SAT Stres ile mücadele etmek için hangi yöntemleri kullanabiliriz? SAT sınav stresi, sınav başarımızı nasıl etkiliyor? SAT’de başarılı olmak için stresimizi kontrol altında tutmamız gerektiğini zaten hepimiz biliyoruz. Ancak stres kontrolü her zaman sanıldığı kadar kolay olmayabiliyor. Çoğu öğrenci ya da öğrenci adayı bilgileri yeterli olmasına rağmen stres nedeniyle sınavlarda yeterli başarı sağlayamıyor. Stres öğrencilerin hem bildiklerini unutmasına hem zaman yönetimi anlamında kontrolünü kaybetmesine hem de odaklanma sorunu ile karşı karşıya kalmasına sebep olabiliyor. Bu konunun çözümü için kullanılabilecek etkili yöntemler elbette var. Peki; SAT stres ile mücadelede etkili yöntemler neler? Gelin birlikte göz atalım…

SAT Stres İle Mücadele: Başarının Yolu SAT Sınavından Geçiyor

Bildiğiniz gibi SAT sınavı yurt dışında eğitim almak isteyen öğrencilerin alması gereken bir sınav. Dünyanın en iyi üniversiteleri tarafından öğrenci kabul sürecinde SAT sınav skoru dikkate alınıyor. Yüksek bir SAT sınav skoru ile öğrenciler rakiplerinin bir hatta birkaç adım önüne geçmeyi ve istedikleri üniversite ve bölümlere girmeyi başarabiliyorlar. Öğrenciler için başarının yolunun SAT’den geçmesi elbette ekstra bir stres unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Hiç şüphesiz SAT kritik öneme sahip bir sınav… Peki SAT’de başarıya giden yolda stresi azaltma noktasında neler yapabiliriz?

İngilizce Konuşmaya ve İngilizce Düşünmeye Kendinizi Alıştırın

Bildiğiniz gibi SAT sınavı İngilizce uygulanıyor. Aslında bu durumun da öğrenciler için stresi arttırdığını söyleyebiliriz. Yapılan araştırmalara göre; ana dilimizin dışında bir dili kullanırken beynimizin farklı bir alanı devreye giriyor. SAT stres ile mücadelenin anahtarlarından biri aslında tam da bu. İngilizceyi özellikle sınava hazırlık sürecinde sıkça kullanmamız gerekiyor. Günlük hayatta İngilizce kullanımının arttırılmasının ve bunun bir alışkanlık halini almasının stresle mücadelede etkili bir yöntem olduğu biliniyor. İngilizcenin sıklıkla kullanılması İngilizce bilgisinin gelişmesine, daha hızlı düşünmeye ve dili kullanırken daha rahat hissetmeye yardımcı oluyor. SAT sınavı söz konusu olduğunda da İngilizceye dair kaygılar böylelikle ortadan kalkmış oluyor.

SAT Stres İle Mücadele: SAT Sınav Formatına Hakim Olun

Sınav formatına ve soru tiplerine hakim olmak stresi azaltmada etkili yöntemlerden biridir. Ne ile karşılaşacağınızı bilmek ve karşılaşacağınız şeye hazırlıklı olmak stres seviyenizin düşmesine yardımcı olur. Bu noktada; eğer sınav formatını, sınav konularını ve soru tiplerini yeterince araştırdıysanız ve hazırlıklarınızı buna göre yaptıysanız stres kontrolü çok daha kolay bir hal alacaktır.

Başarısız Olma İhtimaline Odaklanmayın

Pek çok öğrenci sınavda başarısız olacağı düşüncesine kapılıyor ve bu durum SAT sınav stresi açısından olumsuz bir duruma neden oluyor. Elbette her sınavda olduğu gibi SAT sınavı için de başarısız olma ihtimaliniz var. Bazen elde olmayan sebepler başarısızlığı beraberinde getirebiliyor. Ancak sizin yapmanız gereken sınav hakkında yeterince bilgi sahibi olmak, eksiklerinizi tamamlamak, bolca pratik yapmak yani kısacası sınava elinizden gelen en iyi şekilde hazırlanmak… Unutmayın ki; başarısız olma düşüncesi çoğu zaman başarısız olma ihtimalini güçlendirebilir. Bunun için olumlu düşünmekten vazgeçmemeli ve kendinize güvenmelisiniz.

Fiziksel Sağlığınızı Koruyun

Sınav öncesinde fiziksel sağlığınızı korumanız başarınızı olumlu anlamda etkileyecek ve stresinizi kontrol altında tutmanıza yardımcı olacaktır. Sınavdan önceki 3 haftalık süreçte beslenmenize ve uyku düzeninize dikkat etmeye gayret edin. Uyku ve beslenmenin hem beyninizin daha sağlıklı çalışması hem de stresinizi belli bir seviyede tutabilmeniz noktasında kritik bir öneme sahip olduğunu unutmayın.

SAT stres ile mücadele hakkında daha fazla içeriğe ulaşmak ve SAT sınavı hakkında merak ettikleriniz için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Sorularınız varsa ya da desteğe ihtiyaç duyuyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz. Eğitim ve psikoloji ile ilgili daha fazla içerik için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Çoklu zeka kuramı zekanın çok yönlü olduğu fikrini ortaya atmaktadır. Einstein’ın da dediği gibi “Aslında herkes dahidir. Ama siz kalkıp bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir.”. Bu nedenle yeteneklerinizi bilmek ve kendinizi tanımak başarı ve mutluluğun anahtarıdır. Hem yetenekler analiz edilmeli hem de o yeteneği geliştirme yolunda bazı stratejik adımlar atılmalıdır. Peki bunu nasıl başarabiliriz? Hangi alanlara yeteneğimizin olduğunu nereden anlayabiliriz? O alanları nasıl güçlendirebiliriz?

Kuramın Alt Başlıkları

Çoklu zeka kuramı zekayı altı farklı alt başlığa bölmektedir. Müzikal zeka dediğimiz müziği algılama ve üretme konusundaki zeka, notaların çıkardığı sesleri tanıyabilme kabiliyeti gibi içerikleri barındırır. Bedensel-kinestetik zekanın belirtileri dans etmekte başarılı olmak, çeşitli spor dallarında yetkinliğe sahip olmak gibi bedenle yapılan hareketlere yatkınlık göstermektir. Sosyal zeka insan ilişkilerinde başarılı olmak, ikna kabiliyetinin yüksek olmasını barındırır. Dil becerisi yazmak ve konuşmak konusunda yatkınlık gösterenlerde yüksek olan bir zeka biçimidir. Mantıksal-matematiksel zeka sayılar ve sembollerle yapılan işlemler, matematik becerisi, bilgisayar ve kodlama gibi alanlarda başarılı olmayı sağlar. Doğa zekası doğadaki canlı cansız varlıkları ayırt edebilme ve öğrenmeyi beraberinde getirir. Son olarak da içsek zeka kendi duygularından başlayarak başkalarının duygularını anlayabilme kapasitesi yüksek olanlarda mevcut bir zeka türüdür.

Çoklu Zeka Kuramı: Ben Kimim?

Çoklu zeka kuramı doğrultusunda kendinizi tanıyabilirsiniz. Siz hangi alanlarda yeteneklisiniz ve geleceğin teknolojisine, gelişmelerine göre nasıl bir yol çizmelisiniz. Bu doğrultuda dört farklı özelliğiniz önem taşır. Birincisi kabiliyetiniz: Kabiliyet doğuştan gelen mirasımızla alakalıdır. Genetik olarak bir beceriye yatkınlığınız olabilir. Genelde anne ve babanızdan gelen özelliklerdir bunlar. Örneğin anne ve babanız sporcuysa onlardan aldığınız genetik miras doğrultusunda sizin de bedensel-kinestetik zekanızın kuvvetli olma olasılığı yüksektir. İkincisi eğitiminiz: Aldığınız eğitim sizi kabiliyetinizde başarılı olmanızı sağlayacaktır. Vücudunuz spor yapmaya yatkın olabilir ancak spor pratiği yapmadan yine başarılı olamazsınız. Bu alanda eğitim almanız gerekir.

Çoklu zeka kuramı doğrultusunda üçüncü özelliğimiz becerilerimizdir. Becerileriniz zamanı iyi yönetmek ve iletişim gibi günlük hayat becerileridir. Hangi beceriler sizin kuvvetli yanınız? Zamanı mı iyi yönetiyorsunuz yoksa iletişimde mi iyisiniz. Beceriler sonradan geliştirilebilmektedir. Kabiliyetinizden yola çıkarak hangi becerilere ihtiyacınız olduğunu belirleyerek o alanda kendinizi geliştirebilirsiniz. Sonuncusu da ilgi alanınız. Örneğin çizim yapmayı seviyorsunuz ve bu alanda kabiliyetiniz var. Ancak medyayla mı ilgilenmekten hoşlanıyorsunuz yoksa somut çizimlerden mi? Bu seçimi yapmak da sizin tercihinize ve size keyif veren unsurlara kalmıştır. Keyif almakta izleyeceğimiz yolda değerlidir.

Read More

Bağlanma sorunu ve otizm arasında bir bağlantının olduğuna dair birçok farklı bilimsel araştırma sonucu bulunmaktadır. Eskiden otizm spektrum sendromu belirtisi gösteren çocuklar için ebeveynlerin (özellikle annenin) tutumu sorumlu tutulurdu. Bunun nedeni çocuklarda bağlanmanın bakım verenle başlamasıdır. Bakım verenin tavırları sosyal ilişkiler üzerinde büyük belirleyicidir. Ancak söz konusu otizm spektrum bozukluk olduğunda bunun biyolojik bir rahatsızlık olduğunu gözden kaçırmamamız gerekir. Çocuk yalnızca annenin tutumundan dolayı otizm spektrum sendromu belirtileri göstermez. Ancak belirtilerin yoğunluğu konusunda annenin tutumu belirleyicidir diyebiliriz.

Bağlanma ve Otizm Arasındaki İlişki

Otizm ve bağlanma sorunu çeşitli benzerlikler göstermektedir. Bazı ortak davranış biçimleri güvensiz bağlanma olarak adlandırılan bağlanma stiliyle ortaklık göstermektedir. Atipik oyun, az sıklıkta iletişim kurma, duygu düzenleme sorunu gibi belirtiler hem bağlanma sorunlarında hem de otizm durumunda gözlemlenmektedir. Bağlanma sorunlarının nedeni annenin tutumu da olabilir. İhmalkar ebeveyn tutumu bağlanma sorunları için tetikleyici olarak algılanmaktadır. Ancak eğer çocukta otizm spektrumla ilgili diğer belirtiler mevcutsa ebeveyn ilgili tutumlarda bulunsa da bu gibi problemler görülebilir. Yalnızca otizm spektrum sendromu gözlemlenen çocuğa ebeveynin ilgisi destekleyici olacaktır. Otizm spektrumun yoğunluğunda azalmalar sağlayabilmektedir.

Bağlanma Sorunu ve Otizm: Bağlanma, Anne Baba Tutumu ve Otizm

Bağlanma sorunu ve otizm arasındaki bağıntıda anne babanın tutumunun değişiklikler yaratabileceğinden söz ettik. Bakım verenin özellikle 0-3 yaş döneminde çocuğa yaklaşımları çok önemlidir. Otizm spektrum sendromu sosyalleşme alanında sorun yaşanması temeline sahiptir. Bu sendromu gösteren bireyler sosyal iletişimde zorluk çeker ve tekil etkinlikler yapmayı tercih ederler. Anne babanın bağlanma döneminde çocukla konuşması ve göz teması kurması sosyal ilişki becerilerini geliştiren bir şeydir. Eğer çocuk genetik olarak otizm spektrum sendromunun izlerini taşıyorsa sosyal iletişime bir tık daha dikkat edilmeli diyebiliriz. Bu durumda çocukla iletişim kurarken telefona bakmak, çocuğu oyalamak adına sürekli televizyonu aracı olarak kullanmak sendrom için tetikleyici olabilir.

Bağlanma sorunu erken yaşta tespit edilirse otizm spektrum sendromu da erken yaşta tespit edilebilir. Yukarıda bahsettiğimiz atipik oyun, az iletişim kurma, duygu düzenlemede sorunlar bebeklik döneminde fark ediliyorsa otizm spektrum sendromunun bir belirtisi olabilir. Bağlanma stilleriyle alakalı yapılan uygulamalarda anne babanın odadan çıktığında çocuğun verdiği tepkiler göz önünde bulundurulur. Eğer bebeğiniz siz odadan gittiğinizde ağlama krizleri geçiriyor ve döndüğünüzde size sert davranıyor kızgınlık belirtileri gösteriyorsa bağlanma problemleri olabilir.  Hiç tepki göstermiyorsa da bu bir problemdir. Belli bir oranda bağlanma gerçekleşmeli ve size güvendiği için siz çıktıktan bir süre sonra rahatsızlık duyması gerekmektedir. Bu güvenli bağlanmanın göstergesidir. Ancak otizm spektrum sendromu belirtilerine sahip çocuklar hiç tepki göstermeme eğilimi göstereceklerdir.

Read More

Duygusal anlamda denge sağlayabilmek hayat kalitemiz için kritik derecede önemlidir. Hayatın stabil olmadığını çeşitlik değişkenlerle dolu olduğunu ve bu değişkenlerin duygularımızda dalgalanmalar yarattığını biliyor ve kabul ediyor olmalıyız. İş düzenini, uyku saatini ve özel hayatını belirli bir düzene göre yaşayan bir bireyin bile ani olaylar sonucunda düzenini değiştirmesi gerekebilir. Yakınlarından birinin sağlığı, kendi sağlığı, ani bir ölüm haberi, şirketindeki değişiklikler kişinin hayatındaki düzeni bir anda değiştirebilir. Hayat planlanmayan sürprizlerle doludur. Duygusal anlamda denge sağlama kabiliyeti yüksek olanlar hayatın bu sürpriz dalgalanmalarının arasında sörf yapabilenlerdir.

Olumsuz olarak tanımladığımız durumları ortadan kaldırmak mümkün değildir fakat duygusal denge  sağlayabilmek mümkündür. Kriz anlarına nasıl tepkiler verdiğimiz kriz yönetimini sağlayabilme kapasitemiz genel iyi oluş halimizi etkiler. Mindfulness üzerine derin araştırmalar yapan bir psikiyatrist ve psikobiyoloji profesörü olan Vincente Simon duygusal anlamda denge üzerine çalışmalar yapmaktadır. Simon özellikle şok anında verilen hangi tepkilerin olumsuz olayı daha kolay sindirmemizde faydalı olduğu üzerine araştırmalar yapmıştır. Araştırmalarının sonucunda birkaç adımın takip edilmesiyle kriz anlarında duygusal dengenin sağlanmasının kolaylaştığını bulmuştur.

Adım Adım Duygusal Anlamda Denge

1.     Dur ve Nefes Alarak Rahat

İlk kez kötü ya da şok edici beklenmedik bir haberle karşılaştığınız an duygusal denge için durun. Yıllardır otomatik pilotta çalışmaya alışmış bir zihnin ilk anda durması zor gelebilir. Olayla ilk yüz yüze gelindiği anda duyguların yoğunluğuna kapılarak düşünmeden hareket edilir. Bu nedenle duraklamak ani ve kontrolsüz tepkiler vermemek adına önemlidir. Kendinizi huzurlu ve rahat hissettiğiniz bir yere giderek sakinleştirmeye çalışın. Duygusal dengenizi sağlamak adına nefes alıp vererek nefesinize odaklanın. Şok anında vücudumuz biyolojik tepkiler vermektedir. Kalp atışlarımız artar ve nefes alış verişlerimiz düzensizleşir. Bu nedenle kendinizi huzurlu ve rahat hissettiğiniz bir yere giderek sakinleştirmeye çalışın. Duygusal dengenizi sağlamak adına nefes alıp vererek nefesinize odaklanın.

2.     Duygularının Farkında Ol, Kabul Et ve Kendine Nazik Ol

Duygusal anlamda denge için duyguların farkında olup onları oldukları gibi kabul edebilmek  en elzem adımdır. Duygularınızı fark etmenin içerisinde onları isimlendirmek de vardır. Kızgın mısınız? Öfkeli mi? Üzgün mü? Yoksa birilerini mi kıskanıyorsunuz? Duygulara odaklanarak “Şu an ben ne hissediyorum?” diye kendinize sormanız elzemdir. Sadece bu duyguları tanımlamak değil kabul edebilmek de gerekir. Kabul etmelidir ki zor, yorucu ve kötü hissettiren duyguları olduğu gibi kabul etmek oldukça zordur. Çoğunlukla bu tarz duyguları yok sayma eğilimi gösteririz. Halbuki o duyguyu o an yaşayıp arınmadığımızda birikiyor ve ilerde bizi daha fazla etkileyebiliyor. O anda yaşadığınız deneyime saygı gösterip kendinizi yargılamadan ve suçlamadan duygularınızı yaşamaya izin verin. Kendinize nazik olun. Hala bazı şeyler size zor geliyorsa bu aşamadan sonra sevdiğiniz insanlarla vakit geçirmek işleri kolaylaştıracaktır.

3.     Duygusal Anlamda Denge ve Dengesizlik: Duyguları Uğurla ve Aksiyon Almayı Gözden Geçir

Artık duygularınızı uğurlamaya hazırsınız. Diğer iki adımla duygusal anlamda denge sürecinde büyük bir adımı tamamladınız. Duygularınızın yavaşça azalmaya başladığını fark edeceksinizdir. Şimdi de bu huzur verici hisse odaklanarak duygularınızı uğurlayarak rahatlamanın verdiği hislerin tadını çıkarın.  Duygusal kargaşanız bittiğine göre yaşadığınız kriz anını tekrar gözden geçirmenin tam zamanı gelmiş demektir. Eğer durumla ilgili elinizde olan bir şeyler varsa nasıl aksiyon alabileceğiniz üzerinde düşünün. İhtimalleri gözden geçirin. Özetle anda kalmak, andaki deneyimleri yerinde ve tam zamanında yaşamak duygusal anlamda denge kurmayı sağlayacaktır.

 

Read More

AP sınava hazırlık sürecinde motivasyonu korumak sınav başarısını beraberinde getirecek etkenlerdendir. Güzel sonuçlar getirecek bize fayda sağlayacak konularda çabalamayı bazen istemeden bırakabiliyoruz. Öğrencilerin motivasyonlarının arada bir düşmesini doğal karşılamak gerekir. Her yaşta motivasyon düşüklüğü zaman zaman yaşadığımız bir deneyimdir. Önemli olan uzun vadede bize zarar vermesine izin vermeden motivasyonumuzu geri kazanarak motivasyon düşüklüğünün önüne geçebilmektir. AP sınavları söz konusu olduğunda ise diploma alabilmek amaçtır. Bunu başarabilmek için alınan en az 3 dersten başarılı olmak gerekir ve bunun için en az üç derse çalışma motivasyonunun belli bir oranda tutulması gerekir. Bugünkü blog yazımızda AP belgesine (diplomasına) sahip olabilmek için motivasyonumuzu nasıl aktif tutabileceğimizden bahsedeceğiz.

Sınava Hazırlanırken Motivasyonumuz Neden Düşer?

Sıklıkla sınav çalışmalarında motivasyonu korumak konusunda sıkıntılar yaşanması beklenen bir şeydir çünkü insan zihni pasif eylemler yapmaya alışık değildir . İnsanın gün içerisinde aktif olarak, hareket ederek bir şeyler yapmaya ihtiyacı vardır. Sınav hazırlıkları pasiflik içermektedir. Saatlerce oturup çalışmak gerekir. Bu nedenle insanın arada bir sınavlara karşı motivasyonun düşmesi oldukça normal ve beklenilen bir şeydir. Durumu normal karşılamak gerekir. Ancak bu durumla baş edebilmek adına kişinin sınav dönemlerinde belli oranlarda mola verecek şekilde, çalışma düzeni oluşturulması gerekir. Bu molaların hareket içermesi de önerilendir. Yani kısa yürüyüşler ya da spor molaları sınav döneminde motivasyonu koruyabilmek için ekstradan önem kazanıyor denilebilir. Her gün düzenli olarak hareket etmek ve düzenli molalar motivasyonunuzun baştan daha az sıklıkla düşmesi adına etkili olacaktır.

AP için Motivasyonu Korumak

AP sınavına çalışırken motivasyonu korumak adına mola zamanlarının düşünülerek ayarlanması gerekir. 40 dakikadan uzun süre aynı yerde sabit durarak kesintisiz bir şeylere odaklanmak zihnimize aykırı bir durumdur. AP çalışma sürecinde öğleden önce ve sonra her 40 dakikada bir 10 dakikalık mola vermeniz daha iyi odaklanmanızı sağlayacaktır. Öğlenleri de tazelenmek adına bir saatlik uzun mola vermeniz önerimizdir. Bu uygulamanın hem gün içi motivasyonunuza hem de uzun vadede motivasyon düşüklüğünüze etkisi olacaktır. Bunun haricinde haftada bir günü boş bırakarak o gün çok sevdiğiniz bir şeyi yapmanız da tekrardan motive şekilde çalışmaya ger, dönmeyi kolaylaştıracaktır. Düzenli olarak molalar verdiğiniz ve kendinize ne gereğinden fazla ne de az özgür zamanlar tanımanız doğrultusunda motivasyonunuzun korunması sağlanacaktır. Yani aslında çoğu kişinin çelişkili bulacağı bir sonuç ortaya çıkıyor. AP için motivasyonu koruyabilmek söz konusu olduğunda çalışma sürecinin başından beri düzenli molalar verilmesi uzun vadede en etkili çözümdür.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Psikoloji ile ilgili videolara ulaşmak için aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

 

Read More

Gelişimsel sorunlarda genetiğin rolü ve ne ölçüde etkili olduğu hala önem bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzde yapılan araştırmaların ve teknolojik gelişmelerin de etkisiyle davranışlarımızın pek çoğunun genetik etmenler çerçevesinde şekillendiğini biliyoruz. Ancak aynı zamanda çevresel koşulların da gelişimsel sorunlar üzerinde önemli bir role sahip olduğu düşünülüyor. Bu nokta dikkat çeken konulardan bir tanesi “epigenetik” kavramı… Biyolojide kullanılan epigenetik kavramı, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ancak ırsi olarak ortaya çıkan gen ifadesi değişikliklerini tanımlamak için kullanılıyor. Yani; genler kendilerini ifade edebilmek amacıyla belirli çevresel koşullar geliştiriyor ve tıbbi olarak buna müdahale etme olanağı bulunuyor.

Gelişimsel Sorunlarda Genetiğin Rolü: Çevresel Koşullar Etkili Olabiliyor

Çevresel koşullardan söz edildiğinde sosyal bilimlerle ilgilenenler tarafından daha çok psiko-sosyal çevreden bahsedildiği düşünülse de biyoloji bilimiyle uğraşanlar için genin etrafındaki diğer genler dahi çevre olarak değerlendiriliyor. Genin ürettiği proteinler, anne rahmindeki fiziksel koşullar, annenin kanındaki kimyasal koşullar biyologlar tarafından çevre olarak değerlendiriliyor. Stresli bir hamilelik geçiren bir kadını ele aldığımızda; çocuğunun beyninde stres hormonlarının varlığından ve bu hormonların çocuğun beyin gelişimi üzerindeki olumsuz etkisinden söz etmemiz mümkün hale geliyor. Yani çevresel faktörlerin etkisi doğumdan önce anne karnındayken başlıyor ancak; doğumdan sonra daha etkili oluyor. Çünkü; insan beyni doğumdan sonra da gelişimini uzun bir süre devam ettiriyor. Dolayısıyla genetik ve çevresel faktörler birbirine karışabiliyor ve birbirini etkileyebiliyor.

Gelişimsel sorunlarda genetiğin rolü söz konusu olduğunda, gelişimsel sorunlar ve gelişim ile ilgili süreçleri yalnızca genetik ile açıklama düşüncesi tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Hatta genetikçilere kuşku ile yaklaşılması söz konusu olabiliyor. Burada dikkat çekici bir nokta; genetik bilimiyle uğraşan kişilerin de çevresel koşulların etkilerini göz ardı etmemesi hatta pek çok gelişimsel problemi çevresel koşullar çerçevesinde açıklamasıdır.

Bütünlüklü Bir Yaklaşıma İhtiyaç Duyuluyor

Genom Projesinden söz edilmeye başlanan ilk dönemlerde her şeyin açıklanabileceği ve tüm hastalıkların önlenebileceği düşünülüyordu. Fakat bunun gerçekçi bir düşünce olmadığı zaman içinde ortaya çıktı. Benzer bir şekilde genlerin üretildiği proteinlerin bir şeması çıkartıldığında hastalıkların çaresinin de bulunacağına inanılıyordu. Ancak süreç içerisinde bunun da gerçekliğinin olmadığı görüldü. Kısacası; ulaşılan her yeni bilgi aslında araştırılması ve anlaşılması gereken pek çok yeni bilgiyi de beraberinde getiriyor. Gelişimsel sorunları tam anlamıyla açıklayabilmek için karşılıklı bir etkileşim ve kopmazlığa ihtiyaç duyuluyor. Hem gelişimsel bozukluklara yaklaşım anlamında hem de gelişim süreçleri anlamında bunu anlamak gerekiyor. Kişiler arasındaki farklara saygı göstermek, genetik farkları önemsemek, gelişimsel bozukluklar ile ilgili genetik temelleri göz önünde bulundurmak bütünlüklü bir yaklaşım için en önemli noktayı oluşturuyor.

Gelişimsel sorunlarda genetiğin rolü ile ilgili daha detaylı bilgiye ulaşmak için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Desteğe ihtiyaç duyuyorsanız ya da sorularınız varsa bizimle iletişim kurabilirsiniz. Psikoloji ile ilgili daha fazla içeriğe ulaşmak için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Kendini tanıma, psikolojide karşımıza çıkan bir kavramdır. Kendini tanıma süreci, öz farkındalık ve öz-bilinç kavramlarıyla ilişkilendirilebilir. Bireyin kendini tanıması kendini gerçekleştirmesinin de ilk adımı olarak görülür. Aynı zamanda benlik kavramının da bir bileşeni olarak kabul edilebilir. Benlik, öz varlık, bir bireyi diğer bireylerden ayıran temel unsur ya da kendilik şeklinde tanımlanabilir. Benlik kavramı, bilişsel, yönetici ve duygusal benlik olmak üzere üç ana konu etrafında şekillenir. Kendini tanımanın daha çok bilişsel benlik ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Bilişsel benlik hem fiziksel betimlemeleri hem de kişilik, değerler ve inançları kapsar.

Farkında Olma İhtiyacı Bireyleri Kendini Tanıma Arayışına Yönlendirir

Bireyler süreç içinde kendileri hakkında verilere ulaşma, farkında olma ve yorumlama ihtiyacı hissederler. Bu sebeple kendini tanıma arayışına girerler. Kendini geliştirme ihtiyacı, doğruluk ve tutarlılık, bireyi bu süreçlere yönlendiren üç temel güdü olarak kabul edilir.

Birçok kültürde öz değer kavramı bireyin kendisini yetenekli, başarılı ve diğer bireylerden farklı hissetmesiyle ilişkilendirilir. Bu nedenle bireyler kendini geliştirme ihtiyacı hisseder. Bu durum, bireylerin olumlu duygusal süreçleri yaşama ve olumsuz duygusal süreçlerin önüne geçebilme isteğiyle de açıklanabilir.

Kendini Doğrulama Teorisi

Doğruluk ve tutarlılık kavramları da kendini tanıma ile doğrudan ilişkilidir. Her iki kavram da öz değer duygusunu önemli oranda arttırmaktadır. Bu durum kendini doğrulama teorisi ile açıklanmıştır. Kendini doğrulama teorisi Texas Austin Üniversitesi’nde görev alan William Swann tarafından 1983 yılında geliştirilmiştir. Teoriye göre; bireyler kendileri hakkında bir kez fikir geliştirir ve bu fikre eşlik eden bilgileri doğrulamaya çalışırlar. Diğer bireylerin, söz konusu bireyi kendisini gördüğü şekilde görmesi daha rahat ve güvende hissetmesine neden olur. Böylelikle sosyal ilişkilerin daha sorunsuz yürütülebileceğine inanılır.

Mindfullnes (Bilinçli Farkındalık)

Bireyin deneyimlerini ve hedeflerini doğru biçimde şekillendirmesi ve nihayetinde kendini gerçekleştirebilmesi ancak kendini tanımasıyla mümkün olabilir. Akademik başarı ve kariyer başarısı da doğrudan bu kavramla ilişkilidir. Bireyin kendini tanıyabilmesi noktasında yardımcı olabilecek yollardan biri de mindfulness yani bilinçli farkındalıktır. Bilinçli farkındalık, yaşanılan anın farkına varılmasına yardımcı olan bir yöntemdir. An içinde var olmak, duygu ve düşünceleri yargılayıcı olmayan bir tavırla algılamayı temel alan bu yöntem bireyin kendini tanıması noktasında da son derece etkilidir. Kişisel gelişim anlamında da bireye katkı sunan mindfulness tepkileri kontrol etme, planlı ve tutarlı davranma, öz farkındalık ve sorumluluk alma noktalarında da bireye yardımcıdır.

Kendini tanıma ve bilinçli farkındalık kavramları hakkında daha detaylı bilgi almak için aba psikoloji web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Sorularınız varsa ya da desteğe ihtiyaç duduyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolojiye dair daha fazla içeriğe ulaşmak için aba psikoloji ve Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanallarına abone olabilirsiniz.

Read More

Psikiyatrist ve psikanalist John Bowlby ve gelişim psikologu Mary Ainsworth tarafından geliştirilen bağlanma teorisi, insanlar arasındaki ilişkilerle ilgili psikolojik, evrimsel ve etolojik bir teoridir. Teorinin en önemli ilkesi; küçük çocukların normal sosyal ve duygusal gelişim için en az bir birincil bakıcıyla ilişki geliştirmesi gerektiğidir.

Bağlanma teorisine göre bağlanma ile ilişkili bebek davranışı, öncelikle stresli durumlarda bir bağlanma figürüne yakınlık arayışı şeklinde ortaya çıkar. Bebekler, kendileriyle sosyal etkileşimlerde bulunan ve altı aydan iki yaşına kadar olan dönemde yanlarında olan ve gereksinimleri karşılayan yetişkinlere bağlanır. Bu dönemde çocuklar için bağlama figürü güvenli bir üs olarak kabul edilebilir. Bu süreçte ebeveyn tepkileri bağlanma kalıplarının gelişmesine yol açabilir. Bağlanma figürünün kaybı söz konusu olduğunda ayrılık anksiyetesi, depresyon gibi davranışlar ortaya çıkabilir.

Bağlanma Teorisi ve Gelişimi

Gelişim psikoloğu Mary Ainsworth, 60’lı ve 70’li yıllarda yaptığı araştırmalar neticesinde bir dizi bağlanma örüntüsü teorisi geliştirdi. Bunlar güvenli bağlanma, kaçınan bağlanma ve endişeli bağlanma olarak sıralanabilir. Daha sonra dördüncü bir örüntü olarak, düzensiz bağlanma kavramını tanımladı. 80’li yıllarda teori yetişkinleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Her yaştaki akran ilişkileri, romantik ilişkiler, cinsel ilişkiler, bebek veya hastaların bakıma ihtiyaç duydukları dönemler incelendi.

John Bowlby ise süreç içinde erken bağlanmaların doğasına dair kapsamlı bir teori formüle etmek için evrimsel biyoloji, nesne ilişkileri teorisi, kontrol sistemleri teorisi ve etoloji ve bilişsel psikoloji alanlarını içeren bir dizi alanı araştırdı. Teorinin gündeme geldiği ilk dönemlerde, akademik psikologlar John Bowlby’yi ağır şekilde eleştirdi ve psikanalitik doktrinlerden ayrılmakla suçladı ancak; bağlanma teorisi o dönemden günümüze dek erken sosyal gelişimi anlamada ve çocukların yakın ilişkilerinin oluşumuna yönelik araştırmalarda önemli bir role sahip oldu.

Bağlanma Teorisinin Yaşamımız Üzerindeki Etkileri

Bağlanma teorisi çerçevesinde yapılan araştırmalara göre; erken yaşlarda güvenli bağlanan çocuklar, diğer yaşıtlarına oranla daha az bağımlı ve daha özgüvenli olabiliyorlar. Bunun neticesinde, keşfetmeye hevesli ve çevrelerine karşı daha ilgili olabildikleri düşünülüyor. Güçlükler karşısında sorumluluk almadan kaçınmıyor ve kendilerine inanıyorlar. İlişki kurmakta ve ilişkileri yönetmekte daha başarılı olabiliyorlar. Güvensiz bağlanma söz konusu olduğunda ise ilgisizlik ve çekingen tavırlar ortaya çıkabiliyor. 0-6 yaş döneminde güvenli bağlanan çocukların diğer yaşıtlarına göre sosyal beceriler anlamında daha başarılı oldukları, akademik hayata daha rahat uyum sağladıkları düşünülüyor.

Araştırmalara göre güvenli bağlanan çocuklar güvensiz bağlanan yaşıtlarına oranla kendilerini daha az yalnız hissediyor. Güvenli bağlanmanın odaklanma ve öğrenme süreçleriyle de ilişkili olduğu düşünülüyor. Derslerinde daha yüksek başarı elde edebilmelerinin yanı sıra, ekip çalışmasına ve işbirliğine yatkın olmaları söz konusu olabiliyor. Akademik yaşantılarında ve ilerleyen süreçte iş yaşantılarında görev ve sorumluluk almaya hazır, başarıya odaklı, özgüvenli olabiliyorlar. Bununla birlikte ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkileri bulunan güvensiz bağlanma durumunun aksine; güvenli bağlanma olumsuz duyguları kontrol edebilme ve güçlüklere karşı dirençli olma noktasında bireyleri destekliyor.

Bağlanma Teorisi hakkında daha fazla bilgi edinmek için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Desteğe ihtiyaç duyuyorsanız ya da sorularınız varsa bizimle iletişime geçebilirsiniz. Psikolojiye dair daha fazla içeriğe ulaşmak için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

 

Read More

Sınavlara hazırlanma dönemleri stres yaşanan önemli bir dönemlerdir. Bu dönemlerde stres yönetimini bilmek ve doğru uygulamak başarının anahtarı olmaktadır. Sınavın türünün ne olduğu aslında yaşananlar açısından çok da fark etmemektedir. AP sınav sürecinde 12.sınftaki öğrencilerimizin ciddi anlamda stres yaşadıklarına tanık oluyoruz. Çünkü 12.sınıftaki öğrencilerin AP sınavlarından aldıkları yüksek puanlar sayesinde, eğitim alacakları üniversitelerin şartlarını sağlamaları mümkün olacaktır.

Bu tarz önemli bir durumun söz konusu olması öğrencilerin stres seviyesini ciddi anlamda artırmaktadır. Örneğin yakın zamanda UC Berkeley’den kabul alan iki öğrencimiz oldu. Bu öğrenciler hazırlık sürecinde zaman yönetiminde sıkıntı yaşayan, süreci sürekli sorgulayan ve ciddi anlamda stres yaşayan öğrencilerden olmuştur. Ancak tüm bunlara rağmen önemli bir başarı elde etmişlerdir.

Sınavlara Hazırlanma Süreci Stresli Olabiliyor

Sınavlara hazırlanma dönemi öğrenciler için stresli geçen zorlu bir dönem olabilmektedir. Bu süreçte pek çok öğrenci psikopatolojik anlamda sıkıntı yaşayabilmektedir. Bu durumlar geçici olarak görülmektedir. Bunun sonucunda mide bulantısı, gece uyuyamama sorunları, tikler ortaya çıkmaktadır. Bu tarz kaygıya sebebiyet veren durumlar öğrenciler için üstesinden gelinmesi kolay olmayan durumlardır. Bilindiği gibi her sınav bir heyecan ve heyecan noktasıdır. Yani hangi sınava girilirse girilsin, kaç yaşında olunursa olunsun sınav heyecanı muhakkak yaşanmaktadır. Bu durum sınavların her insana baskı oluşturan bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.

Pandemi Dönemi Eğitimi de Etkiledi

Pandemi dönemi ile birlikte eğitim de ciddi anlamda değişikliğe uğramıştır. Bu durum eğitim sisteminin tümüyle değişmesine neden olmuştur. Bu süreçte College Board tarafından yapılan çalışmalar her ne kadar eleştirilse de bu çalışmaların takdir edilmesi gerekmektedir. Bu dönemde açık kitap, açık kaynak sunarak öğrencilere destek olmak, eğitim adına önemli bir adımdır. Ancak her ne olursa olsun sınav her zaman sınavdır. Sınav kağıdına isim soy isim yazıldıktan sonra sınavı olumlu bir sonuca götürmek önemlidir. Bir konuyu bilmek sınavdaki soruyu da bilmek anlamına gelmemektedir. Öğrencilerin bu aşamada görülen en büyük eksiklikleri soru üzerinden kendilerine yeterince simülasyon yapmamış olmalarıdır. Bu nedenle soruların üzerinden giderek çalışmak, öğrencilerin sınav kaygılarını da azaltacaktır.

Sınavlara hazırlanma konusunda bilgi ve destek almak için aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Farklı konularda bilgilendirici videolara ulaşmak için Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

Pandemi dönemiyle birlikte pek çok alışkanlarımız değişmiştir. Eskiden topluluk içerisinde rahat bir şekilde yaptığımız aktiviteler artık yerini daha bireysel aktivitelere bırakmıştır. Pandemi dönemi ders çalışma yöntemlerini de etkilemiştir. Her şeyden önemlisi var olan sorunları görebilmek gerekmektedir. Mevcut sorunları görerek bunları kabul etmemiz sorunun çözümünü kolaylaştıracaktır. Durumları değerlendirerek hakikat ne ise onu görmek en doğru olandır.

Yani herhangi bir durum ne kadar vahimse, romantik davranarak bu durumun olduğundan daha iyi olduğunu düşünmek yanlış bir davranıştır. Mevcut durumu kabul etmek gerekmektedir. İnsanlar için en önemli şey fiziksel sağlıktır. Bu nedenle insanlar fiziksel sağlık seviyelerini yüksek tutmalarına dikkat etmeleri gerekmektedir. Çünkü fiziksel sağlık, insanların psikolojik durumlarını da yakından etkilemektedir.

Pandemi Dönemi Ders Çalışmak İçin Doğru Yöntemler Tercih Edilmeli

Pandemi döneminde ders çalışmak için uzaktan eğitim metotları tercih edilmektedir. Eskiden sınıf ortamında sosyalleşerek ders dinleyen öğrenciler, artık tablet ya da bilgisayarları ile yeni bilgiler öğrenmeye çalışmaktadır. Bu dönemde yüz yüze eğitimin sonuçlarından biraz farklılık gösterebilmektedir. Günümüzde internet ortamında pek çok bilgiye ulaşılması öğrencilerin kaynak ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Bu dönemde öğrencilerin ders dışında, ev içinde kendi sağlıklarını korumaları da son derece önemlidir. Bunun için ev içerisinde dengeli beslenmeye, bol su tüketmeye ve spor yapmaya zaman ayırmak gerekmektedir. Ev içinde günde 2000-3000 adım atabilmek spor yapmak anlamında fiziksel sağlığa katkı sağlamaktadır.

Online Dersler Önemli

Bu dönemde online derslere katılmak yeni bilgi edinmek adına önemlidir. Gün içerisinde çok uzun sürelerde ve ara vermeden ders çalışmak önerilmemektedir. Evdeyken konu tekrarları ihmal edilmemeli, konuyla ilgili soru çözümleri de belirli bir program dahilinde yürütülmelidir. Bu dönemde psikolojik anlamda sağlıklı olmak için fiziksel sağlığın korunması önemlidir. Ders dışında da ev ortamında yapılabilecek aktiviteler ihmal edilmemelidir. Bulunduğumuz ortamları belirli aralıklarla havalandırmak sağlığımız açısından dikkat edilmesi gerekenler arasında bulunmaktadır. Bu dönemin de geçici bir süreç olduğu unutulmadan mevcut imkanlarla ders çalışma faaliyetlerine devam edilmelidir.

Pandemi döneminde ders çalışma yöntemleri hakkında bilgi edinmek için aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Yurt dışında eğitim almak için gerekli sınavlar hakkında bilgi edinmek amacıyla aba Yurt Dışı Eğitim YouTube kanalını takip edebilirsiniz. Farklı konularda bilgilendirici videolara ulaşmak için Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More