İnsan beyni diğer canlılardan farklı olarak düşündüğünü bilen ve hatta düşündüğünü düşünebilen bir yapıya sahiptir. Ön lobumuz, prefrontal korteksimiz, gelişmiş olduğundan dolayı biz insanların kendimizle ve etrafımızla ilgili farkındalığımız oldukça yüksektir. Fakat “Bu farkındalık nasıl daha verimli hale getirilebilir? Aslında farkındalık ne demektir?” üzerine düşünülmesi gerekir. Düşünülmediği ya da yanlış anlaşıldığı taktirde farkındalık hali verimliliğini kaybeder.

Aslında farkındalık değil, “bilinçli farkındalık” durumu insana iyi gelecek olan uygulamadır. İngilizce “mindfulness” olarak bilinen bilinçli farkındalık yanlış anlaşılmaya müsait bir kavramdır. Daha önce “Mindfulness Nedir?” adlı blog yazımızda mindfulness kavramından bahsetmiştik. Farkındalık kavramı genelde anda kalmak terimiyle bütünleştirilmiştir. Fakat bilinçli farkındalık sadece bundan ibaret değildir. Şimdi ve burada yaşadığın deneyimi eleştirmeden, yargısız kabul ederek deneyimin tadını çıkarabilmektir. Deneyimlerimizden ders çıkarmaktan tutun kendimizi daha iyi anlayabilmeye, kendimize ve etrafımıza merhamet göstermeye kadar birçok faydası var. Kısaca bilinçli farkındalık hayatlarımızı daha verimli geçirmemize ve iç huzurumuzu yakalamamıza katkı sağlar.

Bilinçli Farkındalık Faydaları

1.     Deneyimlerimizden Ders Çıkarmamızı Sağlar

Yaşadığımız deneyimlerden ders çıkarabildiğimiz müddetçe benzer hataları yapmayı bırakırız. Bilinçli farkındalık yalnızca hoşa giden deneyimleri gözden geçirmek değil hoşumuza gitmeyen deneyimleri de gözden geçirmemizi sağlar. Bu sebepten ötürü, hayatında bilinçli farkındalığı uygulayabilen kişiler hatalarının sebepleri üzerinde yoğunlaşarak kendilerini geliştirme yolunda büyük adımlar atarlar.

2.     Kabullenmeyi Kolaylaştırır

İnsanın uygulamada en çok zorlandığı şeylerden birisi olumsuzlukları kabullenmektir. Bilinçli farkındalık bize kötü deneyimlerimizi ortadan kaldırmaktan ziyade onların farkında olmamızı öğretir. Farkında olarak kabullenmemizi ve olumsuz olarak nitelendirilen deneyimlerimizi aşmamızı sağlayan bir uygulamadır. Kısacası olumsuzlukları engellemek mümkün değil. Hayatta pozitifliklerle beraber negatifliklerin de var olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bilinçli farkındalık uygulaması sayesinde kişiler negatif deneyimlerine daha kolay kabullenici ve ders çıkarıcı yaklaşımlarda bulunabiliyorlar.

3.     Duygularımızı ve Kendimizi Anlamayı Kolaylaştırır

Duygularımızı ve kendimizi anlamamız diğer canlılardan farklı olarak insani olarak ihtiyacımızdır. Hem kendimiz ve etrafımız için merhamet göstermemizi kolaylaştırır hem de kendimizle ilgili değişimi ve gelişimi sağlamamız adına gereklidir. Acısıyla tatlısıyla şuan yaşadığınız deneyimi eğer fark edebilirsek kendimizin ne hissettiğini ve duygularımızı daha rahat çözümleyebiliriz. Bilinçli farkındalığın temelinde de şuan yaşanan duygularımızı anlayabilmek ve kabul edebilmek vardır. Bu nedenle bilinçli farkındalık duygularımızı anlama ihtiyacımızı giderecek bir uygulamadır.

4.     Stresi ve Kaygıyı Azaltır

Şimdi, şuan burada yaşanılan deneyimleri kabullenmek stresi ve kaygıyı azaltacaktır. Stres ve kaygı gelecek ya da geçmiş odaklıdır. Ya geçmişte yaşanılan bir olay sizi hala huzursuz etmektedir ya da henüz yaşanmamış bir olayla ilgili kötü düşüncelere sahipsinizdir stresliyken. Bilinçli farkında olma hali yaşadığınız deneyimleri kabul ederek ana odaklanmanızı sağladığı için zihninizi gelecek yerine şimdiye aktarmanızı kolaylaştıracaktır. Acı da olsa deneyimlerin yaşanması gerektiğini yargısız kabul etmeyi sağlayan bilinçli farkında olma hali kötü olarak nitelendirilen deneyimlerden etkilenme oranınızı düşürecektir. Bu uygulama deneyimleri iyi ya da kötü olarak nitelendirmek yerine nötr olarak nitelendirmeyi sağlayacaktır. Bundan dolayı kötü olarak nitelendirilen deneyimlerin sizi sarsacak biçimde etkileme oranı azalarak gereğinden fazla stres ve kaygınız ortadan kalkacaktır.

Bilinçli Farkındalık Nasıl Sağlanır?

İnsan deneyimlerinin bir bütünüdür. Bizi rahatsız eden olaylar tıpkı güzel deneyimlerimiz gibi bizim şimdimizi oluşturur. Davranışlarımız geçmişin izlerini taşır. Bu sebepten ötürü deneyimlerimizin üzerinde bilinçli farkında olma hali ile düşünmemiz iyi gelecektir. Korkular, güvensizlikler, üzüntüler elbette yaşanacaktır. Önemli olan bu duyguların farkında olup onları akıtabilmek ve yolumuza devam edebilmektir. Yargısız kendimizi gözlemleyebilmektir. Bunun tek yolu meditasyon yapmak olarak görülebilir çoğu kişi tarafından ama aslında öyle değil. Her bireyin kendini ve duygularını yansıtma biçimi farklıdır.

Daha kompleks bir zihne sahip bir bireyseniz deneyimlerinizi kağıda akıtmak iyi gelebilir. Fiziksel aktiviteler duygularınızı anlamanıza ve yansıtmanıza daha iyi geliyor olabilir. Bu durumda dans etmek ya da farkındalıklı yürüyüş yapmak bilinçli farkındalık uygulama biçiminiz haline gelebilir. Kendinize iyi gelen duygularınızı yargısız gözlemlemenizi sağlayan ve vücudunuzu ana odaklayabildiğiniz aktiviteyi bulmanız gereklidir. Ardından onu uygularken anın acısıyla tatlısıyla tadını çıkarmak bilinçli farkındalık uyguladığınız anlamına gelir.

Read More

Sınav kaygısı neden olur ve niçin bu sıkıntıyı çekeriz bunun sebebini bulmamamız gerekir. Çünkü bu kaygı her öğrencide farklı olur. Sınav sırasında ya da öncesinde olan kaygı insanların başarıya giderken ankistelerin artması sonucu tam anlamı ile sınav kağıdına başarılarını yansıtamaması olarak tanımlanabilir.

Kimi öğrenciler çok mükemmeliyetçi olduğu için kaygısı artar, bir başka öğrencinin dersi iyi çalışamaması sonucu kaygısı artar, bazı öğrenciler özgüven sorunu yaşadığı için kaygılanabiliyor, bir başka öğrencide büyük bir beklentiye girdiği için kaygılanabiliyor.

Kaygı aynı zamanda insanın farkına varamadığı, tanımlayamadığı şekilde gerçek anlamda ellerinin titremesine, konsantrasyonun bozulması dürtüleşmesi ve aynı zamanda görme sıkıntısı, duyma sıkıntısı yaşayacak kadar heyecanlanması, tuvaletinin gelmesi, terlemesi gibi sebeplere yol açabilecek bir psikolojik durum durumdur.

İnsanlar bu durumu ne kadar hazır olursa olsunlar o duygu durumu içinde aşırı baskı altına girdiğinizde hissettiğiniz konulardan bir tanesi olarak karşımıza çıkmakta.

Sınav Kaygısı ve Zaman

Özellikle kaygı tanımı zaman baskısı devreye girdiğinde daha tavan yapabiliyor. Normal bir kaygıya sahip olan bir insan bile yapacağı iş için bir zaman kısıtlaması geldiğinde kaygısı artabiliyor. Bu yüzden kaygı ekosistem ile alakalı bulunan şartların değişmesinin sonucu olarak belli bir neticede kaygı artabilir.

Sınav Kaygısı Oluşturan Diğer Faktörler

Öğrenciler sınav kaygısı konusunda zamanın yanı sıra pek çok sebepten dolayı sıkıntı yaşayabilirler. Bunun çok fazla örnek verilebilir. Örneğin, öğrencilerin kaygısını artıran etkenlerden bir tanesi sınav sırasında takıldıkları bir durum olabilir.

Dışardan dikkatlerini çeken bir sese takılmaları öğrencilerin sınav sırasında kaygısını arttırmaya sebep olabilir. Bunun yanı sıra sıranın gıcırdaması ya da sınav sırasında bir kişinin öksürmesi ya da farklı bir ses çıkarması öğrencilerin kaygısını arttıracak bir etken olabilir.

Bu durumlar Nöropsikolojik anlamda açıklanabilir. İnsan beyni belli bir şekilde belirli bir noktada ya da olayda aşırı derecede risk gördüğü zaman devreye girmekte. Bu da sizin kendinize zarar vereceğini düşündüğü için yaşadığınız durumun fiziksel, duygusal ya da zihinsel anlamda bir problem hissettiği için sizin sakinliğinizi sakinleştirmeye çalışıyor.

Bu sakinleştirme sırasında ise vücutta titreme, terleme ve göz bulantısı gibi durumlar ortaya çıkıyor. Aslında beyin kendini sürdürülebilir kılmak için sizi kendi sistemine devam ettirecek farklı belirtiler göstererek bulunduğunuz ortamda yarattığınız psikolojik ortamdan çıkarmaya çalışmış oluyor.

Ama tabi ki bu durum aslında insanların tamamen iyiliği için yapılmış bir durumda olsa o gün o sınav anında insanlara çok farklılıklar yaşatabiliyor. Yani beyin o koşulda sınavı anlamıyor ve sınava göre hareket etmiyor.

Kaygı İle Alakalı Yapılan Çalışmalar

Bu yüzden sınav da oluşan kaygıyı değil öğrenciler üzerinde sınav kaygısı nedenleri üzerinde çalışmalar yapılıp onun iyileştirilmesi üzerine çalışmalar yapılmakta. Aba Psikoloji çalışanları ve bu konudaki uzmanları bu konuda 2 adet önemli çalışma yapmış durumda.

Bunlardan birincisi sınav sırasında oluşan sınav kaygısı ile ilgili öğrencinin kendisinin güçlenmesi için çalışmalar yapılmakta. Bu çalışma kaygı konusunda oldukça önemli bir nokta. Böylelikle öğrencilerin ya da kaygı yaşayan kişilerin direncini arttırmak konusunda önemli.

Bu konuda 21. yüzyılda kullanılan en büyük ve en önemli tanımlardan bir tanesi çevik ve hemen kavrayan öğrenici. Bu durum göz önüne alınarak Aba Psikoloji uzmanları öğrencinin neyi ne şekilde öğreneceği üzerine bilgilerini arttırmakta.

Bu yaparken de öğrencinin fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel anlamda inanç bedenini, özgüvenini destekleyici eğitimler vermekte. Bu süreç içerisinde bunun değerlendirilmesini yaparken nedenlerini bulup o ekosistem içerisindeki belirli sıkıntıları dengeleyici bir eğitim anlayışı belirlemiş oluyorlar.

Bu sıkıntılar ailenin getirdiği, okul ile ilgili, arkadaşlar ile ilgili olabilir ve rekabetin getirdiği sıkıntılar olabilir. Bu yüzden oldukça önemli olabilecek noktalar olabilir. Bu önemli noktalar sıradan bırakılmaması lazım.

Kaygı, Özgüven ve Matematik

Oldukça önemli ve oldukça net bir konuda bu durumda belirtilmelidir. Kaygı ile alakalı alınan destek onlarca matematik dersi için alınan destekten oldukça önemli. Neden matematik derseniz, matematik dersinde bu durum oldukça karşılaşılan bir durum.

Öğrencinin eğer özgüveni eksik ise matematik bu öğrenciyi direk olarak etkiliyor. Bu durumlardaki dengeleri korumak ve nöropsikoloji anlamda bu öğrencilerin başarısını arttırmak anlamında kıymetli ve özel gösterilerek yapılacak bir çalışma olarak dikkat çekiyor.

Ayrıca sınavdan önceki birkaç aylık süreç sınav kaygısı ile alakalı çalışma yapmak için oldukça önemli bir zaman. Daha erken yapılması daha iyi sonuçlar tabi ki doğurabilir. Fakat sınava kısa bir süre kala bu çalışmaların yapılması biraz geç olabilir ve buna göre sonuçlar doğurabilir.

Aba Psikoloji resmi İnternet ve YouTube kanalında bu konular ile ilgili daha derin ve çok daha önemli bilgilere ulaşmanız mümkün.

Read More

Anaokulu ve ilkokul dönemleri çocuklar için oldukça önemli zamanlardır. Okul öncesinde bazı veliler okul seçimlerinde, yuvada, ilkokul seçimlerinde psikolojik danışmanlara ve alanında uzman kişilere oldukça fazla başvurmaktadır.

Başvurma sebeplerinden bir tanesi yuvadan sonra hangi ilkokulu seçmeliyiz ya da LGS sisteminde girdikten sonra puana göre hangi liseyi seçeyim gibi oldukça önemli konularda danışma ihtiyacı duymaktalar.

Burada LGS öğrencilerine ayrı bir parantez açmak gerekir. Mutlaka LGS öğrencilerinin uzun vadede iyi planlama yapmak için okul seçimlerinde LGS süreçlerinde mutlaka uzmanlara danışmaları gerekiyor. Çünkü liseye yerleşikten sonra doktorayı da dahil ettiğimiz zaman önlerinde 10 yıllık bir okul dönemi olmaktadır.

Aba Psikoloji danışmanları her yıl 10 binden fazla öğrenciye sınav sonrası yerleşim için yardım etmektedir. Bu konuda Aba Psikoloji içinde oldukça gelişmiş ve yararlı bir sistem bulunmaktadır.

Doğru Anaokulu ve İlkokul Seçimi

Aba Psikoloji uzmanlarına her yıl pek çok kişi doğru yuvayı ve doğru ilköğretimi seçmek için başvurular yaparak danışmanlık istemektedir. Anaokulu ve ilkokul seçimi çocukların hayatlarının sonraki aşamalarını doğru şekillendirmek için oldukça önemli bir seçimdir.

Bu konuda en önemli noktalardan bir tanesi bazen öğrencilerin LGS sınavı gibi bir sınavı önceden baş edemeyeceğini ön görerek o öğrenciye LGS sistemi içerisinde K12 diye adlandırılan okullara yönlendirmek olabiliyor.

K12 ilkokul, ortaokul ve lise geçişi direkt olan okullara verilen bir isimdir. Bu tarz okulların sayısı ilk başlarda ülkemizde oldukça az olsa da son yıllarda ülkemizde K12 okulları oldukça artmış durumda. Bu okullar ailelerin maddi imkanlarına göre değerlendirilmiş okullardır.

Bu anlamda da öğrencinin kişisel, fiziksel, duygusal, zihinsel gelimine göre ve ailenin maddi durumuna göre öğrenciler için doğru bir strateji Aba Psikoloji danışmanları ve uzmanları tarafından oluşturulmaktadır. Doğru bir strateji çocukların gelişiminde oldukça önemli bir rol oynar.

Çünkü aile elindeki maddi imkanlarını ne kadar geç kullanırsa o kadar etkili olmaktadır. Aba Psikoloji içerisinde yer alan ve bu alanda uzman olan Prof. Dr. Gamze Sart bu konuda uzun süreli analizlerini ve araştırmalarını yapan bir öğretmendir.

0 – 3 Yaş En Önemli Eğitim

Prof. Dr. Gamze Sart gibi pek çok alanında uzman öğretmenlerin yaptığı araştırmalar bizlere en önemli eğitim yaş aralığının 0 ve 3 yaş arası eğitim olduğunu göstermektedir. Çocukların o yaş aralığında anneleri ile olan ilişkileri oldukça önemli bir etkiye sahiptir.

3 yaşından sonra yuva eğitimi alıyor olmaları ve hemen ardından da ilkokul dönemleri oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Yani 4 ve 8 yaş aralığında öz güven, kendini ezik hissetmemesi gibi konuların yanı sıra matematik ve fen alanlarındaki yetkinliklerini artık olarak geliştirileceği bir dönem olarak dikkat çekiyor.

Daha sonra da üniversiteye geçmeden önceki dönem olan lise dönemi oldukça önemli bir nokta olmaktadır. Özellikle ilk dört yılda çocuklar okumayı, disiplini gibi konuları öğreniyor. Fakat 8. sınıfa kadar olan dönem ilk dört yıl ki eğitimden biraz ayrılmakta.

Ortaokul Döneminin Psikolojiye Etkisi

Anaokulu ve ilkokul döneminden sonra gelen ortaokul dönemi için çocuklarda farklı bir etkiye sahiptir. Çünkü yapılan pek çok psikolojik testler öğrencilerin 5. ya da 6. bir hocadan arkadaş nedeniyle yaşadığı bir travma matematiğe karşı soğumasına, matematik zekası olmasına rağmen uzaklaştığı görülmektedir.

Bu travmaların neredeyse tamamı hep ortaokul dönemine denk gelmektedir. Bu yüzden ortaokul dönemi gerçek anlamda öğrencinin tam savunma mekanizmalarının da olduğu bir dönem olduğu için hem kız hem de erkek çocukların güçlü olmalarının sağlandığı dönemdir.

Bu kritik dönem içerisinde ayrıca bir LGS sınavı olmaktadır. Aba Psikoloji uzmanları bu dönemde LGS sınavını psikolojik anlamda sadece çocukların entelektüel olarak büyümesi için değil aynı zamanda gençlerin duygusal anlamda toplumda etkili olmaları için çalışmalarına önem ve özen göstermektedir.

Pisa Raporları

Bahsettiğimiz bu bilgilerden yola çıkarak Pisa raporlarının neden anaokulu ve ilkokul döneminde değil de bu dönemde alındığını anlayabilirsiniz. OECD ( Organisation for Economic Co – operation and Development) yani Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ülkelerin Pisa raporlarını inceleyerek aslında o jenerasyonun 10, 20, 40, 50, 70 hatta 80 yıllık potansiyellerini de öngörüş olarak görebilir.

Eğer ortaokul döneminde öğrencilerin özgüvenini kırılırsa o çocuk kendi potansiyeli çerçevesinde kendini geliştiremez. Kız ya da erkek çocuğu fark etmeksizin çocuklar her zaman potansiyellerinin altında kalırlar.

Anaokulu ve İlkokul Dönemi: Anne ve Babaların Dikkat Etmesi Gerekenler

Çocukların anaokulu ve ilkokul döneminden ziyade ortaokul dönemi için anne ve babalar bazı noktalara dikkat etmelidirler. LGS başarısı için değil yaşamdaki ve hayattaki duruşları için daha çok önem vermemeliler.

Gençleri ve çocukları bu konularda kırmaktan uzak durmalılar. Anne ve babalar bu zamanlarda çocuklarını desteklemeli, cesaretlendirmeli ve dirençlerini güçlendirmeliler. Aileler çocuklarına hayat başarısını, hayattaki özgüvenlerini ve hayattaki özsaygılarını şekillendirmek için yatırım yapmalılar.

Anaokulu ve İlkokul Dönemi: Çocuklar İçin Öğretmen

Anaokuluna yeni başlayan çocuğa öğretmen nasıl davranmalı sorusu çok merak edilen bir konudur. Anaokulu ve ilkokul döneminin yanı sıra özellikle ortaokul öğretmenleri gibi tüm öğretmenler öğrencilerine destek vermeli ve cesaretlendirmelidir.

Öğretmenler çocukların her yaş döneminde karşılarına çıkan kişiler olarak olumlu gelişim süreci geçirmesi ve başarılı bir hayat için oldukça önemli etkiye sahip kişilerdir. Öğretmenlerin hangi dönem olursa olsun çocuklara eğitim verirken bu konulara dikkat etmeleri gerekmektedir.

Çocukların Başarısı İçin Ailelerin Desteği

Çocukların başarılı olması için sadece anaokulu ya da ortaokul dönemleri arasındaki dönemlerde ailelerin destek almaları önemli değil. Ayrıca YKS, TYT gibi sınavlara girecek öğrenciler ya da SAT gibi sınavlara girecek olan öğrencilere de aileleri aynı şekilde destek olacak şekilde yaklaşmalıdır.

Yapılan araştırmalar ve çalışmalar zaten hem okul hem de hayatta başarılı olan öğrencilerin arkasında anne ve babalar olduğunu göstermektedir. Bu anlamda okul sistemleri içerisinde anne ve baba desteğini alan gençler çok daha hızlı bir şekilde büyüdükleri görülmektedir.

Sınav Başarısı Her Şeyin Ölçüsü Değildir

Sınav başarısı ya da başarısızlığı çocuklarınız konusunda her konuda sizlere tüm noktaları göstermez. Sınavlar gençlerin ya da çocukların hayatında başarılı olacağını veya olamayacağını belirleyen unsurlar değildir.

İnsanlar bir sınavdan çok daha değerli ve kıymetlidir. Google çağında ezbere dayalı değil gerçekten araştıran sorgulayan, kritik düşünen, yaratıcı, inovasyonu açık, iletişimi doğru yapan kendini anlatan sistemler içerisinde bulunmamız lazım.

Anaokulu ve İlkokul döneminin yanı sıra her yaştan çocuklar için merak edilen ve bilgi almak istediğiniz konular için Aba Psikoloji resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca bu konular hakkındaki öğretici bilgiler için ise Aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

Zihinsel sağlık insan sağlığına ciddi anlamda etki eden bir olgudur. Ne ve nasıl sorularının neden sorusundan farkını düşünmüş müydünüz hiç? İnsan düşüncelerine yolculuk yaptığında bir takım sorulara cevap vermeye çalışır. Sorularımızı birbirinden farklı soru anlamı taşıyan kelimelerle oluşturmak mümkündür. Ne, neden, nasıl, mi, mu vb. gibi kelimelerle kurulmuş soruların hiç birbirinden farklılık gösterdiğini fark etmiş miydiniz?

Hepsinin aradığı cevap farklıdır. Peki size eğer bu sorulardan bazılarının bize diğerlerine göre daha iyi geldiğini söyleseydik ne düşünürdünüz? Psikoloji alanında “ne” ve “nasıl” sorularını sormanın zihinsel sağlığımıza “neden” gibi sebep arayan soruları sormamızdan daha iyi geldiği tespit edilmiştir.

Zihinsel Sağlık: Ne ve Nasıl Sorularının Neden Sorusundan Farkı

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” da bilinçli farkındalığı tanımlamış ve faydalarından bahsetmiştik. Bilinçli farkındalık uygulamasının temelinde de kişiler neden sorusu yerine kendilerine daha çok ne ve nasıl sorularını sorarlar.

  • Nasıl ve ne hissediyorsun?”
  • “Neden böyle hissediyorsun?”

Bu iki soru arasındaki farka odaklandığımızda nasıl ve ne sorularının cevabı  “Kötü hissediyorum” gibi negatif duygular içerebilir. Fakat duyguyu olduğu gibi kabul edersiniz. Ne hissettiğinizi itiraf etmiş olur ve rahatlarsınız. Öte yandan eğer neden böyle hissedildiğine odaklanılırsa kişi sorgulamaya başlar. Neden sorusu kişiye kötü hissettiğinde bunu yaşama özgürlüğü vermez aksine kişiyi kısıtlar. Neden kötü hissettiği ön plana çıktığında kişi kötü hissetmemesi gerektiğini ya da altında yatan nedeni ortadan kaldırması gerektiğini düşünebiliyor. Sanki insan hep mutlu olması gerekirmiş izlenimi verebiliyor kötü hissettiğimizde bize sebebini sorgulatan sorular. Fakat aslında yaşadığımız kötü deneyimleri, olumsuz hisleri de iyileri gibi kabul etmek oldukça değerli ve akıl sağlığımız için önemlidir.

Bunun dışında nasıl sorusu yerine neden sorusu kulağa her zaman ofansif gelecektir. Hepimize aşina gelecek ki soru cümlesinden bunu daha rahat açıklayabiliriz.

  • “Neden böyle düşünüyorsun ki?”
  • “Neden böyle hissettin ki?”

Bu soru cümleleri hepimize benzeri hisleri hissettirir. Sanki öyle hissetmememiz gerekirmişçesine kurulan cümleler… Öyle hissetmemiz için ortada bir neden yokmuşçasına kurulan cümlelerdir bunlar. Yani biri bize davranışlarımızın ya da duygularımızın nedenini sorduğunda kendimizi zan altında hissedebiliyoruz. Neden ve niçin soruları sorgulayıcı sorulardır. Baskı altında hissettirme olasılıkları çok yüksektir.

Ne ve Nasıl Sorularının İyileştirici Gücü

Kendi içsel dünyamızda da aslında kendimize sorular sorarız. Bu soruların da niteliği hayat kalitemizi etkilemektedir. Örneğin düşünün ki sürekli kendinizin ve başkalarının duygularının, davranışlarının nedenlerini sorguluyorsunuz. Aslında farkında olmadan kendinizi yargılıyorsunuz. “Keşke böyle yapmasaydım, yapmasaydı.” düşüncesi de bu sorgulamanın sonucunda doğar. Kötü ya da yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışların nedenine inersek yaşananları reddetme eğilimi gösterebiliriz. Ne yazık ki yaşanan bir şeyi değiştiremeyiz. Bunun yerine kendimize ne ve nasıl hissettiğimizi sormamız bize rahat bir alan sağlar. Yaşananları kabul etmemizi kolaylaştırır. Negatif duyguları yaşama özgürlüğü vererek içimizi dökmemizi kolaylaştırır. Duygular yaşandıktan sonra rutinimize daha rahat geri dönebiliriz. Nasıl sorusu sayesinde negatif düşünce ve olaylara takılmadan hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürmemiz kolaylaşır.

Read More

Psikolojik hastalıklar fiziksel rahatsızlıklardan farklı olarak belirlenmesi ve sınıflandırılması oldukça zordur. Tıpta fiziksel bir problemle karşı karşıya kalındığında semptomlardan ve fiziksel buluntulardan net bir sonuca varılabilir. Ancak psikolojik problemler söz konusu olduğunda problemi analiz edip, tespit etmek göründüğü kadar kolay değildir. O halde psikologlar ve psikiyatrlar nasıl danışanlarının problemlerini sınıflandırıyorlar? Bunun için dünya çapında kullanılan DSM-5 Türkçesi “Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı” kullanılmaktadır.  10 yıldan uzun süredir kullanılan el kitabı birçok uzmanın iş birliğiyle derin araştırmalar sonucu oluşturulmuştur. Bu blog yazımızda psikolojik hastalıkları nasıl sınıflandırdığımızdan daha ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğiz.

Psikolojik Hastalık Tespit Etmek

Yukarıda da söz ettiğimiz gibi bir doktor fiziki durumunuza bakarak dizinizdeki problemi anlayabilir. Fakat psikolojik hastalıklar söz konusu olunca olay bambaşkadır. Bir psikolog ya da psikiyatr probleminizi anlayabilmek için sizi birden fazla defa görmeye ihtiyaç duyar. Çünkü problemler gözle görülür kadar açık değildir. Doğru tespit zaman alabilir. Bir süreliğine hastalık tespiti için gözlem, çeşitli testler ve yakınlardan bilgi edinmek gibi uygulamalar yoluyla kişinin problemi saptanır. Uzun soluklu gözlemler ve semptom analizlerinden yola çıkılarak ardından tedaviye geçilebilir.  DSM-5 belli kriterler yoluyla kişilerin psikolojik rahatsızlıklarını analiz ve tespit etmek için kolaylık sağlar.

Psikolojik Hastalıklar İçin Sınıflandırma

Sınıflandırmalar genel başlık ve alt başlıklar halinde seyretmektedir. Genel başlıklar birkaç psikolojik rahatsızlığın ortak ve hatta ana semptomlarının aynı olmasından ortaya çıkar. Örneğin beslenme ve yeme bozuklukları, bir genel başlıktır. Bu başlığın altında beslenme ve yemeyle ilgili birbirinden farklı psikolojik hastalık yer almaktadır. Bir yandan tıkınırcasına yeme bozukluğu adı verilen yemek konusunda kendini durduramayanlarda ortaya çıkan rahatsızlıkta bu bölüme girer. Diğer yandan anorexia nervosa adı verilen çok zayıf olunduğu halde kendini olduğundan kilolu görme eğilimine dayalı rahatsızlık da bu gruba girmektedir. Bu iki rahatsızlığın ortak özelliği ikisinin de yemeyle ilgili problemlere dayalı olmasıdır. Sınıflandırılırken de beslenme ve yeme bozuklukları alt kategorisine girmektedirler.

Psikolojik Hastalık Tedavisinde Sınıflandırmanın Gerekliliği

Tedavi sürecine geçilmeden önce doğru sınıflandırma yapmak mühim bir meseledir. Doğru sınıflandırma yapılmadığı taktirde çözüme gidilen yol uzatılmış olur. Psikolojik hastalık kişinin duygu durumuyla bağlantılı olduğundan ötürü tedavide verim almak danışanların tedaviye devam etmesi için motive edici niteliktedir. Verim alamayan danışanlar çaresiz hissederek tedavilerini yarıda bırakabilir. Bundan dolayı sınıflandırma süreci titizlikle yapılmalıdır. Problemi tespit etmeden çözmek pek mümkün değildir.

 

Read More

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” yazımızda ayrıntılı olarak açıkladığımız bilinçli farkındalık hali insan beyni için değerli bir kavramdır. Farkındalık söz konusu olduğunda diğer primat ve canlılardan ayrılır insan. Diğer hayvanlardan farklı olarak yaptıkları eylemlerin ve yaşadıkların izidir insan. Diğer canlılar da bir insan gibi geçmiş deneyimlerinden faydalanarak hareket ederler. Fakat insan bu geçmiş deneyimlerinin bilinci içerisindedir. Bilinç insanı diğer canlılardan ayıran en temel farklılıklardan biridir. Bilincimize dair farkındalığımız düşük olduğunda da insan beynini yönetmek zorlaşır. Bundandır ki bilinçli farkındalık uygulaması insan beyni için bir besin niteliğindedir.

Primitif Beyin ve İnsanın Sahip Olduğu Beyin

Primitif ilkel anlamına gelmektedir. Yaşama içgüdüsünü sağlayan, yaşam fonksiyonlarını sürdürmek için gerekli içgüdülerimiz primitif beyine bağlıdır.  Her canlıda bulunan beynimizin  “amigdala” adı verilen bölgesi bu içgüdümüzü oluşturur. Tehlikeden kaçmakla bağlantılı bölge hayata dair risk yaşadığımızda canlıları korumak adına aniden aktive olur. Korku ve endişe hali bu bölgenin aktive olmasıyla oluşur. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insan beyni bilinciyle beraber yaşadığı deneyimi tekrar düşünerek tekrardan stres ve kaygı güdebilir.

Örneğin doğada bir kaplanın bir ceylanı yakalayamadığı durumu hayal edin. Sonraki gün kaplanın “Bugün ben bir daha ava çıkmayacağım çünkü dünkü ceylanı yakalayamadım. Kesin yine yakalayamayacağım.” diye düşünmesi imkansızdır. Fakat aksine insan başarısız olduğunda ya da geçmişteki endişesinden ötürü bunu düşüncesine getirerek “bilinçli” olarak eylemlerinden kaçınabilir. İnsan beyni farklı olarak frontal bölge dediğimiz beynin ön bölgesini aktif kullanabilir ve bu bölge gelişmiş bir bölgedir. Farkındalık dediğimiz kavram ise bu bölgeden ötürü ortaya çıkar. Biz insanlar dünün bugünün ve yarının farkında olarak yaşarız. Bunun getirisi olarak da farkındalığımızı sağlıklı bir şekilde yönetebilmemiz hayat kalitemizi yüksek oranda etkiler. Beynin sağlıklı yönetilmesinin de bilinçli farkındalık uygulamalarıyla mümkün olduğu düşünülmektedir.

İnsan Beyni için Bilinçli Farkındalık

İnsan dünü bugünü ve yarını biliyorsa bugüne zarar vermeden dünü ve yarını yanında taşıyabilmelidir. Anda kalmak adı verilen bilinçli farkındalığın temel uygulamalarından birisi yanlış anlaşılabilmektedir. Anda kalmak geçmişi ya da yarını tamamen ortadan kaldırmak ve şuan yaptığınız eyleme odaklanmak değildir. İnsan beyni şuana odaklanırken elbette dünü ve yarını yanında taşıyacaktır. Önemli olan geçmişi ve geleceği unutmak değildir. Geçmişin ve geleceğin endişesini sırtımızda taşımamaktır. Bunun için de bilinçli farkındalık faydalı olacaktır.

Örneğin; ölüm korkusu üzerine düşünelim. İnsan ölümün varlığının farkındayken diğer canlılarsa sadece içgüdüsel olarak ölüm tehlikesinden kaçmaktadır. Düşünce olarak ise bazı insanlar ölüm korkusunu sürekli hayatının her anında yaşarken diğerleri yaşamazlar. Peki bu insanları birbirlerinden ayıran şey nedir? Aslına bakarsanız gelecekteki bu sonu değiştiremeyiz. Ne zaman başımıza geleceğini de bilemeyiz. Halbuki yaşadığımız ana odaklandığımız zaman ölümün varlığını düşünmeden hayattan zevk alabiliriz. Bu noktada bilinçli farkındalık uygulamalarıyla gelecekle ilgili bir negatif olayın farkında olup daha yaşanmadan endişe ve kaygı duymamız engellenebilir.

Özetle burada bilinçli farkındalık olarak değinilen geleceği tamamen unutmak değildir. Gelecekteki ya da geçmişte yaşanmış bir endişeyi şuana taşımamaktır. Gerektiğinde endişeyi tetikleyen beynin amigdala bölgesi yerine mantığımızı yani frontal bölgeyi devreye sokabilmektir. Bilinçli farkındalığın da geçmişi ve dünü dikkate alarak anda kalma metoduyla insan beyni için faydalı olduğu düşünülmektedir.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Eylemlerimizin bilinçli bir şekilde farkında olarak değişim yaratabilir miyiz? Yaptığımız çoğu eylemin farkında bile değiliz. Günlük hayatımız rutinlerden oluşmakta ve eylemler otomatiğe bağladığında düşünülmeden yapılmaktadır. Düşünmediğimiz zamanlar ise yaptığımız eylemler amacını kaybedebilmektedir. “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” blog yazımızda bilinçli farkındalığın faydalarına da değinmiştik. Psikoloji ve nöroloji alanında yapılan son araştırmalar ise bilinçli farkındalığın büyük bir faydasını daha tespit etmiştir. Bilinçli farkındalığın beyinde yüksek oranda pozitif değişim yarattığı saptanmıştır.

Beyini Dinlendirerek Değişim

Dinlendiğimizi zannettiğimiz çoğu an aslında dinlenemiyoruz. Tatile çıkıp dinlenemeden döndüğünüz anları anımsayın. Sizce bu neden oluyor? Basitçe beyninizi dinlenme noktasına getirmekte zorlanıyorsunuz. Çoğu zaman tatile gitmemiz gerektiği için gidiyoruz. Dinlenmeyi bir zorunluluk olarak görüyoruz. Günümüzde tatil anlayışı yapay bir şekilde oluşturulmuş konseptlerden ibaret olabiliyor. Bir tatil köyünde şezlonga ayağınızı uzattığınızı düşünün. Eğer zihniniz hala geride bıraktığınız yapılacak işlerdeyse aslında beyninizde bir değişim gözlenmiyor. Hala sizi yoran günlük hayatın stresini yanınızda, zihninizde taşıyorsunuz.

Dinlenmek gereklilik ya da planlanmış bir hal aldığında zorlaşabiliyor. Halbuki basit aktiviteler de dinlenme olabilir. İş arasında verdiğiniz derin ve farkındalıklı bir nefes, sabahları işe gelmeden önce 15 dakikalık yürüyüş zihniniz için dinlendirici olabilir.  Kendi dinlenme biçiminizi kendiniz oluşturmanız gerekiyor. Bir işi yapmak için değil zevk aldığınız için yapmak gibi bir durum bu esasında. Araştırmalarında gösterdiği üzere beynimiz gerçekten yapmayı sevdiğimiz aktiviteleri yaptığımızda dinlenmeyi gerçekleştiriyor. Yorucu olarak gördüğümüz aktivitelerin bile sevdiğimiz ve özümsediğimiz zaman bizi zihinsel olarak rahatlattığı gözlemlenmiştir bilim dünyasında. Beyin aktivasyonunda da değişim gözlemlenmiştir. Sevdiğimiz aktiviteleri, anda kalarak yaparken beynin iki lobunun uyumlu bir şekilde aktive olduğu tespit edilmiştir.

Severek yaptığımız ve eylemlerin içinde başka şeyleri düşünmeden akışı sağladığımız aktivitelerin bilinçli farkındalıkla bağlantısı vardır. Bilinçli farkındalık da özünde andaki deneyimi beynin farklı ve engelleyici düşüncelerle bölünmeden tadabilmesidir. Eğer bir aktivite sevdiğimiz bir aktiviteyse bilinçli farkındalığı gerçekleştirmek daha da kolay. Bu aktiviteler de gün içerisinde farkında olmadan yaptığımız, strese ve endişeye yol açan aktivitelerin yoruculuğunu azaltan, dinlendiren bir eylem halini alır. Sonuç olarak beyin dinlenmeye geçtiği için aktivasyon biçiminde pozitif değişim ortaya çıkıyor.

Bilinçli Farkındalık Yoluyla Adım Adım Değişme

Beynin dinginliğini ve stresi azaltmak için de adım adım sevdiğimiz aktiviteler yoluyla bilinçli farkındalık kolayca uygulayabiliriz.

  1. Yaparken sevdiğiniz ve akışta hissettiğiniz aktiviteleri listeleyin.
  2. Her güne bir aktiviteyi yerleştirin.
  3. Mutlaka dinlendirici aktivitelerinizden birine gün içinde zaman ayırın.
  4. Zamanınızın olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Böyle durumlarda ise iş arası verin ve her şeyi bırakın.
  5. Her şeyi bıraktığınız anda 2 dakikalığına birkaç farkındalıklı nefes alın. Bu bilinçli nefes alma uygulaması bile stresinizin dinginleşmesinde etkili olacaktır.

Konu hakkında ayrıntılı bilgi almak için Aba Psikoloji ve Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Sınavların ve okul seçimlerinin yoğunlaştığı ortaokul ve lise dönemi eğitim hayatı için kritik dönem olarak görülmektedir. Fakat aslında eğitim sanıldığından çok daha erken başlayan bir süreçtir. Eğitim çocuğun doğduğu andan itibaren başlarken ölümüne kadar uzanan bir süreci kapsamaktadır. Okul eğitimi bittiği zaman iş hayatında çalışarak kendi üstlerimizden deneyimler edinerek yeni şeyler öğrenmemiz de bir çeşit eğitimdir. Hayatımız eğitimle ve öğrenmekle geçer. Yaşam boyu sürekli devam eden bir süreçtir.

0-3 Yaş Dönemi Eğitim Süreci

0-3 yaş en temel eğitimin başladığı zamandır. Anne ve çocuk arasındaki bağın en kuvvetli olduğu dönem 0-3 yaştır. Bu hassas periyot çocuğun anneyle olan bağı hayatındaki diğer insanlarla ve nesnelerle olan bağı konusunda belirleyicidir. Yani gelecekteki öğretmenlerinden tutun arkadaş çevresine, özel ilişkilerine ve iş arkadaşlarına kadar tüm bağları, anneyle olan sağlıklı bağlanmadan olumlu ya da sağlıksız bağlanmadan olumsuz etkilenecektir. Kısacası bu dönem için insan ilişkileri eğitiminin başladığı dönem denilebilir.

Anaokulu Eğitimi

Anaokulu döneminde çocuklar ilk kez annelerinden bağımsız hareket etmeyi öğrenmektedir. Çevrenin sadece kendinden ibaret olmadığını kendi dışında bireylerinde var olduğunu öğrenme dönemidir 3-7 yaş dönemi. Anaokuluna gitmek de sosyal çevrenin gelişmesinin ilk basamağıdır. Çocuklar deneme yanılma yoluyla yeni şeyler öğrenmeye başlarlar. Bir puzzle parçasını birleştirirken yanlış yaparak öğretmenlerinin ya da arkadaşlarının desteğiyle doğruyu öğrenirler. Ekip çalışması ve deneme-yanılma yoluyla öğrenme bu dönemde başlar. Çocukların geleceklerini etkileyecek iki önemli yeti bu dönemde gelişir:

 

  1. Deneme-yanılma yoluyla öğrenme hayatları boyunca kullanacakları bir yöntemdir. Matematik öğrenme sürecinde de deneme yanılma yoluyla öğrenme gerçekleşir. Bu yetiye sahip olmak için anaokulundan bunu pratik etmeleri eğitimlerinin önemli bir parçasıdır.

 

  1. Bu dönemde çocuğun sembolik oyunlar oynama dönemidir. Evcilik gibi oyunlarla ev hayatını ve günlük yaşamı öğrenmeye başlayan çocuklar gündelik yaşam eğitimine bu dönemde başlarlar. Günlük yaşamdaki becerilerin edinimi bu dönemde gerçekleşir.

İlkokul Eğitimi

Bu dönemde çocuklar “başarı” kavramını öğrenirler. “Ben başardım.” hissinin yani “özgüvenin” temellerinin atıldığı dönemdir. Bu anlamda doğru ilkokul öğretmenlerinin seçilmesi çocuğun hayatını büyük oranda etkileyecek özgüveni için önemlidir. Başarılı olduğu halde özgüven eksikliğinden başarısını gösteremeyen bir çok öğrenciyle karşılaşıyoruz. Bunların büyük bir oranı ilkokul döneminde öğretmenlerinin ya da ailelerinin ağır eleştirilerinden ve başarısız hissettirmelerinden kaynaklandığı tespit edilmektedir. Özetle bu dönemin eğitim için önemi temel matematik fen, sosyal bilimler yetisi öğrenmekten öte özgüven kazanmaktır.

Ortaokul ve Lisede Eğitim

Bu dönemde ise iki önemli ders alanı olan matematik ve fen alanlarında olan başarının etrafın getirdiği yargılar sebebiyle etkilenebileceği bir dönemdir. Bir arkadaş başarısıyla kıyaslanma, öğretmen ya da aile faktörleri sebebiyle çocuklar matematik ve fen alanlarında kendilerini başarısız hissedebilirler. Başkalarının eleştirisinden ötürü yeteneği olmadığını düşünerek başarısız olabilirler.

Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için aşağıdan “Anaokulu ve İlkokul Döneminde Nelere Dikkat Edilmeli?” adlı Youtube videomuzu aşağıdan izleyebilirsiniz.

Read More

Beyin temelli eğitim nedir? Beyin gelişimi ne anlama geliyor? Beyin gelişiminde eğitim etkili mi? Beyin gelişiminde eğitimin önemi nedir? Reşit olma yaşı neden 18 olarak belirlenmiştir? Bu soruların yanıtlarına gelin birlikte göz atalım…

İnsan beyni çok önemli bir özelliğe sahip… Beynin gelişimi doğumdan sonra uzunca bir süre devam ediyor. Belki de insanı pek çok canlıdan ayıran önemli noktalardan bir tanesi bu… Bu durum “öğrenmenin yaşı olmaz” şeklinde bir deyişle de ifade ediliyor. Bu sosyal etkiler ve öğrenme süreçlerinin başlıcalarını; doğar doğmaz anne ile kurulan ilişki, daha sonra baba, aile, ebeveynlerin yetiştirme biçimi oluşturuyor. Daha sonra okul öncesi eğitim ve okul eğitimi ile süreç devam ediyor. Bilindiği kadarıyla beyin, gelişiminin temel özelliklerini 18 yaşa gelene kadar devam ettiriyor. Reşit olma yaşının 18 olarak belirlenme nedeni sadece hukuki değil… Bu durumun biyolojik bir arka planı da var. Davranışları organize etmek, davranışlardan sorumlu olmak, özgür iradenin oluşmuş olması, beyindeki bazı bölgelerin olgunlaşması gibi pek çok unsur bu yaşta tamamlanıyor. Reşit olma yaşının 18 olmasının biyolojik arka planını bu şekilde açıklayabiliyoruz.

Beyin Temelli Eğitim

Bu noktada önemli olan unsurlardan bir tanesi; eğitimin kendisini beyin temelli bir eğitime dönüştürebilmek diyebiliriz. Başlıca hedeflerden bir tanesinin bu olması gerekir. Peki; bu ne anlama geliyor? Beyin temelli eğitim ile neyi kastediyoruz?  Beyin temelli eğitim, kişilerin özelliklerine uygun ve elbette beynin genel çalışma prensiplerine uygun bir yöntemi geliştirmeyi ifade ediyor. Eğitim yöntemlerini ve eğitimi bu doğrultuda daha rafine hale getirmek anlamına geliyor. Yani kastedilen eğitim bilimlerini nörolojik bilimlere indirgemek değil.

Eğitimsel Nörobilim

İnsan bir makine değil. Ancak; insan sadece biyolojik bir varlık da değil. İnsan sosyal bir varlık. Etkileşimsel bir varlık. Sosyal, biyolojik ve psikolojik etkilerin hepsi insanda bir araya geliyor. Dolayısıyla eğitim sırasında kullanılacak tekniklerin insan beyninin nasıl öğrendiği bilgisi ile birleşmesinin olumlu sonuçlar doğuracağı düşünülüyor. Bu durum aynı zamanda artık kendini ispatlamış olan “Eğitimsel Nörobilim”in de konusu olacaktır. İngilizce’de “Educational Neuroscience” olarak anılan bu alanın daha ön planda olması söz konusu olacaktır. Beyin üzerine edindiğimiz bilgiler arttıkça diğer bilgileri anlamsız kılmak değil, biyoloji dışındaki bilgileri daha anlamlı kılmak için bir yol haritası çizmek hem bu alanın hem de uzmanların temel hedefleri arasında yer almalıdır.

Beyin gelişimi, beyin gelişiminde eğitim etkisi, beyin temelli eğitim ve benzeri konularda daha detaylı bilgi ve sorularınız için aba Psikoloji ile iletişime geçebilir, web sitemizi ziyaret edebilirsiniz

Read More

Son dönemlerin en çok konuşulan ve merak edilen konusu “ disleksi nedir ” sorusudur. Disleksi, son derece önemli bir konudur. Bu önemi şuradan kaynaklanıyor; özel ve normal eğitimin bir parçası olan özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarla uğraşmak ayrıca bir birikim istiyor. Bu çocukların sayısı sanıldığından daha fazla ama gördükleri ilgi ve farkındalık o düzeyde değil. Belki de diyebiliriz ki toplum ve devlet tarafından en az engellilerden bir tanesi öğrenme güçlüğü olan çocuklardır.

Disleksi Ne Demek? Öğrenme Güçlüğü Nedir, Türleri Nelerdir?

Öğrenme güçlüğü deyince ne anlıyoruz? Öğrenme güçlüğünden söz etmek için çocuğun normal zekâsının olduğunu varsayıyoruz. Ama okuma yazmayı hesaplama yetisinin yeterli olmadığını görüyoruz. Hatta okuma sorunu için disleksi dense de bazen yanlış olarak disleksi bütün öğrenme bozukluklarını kapsayacak tarzda kullanılır. Halbuki, yazı bozukluklarını disgrafi veya agrafi,  hesaplama bozukluklarına diskalkuli denir. Ayrıca yine öğrenme bozuklukları kapsamında değerlendirebileceğimiz birkaç konu daha vardır. Sözel olmayan öğrenme bozukluğu diye. İnce motor koordinasyon dediğimiz el becerileri de öğrenilen yetilerdir. Onları ait sorunlar söz konusudur. Fakat ağırlığı daha çok okuma bozukluğu çeker disleksi dediğimiz kısımdır.

Türkçe Dili Üzerinde Disleksi Eğitimi Araştırmaları

Disleksi tanısı aynı zamanda kültürel bazı özellikler gösteriyor. Yani henüz Türkçeye yönelik olarak yapılmış disleksi çalışmaları yeterli düzeyde değildir. Halbuki Türkçe dil olarak diğer dillerden daha farklı bir yapıya sahip ve diğer dillerde gördüğümüz okuma sorunları veya biçimleri Türkçede daha farklı biçimler alabiliyor.

Bunu için bu alanda hem araştırma yapılması gerekiyor hem devletçe bazı çocukların sorunlarına yönelik tedbirler alınması gerekiyor. Aynı zamanda toplum farkındalığının artırılması gerekiyor. Çünkü okuma yazma becerileri Uygar bir birey olmanın en önemli taşlarından mihenk taşlarından birini oluşturuyor.

Disleksi Nedir? Disleksi Belirtileri Nelerdir?

Disleksi nedir ve kendini nasıl belli ediyor? Okuma güçlüğü çocuğun okuduğuna anlayamaması gördüğü sözcükleri sese dönüştürememesi ya da imla hataları tarzında karşımıza çıkıyor. Bu harflerin ya da sözcüklerin karıştırılması tarzında bazen erken dönemde aynı hayali dediğimiz yazı yazması yani tersinden yazması tarzında olabiliyor. İşte yazı bozuklukları kendini okunmaz yazı, kağıdı düzgün kullanamamak, harf hataları, harflerin söylenmemesi veya ek bazı harfler eklenmesi tarzında karşımıza çıkıyor.

Disleksi Olan Ünlüler

Popüler bir niteliğe sahip dünyaca ünlü pek çok kişide okuma sorunu disleksi dediğimiz sorun vardır.  Bunların başında Einstein gelir Tom Cruise ve Jül Sezar gelir. Bunlar gibi aynı şey söyleyen çok sayıda tarihi ve bilimsel şahsiyet bu sorunlara rağmen bunları aşmayı becermiş liderlerdir. Ama herkes bu kadar şanslı değil. Buna istinaden daha güzel bir filmden de söz etmek istiyorum. Tarih zaman fare diye bir Hint filmi; bu tarz güçlü olan çocuk farklı bir öğretmen ve eğitim anlayışı ile karşılaştığında Harikalar yaratmıştır.

Dolayısıyla en verimli sonuçlarının alınabileceği engel gruplarından biri olduğu için üzerinde çok durulması gerektiği düşünülmektedir. Toplumsal farkındalığın artırılması mini ve yoğun çalışmalar yapılması gerektiği de açıktır.

Read More