Bu yazımızda sizler için, “Uyku Nedir?”, “Çocuklara uyku eğitimi nasıl ve ne zaman verilmeli?” “Uyku sorunlarının çözümü için neler yapılmalı?” gibi soruları yanıtlamaya çalışacağız. Öncelikle; “uyku nedir?” sorusuyla başlayalım…

Uyku; bilincin dış uyaranların bir kısmını ya da tamamını algılamadığı, tepki gücünün zayıfladığı ve vücudumuzdaki pek çok organın etkinliğinin büyük ölçüde azaldığı dinlenme durumu olarak tanımlanabilir. Uyku sırasında pek çok organ sistemi yavaşlar. Beyin ise tam bir durgunluk ya da dinlenme durumuna geçmese de etkinlik türünün değiştiği düşünülmektedir.

Uyku Sorunu Neden Ortaya Çıkar?

Bazı bebekler, tıpkı bazı yetişkinler gibi uykuya dalma konusunda çok daha yeteneklidir. Bazıları ise uykuya dalmayı öğrenmek için yardıma ihtiyaç duyarlar. Peki; bebeğiniz neden uykuya dalamıyor olabilir? Bebeğinizin henüz uykusu gelmemiş olabilir. Her bebeğin kendine has uyku saati vardır ve bazı bebekler uykuya daha çok ihtiyaç duyarken; bazıları ise daha az ihtiyaç duyar. Fazla uyaran olması bebeğinizin uykuya geçişini etkiliyor olabilir. Karanlık ve sakin bir odada uyumak, aydınlık ve gürültülü bir odada uyumaktan daha rahattır.

Bebeğiniz fiziksel temasa ihtiyaç duyuyor olabilir. Kucağınıza almanız ya da yanında yatmanız uykuya geçişini kolaylaştırabilir. Bebeğiniz kucağınızda ağlayarak stresini atmaya ihtiyaç duyuyor olabilir. Anne-baba olarak sizin gergin oluşunuz bebeğinizin uykuya geçişini etkiliyor olabiliyor. Bu sebeple kendinizi rahatlatmanız önem taşır. Bebeğiniz, 2 yaş sendromu yaşıyorsa söylenenleri yapmak isteyebilir, uyumaya itiraz edebilir.

Uyku Eğitimi Hangi Ayda Başlamalı?

Uzmanlar, bebeğin gelişimine göre 4-6 aydan sonra uyku eğitimi verilmesini öneriyor. Uyku sorunları konusunda tek bir doğru bulunmuyor. Her bebek ve her aile için çözüm yolları farklı olabiliyor. Buna rağmen;  çok kullanılan 2 yöntemi sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Uyku Eğitimi: Ferber Yöntemi

İlk yöntem “Ferber Yöntemi”. Bu yöntem; bebeğin kendi kendine uykuya geçmesini ve yalnız yatmayı öğrenmesini hedefler. Ferber Yöntemi, 7 aydan büyük bebekler için uygulanabilir. Uygulama sistemli ve programlı yapılmalıdır. Aile büyüklerinin de bu yönteme destek vermesi önem taşır.

Bu yöntemi uygulamaya karar verirseniz öncelikli olarak uyku ritüelleri oluşturmalısınız. Bu noktada;  ılık bir banyo, ninni ya da hafif bir masaj uygun olabilir. Bu ritüelleri, uyguladıktan sonra çocuğunuzu yatağına koyup ve odadan dışarı çıkmalısınız. 3 dakikalık aralarla odaya girip bebeğe orda olduğunuzu hissettirmeli, kucağınıza almamalı, konuşmamalı ve ilgi göstermemelisiniz. Odaya girme süreniz zaman geçtikçe daha aralıklı hale gelmeli. Yaklaşık 10 günlük bir süreç içerisinde bebeğinizin kendi kendine uykuya geçme davranışını gösterdiğini göreceksiniz. Bu süreçte eğer isterse oyuncağıyla uyumasına izin verebilirsiniz.

Co-Sleep Yöntemi

Co-Sleep Yöntemi, güven ortamı sağlanarak, çocuğa kendi kendine uyumayı öğretmeyi hedefler. Çocuklar ne kadar küçük yaşta olursa bu yöntem o kadar etkili olur. Bu yöntemi her yaştaki çocuklar için uygulayabilirsiniz. Çocuğunuza zorlayıcı, ısrarcı ya da cezalandırmaya yönelik bir tutumla yaklaşmamanız her yöntemde olduğu gibi burada da önemlidir.

Bu yöntem için de tıpkı Ferber Yöntemi’nde olduğu gibi uyku ritüelleri oluşturmak gerekiyor. Bu ritüelleri sadece uykudan önce yapmak çocuğunuza uyku vaktinin geldiğinin ipucunu verecektir. Ritüellerin ardından, çocuğunuzu yatağına koyup, yanına oturun. Çok fazla ten teması kurmadan ona telkinler verin ve uyuyana kadar bekleyin. Uyuduğunu hissettiğinizde odadan uzaklaşın. Bu adımları en az 5 gece tekrar edin. 5. Geceden sonra odanın kapısına yakın bir noktada bekleyin. Yaklaşık 15 günün sonunda çocuğunuza iyi geceler dileyip odasından ayrılmanız yeterli olacaktır.

Uyku eğitimi söz konusu olduğunda doğru yöntem ya da kesin doğrular yoktur. Önemli olan anne-baba olarak sizlerin en uygun uyku metodunu bulabilmenizdir. Bahsettiğimiz yöntemlerden birini kullanmak isterseniz, tüm adımları eksiksiz biçimde yerine getirdiğinizden emin olmalısınız. Uyku eğitimi konusunda sorularınız varsa aba Psikoloji ile iletişime geçebilir, daha fazla bilgi için YouTube kanalımıza abone olabilirsiniz.

Read More

Sınav öncesi çocuklarımız için oldukça kritik ve önemli bir süreçtir. Çocuklarımızın bu dönem içerisinde neler yapacağı oldukça merak edilmektedir. Aileler bu süre zarfında neler yapacağı konusunda uzmanlara çok fazla soru sormaktadır. Çocuklarımız sınavlardan önceki dönemlerde ders mi çalışmalıyım yoksa dinlenmeli miyim diye çok fazla düşünmektedir.

Ya da bunun dışında, “son tekrarlarımı nasıl yapayım” gibi sorular çocuklarımızın zihnini çok fazla karışmaktadır. Bu dönemde en başarılı ya da en çok çalışan öğrenciler bile son haftalarda çok fazla stres yapmakta ve kendilerini sıkıntıya sokmaktadır. Çünkü çocuklarımızın sınav dönemi yaklaştıkça stres ve gerginlik oranları artmaya başlar. Peki, bu stres ile nasıl başa çıkabiliriz?

Sınav Yaklaştıkça Neden Çocuklarımız Gerilir?

Sınav öncesi ailelerin ilk olarak bilmesi gereken konu çocuklarımızın neden bu kadar gerildiğidir. Aileler çocuklarının neden gerildiğini ya da stres yaptıklarını anlaması bu konuda çocuklarına yaklaşımlarının daha düzgün ve doğru olmasına sebep olacaktır. Bunun en baş sebebi ise öğrencilerin yıllarca süren emeğinin karşılığını alacak olmalarıdır.

Çocuklarımız YKS sınavı gibi sınavlara yıllarca emek verdiler. Sınav ile çocuklarımız artık bu emeklerinin karşılığını alacaklar. Bir tarım işçisi gibi çocuklarımızın yıllarca ekip biçtiği eğitimlerinin filizlenmesini ve meyvesini vermelerini beklemeleri sırasında heyecanlanmaları gerilmeleri oldukça normaldir. Özellikle yıllarca süren bu emeğin tek bir gün ve belli bir saat içerisinde sonuçlanacak olması çocuklarımız için oldukça heyecanlandıracak bir durum olmaktadır.

Sınav Öncesi Son 21 Gün Stres Nasıl Giderilir?

Sınav öncesi stres nasıl giderilir diye merak ediyorsanız sizler için Aba Psikoloji olarak bir liste hazırladık. Sınavlardan önceki dönemlerde gerginliğinizi kontrol altına almanız bu süreç içerisinde oldukça önemli olacaktır. Bu yüzden ihtiyaçlarınızı atlamadan son dönemi en faydalı şekilde geçirmeniz sizler için en faydalısı olacaktır. Bu anlamda çocuklarımızın olduğu kadar velilerimizin de dikkat etmesi gereken bazı noktalar bulunmaktadır.

1 – Son Hafta Uykusuzluğa Dikkat

Son haftalarda çocuklarımızın tekrar yapması ve deneme çözerek bildiklerini tekrar etmesi oldukça önemlidir. Fakat özellikle son 1 hafta çocuklarımız dinlenmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda molalar vermesi onlar için çok faydalı olacaktır. Genel olarak öğrenciler son haftalarda kendilerini daha fazla çalışmaya zorlayarak yıpratabilirler.

Öğrenciler konu yetiştirmek ya da daha fazla soru çözmek için uykularından feragat edebilirler. Fakat çocuklarımızın uykusuz kalması onların gerginliğinin ve stresinin daha fazla artmasına sebep olacaktır. Bu yüzden öğrenciler uykuları geldiği zaman kendilerini daha fazla yormadan direk uyumaları gerekir.

2 – Sınav Öncesi Son 21 Gün: Sınav Öncesi Beslenme Düzeninin Önemi

Sınavdan önce rahatlamak için çocuklarımızın pek dikkat etmediği konulardan bir tanesi beslenmektir. Bu stres ve telaş içerisinde çocuklarımız sağlıklı beslenmeyi ikinci plana atabilirler. Fakat son haftalarda besin değerlerinin yüksek olması çocuklarımızın daha iyi performans göstermesine sebep olmaktadır.

Çocuklarımızın çalıştıklarını işleme sokan mekanizma beyindir. Beyinin bu anlamda iyi çalışması ve tam performans göstermesi için çocuklarımız bu dönemlerde beslenmelerine çok dikkat etmelidir. Fazla şekerden ve karbonhidrattan uzak durmak ve yumurta gibi bol proteinli besinler ile beslenmeleri çocuklarımız için en iyi sonuçları doğuracaktır.

Buna ek olarak sınavdan önceki dönemlerde çocuklarımızın su tüketimine çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Su tüketimi konusunda çocuklarımızı uyarmalı ve bol bol su içmelerini sağlamalıyız. Su da diğer besinler gibi beynin çalışmasında oldukça önemli bir etkiye sahiptir.

3 – Dinginlik Arttırıcı Aktiviteler Çocuklarımıza İyi Gelir

Bu zorlu zamanı çocuklarımız yoga, yürüyüş ya da dinlendirici müzikler dinleyerek zihinlerini ve psikolojilerini koruyabilirler. Bu anlamda bedenin ve zihnin bir bütün olduğu gerçeğini bilmemiz gerekir. Son hafta stresi çocuklarımızın bedenine yansıyacaktır. Bedensel dinginlik sağlayacak aktiviteler bedeni dinlendirdiği kadar zihni de dinlendirecektir.

4 – Düşen Netler Canınızı Sıkmasın

Öğrencilerin büyük bir çoğunluğu sınav öncesi netlerinin düştüğünü fark eder. Bu sizleri sakın olumsuz etkilemesin. Daha önceden de sizlere söylediğimiz gibi yıllarca süren emeğin karşılığını alacağınız için oldukça doğal bir gerginlik durumu yaşayabilirsiniz. Bu gerginlik özellikle sınav yaklaştıkça sizleri daha fazla rahatsız edebilir.

Doğal olarak da sizlerin bu gerginliği sosyal hayatınıza yansıyacağı gibi aynı zamanda netlerinize de yansıyabilir. Bu durumda net düşüşlerinin gerginlik ve stres odaklı olduğunun farkına varmanız çok önemlidir. Daha sonra ise netlerinizi arttırmaktan önce son hafa sınav kaygınızı azaltmaya yönelmeniz gerekmektedir. Aba Psikoloji gibi bu alanda uzman kuruluşlardan yardım alabilir ve bu dönemi daha sağlıklı geçirebilirsiniz.

5 – Sınav Öncesi Son 21 Gün: Doğaya Karışın

Açık havalarda yürümek, eğer imkânınız var ise ormanlık ya da yeşil alanda vakit geçirmek sınava girecek çocuklarımızın rahatlaması için oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Çıplak ayak ile toprağa basarak kendinize topraklama yapabilirsiniz. Bu sizin çok basit gelebilir. Fakat yaptıkça etkisini kendiniz hissedeceksiniz.

Sınav öncesi yapılması gerekenler listesinde kendinizi topraklamayı hiç hafife almayın. Dünyada doğaya ait olmayan canlı yoktur. Çocuklarımız özellik sınav süresince doğadan çok ayrı kalmaktadır. Topraklama ile çocuklarımız bedenlerini fiziksel ve zihinsel olarak dengelemek için bir bağ kuracaklardır.

Read More

Özgüven eksikliği sizin suçunuz değil. Genlerden kültürel geçmişinize kadar birçok faktör özgüven eksikliği nedeni olabilir. Ümitsizliğe kapılmayın çünkü eksikliğe neden olan olaylar değiştirilemese de olaylara ve kendimize bakış açımızı yeni deneyimlerle değiştirebiliriz. “Özgüven Kazanmanın Yolları” adlı blog yazımızda özgüven kazanmak için yapabileceğiniz küçük tüyolar vermiştik. Fakat özgüvende değişimi sağlamak için öncelikle özgüven eksikliğinin nedenini bulmamız ilk şarttır. Bu blog yazımızda kendinize, özgüven eksikliğinin altında yatan sebebi keşfetmek için yolculuğa çıkacağız.

Genler ve Mizaç

Özgüven eksikliği genlerle bağlantılı olabilir. Karakterimizi oluşturan genler yüzde 25 ve 50 oranının özgüvenle alakalı olduğuna dair araştırmalar bulunmaktadır. Örneğin serotonin  gibi heyecanı ve mutluluğu aşılayan hormonlarımızın salgılanması genetik yapımıza bağlıdır. Özgüven de heyecan ve mutlulukla bağlantılıdır ve genetik olarak bazıları daha rahat bu hormonları salgılayabilirken diğerleri için durum farklı olabilir. Diğer bir yandan özellikle yeni bir ortama girdiğinizde mizacınız daha çekingen ve dikkatliyse bu sizin davranışsal inhibisyon yatkınlığınızdan olabilir. Davranışsal inhibisyon oranı yüksek olanlar yeni ve alışık olmadıkları bir durumla karşılaştıklarında durumdan kaçma eğilimi gösterebilirler. Özgüven eksikliği yaşayan insanlarda daha sık görünen bir davranış biçimi olduğu düşünülmektedir. Ancak genetiğin ve mizacın bu denli etkili olma ihtimali sizi ümitsizliğe sürüklemesin. Özgüven eksikliği  konusunda kendinize daha anlayışlı davranabilmeniz için bu iki faktörün etkisinden söz ettik.

Özgüven Eksikliği: Hayat Deneyimi

Birçok farklı hayat deneyimi özgüveninizin düşmesine neden olmuş olabilir. Özgüveni yüksek bir birey çocukluğunda ya da ileriki dönemlerde yaşadığı hayat deneyimiyle birlikte özgüvenini yitirebilir, kendiyle ilgili olumsuz düşüncelere kapılabilir. Kendinden emin olamama ya da değersizlik hissi yaratacak koşullar özgüvensizliğe sebep olmuş olabilir. Tüm örnekleri bir araya toplamak zor fakat elimizden geldiği kadarıyla özgüven eksikliği yaratan toplumda yaygın görülen iki farklı deneyimi sizin için listeledik.

 

1.     Özgüven Eksikliği: Ebeveyn – Çocuk İlişkisi

Çocukken ebeveynleri tarafından yeterince taktir görmeyen bireyler kendilerini yetersiz hissedebilir. Bunun sonucunda çocukluk döneminden itibaren özgüvende oluşan eksiklik süre gelerek devam edebilir. Ailenin taktirini yeterince hissedemeyen çocukların başarı elde etme arzuları daha çok aileleri tarafından beğenilme isteğiyle özdeşleşmektedir. Hayatları boyunca da başarılı olma motivasyonları başkaları tarafından taktir edilme üzerine süre gelebilir. Sürekli kendilerini yetersiz hissederek dışarıdan taktir edilme ihtiyacı duymak özgüven eksikliğine sebep olabilir.

2.     Akran Zorbalığı ve Dışlanma

Akran zorbalığına uğramış kişilerde özgüven eksikliği görülme olasılığı yüksektir. Akranları tarafından dışlananlar kendilerinin yetersiz olduğu için dışlandıklarını, sevilmeye layık olmadıklarını düşünebilirler. Zorbalık ve dışlanma fiziksel görünüşten tutun karakter özelliğine kadar kişinin herhangi bir özelliğine karşı hakaret içeren söz ve davranışlardır. Örneğin basket oynamakta pek de başarılı olmayan bir çocuğu düşünün. Arkadaşları tarafından takıma alınmadığında ya da oynayışıyla ilgili arkadaşları dalga geçtiğinde çocuk kendini yetersiz hissedebilir. Bu yetersizlik hissi genellemelere dönüşerek “ Ben başarısız biriyim. Sevilmeyecek biriyim.”  Gibi olumsuz yargılara dönüşünce kişide özgüven eksikliği oluşur. Oluşan yetersizlik hissi ilerleyen yaşlarda da devam edebilir.

Mükemmeliyetçilik

Mükemmel olmaya çalışan bireyler de özgüven eksikliği yaşayabilir. Mükemmeliyetçi bireyler kendilerinden olağan üstü performans bekledikleri için kendilerini sürekli yetersiz hissederler. Ancak insan da her canlı gibi kusurları olan hatta hataları yoluyla öğrenen bir canlıdır. Hayatta her konuda başarılı olamayız ve iyi olduğumuz konularda bile hata yapabiliriz. Hata yapmayı eğlenceli bir deneyim olarak göremezsek denemekten sakınmaya başlarız. Eğer yaptığınız hatalarda kendinizi sıkça suçlama eğilimi gösterir ve başarılarınızı yeterince taktir etmezseniz özgüven eksikliğiniz oluşabilir.

Read More

Lise tercihi üniversite tercihi kadar umursanmayan bir tercih sürecidir. Halbuki 5. ve 8. sınıf aralığında mantıklı düşünme ve alan dersleri görmekle beraber öğrenciler kendilik bilincine ulaşırlar. Bu bilincin iyi yönetilmesiyle sağlanan özgüvenle beraber öğrenciler kişiliklerini oluşturmaya başlarlar. Kişiliklerinin oturduğu dönemin sonunda lise tercihi yaparlar. Bu nedenle kişiliğini kavramış öğrenciler lise tercihlerini daha bilinçli şekilde yapmaktadırlar. Özgüven gelişimini zedelemeden liseye geçiş dönemi olan ortaokul ve lise dönemini atlatan çocuklar hayatları boyunca başarıyı daha rahat yakalayacaklardır. Lisede bilinç seviyesini yükselterek bir takım hedefler edinmiş öğrenciler için hayatlarının ileriki döneminde kendilerine yol haritası çizmek özgüvenle seçimlerini yapmak daha kolay olacaktır.

Lise Tercihi: Lise İçin Ne Zaman Hedef Belirlenmeli?

Lise sınavına girmeden önce 7. Ve 8. sınıfta lise tercihi için hedef belirlemek öğrencilerin motivasyonlarını arttıracaktır ve onları çalışmaya teşvik edecektir. Fakat hiçbir şey için geç değil. Sonuçlar açıklandıktan sonra da hedef belirlemek mümkün. Lise için önemli olan çocuğun kişiliğine, başarılı olduğu ve sevdiği alanlara göre yönlendirilmesidir.

Lise Tercihi Nasıl Yapılmalıdır?

Kişinin temel dersleri öğrendiği ortaokul döneminde hangi alana daha yatkın olduğu ortaya çıkmaktadır. Öğrenci sosyal bilimlere mi fen bilimlerine mi yoksa dil alanına mı daha yatkın bunu anlamak için ortaokul başarısı göz önünde bulundurulabilir. Bu doğrultuda okullar araştırılarak çocuğu yönlendirmek önemlidir. Bunun dışında lise tercihi boyutunda özgüven dikkate alınmalıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi özgüvenin bu dönemde sağlıklı bir şekilde korunması ileriki yılları olumlu yönde etkileyecektir. Bu anlamda öğrencilerin sosyal aktivitelere de önem veren liselere gitmeleri desteklenmelidir. Diğer bir dikkat edilmesi gereken nokta ise lisenin ortamının nasıl olduğudur. Yine özgüvenle örtüşen bir konu lisenin ortamıdır. Kişinin kendini rahat ve özgür hissedeceği bir lise ortamında okuması gelişimine katkı sağlayacaktır. Kendine olan güvenini korumasında etkin rol oynayacaktır.

Lise Tercihinde Velilerin Rolü

Velilerin lise tercihinde üniversite tercihine göre çocuklarına daha çok destek sağlamaları gerekir. Kendi  kişiliklerini, benlik anlayışlarını yeni yeni oturtan ortaokul öğrencileri desteğe ihtiyaç duymaktadırlar. Etraflarında onları en iyi tanıyanlar da anne ve babalarıdır. Çocukların hangi alanlara daha fazla yönelimleri olduğunu, kişilik gelişimlerini en iyi inceleyecek olan bireyler anne ve babalarıdır. Bu nedenle ebeveynlerin özellikle lise tercihi için çocuklarının gidişatlarını incelemeleri ve tercih konusunda önerilerle desteklerini sağlamaları gerekir. Çocukların kendilerini keşfetmeleri için sorular sormaları, ne istedikleri konusunda çocuklara fırsat tanımaları kendilerini keşfederek doğru lise tercihleri yapmaları için etkili olacaktır.

Lise Tercihinde Danışmanlık Almanın Önemi

Liseye geçmeden önce lise tercihi için danışmanlık hizmeti almak öğrencilerin ilerideki eğitim, kariyer hayatı ve sosyal gelişimi için faydalı olacaktır. Aba Psikoloji olarak liseye geçecek öğrencilere verdiğimiz destek daha çok özgüvenlerini korumalarına yöneliktir. Blog yazımızın başında da söz ettiğimiz gibi liseden önce ortaokul döneminde özgüven oluşumu gerçekleşmektedir. Bu nedenle Aba Psikoloji olarak bu dönem özgüveni destekleyici psikolojik destekler vermenin öneminin altını çiziyoruz. Özgüveni destekleyerek kişinin kendini tanımlamasını sağlamanın lise tercihi ve  ileriki yıllardaki gelişim için daha verimli olacağını düşünerek lise öncesi bu alana yönelik destekler vermekteyiz.

Read More

İnsan beyni diğer canlılardan farklı olarak düşündüğünü bilen ve hatta düşündüğünü düşünebilen bir yapıya sahiptir. Ön lobumuz, prefrontal korteksimiz, gelişmiş olduğundan dolayı biz insanların kendimizle ve etrafımızla ilgili farkındalığımız oldukça yüksektir. Fakat “Bu farkındalık nasıl daha verimli hale getirilebilir? Aslında farkındalık ne demektir?” üzerine düşünülmesi gerekir. Düşünülmediği ya da yanlış anlaşıldığı taktirde farkındalık hali verimliliğini kaybeder.

Aslında farkındalık değil, “bilinçli farkındalık” durumu insana iyi gelecek olan uygulamadır. İngilizce “mindfulness” olarak bilinen bilinçli farkındalık yanlış anlaşılmaya müsait bir kavramdır. Daha önce “Mindfulness Nedir?” adlı blog yazımızda mindfulness kavramından bahsetmiştik. Farkındalık kavramı genelde anda kalmak terimiyle bütünleştirilmiştir. Fakat bilinçli farkındalık sadece bundan ibaret değildir. Şimdi ve burada yaşadığın deneyimi eleştirmeden, yargısız kabul ederek deneyimin tadını çıkarabilmektir. Deneyimlerimizden ders çıkarmaktan tutun kendimizi daha iyi anlayabilmeye, kendimize ve etrafımıza merhamet göstermeye kadar birçok faydası var. Kısaca bilinçli farkındalık hayatlarımızı daha verimli geçirmemize ve iç huzurumuzu yakalamamıza katkı sağlar.

Bilinçli Farkındalık Faydaları

1.     Deneyimlerimizden Ders Çıkarmamızı Sağlar

Yaşadığımız deneyimlerden ders çıkarabildiğimiz müddetçe benzer hataları yapmayı bırakırız. Bilinçli farkındalık yalnızca hoşa giden deneyimleri gözden geçirmek değil hoşumuza gitmeyen deneyimleri de gözden geçirmemizi sağlar. Bu sebepten ötürü, hayatında bilinçli farkındalığı uygulayabilen kişiler hatalarının sebepleri üzerinde yoğunlaşarak kendilerini geliştirme yolunda büyük adımlar atarlar.

2.     Kabullenmeyi Kolaylaştırır

İnsanın uygulamada en çok zorlandığı şeylerden birisi olumsuzlukları kabullenmektir. Bilinçli farkındalık bize kötü deneyimlerimizi ortadan kaldırmaktan ziyade onların farkında olmamızı öğretir. Farkında olarak kabullenmemizi ve olumsuz olarak nitelendirilen deneyimlerimizi aşmamızı sağlayan bir uygulamadır. Kısacası olumsuzlukları engellemek mümkün değil. Hayatta pozitifliklerle beraber negatifliklerin de var olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bilinçli farkındalık uygulaması sayesinde kişiler negatif deneyimlerine daha kolay kabullenici ve ders çıkarıcı yaklaşımlarda bulunabiliyorlar.

3.     Duygularımızı ve Kendimizi Anlamayı Kolaylaştırır

Duygularımızı ve kendimizi anlamamız diğer canlılardan farklı olarak insani olarak ihtiyacımızdır. Hem kendimiz ve etrafımız için merhamet göstermemizi kolaylaştırır hem de kendimizle ilgili değişimi ve gelişimi sağlamamız adına gereklidir. Acısıyla tatlısıyla şuan yaşadığınız deneyimi eğer fark edebilirsek kendimizin ne hissettiğini ve duygularımızı daha rahat çözümleyebiliriz. Bilinçli farkındalığın temelinde de şuan yaşanan duygularımızı anlayabilmek ve kabul edebilmek vardır. Bu nedenle bilinçli farkındalık duygularımızı anlama ihtiyacımızı giderecek bir uygulamadır.

4.     Stresi ve Kaygıyı Azaltır

Şimdi, şuan burada yaşanılan deneyimleri kabullenmek stresi ve kaygıyı azaltacaktır. Stres ve kaygı gelecek ya da geçmiş odaklıdır. Ya geçmişte yaşanılan bir olay sizi hala huzursuz etmektedir ya da henüz yaşanmamış bir olayla ilgili kötü düşüncelere sahipsinizdir stresliyken. Bilinçli farkında olma hali yaşadığınız deneyimleri kabul ederek ana odaklanmanızı sağladığı için zihninizi gelecek yerine şimdiye aktarmanızı kolaylaştıracaktır. Acı da olsa deneyimlerin yaşanması gerektiğini yargısız kabul etmeyi sağlayan bilinçli farkında olma hali kötü olarak nitelendirilen deneyimlerden etkilenme oranınızı düşürecektir. Bu uygulama deneyimleri iyi ya da kötü olarak nitelendirmek yerine nötr olarak nitelendirmeyi sağlayacaktır. Bundan dolayı kötü olarak nitelendirilen deneyimlerin sizi sarsacak biçimde etkileme oranı azalarak gereğinden fazla stres ve kaygınız ortadan kalkacaktır.

Bilinçli Farkındalık Nasıl Sağlanır?

İnsan deneyimlerinin bir bütünüdür. Bizi rahatsız eden olaylar tıpkı güzel deneyimlerimiz gibi bizim şimdimizi oluşturur. Davranışlarımız geçmişin izlerini taşır. Bu sebepten ötürü deneyimlerimizin üzerinde bilinçli farkında olma hali ile düşünmemiz iyi gelecektir. Korkular, güvensizlikler, üzüntüler elbette yaşanacaktır. Önemli olan bu duyguların farkında olup onları akıtabilmek ve yolumuza devam edebilmektir. Yargısız kendimizi gözlemleyebilmektir. Bunun tek yolu meditasyon yapmak olarak görülebilir çoğu kişi tarafından ama aslında öyle değil. Her bireyin kendini ve duygularını yansıtma biçimi farklıdır.

Daha kompleks bir zihne sahip bir bireyseniz deneyimlerinizi kağıda akıtmak iyi gelebilir. Fiziksel aktiviteler duygularınızı anlamanıza ve yansıtmanıza daha iyi geliyor olabilir. Bu durumda dans etmek ya da farkındalıklı yürüyüş yapmak bilinçli farkındalık uygulama biçiminiz haline gelebilir. Kendinize iyi gelen duygularınızı yargısız gözlemlemenizi sağlayan ve vücudunuzu ana odaklayabildiğiniz aktiviteyi bulmanız gereklidir. Ardından onu uygularken anın acısıyla tatlısıyla tadını çıkarmak bilinçli farkındalık uyguladığınız anlamına gelir.

Read More

Sınav kaygısı neden olur ve niçin bu sıkıntıyı çekeriz bunun sebebini bulmamamız gerekir. Çünkü bu kaygı her öğrencide farklı olur. Sınav sırasında ya da öncesinde olan kaygı insanların başarıya giderken ankistelerin artması sonucu tam anlamı ile sınav kağıdına başarılarını yansıtamaması olarak tanımlanabilir.

Kimi öğrenciler çok mükemmeliyetçi olduğu için kaygısı artar, bir başka öğrencinin dersi iyi çalışamaması sonucu kaygısı artar, bazı öğrenciler özgüven sorunu yaşadığı için kaygılanabiliyor, bir başka öğrencide büyük bir beklentiye girdiği için kaygılanabiliyor.

Kaygı aynı zamanda insanın farkına varamadığı, tanımlayamadığı şekilde gerçek anlamda ellerinin titremesine, konsantrasyonun bozulması dürtüleşmesi ve aynı zamanda görme sıkıntısı, duyma sıkıntısı yaşayacak kadar heyecanlanması, tuvaletinin gelmesi, terlemesi gibi sebeplere yol açabilecek bir psikolojik durum durumdur.

İnsanlar bu durumu ne kadar hazır olursa olsunlar o duygu durumu içinde aşırı baskı altına girdiğinizde hissettiğiniz konulardan bir tanesi olarak karşımıza çıkmakta.

Sınav Kaygısı ve Zaman

Özellikle kaygı tanımı zaman baskısı devreye girdiğinde daha tavan yapabiliyor. Normal bir kaygıya sahip olan bir insan bile yapacağı iş için bir zaman kısıtlaması geldiğinde kaygısı artabiliyor. Bu yüzden kaygı ekosistem ile alakalı bulunan şartların değişmesinin sonucu olarak belli bir neticede kaygı artabilir.

Sınav Kaygısı Oluşturan Diğer Faktörler

Öğrenciler sınav kaygısı konusunda zamanın yanı sıra pek çok sebepten dolayı sıkıntı yaşayabilirler. Bunun çok fazla örnek verilebilir. Örneğin, öğrencilerin kaygısını artıran etkenlerden bir tanesi sınav sırasında takıldıkları bir durum olabilir.

Dışardan dikkatlerini çeken bir sese takılmaları öğrencilerin sınav sırasında kaygısını arttırmaya sebep olabilir. Bunun yanı sıra sıranın gıcırdaması ya da sınav sırasında bir kişinin öksürmesi ya da farklı bir ses çıkarması öğrencilerin kaygısını arttıracak bir etken olabilir.

Bu durumlar Nöropsikolojik anlamda açıklanabilir. İnsan beyni belli bir şekilde belirli bir noktada ya da olayda aşırı derecede risk gördüğü zaman devreye girmekte. Bu da sizin kendinize zarar vereceğini düşündüğü için yaşadığınız durumun fiziksel, duygusal ya da zihinsel anlamda bir problem hissettiği için sizin sakinliğinizi sakinleştirmeye çalışıyor.

Bu sakinleştirme sırasında ise vücutta titreme, terleme ve göz bulantısı gibi durumlar ortaya çıkıyor. Aslında beyin kendini sürdürülebilir kılmak için sizi kendi sistemine devam ettirecek farklı belirtiler göstererek bulunduğunuz ortamda yarattığınız psikolojik ortamdan çıkarmaya çalışmış oluyor.

Ama tabi ki bu durum aslında insanların tamamen iyiliği için yapılmış bir durumda olsa o gün o sınav anında insanlara çok farklılıklar yaşatabiliyor. Yani beyin o koşulda sınavı anlamıyor ve sınava göre hareket etmiyor.

Kaygı İle Alakalı Yapılan Çalışmalar

Bu yüzden sınav da oluşan kaygıyı değil öğrenciler üzerinde sınav kaygısı nedenleri üzerinde çalışmalar yapılıp onun iyileştirilmesi üzerine çalışmalar yapılmakta. Aba Psikoloji çalışanları ve bu konudaki uzmanları bu konuda 2 adet önemli çalışma yapmış durumda.

Bunlardan birincisi sınav sırasında oluşan sınav kaygısı ile ilgili öğrencinin kendisinin güçlenmesi için çalışmalar yapılmakta. Bu çalışma kaygı konusunda oldukça önemli bir nokta. Böylelikle öğrencilerin ya da kaygı yaşayan kişilerin direncini arttırmak konusunda önemli.

Bu konuda 21. yüzyılda kullanılan en büyük ve en önemli tanımlardan bir tanesi çevik ve hemen kavrayan öğrenici. Bu durum göz önüne alınarak Aba Psikoloji uzmanları öğrencinin neyi ne şekilde öğreneceği üzerine bilgilerini arttırmakta.

Bu yaparken de öğrencinin fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel anlamda inanç bedenini, özgüvenini destekleyici eğitimler vermekte. Bu süreç içerisinde bunun değerlendirilmesini yaparken nedenlerini bulup o ekosistem içerisindeki belirli sıkıntıları dengeleyici bir eğitim anlayışı belirlemiş oluyorlar.

Bu sıkıntılar ailenin getirdiği, okul ile ilgili, arkadaşlar ile ilgili olabilir ve rekabetin getirdiği sıkıntılar olabilir. Bu yüzden oldukça önemli olabilecek noktalar olabilir. Bu önemli noktalar sıradan bırakılmaması lazım.

Kaygı, Özgüven ve Matematik

Oldukça önemli ve oldukça net bir konuda bu durumda belirtilmelidir. Kaygı ile alakalı alınan destek onlarca matematik dersi için alınan destekten oldukça önemli. Neden matematik derseniz, matematik dersinde bu durum oldukça karşılaşılan bir durum.

Öğrencinin eğer özgüveni eksik ise matematik bu öğrenciyi direk olarak etkiliyor. Bu durumlardaki dengeleri korumak ve nöropsikoloji anlamda bu öğrencilerin başarısını arttırmak anlamında kıymetli ve özel gösterilerek yapılacak bir çalışma olarak dikkat çekiyor.

Ayrıca sınavdan önceki birkaç aylık süreç sınav kaygısı ile alakalı çalışma yapmak için oldukça önemli bir zaman. Daha erken yapılması daha iyi sonuçlar tabi ki doğurabilir. Fakat sınava kısa bir süre kala bu çalışmaların yapılması biraz geç olabilir ve buna göre sonuçlar doğurabilir.

Aba Psikoloji resmi İnternet ve YouTube kanalında bu konular ile ilgili daha derin ve çok daha önemli bilgilere ulaşmanız mümkün.

Read More

Anaokulu ve ilkokul dönemleri çocuklar için oldukça önemli zamanlardır. Okul öncesinde bazı veliler okul seçimlerinde, yuvada, ilkokul seçimlerinde psikolojik danışmanlara ve alanında uzman kişilere oldukça fazla başvurmaktadır.

Başvurma sebeplerinden bir tanesi yuvadan sonra hangi ilkokulu seçmeliyiz ya da LGS sisteminde girdikten sonra puana göre hangi liseyi seçeyim gibi oldukça önemli konularda danışma ihtiyacı duymaktalar.

Burada LGS öğrencilerine ayrı bir parantez açmak gerekir. Mutlaka LGS öğrencilerinin uzun vadede iyi planlama yapmak için okul seçimlerinde LGS süreçlerinde mutlaka uzmanlara danışmaları gerekiyor. Çünkü liseye yerleşikten sonra doktorayı da dahil ettiğimiz zaman önlerinde 10 yıllık bir okul dönemi olmaktadır.

Aba Psikoloji danışmanları her yıl 10 binden fazla öğrenciye sınav sonrası yerleşim için yardım etmektedir. Bu konuda Aba Psikoloji içinde oldukça gelişmiş ve yararlı bir sistem bulunmaktadır.

Doğru Anaokulu ve İlkokul Seçimi

Aba Psikoloji uzmanlarına her yıl pek çok kişi doğru yuvayı ve doğru ilköğretimi seçmek için başvurular yaparak danışmanlık istemektedir. Anaokulu ve ilkokul seçimi çocukların hayatlarının sonraki aşamalarını doğru şekillendirmek için oldukça önemli bir seçimdir.

Bu konuda en önemli noktalardan bir tanesi bazen öğrencilerin LGS sınavı gibi bir sınavı önceden baş edemeyeceğini ön görerek o öğrenciye LGS sistemi içerisinde K12 diye adlandırılan okullara yönlendirmek olabiliyor.

K12 ilkokul, ortaokul ve lise geçişi direkt olan okullara verilen bir isimdir. Bu tarz okulların sayısı ilk başlarda ülkemizde oldukça az olsa da son yıllarda ülkemizde K12 okulları oldukça artmış durumda. Bu okullar ailelerin maddi imkanlarına göre değerlendirilmiş okullardır.

Bu anlamda da öğrencinin kişisel, fiziksel, duygusal, zihinsel gelimine göre ve ailenin maddi durumuna göre öğrenciler için doğru bir strateji Aba Psikoloji danışmanları ve uzmanları tarafından oluşturulmaktadır. Doğru bir strateji çocukların gelişiminde oldukça önemli bir rol oynar.

Çünkü aile elindeki maddi imkanlarını ne kadar geç kullanırsa o kadar etkili olmaktadır. Aba Psikoloji içerisinde yer alan ve bu alanda uzman olan Prof. Dr. Gamze Sart bu konuda uzun süreli analizlerini ve araştırmalarını yapan bir öğretmendir.

0 – 3 Yaş En Önemli Eğitim

Prof. Dr. Gamze Sart gibi pek çok alanında uzman öğretmenlerin yaptığı araştırmalar bizlere en önemli eğitim yaş aralığının 0 ve 3 yaş arası eğitim olduğunu göstermektedir. Çocukların o yaş aralığında anneleri ile olan ilişkileri oldukça önemli bir etkiye sahiptir.

3 yaşından sonra yuva eğitimi alıyor olmaları ve hemen ardından da ilkokul dönemleri oldukça önemli bir etkiye sahiptir. Yani 4 ve 8 yaş aralığında öz güven, kendini ezik hissetmemesi gibi konuların yanı sıra matematik ve fen alanlarındaki yetkinliklerini artık olarak geliştirileceği bir dönem olarak dikkat çekiyor.

Daha sonra da üniversiteye geçmeden önceki dönem olan lise dönemi oldukça önemli bir nokta olmaktadır. Özellikle ilk dört yılda çocuklar okumayı, disiplini gibi konuları öğreniyor. Fakat 8. sınıfa kadar olan dönem ilk dört yıl ki eğitimden biraz ayrılmakta.

Ortaokul Döneminin Psikolojiye Etkisi

Anaokulu ve ilkokul döneminden sonra gelen ortaokul dönemi için çocuklarda farklı bir etkiye sahiptir. Çünkü yapılan pek çok psikolojik testler öğrencilerin 5. ya da 6. bir hocadan arkadaş nedeniyle yaşadığı bir travma matematiğe karşı soğumasına, matematik zekası olmasına rağmen uzaklaştığı görülmektedir.

Bu travmaların neredeyse tamamı hep ortaokul dönemine denk gelmektedir. Bu yüzden ortaokul dönemi gerçek anlamda öğrencinin tam savunma mekanizmalarının da olduğu bir dönem olduğu için hem kız hem de erkek çocukların güçlü olmalarının sağlandığı dönemdir.

Bu kritik dönem içerisinde ayrıca bir LGS sınavı olmaktadır. Aba Psikoloji uzmanları bu dönemde LGS sınavını psikolojik anlamda sadece çocukların entelektüel olarak büyümesi için değil aynı zamanda gençlerin duygusal anlamda toplumda etkili olmaları için çalışmalarına önem ve özen göstermektedir.

Pisa Raporları

Bahsettiğimiz bu bilgilerden yola çıkarak Pisa raporlarının neden anaokulu ve ilkokul döneminde değil de bu dönemde alındığını anlayabilirsiniz. OECD ( Organisation for Economic Co – operation and Development) yani Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ülkelerin Pisa raporlarını inceleyerek aslında o jenerasyonun 10, 20, 40, 50, 70 hatta 80 yıllık potansiyellerini de öngörüş olarak görebilir.

Eğer ortaokul döneminde öğrencilerin özgüvenini kırılırsa o çocuk kendi potansiyeli çerçevesinde kendini geliştiremez. Kız ya da erkek çocuğu fark etmeksizin çocuklar her zaman potansiyellerinin altında kalırlar.

Anaokulu ve İlkokul Dönemi: Anne ve Babaların Dikkat Etmesi Gerekenler

Çocukların anaokulu ve ilkokul döneminden ziyade ortaokul dönemi için anne ve babalar bazı noktalara dikkat etmelidirler. LGS başarısı için değil yaşamdaki ve hayattaki duruşları için daha çok önem vermemeliler.

Gençleri ve çocukları bu konularda kırmaktan uzak durmalılar. Anne ve babalar bu zamanlarda çocuklarını desteklemeli, cesaretlendirmeli ve dirençlerini güçlendirmeliler. Aileler çocuklarına hayat başarısını, hayattaki özgüvenlerini ve hayattaki özsaygılarını şekillendirmek için yatırım yapmalılar.

Anaokulu ve İlkokul Dönemi: Çocuklar İçin Öğretmen

Anaokuluna yeni başlayan çocuğa öğretmen nasıl davranmalı sorusu çok merak edilen bir konudur. Anaokulu ve ilkokul döneminin yanı sıra özellikle ortaokul öğretmenleri gibi tüm öğretmenler öğrencilerine destek vermeli ve cesaretlendirmelidir.

Öğretmenler çocukların her yaş döneminde karşılarına çıkan kişiler olarak olumlu gelişim süreci geçirmesi ve başarılı bir hayat için oldukça önemli etkiye sahip kişilerdir. Öğretmenlerin hangi dönem olursa olsun çocuklara eğitim verirken bu konulara dikkat etmeleri gerekmektedir.

Çocukların Başarısı İçin Ailelerin Desteği

Çocukların başarılı olması için sadece anaokulu ya da ortaokul dönemleri arasındaki dönemlerde ailelerin destek almaları önemli değil. Ayrıca YKS, TYT gibi sınavlara girecek öğrenciler ya da SAT gibi sınavlara girecek olan öğrencilere de aileleri aynı şekilde destek olacak şekilde yaklaşmalıdır.

Yapılan araştırmalar ve çalışmalar zaten hem okul hem de hayatta başarılı olan öğrencilerin arkasında anne ve babalar olduğunu göstermektedir. Bu anlamda okul sistemleri içerisinde anne ve baba desteğini alan gençler çok daha hızlı bir şekilde büyüdükleri görülmektedir.

Sınav Başarısı Her Şeyin Ölçüsü Değildir

Sınav başarısı ya da başarısızlığı çocuklarınız konusunda her konuda sizlere tüm noktaları göstermez. Sınavlar gençlerin ya da çocukların hayatında başarılı olacağını veya olamayacağını belirleyen unsurlar değildir.

İnsanlar bir sınavdan çok daha değerli ve kıymetlidir. Google çağında ezbere dayalı değil gerçekten araştıran sorgulayan, kritik düşünen, yaratıcı, inovasyonu açık, iletişimi doğru yapan kendini anlatan sistemler içerisinde bulunmamız lazım.

Anaokulu ve İlkokul döneminin yanı sıra her yaştan çocuklar için merak edilen ve bilgi almak istediğiniz konular için Aba Psikoloji resmi sitesini ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca bu konular hakkındaki öğretici bilgiler için ise Aba Psikoloji YouTube kanalına abone olabilirsiniz.

Read More

Zihinsel sağlık insan sağlığına ciddi anlamda etki eden bir olgudur. Ne ve nasıl sorularının neden sorusundan farkını düşünmüş müydünüz hiç? İnsan düşüncelerine yolculuk yaptığında bir takım sorulara cevap vermeye çalışır. Sorularımızı birbirinden farklı soru anlamı taşıyan kelimelerle oluşturmak mümkündür. Ne, neden, nasıl, mi, mu vb. gibi kelimelerle kurulmuş soruların hiç birbirinden farklılık gösterdiğini fark etmiş miydiniz?

Hepsinin aradığı cevap farklıdır. Peki size eğer bu sorulardan bazılarının bize diğerlerine göre daha iyi geldiğini söyleseydik ne düşünürdünüz? Psikoloji alanında “ne” ve “nasıl” sorularını sormanın zihinsel sağlığımıza “neden” gibi sebep arayan soruları sormamızdan daha iyi geldiği tespit edilmiştir.

Zihinsel Sağlık: Ne ve Nasıl Sorularının Neden Sorusundan Farkı

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” da bilinçli farkındalığı tanımlamış ve faydalarından bahsetmiştik. Bilinçli farkındalık uygulamasının temelinde de kişiler neden sorusu yerine kendilerine daha çok ne ve nasıl sorularını sorarlar.

  • Nasıl ve ne hissediyorsun?”
  • “Neden böyle hissediyorsun?”

Bu iki soru arasındaki farka odaklandığımızda nasıl ve ne sorularının cevabı  “Kötü hissediyorum” gibi negatif duygular içerebilir. Fakat duyguyu olduğu gibi kabul edersiniz. Ne hissettiğinizi itiraf etmiş olur ve rahatlarsınız. Öte yandan eğer neden böyle hissedildiğine odaklanılırsa kişi sorgulamaya başlar. Neden sorusu kişiye kötü hissettiğinde bunu yaşama özgürlüğü vermez aksine kişiyi kısıtlar. Neden kötü hissettiği ön plana çıktığında kişi kötü hissetmemesi gerektiğini ya da altında yatan nedeni ortadan kaldırması gerektiğini düşünebiliyor. Sanki insan hep mutlu olması gerekirmiş izlenimi verebiliyor kötü hissettiğimizde bize sebebini sorgulatan sorular. Fakat aslında yaşadığımız kötü deneyimleri, olumsuz hisleri de iyileri gibi kabul etmek oldukça değerli ve akıl sağlığımız için önemlidir.

Bunun dışında nasıl sorusu yerine neden sorusu kulağa her zaman ofansif gelecektir. Hepimize aşina gelecek ki soru cümlesinden bunu daha rahat açıklayabiliriz.

  • “Neden böyle düşünüyorsun ki?”
  • “Neden böyle hissettin ki?”

Bu soru cümleleri hepimize benzeri hisleri hissettirir. Sanki öyle hissetmememiz gerekirmişçesine kurulan cümleler… Öyle hissetmemiz için ortada bir neden yokmuşçasına kurulan cümlelerdir bunlar. Yani biri bize davranışlarımızın ya da duygularımızın nedenini sorduğunda kendimizi zan altında hissedebiliyoruz. Neden ve niçin soruları sorgulayıcı sorulardır. Baskı altında hissettirme olasılıkları çok yüksektir.

Ne ve Nasıl Sorularının İyileştirici Gücü

Kendi içsel dünyamızda da aslında kendimize sorular sorarız. Bu soruların da niteliği hayat kalitemizi etkilemektedir. Örneğin düşünün ki sürekli kendinizin ve başkalarının duygularının, davranışlarının nedenlerini sorguluyorsunuz. Aslında farkında olmadan kendinizi yargılıyorsunuz. “Keşke böyle yapmasaydım, yapmasaydı.” düşüncesi de bu sorgulamanın sonucunda doğar. Kötü ya da yanlış olduğunu düşündüğümüz davranışların nedenine inersek yaşananları reddetme eğilimi gösterebiliriz. Ne yazık ki yaşanan bir şeyi değiştiremeyiz. Bunun yerine kendimize ne ve nasıl hissettiğimizi sormamız bize rahat bir alan sağlar. Yaşananları kabul etmemizi kolaylaştırır. Negatif duyguları yaşama özgürlüğü vererek içimizi dökmemizi kolaylaştırır. Duygular yaşandıktan sonra rutinimize daha rahat geri dönebiliriz. Nasıl sorusu sayesinde negatif düşünce ve olaylara takılmadan hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürmemiz kolaylaşır.

Read More

Psikolojik hastalıklar fiziksel rahatsızlıklardan farklı olarak belirlenmesi ve sınıflandırılması oldukça zordur. Tıpta fiziksel bir problemle karşı karşıya kalındığında semptomlardan ve fiziksel buluntulardan net bir sonuca varılabilir. Ancak psikolojik problemler söz konusu olduğunda problemi analiz edip, tespit etmek göründüğü kadar kolay değildir. O halde psikologlar ve psikiyatrlar nasıl danışanlarının problemlerini sınıflandırıyorlar? Bunun için dünya çapında kullanılan DSM-5 Türkçesi “Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı” kullanılmaktadır.  10 yıldan uzun süredir kullanılan el kitabı birçok uzmanın iş birliğiyle derin araştırmalar sonucu oluşturulmuştur. Bu blog yazımızda psikolojik hastalıkları nasıl sınıflandırdığımızdan daha ayrıntılı bir şekilde bahsedeceğiz.

Psikolojik Hastalık Tespit Etmek

Yukarıda da söz ettiğimiz gibi bir doktor fiziki durumunuza bakarak dizinizdeki problemi anlayabilir. Fakat psikolojik hastalıklar söz konusu olunca olay bambaşkadır. Bir psikolog ya da psikiyatr probleminizi anlayabilmek için sizi birden fazla defa görmeye ihtiyaç duyar. Çünkü problemler gözle görülür kadar açık değildir. Doğru tespit zaman alabilir. Bir süreliğine hastalık tespiti için gözlem, çeşitli testler ve yakınlardan bilgi edinmek gibi uygulamalar yoluyla kişinin problemi saptanır. Uzun soluklu gözlemler ve semptom analizlerinden yola çıkılarak ardından tedaviye geçilebilir.  DSM-5 belli kriterler yoluyla kişilerin psikolojik rahatsızlıklarını analiz ve tespit etmek için kolaylık sağlar.

Psikolojik Hastalıklar İçin Sınıflandırma

Sınıflandırmalar genel başlık ve alt başlıklar halinde seyretmektedir. Genel başlıklar birkaç psikolojik rahatsızlığın ortak ve hatta ana semptomlarının aynı olmasından ortaya çıkar. Örneğin beslenme ve yeme bozuklukları, bir genel başlıktır. Bu başlığın altında beslenme ve yemeyle ilgili birbirinden farklı psikolojik hastalık yer almaktadır. Bir yandan tıkınırcasına yeme bozukluğu adı verilen yemek konusunda kendini durduramayanlarda ortaya çıkan rahatsızlıkta bu bölüme girer. Diğer yandan anorexia nervosa adı verilen çok zayıf olunduğu halde kendini olduğundan kilolu görme eğilimine dayalı rahatsızlık da bu gruba girmektedir. Bu iki rahatsızlığın ortak özelliği ikisinin de yemeyle ilgili problemlere dayalı olmasıdır. Sınıflandırılırken de beslenme ve yeme bozuklukları alt kategorisine girmektedirler.

Psikolojik Hastalık Tedavisinde Sınıflandırmanın Gerekliliği

Tedavi sürecine geçilmeden önce doğru sınıflandırma yapmak mühim bir meseledir. Doğru sınıflandırma yapılmadığı taktirde çözüme gidilen yol uzatılmış olur. Psikolojik hastalık kişinin duygu durumuyla bağlantılı olduğundan ötürü tedavide verim almak danışanların tedaviye devam etmesi için motive edici niteliktedir. Verim alamayan danışanlar çaresiz hissederek tedavilerini yarıda bırakabilir. Bundan dolayı sınıflandırma süreci titizlikle yapılmalıdır. Problemi tespit etmeden çözmek pek mümkün değildir.

 

Read More

Daha önceki blog yazımız “Bilinçli Farkındalık Nedir? Ne İşe Yarar?” yazımızda ayrıntılı olarak açıkladığımız bilinçli farkındalık hali insan beyni için değerli bir kavramdır. Farkındalık söz konusu olduğunda diğer primat ve canlılardan ayrılır insan. Diğer hayvanlardan farklı olarak yaptıkları eylemlerin ve yaşadıkların izidir insan. Diğer canlılar da bir insan gibi geçmiş deneyimlerinden faydalanarak hareket ederler. Fakat insan bu geçmiş deneyimlerinin bilinci içerisindedir. Bilinç insanı diğer canlılardan ayıran en temel farklılıklardan biridir. Bilincimize dair farkındalığımız düşük olduğunda da insan beynini yönetmek zorlaşır. Bundandır ki bilinçli farkındalık uygulaması insan beyni için bir besin niteliğindedir.

Primitif Beyin ve İnsanın Sahip Olduğu Beyin

Primitif ilkel anlamına gelmektedir. Yaşama içgüdüsünü sağlayan, yaşam fonksiyonlarını sürdürmek için gerekli içgüdülerimiz primitif beyine bağlıdır.  Her canlıda bulunan beynimizin  “amigdala” adı verilen bölgesi bu içgüdümüzü oluşturur. Tehlikeden kaçmakla bağlantılı bölge hayata dair risk yaşadığımızda canlıları korumak adına aniden aktive olur. Korku ve endişe hali bu bölgenin aktive olmasıyla oluşur. Ancak diğer canlılardan farklı olarak insan beyni bilinciyle beraber yaşadığı deneyimi tekrar düşünerek tekrardan stres ve kaygı güdebilir.

Örneğin doğada bir kaplanın bir ceylanı yakalayamadığı durumu hayal edin. Sonraki gün kaplanın “Bugün ben bir daha ava çıkmayacağım çünkü dünkü ceylanı yakalayamadım. Kesin yine yakalayamayacağım.” diye düşünmesi imkansızdır. Fakat aksine insan başarısız olduğunda ya da geçmişteki endişesinden ötürü bunu düşüncesine getirerek “bilinçli” olarak eylemlerinden kaçınabilir. İnsan beyni farklı olarak frontal bölge dediğimiz beynin ön bölgesini aktif kullanabilir ve bu bölge gelişmiş bir bölgedir. Farkındalık dediğimiz kavram ise bu bölgeden ötürü ortaya çıkar. Biz insanlar dünün bugünün ve yarının farkında olarak yaşarız. Bunun getirisi olarak da farkındalığımızı sağlıklı bir şekilde yönetebilmemiz hayat kalitemizi yüksek oranda etkiler. Beynin sağlıklı yönetilmesinin de bilinçli farkındalık uygulamalarıyla mümkün olduğu düşünülmektedir.

İnsan Beyni için Bilinçli Farkındalık

İnsan dünü bugünü ve yarını biliyorsa bugüne zarar vermeden dünü ve yarını yanında taşıyabilmelidir. Anda kalmak adı verilen bilinçli farkındalığın temel uygulamalarından birisi yanlış anlaşılabilmektedir. Anda kalmak geçmişi ya da yarını tamamen ortadan kaldırmak ve şuan yaptığınız eyleme odaklanmak değildir. İnsan beyni şuana odaklanırken elbette dünü ve yarını yanında taşıyacaktır. Önemli olan geçmişi ve geleceği unutmak değildir. Geçmişin ve geleceğin endişesini sırtımızda taşımamaktır. Bunun için de bilinçli farkındalık faydalı olacaktır.

Örneğin; ölüm korkusu üzerine düşünelim. İnsan ölümün varlığının farkındayken diğer canlılarsa sadece içgüdüsel olarak ölüm tehlikesinden kaçmaktadır. Düşünce olarak ise bazı insanlar ölüm korkusunu sürekli hayatının her anında yaşarken diğerleri yaşamazlar. Peki bu insanları birbirlerinden ayıran şey nedir? Aslına bakarsanız gelecekteki bu sonu değiştiremeyiz. Ne zaman başımıza geleceğini de bilemeyiz. Halbuki yaşadığımız ana odaklandığımız zaman ölümün varlığını düşünmeden hayattan zevk alabiliriz. Bu noktada bilinçli farkındalık uygulamalarıyla gelecekle ilgili bir negatif olayın farkında olup daha yaşanmadan endişe ve kaygı duymamız engellenebilir.

Özetle burada bilinçli farkındalık olarak değinilen geleceği tamamen unutmak değildir. Gelecekteki ya da geçmişte yaşanmış bir endişeyi şuana taşımamaktır. Gerektiğinde endişeyi tetikleyen beynin amigdala bölgesi yerine mantığımızı yani frontal bölgeyi devreye sokabilmektir. Bilinçli farkındalığın da geçmişi ve dünü dikkate alarak anda kalma metoduyla insan beyni için faydalı olduğu düşünülmektedir.

Konu hakkında detaylı bilgi almak için Aba Psikoloji Danışmanlık Merkezi‘ne ulaşabilirsiniz.

Read More