Pek çok zorlu süreçten geçen öğrencilerin, kariyer hedeflerine ulaşmak için yurt dışında eğitim aldıkları görülmektedir. Yurt dışında okumak öğrenciler için ilgi çekici olduğu kadar zorlayıcı bir süreç de olabilmektedir. Öğrencilerin yurt dışında eğitim aldıkları süre içerisinde zaman zaman stres yaşadıkları ya da ülke hasreti çektikleri gözlemlenen olağan durumlar arasındadır.
Bu durumla baş edemeyen öğrencilerin eğitim başarıları hızlı bir şekilde düşebilmektedir. Öğrencilerin yaşadıkları psikolojik zorluklar, bazen baş edilmesi mümkün olmayan düzeyde gerçekleşebilmektedir. Böyle durumlarda öğrencilerin profesyonel bir destek almaları, sürecin kısa sürede ve kayıpsız atlatılmasına yardımcıdır. Yapılan araştırmalara göre yurt dışında eğitim alan öğrenciler, toplumun geneline göre ruhsal rahatsızlık yaşama ihtimali en yüksek olan kesimdir.
Yurt Dışında Okumak Neden Kaygı Oluşturmaktadır?
Yurt dışında prestijli bir üniversite eğitim alan herhangi bir öğrenci, daha önce hiç karşılaşmadığı bir sistemle ilk kez karşılaştığında şaşkınlık yaşayabilmektedir. Önceki eğitim sürecinde çok başarılı olan bir öğrencinin bu şaşkınlık karşısında derslerinden beklemediği ölçüde düşük notlar alması, yurt dışında okumak sürecinde başarılı olamayacağı inancının oluşmasına neden olabilir. Bu durum, öğrencinin içinden çıkılamaz bir psikolojik sarmala girmesine yol açabilmektedir.
2600 öğrenci arasında yapılan bir araştırma, öğrencilerin %35’inin yurt dışında eğitim sürecinde yaşananlar nedeniyle intihara eğilimli olduklarını ortaya çıkarmıştır. Bunlardan geriye kalan çok büyük kesimin ise ciddi anlamda kaygı ve stres yaşadığı, araştırmanın diğer bir sonucu olarak görülmektedir. Yurt dışında eğitim sürecinde; akademik beklentilerin yüksek olması, öğrencilerin yaşadıkları ekonomik zorluklar ve çeşitli ilişki problemleri psikolojik sorunların oluşmasına neden olabilmektedir.
Öğrenciler Bu Süreçte Neler Yapmalıdır?
Öğrenciler yurt dışında eğitim aldıkları sırada yaşadıkları psikolojik sorunları en aza indirmek için ilk olarak sosyal bir çevre edinmeye gayret göstermelidir. Kendileri gibi benzer deneyimler yaşayan öğrencilerle konuşmak ve destek ağı oluşturmak öğrencilere iyi gelmektedir. Öğrencilerin bu süreçte yeni deneyimlere açık olmaları, yeni arkadaşlıklar kurmaları ve düzenli bir yaşamı benimsemeleri, psikolojilerinin daha sağlam olmasını sağlayacaktır. Yine de durum ciddi boyuta ulaştıysa profesyonel bir destek alarak süreçten kısa sürede kurtulmaları mümkün olabilmektedir.
Üniversiteye hazırlık sürecinde çoğu öğrenci hem fiziksel hem de duygusal açıdan büyük güçlükler yaşamaktadır. Üniversite sınavına hazırlanma sürecinde özellikle lise son sınıfta olan öğrenciler çoğu sorumluluğu aynı anda göğüslemek zorunda kalmaktadır. Hem okul derslerinin yoğun olması ve okul sınavlarının olması hem de üniversite sınavlarına hazırlanma aşamasındaki ders çalışma yoğunluğu öğrencilerde panik havası oluşturmaktadır.
Okul sıralarında yoğun ders çalışma programlarını takip etmenin yanında, bir de sınavlara yönelik gelecek kaygısının olması da öğrencileri olumsuz anlamda etkilemektedir. Daha lise döneminde kendini göstermeye başlayan bu kaygılar, sınav dönemleri yaklaştıkça kendini daha fazla hissettirmektedir. Üniversiteye hazırlık yapan her bir öğrenci aslında aynı zamanda geleceğine yönelik önemli kararlar verme aşamasında olduğunun da farkındadır.
Sınava hazırlanan her bir birey, ileride hayatlarının en önemli parçası olacak meslek seçimini doğru bir şekilde yapmayı hedeflemektedir. Tüm bunları yaparken birey, aynı zamanda da psikolojik olarak güçlü kalmayı başarabilmelidir. Sınavlara hazırlık sürecinde nelerin gerekli olduğunun bilincinde olan öğrenciler, kendilerini psikolojik anlamda da dinamik hissedeceklerdir.
Üniversiteye Hazırlık Aşamasında Başarının Anahtarı: Motivasyon
Bilinçli olan her öğrenci hazırlık sürecinde başarı için nelerin gerekli olduğunu çok iyi bilmekte ve tahmin etmektedir. Başarının ilk anahtarı doğal olarak motivasyonu sağlamaktır. Bu motivasyonun yanında onu destekleyecek etkili bir ders çalışma rutininin de olması son derece önemlidir. Ayrıca motivasyona ek olarak, ders anlama kabiliyetini artırıcı yüksek bir dikkate sahip olmak da ders çalışma açısından oldukça etkilidir.
Üniversiteye hazırlık sürecinde özellikle çoğu öğrencinin yakındığı bir durum var ki, o da; ruhsal olarak kendilerini yorgun hissetmeleridir. Bu yorgunluğu ortadan kaldıracak en büyük silah ise; başarıyı olumsuz anlamda etkilemeyecek ama öğrencinin bir an önce harekete geçmesini sağlayacak ve onu ders çalışmaya itecek olan yeterli miktardaki kaygıdır. Bu küçük çaplı kaygı sayesinde öğrenciler ders çalışma adına azim göstererek, çalışma konusundaki kararsızlıklarını bertaraf edecek ve kaybettikleri motivasyonlarını tekrardan kazanacaklardır.
Öğrenciler kendilerine en uygun çalışma programlarını uzmanlar aracılığıyla oluşturdukları takdirde önlerini daha rahat görebilme imkanına sahip olacaktır. Düzenli ve disiplinli bir program sayesinde öğrenciler daha motivasyon sahibi bir şekilde çalışmaya başlayacaklardır. Çünkü bu disiplinli programlarla beraber öğrencilerdeki belirsizlikler azalmış olacak ve azalan belirsizlik durumu da motivasyonu arttıracaktır.
Üniversiteye Hazırlık Sürecinde Ailelerin Psikolojik Desteği Nasıl Olmalıdır?
Sınavlara hazırlanma yolunda olan her bir öğrenci için süreç az ya da çok zorlayıcı olmaktadır. Üniversiteye hazırlık uzun bir maraton olduğundan öğrenciler sık sık karamsarlığa düşmektedir. İşte tam da bu noktada aileler devreye girerek çocuklarının yanında olduklarını hissettirmelidirler. Ailelerin, özellikle öğrencilerin başarmalıyım, başarılı olmam lazım gibi kendilerine kurmuş oldukları baskıları hissetmeleri gerekmektedir. Bu durum sadece anne baba için geçerli olmamakta ailede bulunan her bir birey için dikkatli olunması gereklidir.
Çalışma saatlerinin anne ve babasına yeterli gelmediğini düşünen çoğu öğrenci hobilerine ya da sevdiği aktivitelere zaman ayıramamaktadır. Zaman bulsa bile zihninin hep bir köşesinde ders çalışmam lazım fikrinin varlığı ile hareket etmek zorunda kalan öğrenci için bu süreç ciddi anlamda zorlayıcı olmaktadır. Tüm bunlar göz önünde bulundurularak sınavlara hazırlanan öğrenciler için ailelerin daha ılımlı olması onları bu yolda oldukça rahatlatacaktır.
Gençlerin hissettikleri baskıların yanında ailelerde kendilerini baskı altında hissedebilirler. Çocuklarının hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için maddi, manevi her türlü külfete katlanan aileler içinde baskı kaçınılmazdır. Üniversiteye hazırlık için gönderilen kurslar, aileleri mali yönden biraz zorlamaktadır. Maddiyatın yanında tekrardan hazırlanmayı düşünen öğrenciler ve aileleri için stresli dönemlerin yeniden başlayacak olması da baskının bir diğer yönü olmaktadır.
Kaygı, Yorgunluk ve Meslek Seçiminde Psikolojik Destek
Dünyanın her yerinde eğitimin olduğu gerçeği düşünülürse sıklıkla duyulan şey ‘sınav kaygısı’ kavramıdır. Sınava hazırlanan öğrencilerin sürekli karşılaştıkları bir durum olan tüm bilgilerin unutulması kaygısı ve sınav esnasında yaşanan boşluk hissi psikolojik desteklerle atlatılabilecek konulardandır. Ancak az da olsa sınava hazırlanan her öğrencide kaygının olması beklenen bir harekettir ve olması da gerekir. Çünkü öğrenciler sınava belirsizliklerle girerler ve bu belirsizliklerde kişide kaygıya yol açar.
Üniversiteye hazırlık sürecinde yaşanan bir diğer husus ise yorgunluktur. Yapılan araştırmalar ders çalışmanın bireyde yorgunluk oluşturacağı bir durumun olmadığını ispatlamaktadır. Zihin gün içerisinde yüklenen bilgilerden yorgun düşmemekte aksine daha zinde kalmaktadır. Yorgunluğun sebebi daha çok oturarak ders çalışmaktan kaynaklı kas ağrıları veya ders çalışmak yerine başka şeyler yapmayı tercih etme isteğinin zihinde bıraktığı duygusal yorgunluk olduğu ifade edilmektedir.
Sınava hazırlanan öğrencilerin zihinlerinde oluşturdukları pek çok geleceğe yönelik düşünceler bulunmaktadır. Bunların başında hangi üniversiteye yerleşeceğim sorusu gelmektedir. Bunun yanında gelecekte hangi mesleği seçmem gerekli gibi sorularla zihnini sürekli meşgul etmektedir. Özellikle öğrenciler emeklerinin karşılıklarını iyi bir meslek sahibi olarak ve para kazanarak almak istemektedir. Kısacası kişilerin meslek arayışları lise döneminden başlayarak hayatlarının her anında devam etmektedir.
Üniversiteye hazırlık aşamasında yaşanan tüm bu süreçler; kaygı, yorgunluk, meslek seçimi, aileler ile yaşanan çatışma, etkili ders planlaması gibi konular psikolojik destek almanın önemini de artırmaktadır. Bu psikolojik destekleri almak için tarafların psikolojik nöbetler yaşaması beklenmemelidir. Çünkü çoğu bireyde gizli yaşanan kaygı nöbetleri özellikle sınav dönemleri yaklaştıkça kendini göstermeye başlamaktadır. Bu durumda müdahale edilmesi zaman kısıtından ötürü fazla etkili olmayacaktır.
Sınavlara psikolojik olarak hazırlanmak en az yeterli bilgi edinmek kadar önemli… Akademik anlamda yeterli donanıma sahip olsanız bile psikolojik hazırlığınız tam değilse başarı oranınızın düşmesi söz konusu olabiliyor. Sınava hazırlık süreci genel olarak öğrencilerin zihinlerinin sürekli derslerle meşgul olduğu ve rahatlamaya ihtiyaç duydukları dönemler oluyor. Bu anlamda stres yaratabilecek her türlü kaynaktan uzaklaşmak ve başarıya odaklanmak aslında başarının ilk adımı olarak düşünülebilir. Peki; sınavlara psikolojik olarak hazırlanmak için neler yapılabilir?
Kendinize İnanın
“İnanmak başarmanın yarısıdır” sözünün sınav dönemleri için de oldukça uygun olduğunu söyleyebiliriz. Kendinize inanmanız sınav başarınızın yükselmesine katkı sunabilir. Akademik anlamda hazırlığınızı tam olarak yaptığınızdan eminseniz kendinize güvenmemek için hiçbir sebebiniz yok demektir. Buna karşılık; kaygıya kapılır, başarısızlığa ve olumsuz düşüncelere odaklanırsanız bu durumun sınav stresinizin artmasına yol açabileceğini ve sınav başarınızın düşmesine neden olabileceğini unutmamalısınız.
Sınavlara Psikolojik Olarak Hazırlanmak: Sınav Son Çareniz Değil
Sınavlar elbette hayatımızda önemli bir yere sahip… Eğitim ve kariyer hayatımızın büyük bir kısmını sınavlar oluşturuyor. Ancak herhangi bir sınavda başarısız olmanız daima başarısız olacağınız ya da başarısızlığın telafisi olmadığı anlamına gelmiyor. Girdiğiniz herhangi bir sınavın sizin için son çare olduğu hissine kapılmayın. Başarısız olduğunuzda hatalarınızdan ders çıkarın ve yolunuza yeniden azimle devam edin. Hedefinize ulaşabileceğinize olan inancınızı kaybetmeyin
Sınavlara Psikolojik Olarak Hazırlanmak: Sınav Öncesinde Sağlığınızı Koruyun
Fiziksel sağlığınızın bozulması psikolojik anlamda sizi olumsuz etkiler. Sınava birkaç gün kala ders çalışma sıklığınızı azaltın. Daha çok dinlenip daha az çalışacağınız bir plana yönelin. Uykunuzu belirli bir düzene oturtun. Hafif ve sağlıklı beslenin. Düzenli yürüyüş ve egzersizlere vakit ayırın. Zihninizi boşaltmanıza yardımcı olabilecek aktivitelere ve hobilerinize zaman ayırın.
Sınavlarda başarı elde edebilmek için stres kontrolünün önemli olduğu zaten biliniyor. Ancak stresi kontrol altında tutmak özellikle de sınav esnasında her zaman mümkün olmuyor. Dikkat dağınıklığı, fiziksel rahatsızlıklar, unutkanlık gibi sorunlar öğrencinin sınav başarısının düşmesine sebep oluyor.
Sınav esnasında kaygınızın biraz olsun hafiflemesi ve sınavın genel olarak neleri içerdiğini görebilmeniz için eğer kağıt tabanlı bir sınavdaysanız ve mümkünse sınav kitapçığını gözden geçirin.
Kitapçığı gözden geçirdiğiniz sırada gözünüze çarpan kolay soruları çözerek işe başlamak enerjinizin ve motivasyonunuzun yükselmesine yardımcı olacaktır.
Sınava hazırlık sürecinde not alarak çalışmak hem bilgilerin hafızanızda daha kalıcı hale gelmesine yardımcı olacak hem de psikolojik olarak sizi rahatlatacaktır.
Sınav sırasında başarısızlık korkusuna kapılmak ve olumsuz düşüncelere odaklanmak sınav başarınızı etkileyecektir. Bu nedenle kendinizden emin olun ve yapabileceğinizin en iyisini yapmak için odaklanın.
Sınav esnasında stres ile mücadele için küçük nefes egzersizlerine başvurabilirsiniz. Burnunuzdan yavaş ve derin nefesler alıp, birkaç saniye tutarak, ağzınızdan yavaşça nefes verebilirsiniz. Bu yöntem zihninizin ve vücudunuzun gevşemesine ve daha sakin hissetmenize yardımcı olur.
Sınav sırasında odaklanmakta zorluk yaşıyorsanız birkaç saniye için gözlerinizi kapatıp kendinizi iyi hissetmenize sebep olan bir yeri ya da bir şarkıyı düşünebilirsiniz. Bu yöntem kaygınızın azalmasını sağlayabilir. Ancak; elbette fazla zaman kaybetmeye özen göstermelisiniz.
Sınavlar söz konusu olduğunda, unutma sorunları iki şekilde ortaya çıkabiliyor. Uzmanlara göre yoğun tempo ve stres unutkanlığı tetikleyebiliyor. Günlük hayatta maruz kaldığımız uyaranlar zaman zaman konsantrasyonumuzu etkileyebiliyor. Sınav stresi de benzer bir şekilde kafa karışıklığı ve unutkanlığa yol açabilen bir durum. Ancak; düzenli ve sağlıklı bir yaşam stresten kaynaklı unutmanın önüne geçilmesine yardımcı olabiliyor. Düzenli uyku, düzenli ve yeterli beslenme, günlük egzersizler, alkol ve sigara tüketiminden kaçınma hafızamızın canlı kalmasını sağlayabiliyor. Bunun yanı sıra bulmaca çözmek, düzenli kitap okumak gibi günlük aktiviteler hafızanın güçlenmesine yardımcı olabiliyor.
Sınavlar söz konusu olduğunda karşımıza çıkan bir diğer problem ise bildiğini unutma sorunu… Öğrenciler kimi zaman stres nedeniyle bildiğini unuttuğunu düşünse de durum biraz farklı olabiliyor. Bazen öğrendiğimizi düşündüğümüz bilgiler kısa süreli bellekte yer etmiş olabiliyor. Bunun çözümü ise sınava hazırlık sürecinde kendinizi sıkça test etmeninden ve bolca tekrardan geçiyor.
Sınav stresine iyi gelecek nefes egzersizleri nelerdir? Sınav stresiyle nasıl başa çıkılır? Bu sorular öğrenciler tarafından sıkça sorulan sorular arasında yer alıyor. Pek çok öğrenci sınav dönemlerinde stresle mücadele etmek zorunda kalıyor. Stres başarıyı olumsuz anlamda etkilemenin yanı sıra fiziksel ve psikolojik problemlere de yol açabiliyor.
Sınav stresi genellikle bazı belirtilerle kendilerini gösteriyor. Karın ağrısı, halsizlik, terleme ya da üşüme, isteksizlik, mide bulantısı, baş ağrısı, baş dönmesi gibi belirtiler çoğunlukla stresin habercisi oluyor. Stres kontrolü sağlanamadığı zaman bildiğini unutma, odaklanamama, dikkat dağınıklığı, başaramama kaygısı gibi durumlar ortaya çıkıyor. Peki; sınav stresi ile mücadelede nefes ve beden egzersizleri işe yarar mı? Sınav stresine iyi gelecek nefes egzersizleri nelerdir? Birlikte göz atalım
Sınav Stresine İyi Gelecek Nefes Egzersizleri: Diyafram Nefesi
Öncelikle burnunuzdan derin bir nefes alın. Nefes alma işlemini 3-4 saniyelik bir süreye yayın.
Nefesinizi 3-4 saniye kadar tutun.
Ardından nefesinizi yaklaşık 8 saniyeye yayarak ağzınızdan yavaşça verin.
Bu egzersizi birkaç kez tekrarlayın. Nefes alıp verirken başka bir şey düşünmemeye ve yalnızca nefesinize odaklanmaya çalışın. Birkaç tekrardan sonra hem daha rahat nefes alıp verdiğinizi hem de vücudunuzun gevşemeye başladığını hissedeceksiniz.
Sınav Stresine İyi Gelecek Nefes Egzersizleri: Dengeleme
Sınav stresine iyi gelebilecek bir diğer nefes egzersizi dengeleme olarak adlandırılıyor. Zihninizdeki olumsuz düşünceleri kontrol altına almak, çevreniz ve bedeninizle ilgili farkındalık sağlamak için bu egzersizden de faydalanabilirsiniz.
Rahat hissedeceğiniz bir pozisyonda oturun, ellerinizi ve ayaklarınızı serbest bırakın
Yavaşça ve derin nefesler alıp verin.
Bu sırada etrafınızda sizi rahatsız etmeyen ya da kaygı uyandırmayan beş objenin adını zihninizde tekrar edin
Bu sırada nefes alıp vermeyi sürdürün
Ardından duyduğunuz seslere odaklanın ve aynı şekilde kaygı hissetmenize sebep olmayan beş sesi zihninizden geçirin
Ardından hislerinize odaklanarak sizi daha iyi hissettiren ve kaygı uyandırmayan beş hisse odaklanın
Tüm bunları yaparken derin nefesler alıp vermeyi sürdürün
Dengeleme egzersizi hem anın farkına varmanıza hem de sizde olumsuz ve kaygı verici hisler uyanmasına neden olan obje, ses ve düşüncelerden uzaklaşmanıza yardımcı olacaktır.
Beden Egzersizleri
Bu egzersizlerin yanında beden egzersizlerinden de yardım alabilirsiniz. Diyafram nefesleriniz sırasında nefesinizi tuttuğunuz birkaç saniye içerisinde vücudunuzu kasıp serbest bırakarak gevşemesine yardımcı olabilirsiniz. Yumruklarınız, boynunuz ve bacaklarınızı kasıp nefes verişiniz sırasında hepsini aynı anda serbest bıraktığınızda bedeninizin gevşemeye başladığını hissedeceksiniz. Bu uygulamayı birkaç kez tekrar edebilirsiniz.
Çocuklarda iletişimi engelleyen unsurlar her çocuk için farklı olabileceği gibi bazen yetişkinlerin tutumundan da kaynaklı olabilir. Hatta yetişkinin kurduğu iletişim şekli iletişimi engelleyen unsurlardan en etkili olanı diyebiliriz. Yetişkinlerin davranış biçimleri çocuğun iletişim kurma isteğinde artışa ya da azalışa neden olabilir. Bir yetişkin neyi yanlış yapar da çocuk iletişim kurmaktan kaçar? Yetişkinlerin konuşma jargonu çocuklardan çok farklı olabiliyor. Çocuğun dilinden anlamak ayrı bir meziyettir.
Çocuklarda İletişimi Engelleyen Unsurlar: Yetişkinin ve Çocuğun İletişim Farkı
İletişimi engelleyen unsurlar arasında belirttiğimiz gibi yetişkinin iletişim tarzının çocuktan çok farklı olması olabilir. Çocuklar özellikle erken çocukluk döneminde henüz gelişimini tamamlamadığı için şaka, ironi ve gerçek olmayan varlıklar konusunda yetişkinlerden farklı düşünür. Siz hareket ettirdiğiniz için cansız bir objeyi canlı sanabilir, söylenenlerin şaka olduğunu düşünmez ve inanır. Bu nedenle sözel şakalardan uzak durulması gerekir. Bu çocukları korkutabilir ve iletişimden uzaklaştırabilir. Ayrıca iletişim konusunda çocukların size tatlı gelen bir özelliği bir söylemi, bir davranışı konusunda onlara güldüğünüz zaman çocuk bunla dalga geçtiğinizi düşünebilir. Böyle bir durumda çocuk içine kapanabilir ve iletişim kurmaktan vazgeçebilir. Özetle çocuklarla olan iletişimde yetişkinlerin en çok yaptığı hata çocuğun anlamayacağını düşünerek daha rahat davranmalarıdır. Diğer yaygın davranışta tam aksine yetişkinlerle kurulan iletişimin aynısını çocuktan beklemektir.
Çocuğun Kendi İçinde Yaşadığı Problemler
İletişimi engelleyen unsurlar arasında çocuğun bir problemi etkili olabilir. Çocuklar yine yetişkinlerden farklı olarak problemlerini de bizden farklı yansıtırlar. Sözel olarak problemlerini belli etmek yerine çocuklarda bazı uyum ve davranış bozuklukları problemin göstergesidir. Örneğin geceleri altına yapma, tırnak yeme, saldırgan davranışlar çocuğun kaygısından ortaya çıkabilecek davranış biçimlerindendir. Böyle durumlarda genelde ebeveynler iletişim problemi yaşarlar. Çocuğun sorununu anlamadıkları için gözden kaçırabilirler. Çocuk doğrudan sözlü iletişim kurmak yerine bu gibi yollarla mesaj verebilir. Ebeveynlerin bunların bir tür uyum ve davranış problemi olduğunu biliyor olması sorunu fark edip buna göre davranabilmesinde etkili olacaktır.
Çocuğa Karşı Sabırsız Davranmak
İletişimi engelleyen unsurlar arasından bir diğeri ise çocuğa karşı sabırsız davranmak sayılabilir. Çocuklar dünyayı yeni tanımaya başladığında yetişkinler için zor bir döneme giriliyor denilebilir. Konuşmaya ilk başladıkları dönem çok fazla soru sorarak her nesneyi size sorabilirler. Bu beklenen bir şeydir. Çocuk yabancı olduğu dünyayı anlamaya ve tanımaya çalışıyordur. Ancak biz yetişkinler onlar kadar heyecanlı olamayabiliriz. Dolayısıyla da buna sabır gösteremezsek ve çocuğa kızarak baskılarsak ya da ilgisizlik gösterirsek çocuk için problemli bir hal ortaya çıkıyor. Onu anlamak ve biraz olsun anlayış, sabır gösterebilmek çocukla sağlıklı iletişim için çok değerlidir. Siz de dünyaya ilk geldiğinizde onun gibiydiniz bunu unutmamakta fayda var. Çocuklarla İletişimi engelleyen unsurlar ve farklı konularda videolara erişmek için aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.
Çocukla kurulan iletişimde doğru iletişim yollarını kullanmak adına her ebeveynin bilgiye ihtiyacı vardır. Doğru iletişim nedir? Çocuk söz konusu olduğunda nasıl bir dil kullanmalıyım? Gibi sorular yıllardır tartışılmaktadır. Bilimsel verilere göre çocukların zihinlerinin bizden farklı çalıştığı saptanmıştır. Onların beyin gelişimi devam ettiğinden ötürü beynin ön tarafındaki prefrontal korteks dediğimiz mantık bölgesi gelişmeyi sürdürmektedir. Bu nedenle yetişkinlerin istekleri ve bunu dile getirişi çocuklardan çok daha farklı olabiliyor. Bu doğrultuda çocuğun farklılıkları konusunda bilinçli olarak onun anlayacağı dilden kırmadan ve şefkatle yaklaşmanın yolları araştırılmalıdır. Çoğu ebeveynin yaptığı iletişim hatalarına değinerek bu iletişim hatalarını gidermek üzerine önerilerde bulunmak istedik.
1. Şaka Yapmak Konusunda Dikkat
“Bu benim olsun mu?”, “Senin annen artık benim annem olsun. Artık benim bana ne!” gibi şakalarla çocukla iletişim kurmakdoğru iletişim biçimi değildir. Çocukların daha mizah anlayışları gelişmediği için çocuklar bunu gerçek anlayacaktır. Gerçekten aldığınız şeyin ya da kişinin artık sizin olduğunuzu zannediyor çocuklar. Bu şakalardan sakınılmalı ve iletişime dahil edilmemelidir. Çocuğa çaktırmadan yanına gidip yakaladım seni deyip gıdıklamak gibi aktiviteler çocuk için uygun şakalardır. Bu durumda bile çocuk “Gıdıklama beni istemiyorum!” derse çocuğu serbest bırakmak gerekir.
2. Çocuğunuzla Doğru İletişim: Kullanılan Cümlelerin Yapısına Dikkat
Çocukla konuşurken doğru iletişim için kullanılan dile dikkat edilmelidir. Çocuğu küçümsemek ve üsten bakacak bir dil kullanmak onu geri çekecektir ve sizinle bir şeyler paylaşmaktan sakınacaktır. Çocukların da yetişkinler gibi özel hissetmeye, dikkate alınmaya ve önemsenmeye ihtiyacı vardır. Onun sorunlarını küçümsemek olumsuz etkileyecektir. Onu yaşı kaç olursa olsun ciddiye almanız gerekir. Onun yaşlarındayken siz de aynı şeylere üzülebilir ve önemseyebilirdiniz. Çocuğu bu anlamda anlayabilmek gerekir. Ayrıca belli bir yaşa kadar çocuk olaylara daha duygusal yaklaşımlar sergileyebilir. Ergenlikten sonra oluşan beyin değişimiyle beraber yaklaşımı da değişecektir. Ergenlik dönemi bitene kadar sizin kadar mantıklı yaklaşımlarda bulunmasını beklememek gerekir.
Doğru iletişim için çocuğa sık sık onu anladığınızı belirtmeniz gerekir. İletişim kurarken göz temasıyla beraber kafa sallamak ve onaylamak bile küçük görünen ama önemli yaklaşımlardır. Onu anladığınızı ve onun yerinde olsaydınız kendinizin de buna üzüleceğinizi, benzeri hisler taşıyacağınızı belirtmek çocuğa iyi gelecek bir iletişim şeklidir. Bazen çocuklar tıpkı bizler gibi sorunları çözmek için değil yalnızca paylaşmak için anlatırlar. Ancak söz konusu annelik ve babalık olduğunda ebeveynler fazla kişisel algılayarak kendileri de aynı hisleri paylaşabilir ve durumu çözmek odaklı davranabilir. Ne olursa olsun ebeveyn olarak doğru iletişim adına çocuğun anlattıklarını size neden anlattığını anlamaya çalışın. Sorunu çözmek için mi derdini paylaşmak için mi? “Senin için ne yapabilirim?” demek mi gerekir yoksa “Anlıyorum.” Demek yeterli midir? İhtiyacı olan şeyi belirleyerek ona göre yaklaşımda bulunmak doğru iletişim için kritiktir. Doğru iletişim ve diğer konularda hakkında videolara erişmek için aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.
Çocuklarda psikolojik gelişim fiziksel gelişim kadar önem arz etmektedir. Çocukların psikolojik gelişimi o zamandan ileriki döneme kadar olan hayat kalitesinde etkin rol oynar. Çocuk psikolojisinde gelişimi etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerin ebeveynler tarafından bilinmesi çocuğu psikolojik olarak etkileyecek davranış, tutum ve durumlardan sakınılması adına etkilidir. Çocukları etkileyen faktörlerden bazıları ebeveynlerin kontrolü dışında olabilir. Örneğin psikolojide mizaç olarak adlandırılan doğuştan gelen karakter özellikleri de psikolojik gelişimi etkileyen bir faktördür.
Yakın Çevredeki Radikal Değişimler
Çocuklarda psikolojik gelişim yakın çevredeki ani değişimlerden etkilenebilir. Çocukluktan beri güvende olma hissine ihtiyaç duyarız. Özellikle küçük yaşlarda sahip olduklarımıza bağlılığımız daha yüksektir. Evimiz ve sevdiğimiz eşyalara ve yakın çevremizdeki insanlara aidiyet duygusuyla bağlanırız. Özetle çocuklara taşınma, ev değişikliği ve hatta odasını değiştirmek bile zor gelebilir. Çocuğun gelişiminde rutinler ve sabit güven hissi önemlidir. Bu nedenle bu değişimler yavaş yavaş ve bilgilendirilerek yapılmalıdır. Çocuğun bilgisi dahilinde gerçekleşmelidir. Yakın çevredeki insanlarla ilgili değişikliklerde de aynı şekilde çocuğun gelişimi için dikkat edilmelidir. Örneğin büyükanneyle yaşayan çocuğun büyükannesi artık taşınacaksa bunu öncesinde çocuğa nedeniyle beraber anlayacağı dilden söylemek gerekir. Boşanma olaylarında da aynı şey geçerlidir. Çocuğun psikolojik gelişiminde negatif etki oluşturmamak adına boşanmadan sonra ne olacağına dair ve süreçle ilgili anlayacağı dilden bilgiler vermek gerekir.
Travmatik Olaylar
Psikolojik gelişim söz konusu olduğunda bu gelişim dönemini negatif yönde etkileyen en çarpıcı olay çocuğun travmatik durumlara maruz kalmasıdır. Özellikle cinsel istismara maruz kalmak ya da cinsel istismar durumuna tanık olmak çocukta travmatik etki yaratan olaylardandır. Bunun yanı sıra birinin ölümüne gözler önünde şahit olmak da travmatik sayılabilir ve çocuğun psikolojik gelişimini yüksek oranda etkileyebilmektedir. Çocuğun aile fertlerinden birisinin kaybı üzerine çalışılmazsa psikolojik gelişim açısından etkileri ilerleyen dönemlerde görülür. Böyle olaylar gelişimi etkileyecek hassas konular olduğundan dolayı benzeri durumlarda çocuk için psikolojik destek alınması önemle tavsiye edilir.
Çocuklardaki Psikolojik Gelişim: Anne ve Babanın Tutumu
Anne ve babanın çocuğa karşı davranışları çocuğun psikolojik gelişim serüvenine etkisini gösterir. Anne ve baba çocuğa karşı güvenli bağlanmayla beraber onun haklarını ihlal etmeyecek şekilde yaklaşmalıdır. Özellikle çocukları cezalandırmanın psikolojik gelişim açısından ileriki dönemlerde birçok negatif sonuçlar doğurduğuna dair birçok araştırma sonucu bulunmaktadır. Anne babanın tutumu bu noktada cezalandırıcı değil yanlış davranışlara karşı ödül vermeme davranışı sergileyici şekilde olmalıdır. Aynı zamanda ödüllendirme de psikolojik sağlık açısından maddi değil manevi ödüller olmalıdır. Örneğin sinemaya gitmek, parka gitmek, birlikte bir etkinlik yapmak gibi ödüller seçilmelidir. Aksi takdirde çocuk maddiyatla fazla bağ kurarak ileriki hayatında maddiyatı mutluluk olarak görebilir. Farklı konularda bilgilendirici videolara erişmek için aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz.
“Aile ne kadar önemli?” sorusu özellikle çocuk psikolojisi söz konusu olduğunda önemini arttırıyor. Nöroplastisite dediğimiz beynin esnekliği ilk altı yıl daha etkin olduğu bilimsel araştırmalarda gözlemlenmiştir. Yani beyin gelişimi için ilk altı yıl önemlidir. İlk altı yılda aileyle olan iletişimimizin en fazla olduğu dönemdir. Bu dönem ailenin etkisi bizi çok yüksek noktalara taşıyabilecek hassas bir dönemdir. Beynimiz gelişime ve değişime çok açıktır. Bu dönemde çocuklar kolay hasar alabilecekleri gibi kolay güçlendirilebilir ve geliştirilebilirler. Davranış biçimlerinin oturmadığı dış dünyanın yeni tanınmaya başlandığı bu dönemde değişimin gerçekleşmesi daha kolay olacaktır. Bu periyotta aile en çok iletişimde olunan sosyal çevre olduğundan ailenin çocuk psikolojisindeki önemi yadsınamaz.
Çocuk Gelişiminde Aile Ne Kadar Önemli?
Aile ne kadar önemli noktasında beyin araştırmalarının bulgularından da faydalanarak önemini anlayabiliriz. Peki nöroplastisite bu kadar aktifken erken çocukluk döneminde neler yapılmalı bu dönemi ebeveynler nasıl değerlendirmeli? Ailelerin en büyük hatalarından birisi “Çocuksun anlamazsın.” Düşüncesidir. Yetişkinler olarak sıklıkla kullandığımız çocuk gibi ağlama, çocuk gibisin terimleri çocuğa küçümseyici yaklaşımımızı gösterir. Halbuki çocuk sandığımızdan çok daha fazlasıdır. Anlamaz diye yanınızda konuştuklarınızı da anlar, siz içerdeyken konuştuklarınıza kulak kabartarak da dinler. Bazı konularda soru yağmuruna tutuşturduğunda sizi “Sonra anlatırım.” Dediğinizde oyalamış olmazsınız. O sonranın hep gelmesini bekler. Öncelikli olarak çocuk yetiştirirken çocuğun da bir birey olduğunu kabul ederek davranış biçimi sergilemeniz önemlidir.
Ailenin Çocuk Gelişimine Etkisi
Aile ne kadar önemli konusunda ailenin önemini bilen ebeveynler bazen bu konuyu yanlış anlayabilmektedirler. Çocuğu üzmemek adına çoğu şeyi çocuktan saklama eğilimi göstermek bir yanlış aile tutumudur. Çocuk siz sakladıkça daha çok merak edecektir. Önemli olan uygun bir dille anlatılmasıdır. Örneğin konu boşanma gibi zor bir konu olsa bile çocuğun psikolojisi etkilenmesin diye susmak doğru bir davranış biçimi değildir. Bu noktada çocuk psikolojisinde ailenin önemi ve etkisi ailenin bunu paylaşmadan atlatmasıyla alakalı değildir. Tersine ailenin bunu nasıl paylaştığı asıl meseledir. Çünkü siz paylaşmasanız bile çocuk bir terslik olduğunu anlayacaktır. Bunun yerine doğru açıklama dilini kullanmak önemlidir.
Çocuk psikolojisinde aile ne kadar önemli noktasında aileler çocukları terapiye götürmeyi zaman zaman bir ihtiyaç olarak görememektedir. Ya da çocukta büyük bir psikolojik rahatsızlık olmadığını öne sürerek aileler çocukları psikoloğa götürmekten sakınabiliyorlar. Ancak bu basit iletişim sorunlarını ve özellikle boşanma, kardeş, ölüm, cinsellik gibi konular için bir danışana görünmek değerlidir. Uzman görüşleri çocuğunuzun sağlıklı bir gelişim çağından geçmesini sağlayacaktır. Çocuğunuzla ilgili danışmanlık almak için Aba Psikoloji olarak her zaman yanınızdayız. Sayfamızın iletişim kısmından bize ulaşabilirsiniz. Farklı psikoloji konularında bilgilendirici videolara ulaşmak için aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.
Çocuk ve aile iletişimi küçük yaşlarda önem taşıdığı kadar ilerleyen süreçlerde de kişi üzerinde etkisini gösterir. Genelde çocukluk döneminde aileyle olan ilişkinin çocuğun davranışlarına ve karakterine etkisinden söz edilmektedir. Ancak ilerleyen süreçlerde bile kişinin davranışlarının özellikle anne ile olan iletişimden etkilendiğiyle ilgili araştırmalar bulunmaktadır. Yaş arttıkça aileyle evlerin ayrılmasıyla beraber anne ile olan iletişimden sıyrılma yaşandığı düşünülse de hala etkisinin devam ettiğine dair bulgular vardır. Bu hayat boyu etkisi süren iletişimin nasıl olmasının faydalı olacağına dair bazı pratik bilgileri blog yazımızdan edinebilirsiniz.
Çocuk ve aile iletişimi başlangıçtan sağlam bağlarla oluşturulmalıdır. İlerleyen dönemlerde, özellikle ergenlikte çocuğuyla iletişim kurmakta zorlandığını belirten ebeveynlerin çoğu çocuklukta da bazı yanlış bağ kurma yolları denemiş olabilir. Ergenlik dönemi çocuğun kendini tanımaya başladığı ve anne babadan ayrı bir birey olduğunu kavramaya başladığı bağımsızlığı öğrendiği bir dönemdir. Elbette bu dönemde ebeveynle çocuk arasında çatışmalar olacaktır. Ancak çocukla iletişimi güçlü olan aile bu sorunları daha sağlıklı bir şekilde atlatabilmektedirler. Örneğin çocuğun sorunlarını kendiyle paylaşmadığını iddia eden ebeveynlerin () sorunlara yaklaşımıyla ilgili iletişim problemi yaşıyor olmaları muhtemeldir. Ebeveynin iletişim gücü baştan işlevselleştirilirse ergenlik gibi kritik dönemlerde çocuk üzerinde iz bırakıcı sorunlar yaşanma olasılığı azalacaktır.
Çocuk ve Aile İletişimi Nasıl Gerçekleşir?
Çocuk ve aile iletişimi başlarda ailenin ilgisi ve bağ kurma biçimiyle şekillenecektir. Çocuk belli bir döneme kadar konuşamasa bile dış dünyayı ailesiyle, bakım verenleriyle kurduğu iletişime bağlı olarak tanımaya başlayacaktır. Bu dönemde ailenin iletişimi çok önemlidir. Bebeklerin anne karnında bile dış dünyadaki sesleri algılayabildiklerine dair bulgular vardır. Bu nedenle bebeklik döneminde hatta anne karnından itibaren şefkatli konuşmalar ve paylaşımlar yapmak değerli olacaktır. Bebekliğin ilk dönemleri çocuğu olabildiğince yalnız bırakmamak gereklidir. Anne ile olan bağı ilk dönemler çocuğun dünyasıdır. Bu nedenle o bağı zedelememek adına ilk birkaç ay annenin bebekle vaktinin neredeyse tümünü geçirmesi değerli olacaktır. Araştırmalar bebeklerin ilk 8 aya kadar kaybolan objeleri aramadıklarını bulmuştur. Bu bilgiden yola çıkarak 8 aya kadar bebeğin annesinin görebileceği bir yerde olmasının annesinin kaybolduğu korkusu yaşamaması adına faydalı olacağını söyleyebiliriz.
Çocuk ile aile iletişimi için ilerleyen süreçte farklı bir tutum sergilenmelidir. 6-24 aylık dönemde çocuğun bakım verenlerle olan bağı iyice şekillenmeye başlayacaktır. Bu dönemde çocukta ayrılık kaygısının oluşması olması beklenen bir şeydir. Bu bakım verenle doğru bir bağlanma içerisinde olduğunu gösterir. Ancak bu dönemde özellikle 8. Aydan sonra annenin çocuğu alıştıracak şekilde çocuğa “Ben birazdan geleceğim.” diyerek birkaç dakikalığına başka bir odaya gidip gelmesinde sakınca yoktur. Hatta sağlıklı bağlanma adına etkili olacaktır. Çocuğun sizin belirtmenizle beraber geri geldiğinizi görmesi güven duygusunu pekiştirecektir
ve zamanla sizin ortadan kaybolmanıza dair kaygıları sağlıklı oranda azalacaktır. Çocuğun tamamen bağımsız olup sizin yokluğunuzda hiç endişelenmemesi de beklenen ve istenen bir şey değildir. Doğru iletişim yoluyla bunu dengelemek önemlidir. Gidileceği zaman ne zaman dönüleceği bilgisiyle beraber belirtilmesi en sağlıklısı olacaktır.
Bu Konuda Nelere Dikkat Edilmelidir?
Çocuk ve aile iletişimi çocuğun algısının artmasıyla sözel iletişim yönüne doğru kayar. Sözel iletişimin ilk dönemleri söylenilen şeyler ve açıklamalar elzemdir. Çocuklar yeni konuşmayı öğrenecekleri dönemler dikkat kesilirler ve her duyduklarını kaydederler diyebiliriz. Bu nedenle ilk konuşma dönemleri sadece çocukla konuşmalarınız değil onun yanındayken başkalarıyla olan konuşmalarınız da kıymetlidir. Bunlara da dikkat edilmelidir. Genel hatlarıyla her yaşta çocuğa yapabilecekleri göz önünde bulundurularak özgürlük alanı tanınmalıdır. Algısı geliştikçe hem özgüveni açısından hem de kendinin bir birey olduğunu anlaması adına bazı yaşına uygun kararları vermesi için ona izin verilmeli ve fikri sorulmalıdır. Bu çocukluktaki aile ile olan pozitif etkili iletişimin izleri yetişkinlik dönemindeki özgüvene ve sosyal yeterliliğe yansıyacaktır.