Bedenimiz ile ruhumuzun sağlıklı kalması ve günlük yaşantımızın aksamadan devam etmesinin yolu kaliteli bir uykudan geçiyor. Fizyolojik onarımların gerçekleştiği uyku esnasında kanımızın beşte biri beyni besleyerek yeniden yapılanmasını sağlıyor. Güçlü bir hafıza, uyanıkken harcanan enerjinin geri depolanması, bağışıklık sisteminin güçlenmesi, hormonların düzenlenmesi gibi birçok hayati olay uykuda gerçekleşiyor.

Uykunun tüm faydalarını bilsek dahi çoğu kez düzenli ve kaliteli uyumaya özen göstermiyor ve kendimizi uykunun faydalarından mahrum bırakıyoruz. Ancak uyku kalitesini artırmanın birçok yolu mevcut. Kaliteli bir uyku için yapılması gerekenler üzerine olan önerileri yazımızın devamında hep birlikte inceleyelim.

Egzersiz Yapın

Gün sonunda zihnimiz ne kadar yorgun olsa da bedenimiz hala enerjik olabiliyor. Uykuya dalmayı bir hayli zorlaştıran bu durumun üstesinden gelmek ve verimli bir uyku için gün içerisinde yürüyüş ve koşu gibi egzersizlerin yapılarak enerjinin harcanması tavsiye ediliyor.

Zamanı Kontrol Altına Alın

Her sabah aynı vakitte uyanmaya özen göstermek biyolojik saatin ayarlanmasında oldukça etkilidir. Uyanış saatinin düzene sokulmasının ardından yatış saatinin de belirlenmesi kolaylaşacaktır.

Uykuya Geçiş Aktivitelerini İhmal Etmeyin

Uykuya hazırlanma aşamasında bir ritüele uymak uykunuzun gelmesini sağlayacaktır. Bunun için yatmadan önce kitap okuyabilir, ılık bir duş alabilir veya bitki çayı içebilirsiniz. Verimli bir uyku için ayrıca teknolojik aletlerin olmadığı, ışıksız ve havalandırılmış bir oda idealdir.

Doğru Yatak ve Pijamalar Seçin

Alışkın olduğunuz kendinize ait yatakta uyumak huzurlu bir gece geçirmeniz için önemlidir. İkinci olarak bedeninizin rahat edeceği, vücut anatominize uygun bir yatak seçmeniz gerekiyor. Uyurken giyeceğiniz pijamaların da esnek ve terletmeyen kumaştan olması kaliteli bir uyku için faydalıdır.

Beslenmenize Özen Gösterin

Sağlıklı kalabilmek için güne iyi bir kahvaltı ile başlayıp ilerleyen saatlerde de dengeli ve faydalı besinler tüketmek gerekiyor. Akşam öğününde yenilenler ise uyku kalitesini doğrudan etkiliyor. Bu nedenle yağlı, hazmı zor yiyecekler ile kafeinli içeceklerin akşam geç saatlerde ve özellikle yatmadan hemen önce tüketilmemesine dikkat edilmeli.

Meditasyon Yapın

İş, okul, trafik derken gün içerisinde birçok sıkıntılı durumla karşılaşıyoruz. Zihnimizin stresle yüklü oluşu da uykuya dalmamızı zorlaştırıyor ve verimli bir şekilde dinlenmemizi önlüyor. Uyku öncesi ortalama yarım saat meditasyon yapmak stresin olumsuz etkilerinden arınma ve daha kaliteli bir uyku için oldukça etkili.

Yatış Şeklinizi Düzeltin

Nefes alış yollarının tıkanması gece boyunca sürekli uyanmaya neden olduğundan uyku kalitesini olumsuz etkiliyor. Genellikle sırt üstü uyumayı alışkanlık edinen kişilerde görülen bu durumdan kurtulup daha rahat nefes alabilmek için yan veya yüzü koyun yatarak uyku pozisyonunuzu düzeltebilirsiniz.

Kaynaklar

 

Read More

 

Ergenlik yılları nasıl tanımlanır?

Literatüre göre ergenlik yılları tipik 13 ve 19 yaşları arasındaki yıllar olarak tanımlanır ve çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşaması olarak kabul edilir. Ancak, ergenlikte meydana gelen fiziksel ve psikolojik değişiklikler erken yaşlarda da meydana gelebilir. Ergenlik dönemi hem fiziksel ve ruhsal değişikliklere oryante olma dönemi hem de bir keşif dönemidir. Varoluşsal sorgulamalar bu yıllarda bazen yumuşak bazense sert bir şekilde kendini gösterir.

Bu geçiş dönemi bağımsızlık ve öz kimlik konularını gündeme getirebilir; birçok ergen eğitim, okul, cinsellik, uyuşturucu, alkol, inanç ve sosyal yaşam konularında düşünceler geliştirip zor kararlar alırlar. Romantik ilişkiler, dış gönümüm ve kabul görme de bu dönemde ortaya çıkan diğer konulardır.

Ergen psikolojisi

  Gelişimci ekolünü temsil edenlerden biri olan Erik Erikson ergenliği iki aşamada tanımlar. Erikson’a göre erken ergenlik 12-18 yaş arasını, geç ergenlik dönemi ise 18-24 yıllarını kapsar.

Erken ergenlik

Erken ergenlikte, Erikson, bireylerin birçok gelişimsel görevi anlama ve kabul etme girişiminde bulunduğunu söyler. Bu tür görevler arasında fiziksel olgunlaşma, duygusal gelişim, akran grubuna üyelik ve romantik veya cinsel ilişkiler bulunur.

Bu süre zarfında en çok gözlemlenen bir diğer durum ise ailenin ikinci plana atılmasıyla birlikte diğerlerine karşı artan bir eğilim ve doğruluktur. Bu dönemde bir yandan akran baskısı altında olan gençler diğer yandan hem grubun parçası olmaya çalışarak kendi güçlü ve zayıf yanlarını keşfederler

Geç ergenlik

Geç ergenlikte ise, birey artık “genç yetişkin” statüsüne doğru ilerlerken, bireysel ve grup talepleriyle rekabet etmeye devam etmektedir. Söz konusu birey, bireyselleşme (yaşamında bireysel kalıplar veya rutinler oluşturma) ve farklılaşma (ebeveynleriyle olan benzerlik ve farklılıkları kabul etme) aracılığıyla ebeveynlerinden daha fazla özerklik kazanır. Toplumsal cinsiyet kimliğini ve toplum var olan toplumsal cinsiyet rollerini daha özgürce keşfeder.

Ebeveynlerin doğru yaklaşımı sergilemesi çok önemli

  Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da iletişim en önemli araç oluyor. 3 yaşındaki bir çocukla ve bir ergen arasındaki fark, ergen kişinin bilişsel olarak daha üst düzey bir seviyede olması ve kendi dünyasını anlamlandırmak için dili ve düşüncelerini kompleks şekilde kullanabilmesidir.

  • Yargılama ve tepki olmadan dinleyin
  • Sakinleştirici ve rasyonel bir duruş sergileyin
  • Empati kurmaya özen gösterin
  • Değerlerinizi ve düşüncelerinizi paylaşın

references

Read More

Kardeşlik İlişkileri Neden Önemlidir?

Kardeşler çoğu zaman hayat boyu ilişkilerimiz olan tek insanlardır. Birçok insan için yaşam boyunca kaybolmayacak olan en iyi arkadaş anlamına gelir. Kardeşler çoğu zaman hayat boyu ilişkilerimiz olan tek insanlardır. Arkadaşlıklar sahci olabilir ama gelip geçebilir de, oysa ki kardeşlerin ilişkisi daimidir. Kardeş bağları birçok insan için hayatındaki en uzun ilişkilerden biri olarak kalır. Kardeş ilişkileri otantiktir. kardeşler genellikle aynı çevrede büyürler, aynuı ebeveynlere sahiptirler aşağı yukarı aynı deneyimlerden geçerler. Elbette günün sonunda birbirinden çok farklı bireyler haline gelirler. Kardeşlerimiz bizim aile ağacımızdır. Onlar bizim kim olduğumuzun yadsınamaz bir parçasıdır. Kardeşlerin arasındaki paylaşılmış olan ortak tarih onların ilişkilerinin biricikliğini yaratır.

Sağlıklı Kardeşlik İlişkileri Sürdürmek için Ebeveynler Neler Yapabilir?

Kardeşlikle ilgili düşüncemelerimşz kulaga ve kalbe çok hoş gelir elbette. Peki sağlıklı bir kardeş ilişkisi için neler yapabiliriz, neleri destekleyebiliriz? Bir çocuk kardeşi olacağını ögrendiğinden geride bırakılmış hissetmesin, kardeşiyle arasında sağlıklı bir bağlanma olsun diye neleri teşvik edebiliriz. Öncelikle bu fikre alıştırmaya erken başlayın. Ebeveynler, kardeşler arasındaki saygıyı her zaman özendirmelidir. Kardeşler arasındaki çatışmalarda olumsuz ve zararlı davranışları tolere etmeyin. Çocuklarınızın sizinle kaliteli zaman geçirmeleri için gerekli zamanı sağlayın. Kardeşler arası rekabet olmasını önlemek için ikisine de özel oldugunu ve onları çok sevdiğinizi hissettirin. 

Çocuklardan birini kayırmaktan, diğer bir deyişle favorileştirmekten kesinlikle kaçının. Kardeşlerin küskünlüğünün en yaygın sebeplerinden birisi budur. Çocuklarınızın her birine bire bir zaman ayırmayı sevdiğinizi ve her birine değer verdiğinizi bilmelerini sağlayın. Aile toplantıları için planlar yapın. Aylık veya haftalık… tüm ailenin bir araya gelip kaygılarını, duygularını ve düşüncelerini paylaşması herkese iyi gelecektir. Kardeşler arasında sağlıklı iletişimi teşvik edin. Anlaşmazlık varsa, onların sağlıklı bir şekilde çalışmasına izin verin. Onlara nasıl orta yolu bulabileceklerini, uzlaşabileceklerini ve nasıl kazan-kazan çözümleri bulabileceklerini öğretin.

Çocuklar büyüdükçe beraber bir şeyler yapmaları konusunda onları daha çok teşvik edin. 

Kardeşler Nasıl Davranabilir?

Kardeşler arasındaki en büyük kırgınlık kaynağı, bir ebeveynin diğer çocuğu daha çok sevdiğinin düşünülmesidir. Böyle bir durumda kardeşler birbirlerinin bakış açılarına önem vermeli ve dinlemelidir. Özel bir alana konuldugu düşünülen çocuk için de her şey göründüğü kadar kolay değildir. Kardeşinizle konuştuğunuzda, siyaset, din, hatta travmatik çocukluk anılarını yeniden canlandırmak gibi çekişmeye sebep olan  hiçbir şeyi masaya sohbet konusu olarak getirmeyin.Bazı konuların limit dışı olacağını kabul edin.

 

References 

https://www.psychologytoday.com/us/blog/teen-angst/201404/healthy-sibling-relationships

Read More

Çocuklar etraflarındaki dünyayı keşfetmeye ve olup bitenleri anlamlandırmaya başladıkları andan itibaren soru sormaya başlarlar. Merak ve öğrenme dürtüsünden ileri gelen sorular çocuğun gelişimi için oldukça önemlidir. Bazen çocuğun sürekli soru sorması ebeveynlerinin bunalmasına neden olabilir. Ancak çocuğun soru sorması onun konuşma becerisinin gelişmesi ve zihinsel kapasitesinin artmasını sağlamaktadır. Bu nedenle sorular ne kadar sık gelse de çocukların merak duygusunun körelmemesi ve öğrenmeye olan hevesinin bitmemesi için her sorusu yanıtlanmalıdır. Yazımızda çocukların sordukları ilginç sorulara nasıl cevap verilmesi gerektiğini hep birlikte öğrenebiliriz. 

1. Kısa Açıklamalar Yapılmalıdır

Çocuğunuzun sorduğu soruya detaylı ve uzun uzadıya bir açıklama yapmak yerine kısa bir cevap vermeniz daha iyidir. Çocukların ilgisi kolayca dağılabildiğinden uzun bir açıklamayı dinlemek onu sıkabilir. Ayrıca detaylı cevaplar çocuğun bağlamdan kopmasına ve kafasının karışmasına da neden olur. 

2. Her Soruya Cevap Verilmeli Midir?

Çocuklar genellikle o an yaşadıkları korku, sevinç, heyecan gibi duygular neticesinde soru sorarlar. Bu gibi durumlarda bir cevap bulmak yerine bu duyguyu neden yaşadığını ve neler hissettiğini öğrenmeye çalışmak daha iyi olacaktır. Bu durum onu anladığınızı gösterecektir. 

3. Soru Sorması Teşvik Edilmelidir

Çocuğun çok soru sorması durumunda “yine mi soru, artık yeter, işim var veya nereden çıktı şimdi bu” demek yerine onu doğrulayıp destekleyecek açıklamalar yapılmalıdır. Bu durum çocukların özgüvenlerinin gelişimi için gereklidir. Hatta merak ettiklerinden yola çıkarak siz de ona sorular yöneltip bir sohbet ortamı yaratabilirsiniz. Böylece aranızdaki iletişim de güçlenmiş olur.

4. Ses Tonunuz ve İfadeniz Yumuşak Olmalıdır

Özellikle çocuğun cinsellik soruları ile karşılaştığınızda onu azarlamak veya başınızdan savmak yerine “küçükken ben de merak etmiştim” ile başlayan cümleler kurmanız onu desteklediğinizi, onla aynı süreçleri yaşadığını göstermenizi sağlar. Bu gibi durumlarda yaşına uygun açıklamalar yapmalısınız. Ayrıca ses tonunuz ve ifadeleriniz de çocuğunuzu korkutmamak ve sorduğu soruların doğal olduğunu ona yansıtmanız adına her zaman yumuşak ve sakin olmalıdır. 

5.  Dürüst Olmak Tüm Sorulara Doğru Cevap Vermek Değildir

Çocuğun sorduğu sorular özellikle ölüm gibi travmatik olaylar üzerineyse yetişkin insanların bildiği şekliyle doğru cevaplar vermek onu korkutup çıkmaza ve sıkıntıya sokacağı gibi psikolojisi için de uygun olmaz. Bu nedenle bu tür sorulara yerine göre tatmin edici ancak içerisinde mizahi ögeler olacak ve çocuğu da rahatsız etmeyecek şekilde cevaplar verilmelidir. 

6. Çocuklara Suçluluk Yükleyen Cevaplardan Kaçınılmalı

Çocuklar kötü bir olayın nedeni hakkında soru sorduklarında “yaramazlık yapmış, yemeğini yememiş, oyuncaklarını toplamamış da ondan böyle olmuş” gibi cevaplar verilmemelidir. Bu tür yanıtlar çocuklarda suçluluk duygusunun oluşmasına ve hatta onların içe kapanık hale gelmelerine neden olur. 

Kaynaklar

Read More

Konuşma ve iletişim zorlukları neden meydana gelir?

Çocuklarda meydana gelen dil ve konuşma bozukluklarını kapsamlı şekilde anlamak için öncelikle ayrı ayrı dil, iletişim ve konuşma kavramlarını ele almak gerekir.  Dili belli kurallara dayalı semboller sistemi olarak tanımlayabiliriz. Dilin öğrenilmesi bilişsel bir süreçtir. Bir dilin öğrenilmesiyle ilgili otorite olarak kabul edilen bilim insanlarının birçok kuramları vardır. Ancak biz bu yazımızda kuramlara ayrıntılı olarak değinmeyeceğiz. Dilin öğrenilmesi zihinsel birtakım yeterlilikler gerektirdiği için zihinsel gerilik yaşayan çocukların dili pratik bir şekilde kullanması akranlarına kıyasla daha fazla zaman alabilir. Yine de her çocuğun kendi gelişim yolunu o çocuğa özel olarak ele almakta fayda var. Zira bireysel farklılıkları görmezden gelmek çocukla ilgili gözlem yaparken bizi yanıltabilir. İletişim ise insanlar arasındaki duygu, düşünce ve yaşantıların sözlü ya da sözsüz olarak ifade edilmesidir.  Son olarak konuşma kavramı ise insanların dili kullanarak sözlü iletişim kurma yöntemidir. Konuşma, dildeki seslerin ve konuşma organlarının (Dudak, dil, çene, yumuşak damak, ses telleri gibi..) akustik sinyaller haline getirilmesidir. Dili öğrenmek zihinsel bir süreç iken konuşmak ise motorik bir süreçtir. 

Peki konuşma ve dil bozukluklarına neler sebebiyet verebilir?

Doğuştan gelen engeller ( işitme engelli olmak, zihinsel engelli olmak vs) dil ve konuşma bozukluğunda birincil sebepler olarak sıralanabilir. İşitme engelli bireyler sesleri duyamadıkları için konuşma organlarının normal gelişimi gerçekleşemez ve bu da bozukluklara yol açar. 

Konuşmayla ilgili organlardaki yapısal bozukluklar da dil ve konuşmada rötardasyona sebep olabilir. Örnek olarak yarık damak/ yarık dudak ve dişlerin yapı bozukluğu verilebilir. Bu tür sorunlar genelde erken dönemlerde fark edilir ve erken müdahale yapılırsa en az zararla atlatılabilir. Erken müdahale bu noktada oldukça kritik bir öneme sahiptir. Zira erken müdahale yapılmazsa ileride tedavi daha zor bir hal alır. 

Son olarak nörolojik nedenleri sıralayabiliriz. Beyinde dil ve konuşmayı yöneten bölgelerin doğum sırasında ya da doğumdan sonra hasar görmesi de çeşitli dil ve konuşma bozukluklarına sebep olabilir. 

Bütün bunların yanı sıra, bir dizi çevresel faktör sıralamak da mümkün. Örnek vermek gerekirse beslenme yetersizliği, eğitim olanaklarının kısıtlılığı, çocuğa bakım veren kişilerin (bu kişi genelde anne babadır) çocukla yeteri kadar iletişim kurmaması ve son olarak iki dil konuşulan evlerde büyüyen çocuklarda da bazı dil ve konuşma bozuklukları görebilmek mümkün.

Çözüm olarak

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi erken tanı ve erken müdahale oldukça kritik bir öneme sahip. Bu tür durumlarla başa çıkarken daime her çocuğun kendi gelişim yolu olduğunu, her çocuğun gelişimini kendi hızında ve tarzında tamamladığını hatırlamalıyız. Erken yaşlardan itibaren çocuklarla temiz, akıcı ve kibar bir dille konuşmaya özen göstermeliyiz. Bebek gibi konuşmak kulağa hoş gelse de çocuğun dil gelişimine bir katkısı olduğunu söyleyemeyiz.

Referanslar

http://tbssmhnf.blogcu.com/dil-ve-iletisim-bozuklugu-olan-cocuklar-ve-egitimleri/12875418

http://orgm.meb.gov.tr/alt_sayfalar/DilveKonusmaGelisimi.html

Read More

Zihinsel gelişim süreçlerini en basit haliyle beyindeki düşünce ve düzenleme sistemlerinin gelişimi olarak tanımlayabiliriz. Bu sistemler şöyle sıralamak mümkün: Dil gelişimi, hafıza, muhakeme, problem çözme, düşünme, hayal kurma ve yaratıcılık. Çocuğunuzun sağlıklı bir zihinsel gelişime sahip olmasını istiyorsanız bu sistemlerin hepsinin gelişimini desteklemelisiniz. Zira bu sistemlerde olabilecek herhangi bir problem diğer sistemlerin de olumsuz etkilenmesine neden olabiliyor. Zihinsel gelişim elbette genetik faktörler ve çevresel faktörler tarafından şekilleniyor.  Bir çocugun zihinsel gelişiminin sağlıklı seyrettiğini nasıl anlayabiliriz? Özellikle erken yaşlardan bahsetmek gerekirse, çocugun sürekli oyunda kalması ve etrafıyla ilgili keşfetme isteği güdmesi zihinsel gelişimin sağlıklı gittiğinin en belirgin iki özelliğidir. 

Çocugun yerine getirmesi gereken en büyük “işi” oyundur. Çocuklar oyun aracılığıyla sosyalleşme ve duygularını ifade edebilme ortamı bulurlar. Bir yetişkin için “iş” ne kadar önemli ise çocuk için de “oyun” o kadar önemli. Okulöncesi döneminin ilk zamanlarında genellikle tek başlarına oyun oynarlar, daha sonra ise diğer çocukları seyretmeye başlarlar ve onların oynadıkları oyunları taklit etmeye çalışırlar. Bir sonraki aşamada ise etrafındaki çocuklarla oynamaya ve malzemelerin paylaşmaya başlar.Oyunun en gelişmiş versiyonu diğer çocuklarla aynı amaçlar doğrultusunda ve belli kurallar içinde oynanan oyundur.Oyunun önemli bir parçası olan kural kavramı çocuk yaş aldıkça gelişir.Oyun oynarken çocuklar günlük hayata dair bir çok şeyi öğrenme ve uygulama fırsatı bulurlar. Uzlaşmak, paylaşmak, hayal kırıklığını yaşamak, sırasını beklemek gibi hayata dair birçok duygu ve kavramı ancak oyun yoluyla öğrenirler. 

Yapılandırılmamış veya az yapılandırılmış materyaller

Yapılandırılmamış veya az yapılandırılmış materyaller kullanarak hayal aleminde kalmak zihinsel gelişimi desteklemenin en kritik yoludur diyebiliriz. Yapılandırılmamış veya yarı yapılandırılmış materyaller derken neyi kast ediyoruz? İşlevini çok belli etmeyen, birçok farklı amaç için kullanılabilen, sınırları çok belli olmayan oyuncaklar… birkaç basit örnek vermek gerekirse; bir odun parças dürbün olarak da tekerlek olarak da kılıç olarak da kullanıbilir. Veya bir tuvalet kadıgı rulosu da aynı şekilde. İlk yıllarda çocukların beyinleri gördükleri her şeyi alabilme yeteneğine sahiptir. Bu yüzdendir ki iyi bir zihinsel gelişim için yapılandırılmamış materyaller önerilir.

 Sağlıklı zihinsel gelişimi desteklemek için

Her şeyden önce sağlıklı beslenme beyin gelişimi ve zihinse gelişim için olmazsa olmaz bir faktördür. Çocugunuzla düzgün ve güzel cümleler kurarak konuşabilirsiniz, resim, sanat, spor, müzik ve doğa içeren aktivitelere katılarak ya da kendiniz yaratarak kaliteli vakit geçirebilirsiniz. Beraber yemek yapabilirsiniz. Böylece çocuğunuzun süreci gözlemlemesine fırsat vermiş olursunuz. 

References

https://www.childcarequarterly.com/pdf/winter13_eci.pdf

https://www.childrenscourtyard.com/blog/2017/09/promoting-healthy-cognitive-development-in-your-child/

https://www.mentalup.net/blog/cocuklarda-beyin-ve-zeka-gelisimi

Read More

Yeme Bozukluğu Nedir?

Yeme Bozuklukları en genel hali ile düzensiz beslenme alışkanlıkları, vücut ağırlığı veya şekli ile ilgili ciddi sıkıntı ve endişe ile karakterize edilen hastalıklar olarak tanımlanır. Yeme bozuklukları, bir bireyin sağlığına nihai olarak zarar verebilecek yetersiz veya aşırı gıda alımını içerebilir. Yeme bozukluklarının en yaygın biçimleri arasında Anoreksiya Nervoza, Bulimia Nervoza ve “binge eating” yani bir kerede çok fazla miktarda yemek yer alır. Her bir hastalık hem kadınlarda hem de erkeklerde meydana gelebilir.

 Yeme bozuklukları yaşamın herhangi bir aşamasında meydana gelebilir. Ancak genellikle genç yaşlarda veya ilk erişkinlikte görülür. Yeme bozuklukları artık günümüzde tıbbi bir hastalık olarak sınıflandırılır. Uygun tedavi yöntemleri ile yeme bozukluğu tiplerinin çoğunu tedavi etmek mümkündür. Bu durumlar tedavi edilebilir olsa da, semptomlar ve sonuçları ciddi bir şekilde ele alınmazsa zararlı ve ne yazık ki ölümcül olabilir. Yeme bozuklukları sıklıkla anksiyete bozuklukları, maddeleri kötüye kullanım ( uyuşturucu ve ilaçları amaçları dışında kullanmak) veya depresyon gibi diğer durumlarla bağdaşlaştırılır.

Yeme Bozuklukları ve Çocuklar 

Küçük çocuklar için yeme bozuklukları, çocukların o dönemlerinde hızlı gelişmelerini geriye çekebileceği veya durdurabileceği için özellikle tehlikelidir. Küçük çocuklar özellikle hayatlarının ilk 7 yıllarında dönem dönem hızlı büyüme gösterip dönem dönem büyümede ve gelişmede durağan karakteristikler sergiledikleri için bu yıllarda yeme bozukluğu teşhisi yapmak zor olabilir. Yeme bozuklukları, Otizm Spektrum Bozukluğu gibi diğer konulara bağlı olan yemek, yemek zamanında huysuzluk etme veya fiziksel olarak yeme zorlukları ile karıştırılmamalıdır.

Günümüzde ne yiyeceğine, nasıl egzersiz yapılacağına, “obezite krizine”, popüler kültüre dair sosyal medyada bulunan karışık mesajlar birçok çocuğun garip ve baskı altında hissetmesine sebep olabiliyor. Yapılan bir araştırma, yeme bozukluklarından etkilenen çocukların yüzde 20-25’inin erkek olduğu ve çocukluk çağı obezitesi ile ergenlik/yetişkinlikte oluşabilecek yeme bozukluğunun gelişimi arasında bir bağlantı olabileceğini göstermiştir.

Yaşlarına bakılmaksızın, yeme bozuklukları en temelde yemeğin altında yatan duygularla ilgilidir. Çocukta gıda ile meydana gelen davranış değişiklikleri, çocuğun duygusal-sosyal sorunlar, depresyon, alaycılık, zorbalık veya taciz gibi ciddi sorunlar yaşadığını işaret edebilir. Bir çocuğun yeme bozukluğu semptomları göstermesi genellikle hayatında bir şeylerin yolunda gitmediği anlamına gelir. Çocuk ise yemek üzerinden hayatında bir şeyleri kontrol edebilme arzusunu yani bir şeyler üzerinde söz sahibi olma isteğini tatmin etmeye çalışır. 

Nasıl önlenir? Birkaç öneri

  • Yiyecekleri rüşvet, ceza veya ödül olarak kullanmaktan kaçının
  • Yiyecekleri ‘iyi’ veya ‘kötü’ olarak etiketlememeye çalışın. Çünkü ‘kötü’ yiyecekler yenildiğinde çocukta suçluluk ve utanç duygularına yol açabilir.
  • Çocukları çeşitliliği kutlamaya teşvik edin ve belirli bir vücut tipini idealize etmeyin.
  • Çocuğunuzun aç olduklarında yemesine izin verin ve teşvik edin. Doyduklarında ise durmaları gerektiğini anlamalarına çalışın. Tabaklarındaki her şeyi yemeye zorlamayın. 

References

https://www.eatingdisorderhope.com/information/eating-disorder

https://kidshealth.org/en/kids/eatdisorder.html

https://www.eatingdisorders.org.au/eating-disorders/eating-disorders-children-teens-and-older-adults/eating-disorders-a-children

Read More

Kişiler problemleri olduğu zamanlarda duygularını ifade etmede sıkıntı yaşayabilirler. Bu durum onların içe kapanmasına, toplumdan uzaklaşmasına ve duygusal çöküntü halinin artarak devam etmesine neden olabilir. Böyle durumlarda kişinin kendini ifade edebilmesi için sanat terapilerinden yararlanılıyor. Seanslarda, gözlemlenemeyen bilinçaltının dışa vurumu gerçekleştiğinden sanat terapisiyle iyileşmek mümkün.

Duygu dünyalarında güçlük çeken kişilerin iyileşmesine yardımcı olan sanat terapilerinde renkli kâğıt ve kurdelelerden, heykel, drama ve dansa kadar sanatın birçok alanında aktiviteler yapılmaktadır. Yazımızın devamında sanat terapisi uygulama alanları ile terapilerin kişilerin duygularına pencere açarken ruhsal problemlerini iyileştirmede nasıl kullanıldığını hep birlikte inceleyebiliriz. 

1. Duygular Açığa Çıkıyor

Kişi aslında kendinin terapisti olarak kendi duygu dünyasını gözlemleyip kendi tedavi sürecini de belirleyen bir konumdadır. Sanat terapisi nedir sorusunun cevabı aslında çok geniştir. Sanatsal faaliyetler kişinin duygu yoğunluğunun olduğu durumları açığa çıkarması, yüzleşmesi ve üstesinden gelmesi süreçlerinde oldukça etkilidir. Sorunlar sözel ifadenin yanında sembollere, resimlere, heykel, dans ve müziğe dönüşmektedir. Kişi seans dışında da çalışmalarına devam edebilir. Bu da tedaviyi süre ve mekân kısıtlamasından bağımsız hale getirmektedir.

2. Sanat Terapisinde Seanslar

Seans sırasında kişiden öncelikle bir kâğıda figürler çizmesi isteniyor. Bu aktivite kişinin duygusunu konumlandırması ve duyguları hakkında konuşmaya başlaması için oldukça etkili bir çalışmadır. Figürde kullanılan çizgiler ve renkler de kişinin iç dünyasını yavaş yavaş açığa çıkartmasını sağlayan ipuçları oluyor. Sanat terapilerine katılmak için yetenekli olmaya gerek yoktur. Bu terapilerde ana amaç ortaya çıkan sanat eseri değil; sanatı yaratma sürecinde kişinin duygu dünyasını gözlemleyebilmektedir.

3. Öfke Duygusu ve Kaygı Sorunları

Sanat terapisi teknikleri kişinin söylediklerinden yola çıkılarak seansın amacına göre oluşturulur. Danışandaki öfke duygusu dışarı çıkarılmak istenildiğinde kişiden ahşap üzerine çiviler çakarak birtakım şekiller yapması veya vurmalı çalgılarla çalışması istenebilir. 

Kaygı sorunlarını ortaya çıkarmak için kullanılan soyut resim çalışmalarında danışanın tercih ettiği açık ve soft renkler olumlu; kırmızı ve siyah gibi koyu renkler ise negatif duygu ve kaygının göstergeleridir. 

4. Sosyal Fobi ve Travma

Sanat terapilerinde gruba katılan bireyler aynı zamanda kendilerini bir sosyal ortamın içerisinde bulurlar. Farklı kimselerle yapılan sanat terapisi etkinlikleri ve paylaşımlar sosyal fobinin ortaya çıkarılması ve üstesinden gelinmesinde de rol oynayan etkili bir yöntemdir. Özgüven duygusunun gelişmesinde de etkili olan terapilerde yapılan çalışmaların beğenilmesi kişilerin kendine olan güvenlerinin artmasında yardımcı olur. Bireyler travma gibi baş edemeyecekleri durumlarla karşılaştıklarında mücadele etmek için bir yöntem olarak sanattan faydalanmaktadır. 

Kaynaklar

Read More

Destekleyici bir ebeveyn olmak çocuğunuzun ilgi alanlarına içten bir şekilde hakim olmak ve aynı zamanda her zaman onun için orada müsait bulunabilmek, destekleyici ve ilgili olabilmektir. Birkaç örnek vermek gerekirse;

  • Okulla, hobileriyle ve ilgi alanlarıyla alakalı olarak ellerinden gelenin en iyisini yapmaya teşvik etmek,
  • Yargılamadan dinlemek, onların endişelerini ve zorluklarını anlamaya çalışmak
  • Başarılarını kabul etmek ve bu süreçte hatalar ve zorlukları da desteklemek,
  • Kendilerini güvende hissetmelerine ve sonuçları tahmin etmelerine yardımcı olmak için tutarlı beklentilerin belirlenmesi
  • Onları adil bir şekilde yetiştirmek ve güvenilir bir çocuk- ebeveyn ilişkisi geliştirmek.

Destekleyici Anne/Babaya Sahip Olmak Neden Önemlidir?

Çocuğunuz üzerinde sahip olduğunuz etki, ne kadar otorite oluşturduğunuzdan ve ne kadar hayat dersi verdiğinizden çok ne kadar güvenilir ve destekleyici bir ilişki kurduğunuza daha çok bağlıdır. Zaman zaman sizi zorlamaya çalışıyorlar gibi hissedebilirsiniz, ama aslında yaşamda bir yön seçmek ve kendisini bağımsız bir insan olarak tanımlamak için hayattaki kendi yönlerini bulmaya çalışıyorlar. İşte tam da bu kırılma anlarında anne babalık rollerinin ne kadar önemli ve kritik olduğunu fark edersiniz.

Aileden gelen sevgi, destek, güven ve iyimserlik onların kendilerini güvende hissetmelerini sağlar ve akran baskısına, hayatın zorluklarına ve hayal kırıklığına karşı ellerindeki en güçlü savunma malzemeleri de bunlardır aslında. 

Çocuğunuza karşı destekleyici bir ebeveyn olmak için çabalarken bütün kapılar yüzünüze kapanmış gibi hissedebilirsiniz ya da her şeyi berbat ettiğinizi düşünebilirsiniz. Çocuğunuz büyüdükçe ilişkiniz değişiyor ve artık ayrı ayrı daha çok zaman geçirmeye başlıyorsunuz. Ki bu da bir birey olma yolunda sağlıklı bir ayrılmadır diyebiliriz. Fakat bu durum bağlantıda kalamayacağınız ve ihtiyaç duydukları desteği, yepyeni bir insan, bir yetişkin olma sürecinde ona sunmayacağınız anlamına gelmez.

Destekleyici Ebeveyn Olma Yolunda Birkaç Öneri!

Bir anne babanın hayattaki en büyük amacı çocuğu için en iyisini yapmaktır. Amacınız çocuğunuzu güvende tutmak ve ellerinden gelenin en iyisini yapmak için ihtiyaç duydukları temelleri onlara vermektir. Aslında her çocuğun istediği şey temelde aynıdır ve çok basittir; ne olursa olsun sevildiklerini bilmek ve onlara destek olmak için her zaman orada olduğunuzdan emin olmak.  Elbette bazı gerekli durumları onlara sağlayabilmek de çok önemli. Mesela; yaşamak için güvenli ve sağlıklı bir yer, sağlıklı gıda ve okul malzemeleri gibi temel ihtiyaçların ön planda tutulduğu bir ortam.

 

References

http://www.pbs.org/parents/expert-tips-advice/2016/05/emotionally-safe-home/

https://www.minus18.org.au/index.php/articles/item/26-being-a-supportive-parent

Read More

1960lardan sonra duymaya başladığımız jenerasyon kavramı sosyal ve siyasi global olayların yansımalarını taşıyan yaş gruplarını tanımlamak için kullanılmaya başlandı. Nesilleri özellikle psikolojik açıdan anlamamızı ve bir manada kategorize etmemizi sağlayan bu kavram ile ortaya çıkan ilk jenerasyon patlama kuşağı da denilen baby boomers oldu. Onu X ve Y kuşakları izledi. Yazımızın konusu olan Z kuşağı ise milenyum ve sonrası doğan nesilleri ifade ediyor. Z kuşağını anlamak için onların arkadaşlık ilişkilerinin ve sosyal iletişim becerilerinin nasıl olduğunu aşağıda inceleyelim. 

1. Teknoloji Çocukları

Dijital çağın ortasına doğmuş ve internetsiz bir dönemin varlığından habersiz Z nesline, teknolojik bağlıklarını göstermek için Kuşak I, iGen veya Instant Online olarak da isimler veriliyor. Bireysel, bağımsız ve özgüveni yüksek olan bu nesil için imkânsız pek de önemli olmayan bir kavramdır. Analitik ve hızlı düşünüp pratik çözüm üretebilen nesil, toplumsal ve grup bilincinden biraz uzak.

2. Günlük Hayatın Vazgeçilmezi: İnternet

Günlük ortalama olarak internette 7 saatten fazla vakit geçiren Z kuşağı için, sanal dünya bir yaşam alanı. Bilgiye ulaşmak, sosyal ilişkiler kurmak ve eğlenceli vakit geçirmek için interneti kullanan bu jenerasyonun gelişimi noktasında bir önceki nesiller oldukça endişeli. Onlara göre Z nesli, internetin yararından çok zararına maruz kalan psikolojik olarak internete bağımlı bir nesil. Ancak dünyaya ayak uydurma konusunda internetin rolü de yadsınamaz derecede önemli.

3. Küresel ve Dijital Bir Dünya

Network çocukları olan Z kuşağı, bir anlamda yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağının da gerçeği ve yansımalarıdır. Zihinsel gelişimleri bir hayli hızlı olan nesil, tüm dünyada olup biten her şeye bir tık uzaklıkta olduğundan sınırlardan bağımsız global bir hayat yaşıyor. Z kuşağını beklentileri doğrultusunda bilginin ve mobilitenin sınırlarının olmadığı bir hayatı tanıyan bu kuşak tüm dünyayı akıllı cihazlarının ardından izleyip deneyimleyebiliyor. 

4. Günümüzün Arkadaşlık İlişkilerinde Sosyallik 

Yemek yerken, uyumadan önce, sabah kalkar kalmaz, yolda yürürken sosyal medya hesaplarını kontrol etmek ve iletilere bakmak Z kuşağının genelinin günlük aktivitelerdendir. Z kuşağı dijital dünyada olan bitenlerden geri kalmama ve her şeyden anında haberdar olma çabası oldukça yüksek bir nesil. Z kuşağı ile iletişim ve onların birbirleri ile arkadaşlık kurma yolu da sosyal medya ile yapılıyor. Ekleme, beğeni yapma, izlenme oranları derken sanal bir iletişim yöntemi tercih ediliyor. 

5. Sosyal Medyanın İlişkilere Etkisi

Sosyal medya, oyunlar ve daha birçok sanal mecralar kişilerin ortak bir paydada bulunmalarını ve onlarda aidiyet duygusunun gelişmesini sağlayan ortamlardır. Paylaşımlar, mesaj yoluyla sohbet etme, birçok fikir ve görüşü okuyup farklı karakterdeki insanlarla tanışma noktasında sanal dünya oldukça faydalı. Tüm bunların neticesi olarak sosyal medyada güçlü iletişim kuran Z kuşağı genç nesil, yüz yüze ilişkilerde de başarılı oluyor. 

Kaynaklar

Read More