Mutluluk hayat boyu hepimizin peşinden koştuğu şey diyebiliriz. Neyin bizi mutlu edeceğini bulmak kolay görünmeyebilir fakat aslında cevabı içimizde saklıdır. Her şey kendimizi tanıyarak başlar. Kendimizi bilirsek ve nelerden hoşlandığımızın farkında olursak mutluluk kapıları bizim için aralanacaktır. İçinizden ben hala nelerin beni mutlu ettiğini çözemiyorum diyorsanız sizin için buradayız. Blog yazımızı okuyarak kendinizi keşfetmeye hazır olun! Biraz mutluluktan, mutlu olanların ortak özelliklerinden, daha mutlu ve kaliteli bir hayat yaşamanın yollarından bahsedeceğiz.

Mutluluk ve Mutlu İnsanlar

Öncelikle mutluluk ve mutlu insanlardan söz edelim. Mutluluğu aramanın bile aslında yanlış bir şey olduğu bir gerçektir. Eğer bu duygunun peşine sıkça düşerseniz mutluluğu bulamayabilirsiniz. Bu bir duygudur ve duygular değişkendir. Maalesef her zaman mutlu olamayız. Fakat maksimum huzur seviyesine ulaşmak, genel olarak mutlu bir hayat sürdürmek bizi mutlu edeceğini bildiğimiz eylemleri sıkça yaparak mümkün. Hayatlarında maksimum mutluluğu yakalamış olanlar kendilerini iyi tanıyan, kendilerine neyin iyi geldiğini bilenlerdir. Bunun dışında insanların çoğunu mutlu eden şey sevdikleri insanlarla vakit geçirmektir. Neyin beni mutlu edeceğini bilmiyorum diyorsanız öncelikle basit düşünün. Mutluluğu uzakta aramayın. Etrafınızdaki sevdiğiniz kişilerle vakit geçirmek kadar basit bir eylemin bile size iyi geleceği gerçeğini unutmayın.

Hayatta Bizi Neyin Mutlu Edeceğini Nasıl Buluruz? Mutluluk Seçimlere Bağlıdır

Kendinize “Neden bunlar hep benim başıma geliyor.”, “Ben neden mutlu olamıyorum.” diyor olabilirsiniz. Aslında mutluluk bir seçimdir ve mutlu edeceğini bildiğiniz eylemleri yapmak sizin elinizdedir. Hayatta seçimlerimiz yoluyla sevdiğimiz eylemleri ve aktiviteleri yapmayı arttırabiliriz. Hayatı kendiniz ve zevkleriniz için yaşamanız mutluluğunuzu arttıracaktır. Çoğu insanın sevdiği aktiviteleri yapamamasındaki engel başkalarını kendinden çok düşünmesi ve kendiyle ilgili farkındalığının zayıf olmasıdır. Kendinizi tanıma yolunda atacağınız ilk adım “özgür seçimler” yapmanız olacaktır. En basitinden başkalarından bağımsız hangi yemeği nerede yemekten hoşlandığınızı bilmek bile mutlu olma oranınızı arttıracaktır. Eğer kendinizi, zevklerinizi hala tanıyamadıysanız. Keşfe çıkın. Bol bol deneyin ve sevmediğiniz bir şeyi istisnalar dışında bir daha tercih etmeyin. “Ben neleri sevmiyorum?, Ben neleri seviyorum? ” listesi yapmak seçimlerinizi kaliteli hale getirecek ve neyin sizi mutlu edeceğini bulmanızı sağlayacaktır.

Değişime Ayak Uydurmak Mutluluğu Zinde Tutar

Beni neyin mutlu edeceğini bulamıyorum diyenlerin bir diğer problemi de eski alışkanlıklardan vazgeçememe olabilir. Sürekli yaptığınız eylemlere bağlılık gösterip yeni şeyler denememek de mutluluğa engeldir. Zaman zaman değişime ihtiyaç duyarız. Önceden yapmayı çok sevdiğiniz bir şey konusunda direnç göstermenin anlamı yok. O an sizin için ne anlama geliyor? Bunu düşünün. İnsanın anlık düşünceleriyle bile neyin mutlu edeceği değişebilir. O an en sevdiğiniz etkinlik dışında başka bir aktivite de sizi mutlu edebilir ya da artık en sevdiğiniz aktivite mutlu etmiyor bile olabilir. Özellikle hobileriniz konusunda kendinize zorlayıcı davranmamaya çalışın. Bu aralar canınız piyanonun başına geçip çalmak istemiyorsa bırakın çalmayın. Anlık değişiminize ayak uydurarak, kendinize “Şuan ben ne istiyorum?” diye sorarak mutlu eden aktiviteleri yapma oranınızı arttırabilirsiniz.

Kararsızlık Yüzünden Neyin Mutlu Edeceğini Bilmeme

Seçimleriniz konusunda kararsızlık yaşamanız da mutluluğunuza ket vuruyor olabilir. Doğru kararlar vermek insana zor gelebilmektedir. Kararın sonuçları üzerine odaklanmak karar vermeyi zorlaştırır. Sonuçları düşünmek yerine yaparken sizi mutlu edeceğini düşündüğünüz eylemlere odaklanın. Eğer istekleriniz hayatınızı yüksek oranda değiştirmeyecek ve etkilemeyecekse ilk aklınıza geldiği an gözü kapalı tercih ettiğiniz kararları uygulamaya çalışın. Ertelemeden yaparsanız, üzerinde defalarca düşünmek yerine bir kere düşündükten sonra  eyleme geçerseniz mutlu olduğunuzu fark edeceksiniz. Eğer bir kere bunu denerseniz aslında sizi neyin mutlu edeceğini içten içe bildiğinizi göreceksinizdir. Bunca zaman sizi mutlu edeceğini düşündüğünüz eylemlerden korkular ve gelecek kaygıları sebebiyle belki de kaçtınız. Kararsızlıklarla iç içe kalıp sonradan vazgeçtiniz. Sizi sizden iyi kimse tanıyamaz. İçten içe kendinizi biliyorsunuz ama sizi mutlu eden şeyleri gözden geçirmek için yüzeye, farkındalık düzeyine çıkarmaya ihtiyacınız var.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca bilgilendirici videolara ulaşmak için Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalını takip edebilirsiniz.

Read More

Çocuk yetiştirmek konusunda her ebeveynin kendi tarzı vardır diyebiliriz. Bu işin doğrusunu yanlışını bilmek oldukça zordur. İşin içinde bir sürü faktör vardır. Çocuğun karakteri, ebeveynlerin karakteri, biyolojik faktörler, çevrenin etkisi gibi faktörlerin hepsi çocuğun ileriki yapısını etkiler. Fakat çocuk yetiştirirken ebeveynlerin dikkat etmesi gereken bazı temellerden bahsedebiliriz. Örneğin çocukla ebeveyn arasındaki bağlanma biçimlerinin çocuğun dış dünyayla olan bağlantısını etkilediği araştırmalar sonucunda desteklenmiş bir bulgudur. Daha çok ebeveyn olarak neleri yapmamanızın çocuk için daha iyi olacağını açıkladığımız bir blog yazısını okumaktasınız.

Çocuk Yetiştirirken Sınırlar

Sınırlar çocuk yetiştirirken ebeveynlerin en dikkat etmesi gereken konulardan biridir. Genel olarak çocukların güçlü, özgüvenli ama yardıma ihtiyacı olduğunda da insanlardan yardım isteyebilecek bir karakterde olmasını tercih ederiz. Böylelikle çocuğun ileriki hayatında hem insanlarla olan iletişim gücü, hem de kendi ayakları üzerinde durma yetisi yerli yerinde olacaktır. Bu kişilik özelliklerini belirleyen en önemli etkenlerden birisi ise erken çocukluk döneminde anne babayla olan sınırlardır. Anne babanın çocuğa öğrettiği sınırlar ileriki ilişkilerinde ve hayatında etkili olup çocuğun sorunları çözme biçimi üzerinde rol oynar.

Çocuk yetiştirirken ebeveynlerin sıklıkla yaptığı hatalardan birisi çocuğun güçlü olmasını sağlamak için her şeyi çocuğun kendi kendine yapmasını aşılamaya çalışmaktır. Buradaki ebeveyni, düştüğünde anne diye ağlasa bile çocuğunu tutup asla kaldırmayan ve çocuğun kendi kendine kalkmasını bekleyen anne gibi düşünebilirsiniz. Bazı ebeveynler de tersine çocuğun her sıkıntısında arkasında olmak gibi bir hataya düşmektedirler.

Bu örneği de düşen çocuğu her defasında kaldıran anne olarak hayal edebilirsiniz. İki ebeveynin yaptığı da aslında yanlıştır. İlk ebeveynin çocuğu etraftan yardım almayı bilemeyecek ve hatta belki de hep kendini yalnız hissedecektir. İkinci ebeveynin çocuğu ise sürekli başkalarının yardımını bekleyecek ve ileride sorunlarını tek başına çözmekte zorluk çeken birisi haline gelebilir. Çocuk yardıma ihtiyaç duyduğunda el uzatılmalı ama düştüğünde kendi kalkabilecek durumdaysa yerden kendi kendine kalkması beklemelidir.

Çocuk Yetiştirme Aşamasında İstikrarlı Davranmak

Çocuğun ileride güvenli şekilde dışarıyla bağ kurabilmesi için çocuk yetiştirirken ebeveynlerin istikrarlı davranması önemlidir. Ev içerisinde bazı kurallar olmalı ve o kurallar dahilinde davranmak gerekir. Mesela çocuğunuz yemek yemeden önce dondurma yemek için ağlıyor. Bir türlü susturamadığınız için bir süre sonra o dondurmayı vermeye kalkarsanız çocuk burada farklı bir düşünce yapısına girecektir.

Çocuk “ Çok ağladığımda bizimkiler ne istersem yapıyor. O zaman istediğim olana kadar ağlayacağım.” diye düşünerek, istedikleri için durmadan ağlayacaktır. Bir konuda çocuğa hayır diyorsanız o ‘Hayır’ı sonradan ‘Evet’e döndürmeyin. Her istediğini ağlayarak elde eden bir çocuk ileride de her istediğini zorlayarak elde edebileceğini düşünür. Fakat hayat böyle işlemiyor. Her istediğimiz gerçekleşmiyor. İstikrarlı davranarak çocuğun her istediğinin olamayacağını öğretmek ileride yıkım yaşamaması için değerli bir öğretidir.

Konu hakkında daha detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca farklı konularda bilgilendirici videolara ulaşmak Doç. Dr. Gamze Sart’ın YouTube kanalını takip edebilirsiniz.

Read More

Psikolojik öksürük kronik öksürüğe neden olan faktörler dışarıda bırakıldığında ortaya çıkan bir öksürüktür. Aslında bilim dünyasında ‘psikojenik öksürük’ olarak adlandırılmakla birlikte halk arasında ‘psikolojik’ ifadesi ile dile getirilmektedir. Bu tür öksürüğün bazı özellikleri bulunmaktadır. Öncelikle kuru bir öksürük yapısına sahiptir. Kişide birden çok kez görülen bu öksürük, her defasında bir önceki öksürüğe benzemektedir.

Bu tür öksürük uzaktan dahi rahatlıkla duyulabilecek bir seviyede olabilmektedir. Öksürüğün sıklığı bazı durumlarda kişinin günlük yaşantısını dahi etkileyebilmektedir. Ayrıca kişinin mutlu olduğu anlarda bu öksürük tipinin azaldığı da gözlemlenmiştir. Bu öksürüğe sahip olanlarla yapılan terapilerde, genellikle kendilerinin öksürüğün görülme öncesinde soğuk algınlığı geçirdiğine dair bir hikaye anlattıkları görülmektedir.

Psikolojik Öksürük Ne Şekilde Görülmektedir?

Psikolojik öksürük günlük yaşam içerisinde sıklıkla görülmektedir. Kişide genellikle uyku sırasında görülmemekle birlikte, uyku sırasında rastlanılan durumlar da olmaktadır. Çocuklarda görülen durumlarda, çocukların anne, baba ya da doktor gözetiminde olduklarında öksürüğün daha sık yaşandığı görülmektedir. Çocukların okula gitmek istemedikleri durumlarda ve anne ya da babanın dikkatini çekmek istediklerinde de öksürük sıklığının arttığına tanık olunmaktadır.

Bu öksürüğe türüne sahip olan kişilerde sürekli olarak boğazı temizleme ihtiyacı bulunmaktadır. Duygusal tetikleyiciler yani olumsuz durumlar karşısında öksürüğün arttığı da görülmektedir. Öksürükle ilgili kişinin hikayesi dinlendiğinde genellikle geçmişte ya da şimdiki zamanda yaşanan olumsuz bir durumla karşılaşılmaktadır. Normal öksürüğü iyileştirici özelliği bulunan ilaçların, psikojenik öksürüğün tedavisinde işlevsiz olduğu da tespit edilmiştir.

Psikojenik Öksürük Nasıl Tedavi Edilir?

Bu durumu yaşayanların sahip olduğu öksürük tedavi edilmediğinde, kişinin uzun yıllar boyunca öksürükten mustarip oldukları görülmektedir. Durumun tedavisi için çok çeşitli tedavi yöntemleri önerilmektedir. Tedavinin ilk aşaması, öksürüğe neden olan herhangi bir medikal durumun olup olmadığının tespitine yöneliktir.

Çocuğun ve ailesinin psikolojik sorunlar karşısında rahatlatılması ve çocuğa zarar veren durumların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Durum, aileden kaynaklı bir neden dolayı ortaya çıkmışsa aile terapisine başvurulması çözümü kolaylaştıracaktır. Durumun çözüme kavuşturulması için;

  • Telkin terapisi,
  • Hipnoz yöntemi,
  • Konuşma tedavisine başvurulmaktadır. Psikolojik öksürük olgusunu ortadan kaldırmak üzere uygulanan bu yöntemlerin olumlu sonuçlandığına ilişkin çok sayıda sonuç bulunmaktadır.

Konu hakkında daha detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Ayrıca Aba Psikoloji Youtube kanalını takip ederek bu ve benzeri durumlar karşısında neler yapılması gerektiğine dair bilgi edinebilirsiniz.

Read More

Kadına şiddet toplumu büyük oranda etkileyen bir konuyken çözüm getirmekte de zorlandığımız bir konudur. Şiddet başlı başına bireylere zarar veren bir unsurken“ Neden kadınlar şiddete daha çok maruz kalır?” sorusu da akılları kurcalamaktadır. Kadına yönelik şiddetin altında yatan bireysel ve toplumsal birçok sebep bulunmaktadır. Şiddetin ana nedenini bulmak da aslında oldukça zordur. Fakat şiddeti tetikleyen nedenlerin farkında olmak şiddete maruz kalındığının da farkında olmak demektir. Şiddet anında kişinin kendini korumaya alması için bir fırsattır nedenleri anlamak.

1.    Kadına Şiddet: Şiddet Öğrenilmiş Bir Davranıştır

Şiddetin her türü öğrenilmiş bir davranış biçimidir. Hepimizin içinde yatan öfke ve sinir duygusu var. Ancak bunun şiddete dönüşmesi için önceden şiddete maruz bırakılmış ya da şiddeti tanık olunmuş olması gerekir. Kadına şiddet konusu da genelde böyledir. Çocukluğunda şiddete maruz kalmış ya da babası annesine şiddet uygulayan bireylerin kadınlara şiddet uygulama ihtimali artmaktadır. Özellikle kadınlara şiddet uygulanan bir çevreden geliyorsa kişi bunun olağan hatta olması gereken bir şey olduğu algısına kapılır.

2.    Manipülasyon

Başkalarını kontrol etmek ve isteneni almak için şiddet uygulanabilir. Şiddete maruz kalan kişiler de ne yapacaklarını bilemedikleri için yaşadıkları şiddet sona ersin diye karşıdakinin istediklerini gerçekleştirebilirler.  Şiddet uygulayan bireyler de davranışlarının sonucunda istediklerini elde ettikleri için şiddet davranışını sürdürmeye devam ederler. Kadına şiddet olaylarında manipülasyon sıkça görülmektedir. Davranışın dışında fiziksel şiddet uygulanacağına dair sözel tehditlerin de psikolojik şiddet olarak kullanıldığı sıkça görülmektedir. Tehditlerden korkan bireyler ne yapacaklarını bilemeden karşıdakinin istediklerini yerine getirmek zorunda kalırlar.

3.    Kadına Şiddet: Yetiştirilme Biçimi

Kadına şiddet uygulama eğiliminin en büyük sebeplerinden birisi yetiştirilme biçimidir. “Erkek ne derse o yapılacak, kadınlar erkeklere hizmet etmek için vardır.” gibi düşüncelerin baskın olduğu aile yapısından gelmek bir risktir. Bu aile yapısındaki kadınlar da erkeklerin söylediklerini doğru kabul etme eğilimi gösterebilir ve erkeklerin çizdiği sınırlar altında yaşayabilirler. Erkeklerin kadının birey olarak haklarının olduğunu bilmeden yaşama ortamı oluşturulur. İstedikleri her şeyi yaptırabilme hakkına sahip oldukları düşüncesine giren erkekler psikolojik ve fiziksel şiddeti normalleştirilebilirler.

4.    Psikolojik Rahatsızlıklar ve Alkol Tüketimi

Bazı psikolojik rahatsızlıklar ve alkol tüketimi kişinin şiddet uygulama dürtülerini daha aktif bir hala getirebiliyor. Bu faktörler genelde diğer faktörlerin de etkisiyle oluşan sebeplerden birisidir. Her alkol tüketenin ya da her psikolojik rahatsızlığa sahip olan kişinin şiddete meyilli olduğunu söyleyemeyiz. Fakat kadına şiddet konusunda başkalarından görerek öğrenilmiş davranış olması ya da yetiştirilme biçimi gibi sebeplerle birleşince durum değişebiliyor. Kontrolsüz alkol tüketicileri zaten içlerinden atamadıkları bir öfke varken öğrenilmiş davranış olarak dışa vurmakta daha rahat olabiliyor. Benzer şekilde psikolojik rahatsızlığı olan bireyler de iç güdüsel davranışlara eğilimli oldukları için düşünmeden öğrendikleri şiddeti uygulayabiliyorlar. Eğer çevrelerinde daha önce kadına şiddet uygulayan varsa şiddetleri daha çok kadınlara yansıyabiliyor.

Read More

Zaman zaman ebeveynlerin aklında çocukların kreşe başlama yaşı konusunda soru işaretleri olabiliyor. “Çocuğu kreşe ne zaman vermeli?” , “Uyum sağlayabilir mi?”, “Erken mi?”, “Geç mi?” gibi pek çok soruyla karşılaşıyoruz. Çocuklar kreşe başladıkları dönemde sosyalleşir ve yeni ilişkiler deneyimler. Aynı zamanda; akademik yaşantıları bu dönemde başlar. Akademik hayatta tanıyacakları matematik, türkçe, yabancı dil gibi alanlarda ön hazırlık yapma fırsatı bulurlar.  Yeni kurallara adapte olmayı, bir gruba dahil olmayı bu dönemde öğrenir ve öğretmen sınıf gibi kavramları tanırlar. Kreşe başlayan çocuklar daha sistemli bir öğrenme sürecine girerler. Bir bütünün parçası olmayı deneyimler ve yönergelere uyum sağlamayı öğrenirler. Aynı zamanda kreş ortamında yürüttükleri faaliyetler, “ince motor” ve “kaba motor” gibi becerilerinin pekişmesine katkı sunar.

Kreşe Başlama Yaşı: Gelişim Süreçleri Farklılık Gösterebilir

Peki; kreşe başlama yaşı kaç olmalı? Çocukların gelişim süreçleri farklılık gösterebilir. Her çocuğun sosyal becerileri, duygusal becerileri, sözlü ve sözsüz iletişim becerileri, motor becerileri aynı dönemde gelişmeyebilir. “Çocuğu kreşe ne zaman vermeli?” sorusunun cevabı aslında bu gelişim süreçlerinde gizlidir. Çocuğunuz kreşe başlatıp başlatmama kararını gelişim süreçleri doğrultusunda verebilirsiniz. Bu noktada; çocuğunuzun yaşına uygun şekilde gelişim gösterdiğinden emin olmanız önem taşır.

Çocuğunuzun Yaşına Uygun Gelişim Süreci Nasıl Olmalıdır?

Çocuklar 2 yaş dönemine kadar temel bakım verenle birliktedir. 2 yaş dönemine gelen çocuklar, özellikle yürümeye başladıktan sonra bireyselleşmeye başlarlar. Bir birey olduklarının ve temel bakım veren kişinin bir parçası olmadıklarının farkına varırlar. Bu süreçte gelişen taklit yeteneği, gelişimin gözlenmesi için oldukça önemlidir.

2-3 yaşındaki çocuklar için, “paralel oyun evresi” olarak adlandırılan dönem başlar. Çocuğunuz bu dönemde, diğer çocuklarla etkileşeme girer ve etkileşim halinde oyun oynamayı deneyimler. 3 yaş; şart olmamakla birlikte kreşe başlama yaşı olarak uygundur. Ancak; tam gün kreş zorlayıcı olabilir. 4 yaşından itibaren ise pek çok çocuk kreşe rahatlıkla uyum sağlayabilir. 3-4 yaşındaki çocuklar için bu karar; iyi bir gözlem yapılarak ve psiko-sosyal gelişim göz önünde bulundurularak verilmelidir.

Çocuğunuzun Temel İhtiyaçlarını Karşılayabiliyor Olması Gerekir

Eğer çocuğunuzda birtakım gelişim gerilikleri gözlemliyorsanız; örneğin, tuvalet alışkanlığını henüz kazanmadıysa, iletişim konusunda belli güçlükler yaşıyorsa kreşe başlaması için acele etmemek yararınıza olacaktır.  Çocuğunuzun kreş ortamına uyum sağlayabilmesi için; temel ihtiyaçlarını karşılıyor olması ve sosyal gelişim göstermiş olması oldukça önemlidir. Aksi halde; temel ihtiyaçları konusundaki eksiklerini evde tamamlayıp daha sonra kreşe göndermek daha uygundur.

Kreşe başlama yaşı ile ilgili aklınıza takılan sorular varsa ya da daha detaylı bilgi almak isterseniz aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Psikoloji hakkında merak ettiğiniz her şey için web sitemizi ziyaret edebilir, YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Öğrenme yöntemleri farklı metotların kullanılması ile öğrenme sürecine katkı sağlayan yöntemler bütününü ifade etmektedir. Çocuklarımızın öğrenme yetenekleri, algılama kapasiteleri ve verilen bilgiyi süzgeçlerinden geçirme biçimleri birbirinden farklıdır. Sevgili ebeveynler, çocuklarımız farklı öğrenme süreçlerine sahip oldukları için çocuklarımıza uygun olan öğrenme metotlarını belirlemek son derece önemlidir. Her çocuğa aynı yöntemde bilgi aktarılmaya çalışıldığında, elde edilen sonuç, istenen seviyeden oldukça farklı olacaktır. Mevcut eğitimde pedagojik anlamda bu tarz bir eksiklik ile karşı karşıya bulunmaktayız. Son dönemde dijital pedagojinin de devreye girmesi ile çocuklarımızın nasıl öğrendiklerini bilmemekteyiz. Etkili öğrenme ve öğretme yöntemleri çocuklarımızın nasıl bir öğrenme yöntemini daha iyi benimsediğini anlamakla ortaya çıkmaktadır.

Doğru Öğrenme Yöntemleri Nasıl Belirlenir?

Öğrenme yöntemleri çocuklarımızın görsel, işitsel ya da dokunsal olarak hangi yöntem ile daha etkili sonuçlar elde ettiğinin tespiti ile anlaşılabilir. Görsel anlamda daha çabuk öğrenen bir çocuğa işitsel ağırlıklı bir eğitimin verilmesi, elde edilen verimliliği oldukça düşürecektir. Çocuklarımızın tek bir öğrenme yöntemi ile eğitim almaları doğru değildir. Çocuklarımızın ikili hatta üçlü parametrelere dayalı olarak öğrenme biçimlerini ortaya çıkarmamız gerekmektedir.

Görsel-işitsel ya da görsel-işitsel-dokunsal gibi birden fazla parametreye dayalı olarak öğrenme biçimlerinden hangisinin daha etkili olacağı tespit edilmelidir. En kolay öğrenme yöntemleri çocuklarımızın sahip oldukları yeteneklerine yönelik olarak verilen eğitim yöntemi ile gerçekleşmektedir. Bunun yanı sıra, uygulanan birtakım testlerle çocuklarımızın ‘kapalı ortamda mı yoksa açık ortamda mı’ daha verimli öğrenebileceği anlaşılmaktadır. Işığın yoğun olduğu alanlarda bazı çocukların öğrenme düzeyleri daha yüksek olabilirken, bazılarının da ışığın az olduğu ortamda öğrenme kapasiteleri artmaktadır.

Ders Çalışmak İçin Masa Başında Olmak Önemli Midir?

Öğrenme yöntemleri pek çok etkene bağlı olarak farklı sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bazı çocuklar masa başında ders çalışmayı sevmeyebilir. Hatta bu nedenle masa başında ders çalışarak verimli sonuçlar elde edemeyebilir. Bize gelen pek çok veliden bu yönde bir serzeniş duymaktayız. “Benim çocuğum masa başında bir türlü oturmuyor” tarzındaki ifadeler ne yazık ki doğru bir öğrenme metoduna yol açmamaktadır.

Çocuklarımızın hepsi de masa başında çalışarak verimli olacak bir yapıya sahip olmayabilir. Böyle bir durumun ebeveyn tarafından bilinmemesi ve çocuğa sürekli olarak masa başında ders çalışması yönünde baskı yapılması, ebeveyn ile çocuk arasındaki olumlu ilişkiyi bozmaktadır. Bilgi öğrenme yolları klasik öğrenme ve çalışma yöntemlerinden oldukça farklıdır. Bazı çocuklarda dikkat eksikliği durumu da mevcut olabilir. Bu anlamda doğru öğrenme yöntemleri ve çocuklarımızın mevcut durumları tespit edilerek çocuklarımızın verimli bir şekilde öğrenmeleri sağlanmalıdır.

Read More

Teknoloji bağımlılığı günümüzde çocuklarımızın tablet, bilgisayar ve akıllı telefonları çok uzun süre boyunca kullanması ile ortaya çıkmaktadır. Bu cihazların, çocuklarımız tarafından yoğun bir şekilde kullanılması çocuklarımızın teknolojinin zararları etkilerine maruz kalarak dürtü kontrol bozukluğu yaşamalarına neden olabilmektedir. Bu durum özellikle son dönemde sıklıkla karşılaştığımız bir problem halini almıştır. Çocuklarımızın teknolojik aletlerle olan ilişkileri, onların ders çalışmalarını ve yeni bilgiler öğrenmelerini oldukça etkilemektedir. Ebeveynleri dinlediğimiz zamanlarda karşılaştığımız en önemli sorunların başında, çocuklarımızın teknoloji kullanım sürelerinin fazlalığı gelmektedir. Bu cihazların ne zaman kullanılmasının gerektiği ya da ne kadar süre ile kullanılmasının doğru olduğu sorulmaktadır.

Teknoloji Bağımlılığı Belirtileri Görüldüğünde Neler Yapılmalıdır?

Çocuklarımızda teknoloji bağımlılığı belirtileri görüldüğünde eylemin yasaklanması doğru değildir. Ebeveynler tarafından alınan tedbirler arasında çocukların bu cihazları kullanmamalarına yönelik tedbirlere başvurdukları görülmektedir. Bilgisayarların ebeveynlerin iş yerine gönderilmesi, cihazların dolaplara kaldırılması, akıllı telefonların gece vaktinde ebeveynlere teslim edilmesi gibi uygulamalara sıkça rastlanmaktadır. Hatta bu durumu daha ileriye taşıyan aileler de bulunmaktadır.

Çocuklarının hangi saatte internete girdiğini ve bu süre zarfında hangi web sitelerini ziyaret ettiğini kayıt altında tutan ve bu bilgileri raporlayan yazılımları kullananlar da az değildir. İnternet bağımlılığı çözüm önerileri olarak; internet kullanımını yasaklamak ya da internetin kullanıldığı cihazları ortadan kaldırmak gibi eylemler önerilmemektedir. Eylemleri yasaklamak yerine cihazları ve teknolojiyi bilinçli bir şekilde kullanmayı öğretmek gerekmektedir.

Teknolojinin Faydalarından Yararlanmak Önemli

Teknoloji bağımlılığı doğru bir şekilde yönetildiğinde ve eylem, bağımlılık boyutundan sıyrılabildiğinde sorun olmaktan çıkmaktadır. Teknolojinin sayısız faydası bulunmaktadır ve bu faydalardan çocuklarımız da yararlanmalıdır. Bir metafor olarak ekmek bıçağı örneği verilebilir. Ekmek bıçağı, normal şartlarda işimizi kolaylaştıran yararlı bir mutfak gerecidir. Ancak ekmek bıçağının nereden tutulması gerektiği bilinmezse, bıçak yarardan çok zarar meydana getirecektir. Teknolojinin kullanımını da bu şekilde düşünmek mümkündür. İnternet bağımlılığı tedavisi için ya da teknolojinin zararlı etkilerinden korunmak için yasaklardan ziyade çocuklarımıza bilinçli kullanımı öğretmek ve bu bilinci aşılamak gerekmektedir.

Amacımız her zaman için çocuklarımızı kazanmak olmalıdır. Bu nedenle, bilgisayarın ve diğer cihazların aşırı kullanımı nedeniyle ortaya çıkabilecek olan zararları çocuklarımıza doğru bir şekilde anlatmalıyız. Çocuklarımıza gereksiz ve uzun süre boyunca elektronik cihazları kullanmanın zararlı sonuçlarını anlatarak teknoloji bağımlılığı konusunda onları ikna edebiliriz.

Konu ile ilgili aklınıza takılan sorular varsa ya da daha detaylı bilgi almak isterseniz aba Psikoloji ile iletişime geçebilirsiniz. Psikoloji hakkında merak ettiğiniz her şey için web sitemizi ziyaret edebilir, YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Eğitim sadece öğretmenleri kapsayan bir alan değil büyük bir ekip çalışması ürünüdür. Gerek özel öğrenciler için gerek standart okullar için eğitimde öğretmen dışında diğer uzmanların da rol aldığı kaçınılmaz bir gerçektir. Öğretmen, aile, psikolojik danışman, psikolog ve hatta bazen doktor eğitimin bir parçası olabiliyorlar. Eğitim denildiğinde akla yalnızca okulda verilen eğitim gelmektedir. Fakat eğitim kişinin hayat yolunda edindiği deneyimlerle kendini geliştirdiği her alanda görülür. Kişinin gelişimini ve eğitimini etkileyen faktörler yakın çevresinden, ailesinden başlayarak uzak çevresi olarak nitelendirilen ulaşabildiği sağlık hizmetlerine kadar uzanır. Kısacası kişinin eğitimini ve gelişimini etkileyen faktörlerin bir ekip halinde düşünülmesi büyük değişiklikler yaratacaktır.

Eğitimde Ekip Çalışması: Aile

Aile bireyin en dar çevresi olarak nitelendirilen mikrosistemini oluşturur. En dar çevre ilk etkileşimde olduğumuz en yakın çevremizdir. Bulunulan etkileşimin eğitimimize büyük katkıda bulunduğu düşünülmektedir. Eğitimin temellerini öğrenme biçimlerini aile ile kavramaya başlarız. Çocukluk döneminden itibaren eğitimimiz başlar. Yürümeyi, konuşmayı, uzaktaki bir nesneye uzanarak almayı öğreniriz. Bu ilk öğrenme süreçlerimizde ailemizin davranışları daha çocukluktan itibaren öğrenme biçimimizi etkiler. Düştüğümüzde annemiz bizi hemen koşarak kaldırdı mı? Her problem de arkamızda mı durdu? Ya da her problemimizi yalnız başımıza mı çözdük?

Her problemde arkamızda duran bir annemiz varsa öğrenirken engellerle karşılaştığımızda baş etmekte zorlanabiliriz. Aksine her problemini yalnız çözmeyi öğrenen bir çocukta ilerde öğrenme sürecinde destek almayı beceremeyebilir. Haliyle bu da eğitim sürecini yavaşlatabilir. Uzun vadede ise kişide yıpranma, motivasyon eksikliğine neden olabilir. Eğer eğitim ekip çalışması olarak nitelendirilirse ailelerinde verdiği desteği çocukluktan itibaren düzene sokmayı amaçlar. Aile eğitimindeki yaklaşımları düzenlerken ileriki dönemde de ailenin eğitim sürecinde çocuğa nasıl katkıda bulunmaları gerektiği konusunda destek olur. Çocuğun eğitim sürecindeki başarısını sadece öğretmenleri değil velilerin yaklaşımları da büyük oranda etkilemektedir.

Eğitimde Ekip Çalışması: Öğretmen

Okul eğitimiyle beraber öğretmenler bireyin ikinci derece bağlantıda olduğu sosyal halkaya, mezosistemine dahil edilir. Günün çoğunu okulda geçiren öğrencinin öğretmeni en yakın iletişimde olduğu kişi haline gelir. Öğretmenin yaklaşımı çocuğun eğitimini etkiler ve hatta kafasını karıştırabilir. Ailede öğrenilen hayat görüşü, bakış açısı ve problemlerle yüzleşme biçimi ilkokul öğretmenleriyle şekillenir. İlkokul öğretmeni ve aile arasındaki anlaşmanın niteliği çocuğun eğitimini etkiler. Çocuk öğrenmede çatışmayı okulda öğrenir. Her şeyi doğru bildiğini düşündüğü ebeveynleri ve öğretmeni arasında bilgi kargaşası yaşayabilir. Çocuğun kargaşada kafası karışmaması için ekip çalışması ilkokuldan itibaren önem arz eder. Özellikle ilkokul döneminde ortak hayat görüşüne sahip bir öğretmen seçmek oldukça mühimdir.

Sağlık ve Psikolojik Destek

Bireyin kendine en uzak sosyal halkasında, makrosisteminde sağlık ve psikolojik destek bulunur. Devletlerin sağladığı sağlık hizmetinin kalitesi bireyin eğitimini etkileyecektir. Öğrendiklerimizi uygulayabilmek için zihinsel enerji sağlamaktayız. Enerjiyi sağladığımız kaynaklar ise aldığımız besinlerdir. İleri düzey sağlık hizmetleri yoluyla vücudumuzdaki eksikleri saptayabiliriz. Örneğin B vitamini zihnin çalışmasında büyük oranda etkili bir vitamindir. Eksikliği sonucunda algıda güçlük meydana gelebilir. Eğer düzenli sağlık hizmetlerinden yararlanabilirsek eğitim ve hayat kalitemiz artacaktır. Bu nedenle sağlık elemanları da eğitimdeki ekip çalışması üyeleridir. Diğer bir yandan psikolojik destek almak da eğitimin bir parçasıdır. Psikologlar sadece özel öğrencilerle çalışmazlar. Zaten var olan öğrenme sürecini kolaylaştırmak ve kişiye en uygun hale getirmek de psikologların görevidir. Aba psikoloji olarak eğitimde ekip çalışması öneminin farkındayız. Eğitim danışmanlığı hizmetlerimizde ekip çalışması yoluyla destek veriyoruz.

Read More

Otizm nedir?” sorusunu sıkça yanıtlıyoruz. Peki; “Otizm ne değildir?” Otizm hakkında yanlış bilinenlere gelin birlikte göz atalım.

Otizm Nedir? Ne Değildir?

Otizm nedir? Bir hastalık mıdır? Otizm hakkında yanlış bilgilerden bir tanesi; otizmin bir hastalık olduğu, değişmez olduğu yargısıdır. Otizm şiddeti hafiften ağıra kadar değişkenlik gösterebilen bir durum… Hafif olarak nitelendirilen formların bazıları otizmli olmayan insanların özellikleri ile çakışmaktadır. Hatta otizmli olmayan insanların içerisinde otizm özellikleri taşıyan pek çok kişi var. Otizmin tamamen düzelebileceği konusunda da yanlış bir inanç var. Otizm özelliklerinin pek çoğu ortadan kalksa da temel bazı belirtiler, başkasının zihnini anlamakta zorluklar, empati sorunları dirençli olabilir. Otizmin kendisi düzelse bile başka tip hastalıklara dönüşebilir. Dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu ve öğrenme bozukluğu; otizmin dönüşebileceği hastalıklar arasında en yaygın görülenler arasında yer alıyor.  Depresyon ve anksiyete atakları ile karşılaşmak da söz konusu olabilir.

“Otizm ne değildir?” diye sorarsak; otizm zihinsel engellilik değildir. Zihinsel engellilik ile birlikte görülebilir ve bu durumlarda daha çok nörolojik ve genetik bazı semptomlar söz konusudur. Zihinsel geriliğe eşlik eden bulgular mevcuttur. Fakat; otizmin kendisi üstün zekâlı kişilerde de karşımıza çıkabilir.

Çevresel etkenler otizmde önemlidir. Bu anlamda; yapılan araştırmalarda, anne karnında iken ortamdaki bazı yabancı maddelerin, bazı enfeksiyonların etkisi, özellikle annenin bağışıklık sisteminin etkisini gösteren bulgulara rastlanıyor.

Otizm Tedavisi Sırasında Nelere Dikkat Edilmeli?

Tedavi sırasında yapılmaması gereken şeyler sorusu bence en iyi sorulardan bir tanesi. Verilen ilaçları aniden kesmemek gerekiyor. Otizmdeki en önemli konulardan biri ilaçlar ile otizm tedavisi yapılamaması fakat otizmin şiddetini arttıracak sorunların ilaçlarla azaltılmasının mümkün olması… Yan etkilerinin olması nedeniyle bazı ailelerin güvensizlik duyması, arzulanan etkiyi yaratmadığında güvensizlik duyarak ilaçları aniden kesmeleri, çok büyük sakıncalar yaratabiliyor.

Bugün klasik olarak bütün kitaplarda otizm tedavisi için tek yolun özel eğitim olduğu söyleniyor ve bu bilgi doğru… Erken dönemde başlamış davranışçı terapilerin etkin olduğu biliniyor.  Fakat terapi konusunda ailelerin bilinçli olması gerekiyor. Uygun terapistleri bulması gerekiyor. Eğitimin önemini reddetmek de yapılan yanlışlardan bir tanesi.

Otizmi Bir İnsan Özelliği Olarak Ele Almalıyız

Bir yol haritası ve bir çerçeve çizmek gerekiyor. Otizmi bir hastalık olmaktan çıkartıp otizmi bir durum, bir insan özelliği olarak ele almayı öğrenmek gerekiyor. Otizmli çocukları iki gruba ayırabiliriz. Bir tanesi aykırı ve uyumsuz ama yaratıcı olabilen grup; diğeri ise tutunamayan grup… Tutunamayan gruba destek olmak gerekiyor. Ayrıntılı testler yapılırken üstün ve zayıf yönlerinin belirlenmesi ve yetenekli oldukları alanlarda desteklenmeleri gerekiyor.

Mücadeleci tavrı bırakmamak, gerçekçi bir iyimserliği korumak, iyi bir ekip çalışması yapmak, kendinizi ve çocuğunuzu tanımak, çocuğunuzun üstün özelliklerini belirlemek, yaşam kalitesini yükseltmeye çalışmak ve çocuğunuzun kendi ayakları üzerinde durmasına yönelik faaliyetleri artırmak otizm yolculuğunuzda en doğru adımlar olacaktır.

Otizm nedir? Ne değildir?” sorularını sizler için yanıtlamaya çalıştık. Otizm hakkında daha detaylı bilgi ve merak ettikleriniz için aba Psikoloji ile iletişime geçebilir. Prof. Dr. Barış Korkmaz’ın, “Ah Şu Otizm” adlı kitabına buradan ulaşabilirsiniz.

Read More

“Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” adlı blog yazımızda farkındalığın ne olduğundan ve öneminden bahsetmiştik. Özetle bilinçli farkındalık kazanan bireylerin kendi tercihlerinin merkezi olmaya başladığını ve kendilerini daha mutlu eden seçimlerle olumsuzlukları da kabullendiklerini söyleyebiliriz. Bunu deneyimlemek için hayatımızın farklı alanlarımda uygulamalar yapmaya ihtiyaç duyarız. Çok boyutlu farkındalığı sağlamak için beş basamak aşılmalıdır. Kişinin kendisinden başlayıp çevresel ve evrensel algıyla devam eder. Kişinin önce kendisi ve duygularıyla ilgili farkındalık kazandıktan sonra çevresine olan algısının değişebileceği düşünülmektedir.

1.    Basamak Fiziksel Farkındalık

Duyu organlarımız aktif bir şekilde çalışır. İç dünyamızı tanımlamak duyu organlarımızla algıladıklarımızla başlar. Hangi kahveyi sevdiğimiz hangi mekanlarda oturmaktan hoşlandığımız duyularımızla algılayarak yaşadığımız deneyimlerle yaptığımız seçimlerdir. Gün içerisinde yaptığımız eylemler konusunda tercihlerimizin olması hayatımızı kaliteli kılacaktır. Sevdiğimiz şeyleri sevmediklerimiz arasından ayırmak için duyusal deneyimlerimize kulak vermeliyiz. Fiziksel farkındalık dört duyu organımızla hissettiklerimizi fark etmemizi sağlar. Yoğun hayat biçimimiz nedeniyle bazı zevk aldığımız şeylerin tadına varamıyoruz. Sevdiğimiz bir yemeğin tadına varmadan yiyoruz çoğu zaman. Aklımız yaptığımız eylemde değil düşüncelerde olabiliyor. Sevdiğiniz yemekleri yavaşça ve ağzınızda dağılmasını hissederek yemeye çalışın. Sanki daha önce hiç yememişsiniz de ilk kez tadına varıyormuşsunuz gibi tada odaklanın. Her gün geçtiğiniz yolda yürürken bu kez etrafınıza odaklanın çevrenizi görmeye ve işitmeye çalışın.

 

2.  Basamak Duygusal Farkında Olma Hali

Fiziksel farkındalığın bizde uyandırdığı hisleri duygusal farkındalık yoluyla algılarız. Size neyin nasıl hissettiğini bilmeniz tercihlerinizi değiştirecektir. Duygularınızı anlamanız ve tanımlamanız farkındalığın diğer adımları için kritiktir. Zaman zaman üzgün hissederiz ama nedenini bilmeyiz. Bunun nedeni duygusal farkındalığımızın zayıflığıdır. Eğer duygularımızın değiştiği süreci takip edebilirsek neden değiştiğini algılamamız da daha kolay olur. Duyguları fark etme için yapılabilecek bir diğer pratik ise. Bugün neler yaptım ve bana nasıl hissettirdi diye düşünmektir. Fiziksel ve duygusal farkındalığı birleştirerek bir pratik yapmak da harika bir fikir olabilir. Örneğin hiç gitmediğiniz bir kafeye giderek kafeyi gözlerinizle tarayın ve yediğiniz tatlıyı farkındalıklı yiyin. Beğendiniz mi? Kafedeki neler hoşunuza gitti ya da gitmedi.

3.    Basamak Düşüncesel Farkındalık

Düşüncesel farkındalık duyguların düşüncemize yansımasıyla ilgilidir. Biz insanlar sıklıkla olumsuz duyguları örtmeye meyilliyiz. Ancak olumsuz duyguların da içimizde birikmemesi için yaşanması gerekmektedir. Aksi taktirde bu duygular düşüncelerimize yansır ve düşüncesel farkındalık zedelenir. Büyük öfke duyduğunuz ama öfkenizi yansıtamadığınız birisini düşünün. O öfkeyi belki kendi içinizde bastırdınız belki de karşıdakiyle yüzleşme fırsatınız olmadı. Eğer bu kişi hali hazırda hayatınızın bir parçası ise düşüncelerinizi güzel bir dille yansıtın. Olayın üzerinden zaman geçse bile “Ben sana çok kızmıştım.” demeniz karşınızdakinin sizi anlaması için çok önemli. Bu kişi hayatınızda değilse illa bu duyguyu karşınıza aktarmanız gerekmiyor. Fakat bu kişiyi hayal edebildiğinize göre hala duygularınızdan sıyrılamamışsınız demektir. Duygunuzu fark ederek o kişiye söylemek istediklerinizi aynanın karşısına geçip söyleyin ya da yazın. Yazmak düşünsel farkındalık için en değerli araçlardandır. Yazarken duygularımızı düşünerek aktarırız ve düşünceden çıkarlar.

4.    Basamak Sosyal Farkında Olma Hali

Önceki üç basamakla kendimizle  ilgili farkındalığımızı arttırdığımıza göre sıra etrafımıza geldi. Başkalarının duygularının ve düşüncelerinin ne kadar farkındayız? Başka insanların ne düşündüğünü, neyi istediklerini rahatlıkla fark etmemiz sosyal hayatımızı kolaylaştıracaktır. İnsanların ihtiyaçlarının sizden farklı olabileceğini bilmek farklı bireyleri kabul etmekten geçer. Sosyal farkındalık çevremizin bizden farklı düşünebileceğini algılayabilme gücüdür. Bizden farklı insanları yargılama eğiliminde bulunabiliriz. Sosyal farkındalığımızı güçlendirmek için yargılamadan önce anlamayı seçin. Her birey kendine özgüdür. Sizden farklı koşullarda büyümüş ve gelişimini tamamlamış birinden bahsediyoruz. Sizden farklılaştığı düşünceler elbette ki olacaktır. Bu farklılıkla yüzleşerek kabul etmeliyiz. Başkalarına karşı empati yeteneği kurabildiğimiz zaman hayat daha da kolaylaşacaktır. Arkadaşınız sizden farklı düşündüğü için ondan uzaklaşmak yerine sizden farklı görüşleri de algılayarak bakış açınızı geliştirmek de bir seçenektir.

5.    Evrensel Farkındalık

Son adım evrensel farkındalık bize evrende büyük bir şeyin küçük bir parçası olduğumuzu öğretir. Tüm canlılar bir bütün olarak evreni oluştururlar. Yaptığımız eylemler çevreyi etkilemektedir. Büyük evrende küçük bir parça olarak yaptığımız eylemlerin iz bıraktığını algılayın. Evrende var olmamızın bir nedeni vardır diyebiliriz. Herkesin kendine göre seçtiği bir neden hayatı anlamlı kılacaktır. Kendimiz ve etrafımızla ilgili farkındalığımızı geliştirdikten sonra evrensel bakış açımızı belirleyebiliriz. “Benim evrene fayda sağlayacak hayat amaçlarım nelerdir?” sorusunun cevabı farkındalığın dört basamağının ardındaki son basamakta gizlidir.

Read More