana rastlamak da kolay değil.

Oysa günümüzün hatta ömrümüzün büyük bölümü çalışarak geçiyor. Peki neden sevdiğimiz işleri yapmıyor ya da yaptığımız işleri sevemiyoruz? Bu noktada önemi hala yeterince fark edilemeyen erken dönemde kariyer planı yapmak önemli hale geliyor.

Mutlu çalışanlara baktığımızda eğitim hayatının ilk yıllarından itibaren ilgilerine, yeteneklerine göre ilerlemiş, seçimlerini bu doğrultuda yapmış kişileri görüyoruz. Doğru kariyer seçimi yaparak başarılı olmakla kalmamış, çalışırken mutlu da olmuş insanlar çıkıyor karşımıza.

Erken Dönemde Kariyer Planı Yapmak Avantaj Sağlıyor

Bu rekabette avantajlı olan grup ise kariyer planlamanın önemini erken fark edenler. Profesyonel bir kariyer danışmanlığı alan öğrenciler sürecin başından sonuna kadar bilinçli ilerliyor. Hayallerini hedefe çeviriyor, hedeflerine ulaşabilmek için gerçekleştirmesi gereken amaçları bir bir gerçekleştiriyorlar. Belirlediği hedefin zaman içerisinde kendisine uymadığını deneyimleyen birey geç olmadan hedefinde stratejik değişiklikler yapabiliyor.

Kariyer gelişimi yaşamın ilk yıllarından itibaren şekillenmeye başlıyor. Bu nedenle erken dönemde kariyer planı yapmak önem taşıyor. Okul öncesi dönemde dahi çocuğun kariyer gelişimine yön verilebiliyor. Bu konuda Okul Öncesi Dönemde Kariyer Planı Yapmak: Küçük Ayaklar Geleceğe Büyük Adımlar Atsın yazımızdan faydalanabilirsiniz. Ancak profesyonel anlamda bir kariyer seçimi yapabilmek için LGS Hazırlık sürecinde kariyer danışmanlığı alınması gerekir.

Çoğunlukla LGS hazırlık sürecinde kariyer seçimi yapılmadan okul ve alan seçimi yapılıyor. Ancak bireyin kariyerinde hayal kırıklığı yaşamaması için üniversite sınavına hazırlık sürecinde mutlaka planlama yapılması gerekiyor. Öğrencilerin, ailelerin ve okulların Lise eğitiminin ilk yılı itibariyle kariyer seçimi konusunda çalışmalara başlaması gerekiyor. Bu seçimi Lise, üniversite hatta iş yaşamına başlarken alınacak danışmanlık desteğiyle de beslemek avantaj sağlıyor.

Erken dönemde kariyer planı yapmanın önemini detaylarıyla paylaştığımız diğer yazılarımıza da bakabilirsiniz. Üniversiteden Önce Kariyer Danışmanlığı Almanın Faydaları, Kariyer Seçimi Yapmak İçin Doğru Zaman Ne Zaman?. Bugünün Genci Z Kuşağı, Nasıl Bir Kariyer İstiyor?, Stratejik Yetenek Yönetimi ile Kariyerinizde Fark Yaratın. Daha fazla kariyer odaklı yazı için Aba Psikoloji Blog sayfamızı ziyaret edebilir, videolarımıza Aba Psikoloji YouTube kanalından ulaşabilirsiniz.

 

 

 

 

Read More

Sosyal medya kullanımı, 21. yüzyılın iletişim şekli oldu. Özellikle 2020’de hayatımıza giren pandemi koşulları ile tüm dünyada sosyal medya kullanım sıklığı arttı. Günümüzde her yaştan birey veya kurum kendi hesaplarını oluşturmakta ve aktif şekilde sosyal medyayı kullanmaktadır. Sosyal Medya tanımı yapıldığında kullanıcıların kendi ürettiği içeriği yayınladığı ve paylaştığı online platformdur.

İletişime geçmenin yanı sıra, kendini ifade etme, reklam verme, ikna ve etkileme aracı olarak da kullanılmaktadır. BTK’nın açıkladığı en sık kullanılan sosyal medya ağları yaş gruplarına göre farklılık göstermektedir. Sosyal medya kullanım yaşı 13 yaş ve üzeridir. Uzmanlar önermiyor olsa da pek çok aile daha küçük yaş gruplarına da hesap oluşturabilmektedir.

Sosyal medya internetin ve hesaplara erişilebilecek teknolojik cihazın bulunduğu her ortamda kullanılabilmektedir. Dolayısıyla çocuk ve gençler için sosyal medya kullanımının takip edilmesi, bilinçli kullanım hakkında bilgilendirmeler yapılması gerekmektedir. Gençler için sosyal medya hesaplarının nasıl, ne sıklıkta ve hangi amaçla kullanıldığı gencin kendisi ve ailesi tarafından takip edilmelidir.

Sosyal Medya Kullanımı Gençler İçin Faydalı mı Zararlı mı?

Özellikle ergenlik yıllarını içine alan 12-21 yaş grubu için sosyal medya kullanımı farklı değişkenler göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Bu yaş grubu 21. Yüzyılda dünyaya gelmiş dolayısıyla teknolojinin içerisine doğmuş bireylerden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu yaş grubu için teknolojinin, internetin ve sosyal medyanın kullanımı diğer kuşaklardan çok daha farklıdır.

Onlar için sosyal medya, teknolojik ürünler ve internet; bilgiye erişme, bilgiyi kullanma, bilgiyi yayma araçlarıdır. Bunun yanı sıra sosyal medya sosyalleşme, kişilik geliştirme, kendini ve diğerlerini kıyaslama ve değerlendirme alanıdır. Ergenliğin getirdiği fiziksel, zihinsel, duygusal değişiklikler nedeniyle gençler için ergenlik kendileriyle fazlaca meşgul oldukları dönemdir. Bu dönemde aileyle paylaşımlar azalırken akranlarla paylaşım sıklığı ve geçirilen zaman artmaktadır.

Bu zamanın önemli bir bölümü de sosyal medya ve internet üzerinde geçirilmektedir. Dolayısıyla özellikle duygusal ihtiyaçlar noktasında gençler burada incinmeye veya incitmeye açık durumdadır. Dijital zorbalık çağımızın önemli bir sorunu haline gelmektedir. Bugün pek çok aile sosyal medyanın olumsuz etkilerinden koruyabilmek adına çocuklarına kullanım kısıtlamaları getirmektedir. Ancak sosyal medyanın günümüz koşullarında kısıtlanması veya yasaklanması yapıcı ve yararlı bir çözüm değildir.

Kısıtlamak yerine nasıl daha sağlıklı, verimli ve bilinçli kullanılabileceği bireylere öğretilmelidir. Sosyal medya kullanımının avantaj ve dezavantajlarını ayrı ayrı ele alalım.

Sosyal Medya Kullanımının Gençler İçin Faydası

Sosyal medya kullanımı zararlarından bahsetmeden önce bilinçli kullanıldığında gençlere hangi faydaları sağladığından bahsedelim. Özellikle pandemiyle beraber sosyal medya kullanımı gençlerin sosyal ilişkilerini devam ettirebilmesi için önemli hale geldi. Yüz yüze grup olarak görüntülü görüşme yapılabilecek platformlarda öğrenciler ders çalışabiliyor, bilgilerini ve fikirlerini paylaşabiliyor. Akademisyenlerin, eğitmenlerin sosyal medyada paylaştığı canlı yayınlara erişilebiliyorlar.

Gençler sadece kendi ortamlarından insanlarla değil dünya çapında da farklı insanlarla etkileşim kurabiliyor. Böylece hem yabancı dil kullanımlarını geliştiriyor hem de farklı kültürleri tanıyabiliyorlar. Çekingen mizaca sahip, dolayısıyla iletişim başlatmakta zorlanan bireyler sosyal medyada daha sosyal ve girişken olabiliyor.

Gençler oluşturdukları blog, youtube veya instagram sayfaları aracılığıyla yetkinlik alanlarına yönelik içerik üretebiliyorlar. Verimli içerik sunabilmek için daha çok araştırıyor, bilgilerini geliştiriyorlar. Böylece bilgilerini tazeleme, geliştirme ve paylaşma imkanına sahip oluyorlar. Ayrıca ilgi ve ihtiyaç alanlarına göre başkalarının profesyonel içeriklerini takip ederek bilgi edinebiliyorlar. Model aldıkları kişilerin sosyal medya kullanımlarını örnek alarak benzer ilgi alanlarına ve çalışmalara yönelebiliyorlar.

Sosyal medya aynı zamanda pek çok genç için dünyadan haberdar olma kaynağı. Yani dijital ortamda gençler güncel olayları, ekonomiyi, siyaseti, bilimi ve teknolojiyi dünyayla aynı anda takip edebiliyorlar.

Sosyal Medya Kullanımının Gençler İçin Zararları

Sosyal medya mecraları birbirini tanıyan insanlar kadar tanımayan insanların da etkileşimde olduğu bir ortamdır. Burada bireyler gerçek kişilere ait gerçek hesaplarla iletişim kurmaktadır. Ancak sosyal medyada kimi zaman gerçek dışı kimliklerle çevrimiçi olan bireylerle karşılaşılabilmektedir. Gerçek biriyle iletişimde olduğunu düşünen genç için bunun doğru olmadığı anlaşıldığında ciddi bir yıkım gerçekleşebilmektedir.

Aynı zamanda gençler sahte hesaplarla etkileşime girdiklerinde fiziksel, duygusal ve maddi olarak da tehdit altında olabilmektedir.

Nefret, Hakaret, Tehdit Söylemleri ve Siber Zorbalık

Sosyal medya kullanımı sırasında fiziksel paylaşımın olmayışı bireylerin birbirlerine karşı daha olumsuz söylem, tavır ve tutum sergilemesine neden olabilmektedir. Bireyler gerçek hayatta başkalarına söyleyemeyeceği veya yapamayacağı şeyleri sosyal medya hesaplarından güç alarak yapabilmektedir. Olumsuz, hakaret, küfür, tehdit ya da taciz içeren yorumlar, mesajlar gibi. Bu davranışları sergileyen bireyler karşı tarafın biricikliğine zarar verdiği gibi kendi geleceklerine yönelikte kötü bir itibar geliştirmektedir.

İnternette paylaşılan her bir içeriğin izi kalmakta ve bu izler ileride hoşnut olmayacağımız kanıtlar olarak karşımıza çıkabilmektedir. Dolayısıyla yapılan her türlü içerik paylaşımı gelecek on yıllarda bize zararı olacak mı değerlendirilerek paylaşılmalıdır.

Nefret ve saldırganlık içeren söylem ve davranışlara maruz kalan gençler de sosyal medyadan olumsuz etkilenmektedir. Gençler burada tanıştıkları yabancıların gerçek hayatta da böyle olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla gençler tanınmayan kişilerin tehlikeli ve zorba olduğunu düşünebilmektedir. Bu da gençlerin sosyal ilişkilerini ve sosyal iletişim girişimlerini olumsuz etkilemektedir.

Bir diğer olumsuzluk ise siber zorbalık olarak karşımıza çıkmaktadır. Nefret, tehdit, hakaret söylemleri de siber zorbalığa girmektedir. Yanı sıra bireylerin özel hayatlarına yönelik görsel, video ve yazışmaların izinsiz paylaşılması da siber zorbalıktır.

Akranlarının Çevrimiçi Hayatlarına Bakarak Kendi Benlik ve Hayatlarını Olumsuz Değerlendiriyorlar

Önemli bir olumsuz etki de gençlerin birbirleriyle sosyal medya performansını kıyaslıyor olmalarıdır. Gençler paylaştıkları içeriklere gelen beğeni ve yorumlarla kendilerini değerli ya da değersiz olarak nitelendirebilmektedir. Beğeni, yorum, takipçi sayısı ve paylaşım sıklığı gençler için önemli olmaktadır.

Gençler birbirlerinin hayatlarına bakarak kendilerini ve yaşantılarını değersiz görmektedir. Paylaşacak ilgi çekici, beğenilebilir içerik bulamayan gençler kırıklığa uğramaktadır. Tanımadıkları akranlarının sosyal medyada sürekli mutlu olduğunu gören gençler kendi hayatlarını renksiz bulmaktadır. Bu da kişinin hayatını, koşullarını ve ilişkilerini gözden geçirmesine neden olmaktadır.

Sosyal Medya Gençleri Kontrolsüz ve İhtiyaç Dışı Tüketime Motive Ediyor

Sosyal medyanın bir diğer olumsuz etkisi ise kontrolsüz ve ihtiyaç dışı tüketime sevk etmesidir. Gençler akranlarının kullandığı ürünleri, markaları bir gruba ait olmak ya da beğeni kazanmak arzusu ile satın alabilmektedir. Kimi ürünlerin maddi yükü gençlerin arzularına ulaşamamasına ve kırıklık yaşamasına neden olabilmektedir. Sosyal medyada yapılan ürün tanıtımları, reklamlar ve dikkat çekici sloganlarla yapılan kampanyalar gençleri etkilemektedir.

Tüketim çılgınlığı bireylerin kişiliklerinden ziyade kendilerini kullandıkları ürün ya da markalarla ifade etmelerine neden olmaktadır.

İstenmeyen İçeriklere Maruz Kalmak Travmatik Duygu ve Düşüncelere Neden Oluyor

Sosyal medyada şiddet, zorbalık, teşhir içeren görsel ve videolar da gençleri olumsuz etkilemektedir. Doğal afetler, kazalar, terör saldırıları, siyasi paylaşımlar gençlerin psikolojik olarak olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Gençlerde uyku- yeme sorunları, kaygı bozukluğu, depresyon, zarar görme korkusu, gelecek kaygısı gelişebilmektedir.

Gençler maruz kaldıkları içerik ve görüntülerle insanların kötü, tehlikeli ve dünyanın yaşanmaz olduğunu düşünebilmektedir. Tehlike ve kötülükler karşısında savunmasız, aciz, güçsüz olduğunu ve kendisini savunacak bir sistemin olmadığını düşünebilmektedirler.

Sosyal Medya Kullanımı Şekli Gencin Güvenliğini Tehdit Edebiliyor

Gençler etkileşim alabilmek ve hayatlarını paylaşabilmek için kendileri ve mahremiyetleriyle ilgili çok fazla içerik paylaşabilmektedir. Bu paylaşımlar gencin farkında olmadığı kişi ve kişiler tarafından takibe alınabilmektedir. Yaşadığı, okuduğu, çalıştığı yer, gelir düzeyi, yaşam şekli, ailesi hakkında başkalarına kötüye kullanılabilecek bilgiler verebilmektedir. Takip edilme, tehdit edilme, saldırıya uğrama, gasp edilme ya da yaşam alanına saldırı gibi tehlikeli durumlar açığa çıkabilmektedir.

Gencin kendisine yönelik içerikler paylaşması başkaları tarafından görsellerinin çalınarak sahte hesapların açılmasına sebep olabilmektedir. Gencin görseli ile oluşturulan sahte hesaplar istismar, dolandırıcılık ve benzeri kötü amaçlarla kullanılabilmektedir.

Yoğun Sosyal Medya Kullanımı Sosyal Beceri Eksikliği ve Dikkat Sorunlarına Neden Olabiliyor

Aynı zamanda sosyal medya kullanımı sosyal beceri eksikliğine de neden olmaktadır. Teknoloji ve internet aracılığı ile diğerleriyle iletişime geçen birey yüz yüze iletişimde zorluk yaşayabilmektedir. Sürekli ekrana maruz kalmak dikkat dağınıklığına, fiziksel yorgunluğa neden olabilmektedir.

Yapılan araştırmalar gençlerin gün içerisinde ilk ve son baktığı şeyin telefonları olduğunu göstermektedir. Oysa özellikle akademik eğitimlerini sürdüren öğrenciler için uyku öncesi telefonla ilgilenmek gün içerisinde öğrenilen bilgilerin kalıcılığını olumsuz etkilemektedir. Uyumadan önce gün içerisinde öğrenilenlerin 10 dakika tekrar edilmesi ise öğrenmenin etkinliğini artırmaktadır.

Gençler Arasında “Fear Of Missing Out” Görülme Sıklığı Artıyor

Sosyal medyanın yol açtığı bir başka kullanım sorunu ise Fear of Missing Out sorunudur. Türkçedeki adıyla gelişmelerden haberdar olamama, sosyal paylaşımları kaçırma korkusudur.

Fomo hastalığı bireylerin sık sık sosyal medya hesaplarına girmesi, sayfayı güncellemesi, yeni bir şey var mı kontrol etmesi durumudur. Bu bireyler sosyal medya hesaplarından uzak kaldıklarında tıpkı bir bağımlılık türü gibi yoksunluk belirtileri göstermektedirler. Huysuzluk, huzursuzluk, öfke, gerginlik, dikkat dağınıklığı, odaklanma güçlüğü gibi.

Gençlerin Sosyal Medya Kullanımına Yönelik Ailelere Öneriler

Aileler internet ve teknoloji kullanımının sınırlandırılması ve denetlenmesi aşamasında zorluk yaşayabilmektedir. Özellikle eğitimin online sürdürülmesi ailelerin takip mekanizmasını zayıflatmakta ve çocuklarına kötüye kullanım noktasında bilgi verirken de yetersiz kalmalarına neden olmaktadır. Aileler denetleme noktasında kullanıma hiç izin vermeme ya da tamamen serbest bırakma olmak üzere iki uç arasında gidip gelebilmektedir. Oysa günümüz koşulları teknolojiden mahrum yaşamak için uygun değildir.

Ailelerin sosyal medya kullanımına mani olmak yerine amaçlı, sınırlandırılmış ve kontrollü kullanıma müsaade etmesi gerekmektedir. Aileleri tarafından sosyal medya ve teknoloji kullanımı takip edilen çocuklar daha az bağımlılık gösteriyor. Aynı şekilde ailelerinin gözetiminde olan çocuklar zararlı içeriklere daha az maruz kalıyor. Gençler ailelerinin denetiminin farkında olarak siber zorbalık uygulamaktan kaçınıyor ve başkalarına da zorbalık uygulamıyor.

Ailelerin çocuk ve gençleri sosyal medya kullanımı noktasında bilgilendirmesi gerekiyor. Bilgilendirme ne kadar erken yaşlarda başlarsa çocuğun alışkanlık kazanımı o kadar kolay oluyor. Çocuğunuza sosyal medyada karşılaştığı olumsuzlukları ve tehditleri sizinle paylaşabileceği yönünde güven verin.

Siber zorbalığın çocuğun geleceği için kendisine, benlik gelişimine ve karşısındakine zarar verdiğini anlatın. Sosyal medyada kullanacakları her bir bilginin, cümlenin gerçek hayatta da başkalarıyla konuşulabilir, paylaşılabilir olmasına özen göstermelerini hatırlatın.

Bugünün koşulları değerlendirildiğinde sosyal medya ve internet öğrenci, öğretmen ve ebeveynler için önemli bir araç. Bu araç verimli kullanıldığında başarıyı olumlu yönde desteklemesi kaçınılmaz. Ancak kimi durumlarda bu aracın kullanımı kontrolden çıkabiliyor ve zarar verici hale gelebiliyor. Sosyal medyanın zarar vermeye başladığı fark edildiğinde mutlaka profesyonel desteğe başvurulması gerekiyor. Aba psikoloji her yaştan bireye bu konuda profesyonel destek sunuyor.

Sosyal medya kullanımı verimliliği ve teknolojiyi daha verimli kullanabilmek için Akademik Başarı İçin Teknoloji Nasıl Daha Verimli Kullanılabilir ve Sınava Hazırlık Sürecinde İnternet ve Teknoloji Bağımlılığı ile Başa Çıkma Önerileri yazılarımızı da okuyabilirsiniz.

 

 

 

Read More

Aile içi iletişim eksikliği günümüzün artan ailevi problemi. İnternet, telefon, tablet gibi cihazların ve çevrimiçi uygulamaların kullanımı aynı evin içerisinde birbirimize yabancılaşmamıza neden oluyor. Aile bireyleri farklı odalarda ve hatta yan yanayken birbirleriyle dijital iletişim kaynaklarıyla etkileşime geçebiliyor. Aynı evi paylaştığımız eşimizin, çocuğumuzun mutluluğunu veya mutsuzluğunu paylaştığı bir içerikle herkesle aynı anda öğrenebiliyoruz.

Pek çok aile en başından iletişim modelini iletişimsizlik üzerine inşa ediyor. Kimi aileler ise sonradan edindikleri bu iletişim şekillerinin farkında dahi değil. Eğer bir aile bireyi bu durumdan hoşnut değilse sonunda aile içi iletişim için adım atılıyor.

Aile içi iletişim eksikliği bireyleri aile içerisinde yalnızlaştırıyor. Özgüven, öz değer azalıyor. Özelliklede çocuk ve ergenler aile içi iletişimsizlikten zarar görüyor. Çocuk ve genç aile içerisinde sağlıklı rol modele ihtiyaç duyuyor. Çocuk ve genç ailede duygu ve düşüncelerini paylaşabilmek, onaylanmak, desteklenmek ve sevgi görmek istiyor. Aradığını bulamayan birey için ailedeki iletişim zayıflıkları psikolojik sorunları tetikliyor.

Aile İçi İletişim Temel İhtiyaçlarla Sınırlı Tutulmamalı

İletişim eksikliği olan aileler genellikle temel ihtiyaçları karşılamak üzere iletişime geçiyor. Mutfak ve ev ihtiyaçları, fatura ve ödemeler, cep harçlıkları gibi. Böyle ailelerde aile çoğunlukla yemek masasında ya da eve bir misafir geldiğinde bir araya gelebiliyor. Konuşulan konular temel ihtiyaçlardan ya da sorunlardan öteye gidemiyor. Çocuğun veya gencin hataları, başarısızlıkları başarılarından daha çok söz konusu yapılıyor.

Aile bireyleri birbirlerinin gününü, nasıl hissettiklerini, neler yaşadıklarını merak etmiyor. Aile bireyleri çoğunlukla farklı odalarda veya köşelerde kendi ilgilerine yönelik faaliyetleri sürdürüyor. Böyle bir aile tablosunda çocuk ya da genç aileyi duygu ve düşüncelerini paylaşabilecek yakınlıkta hissetmiyor.

Ailede kendini ifade edemeyen, iletişim için yeterli ilgiyi görmeyen çocuk sosyal yaşamda da geri çekilebiliyor. Bu tarz ailelerde eşler arasında da iletişim zayıf ve mekanik oluyor. Dolayısıyla aile içi iletişim eksikliği aile bireylerini birbirlerinden uzaklaştırıyor.

Ailenin birlikte eğlenemediği, beraber zaman geçirmediği, ortak planlar yapmadığı dolayısıyla sosyal, duygusal paylaşımda bulunmadıkları görülüyor. Oysa ailenin gün içerisinde bir arada ortak zaman geçirmesi, günlerini nasıl geçirdiklerini birbirleriyle paylaşmaları gerekiyor. Bu birbirlerine önem verdiklerini ve günlük meşgalelerini merak ettiklerini karşı tarafa hissettiriyor. Basit bir “günün nasıl geçti?” sorusuyla bile bireyin hayatına dair pek çok bilgi edinilebiliyor.

Arkadaşlık ilişkileri, iş, kazanç, sıkıntılar, sağlık, eğitim ve benzeri pek çok konuda bilgi toplanabiliyor. İletişim düzenli hale geldiğinde aile bireylerinin paylaşım sıklığı doğrudan artıyor. Birbirleriyle zaman geçirmek daha keyifli hale geliyor. Haftalık tatillerde, yıllık izinlerde ailecek planlar yapmak ailenin bir arada keyifli zaman geçirme alışkanlığını geliştiriyor.

Anda Kalamamak Aile İçi İletişim Eksikliğini Doğuruyor

Gün içerisinde yaşanılan olumsuzluklar, geleceğe yönelik kaygılar, geçmişe dönük mutsuzluklar şu anı ıskalamaya neden oluyor. Evde bir arada olan ama zihinlerinde bambaşka konularla meşgul olan bireyler birbirlerinin farkına varamıyor. Kendi içerisinde yeterli huzuru, doyum ve mutluluğu bulamayan aile bireyleri birbirlerine de yetemeyeceklerini düşünüyorlar. Oysa aile olmak birbirinden haberdar olmayı, iyisiyle kötüsüyle birbirine destek olmayı gerektiriyor.

Kendi sıkıntılarıyla çocuklarını kaygılandırmak istemeyen ebeveynler sessizliği tercih ederek her şey yolunda mesajı vermeye çalışıyor. Çocuk ve gençler kimi zaman anlaşılmayacaklarını, yargılanacaklarını veya cezalandırılacaklarını düşünerek sessizliği seçiyor. Kimi zamansa aileden edindikleri modellerle sıkıntılarını kendilerine saklayarak ebeveynlerine yük olmak istemiyorlar. Dolayısıyla aile bireyleri problemleri konuşmayarak adeta problem yokmuş gibi davranıyorlar.

Anda kalamamak ve problemleri yok saymak aile içi iletişim eksikliği nedenleri olarak karşımıza çıkıyor. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazımız ile anda kalmanın önemini ve uygulama önerilerini öğrenebilirsiniz.

Zamanı Yönetememek Aile İçi İletişimsizliği Tetikliyor

Önemli bir aile içi iletişim eksikliği nedeni de zamanı verimsiz kullanmak. Özellikle her iki ebeveynin de çalıştığı ailelerde ebeveynler işle evin ihtiyaçlarını bir arada götürmekte zorlanıyor. İş yükü nedeniyle daha fazla meşguliyete zaman ayırmak zorunda kalan ebeveynler zamanı yönetmekte zorlanıyorlar.

Dolayısıyla ebeveynler dinlenmek istediklerinde veya beklenmedik bir durum geliştiğinde ilk önce birbirlerini ihmal ediyorlar. Burada genel düşünce “zaten hep birlikteyiz, bu vakti bir şekilde tölere ederiz.” düşüncesi oluyor. Oysa bir evde birlikte yaşıyor olmak etkin, yeterli ve sağlıklı ilişki kurmak için yeterli olmuyor.

Geri planda bırakma durumu sıklık kazandığında aynı davranış tüm aile bireyleri tarafından uygulanır hale geliyor. Arkadaşlar, iş, hobiler, misafirler, telefon, televizyon, boş zaman etkinlikleri için aile kolayca ikinci plana atılabiliyor.

Şiddet Aile İçi İletişimi Yaralıyor

Aile içerisinde uygulanan şiddetin her türlüsü aile içi iletişim eksikliği gelişmesine neden oluyor. Şiddet sözel, fiziksel, duygusal olarak karşımıza çıkabiliyor. Hepsinin de bireylerde yarattığı tahribat oldukça büyük oluyor. Şiddet gerek eşleri gerekse çocuk ve gençleri olumsuz etkiliyor. Aile içi şiddet özsaygıyı, özgüveni, öz değeri zedeliyor.

Bireyin aile içerisindeki huzuru, birlik ve beraberliği, güven ve korunaklı alan hissi kayboluyor. Şiddet sıklaştığında yıkımları daha da büyüyor. Şiddet eşler arasında olabileceği gibi çocuklar arasında veya ebeveyn çocuk arasında da olabiliyor. Daha yetişmiş çocukların ebeveynine şiddet uyguladığı durumlara da sıklıkla rastlanıyor.

Sağlıklı Bir Birey Yetiştirebilmek İçin Aile İçi İletişim Nasıl Olmalı? Yazımızı da okuyabilirsiniz.

Aile İçi İletişim Eksikliği Yaşayan Aileler Aile Danışmanlığı ile İletişimlerini Geliştirebilirler

Aile içi iletişim eksikliği her ne sebeple gelişmiş olursa olsun çözülebilir bir problemdir. Aile içi sağlıklı iletişimin inşa edilmesi veya onarılması iletişimsizliğin düzeyine göre zaman alabilmektedir. Ancak aile üyeleri istediği sürece iletişimsizlik probleminin üstesinden gelmek profesyonel destek ile mümkün olacaktır.

İhtiyaca göre bireysel danışmanlık, çift ve aile danışmanlığı almak gerekebilir. Çocuk veya gencin zarar gördüğü durumlarda aile danışmanlığına ek olarak bireysel çalışmalar yapılabilir.

Aba psikoloji olarak aile içi iletişim eksikliği probleminin aile bireyleri üzerindeki olumsuz etkisini aşmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Aile içi duygusal doyumun yaşam boyu mutluluğu, akademik başarı ve kariyeri desteklediğini biliyoruz. Çalışmalarımızla ilgili bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

Read More

Pandemide öğrenci olmak çocuk ve gençler için pek çok alanda yeni beceriler kazanma ve yeniliklere adapte olma ihtiyacını doğurdu. Bu süreç yetişkinler için de büyük değişikliklere ve uyum ihtiyacına neden oldu. Ancak öğrenciler geleceklerine yön verdikleri bu önemli dönemde uzun süreli pandemi koşullarına maruz kaldılar. Online eğitimler, sınavlara yönelik belirsizlikler, akranlarından uzak kalmak, karantina ve kısıtlamalar öğrencileri hepimizden çok etkiledi.

Bu süreçte öğrenciler akranlarıyla sosyalleşmek için sosyal medya, telefon gibi iletişim araçlarına mecbur kalıyorlar. Evde ekran karşısında ders dinleyerek öğrenmeye çalışıyorlar. Biriken enerjilerini atamıyor, ev ortamında fiziksel aktivite ihtiyacını karşılayamıyorlar. Geniş aile bir arada yaşanan, küçük çocukların olduğu evlerde ise öğrencilerin çalışabilmesi daha zor oluyor. Dolayısıyla pandemide öğrenci olmak çocuk ve gençlerin enerjisini düşürüyor, motivasyonlarını kırıyor.

Yazımızda öğrencilerin pandemi sürecinde kendilerini daha iyi hissetmelerine destek olacak beslenme ve aktivite önerilerimizi paylaşacağız.

Pandemide Öğrenci Olmak: Daha İyi Hissetmek İçin Beslenme Nasıl Olmalı?

Beslenmenin bağışıklık sistemi, öğrenme, dikkat ve fiziksel – ruhsal iyi oluşu desteklediği araştırmalarca desteklenmektedir. Dolayısıyla bu zorlu dönemde hepimizin ama özellikle de çocuk ve gençlerin beslenmeye önem vermesi gerekmektedir. İyi bir beslenme için dengeli beslenebilmek gerekir. Beslenme uzmanlarının sıklıkla vurguladığı ancak bizlerin çoğunlukla ihmal ettiği basit beslenme değişiklikleri büyük farklar yaratabilmektedir. Stres, kaygı gibi olumsuz duygular ilk önce beslenme düzenimizi etkilemektedir.

Mutsuz, stresli, öfkeli veya kaygılıyken beslenme ihtiyacımızı sınırlandırabilir ya da aşırı yemeye başlayabiliriz. Duygusal boşlukları anlık mutluluk ve enerji veren paketli gıdalar, çikolata ve türevleri, asitli içeceklerle doldurabiliriz. Stresi yarıştırmak, uyanıklığı sağlamak ve enerjimizi artırmak için kafein tüketimimizi artırabiliriz. Pandemide öğrenci olmak iyi hissetme ihtiyacını artırmaktadır. Ancak iyi hissetmek için ön koşul dengeli yani abartısız, kararında ve sağlıklı beslenmektir.

Sağlıklı beslenebilmek için ise karbonhidrattan az protein, omega 3 açıcından zengin besinler tüketmek gerekir. Lifli gıdalar, meyve ve sebzelerle besin zinciri tamamlanmalıdır. Ayrıca gün içerisinde su alımı ihmal edilmemelidir.

Protein ve Omega 3 Açısından Zengin Besinleri Öğünlerinize Düzenli Eklemelisiniz

Omega-3 vücut tarafından üretilemeyen ve dışarıdan yiyeceklerle alınması son derece önemli doymamış yağ asitlerinden biridir. Faydaları saymakla bitmeyen omega 3’ün eksikliğinde depresyon gelişebilmektedir. Dikkat ve hafızanın güçlendirilmesinde omega 3 oldukça etkilidir. Eksikliğinde ise unutkanlık ve dikkat dağınıklığı görülebilmektedir. Dolayısıyla pandemide öğrenci olmak yeterli omega 3 tüketimini gerektirmektedir. Özellikle soğuk sularda yaşayan deniz canlıları, ceviz ve semizotunda omega 3 yüksektir.

Kırmızı- beyaz et, balık, yumurta, süt, beyaz peynir, yoğurt, koyu yeşil bitkiler, kuru bakliyatlar, fındık, fıstık, badem gibi besinlerde de protein bulunmaktadır. Protein vücudun enerji ihtiyacını karşılar, kas oluşumunu destekler, güç verir, metabolizmayı hızlandırır. Yeterli protein alımı atıştırma ihtiyacını azaltır. Kemik gelişimine ve iskelet sisteminin korunmasına destek olur. Yorgunluk hissini azaltır.

Bol Su tüketilmeli

Pandemide öğrenci olmak tüm gün ekran karşısında ve yetersiz hareketle çalışmayı gerektiriyor. Dolayısıyla fiziksel yorgunluk artıyor. Ancak yorgunluk yetersiz sıvı alımının da bir belirtisi olabilir. Bu nedenle gün boyunca yeterince su içtiğinizden emin olmak yorgunluk hissini hafifletmeye yardımcı olacaktır. Kaliteli yaşam üzerine çalışmalar yapmış olan Spinoza özellikle yeterli su alımının iyi oluşu desteklediğini bulmuştur.

Spinoza günlük su ihtiyacını belirlemek için toplam kilo * 0,04 litre su formülünü vermektedir. Buna göre 60 kilo olan birinin günlük su ihtiyacı 2,4 litre su olacaktır. Bu suyu günün 4 dilimine bölerek tüketmek ise günlük su ihtiyacını dengeli karşılamayı sağlayacaktır. Suyun çok soğuk ya da çok sıcak olmaması, ph değeri, saklandığı şişe gibi faktörlerde suyun kalitesini belirlemektedir.

Su içimini kolaylaştırmak ve suyu farkındalıkla içmek için suyun içerisine limon damlatmak mindfulness açısından önerilmektedir. Su yerine başka içecekler tüketmek ise su ile aynı etkiyi kesinlikle göstermemektedir.

Su yerine tüketilen çay veya kahvenin değeri suyla aynı olmayacaktır. Su vücudun saf yakıtı, arındırıcısıdır. Su tüketiminizi artırarak hayatınızın en önemli değişimlerine ilk adımı atabilirsiniz. Su gün içerisinde tükettiğiniz fazla kafeinin ya da zararlı besinlerin de vücuttan hızlı atımını kolaylaştırmaktadır. Susuzluk, yorgunluk hissini artıracak, baş ağrısı, ciltte kuruluk, gerginlik yapacak ve dikkati de olumsuz etkileyecektir.

Su tüketiminin yanına ekleyeceğiniz bazı basit beslenme alışkanlıkları ile yaşamınızdaki kaliteyi yükseltebilirsiniz. En başta dikkat edilmesi gerekenler ise şeker ve karbonhidrat ürünlerinden uzak durmak olabilir. Bu tarz besinlerin yerine tüketeceğiniz protein ağırlıklı besinler ve su tüketimi sizlere yepyeni bir hayat sunacaktır.

Pandemide Öğrenci Olmak Karbonhidrat ve Paketli Gıda Alımını Artırıyor

Pandemide öğrenci olmak her canınız sıkıldığında, enerjiniz düştüğünde abur cubur tüketme ihtiyacı hissettirebilir. Paketli gıdalar, cips, şeker, asitli içecek ve benzeri ürünler anlık mutlu olmanızı sağlıyor olabilir. Ancak mutlu hissetmenin tek kaynağı zararlı besinler tüketmek değildir. Bu sağlıksız alışkanlığın yerine çok daha faydalı ve etkisi uzun sürecek alternatifler düşünebilirsiniz.

Tatlı ihtiyacınızı meyvelerden, atıştırma ihtiyacınızı kuruyemişlerden karşılayabilirsiniz. Evde kolayca hazırlayabileceğiniz lezzetli ve keyifli atıştırmalıklar, içecekler yapabilirsiniz. Gronala bar, meyveli ve sütlü içecekler, taze sıkılmış meyve-sebze suları gibi.

Paketli gıdalar, unlu mamuller, şeker, tatlı gibi besinler tüketildikten sonra vücutta istenmeyen tepkilere neden olur. Karbonhidrat açısından zengin beslenmek bireyin daha yorgun hissetmesine, çabuk acıkmasına neden olur. Karbonhidrat ağırlıklı beslenen bireylerde dikkati toplamak güçleşir. Acıkınca agresif davranışlar sergilenir. Daha hızlı kilo alınır ve kilo daha zor verilir.

Gergin, öfkeli, huzursuz davranışlar gösterilir. Hareketlerde ve faaliyetlerde yavaşlama söz konusudur. Mutsuz, enerjisiz ve depresyona meyilli tavırlar görülebilir.

Kahvaltı Öğünü Atlanmamalı

Kahvaltı günün en önemli öğünüdür ve aynı zamanda gece boyu dinlenen sindirim sistemi için de hafif bir başlangıçtır. Kahvaltı diğer besinlere bir ön hazırlık öğünü olarak da değerlendirilebilir. Ancak önemli olan kahvaltıda tüketilen besinlerin kalitesidir. Hamur işi, kızartma, şekerli yiyecekler yerine yumurta, peynir, avakado gibi daha sağlıklı besinler tercih edilmelidir. Güne suyla başlamak, öğünlerden önce su tüketmek de vücut için faydalıdır.

Pandemide Öğrenci Olmak Güneşle Adeta Yakalamaç Oynamayı Gerektiriyor

Pandemide öğrenci olmak çoğunlukla evde olmayı gerektirse de mümkün olabildiğince güneş alabileceğiniz saatleri verimli geçirmelisiniz. Yetersiz güneş alımı nedeniyle gelişen D vitamini eksikliği besinlerle de karşılanamamaktadır. Dışarıdan alacağınız D vitamini takviyeleri ve olabildiğince güneşe çıkmak iyi hissetmenize destek olacaktır. D vitamini eksikliği unutkanlığa, güçsüzlüğe, yorgunluğa neden olmakta ve bağışıklık sistemini de düşürmektedir.

Beslenmenize koyu renkli besinler eklemeniz, sağlıklı kuruyemişler tüketmeniz, düzenli et – balık yemeniz dengeli ve yeterli beslenme için gereklidir. Güneş almanız, yeterli su tüketmeniz, öğün atlamamanız da önerilmektedir. Karbonhidratlardan olabildiğince uzak durmak ve kahve tüketimini dengelemekte iyi hissetmenize destek olacaktır.

Pandemide Öğrenci Olmak: Daha İyi Hissetmek İçin Hangi Aktiviteler Yapılabilir?

Pandemide öğrenci olmak beraberinde yeterince hareket edemeyen bir çocuk ya da genç olmayı getiriyor. Çocuk ve gençlerin sokağa çıkma izni çoğunlukla ders saatleri içerisine denk geliyor. Dersten sonra ise tekrar yasak başlamış oluyor. Dolayısıyla öğrencilerin doğada, kırda, bahçede veya spor yapılabilecek herhangi bir yerde egzersiz yapabilme imkanı olmuyor. Bu da yeterince hareket edememelerine, hareketsizlik kaynaklı güçsüz düşmelerine neden oluyor.

Güçsüzlük enerjisizliği, enerjisizlik ise motivasyon kaybını ve erteleme ihtiyacını tetikliyor. Ancak bu dönemde kendinize hatırlatacağınız birkaç önemli bilgi ve yapacağınız ufak egzersizlerle daha iyi hissedebilirsiniz. Öncelikle umutsuzluğa kapıldığınız, mutsuz hissettiğiniz dönemlerde kendinize bunun geçici bir dönem olduğunu hatırlatın. Giderek azalan pandeminin olumsuz koşulları kademeli olarak hayatımızdan çıkacak. Ancak sizin fiziksel ve ruhsal olarak iyi hissedişinize her daim ihtiyacınız olacak.

Hatta pandemi bittiğinde enerjinizi geri kazanmaya çok daha fazla ihtiyaç duyacaksınız. Çünkü yeniden eski düzenlerinize geri dönebilmek için enerji harcayacaksınız. Dolayısıyla bugünü bugünle sınırlandırmadan geleceğin ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak ilerlemelisiniz. Evde olmanız pek çok faaliyetinizi kısıtlasa da evde de basit egzersizler yapabilirsiniz. Ev içerisinde belirlediğiniz bir süre boyunca yürüyebilir, yeterli alanınız yoksa olduğunuz yerde yürüme hareketi yapabilirsiniz.

Örnek için eğlenceli ve etkili çok sayıda program ve video bulabilirsiniz. Evde yine videolardan ve uygulamalardan yararlanarak yoga, meditasyon, pilates yapabilirsiniz. Pek çok profesyonel eğitmen bu dönemde gönüllü olarak ücretsiz canlı dersler veriyor. Belirlediğiniz ve beğendiğiniz eğitmenlerin derslerine online katılabilir, canlı yayın kayıtlarını dersi kaçırsanız da sonra izleyebilirsiniz.

Olumsuz düşüncelerinizle başa çıkmak, iyi hissetmek, rahat uyumak ve konsantre olmak için nefes egzersizi yapabilirsiniz. Mindfulness nefes çalışmalarını araştırabilir ya da hoşunuza gidecek farklı nefes egzersizlerini öğrenebilirsiniz. İnternette sayısız uygulama örneğine ulaşabilirsiniz. Mindfulness: Bilinçli Farkındalık Nedir? yazımızdan da faydalanabilirsiniz.

Su içmek kadar suda olmanın da faydası çok büyük. Olumsuz enerjinizden arınmak, vücudunuzu dinlendirmek için her gün düzenli duş alabilirsiniz. Güzel havalarda imkanınız varsa yüzebilirsiniz.

Beslenme ve Aktivite Alışkanlığı Kazanmak İçin Kendinize 21 Gün verin

21 gün kuralını pek çoğunuz duymuş olabilirsiniz. Kulağa uzun bir süre gibi gelse de 20 gün başarılı bir sonuç almak için oldukça kısa bir süredir. 20 gün boyunca kazanmak istediğiniz alışkanlıklarınızı uyguladığınızda 21. Gün alışkanlık kazanmış oluyorsunuz. Dolayısıyla ilk başlarda direnç gösterseniz de 21 gün sonra yeni alışkanlıklarınızı uygulamak sizin için çok daha kolay olacak.

21 gün beslenme düzeninize uymanız, egzersizlerinizi yapmanız vücudunuzun sizden isteyeceği yeni alışkanlıklar kazanmasını sağlayacaktır. Ayrıca düzenli uyku uyumalı, uyuma ve uyanma saatlerinizi dengeli ayarlamalısınız. Çok geç uyumak veya çok geç uyanmak uyku veriminizi düşürecektir. Uykudan hemen önce veya uyandıktan hemen sonra sosyal medyaya, internete bakmakta önerilmemektedir.

Bu süreçte iyi hissetmekte güçlük yaşıyor ve önerilerimizden de verim alamıyorsanız mutlaka profesyonel desteğe başvurmalısınız. Aba psikoloji de uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz.

Pandemide öğrenci olmak kolay bir deneyim olmasa da yalnız olmadığınızı ve yaşadığınız sorunlara alternatif çözümler olduğunu kendinize hatırlatın. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

 

Read More

Sosyal beceri eksikliği sosyal ilişkileri güçlendiren becerilere sahip olmama ya da mevcut becerileri kullanamama durumudur. Sosyal beceriler çocukluk yıllarında kazanılmaya başlar ve kurulan sosyal etkileşimlerle gelişir. Sosyal beceriler bireyin kendini diğerlerine ifade etmesi, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi ve çevreye uyum için gereklidir.

Sosyal beceriler aracılığıyla iletişim kurmak kolaylaşır, sosyal ilişkiler gelişir, bireyin kendine yönelik olumlu algısı gelişir. Özgüven, öz değer ve empati gelişir.

Çocuklukta kazanılamayan sosyal beceri eksikliği ergenlik ve yetişkinlikte karşımıza daha olumsuz tablolarla çıkar. Ergenlikte düşük sosyal uyum, olumsuz tepki verme, düşük akademik performans, sosyal ve duygusal yetersizlikler görülebilmektedir. Yetişkinlikte ise ergenlikte yaşanan bu aksamaların sonuçlarıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Akademik hayattaki başarısızlık kariyeri olumsuz etkilemektedir. Sosyal beceri eksikliği meslekte ilerlemeyi, network geliştirmeyi, takımla uyumlu çalışmayı zorlaştırmaktadır.

Sosyal beceri eksikliği olan bireyler girdikleri ortamlarda tüm gözlerin üzerinde olduğunu düşünebilir. Bu düşünce kaygılanmalarına, strese girmelerine, fiziksel tepkiler vermelerine neden olur. Aşırı heyecan, öfke, gerginlik, diksiyonda bozulmalar, konuşurken zorlanmalar görülebilir.

Sosyal Beceri Nedir?

Sosyal beceri; bireyin başkaları ile olumlu etkileşimi başlatma ve sürdürme davranışıdır. Ancak bu beceri bu kadarla sınırlı değildir. Sosyal beceri sorumluluk alma, grupla bir işi yürütebilme, takım olma, uyum sağlama, empati kurma becerilerine de sahip olmayı gerektirir. Sosyal beceri sahibi bir birey aynı zamanda duygu, düşünce ve davranışları üzerinde özdenetim kurabilmelidir.

Karşılaşılan zorluklara karşı etkin problem çözme becerileri geliştirmek sosyal beceri için gereklidir. Sosyal beceriye yönelik kazanımlar çocuklukta başlamaktadır. Çocuk ilk sosyal davranışlarını, onlarla etkileşimde olan yetişkinlerin deneyimleriyle ve diğerlerini gözlemleme yoluyla kazanmaktadır. Çocuğun sosyal beceri kazanımında ebeveynin model olması gerekmektedir. Çocuk bu dönemde en iyi taklit yoluyla öğrenmektedir ve taklit için en güçlü argüman ailedir.

Aile içi iletişim ve etkileşimin yanı sıra ailenin çocuklarına yönelik tutum ve yaklaşımları çok önemlidir. Sosyalleşmede aile, akran ve kitle iletişim araçları önemli bir etkiye sahiptir. Çocukların sosyal beceri kazanımında aileden sonraki en önemli kaynak okul öncesi eğitim deneyimleridir. Okul öncesi eğitim sürecinde çocuklar akranları ile iletişime girerek, kurallara uyarak, kendisinin ve başkalarının haklarına saygı göstererek sosyal beceri geliştirir.

Sosyal Beceri Eksikliği Hangi Alanlarda Öne Çıkıyor

Sosyal beceri eksikliği 5 farklı alanda olumsuz etkisini gösterir;

  1. İletişimi başlatma ve sürdürme becerisi eksikliği: iletişimi başlatma, sürdürme, etkin dinleme, soru sorma, beden dilini ve sözsüz mesajları doğru kullanma eksikliği.
  2. Gruba katılma ve uyum sağlama becerisi eksikliği: Grubun kurallarına uyum sağlama, gruptaki farklılıkları kabul etme, gruptaki görev dağılımına uyma ve sorumlulukları yerine getirme eksikliği.
  3. Öznel duyguları ve diğerlerinin duygularını fark etme becerisi eksikliği: Kendi duygularını anlama, duygularını doğru ifade etme, başkalarıyla empati kurma, başkalarına yardımda bulunma eksikliği.
  4. Olumsuz duygu, düşünce ve tepkileri yönetebilme becerisi eksikliği: kaygı, stres, öfke gibi olumsuz duyguları yönetmekte zorluk yaşama, uygun olmayan tepkilerde bulunma, pasif agresif veya yıkıcı davranışlarda bulunma.
  5. Zaman yönetimi, planlama, karar verme eksikliği: Hedef belirleme, organize olma, zamanı verimli kullanma, öznel kararlar verme ve karar vermek için gerekli kaynakları araştırma ve dikkati sürdürme eksikliği.

Sosyal Beceri Eksikliği Kendini Nasıl Belli Eder?

Sosyal beceri eksikliği sosyal hayata katıldığımız çocukluk yıllarından itibaren fark edilebilir. Eğer bir çocuk, genç ya da yetişkin kendine güven duymuyorsa, iletişime geçmekte ve sürdürmekte güçlük yaşıyorsa sosyal beceri eksikliği değerlendirilmelidir. Bu bireyler sıklıkla yalnız olan, arkadaşlık geliştiremeyen, sosyal ortamlardan kaçınan, sosyal ortamlarda çekingenlik gösteren bireylerdir.

Dikkatleri kolay dağılır, iletişimde konuşulan konuya odaklanmakta sorun yaşarlar. Çünkü konuşurken ne söylendiğinden çok ne söylemesi gerektiğine odaklanırlar. Soru sormaya çekinen, söz almaktan ve fikir beyan etmekten kaçınırlar. İletişim becerileri zayıf olduğu için girdikleri nadir iletişimlerde de zorluk yaşarlar. Topluluk önünde performans sergilemelerini gerektirecek etkinliklerden kaçınırlar. Kendi kararlarını alamaz, haklarını savunamazlar.

Stresle başa çıkmakta ve problemlere yapıcı çözümler getirmekte son derece zorluk yaşarlar. Kendilerini ifade etmekte güçlük yaşar, sıklıkla doğru kelimeleri bulamazlar. Pasif agresif davranabilir, duygu ve düşüncelerini paylaşmakta zorlanabilirler. Empati becerileri düşüktür, göz kontağından kaçınırlar.

Hakaret veya alaycı sözlere maruz kaldıklarında üstesinden gelemezler. Aşırı öfkelenebilir ya da tepkisiz kalabilirler. Zamanı yönetemez, organize olamaz, sıklıkla iş ve sorumluluklarını ertelerler. Eşyalarını, fikirlerini, kendisine ait olan her şeyi paylaşmakta zorluk yaşarlar. Sosyal sorumluluklara duyarlılıkları zayıftır.

Sosyal Beceri Eksikliği Akademik Hayata Nasıl Etki Ediyor?

Akademik hayat bireyin ailesinden bağımsız olarak varlık gösterdiği ve zamanının büyük bir bölümünü ayırdığı dönemdir. Akademik hayatta başarılı olabilmek için karakterimizi, fikirlerimizi, değerlerimizi diğerlerine daha yapıcı anlatabilmemiz gerekir. Aynı şekilde akademik hayatta iyi ilişkiler geliştirebilmek, girilen gruplara uyum sağlamak, topluluğun kurallarına sadık kalmak gerekir. Akademik hayatta başarılı olmak isteyen bir birey stresle başa çıkabilmeli, sorunlarına yapıcı çözümler getirebilmelidir.

Zaman yönetimi, sorumluluk bilinci, organize olabilme aynı şekilde akademik başarıyı destekleyen yetkinliklerdir. Akademik hayatta başarılı bireyler kendilerini iyi tanıyan, ne istediklerini bilen ve içsel motivasyona sahip bireylerdir. Sosyal beceri eksikliği olan bireyler ise karar vermekte güçlük çekerler.

Başkalarının yönlendirmelerine ihtiyaç duyarlar. Alan seçimi, meslek seçimi noktasında bağımsız hareket edemezler. Güçlü yönlerini öne çıkarmakta güçlük yaşarlar. Motivasyonları düşüktür ve başkaları tarafından motive edilmeye ihtiyaç duyarlar.

Özellikle üniversite yılları bireyin sosyal becerilere yoğun olarak ihtiyaç duyacağı yıllardır. Bu dönemde sosyal beceri eksikliğini tölare edemeyen birey okul, meslek seçimini bu eksikliğe göre yapabilir. Aileden uzaklaşmamak, yurtta kalmamak ya da yalnız kalmamak için aileye yakın eğitim alternatiflerini değerlendirebilirler. Bu bireyler için staj yapmak, mülakata girmek, tez sunmak oldukça zorlu tecrübelerdir.

Sosyal beceriler geliştirilmezse bireyin hayatında çok yönlü olumsuzluklara, gerileme ve duraklamalara neden olabilir. Sosyal beceri kazanılmadan bireyin sosyal kaygı duyacağı durum ve ortamlara maruz kalması psikolojik problemleri geliştirebilir. Kaygı bozukluğu, depresyon bunlardan en yaygın olanlarıdır.

Aba psikoloji uzman kadrosu sosyal beceri eksikliği üzerine her yaştan bireyle çalışmaktadır. Ayrıca uyguladığımız IQ, EQ, dikkat, algı, yetenek ve kişilik testleriyle çocuk, genç ve yetişkin danışanlarımızın potansiyellerini keşfediyoruz. Kullandığımız alternatif psikoterapi yöntemleriyle danışanlarımızın hayat kalitesini artırmayı hedefliyoruz. Detaylı bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz. İçeriklerimizi takip etmek için Blog yazılarımızı ve YouTube kanalımızı takip edebilirsiniz.

Read More

Güvenli bağlanma doğumdan itibaren temel bakım veren ile bebek arasında kurulan duygusal, güvene dayalı bağdır. 0-3 yaş aralığında kurulan bu bağ bireyin bütün yaşamına etki etmektedir. İkili ilişkilerden, akademik başarıya, kariyere ve sosyal hayata da etkisi büyüktür. Güvenli bağ aynı zamanda bireyin öz algısını, değerlendirmelerini de etkilemektedir. Güvenli bağlanma yaşayan bir bireyde özgüven, özsaygı ve öz şefkat daha yüksektir.

Kendisiyle barışık olan, kendini seven ve potansiyeline güvenen birey tüm yaşamında daha başarılı olabilir. Ancak güvenli bağlanma sayesinde daha başarılı olmak başarısızlığın hiç yaşanmayacağı anlamına gelmemelidir. Başarısızlıklar hayatın gerçeğidir ve güvenli bağ başarısız olmanın önüne geçemez. Ancak sağlıklı bağ kurmak bireyin başarısızlıklara karşı daha yapıcı tutum sergilemesini destekler.

Güvenli bağlanma sayesinde öfke kontrolü, stresle başa çıkma, psikolojik sağlamlık daha yüksek olacaktır. Tüm bunlar değerlendirildiğinde güvenli bağlanma bireyin kariyer gelişimi üzerinde oldukça etkilidir.

Güvenli Bağlanma Nedir?

Yaşamın ilk anlarında bebek temek bakım vereniyle (çoğunlukla anne) bağımlı bir halde yaşar. Winnicot’ın da dediği gibi bir bebeğin varlığını sürdürebilmesi için ona bakan birinin olması gerekir. Temel ihtiyaçlar başkası tarafından karşılanmadığı sürece bir bebeğin kendine yetebilmesi mümkün değildir. Temel ihtiyaçlar yeme, içme, barınma, güvenlik, sevgi ve benzeridir.

Güvenli bağlanma için bu ihtiyaçların karşılanmasının dışında karşılanma süresi, sıklığı ve miktarı da önemlidir. Bir bebeğin temel bakım verenine güven duyabilmesi için ihtiyaçlarının karşılanacağını öğrenmiş olması gerekir. Annesi tarafından temel ihtiyaçlarının yerinde ve zamanında karşılanacağını bilen bebek stres yaşamayacak, ihtiyaçlarında doyuma ulaşacaktır. Bebeğin fiziksel ihtiyaçları kadar önemli olan duygusal ihtiyaçlar da bakım veren tarafından göz ardı edilmemelidir.

Duygusal ihtiyaçlar temel bakım verenin dokunuşu, şefkati, göz teması, mimikleri ve ses tonuyla bebeğe geçmektedir. Bebek ve anne için doğumdan sonraki ilk aylar deneme yanılma dönemidir. Bebek ihtiyaçlarını huzursuzluk ve ağlamalarla belli edecek, anne deneyerek çocuğun ihtiyaç düzenini tespit edecektir. Bebeğin ağlaması günün hangi zamanında neyi ifade ediyor anne zamanla ayırt edecektir.

Altını mı değiştirmeliyim, karnını mı doyurmalıyım, sevmeli miyim, uyutmalı mıyım, ağrıyan bir yeri mi var? Tüm bu sorulara anne ilk önceleri karışık cevaplar verirken zamanla bebeğinin düzenini oturtacaktır. Güvenli bağlanma da anne bebek arasında bu ortak dillin kurulmasıyla güçlenecektir.

Güvenli Bağlanma Nasıl Gelişir?

6 aydan sonra ek gıda alımı, 1 yaştan itibaren yürüme, 2 yaştan itibaren konuşma başlayacaktır. Süreler çocuktan çocuğa değişiklik gösterse de bu yaş dönemlerini ortalama kabul edebiliriz. Bebeğin edindiği her yeni beceri temel bakım verenden bir adım daha uzaklaşmasını sağlayacaktır. Zamanla çocuğun anneye bağımlılığı azalacaktır. Konuşma ve yürümeyle çocuğun sosyal çevresi genişler.

Yemek yiyebilen, kendi başına uyuyabilen, kendi başına oyun oynayabilen çocuk daha bağımsız hale gelir. Ancak çocuğun bağımsızlaşması anneden kopması değildir. Anne ile çocuk arasında görünmeyen güçlü bir bağ vardır. Bu bağ çocuğun özgürleşmesiyle birlikte genişler. Anne çocuk için güvenli bir üst gibidir. Fiziksel ihtiyaçlar azalsa da çocuğun duygusal ihtiyaçlarının karşılanması hala çok önemlidir.

Güvenli bağlanma için koşulsuz sevgi verilmesi, başarıların desteklenmesi, başarısızlıklarla baş etmenin öğretilmesi gerekir. Başarıları kadar başarısızlıklarında da yanında şefkatle durabilen bir ebeveyni olduğunda çocuk kendini güvende ve değerli hissedecektir.

Güvenli Bağlanma Belirtileri Nelerdir?

Güvenli bağlanma belirtileri bebeklikten itibaren her yaş döneminde kendini gösterir. Ebeveyni ile güvenli bağlanma gerçekleştiren bebekler, çocuklukta ve yetişkinlikte çok daha özgüvenlidir. İletişim becerileri güçlü, empati kurabilen bireylerdir. Güvenli bağlanan bireylerin çocukluktan itibaren güvensiz bağlananlara göre olumsuzluklarla başa çıkma stilleri daha yapıcıdır. Daha az stres, kaygı, öfke ve yıkıcı davranış sergilerler. Olumsuz duygu ve dürtüleriyle çok daha kolay baş edebilirler.

Olumsuz duygu ve düşüncelerini daha yapıcı şekilde ifade edebilirler. Güvenli bağlanma geliştiren bireyler bebeklikten itibaren ebeveynlerinden daha kolay ayrılabilir, ayrılık anksiyetesi geliştirmezler. Korktuklarında ya da üzüldüklerinde ebeveynleri tarafından rahatlatılmayı beklerler. Ebeveynlerinden ayrı kaldıklarında ebeveynle yeniden bir araya gelindiğinde reddetme, itme veya yok sayma davranışı göstermezler. Ebeveynle sevgi dolu ilişki kurmaya devam ederler.

Güvenli bağ kuran çocuklar; olumlu benlik algısı geliştirirler. Kendilerine güvenirler. Stres yaratan durumlarda benlik algıları değişmez. Olumsuz durumlarla baş edebileceklerini bilirler. Sosyal olarak daha esnektirler, duygularını rahat bir şekilde ifade edebilir ve kontrol edebilirler. Duygularını kontrol edebildiğinde çocuklar, dikkatlerini öğrendiklerine daha rahat verebilmektedirler.

Güvenli bağlanma tarzı geliştirmiş çocuklar dikkatlerini daha fazla yoğunlaştırabilmekte ve dikkat kaliteleri de yüksek olmaktadır. Aynı zamanda daha meraklı olup öğrenmeye daha açık olurlar.

Güvenli Bağlanma Kariyeri Olumlu Etkilerken Güvensiz Bağlanma da Başarısızlığa Neden Oluyor

Güvenli bağlanma kurulamayıp çocuğun temel bakımının ve sevgi ihtiyacının ihmal edildiği durumlarda güvensiz bağlanma gelişiyor. Güvensiz bağlanma da bebeğin ya ihtiyaçları yeterince karşılanmıyor ya da düzensiz olarak karşılanıyor. Temel bakım vereninin güvensiz yaklaşımı bebeğin dış dünyayı da benzer şekilde algılamasına neden oluyor. Aynı şekilde dış dünya kadar bebek kendisini de güvenilmez, sevilmez ve değersiz olarak anlamlandırıyor.

Özgüven, özsaygı, öz şefkat gelişmiyor. Bu bireyler bebeklikten itibaren daha öfkeli, yıkıcı davranışları olan, iletişim eksikliği yaşayan bireyler oluyor. Ailenin olumsuz ebeveyn tutumları çocuğun olumsuz duygu ve düşüncelerini bastırmasına neden oluyor. Duygu ve düşüncelerini doğrudan ifade edemeyen bireylerde ise çocukluktan itibaren pasif agresif davranışlar görülüyor. Pasif Agresif Davranışlar Başarıyı Engelliyor ve Bilinçli Farkındalık ile Öfke Kontrolü yazılarımızdan faydalanabilirsiniz.

Güvensiz Bağlanma Stilleri ve Güvensiz Bağlanma Belirtileri Nelerdir?

Güvensiz bağlanma, güvenli bağlanmanın aksine ilişkilerimizi, başarıya yönelik potansiyelimizi ve kendilik algımızı yaralıyor. Güvensiz bağlanan bireyler akademi ve iş hayatında çatışmayı yönetemeyen, stresle başa çıkamayan, pasif agresif, özgüvensiz olarak karşımıza çıkıyor. Güvensiz bağlanma ebeveynle kurulan ilişkinin şekline göre farklı alt tiplere ayrılıyor.

Kaçıngan Bağlanma Sitili

Temel bakım veren bebeğin ihtiyaçlarını doğru anlamaz ve zamanında karşılamazsa bebek strese girer. Bu stres uzun sürdüğünde ve ihtiyaçların karşılanması bir düzene sokulamadığında kaçıngan bağlanma gerçekleşir. Bebek daha geç sakinleşir, daha fazla ağlar ve tehdit altında olduğunu hissederek strese girer. Bir süre sonra bu bebeklerde ihtiyaçlarının zamanında doyurulmayacağına yönelik inanç gelişir.

Anneleriyle ilişkileri zayıflar. Annenin varlığında da yokluğunda da bebek benzer tepkiler gösterir. Annenin gitmesi üzüntü ya da gelmesi heyecan yaratmaz. Bu bağlanma stiline sahip bireylerde çocukluktan itibaren antisosyal ve pasif agresif davranışlar görülür. Ergenlik ve yetişkinlikte güvene dayılı yoğun ilişki ve arkadaşlıklardan kaçınırlar. Çünkü çevrelerine güven duymaz, ilişkilerinde mesafeye ihtiyaç duyarlar. Kontrolleri dışında yakınlık girişimleriyle karşılaştıklarında stres yaşarlar.

Kaygılı Bağlanma Sitili

Bir başka bağlanma sitili ise kaygılı bağlanmadır. Burada da temel bakım verenle güvenli bağlanma söz konusu değildir. Temel bakım veren kişinin bebeğin yaşamında yeterince rol almadığı, etkileşimin yetersiz olduğu ilişkilerde gelişir. Bu ilişkide temel bakım veren bebeğin ihtiyaçlarını ihmal edebilir ya da erteleyebilir. Bu tarz bebekler annelerinin varlığında da yokluğunda da huzursuzluk belirtileri gösterir ve kolayca sakinleşemezler.

Bakımın düzensiz oluşu bebeğin de duygusal dengesini bozmaktadır. Kaygılı bağlanan bireylerin özgüvenleri oldukça düşüktür. İlgi eksikliği nedeni olarak çoğunlukla kendilerini görürler. Değersiz olmaları ya da yetersiz olmaları nedeniyle ihtiyaçlarının karşılanmadığı hissine kapılırlar. Ergenlik döneminde kaygı bozuklukları ortaya çıkabilir. Kendini ifade etmekte, duygu ve düşüncelerini paylaşmakta güçlük yaşarlar.

Karışık Bağlanma Sitili

Başka bir güvensiz bağlanma türü ise karışık bağlanma sitilidir. Bu bağlanma türünde anne kendi iç dünyasındaki stres, kaygı ve sorunlarla çok meşguldür. Anne bebeğe ruh halini farklı davranışlarla yansıtır. Kimi zaman sevgi doluyken kimi zaman ilgisiz veya kötü davranabilir. Böyle bir ilişki içerisinde bebek için anne hem bir ihtiyaçtır hem de korku duyulan bir nesnedir.

Dolayısıyla bu tarz bir ilişki geliştiren bebeğin de vereceği tepkiler düzensiz ve tutarsız olacaktır. Bu bireylerde düzensiz olarak manipülatif, sevgi dolu veya aşırı çekingen davranışlar görülebilir. Ayrıca agresif, yıkıcı davranışlarda da bulunabilirler.

Güvenli Bağlanma ve Psikolojik Destek

Yaşamın ilk yılları itibariyle temel bakım veren ile kurulan güvenli bağlanma bireyin bütün bir yaşamına etki ediyor. Kurulan bağın türü bireyin ilişkilere, arkadaşlıklara, başarıya, sevgiye ve daha pek çok şeye bakışını etkiliyor. Güvenli bağ bireyin akademik hayatını ve kariyerini olumlu etkilerken güvensiz bağ başarısızlıklara yol açıyor.

Özgüven sahibi, sorumluluk alabilen, karar verebilen, olumsuzluklarla başa çıkabilen bir birey başarılı olmak için tüm kaynaklarını kullanıyor. Bunun aksine kendine güvenmeyen, değersiz ve yetersiz olduğunu, diğerlerinin güvenilmez olduğunu düşünen birey başarısız oluyor. Yaşamımızın hatırlamadığımız ilk üç yılının tüm hayatımız üzerinde bu kadar belirgin etkisinin olması inanılmaz. Ancak ilk üç yılın olumsuz etkilerini ilerleyen yıllarda tölere etmekte mümkün.

Temelde bu problemlerin yaşanmaması için asıl yapılması gereken ebeveynlerin ebeveynlik rollerine çocuk sahibi olmadan hazırlanmaları. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda güvensiz bağlanma sitilleriyle yaşamın ilerleyen yıllarında da çalışabiliyoruz. Güvensiz bağlanmanın etki ettiği duygu, düşünce ve davranışlara odaklanıyoruz. Akademik hayatta ve kariyer gelişiminde yaşanan başarısızlıkları tolere etmek üzerine çalışıyoruz. Güvenli bağlanma kuramadığınızı düşünüyor ve profesyonel destek almak istiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More