Zihinsel sağlık insan sağlığına ciddi anlamda etki eden bir olgudur. Ne ve nasıl sorularının neden sorusundan farkını düşünmüş müydünüz hiç? İnsan düşüncelerine yolculuk yaptığında bir takım sorulara cevap vermeye çalışır. Sorularımızı birbirinden farklı soru anlamı taşıyan kelimelerle oluşturmak mümkündür. Ne, neden, nasıl, mi, mu vb. gibi kelimelerle kurulmuş soruların hiç birbirinden farklılık gösterdiğini fark etmiş miydiniz?

Hepsinin aradığı cevap farklıdır. Peki size eğer bu sorulardan bazılarının bize diğerlerine göre daha iyi geldiğini söyleseydik ne düşünürdünüz? Psikoloji alanında “ne” ve “nasıl” sorularını sormanın zihinsel sağlığımıza “neden” gibi sebep arayan soruları sormamızdan daha iyi geldiği tespit edilmiştir.

Zihinsel Sağlık: Ne ve Nasıl Sorularının Neden Sorusundan Farkı

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” da bilinçli farkındalığı tanımlamış ve faydalarından bahsetmiştik. Bilinçli farkındalık uygulamasının temelinde de kişiler neden sorusu yerine kendilerine daha çok ne ve nasıl sorularını sorarlar.

  • Nasıl ve ne hissediyorsun?”
  • “Neden böyle hissediyorsun?”

Bu iki soru arasındaki farka odaklandığımızda nasıl ve ne sorularının cevabı  “Kötü hissediyorum” gibi negatif duygular içerebilir. Fakat duyguyu olduğu gibi kabul edersiniz. Ne hissettiğinizi itiraf etmiş olur ve rahatlarsınız. Öte yandan eğer neden böyle hissedildiğine odaklanılırsa kişi sorgulamaya başlar. Neden sorusu kişiye kötü hissettiğinde bunu yaşama özgürlüğü vermez aksine kişiyi kısıtlar. Neden kötü hissettiği ön plana çıktığında kişi kötü hissetmemesi gerektiğini ya da altında yatan nedeni ortadan kaldırması gerektiğini düşünebiliyor. Sanki insan hep mutlu olması gerekirmiş izlenimi verebiliyor kötü hissettiğimizde bize sebebini sorgulatan sorular. Fakat aslında yaşadığımız kötü deneyimleri, olumsuz hisleri de iyileri gibi kabul etmek oldukça değerli ve akıl sağlığımız için önemlidir.

Bunun dışında nasıl sorusu yerine neden sorusu kulağa her zaman ofansif gelecektir. Hepimize aşina gelecek ki soru cümlesinden bunu daha rahat açıklayabiliriz.

  • “Neden böyle düşünüyorsun ki?”
  • “Neden böyle hissettin ki?”

Bu soru cümleleri hepimize benzeri hisleri hissettirir. Sanki öyle hissetmememiz gerekirmişçesine kurulan cümleler… Öyle hissetmemiz için ortada bir neden yokmuşçasına kurulan cümlelerdir bunlar. Yani biri bize davranışlarımızın ya da duygularımızın nedenini sorduğunda kendimizi zan altında hissedebiliyoruz. Neden ve niçin soruları sorgulayıcı sorulardır. Baskı altında hissettirme olasılıkları çok yüksektir.

Ne ve Nasıl Sorularının İyileştirici Gücü

Kendi içsel dünyamızda da aslında kendimize sorular sorarız. Bu soruların da niteliği hayat kalitemizi etkilemektedir. Örneğin düşünün ki sürekli kendinizin ve başkalarının duygularının, davranışlarının nedenlerini sorguluyorsunuz. Aslında farkında olmadan kendinizi yargılıyorsunuz. “Keşke böyle yapmasaydım, yapmasaydı.” düşüncesi de bu sorgulamanın sonucunda doğar. Kötü ya da yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışların nedenine inersek yaşananları reddetme eğilimi gösterebiliriz. Ne yazık ki yaşanan bir şeyi değiştiremeyiz. Bunun yerine kendimize ne ve nasıl hissettiğimizi sormamız bize rahat bir alan sağlar. Yaşananları kabul etmemizi kolaylaştırır. Negatif duyguları yaşama özgürlüğü vererek içimizi dökmemizi kolaylaştırır. Duygular yaşandıktan sonra rutinimize daha rahat geri dönebiliriz. Nasıl sorusu sayesinde negatif düşünce ve olaylara takılmadan hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürmemiz kolaylaşır.

Read More

Psikolojik hastalıklar fiziksel rahatsızlıklardan farklı olarak belirlenmesi ve sınıflandırılması oldukça zordur. Tıpta fiziksel bir problemle karşı karşıya kalındığında semptomlardan ve fiziksel buluntulardan net bir sonuca varılabilir. Ancak psikolojik problemler söz konusu olduğunda problemi analiz edip, tespit etmek göründüğü kadar kolay değildir. O halde psikologlar ve psikiyatrlar nasıl danışanlarının problemlerini sınıflandırıyorlar? Bunun için dünya çapında kullanılan DSM-5 Türkçesi “Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı” kullanılmaktadır.  10 yıldan uzun süredir kullanılan el kitabı birçok uzmanın iş birliğiyle derin araştırmalar sonucu oluşturulmuştur. Bu blog yazımızda psikolojik hastalıkları nasıl sınıflandırdığımızdan daha ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğiz.

Psikolojik Hastalık Tespit Etmek

Yukarıda da söz ettiğimiz gibi bir doktor fiziki durumunuza bakarak dizinizdeki problemi anlayabilir. Fakat psikolojik hastalıklar söz konusu olunca olay bambaşkadır. Bir psikolog ya da psikiyatr probleminizi anlayabilmek için sizi birden fazla defa görmeye ihtiyaç duyar. Çünkü problemler gözle görülür kadar açık değildir. Doğru tespit zaman alabilir. Bir süreliğine hastalık tespiti için gözlem, çeşitli testler ve yakınlardan bilgi edinmek gibi uygulamalar yoluyla kişinin problemi saptanır. Uzun soluklu gözlemler ve semptom analizlerinden yola çıkılarak ardından tedaviye geçilebilir.  DSM-5 belli kriterler yoluyla kişilerin psikolojik rahatsızlıklarını analiz ve tespit etmek için kolaylık sağlar.

Psikolojik Hastalıklar İçin Sınıflandırma

Sınıflandırmalar genel başlık ve alt başlıklar halinde seyretmektedir. Genel başlıklar birkaç psikolojik rahatsızlığın ortak ve hatta ana semptomlarının aynı olmasından ortaya çıkar. Örneğin beslenme ve yeme bozuklukları, bir genel başlıktır. Bu başlığın altında beslenme ve yemeyle ilgili birbirinden farklı psikolojik hastalık yer almaktadır. Bir yandan tıkınırcasına yeme bozukluğu adı verilen yemek konusunda kendini durduramayanlarda ortaya çıkan rahatsızlıkta bu bölüme girer. Diğer yandan anorexia nervosa adı verilen çok zayıf olunduğu halde kendini olduğundan kilolu görme eğilimine dayalı rahatsızlık da bu gruba girmektedir. Bu iki rahatsızlığın ortak özelliği ikisinin de yemeyle ilgili problemlere dayalı olmasıdır. Sınıflandırılırken de beslenme ve yeme bozuklukları alt kategorisine girmektedirler.

Psikolojik Hastalık Tedavisinde Sınıflandırmanın Gerekliliği

Tedavi sürecine geçilmeden önce doğru sınıflandırma yapmak mühim bir meseledir. Doğru sınıflandırma yapılmadığı taktirde çözüme gidilen yol uzatılmış olur. Psikolojik hastalık kişinin duygu durumuyla bağlantılı olduğundan ötürü tedavide verim almak danışanların tedaviye devam etmesi için motive edici niteliktedir. Verim alamayan danışanlar çaresiz hissederek tedavilerini yarıda bırakabilir. Bundan dolayı sınıflandırma süreci titizlikle yapılmalıdır. Problemi tespit etmeden çözmek pek mümkün değildir.

 

Read More

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” yazımızda ayrıntılı olarak açıkladığımız bilinçli farkındalık hali insan beyni için değerli bir kavramdır. Farkındalık söz konusu olduğunda diğer primat ve canlılardan ayrılır insan. Diğer hayvanlardan farklı olarak yaptıkları eylemlerin ve yaşadıkların izidir insan. Diğer canlılar da bir insan gibi geçmiş deneyimlerinden faydalanarak hareket ederler. Fakat insan bu geçmiş deneyimlerinin bilinci içerisindedir. Bilinç insanı diğer canlılardan ayıran en temel farklılıklardan biridir. Bilincimize dair farkındalığımız düşük olduğunda da insan beynini yönetmek zorlaşır. Bundandır ki bilinçli farkındalık uygulaması insan beyni için bir besin niteliğindedir.

Primitif Beyin ve İnsanın Sahip Olduğu Beyin

Primitif ilkel anlamına gelmektedir. Yaşama içgüdüsünü sağlayan, yaşam fonksiyonlarını sürdürmek için gerekli içgüdülerimiz primitif beyine bağlıdır.  Her canlıda bulunan beynimizin  “amigdala” adı verilen bölgesi bu içgüdümüzü oluşturur. Tehlikeden kaçmakla bağlantılı bölge hayata dair risk yaşadığımızda canlıları korumak adına aniden aktive olur. Korku ve endişe hali bu bölgenin aktive olmasıyla oluşur. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insan beyni bilinciyle beraber yaşadığı deneyimi tekrar düşünerek tekrardan stres ve kaygı güdebilir.

Örneğin doğada bir kaplanın bir ceylanı yakalayamadığı durumu hayal edin. Sonraki gün kaplanın “Bugün ben bir daha ava çıkmayacağım çünkü dünkü ceylanı yakalayamadım. Kesin yine yakalayamayacağım.” diye düşünmesi imkansızdır. Fakat aksine insan başarısız olduğunda ya da geçmişteki endişesinden ötürü bunu düşüncesine getirerek “bilinçli” olarak eylemlerinden kaçınabilir. İnsan beyni farklı olarak frontal bölge dediğimiz beynin ön bölgesini aktif kullanabilir ve bu bölge gelişmiş bir bölgedir. Farkındalık dediğimiz kavram ise bu bölgeden ötürü ortaya çıkar. Biz insanlar dünün bugünün ve yarının farkında olarak yaşarız. Bunun getirisi olarak da farkındalığımızı sağlıklı bir şekilde yönetebilmemiz hayat kalitemizi yüksek oranda etkiler. Beynin sağlıklı yönetilmesinin de bilinçli farkındalık uygulamalarıyla mümkün olduğu düşünülmektedir.

İnsan Beyni için Bilinçli Farkındalık

İnsan dünü bugünü ve yarını biliyorsa bugüne zarar vermeden dünü ve yarını yanında taşıyabilmelidir. Anda kalmak adı verilen bilinçli farkındalığın temel uygulamalarından birisi yanlış anlaşılabilmektedir. Anda kalmak geçmişi ya da yarını tamamen ortadan kaldırmak ve şuan yaptığınız eyleme odaklanmak değildir. İnsan beyni şuana odaklanırken elbette dünü ve yarını yanında taşıyacaktır. Önemli olan geçmişi ve geleceği unutmak değildir. Geçmişin ve geleceğin endişesini sırtımızda taşımamaktır. Bunun için de bilinçli farkındalık faydalı olacaktır.

Örneğin; ölüm korkusu üzerine düşünelim. İnsan ölümün varlığının farkındayken diğer canlılarsa sadece içgüdüsel olarak ölüm tehlikesinden kaçmaktadır. Düşünce olarak ise bazı insanlar ölüm korkusunu sürekli hayatının her anında yaşarken diğerleri yaşamazlar. Peki bu insanları birbirlerinden ayıran şey nedir? Aslına bakarsanız gelecekteki bu sonu değiştiremeyiz. Ne zaman başımıza geleceğini de bilemeyiz. Halbuki yaşadığımız ana odaklandığımız zaman ölümün varlığını düşünmeden hayattan zevk alabiliriz. Bu noktada bilinçli farkındalık uygulamalarıyla gelecekle ilgili bir negatif olayın farkında olup daha yaşanmadan endişe ve kaygı duymamız engellenebilir.

Özetle burada bilinçli farkındalık olarak değinilen geleceği tamamen unutmak değildir. Gelecekteki ya da geçmişte yaşanmış bir endişeyi şuana taşımamaktır. Gerektiğinde endişeyi tetikleyen beynin amigdala bölgesi yerine mantığımızı yani frontal bölgeyi devreye sokabilmektir. Bilinçli farkındalığın da geçmişi ve dünü dikkate alarak anda kalma metoduyla insan beyni için faydalı olduğu düşünülmektedir.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More

Zihinsel engelli kişiler herkesin hayatının her anında görebileceği ve çevresinde olan kişilerdir. Bu kişilere nasıl yaklaşılmalı ve bu engelin sebebi nedir gibi soruların cevaplarını iyi vermemiz ve bilmemiz gerekmektedir. Bu yüzden önce zihinsel engellin ne olduğunu tanımlamak ve ne olduğunu anlatmak gerekiyor. Bu tanımlama ise oldukça zor bir konu olarak dikkat çekiyor.

Çünkü testlere göre bu konuda kararlar verilmektedir. Sadece testler bu durum için yeterli değildir. Adaptif özelliklere yani uyum özelliklerine de bu konuda karar vermek için bakılmaktadır. Ayrıca bir takım sınıflamalar da bulunmaktadır.

Ama çoğunlukla bu yaklaşımlarda testlerin oldukça önemli bir yeri olmaktadır. Kesin bir karara varmak için testler belirleyici bir rol oynar.

Zihinsel Engelli Çocuklar

Zihinsel engellilikte söz konusu olan şeylerden bir tanesi ki özellikle küçük çocuklar söz konusu olduğu zaman zihinsel gecikme ile olan farkın belirlenmesidir. Yani insan beyni gelişen bir yapı olduğu için gelişmesinin geciktiği bazı yapılar zihinsel engellere sebep olabilir.

Fakat bu durumlar gelip geçici durumlardır. Beyin olgunlaşmasını tamamladıkça gecikmiş olan taraflarda bir şekilde normal gelişim sürecini zihinsel engelli kişiler bir şekilde bu gelişimi yakalayabileceklerdir.

Bu çocuklar normale dönebilecek çocuklardır. Bir anlamda öğrenme bozukluğuna, hiperaktif, dikkat bozukluğuna dönüşebilir bunlar. Ama normale doğru zamanla bir yakınlık göstermeleri oldukça olasıdır.

Zihinsel Gerilik ve Genetik

Zihinsel gerilik konusu dikkat edildiği zaman aslında genetik bir yapıdan bahis edilmektedir. Burada ise tartışma konusu oluşturan durumlar söz konusudur. Yine tıp bilimindeki gelişmeler sonucu daha tıp içi düşünenler ve tıp dışı düşününler ile aradaki farklılık olmaktadır.

Hafif Zihinsel engelli tanımı daha çok kültürel nedenlere bağlanmaktadır. Ama bu yaklaşım oldukça yanlış bir yaklaşımdır. Hafif zihinsel engellilikte de bir genetiklik var. Ağır engelde zaten biyolojik bir temel olduğu bilinmekte.

Sadece çevresel faktörler elbette ağır zihinsel engeliler için daha az rol oynamakta iken hafif engellilerde ise daha fazla rol alan bir faktör olarak dikkat çekiyor. Dolayısıyla engelli kişilere yaklaşım yapılırken bu durumlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Engellilik ve Kültür

Tabi bunlardan bahsederken yapılan testlerde kültürel etkiler asla göz ardı edilmemelidir. Pek çok Afrika ülkesinde modern dünyada uygulanan testlerin bir kısmı uygulanırsa zihinsel engelli kişilerin çıkacağı oldukça söz konusu bir durum.

Bu nedenle zihinsel engellilik konusu nöropsikolog, genetik uzmanı, çocuk uzmanı, çocuk psikiyatrisi ve çocuk nörolojisinin bir arada ele alması gereken önemli ve oldukça kapsamlı bir konudur. Zihinsel Engelli konusu ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile de oldukça etkili ve önemli bir konudur.

Bu ve benzeri psikoloji konularında daha detaylı ve uzmanlardan bilgi almak için Aba Psikoloji resmi internet sitesini ve sosyal medya organlarını takip edebilirsiniz. Alanında uzman ve sayılı kişilerin yardımlarını sosyal medya üzerinden alabilirsiniz.

Read More

Sınavların ve okul seçimlerinin yoğunlaştığı ortaokul ve lise dönemi eğitim hayatı için kritik dönem olarak görülmektedir. Fakat aslında eğitim sanıldığından çok daha erken başlayan bir süreçtir. Eğitim çocuğun doğduğu andan itibaren başlarken ölümüne kadar uzanan bir süreci kapsamaktadır. Okul eğitimi bittiği zaman iş hayatında çalışarak kendi üstlerimizden deneyimler edinerek yeni şeyler öğrenmemiz de bir çeşit eğitimdir. Hayatımız eğitimle ve öğrenmekle geçer. Yaşam boyu sürekli devam eden bir süreçtir.

0-3 Yaş Dönemi Eğitim Süreci

0-3 yaş en temel eğitimin başladığı zamandır. Anne ve çocuk arasındaki bağın en kuvvetli olduğu dönem 0-3 yaştır. Bu hassas periyot çocuğun anneyle olan bağı hayatındaki diğer insanlarla ve nesnelerle olan bağı konusunda belirleyicidir. Yani gelecekteki öğretmenlerinden tutun arkadaş çevresine, özel ilişkilerine ve iş arkadaşlarına kadar tüm bağları, anneyle olan sağlıklı bağlanmadan olumlu ya da sağlıksız bağlanmadan olumsuz etkilenecektir. Kısacası bu dönem için insan ilişkileri eğitiminin başladığı dönem denilebilir.

Anaokulu Eğitimi

Anaokulu döneminde çocuklar ilk kez annelerinden bağımsız hareket etmeyi öğrenmektedir. Çevrenin sadece kendinden ibaret olmadığını kendi dışında bireylerinde var olduğunu öğrenme dönemidir 3-7 yaş dönemi. Anaokuluna gitmek de sosyal çevrenin gelişmesinin ilk basamağıdır. Çocuklar deneme yanılma yoluyla yeni şeyler öğrenmeye başlarlar. Bir puzzle parçasını birleştirirken yanlış yaparak öğretmenlerinin ya da arkadaşlarının desteğiyle doğruyu öğrenirler. Ekip çalışması ve deneme-yanılma yoluyla öğrenme bu dönemde başlar. Çocukların geleceklerini etkileyecek iki önemli yeti bu dönemde gelişir:

 

  1. Deneme-yanılma yoluyla öğrenme hayatları boyunca kullanacakları bir yöntemdir. Matematik öğrenme sürecinde de deneme yanılma yoluyla öğrenme gerçekleşir. Bu yetiye sahip olmak için anaokulundan bunu pratik etmeleri eğitimlerinin önemli bir parçasıdır.

 

  1. Bu dönemde çocuğun sembolik oyunlar oynama dönemidir. Evcilik gibi oyunlarla ev hayatını ve günlük yaşamı öğrenmeye başlayan çocuklar gündelik yaşam eğitimine bu dönemde başlarlar. Günlük yaşamdaki becerilerin edinimi bu dönemde gerçekleşir.

İlkokul Eğitimi

Bu dönemde çocuklar “başarı” kavramını öğrenirler. “Ben başardım.” hissinin yani “özgüvenin” temellerinin atıldığı dönemdir. Bu anlamda doğru ilkokul öğretmenlerinin seçilmesi çocuğun hayatını büyük oranda etkileyecek özgüveni için önemlidir. Başarılı olduğu halde özgüven eksikliğinden başarısını gösteremeyen bir çok öğrenciyle karşılaşıyoruz. Bunların büyük bir oranı ilkokul döneminde öğretmenlerinin ya da ailelerinin ağır eleştirilerinden ve başarısız hissettirmelerinden kaynaklandığı tespit edilmektedir. Özetle bu dönemin eğitim için önemi temel matematik fen, sosyal bilimler yetisi öğrenmekten öte özgüven kazanmaktır.

Ortaokul ve Lisede Eğitim

Bu dönemde ise iki önemli ders alanı olan matematik ve fen alanlarında olan başarının etrafın getirdiği yargılar sebebiyle etkilenebileceği bir dönemdir. Bir arkadaş başarısıyla kıyaslanma, öğretmen ya da aile faktörleri sebebiyle çocuklar matematik ve fen alanlarında kendilerini başarısız hissedebilirler. Başkalarının eleştirisinden ötürü yeteneği olmadığını düşünerek başarısız olabilirler.

Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için aşağıdan “Anaokulu ve İlkokul Döneminde Nelere Dikkat Edilmeli?” adlı Youtube videomuzu aşağıdan izleyebilirsiniz.

Read More

Beyin temelli eğitim nedir? Beyin gelişimi ne anlama geliyor? Beyin gelişiminde eğitim etkili mi? Beyin gelişiminde eğitimin önemi nedir? Reşit olma yaşı neden 18 olarak belirlenmiştir? Bu soruların yanıtlarına gelin birlikte göz atalım…

İnsan beyni çok önemli bir özelliğe sahip… Beynin gelişimi doğumdan sonra uzunca bir süre devam ediyor. Belki de insanı pek çok canlıdan ayıran önemli noktalardan bir tanesi bu… Bu durum “öğrenmenin yaşı olmaz” şeklinde bir deyişle de ifade ediliyor. Bu sosyal etkiler ve öğrenme süreçlerinin başlıcalarını; doğar doğmaz anne ile kurulan ilişki, daha sonra baba, aile, ebeveynlerin yetiştirme biçimi oluşturuyor. Daha sonra okul öncesi eğitim ve okul eğitimi ile süreç devam ediyor. Bilindiği kadarıyla beyin, gelişiminin temel özelliklerini 18 yaşa gelene kadar devam ettiriyor. Reşit olma yaşının 18 olarak belirlenme nedeni sadece hukuki değil… Bu durumun biyolojik bir arka planı da var. Davranışları organize etmek, davranışlardan sorumlu olmak, özgür iradenin oluşmuş olması, beyindeki bazı bölgelerin olgunlaşması gibi pek çok unsur bu yaşta tamamlanıyor. Reşit olma yaşının 18 olmasının biyolojik arka planını bu şekilde açıklayabiliyoruz.

Beyin Temelli Eğitim

Bu noktada önemli olan unsurlardan bir tanesi; eğitimin kendisini beyin temelli bir eğitime dönüştürebilmek diyebiliriz. Başlıca hedeflerden bir tanesinin bu olması gerekir. Peki; bu ne anlama geliyor? Beyin temelli eğitim ile neyi kastediyoruz?  Beyin temelli eğitim, kişilerin özelliklerine uygun ve elbette beynin genel çalışma prensiplerine uygun bir yöntemi geliştirmeyi ifade ediyor. Eğitim yöntemlerini ve eğitimi bu doğrultuda daha rafine hale getirmek anlamına geliyor. Yani kastedilen eğitim bilimlerini nörolojik bilimlere indirgemek değil.

Eğitimsel Nörobilim

İnsan bir makine değil. Ancak; insan sadece biyolojik bir varlık da değil. İnsan sosyal bir varlık. Etkileşimsel bir varlık. Sosyal, biyolojik ve psikolojik etkilerin hepsi insanda bir araya geliyor. Dolayısıyla eğitim sırasında kullanılacak tekniklerin insan beyninin nasıl öğrendiği bilgisi ile birleşmesinin olumlu sonuçlar doğuracağı düşünülüyor. Bu durum aynı zamanda artık kendini ispatlamış olan “Eğitimsel Nörobilim”in de konusu olacaktır. İngilizce’de “Educational Neuroscience” olarak anılan bu alanın daha ön planda olması söz konusu olacaktır. Beyin üzerine edindiğimiz bilgiler arttıkça diğer bilgileri anlamsız kılmak değil, biyoloji dışındaki bilgileri daha anlamlı kılmak için bir yol haritası çizmek hem bu alanın hem de uzmanların temel hedefleri arasında yer almalıdır.

Beyin gelişimi, beyin gelişiminde eğitim etkisi, beyin temelli eğitim ve benzeri konularda daha detaylı bilgi ve sorularınız için aba Psikoloji ile iletişime geçebilir, web sitemizi ziyaret edebilirsiniz

Read More

Son dönemlerin en çok konuşulan ve merak edilen konusu “ disleksi nedir ” sorusudur. Disleksi, son derece önemli bir konudur. Bu önemi şuradan kaynaklanıyor; özel ve normal eğitimin bir parçası olan özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarla uğraşmak ayrıca bir birikim istiyor. Bu çocukların sayısı sanıldığından daha fazla ama gördükleri ilgi ve farkındalık o düzeyde değil. Belki de diyebiliriz ki toplum ve devlet tarafından en az engellilerden bir tanesi öğrenme güçlüğü olan çocuklardır.

Disleksi Ne Demek? Öğrenme Güçlüğü Nedir, Türleri Nelerdir?

Öğrenme güçlüğü deyince ne anlıyoruz? Öğrenme güçlüğünden söz etmek için çocuğun normal zekâsının olduğunu varsayıyoruz. Ama okuma yazmayı hesaplama yetisinin yeterli olmadığını görüyoruz. Hatta okuma sorunu için disleksi dense de bazen yanlış olarak disleksi bütün öğrenme bozukluklarını kapsayacak tarzda kullanılır. Halbuki, yazı bozukluklarını disgrafi veya agrafi,  hesaplama bozukluklarına diskalkuli denir. Ayrıca yine öğrenme bozuklukları kapsamında değerlendirebileceğimiz birkaç konu daha vardır. Sözel olmayan öğrenme bozukluğu diye. İnce motor koordinasyon dediğimiz el becerileri de öğrenilen yetilerdir. Onları ait sorunlar söz konusudur. Fakat ağırlığı daha çok okuma bozukluğu çeker disleksi dediğimiz kısımdır.

Türkçe Dili Üzerinde Disleksi Eğitimi Araştırmaları

Disleksi tanısı aynı zamanda kültürel bazı özellikler gösteriyor. Yani henüz Türkçeye yönelik olarak yapılmış disleksi çalışmaları yeterli düzeyde değildir. Halbuki Türkçe dil olarak diğer dillerden daha farklı bir yapıya sahip ve diğer dillerde gördüğümüz okuma sorunları veya biçimleri Türkçede daha farklı biçimler alabiliyor.

Bunu için bu alanda hem araştırma yapılması gerekiyor hem devletçe bazı çocukların sorunlarına yönelik tedbirler alınması gerekiyor. Aynı zamanda toplum farkındalığının artırılması gerekiyor. Çünkü okuma yazma becerileri Uygar bir birey olmanın en önemli taşlarından mihenk taşlarından birini oluşturuyor.

Disleksi Nedir? Disleksi Belirtileri Nelerdir?

Disleksi nedir ve kendini nasıl belli ediyor? Okuma güçlüğü çocuğun okuduğuna anlayamaması gördüğü sözcükleri sese dönüştürememesi ya da imla hataları tarzında karşımıza çıkıyor. Bu harflerin ya da sözcüklerin karıştırılması tarzında bazen erken dönemde aynı hayali dediğimiz yazı yazması yani tersinden yazması tarzında olabiliyor. İşte yazı bozuklukları kendini okunmaz yazı, kağıdı düzgün kullanamamak, harf hataları, harflerin söylenmemesi veya ek bazı harfler eklenmesi tarzında karşımıza çıkıyor.

Disleksi Olan Ünlüler

Popüler bir niteliğe sahip dünyaca ünlü pek çok kişide okuma sorunu disleksi dediğimiz sorun vardır.  Bunların başında Einstein gelir Tom Cruise ve Jül Sezar gelir. Bunlar gibi aynı şey söyleyen çok sayıda tarihi ve bilimsel şahsiyet bu sorunlara rağmen bunları aşmayı becermiş liderlerdir. Ama herkes bu kadar şanslı değil. Buna istinaden daha güzel bir filmden de söz etmek istiyorum. Tarih zaman fare diye bir Hint filmi; bu tarz güçlü olan çocuk farklı bir öğretmen ve eğitim anlayışı ile karşılaştığında Harikalar yaratmıştır.

Dolayısıyla en verimli sonuçlarının alınabileceği engel gruplarından biri olduğu için üzerinde çok durulması gerektiği düşünülmektedir. Toplumsal farkındalığın artırılması mini ve yoğun çalışmalar yapılması gerektiği de açıktır.

Read More

Kreş, çocuklar için akademik yaşama adım attıkları önemli bir süreç… Çocuklar bu dönemde sosyalleşir, yeni ilişkiler deneyimler, öğretmen, sınıf gibi kavramları tanır. Ailesinden öğrendiklerinin dışında bazı kural ve düzenlemelere uyum sağlar ve bir gruba dahil olmaya çalışır. Çocuklar kreş ortamında “Ben ve diğerleri” gibi birçok kavramda kendilerini geliştirdikleri önemli bir sürece dahil olurlar. Kreş dönemi, çocukların daha sistemli ve kavramsal anlamda öğrenme sürecine başladığı bir dönem. Aynı zamanda, matematik, türkçe, yabancı dil gibi akademik konular ve okulda alacakları eğitim için bir ön hazırlık niteliğinde…

İdeal Kreş Yaşı Kaç Olmalı?

Kreş, çocuklar için çok önemli bir başlangıç noktası. Peki; ideal kreş yaşı kaç olmalı?

Çocukların gelişim süreçlerinde farklılıklar olabilir. Bu farklılıklar; kişisel-sosyal alandaki becerileri, dil becerileri, sözlü ve sözsüz iletişim becerileri, ince motor – kaba motor kabiliyetleri ve aynı zamanda duygusal gelişim alanlarında gözlenebilir. Bunlar; çocuğu kreşe başlatmama unsuru olabileceği gibi, kreşe başlatma nedenleri içerisinde de yer alabilir. Bu noktada; çocuğun yaşına uygun gelişim sürecinin nasıl olduğuna bakmak gerekir.

Çocukların Gelişim Süreçleri

İlk iki yaşta özbakım veren ile birlikte olan çocuklar, yürümeye başladıklarında kendi kendine var olmayı deneyimler. Özbakım vereninden başka birisi olduklarının, o kişinin bir parçası olmadıklarının farkına varırlar. Özellikle gelişen taklit becerisi, anne babalar için heyecan verici olduğu gibi; uzmanların da gelişim için önemsediği ve gözlemlediği bir yetidir.

Daha sonra “2 yaş sendromu” olarak anılan daha çalkantılı bir döneme girilir. Çocuklar bu dönemde “ben” farkındalığı ile hareket etmeye başlıyor ve birçok işi kendi başlarına yapmak ister. 2-3 yaş döneminde, “paralel oyun evresi” yani çocukların bir arada farklı oyunlar oynamasından çok; birbirleriyle etkileşime girip grup halinde oyunlar oynadıkları dönem başlar.

3 yaş dönemi, şart olmamakla birlikte; ebeveynin gözlem ve fikrine bağlı olarak kreşe başlanabilecek bir dönem… 4 yaşından sonra ise pek çok çocuğun bu konuda uyum sağlayabilmesi söz konusudur. 4 yaş öncesinde tam gün kreş fazla gelebilir. Bu yüzden iyi bir gözlem ve psiko-sosyal gelişim çerçevesinde değerlendirme yapılması gerekir.

Gelişim Farklılıkları

Çocuklar gelişim sürecinde her yeni ayda farklı alanlarda gelişim gösterebilirler. Bazı çocuklarda birtakım gelişim gerilikleri söz konusu olabilir. Peki; böyle durumlarda kreşe başlama kriterleri neler olmalı?

Eğer çocuklar henüz sosyal gelişim göstermemişse ya da tuvalet gibi temel ihtiyaçlarını tek başlarına karşılayamıyorsa, bu süreçleri evde tamamlayıp daha sonra kreşe başlamaları uygun olacaktır. Henüz konuşmaya başlamayan ya da kendi gelişim dönemine uygun kelime haznesine sahip olmayan çocukların; kreş gibi, sosyalleşmesinin mümkün olduğu ve eğitim aldığı bir ortamda bulunmasının dil gelişimi olumlu etkilediği söylenebilir.

Karar Sürecini Etkileyen Diğer Unsurlar

Az önce sözünü ettiklerimiz çocuğun gelişim aşamasına uygun olarak karar sürecinde etkili olabilecek noktalardı. Bunlara ek olarak; özbakım veren kişi, çocuğun okula başlaması ile birlikte kendi yaşamında birtakım değişiklikler planlıyor olabilir. Çalışma hayatına dönmek bu değişiklerden bir tanesi… Böyle bir durumda çocuğun kreşe başlaması ile çalışma hayatına dönme zamanının aynı olmaması gerekir. Çocuğun kreşe daha önce başlaması ve alışma sürecini tamamlaması daha doğru olacaktır. Çocuk kreşe başlarken zorluk yaşadığında yanında olabilmek uygun bir geçiş süreci yaşanmasına olanak verir.

Çocukların akademik yaşama adım attıkları bu süreç büyük önem taşıyor. Kreşe başlanacak döneme doğru karar vermek ve gelişim süreçlerini doğru gözlemlemek gerekiyor. Gelişim dönemleri, kreş, eğitim süreçleri gibi konularda detaylı bilgi almak için aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More

Öğrenme psikolojisi üzerine yapılan araştırmalar öğrenmenin birçok farklı biçimi olduğunu göstermektedir. Eğitim sistemi genellikle bizi tek yönlülüğe doğru götürmektedir. Örneğin siz yapı olarak daha çok dokunarak ve hareketler yoluyla öğrenmeye yatkın bir bireyseniz geleneksel eğitim hayatı sizi zorlayabilir. Bunun sebebi okulların eğitim sisteminde duyusal ve görsel materyalleri öğrenme yöntemi olarak kullanmalarıdır. Eğitim sürecinde yetkinlik konusu da oldukça önemlidir.

Ne yazık ki kendi öğrenme biçimlerine uygun bir yol izlenmediği için öğrenciler kendilerini başarısız olarak görebiliyorlar.  Okulun yapınıza uygun olmayan yollarla bilgiyi aktarması sizi caydırmamalı. Kısacası bu blog yazımızla öğrenme çeşitlerinin üzerinde duracağız. Aba Psikoloji ekibi olarak kendi öğrenme biçiminizi keşfetmenizi sağlayarak sizi başarıya bir adım daha yaklaştırmak istiyoruz.

Öğrenme Psikolojisi: Öğrenme Stilleri

Öğrenmenin birden farklı yönden incelenmesi mümkün. Birçok farklı öge öğrenme psikolojisini etkiyebilir. Biz öğrenme stillerini 4 farklı alt başlık yoluyla inceleyeceğiz. Bu alt başlıklar yoluyla size uygun öğrenme metotlarını kullanarak çalışmalarınızı zenginleştirebilirsiniz.

Algısal Öğrenme Çeşitleri

·         İşitsel

Duyarak öğrenmeye yatkın olan insanların dersi dinlemeleri yeterli olabilir. İlla yazmaları gerekmez. İşitsel yönü güçlü olanların derslere düzenli gitmeleri öğrenmelerine katkı sağlayacaktır. Ses kayıtlarını tekrar dinleyerek ya da sesli okuyarak çalışmak çalışmalarını etkili hale getirecektir.

·         Görsel

Görselliği güçlü olanların öğrenme psikolojisinin önerdiği gibi video ve grafik çizerek, resimlendirerek öğrenmelerini kolaylaştırmak mümkün. Bu kişilerin not alırken de grafiksel ve renkli kalemlerle not almaları çok daha faydalı olacaktır.

·         Dokunsal (Kinestetik)

Dokunsal bireyler fiziksel temas yoluyla becerilerini kullanarak öğrenmeye daha yatkınlardır. Okumalarında parmakla takip etmeleri, örneğin biyoloji çalışırken maketler yoluyla öğrenerek maketlere temas etmeleri öğrenmeleri için pozitif yönde etkili olacaktır.

Çevresel Faktörler

Çevresel faktörler kişinin öğrenmesi üzerine etkili olabilir. Ses, ısı ve ışık oranı öğrenmenizi etkileyecek çevresel etkenlerdendir. Kimisi yüksek sesli ortamlarda daha rahat çalışırken diğer bir kişi sessizlikte daha rahat odaklanabiliyor olabilir. Işık ve ısı oranları da ses gibi kişiye göre değişiklik gösterir. Öğrenme psikolojisi çevresel faktörler konusunda da kişiye özel bir plan çizilmesini önerir. Her bireyin kendini öğrenmeye açık hissettiği ortamlar birbirinden farklıdır. Kendinizi gözlemleyerek hangi çevresel faktörlerle daha rahat çalışabildiğinizi tespit etmeniz tavsiyemizdir.

Öğrenme Psikolojisi: Fizyolojinin Etkisi

Fizyolojik koşullar da öğrenmeniz üzerinde değişimlere yol açacaktır. Genelde sabah çalışılması önerilir. Zihin daha dinç ve açık olduğu için. Fakat burada da aslında esneklik gösterilmesi gerekir. Bireylerin kendini daha öğrenmeye açık hissettiği zamanlar farklılık gösterebilir. Günün hangi saatleri zihninizin öğrenmeye açık olduğunu tespit etmek çalışma saatlerinizi o zamana göre ayarlamak öğrenmenizi etkili hale getirecektir.

Sosyolojinin Etkisi

Öğrenme psikolojisinin bir diğer önerisi ise sosyolojik faktörlerin etkileri üzerine. Hangi sosyal ortamlarda çalışmalarınızın daha verimli olduğunu bilerek o ortamları çalışmak için seçmeniz öğrenme sürecinizde faydalı olacaktır. Kendiniz üzerinde düşünün: Yalnız mı çalışmaktan hoşlanıyorsunuz yoksa eşli mi? Küçük gruplar mı daha verimli oluyor sizin için yoksa büyük gruplar mı?

Aba Psikoloji olarak verdiğimiz hizmetler arasında çeşitli testler yoluyla size uygun olan öğrenme biçimlerinizi araştırarak  özel çalışma planı ayarlamak da var. Randevu alarak başarınızı arttırmak ve çalışma düzeni sağlamak için hizmetimizden yararlanabilirsiniz.

Öğrenme Psikolojisi üzerine yaptığımız çalışmaları daha iyi anlamak için kurucumuz Doç. Dr. Gamze Sart ve Psikoloğumuz Merve Nural’ın “Öğrenciler İçin En İyi Öğrenme Yöntemi Nedir? Hangi Testler Yapılmalı?” adlı Youtube videosunu aşağıdan izleyebilirsiniz.

Read More

Ödev yapma ve ders çalışma akademik yaşantının bir parçası… Artık, akademik hayat olarak nitelendirdiğimiz okul ve eğitim hayatı 5 yaş civarında başlıyor. Ödev vermek konusundaki yaklaşımlar kurum ve öğretmenlere göre değişiklik gösterse de 1. sınıf itibariyle çocukların görev ve sorumlulukları arasında ödev yapmak yer alıyor. Peki; çocuklarda ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığı nasıl kazanılır?  Çocuğuna ders çalışma alışkanlığı kazandırmak isteyen ebeveynler için ne gibi prensipler vardır?

Çocukların sorumlulukları ödev yapmaya başlamak ile değil kabiliyetleri gereği yapabilecek oldukları işlerle başlıyor. Motor kabiliyetleri yeterli ölçüde gelişen bir çocuğun; kendi kendine giyinebilmesi, kendi kendine yemek yiyebilmesi ev içerisindeki iş bölümünde belli görevlerinin olması bu duruma örnek olarak gösterilebilir.

Ders Çalışma ve Ödev Yapma Alışkanlığını Etkileyen Faktörler

Ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığı her yaştaki bireyler için söz konusu olan bir sorumluluk ve aynı zamanda yaşanabilen bir problemdir. Peki; hangi yaş dönemlerinde hangi durumlar bu alışkanlığı etkiliyor olabilir?

Az önce de sözünü ettiğimiz gibi henüz oyun çağındaki çocukların akademik hayat için adım atmalarıyla birlikte ödevleri olabiliyor. Ödevlerini yapacağı zaman dilimi hakkında çerçeveleyici şekilde konuşmak ya da çocuğu yönlendirmek zihnen bir sınır koymuş olmak anlamına geliyor ve bu motivasyon konusunda yardımcı olabiliyor. Fakat bunun yalnızca ders ve ödevler konusunda değil günlük yaşamdaki tüm faaliyetler için uygulanıyor olması gerekiyor. Zaman kontrolünün etkili biçimde uygulanması ancak bu şekilde mümkün hale gelebiliyor. Zihnen çizilen sınırın görselleştiriliyor olması önem taşıyor.

Motivasyon Konuşmaları Önem Taşıyor

Eğer çocuğun sorumlulukları konusunda bir problem yaşanıyorsa, bunu durumu ders esnasında ya da ilişkinin gergin olduğu bir zamanda olmamak kaydıyla özel olarak ayrılan bir zaman dilimi içerisinde paylaşmak gerekiyor. Bu durumu paylaşırken baskılayıcı ya da karşılıklı çatışmayı güçlendirecek diyaloglardan kaçınmak önem taşıyor. Özellikle ergenlik dönemindeki gençler için bu noktada dikkatle hareket etmek gerekiyor. Ergenlik dönemindeki bireylere sorumluluk ve ödevlerinin gerekliliğini motivasyon konuşmaları ile anlatmak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Zaman zaman bu tip konuşmaları bireyin kendi kendine yapması ve motivasyon kaynaklarını keşfetmesi de söz konusu olabiliyor. Uzun vadede neler planlıyor? Bu planlarını yerine getirebilmesi için ona neler yardımcı olabilir? Kimler yardımcı olabilir? Ne tür desteklere ihtiyacı var? Bunun üzerine nasıl bir plan ona yardımcı olacaktır? Hedeflerine ulaşması ve çalışmaları konusunda performansını engelleyen riskler var mı? Bunların önüne nasıl geçebilir, ne tür önlemler alabilir? Bu soruları yanıtlayabiliyor olması, ders çalışma sorumluluğunu yerine getirmesini ve çalışmasını engelleyecek konularda hem kendisine hem çevresine karşı “Hayır!” diyebilmesini sağlayacak önemli faktörler arasında yer alıyor.

Etkili Bir Çalışma İçin Nelere Dikkat Etmek Gerekiyor?

Etkili ve verimli bir ders çalışma için ortam ve düzen önem taşıyor. Motivasyon düşüklüğü ve erteleme davranışını engelleyebilmek için düzen birincil şart… İkinci olarak ders çalışma alışkanlığı olmayan bir kişinin kendisi için doğru ve gerçekçi bir zaman belirlemesi gerekiyor. Aynı anda iki işi birden yapmaya çalışmak verimi düşüren bir durum… Etkili çalışma yöntemlerinde en çok önerilen zamanlama; 25 dakika çalışma ve ardından 5 dakika mola verme şeklinde gerçekleşiyor. Bu durum hafıza ve bilgiyi depolama anlamında da önem taşıyor. Cep telefonunu yakında bulundurmak verimin ve motivasyon düşmesi noktasında en dikkat edilmesi gereken unsurlardan bir tanesi… Çünkü dağılan dikkati toplamak oldukça güç olabiliyor.

Ders çalışma, ödev yapma, öğrenmeye dayalı beceriler, bilgileri uzun süreli hafızaya iletme yöntemleri kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kendinize özel yöntemleri keşfetmek için test yaptırabilir ya da bu konuda danışmanlık hizmeti alabilirsiniz. Konu hakkında detaylı bilgi ve destek için aba Psikoloji web sitesini ziyaret edebilir, bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Read More